5 Eylül 2024 Perşembe

74


ÖNSÖZ

edebiyatının temel öğeleri olan “karakter, konu, ileti, dil ve anlatım, görsel bir uyaran
olarak resim” gibi temel öğeler bakımından incelenmesi amaçlanmıştır.
Çalışmanın ilk bölümünde araştırmanın problemi tartışılarak amacı, önemi,
sınırlılıkları ve yöntemine; araştırmanın ikinci bölümünde çocuk, çocuk edebiyatı ve
tarihçesi ile temel öğeler açıklanarak araştırmanın konusuyla ilgili araştırmalara yer
verilmiş; üçüncü bölümde, seçilen yapıtlar çocuk edebiyatının temel öğeleri bakımından
beş ayrı başlık altında incelenmiş ve genel değerlendirmeler yapılmıştır.
Kitaplar, insanlara ilgileri ve gereksinmelerini karşılaması bakımından çok yönlü
olanaklar sunar. Okulöncesi dönemlere değin uzanan okuma alışkanlığını kazanmada
pek çok etken bulunmaktadır. Bunlardan biri ve en önemlisi, çocukların kitaplarla
tanışmasını ve okuma alışkanlığı edindirme sürecinde büyük öneme sahip olan çocuk
kitaplarıdır. Bu nedenle, çocuklara sunulan kitapların, dil bilinci ve duyarlığı edinmiş,
çocuk gerçekliği ve çocuğa görelik kavramlarıyla yapılandıran yazarlar tarafından
oluşturulması gerekir.


viii
İÇİNDEKİLER
ONAY .............................................................................................................................. ii
BİLDİRİM ...................................................................................................................... iii
ÖZET .............................................................................................................................. iv
ABSTRACT ..................................................................................................................... v
ÖNSÖZ ........................................................................................................................... vi
İÇİNDEKİLER ............................................................................................................ viii
BÖLÜM 1 ......................................................................................................................... 1
GİRİŞ ................................................................................................................................ 1
1.1.Problem ..................................................................................................................... 1
1.2. Amaç ........................................................................................................................ 6
1.3. Önem ....................................................................................................................... 6
1.4. Sınırlılık ................................................................................................................... 7
1.5. Tanımlar .................................................................................................................. 7
1.6. Yöntem .................................................................................................................... 8
1.6.1. Araştırma Modeli .............................................................................................. 8
1.6.2. Evren ve Örneklem ........................................................................................... 8
1.6.3. Verilerin Toplanması ........................................................................................ 8
1.6.4. Verilerin Çözümlenmesi ................................................................................... 9
BÖLÜM 2 ...................................................................................................................... 10
KAVRAMSAL ÇERÇEVE .......................................................................................... 10
2.1. Çocuk ve Çocuk Edebiyatı Nedir? ........................................................................ 10
2.1.1.Dünya’da ve Türkiye’de Çocuk Edebiyatının Tarihsel Gelişimi .................... 13
2.2. Çocuk Edebiyatı Yapıtlarında Bulunması Gereken Nitelikler .............................. 15
2.3. Çocuk Edebiyatının Temel Öğeleri ....................................................................... 18
2.3.1. Karakter .......................................................................................................... 19
2.3.2. Konu ............................................................................................................... 24
2.3.3. İleti .................................................................................................................. 26
2.3.4. Dil ve Anlatım ................................................................................................ 29
2.3.5. Görsel Bir Uyaran Olarak Resim ................................................................... 31
2.4. İlgili Araştırmalar .................................................................................................. 36
ix
BÖLÜM 3 ....................................................................................................................... 41
ÖDÜLLÜ ÇOCUK EDEBİYATI YAPITLARININ ÇOCUK
EDEBİYATININ TEMEL İLKELERİ BAKIMINDAN İNCELENMESİ .............. 41
3.1. Parktaki Gergedanlar ............................................................................................. 41
3.2. Mezarlıktaki Gölge ................................................................................................ 47
3.3. Ankaralı ................................................................................................................. 55
3.4. Işıldayan ................................................................................................................ 62
3.5. Karayılan ............................................................................................................... 75
3.6. Ölüm Bugün Hasta ................................................................................................ 86
3.7. Yokluk Bahçesindeki Kayıp Melodi ................................................................... 103
3.8. Arda’nın Derdi Ne? ............................................................................................. 111
3.9. Yalancı Şahit ....................................................................................................... 120
3.10. Aydede Her Yerde ............................................................................................. 128
3.11. Kuuzu ve Lunapark Ailesi ................................................................................. 143
3.12. Almarpa’nın Gizemi .......................................................................................... 154
3.13. Bayan Pimpirik .................................................................................................. 164
3.14. Hayalet Köy ....................................................................................................... 173
3.15. Gülen Sakız Ağacı ............................................................................................. 182
3.16. Çocukluk Anayurdum ....................................................................................... 190
3.17. Kırmızı Kanatlı Baykuş ..................................................................................... 198
BÖLÜM 4 ..................................................................................................................... 205
GENEL DEĞERLENDİRME, SONUÇ VE ÖNERİLER ....................................... 205
4.1 Ödüllü Çocuk Edebiyatı Yapıtlarının Temel Öğeler Bakımından
Değerlendirilmesi ........................................................................................................ 205
4.1.1.Karakterler ..................................................................................................... 205
4.1.2.Konu .............................................................................................................. 207
4.1.3.İleti ................................................................................................................. 210
4.1.4. Dil ve Anlatım .............................................................................................. 211
4.1.5.Görsel Bir Uyaran Olarak Resim .................................................................. 213
4.2. Sonuç ve Öneriler .............................................................................................. 215
KAYNAKLAR ............................................................................................................. 219
1
BÖLÜM 1
1.GİRİŞ
Bu bölümde araştırmanın konusuna açıklık kazandırmak için araştırma problemi,
amaç ve alt amaçlar belirtilmiş; önem ve sınırlılıklar üzerinde durulmuş, araştırmada
sıklıkla kullanılan kavramların tanımlarına yer verilmiştir.
1.1. Problem
Bir toplumun oluşabilmesi için insanlara gereksinim duyulur. Amaç, uyumlu ve
gelişen bir toplum ise bunu eğitimle oluşturabiliriz. Bunu gerçekleştirebilecek öğelerden
biri de edebiyattır. Edebiyat, çağlar boyunca insanların duygu ve düşlerini etkileyen
önemli bir yere sahip olmuştur. Bu nedenle, edebiyat ve toplum birbirini geliştiren ve
etkileyen iki öğedir denilebilir. Çağdaş bir toplumun oluşabilmesi için bireyler eğitime
yönlendirilerek kendi bilgi ve yeteneklerinin ortaya çıkarılması gerekir. İnsanların
kendilerini gerçekleştirmeleri ve topluma katkı sağlamaları, eğitim sisteminin niteliğiyle
yakından ilgilidir. Bu da toplumda sunulan eğitimin, bu amaca göre oluşturulmasının
önemini ortaya koymaktadır.
Çağın koşullarına uyum sağlamak ve bilinçli bir toplum oluşturulmak isteniyorsa
buna çocuktan başlanmalıdır. Çocuklar, yetişkinlere yönelttikleri bireysel ve kümesel
tepkilerle onların davranışlarına yön verebilirken; yetişkinler de bu tepkiler sonucunda
topluma yön verebilirler. “Çünkü çocuklar da tıpkı öteki toplumsal gruplar gibi daha
geniş bir sistemin parçasını oluştururlar; bu sistemden yönelen taleplere hedef olur ve
sistemin öteki parçaları üzerinde etkide bulunurlar” (Tan, 1989:76). Diğer bir
söyleyişle, çocukların davranışları da toplum tarafından yapısallaştırılır. Öyleyse,
çocuklara sunulan eğitimin niteliği, kendi gelecekleri ve dolaylı olarak da toplumun
geleceği için büyük önem taşımaktadır.
İnsan yaşamının önemli bir dönemi olan çocukluk dönemine verilen değerin son
yıllarda artmasının nedeni; yapılan bilimsel çalışmaların insan yaşamının ilk on sekiz
yılının gelecek yaşamını biçimlendirmesinde önemli bir yere sahip olduğunun
kanıtlanmasıdır.
2
Aries, çocukluk kavramını on altıncı yüzyıla kadar götürmektedir. Aries’ e göre
bu yüzyıla kadar yetişkinlerle çocukları ayıracak sözcüğe yer verilmemekteydi. On altı
ve on sekizinci yüzyıllarda Fransızca’da ‘puer’ ve ‘adolescens’ sözcükleri çocukluk için
kullanılıyordu ve on dokuzuncu yüzyıla gelindiğinde İngilizce’den çevrilen ‘baby’
sözcüğü Fransızcada ‘bebe’ olarak karşılığını bulmaktaydı (Aries’ten? Akt. Tan, 1993).
Çocuğa verilen önemin artmaya başlaması, Rönesans’ın etkisiyle çağdaş aile
yapısı ve bilimsel araştırmalar sonucunda ortaya çıkmıştır. Araştırmacılar, çocuğun ruh
ve beden gelişimi için büyük uğraşlar vermişlerdir. 21. yüzyıla gelindiğinde çocuk da
artık yetişkinler kadar önem kazanmış ve kendini topluma kabul ettirmiştir.
Okulların değişimi, çocuklara sunulan kitaplar, oyuncaklar gibi farklı
uyaranların nitelikleriyle çocuk kültürü oluşmaya başlamıştır. Çocuğun gelişiminin ve
öneminin fark edilmesiyle toplumda çocuk gerçekliğine yer verilmeye başlanmış ve
bilişsel, duyuşsal, devinişsel alanlardaki farklılık da bunda etkili olmuştur. Rousseau,
çocuğu vahşi bir çiçek olarak kabul eder. Çocuğun kendiliğindenliğini, doğallığını,
sevincini ve saflığını yüceltilmesi gereken özellikleri olarak değerlendirir. “Çünkü
Rousseau, çocuğun çok farklı bir yaratık olduğunu ve ona farklı davranılması
gerektiğini belirtir.” (Rousseau’dan? Akt. Tan, 1989:71)
Çocuk ve çocukluk kavramları belirlense de İkinci Dünya Savaşı’na kadar
çocuklar için yazılmış edebiyat yapıtları bulunmamaktaydı. Çocuk edebiyatında var
olan boşluk, çocuğa uyarlanabilecek metinlerle doldurulmaya çalışılmış ve çocuk
edebiyatı oluşumu başlamıştır. Ülkemizde genel edebiyat alanından çocuk edebiyatına
uyarlanan ilk metinlerden bazıları Daniel Defoe’dan Robinson Crusoe; Cervantes’ten
Don Kişot; Jonathan Swift’in Güliver’in Gezileri’dir. Daha sonraki süreçte çocuklara
seslenebilecek masallar, destanlar çocuğun yararına sunulmuştur (Dilidüzgün, 2007:
67).Yayınların artması, uluslararası çocuk kitaplarının basım ve dağıtımı ile dünyanın
farklı ülkelerinde açılan sergilerle çocuk yazını önem kazanmaya başlamıştır.
Batılı devletlerde ve bizde Aydınlanma Döneminden itibaren ikincil kişi olan
çocuk, zamanla ayrı bir birey olarak değer görmeye başlamıştır. Neydim (1998:93), bu
değişimi şöyle değerlendirmektedir: “Ancak çocuğun kendi gerçekliğinin anlaşılması ve
onun eşitliğinin kabul edilmesi, yani adam yerine konması gerekmektedir. Böylece
3
prototip bir insan figürü yaratmak yerine özgür düşünen, yorumlayan, kendini özgürce
ifade edebilen insanlar yaratmak olanaklıdır.” Çocuk ve çocukluk kavramında yaşanan
değişimler, diğer toplumsal kurum ve süreçlerde de etkisini göstermiştir. Eğitim
kurumlarının yapısallaşmasında bu değişim göz önüne alınmış, edebiyat ve eğitim
sistemleri sorgulanarak “çocuk gerçekliği” ve “çocuğa görelik” kavramları oluşmaya
başlamıştır. “Aydınlanma döneminden bu yana egemen olan didaktik anlayış, son otuz
yıllık süreçte yerini çocuk gerçekliğine ve eşitliğine dönük bir anlayışa bırakmıştır.”
(Neydim, 1998:92)
Çocuğa verilen önemin artması ve eğitim sistemlerinin sorgulanmasıyla eğitim
ve edebiyat arasındaki bağ önem kazanmaya başlamıştır. Böylelikle kalıplaştırılmış
çocuk betisinden (figüründen), edebiyatla özgür düşünebilen bir çocuk betisi (figürü)
oluşturulmaya çalışılmıştır. “Edebiyatla eğitim arasındaki sıkı ilişkiyi edebiyat
sözcüğünün kökünü oluşturan eğitim / terbiye anlamına gelen ‘edeb’ kelimesi de açıkça
göstermektedir”(Kavcar,1994:2). İkisinin de konusunu insan ve insana özgü durumlar
oluşturur. Edebiyat da bu durumları ortaya çıkaran çok yönlü bir araçtır.
Edebiyat ve eğitimin ortak bileşeni insandır. İnsanın amacı ise yarınlarını emanet
edeceği çocukları, eğitimle doğru bir biçimde yetiştirmek olmalıdır. Bu nedenle, son
yıllarda değeri daha çok anlaşılan çocuk edebiyatından söz edilerek çocuk ve yetişkin
edebiyatı ayrımına varılması gerekmektedir. Sever (2012:17), çocuk edebiyatını şöyle
tanımlamaktadır:
Çocuk edebiyatı (yazını), erken çocukluk döneminden
başlayıp ergenlik dönemini de kapsayan bir yaşam evresinde,
çocukların dil gelişimi ve anlama düzeylerine uygun olarak
duygu ve düşünce dünyalarını sanatsal niteliği olan dilsel ve
görsel iletilerle zenginleştiren, beğeni düzeylerini yükselten
ürünlerin genel adıdır.
Sözcüklerle oluşturulan kurgusal bir evren olan edebiyatın ister çocuklara ister
yetişkinlere yönelik olsun temelinde edebiyat olduğu unutulmamalıdır. Edebiyatın
oluşumunda var olan tüm ilkeler çocuk edebiyatı için de aynılık gösterir. “Çocuk
edebiyatı ile edebiyatı, edebiyat estetiği bakımından birbirine karşı, iki ayrı edebiyatmış
gibi göstermek de doğru olmaz. Çocuklar için yapılan edebiyat, edebiyat niteliği
4
taşıyorsa yetişkinlerce de okunabilir” (Şirin,2000:12). Çocuk ve yetişkin edebiyatı
arasında bir benzerlik bulunmaktadır. Çocuklar da yetişkinler gibi duymak, düşünmek,
düş kurmak ve eğlenmek isteyebilirler. Bu gereksinmelerin karşılanması sürecinde
çocuklar için ayrılıklar ortaya çıkmaktadır. Bu doğrultuda, “aynılık içinde ayrılık”
çocuk ve yetişkinin farklı olan dilsel, bilişsel ve kişilik özelliklerinin oluşturduğu
sonuçtur (Sever,2013:104).
Şirin (2000: 18), bu ayrımı çocuğa görelik kavramıyla açıklamaktadır: “Çocuk
edebiyatı kültürü içinde en duyarlı yaklaşımları çocuğa görelik ilkesi belirler. Çocuğa
göre, deyince, çocuklar için yapılacak edebiyatın çocuğun büyüme ve gelişme
çağlarına, psikolojisine, sözcük ve kavram bilgisine, algılama düzeyine uygun bir
duyarlık anlaşılmalıdır.” Bu belirlemelerle, çocuk edebiyatı yapıtlarını çocuk bakışı ile
kurgulanmış yapıtların oluşturduğu söylenebilir.
Çocukluk döneminin hem okulöncesi hem de örgün eğitimi kapsaması, bireyin
kendisini geleceğe hazırlayan temel eğitimi alması demektir. Bireyin temel eğitimini
aldığı bu dönemde farklı istek ve gereksinmeleri ortaya çıkmaktadır. Çocukların
birtakım fiziksel ve sosyal gereksinmeleri yetişkinler tarafından karşılanmaktadır.
Ancak kendilerine özgü duygusal gereksinimlerini karşılayarak onları manevi anlamda
doyuma ulaştırmada, duygu ve düşlemlerini oluşturmada düş dünyalarının kapılarını
açan çocuk edebiyatı, çocukların yaşamlarında önemli bir yer almaktadır. Doğumundan
itibaren anadili edinimiyle başlayan ve eğitim - öğretim sürecinde de en etkili ve en
önemli araçlardan biri olan çocuk edebiyatı, onları yaşama hazırlayıp dilsel
gelişimlerine katkıda bulunarak çocuğun çok yönlü gelişmesine ortam hazırlayacaktır.
Çocuk edebiyatı yapıtları okuma kültürü edindirmede önemli bir yere sahiptir.
Sever (2007:108)’e göre okuma kültürü, bireylerin edinmesi gereken kazanımlar
bütünüdür. Ona göre “Yazılı kültür ürünlerinin dünyasıyla tanışmış; tanıştığı bu
dünyanın kendine sunduğu iletileri paylaşma, sınama, sorgulama yeterliğine ulaşmış;
bunların sunduğu olanaklarla yaşamayı alışkanlık haline getirmiş bireylerin edinmiş
olduğu kültürdür okuma kültürü.” Sözü edilen okuma kültürü alışkanlığını çocukların
edinebilmesi için de çocuğa görelik ve çocuk gerçekliği ilkeleri göz önünde
bulundurularak sanatçı duyarlığı ile hazırlanan yapıtlar kullanılmalıdır.“Çocuğa göre
olan yapıtlar vermek isteyen her sanatçı, kendisini anlatmak, anlatılacak olanı ve onu
5
nasıl anlatacağını bulmak için öncelikle çocuk gerçekliğine inanmalı; böyle bir
gerçeklik adına yazmanın büyük bir sorumluluğu olduğunu duyumsamalıdır”
(Sever,2012:29). Çocuk edebiyatı yazar ve çizerlerine bu doğrultuda büyük
sorumluluklar düşmektedir. Çocuk dünyasını iyi bilen ve yansıtan bir anlayışla
eserlerini yapılandırmalıdır. “Sanatçı, dil ve çizginin anlatım gücüyle çocuğa sesini
duyurabilmeli; duygu ve düşüncelerini paylaşmaya dönük alçakgönüllülüğünü de
çocuklara yansıtabilmelidir (Sever,2012:30).”
Çocuğun anadiline egemen olabilmesi ve okuma kültürü edinebilmesi için erken
yaşlardan itibaren nitelikli çocuk edebiyatı yapıtlarıyla buluşması gerekir. Çünkü
çocuğa görelik ve çocuk gerçekliği ile hazırlanmış olan çocuk edebiyatı yapıtları,
çocukların anadillerinin yapısını sezmelerine olanak sunabilir. Sever (2012:145),
çocukların okulöncesi dönemden başlayarak eğitim öğretim döneminde de doğal bir
öğrenme ortamı oluşturan nitelikli çocuk edebiyatı yapıtlarıyla buluşması gerektiğini
şöyle açıklamıştır:
Çocuk kitapları, 2-3 yaşından başlayarak, çocukların
oynama, keşfetme gereksinmelerine yanıt veren; görsel ve
dilsel özellikleriyle çocukla yaşam arasında bağ kuran,
çocuğun ilgi ve beğeni alanına girerek çocuk için doğal bir
öğrenme ortamı yaratan araçlardır. Anadilinin sözvarlığını
çocuklara tanıtan, dilin anlam yapısını, özelliklerini, anlatım
gücünü örneklendiren birer araç olarak çocukların
karşılaştıkları, basılı ilk özgün dil modelleridir.
Geçmişten günümüze önemi artan çocuk edebiyatı yapıtlarının nitelikleri
belirlenmeye başlanmış ve çalışmalar sürdürülmüştür. Alanın uzmanları tarafından
çocuğa görelik ve çocuk gerçekliği gözetilerek çocuk edebiyatı yapıtlarının temel
öğeleri belirlenmiştir. Nitelikli çocuk edebiyatı yapıtlarının oluşabilmesinde bazı kişi ve
yayınevlerinin düzenlediği yarışmalar sonucunda ödüller verilmektedir. Bu ödüller,
yazar ve çizerlerin daha yetkin yapıtlar vermesine olanak sunarak çocuk edebiyatının
gelişimine katkıda bulunmaktadır. Çocuk edebiyatının temel öğelerinin yapıtlardaki
önemi bağlamında, ödüllü çocuk romanlarının ve öykülerinin “karakter, konu, ileti, dil
ve anlatım, görsel bir uyaran olarak resim” yönünden incelenmesi çalışmanın
problemini oluşturmaktadır.
6
1.2. Amaç
Bu çalışmanın amacı, ödül alan çocuk romanlarının ve öykülerinin çocuk
edebiyatının temel öğeleri yönünden incelenmesidir.
Bu amaç doğrultusunda şu sorulara yanıt aranacaktır:
1. Ödüllü çocuk edebiyatı yapıtlarındaki karakterlerin özellikleri nelerdir?
İncelenecek olan karakterler, çocuk edebiyatının temel ilkelerine uygun
olarak geliştirilmiş midir?
2. Ödüllü çocuk edebiyatı yapıtlarının konuları çocuklara uygun mudur?
Konuyu yapılandıran ve zayıflatan yönleri var mıdır?
3. Ödüllü çocuk edebiyatı yapıtlarının iletileri nelerdir? Belirlenecek olan
iletiler çocuk edebiyatının temel ilkelerine uygun mudur?
4. Ödüllü çocuk edebiyatı yapıtlarının dil ve anlatım özellikleri nasıldır?
Yapıtlar, dil ve anlatım yönünden Türkçenin anlatım gücü ve olanaklarını
okura sezdirebilecek nitelikte midir?
5. Ödüllü çocuk edebiyatı yapıtlarında yer alan görseller nasıl
biçimlendirilmiştir? İncelenecek olan görsellerin temel özellikleri
nelerdir?
6. Yapıtlardaki kurgusal gerçeklik nedir?
1.3. Önem
Bu araştırmada incelenecek olan ödüllü çocuk edebiyatı yapıtları ile ilgili
çalışmaların sınırlı sayıda olması ve bu yapıtların çocuk edebiyatının temel öğeleri
yönünden şimdiye değin incelenmemesi, çalışmayı önemli kılmaktadır. Çalışma
sonunda ulaşılacak olan sonuçların ilgili alanda çalışanlara ve çalışmak isteyenlere
yardımcı olacağı düşünülmektedir.
7
1.4. Sınırlılık
Bu çalışma, “Çocuk ve Gençlik Yayınları Derneği Edebiyat Ödülleri, Türkan
Saylan Sanat ve Bilim Ödülleri, Gülten Dayıoğlu Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Vakfı
Ödülleri, Tudem Edebiyat Ödülleri, Bu Yayınevi Ödülleri” ni 2010 yılından 2015 yılına
kadar almış olan yapıtlarla çerçevelendirilmiş ve bunların çocuk edebiyatının temel
öğeleri olan “konu, karakter, ileti, dil ve anlatım, görsel bir uyaran olarak resim”
yönünden incelenmesi ile sınırlandırılmıştır.
1.5.Tanımlar
Çocuk: Doğumla ergenlik dönemi arasındaki (0 -12) yaş ya da ergenlik dönemini de
kapsayan (0-18 yaş) dönem (TÜBA,2011:251).
Çocuk Edebiyatı (yazını): Erken çocukluk döneminden başlayıp ergenlik dönemini de
kapsayan bir yaşam evresinde, çocukların dil gelişimi ve anlama düzeylerine uygun
olarak duygu ve düşünce dünyalarını sanatsal niteliği olan dilsel ve görsel iletilerle
zenginleştirilen, beğeni düzeylerini yükselten ürünlerin genel adıdır (Sever, 2012: 17).
Çocuk edebiyatı yapıtlarının temel öğeleri: Bu çalışmada çocuk edebiyatı yapıtlarının
temel öğeleri kavramıyla “karakter”, “konu”, “ileti”, “dil ve anlatım”, “görsel bir uyaran
olarak resim” belirtilmiştir (Sever, 2012: 75).
Karakter: Roman, öykü, oyun gibi yazınsal ürünlerde duygu, düşünüş, davranış ve
tutkuları yönünden işlenen kişidir (Püsküllüoğlu, 2001: 223).
Dil: Sözlü, yazılı ve devimsel simgelerden oluşan, sözcükleri ve sözcükler arasında
kurulan ilişkileri düzenleyen birtakım simge ve sözdizimsel, yapısal kurallara bağlı
iletişim aracı (TÜBA,2011:324).
Konu: Konuşmada, yazıda, yazın yapıtlarında ele alınan durum, düşünce, olay, olgu,
sorun, yaşamın içinde var olan ya da düşlenen her şey konu olarak adlandırılabilir
(Göğüş vd., 1998:75).
8
İleti: Sanatçının yapıtı oluşturmasına neden olan, çocukla paylaşmak istediği duygu ve
düşünce (Sever,2006:39).
Anlatım: Bir duyguyu, bir düşünceyi, bir konuyu söz veya yazı ile bildirme, başka bir
deyişle “ifade” biçiminde tanımlanmaktadır (TDK,2005:102).
1.6. Yöntem
Bu bölümde araştırmanın modeli, evren ve örneklemi, verilerin toplanması ve
çözümlenmesi başlıkları yer almaktadır.
1.6.1.Araştırmanın Modeli
Çocuk edebiyatının temel öğeleri yönünden çocuğa seslenen ödüllü öykü ve
romanları incelemeyi amaçlayan bu araştırma, tarama modelinde betimsel bir
çalışmadır.
1.6.2.Evren ve Örneklem
Bu araştırmanın evrenini ülkemizde çocuk edebiyatı alanında ödül alan yetmiş
altı çocuk öykü ve romanları oluşturmaktadır. Var olan ödüller arasından seçilen, 2010
yılından 2015 yılına kadar “Çocuk ve Gençlik Yayınları Derneği Edebiyat Ödülleri,
Türkan Saylan Sanat ve Bilim Ödülleri, Gülten Dayıoğlu Çocuk ve Gençlik Edebiyatı
Vakfı Ödülleri, Tudem Edebiyat Ödülleri, Bu Yayınevi Ödülleri’”ni alan on yedi yapıt
ise çalışmanın örneklemi olarak belirlenmiştir.
1.6.3.Verilerin Toplanması
Veriler, belirlenen on yedi çocuk edebiyatı yapıtının çocuk edebiyatının temel
öğeleri yönünden incelenmesi ve alanyazın taraması sonucu elde edilmiştir. İnceleme
sonucunda elde edilen veriler, çalışmanın amaçları doğrultusunda yorumlanacaktır.
9
1.6.4.Verilerin Çözümlenmesi
Araştırma verileri betimsel olarak çözümlenmiştir. Elde edilen veriler amaçlar
doğrultusunda değerlendirilmiştir.
10
BÖLÜM 2
KAVRAMSAL ÇERÇEVE
2.1.Çocuk ve Çocuk Edebiyatı Nedir?
Çocuk edebiyatı, ilk olarak Batı dünyasında ortaya çıkmış bir terim olmasına
karşın ülkemizde çocuk edebiyatı kavramı ve içeriğinin oluşması çok yenidir. Bu
nedenle, üzerinde araştırmalar ve tartışmalar yapılmaya devam etmekte; niteliği ve
gelişimi de hızlanmaktadır.
Batı ülkeleri ile karşılaştırıldığında, çocuk yazını, bizde çok yeni bir kavramdır.
Çocuk yazını kavramı ortaya atıldığında yazarlar tarafından yazın kavramının çocuk ve
yetişkin olarak ayrılmasına tepki gelmiştir. Ancak bakıldığında, çocuk yazını ve
yetişkin yazınının farkı, dünyayı algılama ve alımlara biçimlerinin farklı olmasından
kaynaklanmaktadır (Dilidüzgün, 1996:23).
Argunşah (1991:290), çocuk edebiyatının bizde gelişimi için şunları dile
getirmektedir:
Şu bir gerçektir ki ‘çocuk edebiyatı’ kavramı bizde
batıya göre çok daha geç gelişmiş bir alandır. Bu alandaki
esas problem daha ‘çocuk edebiyatı’ kavramının genel
edebiyattan ayrı bir alan olarak kabul edilip edilmeme
noktasında başlamaktadır. Kimi yazar ve edebiyatçılar
‘çocuk edebiyatının varlığını ayrı bir alan olarak kabul
ederken; kimileri de böyle bir ayrımın yersizliği ve yanlışlığı
üzerinde birleşmektedir. Çocuklara has bir edebiyatın
olmayacağını savunanlar, çok eskiden beri çocuklar için ayrı
bir edebiyatın olmadığını, sözlü dönemlerde büyükler için
anlatılanların aslında çocuklara da anlatıldığını belirtirler.
Bu görüşe katılanlar edebiyatın yazılı dönemlerinden söz
ederken de büyükler için yazılmış bazı eserlerin çocuklar
11
tarafından da çok beğenildiğini ve ‘çocuk klasikleri’
içerisinde yer aldığını savunurlar.
Bu değerlendirmeler tanıklığında, çocuk edebiyatını ayrı bir alan olarak
görmeyenler, çocuklara ilişkin konu seçimi ve dil kullanımını göz ardı etmektedirler.
Çocuk edebiyatının tanımlanabilmesi için öncelikle çocuk ve edebiyat kavramlarını
tanımlamak gerekir. Çünkü çocuk edebiyatının belirginleşmesi, çocuk kavramının ve
çocukların bilişsel, duyuşsal ve devinişsel alanlarda farklılıklarının olduğunun
anlaşılmasıyla önem kazanmıştır.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nca 20 Kasım 1989 tarihinde kabul edilen
Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde ise, “18 yaşına kadar her insan çocuk sayılır” biçiminde
bir belirleme bulunmaktadır.
Ferhan Oğuzkan ve Ruşen Alaylıoğlu çocuğu “İki yaşından ergenlik çağına
kadar süren büyüme dönemi içinde bulunan insan yavrusu veya henüz erinlik dönemine
erişmemiş kız veya erkek.” olarak tanımlamıştır (Alaylıoğlu, Oğuzkan, 1976).
Çocuk edebiyatı kavramının diğer bir değişkeni olan “edebiyat” ise değişik
biçimlerde tanımlanmıştır. Bu tanımlamalardan bazıları şunlardır:
Kavcar (1999:4)’e göre edebiyat, çağlar boyunca insanoğlunun duyduğu,
düşündüğü ve yaptığı her şeyi en zengin ve en etkili biçimde ortaya koyan sanattır.
Sever (2013:31)’e göre, dille oluşturulan bir sanattır. İnsanı ve yaşamı anlama ve
anlatmanın düşsel ve düşünsel çabasıdır edebiyat. Edebiyat; “olay, düşünce, duygu ve
hayallerin dil aracılığıyla sözlü veya yazılı olarak biçimlendirilmesi sanatı” dır (TDK,
2005: 600).
Bu iki sözcüğün oluşturduğu çocuk edebiyatı için araştırmacılar şu
tanımlamaları yapmıştır:
Şirin (1994:9) “Çocukların büyüme ve gelişmelerine hayal, duygu, düşünce ve
duyarlıklarına, zevklerine eğilirken eğlenmelerine katkıda bulunmak amacıyla
gerçekleştirilen çocuksu bir edebiyat.” olarak ifade etmektedir.
12
Sever (2012:17)’e göre çocuk edebiyatı:
“Erken çocukluk döneminden başlayıp ergenlik
dönemini de kapsayan bir yaşam evresinde, çocukların dil
gelişimi ve anlama düzeylerine uygun olarak duygu ve
düşünce dünyalarını sanatsal niteliği olan dilsel ve görsel
iletilerle zenginleştiren, beğeni düzeylerini yükselten
ürünlerin genel adıdır.”
Oğuzhan (1983:12), çocuk ve edebiyat kavramları doğrultusunda şunları
vurgulamıştır:
“Çocuk Edebiyatı, çocukluk çağında bulunan kimselerin
hayal, duygu ve düşüncelerine yönelik sözlü ve yazılı bütün
eserleri kapsar. Masallar, hikayeler, romanlar, anılar,
biyografik eserler, gezi yazıları, şiirler, fen ve doğa olaylarını
anlatan yazılar vb. hep bu çerçeve içine girebilir. Değişik
birtakım yazı türlerinde ortaya konulan bu eserlerin, tıpkı
yetişkinler için hazırlanan eserler gibi, güzel ve etkili
olmaları da gerekir. Bu nedenledir ki çocuk edebiyatını “usta
yazarlar tarafından özellikle çocuklar için yazılmış olan ve
üstün sanat nitelikleri taşıyan eserlere verilen genel ad”
olarak tanımlayabiliriz.
Yapılan tanımlamalardan yola çıkılarak çocuk edebiyatının da tıpkı yetişkinlere
seslenen yapıtlar gibi birer edebiyat yapıtı olduğu görülmektedir. Çocuk edebiyatı, sözü
edilen çocukluk dönemlerini içine alan onların büyüme, gelişme ve olgunlaşma gibi
gereksinmelerine düş, düşlem, duygu, yetenek, estetik duyum (zevk) çerçevesinde
katkıda bulunan bir yazma sürecidir. Yetişkin edebiyatı ile aralarındaki fark ise yaş
düzeyi, diğer bir deyişle çocuğa görelik ve çocuk gerçekliği ile ortaya çıkmaktadır.
13
2.1.1.Dünya’da ve Türkiye’de Çocuk Edebiyatının Tarihsel Gelişimi
Tarihsel sürece bakıldığında çocuk edebiyatına yönelişin 18. yüzyıl, yani
Aydınlanma Çağı olduğu görülmektedir. Bu dönem öncesinde çocuk, “küçük yetişkin”
olarak görülüp sadece 0 - 7 yaş arasında çocuk olarak davranılıyordu. Aydınlanmanın
etkisiyle çocuğa içten ve dıştan birlikte bakılmaya başlandı. Bununla birlikte, çocuk
kavramının farklı ilgileri olduğunun farkına varılarak diğer alanlarla birlikte edebiyatta
da çocuğa yöneliş ortaya çıkmaya başladı.
Çocuğun kendine özgü duyuş ve davranışları, çocuk psikolojisi alanına da yeni
bakış açıları kazandırmıştır. “Küçük adam” kavramı artık değişmeye başlamış, çocuğa
bakış tüm yönleriyle ele alınmıştır. İlk önce Batı’da oluşmaya başlayan bu yeni yöneliş
17. yüzyıl sonlarında belirgin bir duruma gelmeye başlamıştı. Sanatçı gerçekliği ile içe
bakışı önemsenen çocukluk kavramı, insanın köklerine yönelen başlangıç noktası olarak
kabul ediliyordu. Bu yönelişin sonunda, sanatçı gerçekliği ile bütünleşen psikolojik
açılım, çocuk için edebiyat ve sanatın gerçekliğini ortaya çıkararak çocuk yazınının
doğmasına olanak sağladı (Şirin,1994:39).
Çocuğun yetişkinden ayrı görülmeye başlamasıyla yetişkinler için yazılan
yapıtlardan başka onların dünyalarına seslenebilecek yapıtlar, çeviri yoluyla
oluşturulmaya başlanmıştır. 18. yüzyılda Aydınlanma Çağı’nın etkisiyle keşfedilmeye
başlanan çocuk ve çocuk için ayrı bir edebiyat oluşturma isteği, 19. yüzyıldaki birçok
alanda gerçekleşen ilerlemeyle artmaya başlamıştır. 20. yüzyıla gelindiğinde 2. Dünya
Savaşı’nın etkisiyle sorgulanmış ve çocuklar için oluşturulacak edebiyat yapıtlarında
nitelik aranmaya başlanmıştır (Dilidüzgün, 1996; Neydim, 1998; Şimşek, 2014).
Batı’da çocukların da okuyabileceği düşünülen eserler olarak 18. yüzyılda
Daniel Defoe’den Robinson Cruseou, Jonathan Swift’ten Gullıver; 19. yüzyılda Mark
Twain’den Tom Sawyer’in Maceraları, Carlo Collodi’den Pinokyo, Robert
Stevenson’dan Define Adası; 20. yüzyıla gelindiğinde ise Saint Exupery’nin Küçük
Prens adlı eserleri sayılabilir (Şirin, 1994; Şimşek, 2014).
Türkiye’de çocuklar için yazınsal ürünler Tanzimat Dönemi’ne kadar sözlü halk
edebiyatı ürünlerinden ninniler, tekerlemeler, bilmeceler, Karagöz, meddah, ortaoyunu
14
gibi türler olmuştur. Bu türlerle çocukların yazınsal gereksinmeleri karşılanmıştır.
Ancak eğitim olgusunun öne çıktığı Tanzimat Dönemi ile birlikte çocuklar için Batı’dan
çeviri eserler verilmeye başlanmıştır. Batılılaşmanın etkisiyle çocuklar için ilk çeviri
romanlar Robinson Cruseou ve Gullıver olmuştur. Kendi yazınımızda ise Şinasi,
Recaizade Mahmut Ekrem ve Ahmet Mithat Efendi’nin La Fontaine ile başka yazar ve
şairlerden düz yazı ve şiir biçiminde çevirileri bulunmaktadır (Neydim, 1998; Şimşek,
2014).
Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte çocuk ve eğitim alanında gelişmeler de artmaya
başlamıştır. Bu dönemde “çocuk edebiyatı” kavramı ilk kez Satı Bey tarafından
kullanılır. Satı Bey ve İbrahim Alaattin Gövsa, çocuk edebiyatı hakkında araştırmalar
yapmış ve yayımlamış; çocuklara yönelik kitaplar yazarak bu alanın önemini ortaya
koyacak çalışmalarda bulunmuşlardır. Bu kitaplardan bazıları: “Çocuk Şiirleri, Çocuk
Edebiyatı İbrahim Alaattin Gövsa; Çocuklarımıza Neşideler Ali Ulvi Elöve; Kızıl Elma,
Yeni Hayat, Altın Işık Ziya Gökalp” tir. Çocukların anlayabileceği yalın bir dil
kullanarak hece ölçüsüyle Şermin eserini veren Tevfik Fikret de bu alana katkısı olanlar
arasında vurgulanmaktadır (Şirin,1994; Şimşek, 2014).
20. yüzyıla gelindiğinde Cumhuriyet’in ilanı ve yeni harflerin kabulü ile
yapıtların niteliğinde ve niceliğinde artış görülmüştür. Ancak dönemin önde gelen yazar
ve şairleri özgün yapıtlar vermeye çalışsa da çeviri yazınının etkisinden
kurtulamamışlardır. Savaşın etkileri ve artan milli bilinç duyguları yazarları etkilemiş,
bu durum yapıtlara yansımıştır. Dağa Çıkan Kurt, Halide Edip Adıvar; Milli Savaş
Hikâyeleri, Yakup Kadri Karaosmanoğlu; Çalıkuşu, Acımak, Kızılcık Dalları Reşat
Nuri Güntekin gibi yapıtlar çocuklar için yazılmamış da olsa çocuklar tarafından ilgi
görmüştür (Şimşek, 2014).
60’lı yıllardaki yayınlar, devletin politikası ve yayınevlerinin çalışmalarıyla ilgili
olarak devam etmiştir. Yeni değerleri çocuklara kavratma ve insan yaşamının
erdemlerini sezdirme amacıyla ilgili yapıtlar verilmiştir. Bu dönemde Uluslararası
Çocuk Kitapları Birliği’nin Hans Christian Andersen Şeref Armağanı’na aday gösterilen
Cahit Uçuk’un Türk İkizleri, Gümüş Kanat ve Mavi Ok adlı yapıtları çocuk okurla
buluşturulur (Şirin,1994; Şimşek, 2014).
15
70’li yıllara gelindiğinde 60’lı yıllara oranla basılan kitap sayısı düşüktür. En
çok basımı yapılan kitaplar 60’lı yılların kitapları olmuştur. Çeviri sayısında da azalma
görülmüştür. Bunun sebebi olarak, kendi yazarlarımıza özgün yapıtlar yazdırılma
çabasına girilmesi gösterilebilir. Ancak bu girişim yetersiz kalmıştır. Bu dönemde Aziz
Nesin, Ülkü Tamer, Erdal Öz, Fakir Baykurt, Rıfat Ilgaz gibi yetişkin edebiyatı
yazarları çocuklar için yazmaya çaba göstermişlerdir (Neydim,1998).
Milli bilinç ve duyarlıkların konu olduğu yapıtlar, 1980 sonrası dönemde dinsel
bakış açısının egemenliğine dönüşmüştür. 90’lı yıllarda da benzer anlayış devam
etmiştir. Ancak günümüze kadar artarak devam eden çocuk gerçekliği ve çocuğa görelik
anlayışıyla kurgulanan yapıtların niceliği ve niteliği olumlu değişimler göstermektedir.
2.2.Çocuk Edebiyatı Yapıtlarında Bulunması Gereken Nitelikler
Çocuk edebiyatı, bütünsel olarak temeli çocuk olan; çocuğun farklı ilgilerini
yansıtan; dil ve anlatımı çocuğa göre olan; çocuğun sosyal, sanatsal, dilsel vb.
yönlerden gelişmesine katkıda bulunan önemli bir yaşam alanıdır. Yetişkin
edebiyatından farkı “çocuğa görelik” ve “çocuk gerçekliği” ilkeleriyle oluşturulmasıdır.
“‘Çocuk gerçekliği’ kavramı gelişimsel özellikleri ve öğrenme gereksinmelerini
bilmeyi ve nitelikli uyaranlarla yanıtlamayı işaret eden bir kavramdır
(Canlı,2015:112).” Bu doğrultuda, çocuğun kendine özgü bir doğası olduğu bilinmeli;
onun ilgileri, düşünceleri, algılama farklılıkları dikkate alınmalıdır.
Çocuğun içinde yaşadığı çevresel, kültürel ve sosyal(toplumsal) öğeler çocuğun
yaşam alanına etki etse de çocuğun kendi doğasına ilişkin gerçekliği göz ardı edilemez.
“Çocuk gerçekliği çocuklaşmak demek değildir. Çocuk gerçekliği çocukların gerçekmiş
gibi alılmadıkları, fakat hiç de nesnel olmayan alımama farklarının
yaratılmasıdır”(Dilidüzgün,1996:83). Nesnellik, yetişkinlerin dünyasına özgü bir
niteliktir. Çocukların dünyası, onların devinim dolu dünyalarını anlatan öznel bir
niteliğe sahiptir. Her çocuk, kendi dünyasına ilişkin öznel bir gerçeklik oluşturur ve onu
yansıtır. Bu gerçeklik bağlamında yapıtların biçimsel, içerik ve eğitsel özellikleri
düzenlenebilir. Çünkü çocuk edebiyatını yetişkin edebiyatından ayıran başat öğe
seslenilen yaş düzeyinin özellikleridir (Çer, 2016;3).
16
Şirin (1994:19)’e göre, çocuk edebiyatı kültürü içerisinde en duyarlı
yaklaşımları çocuğa görelik ilkesi belirler. Çocuğa göre deyince, çocuklar için
yapılacak edebiyatın çocuğun büyüme ve gelişme çağlarına, psikolojisine, sözcük ve
kavram bilgisine, algılama düzeyine uygun bir duyarlık anlaşılmalıdır. Hangi yaş grubu
dikkate alınarak edebiyat yapılıyorsa çizgi-resimden edebiyata çocuk dünyasının
yansıtılması gerekir.
Peter Hartling’e göre çocuk gerçekliği ise, farklı olan yaşamın içerdiği
olanakların taslaklar biçiminde çocuğa sunulmasıdır. Örneğin, bir çocuk babasını
yitirdiğinde neler duyar, nasıl acı çeker, bu arada başkalarıyla ilişkisi nasıldır
(Hartling’den Akt. Dilidüzgün, 1996: 84). Başka bir deyişle, çocuk gerçekliğini, farklı
yaşam kesimlerinden gelen çocukların alımlama biçimleri de değiştirebilir. Çocukların
yaşadıkları çevre, bildirişim (iletişim) kurdukları insanlar farklı olduğu için
gerçeklikleri de farklı olabilir. Bu gerçekliği, yaşadığı toplumun çocuk algısı da
etkileyebilir. Kültürlerin ve toplumun çocukları istedikleri doğrultuda yetiştirmek için
biçimlendirdikleri “çocuk” betisi (figürü) çocuk için bir karmaşadan öteye gidemez
(Çer,2016:3).
Çocuk gerçekliği, dil ve anlam evreni ile çocuğun öznelliğini dolayısıyla da
bakış açısını ifade eder. Bu gerçekliği oluşturan değişkenler, erken çocukluk
döneminden itibaren oluşmaya başlar ve çocuğun ilgilerini belirler. Çocuğun öğrenme
gereksinmelerini bilmeyi ve nitelikli uyaranlarla yanıtlanmasını ortaya çıkarır. Aynı
zamanda çocuğun düş dünyasını, beklentilerini, duygularını dikkate alarak yazılan
yapıtlar; çocuklar için yeni bir gerçeklik, yetişkinler için de onları anlayabilmelerine
olanak sunan bir rehberdir.
Kitaplar çocuğun yaşına, ilgi ve gereksinmelerine uygun olarak insan ve yaşam
gerçekliğini anlamasına katkı sağlamalıdır. Her şeyden önemlisi de çocuk ile yaşam
arasında güçlü bir bağ oluşturmalıdır. Kitaplarda yazar tarafından kurgulanan gerçeklik,
çocuklar tarafından okuma eylemi sonrası kendi gerçekliklerine dönüştürebilmeli; başka
bir söyleyişle yazarın paylaşmak istedikleri çocukların yaşam – anlam gerçeğinden
kopuk olmamalıdır (Sever,2012:198-199). Çocuğun yaşama ilişkin deneyimlerini
varsıllaştırabilmesi ve duyarlık kazanabilmesi için karşılaştığı uyaranların serüvenlerine
17
ortak olabilmesi gerekir. Bu etkileşim sürecinde yazar, bilgi öğretme ve iletme
amacından çok çocuğun iletiyi sezinlemesine olanak sunmalıdır.
Çocukların erken yaşlardan başlayarak karşılaştığı her yapıt, çocuğa göre
değildir. Onların gereksinmelerine seslenmeyen dilsel ve görsel uyaranlar, çocukların
kitapla olan ilk etkileşimlerinde engeller oluşturabilir. Çocuğun sonraki okumalarına
karşı olumsuz bakış açıları edinmesine neden olabilir. Bu nedenle, her kitabın çocuğa
göre olmadığı söylenebilir (Çer, 2016:84).
Sever (2012)’e göre, çocuğa göre olan yapıtlar vermek isteyen her sanatçı,
kendisini anlatmak, anlatılacak olanı ve onu nasıl anlatacağını bulmak için öncelikle
çocuk gerçekliğine inanmalı; böyle bir gerçeklik adına yazmanın büyük bir
sorumluluğu olduğunu duyumsamalıdır.
Çocuklara, yazınsal metinlerle karşılaştıkları ilk dönemlerde daha çok ilgi ve
gereksinmelerine yanıt veren; dil bilinci ve duyarlığı kazandırabilecek; konuşma,
yazma, dinleme, okuma becerilerine katkıda bulunabilecek kısa metinlerle
seslenilmelidir. Çocuk gerçekliğini anlamış bir yazarın, çocukluk kavramının sadece
mutluluğu içermediğini onların da kendi dünyalarına ilişkin sorunları ve kaygılarının
olabileceğini bilmelidir. Bu bakış açısıyla hazırlanan yapıtlar, çocuğun ve çocukluğun
tüm gerçekliklerini yansıtmalıdır (İpşiroğlu,1994:34; Sever,2012: 34; Çer,2016: 85).
“Çocuğa görelik, onun ilgilerini, gereksinimlerini, dil evrenini göz önünde
tutmayı, hazırlanacak okuma metnini bunlarla örtüştürmeyi zorlar (Sever,2012:17).”
Çocuğun karşılaşacağı yapıtlar ile çocuğun dünyası arasında bir koşutluk olmalıdır.
Çünkü kendi doğasının gerçeklikleriyle karşılaşan çocuğun okumaya karşı edineceği
ilgi, güdülenmeyi de beraberinde getirir.
Çocuğa görelik genel bir açıklamayla, konusu çocuğun düş gücüne seslenen;
kahramanı özdeşim kurmasına olanak sunabilecek özelliklere sahip; iletisi çeşitli yaşam
durumlarını sezdirebilecek biçimde kurgulanmış; dil ve anlatım özellikleri okura dil
bilinci ve duyarlığını edindirebilecek; görsel uyaranlarıyla sanat duyumu (zevki)
oluşturmasına katkıda bulunabilecek; yazar ve çizerin sanatçı duyarlığını yansıtabilecek
tüm değişkenlerin toplamıdır (Çer, 2016:86).
18
Belirtilen söylemler çerçevesinde “çocuğa görelik” ve “çocuk gerçekliği”
ilkeleri çocuk edebiyatının niteliği bakımından büyük önem taşımaktadır. Çocuğun tüm
yönleriyle gelişimsel özelliklerini bilme ve ona uygun yapıtlar verme, iki ilkenin
açıklayıcısı durumundadır. Hangi yaş düzeyinde dilsel, bilişsel, sosyal (toplumsal) ve
kişilik gelişimi bağlamında, ne tür özellikler ortaya çıktığı bilinmelidir. Bu özellikler
doğrultusunda yanıtlanması gereken soruların yazar ve çizerler tarafından bilinmesinin
çocuk edebiyatının niteliği için önemli bir yeri bulunmaktadır.
Çocuk edebiyatının işlevi ve sınırları göz önünde bulundurulduğunda, “çocuklar
için edebiyat” bağlamında “çocuğa göre” eserlerde bulunması gereken özellikler; çocuk
edebiyatının temel öğeleri içerisinde içerik ve biçim özellikleri olarak incelenebilir.
2.3.Çocuk Edebiyatının Temel Öğeleri
Bu bölümde, çocuk edebiyatı yapıtlarının temel öğeleri olan; karakterler, konu,
ileti, dil ve anlatım, görsel bir uyaran olarak resimle ilgili bilgilere yer verilmiştir.
Çocuk edebiyatı yapıtları, çocuk okuru nitelikli metinlere yönlendirmeyi
başarmış, okuma kültürü edinmelerini sağlayabilen, düşünen, duyarlı bireyler olarak
yetişmesine katkı sağlayan bir sorumluluk üstlenmektedir.
Kitaplarda, çocuğun kendine özgü içtenliği ile anlatım dilinin doğallığı
buluşturulmalıdır. Kitaplar dilsel ve görsel özellikleriyle çocuğun hem sanat hem de
düşünme eğitimi sürecini desteklemelidir (Sever, 2012:198).
Çocuk edebiyatı yapıtlarında sanatçı tarafından kurgulanan gerçeklik, çocuk
okurun okuma eylemi sürecinde kendi yaşam gerçekliklerine dönüştürebileceği biçimde
olmalıdır. Başka bir söyleyişle, yazarın çocuklarla buluşturmak istediği yaşam ve anlam
gerçeğinden kopuk olmamalıdır. Sever (2013:37), bu konuda şunları söylemektedir:
“Edebiyat yapıtlarının temel sorumluluğu çocuğu dil ve çizginin olanaklarıyla öbür
insanlara ulaştırmak, çocuğun onlarla iletişim kurmasını sağlamaktır. Edebiyat
yapıtlarıyla iletişime girmeyi alışkanlık edinmiş bir çocuk, insan ve yaşam gerçekliğinin
sanatçı duyarlılığı ile biçimlendirilmiş yeni bir gerçekliği ile buluşur, tanışır.”
19
Şirin (1994:13-14), çocuk edebiyatını çocuk edebiyatı yapan öncelikler
konusunda şunları vurgulamaktadır:
Çocuk edebiyatı çocuksu fantezinin şölenidir. Oyun,
masal ve serüven çağı çocuğunun eğilimleri anlatıma
yansıdığı oranda çocukların ihtiyacını karşılayan edebiyattan
söz edilebilir. Derin ruh çözümlemelerinin çocuk
edebiyatında yeri yoktur. Sadeliğin egemen olduğu anlatım
şiir, hikaye, masal ve romanı çocuğa göre olana yaklaştırır.
Konunun gerektirdiği durumlarda anlatım ve biçim oyunları
çocuk edebiyatı yazarının vazgeçemediği yönelişlerdir. Böyle
durumlarda amaç anlatım ve biçimin öne çıkması değil etkili
anlatımın gereğine uygun hareketin bilinçli olarak
kullanılmasıdır. Çocuk bakışını sanatçı bakışıyla
bütünleştirebilen yazar ve çizerler gerçek çocuk kitabı yazar
ve çizerleridir. Çocuk edebiyatının yerini ve önemini bu yazar
ve çizerler belirler.”
Çocuk Edebiyatının Temel Öğeleri:
1. Karakter
2. Konu
3. İleti
4. Dil ve Anlatım
5. Görsel Bir Uyaran Olarak Resim
Bu öğelerden yola çıkarak, çocuk edebiyatı yapıtları aşağıdaki ilkeler
bağlamında incelenmiştir.
2.3.1. Karakter
Yazınsal türlerin (roman, öykü, tiyatro vb.) içeriğinin okurla buluşturulmasında
en önemli öğenin karakter olduğu söylenebilir. Çünkü çocuk okur, kendine yakın
duyumsadığı kahramana öykünerek özdeşlik kurma olanağı bulabilirken kendinden
farklı olan kahraman veya kahramanlar için doğal bir eleştiri ortamı oluşturabilir
(Doğan,2014; Akyüz,2014; Lüle,2007). Bu belirlemeler, kitaplarda yer alan
karakterlerin ayrıntılı olarak incelenmesinin önemini ortaya çıkartmaktadır.
20
Karakter, genel söylemiyle yazınsal türlerdeki kişidir. Karakter, roman, hikâye,
tiyatro vb. edebiyat türlerinde en önemli kişi (TDK,2005:1035); roman, öykü, oyun gibi
yazınsal yapıtlarda olayı etkileyen ya da yaşayan, öyküsü anlatılan, olay örgüsünün
üzerinde döndüğü kişi (TÜBA, 2011:128).
Sever (2012:75), karakter için “Sanatçının yarattığı; duygu, düşünce ve tutku
yönleriyle geliştirdiği, gerçek yaşamdan da esinlenerek deneyimiyle, birikimiyle,
kendine özgü duyarlığı ile biçimlendirdiği bir kişiliktir.” tanımlamasını yapmaktadır.
Demirel (2010:62) ise karakteri “ayırt edici nitelik; bir kimsenin ya da bir insan
grubunun tutumu, duyuşu ya da tepki biçimi; genel olarak “bir nesnenin, bir bireyin
kendine özgün yapısı, onu başkalarından ayıran temel belirti; bireyin davranış
biçimlerinin tümünü belirleyen ana özellik” biçiminde tanımlamıştır.
Çocuk, yaş düzeyi fark etmeksizin okuduğu kitapların kahramanlarıyla özdeşlik
kurar. Yazar, kurguladığı yapıttaki karakterlerini seçerken bunu bilerek karakterlerini
oluşturmalıdır. Çocuk edebiyatı yapıtlarında gereğinden fazla kahraman bulunmamalı,
yan kişiler de baş kişiyle ilişkilendirilerek anlatılmalıdır. Çünkü çocuk, fazla
karakterlerle oluşturulmuş karmaşık ilişkileri anlayıp yorumlayamaz (Yalçın ve
Aytaş,2005:47).
Karakter kavramı doğrultusunda, yazında söz konusu olan tip ve karakter
ayrımının yapılması, aralarındaki farkların belirlenmesine yardımcı olacaktır.
“Tip, yalın bir tanımla benzerlerinin ortak yönlerini kendisinde toplayan, onları
simgeleyen kişilere denir. İnsana özgü niteliklerden birini anlatma ve yansıtmada araç
olarak seçilen, bu niteliği büyüteç altına konarak doruk noktasına çıkarılan kişidir tip
(Özdemir,1994:109).” Bu bağlamda, karakter toplumsal bir yapıdan daha çok kendini,
tekili simgelerken; tip, toplumsal yapıda aynı niteliklere sahip kişileri, yani çoğulu
simgelemektedir.
Sever (2012;104), çocuk edebiyatı yapıtlarındaki karakterleri açık, kapalı,
devingen ve durağan olarak sınıflamıştır.
21
Açık karakter, okura bütün özellikleriyle tanıtılan karakterlerdir. Birçok yönüyle
tanıtılan açık karakterler geliştirilmiş karakter olarak da adlandırılır. Doğan (2014:16)’a
göre açık karakterlerin, çocuğa yaşam gerçekliğini anlatma ve kurgudaki örtük iletileri
duyumsatma sürecinde önemli katkılarının olduğu bilinmektedir.
Kapalı karakterler, okura sınırlı özellikleriyle tanıtılan karakterlerdir. Kurgunun
okur tarafından alımlanmasında çok az etkisi olduğu için geliştirilmemiş karakter olarak
da adlandırılır.
Devingen karakterler, kurgunun başından sonuna değin ya da herhangi bir
kesitinde bir yönüyle değişime uğrayan karakterlerdir. Sever (2012:114)’e göre,
devingen karakterler yeni kişisel davranışlar edinir, yeni değerler geliştirebilir.
Durağan karakterler, kurgu boyunca herhangi bir yönüyle değişim yaşamayan
karakterlerdir. Devingen karakterlerin kurgu boyunca yaşadıkları değişimler belirgin
olmadığı için okur tarafından dikkate alınmaz.
Yapılan belirlemeler tanıklığında, açık ve devingen karakterlerle yapılandırılmış
çocuk edebiyatı yapıtlarındaki kahramanların okurun düş kurmasında ve belleğine yeni
yaşam durumları katmasında önemli katkıları bulunduğu düşünülmektedir.
Yazınsal yapıtlarda, sunulan kurgu ve karakterler arasında bir bütünlük
olmalıdır. Bu bütünlük, okurun kahramana öykünerek özdeşim kurmasında etkilidir.
Sanatçı, yapıtın kahramanlarını ya fiziksel özellikleriyle veya eylemleriyle ya da kendi
yorumlarıyla yapılandırır. “Daha yalınlaştırarak diyebiliriz ki: Kişileri anlatırken yazar,
ya anlatma ya da gösterme yoluna başvurur. Ancak şunu da hemen belirtelim ki bir
başına bunlar yeterli olmaz; mutlaka birlikte kullanılır” (Özdemir,1995:132).
Çocuk edebiyatı yapıtlarındaki karakterlerin belirlenmesinde yukarıda da söz
edildiği gibi çeşitli yollar bulunmaktadır: Bunlardan ilki, karakterlerin davranış ve
eylemleriyle geliştirilmesidir. Kurgu içinde karakterlerin olaylar karşısında
sergiledikleri davranış ve eylemleri onların kişiliğine ilişkin ipucu edinmemizi sağlar.
Sever (2012:95), bu konuda “Çünkü davranışlar ve eylemler kişinin karakter özelliğinin
dışavurumu olarak değerlendirilir.” demektedir.
22
Karakter özelliklerini saptarken yazarların kullandığı diğer bir yol, karakterlerin
konuşma yoluyla geliştirilmesidir. Bu yol, okurun özdeşim kurma sürecinde sıklıkla
kullanılır. Böylece hangi karakterin yanında olup hangi karakterin karşısında duracağına
karar verir. Karakterler, fiziksel özellikleriyle geliştirilerek de okurla buluşturulabilir.
Yapılan betimlemeler, karakterlerin tanınmasına yardımcı olur.
Diğer karakterlerin yorumlarıyla geliştirilen karakterler de yapıtlarda sıklıkla
kullanılır. Okur, karakterleri tanırken diğer karakterlerinin yaptıkları yorumları dikkate
alır. Yazarın yorumuyla geliştirilen karakterler için Doğan (2014:15), şunları dile
getirmektedir: “Karakterlerin geliştirilmesi sürecinde yazarın yorumunun da etkili
olduğu bilinmektedir ve kitaplarda yazarın “anlatıcı” konumunda olması ile bu yolun
kullanıldığı görülmektedir.”
Öykü, roman vb. anlatılarda sıralanan karakter geliştirme yollarından biri ya da
birkaçı bir arada kullanılabilir. Bu yazarın kurgulama tekniği ile ilgilidir. Ancak
sanatçının oluşturduğu karakterlerin ve olayların arasındaki inandırıcılık öğesi iyi
yapılandırılmış olmalıdır (Sever,2012:103).
Çocuklara seslenen yapıtlardaki karakter sayısı da özdeşim kurma sürecinde
önem taşımaktadır. Karakter sayısının çok olduğu yapıtlarda okur, öykünme sürecinde
kararsızlık yaşayabilir.
Okura iyiyi ve doğru olanı göstermek amacıyla yapıtlarda yer alan kahramanları
“ideal karakter” olarak kurgulamak okuru, okuma eyleminden uzaklaştırabilir. Hep
iyiyi ve güzeli anlatmak yanlış bir tutumdur. Bunun yerine okura, yaşamda
karşılaşabilecekleri istenmeyen durumların da var olduğu sanatçı tarafından
sezinletilmelidir. Geliştirilen karakterlerin okurdaki duygusallık öğesini dengede
tutması gerekir. Çünkü abartılmış duygusallık, okurda acıma duygusunu oluşturarak
istenilen öykünmeye olanak tanımayabilir. Özlü bir belirlemeyle, çocuk edebiyatı
yapıtlarında yer alan karakterlerin kişilik gelişimini tamamlamış olmaları gerekir
(Sever,2012:76-77;2002:36; Dilidüzgün,1994:155).
Alanyazında yapılan tüm bu taramalarla birlikte Sever (2012:118)’in çocuk
edebiyatındaki karakterlere ilişkin belirlemeleri şu biçimdedir: “Kahramanın, çocuğun
23
özdeşim kurabileceği, öykünebileceği özellikleri azaldıkça, çocuk- kitap etkileşimindeki
verimin de düşme olasılığı yükselir. Okurlarını okuma-yazma becerisinden okuma
alışkanlığı ve eleştirel okuma becerisine taşıma sorumluluğu olan bir edebiyatın, bu
amacını gerçekleştirmesinde iyi geliştirilmiş devingen karakterlere gereksinimi olduğu
açıktır.”
Çocuk edebiyatı yapıtlarındaki karakterler, hayvan, insan, bitkiler diğer bir
deyişle canlı ya da cansız her şey olabilir. Ancak dikkat edilmesi gereken en önemli
öğe, karakterlerin nasıl ve sayıca ne kadar olduğudur. Oğuzkan (2000: 369), bu konuda
şunları belirtmektedir: “Çocuk yayınlarında çok sayıda kahraman yerine az sayıda
kahraman bulunması uygun olur. Hele ki küçük çocuklar için yazılan eserlerde bir iki
kahraman yetebilir. Çünkü, çocukların kendi yaşlarındaki kimselerin başlarından
geçenleri dinlemekten ve okumaktan zevk aldıkları bellidir.”
Yapılan belirlemelerle, nitelikli çocuk edebiyatı yapıtlarındaki karakterlerin
çocuğun özdeşim kurmasına olanak sunabilecek açık ve devingen karakterler olması
gerekmektedir.
Yazarın oluşturduğu karakterlerin, çocuk edebiyatı yapıtlarının
değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulan karakter özelliklerine uygun
yapılandırılıp yapılandırılmadığını belirlemek için aşağıdaki sorulara yanıt aranması
gerekmektedir:
1. Metindeki kahraman (baş kişi) kimdir?
2.Karakterler nasıl geliştirilmiştir(davranış ve eylemleriyle, konuşmalarıyla,
fiziksel özellikleriyle, diğer karakterlerin yorumlarıyla, yazarın yorumuyla?
3. Karakter, açık (geliştirilmiş) ya da kapalı (geliştirilmemiş) özelliklerden
hangisini taşıyor?
4. Kahraman kişilik özelliği olarak devingen mi, durağan mı? Diğer bir
söyleyişle, kahraman, öykünün başından sonuna değin bir değişim yaşıyor mu,
yaşamıyor mu?
5. Karakter, devingen bir özellik gösteriyorsa, yaşadığı değişim ya da değişimler
inandırıcı mı? Yazar, kahramanın kişiliği ve yaşadığı olaylar ile değişim olgusu
arasında kabul edilebilir, inandırıcı bir ilişki kurabilmiş mi?
24
6. Karakter bir bütün olarak çocuğun özdeşim kurabileceği özellikler taşıyor
mu?(Sever, 2006: 49)
2.3.2. Konu
Özdemir (1995:53), “Yalın bir tanımla yazıda ya da yapıtta ve yaratıda ele
alınan, üzerinde durup söz söylenen, işlenip getirilen şey.” olarak tanımlamış ve şunları
eklemiştir: “Konu, olaydır, olgudur, düştür, özlemdir, duygudur, düşüncedir. Daha
kapsamlı bir deyişle, yaşamın içinde var olan ya da düşlenen şeydir. Bir bakıma yazının
ve yazınsal yaratının dışındadır.” Sever (2012:119), çocuk edebiyatında konuyu
“Çocuğu metnin anlam evrenine çeken, kitapla ilişkisini sağlayan bir öğedir.” olarak
tanımlamaktadır.
Çocuk edebiyatı yapıtlarında ele alınan düşünce, olay ve durumların çocuğun
kavrama ve ilgi düzeyine uygun olması gerekir. Sever (2012:119) de bu konudaki
düşüncelerini “Yazar metni oluştururken, ‘Ben ne hakkında söz söyleyeceğim?,
Yazımda neyin üzerinde duracağım?’ sorularına vereceği yanıtlar, metnin yaratılması
süreci için bir çıkış noktası olmalı; çocuğa özgü bir yaşam durumunun kurgulanmasına
yön vermelidir.” olarak belirtmektedir.
Skuzman “Dünyada olup biten her şey, çocuk kitaplarının konusu olmaya
elverişlidir.” demektedir. Bu doğrultuda, çocuk edebiyatı yapıtlarında konunun çocuk
gerçekliği ve çocuğa görelik ilkeleri göz önünde bulundurularak yapılandırılması önem
kazanmaktadır.
Oğuzkan (2006: 375 – 376)’a göre, çocuk yapıtlarında ele alınacak konu çok
önemlidir. Konu seçiminde, çocukların gelişimsel özellikleri iyi bilinmelidir. Onlara
katkı sağlayabilecek kültür değerlerinin ve toplumsal yapı özelliklerinin göz önünde
tutulması gerekmektedir. Şirin (1998:91)’e göre, çocuk oyundan nasıl hoş bir duyum
(zevk) alıyorsa edebiyattan da aynı duyumu (zevki) almalıdır. Böylelikle, çocuk
edebiyatının çocuklara daha kolay erişebileceğini vurgulamaktadır. Ayrıca sözü edilen
oyun ilişkisinin çocuğa sunduğu hoş duyumun (zevkin) kitaba olan ilgisini arttıracağını
belirtmektedir.
25
Çocuklara seslenen edebiyat yapıtlarında konu, çocuğun belleğine ve yüreğine
seslenmeli; gelişimsel olarak da gereksinmelerine yanıt verebilmelidir. Sever
(2012:120), çocuk edebiyatının konu alanı için çocukların gelişim düzeylerine göre
zenginleşebileceğini belirtir. Sever (2012:122), konuların gelişim evrelerini de
gözeterek gittikçe çeşitlenen bir konu yelpazesiyle oluşturulması gerektiğini
vurgulamaktadır. Ayrıca konuların basit olandan karmaşık olana, somut olandan soyuta
doğru kurgulanmasının önemli olduğunu dile getirmektedir.
Sevgi, ölüm, aile sorunları, yardımlaşma, güç savaşımı, çevre sorunları gibi
konular işlenebilir. Ancak bu konuların işleniş biçiminin çocuğun anlam evrenine uygun
olarak kurgulanması gerekir. Başka bir deyişle, yaşamda var olan gerçeklikler ve
çatışmalar, çocuk gerçekliğine özgü bir biçimde ele alınmalıdır. Çatışmaların ele
alınışında çözümün sevgi ve saygıya dayalı olarak çözümlenmesi sezdirilmelidir.
Konular yapılandırılırken olay ve çatışmalarda baskı, şiddet yoluyla çözüm
olumlanmamalı; ırk, din, dil gibi ayrımcılığa düşürecek konulara yer verilmemelidir.
Konunun içeriği kadar konuyu yapılandıran öğeler olan olay ve çatışmaların da
iyi yapılandırılması gerekir. Sever (2012:128), konuyu yapılandıran çatışmaları şu
biçimde sınıflandırmaktadır:
1. Kişi – kişi çatışması
2. Kişinin kendisiyle olan çatışması
3. Kişi – doğa çatışması
4. Kişi – toplum çatışması
Çatışmalar, okuma eylemini devingen bir duruma getirerek okurun ilgilisini
sürekli kılar. Böylece kurgu içindeki gerilim, okurda okuma isteği uyandırır.
Sever (2006:48)’e göre “Konunun, çocukla paylaşılabilmesi için, sanatçının
çocuğa göre olan çeşitli olaylardan yararlanması gerekir. Edebiyat yapıtında her olay
kaçınılmaz olarak çatışma ya da çatışmalarla kurgulanır. Bu çatışmaların niteliği, çocuk
okurun kitaba olan ilgisini belirleyen temel bir etkendir.”
26
Konunun yapılandırılması kadar konuyu zayıflatan öğelere de dikkat edilmesi
gerekmektedir. Konunun yapılandırılmasını zayıflatan abartılmış merak, rastlantısallık,
duygusallık gibi öğelerden kaçınılmalıdır.
Yapılan belirlemeler tanıklığında, çocuk edebiyatı yapıtlarını konu bakımından
yapılandıran ve zayıflatan öğelerin incelenebilmesi için aşağıdaki soruların yanıtlanması
gerekmektedir:
1. Kitapta hangi konu ele alınmıştır / işlenmiştir? Yazarın konuyu ele alış,
yorumlayış biçimi nasıldır?
2. Konuyu yapılandıran öğe olarak olay, hangi çatışmayla / çatışmalarla (kişi –
kişi çatışması, kişinin kendisiyle olan çatışması, kişi – doğa çatışması, kişi –
toplum çatışması) kurgulanmıştır?
3. Kitaptaki çatışma / çatışmalar çocukların anlama ve anlamlandırma
düzeylerine uygun mu?
4. Çatışma / çatışmalar çocukların sevgi ve özgürlük gereksinmelerine uygun
mu?
5. Çatışma / çatışmalarda merak öğesi zayıf mı, abartılmış mı? Çatışma /
çatışmalar çocuklarda okuma ilgisi ve isteği uyandırabilecek özellikler taşıyor
mu? vb.
6. Çatışma / çatışmalar bir rastlantı ya da şansa bağlanarak mı
sonuçlandırılmış?
7. Çatışmada / çatışmalarda üzücü ve acıklı olaylar aşırı bir duygusallık
yaratıyor mu?
8. Kitaptaki olay ya da olaylar dizisi çocukların, gülmesine / heyecanlanmasına /
düş kurmasına / düşünmesine olanak sağlıyor mu? (Sever, 2006: 48)
2.3.3. İleti
İleti, Türkçe Sözlük’te “Bir kaynaktan alıcıya ulaştırılmak istenen duygu,
düşünce ve becerileri içeren şeyler, yazı veya sözle verilen, gönderilen bilgi, mesaj
(TDK, 2005:954)” olarak tanımlanır.
27
Sever (2012:140) ileti için “Yazarın okurla paylaşmak istediği asıl düşüncedir.”
tanımını yapmaktadır. Özdemir (1994:22) ise “Bir yönüyle yazarın konuya yüklediği
anlamdır. Yazarı yazmaya iten etkendir. Başka bir deyişle okuyucusuna vermek istediği
anadüşünce, anaduygudur.” tanımını yapmaktadır.
Sanatçının yapıtı oluşturmasında etkili olan, metnin dokusuna sindirerek okura
iletmek istediği asıl düşünce ve duyarlık olarak adlandırabiliriz iletiyi.
Çocuk edebiyatı yapıtlarından beklenen temel niteliklerden biri de okura
duyarlıklar kazandırmasıdır. Sanatçı duyarlığı ile kurgulanan yapıtlar, yazınsal yapıyla
çocukların topluma, doğaya, çevreye, bütünsel bir deyişle, yaşamla ilgili düşünceler
oluşturabilmesine olanak sağlar. Okurun belleğinde oluşturulan duygu ve düşünceler,
yazar ve çizer tarafından biçimlendirerek metnin yapısına işlenen iletiyi oluşturur.
Çocuk edebiyatı yapıtlarındaki iletiler, okurun düş kurmasına olanak sunarak
insana özgü duyarlıklar kazandıracak biçimde metnin dokusuna yerleştirilmelidir. Bu
nedenle yazınsal niteliğe sahip yapıtlardaki iletiler, kesin yargılarla aktarılmaz. Öğretici
niteliğe sahip çocuk edebiyatı yapıtlarındaki iletiler ise amaç öğretmek, bilgi aktarmak
olduğu için önerme biçiminde sunulabilir (Sever, 2006: 51; Sever,2012:140;
Melanlıoğlu, 2011: 435).
Yazınsal metinlerde ileti, önerme biçiminde ya da kesin bir yargıya
dönüştürülmüş olarak verilmez. Metnin dokusuna sindirildiği için yazınsal metinlerdeki
ileti örtüktür ve yazarla okurun paylaştığı okurun kendi yaşantısına kattığı bir durum,
bir sorunun aydınlatılmasına yöneliktir (Özdemir, 1995: 115).
Sever (2006:51), yazınsal metinlerde sunulan iletileri şöyle açıklamaktadır:
“Sanatçılar, paylaşmak istediği duygu ve düşünceleri bu kurmaca anlam evreninin
içinde, yazınsal ipuçlarıyla sunarlar. Okurun, ipuçlarından yararlanarak kendi duygu ve
düşünce gücünün birikimiyle iletiye ya da iletilere ulaşması beklenir.”
Dilidüzgün (2002:6), yazınsal metinlerde sunulan iletilerle çocuk okurun
buluşmasını açıklarken çağdaş yazın biliminin yazınsal metinlerde boşluklar bıraktığını;
ancak bu boşlukların metnin stratejik yapısıyla ilgili olduğunu söyler. Yazarın bu
28
boşlukları bilinçli bırakıp okurun kendi dünya bilgisiyle bütünleştirerek bir alılmama
oluşturabilmesine olanak sağladığını belirtir. Dilidüzgün (2000:6)’e göre yazınsal
metinler, tek bir amacı aktarmaya yönelik kurgulanmamasından dolayı, iletilerin örtük
olarak kurgulanmasını, yazınsallığın bir ölçütü olarak kabul eder. Başka bir deyişle,
okurda edebi duyumu (zevki) oluşturarak onun bilişsel gelişimine de katkı
sağlayacağını vurgular.
Bezirci ise, yapıtlardaki ileti öğesinin ölçütlerini şöyle dile getirir:
“Gerçeği göstererek okurları bilgilendirirken duygu,
tasarım, özgünlük (orijinallik), güzellik ve teknikten yoksun,
salt öğretici kuru bir ahlak ya da siyaset kitabı, bir reçete
durumuna düşmeye değil, ideolojiyi eserde –elmadaki şeker
gibi- iyice eritmeye, yaşamı imgesel bir kurgu, estetik bir
yapı, kişisel bir anlatım ve duyarlıklı yaklaşımla vermek
gerekir ( Bezirci,1996:52’den akt. Sivri, 2006:652).
Okuma eylemine yeni başlayan çocuklar, kitaplarda anlatılan dünyanın
gerçekliğine inanarak özdeşim kurabilir. Bu nedenle, belli bir toplumsal kesime yönelik
düşüncelerin yer almaması gerekmektedir. Yazınsal yapıtlarda sunulmak istenen ileti,
öğüt verici olmaktan çok, çocuğun sorgulayarak sezmesine olanak tanımalıdır. Böylece
okurun bir olaya tek yönlü değil, farklı yanlarıyla bakma, tartışma, sezme yetisi
oluşturmasını sağlamalıdır (Cebi, 2006:220; İpşiroğlu, 1993: 48). Bu konuda Aslan
(2006: 189), çocuk edebiyatı yapıtlarındaki kahramanlarla özdeşim kuran okurun,
yazarın sezdirmeyi amaçladığı iletilerle duyuşsal, bilişsel ve dilsel olarak gelişim
göstererek ulusal ve evrensel olarak uyum sağlamayı öğrenebileceğini belirtmektedir.
Bu bağlamda, nitelikli çocuk edebiyatı yapıtlarında bulunması gereken iletilerin
taşıması gereken özelliklerin belirlenebilmesi için aşağıdaki soruların yanıtlanması
gerekmektedir:
1. İncelenen metin hangi özellikler taşıyor; öğretici mi, yazınsal mı?
2. Yazınsal nitelikli bir metin ise, çocukla paylaşılmak istenen iletiler
yazınsal bir kurgu içinde sunulmuş mu? Çocuğun duymasına, düşünmesine,
düş kurmasına olanak sağlıyor mu?
29
3. Yazınsal iletiler, kitabın seslendiği yaş grubunun anlam evrenine
(çocuğun yaşamı ve insanı anlama yetisine ve duyarlığına) uygun mu?
4. Yazınsal ileti ya da iletiler çocuklarda insana ve yaşama ilişkin duyarlık
oluşturabilecek nitelikte mi?
5. Yazınsal iletiler, kurgulanan olayın içine sindirilmiş mi? Okura
sezdiriliyor mu? Yoksa birer yargı ya da önerme biçiminde mi aktarılıyor?
6. İletiler, yazarın kendi düşüncesini ya da ideolojisini, çocuğa kabul
ettirme amacı taşıyor mu?(Sever, 2006: 51)
2.3.4. Dil ve Anlatım
Çocuk edebiyatı yapıtlarının okurla buluşabilmesi için yapıtların, çocuk okurun
anlamlandırabileceği biçimde kurgulanması gerekmektedir. Çünkü her kitabın dil ve
anlatım özellikleri çocuğa göre değildir. Çocuk okurun gelişimsel özelliklerine göre
biçimlendirilen dil ve anlatım özelliklerine sahip bir yapıt, okurun anlamlandırma
sürecine katkıda bulanabilir. Bu bakımdan “dil” ve “anlatım” sözcüklerini tanımlamak
gerekir.
Alaylıoğlu ve Oğuzkan (1976:72), dil için “İnsanların düşünce ve duygularını
anlatmaya yarayan yazılı sembollerden oluşan araç.” tanımlamasını yapmaktadır. Sever
(2011:5) ise “Dil düşünme aracıdır, düşüncenin yaratıcısıdır.” diyerek dil ve düşünce
arasında ilişki kurmaktadır.
Anlatım ise, “Zihinde tasarlanan konunun sözlü veya yazılı olarak bildirilmesi.
Okuyuş veya anlatış tarzı, ifade (Alaylıoğlu ve Oğuzkan,1976:12).” olarak
tanımlanmaktadır.
Yazınsal metinler, dil ile okura aktarılan ürünlerdir. Dilin en yetkin
kullanımlarıyla çocuk okura aktarılan yapıtlar, çocukların dil bilinci ve duyarlığını
edinmesinde en önemli araçlardır. Bu metinler, dili kullanırken öğretme amacı gütmez,
sezdirir. Yazar, yaşam gerçekliklerini kendi düş ve düşünce gücüyle yeni bir bileşim
oluşturarak yeni ve kendine özgü bir gerçeklik üretir. Oluşturulan yeni gerçeklik,
kurgusal dünyaya aittir. Okuma eylemi süresince ve okuma eyleminin sonunda okur,
30
belleğinde kendine özgü bir gerçeklik yaratır. Bu süreç ise yazarın dili kullanma
becerisi ve bağlantılı olarak da yazınsal metinlerin niteliği ile ilgilidir (Sever,2000:50).
Sartre ise, yazınsal metinlerdeki dil kullanımının okur üzerindeki etkisini “Her
sözcük bir alışkanlık yoludur, duygularımızı alevlendirir, adlandırır, düşsel bir kişiye
yükler, bu kişi de onları bizim yerimize yaşar ve onun bu ödünç alınmış tutkulardan
başka özü yoktur; sözcük bu tutkulara birer amaç, birer görünge, bir ufuk kazandırır.”
biçiminde açıklamaktadır (Sartre’den (1995) Akt. Aslan,2006:60).
Çocuk edebiyatı yapıtlarının kurgulanmasında dikkat edilmesi gereken en
önemli noktalardan biridir, dil ve anlatım. Okur, gerek kendi yaşantısıyla gerekse
çevresindeki kişilerce okunan, anlatılan yazınsal türler sayesinde anadilinin varsıllığı ile
karşılaşır ve sözvarlığını genişletir. Bunun için çocuğun, anadilinin anlatım gücü ve
olanaklarını sunan en yetkin örnekleriyle karşılaşması gerekir.
Sever (2012:145) çocuk kitaplarındaki dil ve anlatım özellikleri için “Çocuk
kitaplarının, çocuğa göre olmasını belirleyen en önemli özelliği dili ve anlatımıdır.”
belirlemesini yapmaktadır. Bu belirleme ile yazarın biçeminin önemi de ortaya
çıkmaktadır. Vardar (2002:40), biçemi “ Bir bireyin, dilsel gereç ve olanakları kendine
özgü ölçütlerle seçip kullanması sonucu söyleme kattığı kişisel nitelikli özelliklerin
tümüne biçem denir.” olarak tanımlamıştır. Çocuk edebiyatı yazarlarının biçemi, okuru
kitabın içine çekerek çepeçevre sarmalı; onun düş ve düşünce dünyasına seslenmelidir.
Çocuk yazınını, yetişkin yazınından ayıran en başat öğe anlatımın seslenecek
kesime göre oluşturulmasıdır. Anlatımda yalınlık, akıcılık, sadelik, açıklık gibi öğeler
göz önünde bulundurularak; çocuk okur için ele alınan temel öğeler (konu, karakter,
olay) daha anlaşılır olmalıdır. Çocuğun bildiği sözcüklerden bilmediklerine doğru bir
sıra izlenmelidir. Anlamını bilmediği sözvarlığı öğelerini bağlamdan ve anlatım
tekniğinden kestirebilmelidir (Yalçın ve Aytaş, 2008:48).
Çocuk edebiyatı yapıtlarının “dil ve anlatım” öğelerinin aşağıdaki soruların
tanıklığında incelenmesi gerekmektedir:
31
1. Kitapta Türkçenin anlatım gücü ve olanakları çocuğun doğasına uygun
kurgularla sezdirilmiş mi?
2. Anlatım kısa, duru ve içten tümcelerle yapılandırılmış mı?
3. Türkçenin yazım ve noktalama kurallarına özenle uyulmuş mu?
4. Türkçe sözcükler, genel olarak anlatıma egemen mi? Eskimiş, dilin
çevriminden çıkmış sözcüklerin kullanılmamasına dönük bir duyarlık
yaşama geçirilmiş mi?
5. Kitap, Türkçenin sözvarlığını, dilsel düzeyine uygun olarak çocuğun
kavramsal gelişimini destekleyecek biçimde yansıtıyor
mu?(Sever,2006:50)
2.3.5. Görsel Bir Uyaran Olarak Resim
Resim, Sever (2012:166)’e göre “Sanatçının dünyasında yarattığı içeriği,
görünür kılan bir öğedir.” Çocuk yazınında resim, hem tek başına görsel açıdan önemli
bir işleve sahip hem de metnin anlaşılmasını sağlayan ve okurun yeni anlamlar
kurabilmesine olanak sunan estetik bir uyarandır (Sever,2012:166).
Kaya (2003:35), kitap resmini “Metni açıklamak ya da bezemek amacıyla
kitaplara konan resim, çizim ya da baskı.” olarak tanımlamaktadır.
İnsanlığın geçmişten günümüze geçirdiği değişimler incelendiğinde ilk
uyaranların resimler olduğu görülmektedir. Bildirişim kurmada, bir durumu dile
getirmede yazıdan önce kullanılan resimler, insanlığın dili olmuştur. Bu dili kullanırken
de en güzelini kullanmaya çalışmışlardır. Güzeli arama çabası yetişkinlerin olduğu gibi
çocukların da evrensel dili durumuna gelmiştir. Dünyanın neresinde olursa olsun bir
çocuk için gülen bir güneşin, gökkuşağının ve daha birçok varlığın biçimi aynı
olmuştur.
Çocuk edebiyatı yapıtlarını okurla buluşturan iki düzlem vardır. Bunlardan ilki,
yazı dilini kurgulayan yazarların oluşturduğu düzlem; diğeri ise çizerlerin oluşturduğu
görsel metinler. Bu iki ayrı dil, bir araya gelerek yazar ve çizerin anlatımlarını
güçlendirirken okurun da alılmama gücünü devindirerek algı varsıllığı oluşturmaktadır
(Akyüz, 2014:14).
32
Yazı dili ve görsel dilin birlikte oluşturduğu etki için Sever (2012:176), “Denk
güçler olarak yazar ve çizerin becerilerinin, duyarlıklarının ortaklığı, ortaya çocuğa göre
olan kitapların çıkmasını sağlamaktadır. İki sanatçının işbirliği sonucunda, içerikle ilgili
resimler öyküyü görünür kılmakta, metnin anlamını genişletmektedir.” açıklamasını
yapmaktadır.
Çocuk edebiyatı ürünlerindeki görsel metinlerin işlevi, yalnızca metni açıklamak
değildir. Okulöncesi dönemde aile ile çocuk arasında fiziksel ve duyuşsal bir yakınlık
kurmada da büyük bir öneme sahiptir. Bu dönemde okuma bilmeyen çocukların düş
kurmasına ve düşünce becerisinin gelişmesine de katkıda bulunmaktadır. “Bu bir
anlamda resimlerin çocukla konuşması demektir. Resimli kitaplardaki anlamı, sözel ve
görsel anlatımın birleştirilmesi tanımlar.” (Tuğrul ve Feyman, 2006: 388)”
Çocuklar, resimli kitaplar ile gerçek yaşam arasında bağ kurmaya çalışırlar.
Kurulan bağ, çocuğun belleğinde yeni öyküler kurmasına, oyunlar oluşturmasına olanak
sağlar. “Çocuk, çevresinde gördüğü nesne ve varlıkları görsel imgeleriyle belleğine
yerleştirir. Resimler, yazısız kitaplardan başlayarak çocukların belleklerinde nesne ve
varlıkların imgelerini oluşturur, kavramsal gelişimini destekler (Sever,2012:189).”
Alpay (1985:73), resimli kitapların çocuğun gelişimine katkıda bulunmasının
önemini şu biçimde vurgulamaktadır: “Resimli kitaplar okulöncesi dönemde dil
gelişimini desteklediği gibi, çocuğun kendisini tanımasına, kendini bulmasına olanak
sağlar, toplumsallaşmasına yardımcı olur; yalnızlığı, kimsesizliği azaltır, sanatsal ve
kültürel deneyimler kazandırır; sevinç, neşe, kısaca haz verir.”
Resimli çocuk edebiyatı yapıtları, yazılı dil ve görsel metnin birleşimiyle sadece
okulöncesi döneme değil, okul dönemi öğrenmelere de katkı sağlamaktadır. Güleryüz
(2014:82), okulöncesi ve okul dönemi için resimli kitapların metnin veya işlenen
konunun çocuğun belleğinde canlandırmasına olanak sağlayacağını, işlenen konu ile
ilgili ön bilgileri devindirerek gerektiğinde bilgilerini kolayca yeniden
anımsayabileceğini dile getirmektedir.
Okuma kültürü edindirme ve öğrenme sürecinde de çocuğun anlamlandırmada
güçlük çektiği birçok kavram, resimli kitaplarla anlamlı duruma getirilebilir. Çünkü
33
“Resim sadece bakılan bir sanat objesi değildir. Resim, önce bakılan sonra görülen ve
duyumsanan daha sonra ise iletisini izleyiciye taşıyan ve bu ileti üzerine düşündüren bir
sanat formudur (Özer,2006:427).”
Yapılan belirlemelerle birlikte bu konuda yapılan kimi araştırmacılara ait
çalışmalar (Yükselen ve Kangal,2011; Samur,2011; Alper ve Gül,2011) da nitelikli
çocuk edebiyatı yapıtlarında çocuk gerçekliği göz önüne alınarak çizilen resimlerin
çocukların duyuşsal, bilişsel, dilsel ve toplumsal becerilerini geliştirerek benlik
kavramını edinmelerine olanak sağladığını ortaya koymaktadır.
İpşiroğlu (2000:15), nitelikli çocuk yapıtlarında bulunan resimleri iyi alımlayan
çocuğun, okuduğu metne bütüncül olarak yaklaşabileceğini, yapıtın dilini, iletisini ve
diğer öğelerinin özünü daha iyi kavrayabileceğini belirtmektedir. Duyu algılarının
gelişmesi ile ilgili olan kavrama yeteneği ise etkili bir uyaran olan resimli çocuk
kitaplarının varlığı ile oluşmaktadır.
Okulöncesi dönemde sayı ve harflerin yerini alan resimler, okul dönemi ile
birlikte yerini resim ve yazının oluşturduğu bir yapıya bırakmaktadır. Sever (2006:46),
çocuk edebiyatı yapıtlarında olması gereken resimleme oranını okulöncesi dönemde
üçte iki olarak, ilköğretimle birlikte resim- metin arasındaki denge oluşumundan sonra
görsel metinin yerini yazılı metine bırakması gerektiğini belirtmektedir.
Yörükoğlu (1976:292), çocuk kitaplarındaki resimler ve olması gereken resim
oranıyla ilgili şunları dile getirmektedir: “Çocuk kitapları yalnız resimli, çok resimli az
yazılı, az resimli çok yazılı olabilirler. Fakat resimsiz olamazlar. Okuma çağından
önceki çocuklara yalnız resimli kitaplar verilir. Okuma devresinden sonra büyüdükçe
resim sayısı azalır.”
Çocuk gerçekliği dikkate alınarak hazırlanmış kitaplarda çocuğa göreliği
oluşturan öğelerin başında resim gelmektedir. Çocuk edebiyatı kitaplarında bulunan
resimler bir varlık ya da nesneye ilişkin, gerçek ya da gerçek dışı olabilir. Bir karikatür,
çizge, fotoğraf ya da resim gibi farklı görsellere yer verilebilir. Söz konusu olan görsel
öğelerin her biri çocuğun algısını farklı biçimlerde devindirebilir (Akyüz,2014:14).
Önemli olan çocuğa göre ve yaş düzeyine uygun olmasıdır. Çünkü “çocuk
34
kitaplarındaki resimlerin asıl amacı çocuğun görsel algısını geliştirmektir.” (İlhan,
2000:402)
Sever (2012:140), çocuklar için hazırlanan yazınsal yapıtlarla öğretici yapıtların
içerik, dil ve anlatım gibi yönlerden farklılık göstererek yazınsal metinlerin
duyumsatılması ve öğretici metinlerin öğretilmesi sürecinde resimlerin başat bir öğe
olduğunu vurgular. Sever (2012:180), resimli kitapların çocukların bütün gelişim
alanlarını destekleyen ve gelişmesine katkıda bulunan estetik bir araç olduğunu belirtir.
Alanyazında resimli kitaplar ve önemine ilişkin yapılan çalışmaların
tanıklığında, çocuk yazınında önemli bir öğe olan resimlerin niteliğinin sınanması için
aşağıdaki sorulara yanıt aranması gerekmektedir:
1.Çizgilerin biçemi, bilinen ya da kanıksanan bir özellikte mi, yoksa özgün
mü? Çizgilerin yarattığı etki çocukların ilgisini çekebilecek özellikler taşıyor
mu?
2.Resimler, sözlü metnin anlamını tamamlıyor mu? Sözcüklerle
anlatılamayanları ya da anlatılmayanları çizginin anlatım gücüyle
tamamlayıp çocuklara sezdirebiliyor mu?
3. Resimler, sözcüklerle anlatılanları çocuğun belleğinde canlandırmasına
katkı sağlıyor mu?
4.Resimler, metne, görsel dilin anlatım olanaklarıyla yeni zenginlikler katıyor
mu? Başka bir söyleyişle, metne görsel bir yorum katıyor mu? Anlatılanlara,
çizer yeni anlamlar, yorumlar katabilmiş mi?
5. Resimler, bir uyaran olarak çocuğa duyma, düşünme, düş kurma
sorumluluğu veriyor mu? Çocukların, duyma ve düşünme yetilerini
devindirebilecek özellikler taşıyor mu?
6. Resimler, çocuğu düşündürebilecek / eğlendirebilecek / güldürebilecek
özellikler taşıyor mu?
7. Okulöncesi ve ilköğretimin ilk yıllarındaki çocuklar için hazırlanan
kitaplardaki resimler, yazılı metnin desteği olmaksızın, çocukların izleyerek
kendilerince öyküler oluşturmalarına olanak sağlıyor mu? Başka bir
söyleyişle, görsel metinler (resimler), çocukların kavramsal birikimlerini
kullanarak öyküler oluşturabilmeleri için uyarıcı özellikler taşıyor mu?
35
8. Kitaptaki resimler bir bütün olarak, çocukta resim diliyle iletişimi
isteklendirecek estetik özellikler taşıyor mu, çocukta resim yapma isteği
uyandırıyor mu? (Sever,2006:46-47)
Yapılan alanyazın taraması sonucunda, nitelikli çocuk edebiyatı yapıtları için
temel öğelerin çocuğa göre kurgulanmasının önemi ve gerekliliği belirtilmektedir.
Alanda bu konunun nasıl ele alındığı ise “İlgili Araştırmalar” bölümünde çeşitli
araştırma örnekleriyle açıklanmaya çalışılmıştır.
36
2.4. İlgili Araştırmalar
Bu bölümde çocuk edebiyatı yapıtlarının temel öğeler bakımından
değerlendirilmesi ile ilgili Türkiye’de yapılan çalışmalara zamandizinsel olarak yer
verilmiştir.
Uzmen (2001), “Okulöncesi Eğitim Kurumlarına Devam Eden Altı Yaş
Çocuklarının Prososyal Davranışlarının Resimli Çocuk Kitapları İle
Desteklenmesi” adlı doktora tezinde, prososyal davranışlardan (gönüllü davranış)
yardım etme ve paylaşma davranışlarının, bu davranışları içeren resimli çocuk kitapları
ile desteklenip desteklenmediğini incelemiştir. Araştırma sonucunda, kitaplar
okunmadan önce ve kitap okunduktan sonra çocukların yardım etme ve paylaşma
davranışlarında anlamlı bir farklılık görülmüştür. Kız çocukları, yardım etme
davranışlarında; erkek çocukları ise paylaşma davranışlarında ilerleme kaydetmiştir.
Sever (2002), “Çocuk Kitaplarına Yansıtılan Şiddet” adlı çalışmasında, Milli
Eğitim Temel Yasası ve Çocuk Haklarına Dair Sözleşme hükümleri doğrultusunda
çocukların topluma duyarlı, bilinçli, insan haklarına saygılı, bilimsel ve özgür düşünceyi
benliğine katmış bireyler olarak yetiştirmenin önemini vurgulamıştır. Bu amaçların
gerçekleştirilebilmesi için çocuklarla buluşturulan yazınsal yapıtların, çocukların
eğitimlerine katkı sağlayacağı belirtilmiştir.
Sever (2006), “Çocuk Edebiyatı Öğretimi Nasıl Olmalıdır?” adlı bildirisinde,
çocuk yazınının ne olduğuna ve işlevine değinerek nasıl yapılandırılması gerektiğinden
söz etmiştir. Ayrıca çocuk yazınının temel öğelerine örneklerle açıklama getirmiştir.
Araştırmada çocuk yazınının geliştirilmesi için, öğretmen adaylarının uygulamalı
çalışmalarla bilinçli duruma getirilmesi vurgulanmıştır.
Karagöz (2006), “Ayla Çınaroğlu’nun Çocuk Kitaplarının Çocuk Yazınının
Temel Öğeleri Yönünden İncelenmesi” adlı yüksek lisans tezinde, 1. – 5. sınıf
öğrencilerinin düzeylerine uygun olan yapıtları karakter, konu, çevre, ileti, resim, dil ve
anlatım öğeleri bakımından incelemiştir. İncelenen bütün yapıtların ayrı ayrı temel
öğelerine ilişkin bulgularına yer verilerek Çınaroğlu’nun yapıtlarının nitelikli çocuk
yazını ürünü olduğu belirtilmiştir.
37
Aslan (2006), “Yazınsal Nitelikli Çocuk Kitaplarının Çocuğun Okuduğunu
Anlama ve Yazılı Anlatım Becerilerine Etkisi” adlı doktora tezinde, yazınsal nitelikli
çocuk yazını yapıtlarının anadili gelişimindeki yerini ortaya koymaya çalışarak yazın ve
yazınsal yapıtlara ilişkin alanyazın taraması yapmıştır. Başka bir bölümde ise eğitim
durumlarında kullanılan yapıtlar, çocuğa görelik bakımından irdelenerek yazınsal
özellikleri belirlenmiştir. Araştırmanın bulgularına göre; sadece bilgi düzeyindeki
davranışların kazanılmasında yazınsal nitelikli çocuk yazını yapıtlarıyla bütünleşen
Türkçe Öğretimi Programı ile geleneksel yöntemin benzer düzeyde etkili olduğuna
ulaşılmıştır. Diğer davranış basamakları için yazınsal nitelikli çocuk yazını yapıtlarıyla
oluşturulan Türkçe Öğretimi Programının daha etkili olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Lüle (2007), “Yedi Farklı Çocuk Kitabının Çocuk Yazını İlkelerine
Uygunluğunun Değerlendirilmesi” adlı makalesinde, çocuk yazınının farklı
yazarlarına ait yedi çocuk yazını yapıtını çocuk yazınının temel ilkelerine uygun olarak
incelemiştir. Çalışma sonucunda yedi kitabın temel ilkelere uygun olarak
yapılandırıldığını belirtmiştir.
İnce (2008), “ ‘100 Temel Eser’in Çocuk Edebiyatının Temel İlkeleri
Bağlamında İncelenmesi” adlı yüksek lisans tezinde, ilköğretim öğrencileri için
hazırlanan “100 Temel Eser” dizelgesinde (listesinde) yer alan çocuk kitaplarını çocuk
yazınının temel ilkeleri bağlamında incelemiştir. Seçilen 20 kitabın 15’inin çocuk
yazınının temel ilkeleriyle örtüşmediği belirlenmiştir. Yapıtların güncelliğini yitirmiş
olması, çevirilerin farklı kişilerin görüşlerini yansıtır duruma gelmesi, çeviren kişi ve
yayınevlerinin adlarının kitaplarda yer almaması, dizelgeyi oluşturan kişilerin çocuk
yazını ile ilişkilerinin olmaması, Türkçenin sözvarlığını güncel biçimiyle
sunmamasından kaynaklanan öğrencilerin anlama sorunları, dizelgenin çocuk yazınının
temel ilkelerine uymadığını belirten nedenler olarak gösterilmiştir
Demirkaya (2009), “Bilgin Adalı’nın Çocuk Romanlarının, Çocuk
Kitaplarının Çocuğun Gelişim Alanlarına Etkileri Açısından İncelenmesi” adlı
yüksek lisans tezinde, Adalı’nın kitapları kapsamında, çocuk kitaplarının çocukların
dilsel, bilişsel, kişilik ve sosyal yönden gelişimlerine etkilerini incelemiştir. Yapıtlarda
yaşam gerçekliklerine ve sanata ilişkin durumlara yer verilerek okurun kişisel ve bilişsel
yönden gelişmesine olanak sunduğu belirlenmiştir. Geliştirilen karakterler, savaşım
38
(mücadele) verme, yeniliklere açık olma gibi özelliklere sahip olduğundan çocuğun
özdeşim kurabileceği kahramanlar oldukları; olayların ve çatışmaların kurgulanmasında
yer verilen neden sonuç, sınıflama gibi öğelerle de okurun bilişsel gelişimine katkıda
bulunduğu saptanmıştır.
Özmen (2010), “Gülten Dayıoğlu’nun Çocuk ve Gençlik Yapıtlarında
Karakter İncelemeleri” adlı yüksek lisans tezinde, çocuk yazını için önemli olan
Dayıoğlu’nun düşlemsel (fantastik) çocuk edebiyatı yapıtları, çocuk yazınının dayandığı
temel ilkeler bağlamında incelemiştir. Araştırmacı, Dayıoğlu’nun yapıtlarındaki
karakterlerin devingen ve açık karakterler olduğunu belirlemiştir. Bu yönüyle yapıtların,
çocukların özdeşim kurmasına olanak sağlayabileceği düşünülmektedir.
Sever (2011), “Okuma Kültürü Edindirme Sürecinde Temel Sorunlar ve
Çözüm Önerileri” adlı makalesinde, okuma kültürünün tanımından söz ederek okuma
kültürü edindirme sürecini açıklamıştır. Sever’e göre, okuma kültürü edindirme,
birbiriyle bağlantılı olan bir süreçtir. Diğer bir deyişle, okulöncesi dönemden başlayarak
okul dönemi ve sonraki yılları kapsamaktadır. Sever, okuma kültürü edindirmek için
aile bireyleri ve öğretmenler tarafından “Hangi yaş aralığında neler yapılmalı?”
sorusuna yanıtlar vermiştir.
Tüfekçi Can (2012), “Çocuk Edebiyatı Üzerinde Bir Araştırma: Tanımlar,
Türler ve Teoriler” adlı doktora tezinde, çocuk, çocuk yazını, kuramlar, çocukluğun
tarihçesi gibi tezin adında da geçen tanım, tür ve teorileri açıklamıştır. Araştırmanın
önemi, çocuk yazınına ilişkin yapılan ilk kuramsal çalışma olmasıdır.
Yaşar (2013), “Erich Kastner’ın Hayvanlar Toplantısı Adlı Eserinin Çocuğa
Göreliği ve Çocuk Edebiyatı İlkelerine Uygunluğu” adlı yüksek lisans tezinde,
Alman çocuk edebiyatından bir yapıtı, çocuk yazınının temel öğeleri bakımından
incelemiştir. Çalışmanın sonucunda ciltleme ve kapak özelliklerinin çocuğun uzun
süreli kullanımına uygun olmaması dışında, biçim ve içerik olarak nitelikli olduğu
belirtilmiştir. Yaşar, Alman yazınına ait bir yapıtın incelenerek özelliklerinin ortaya
çıkarılmasının kendi yazınımız için de önemli olduğunu vurgulamıştır.
39
Akyüz (2014), “Muzaffer İzgü’nün Çocuk Kitaplarının Çocuk Edebiyatının
Temel İlkeleri Açısından İncelenmesi” adlı doktora tezinde, İzgü’nün yapıtlarını
çocuk edebiyatının temel ilkeleri bakımından incelemiştir. Araştırma sonuçlarına göre,
İzgü’nün yapıtlarının tasarım özellikleri bakımından yayıncılık politikasına bağlı olarak
çocuk gerçekliğini barındırmadığı ancak içerik özellikleri bakımından, özellikle de dil
ve anlatım ile eğitsel ilkelerinin çocuğa göre kurgulandığını belirtmiştir.
Karagöz (2014), “Çocuk Romanlarındaki Başkişilerin Yaşadıkları Çatışma
Çözme Yöntemlerinin İncelenmesi” adlı doktora tezinde, 2000 -2010 yılları arasında 9
-12 yaş çocuklara seslenen 42 romandaki karakterlerin çatışma çözme yöntemlerini
incelemiştir. Çatışma çözme yöntemi olarak kahramanların iş birliği ve akıl yürütmeye
başvurdukları belirlenmiştir. Yapılan belirlemeyle baş kişilerin çatışma çözmede
kullandıkları yöntemlerin, okurun anlam evrenine uygun olduğuna ulaşılmıştır.
Güler (2014), “Çocuk Edebiyatı Kapsamında Mehmet Güler’in Eserleri
Üzerine Bir İnceleme” adlı yüksek lisans tezinde, öncelikli olarak Güler’in çocuklar
için yazdığı yapıtlarda çocuk eğitimi ile ilgili öğeler belirlemeye çalışmıştır. Yazarın
yaşamı, yazınsal kişiliği incelenmiş ve çocuk yazını içindeki yeri ortaya çıkarılmıştır.
Araştırma sonucunda, Güler’in yapıtlarının dil ve anlatım özellikleri, karakter, ileti
bakımından çocuk yazınının temel ilkelerine uygun olarak yapılandırıldığı
belirlenmiştir.
Başeğmez Tığlı (2014), “Miyase Sertbarut’un Çocuk Kitaplarının Çocuk
Edebiyatı Öğelerine Göre İncelenmesi” adlı yüksek lisans tezinde, Sertbarut’un 25
çocuk yazını yapıtını (7 masal kitabı, 9 öykü kitabı, 9 roman) çocuk edebiyatının temel
öğeleri olan konu, ileti, kişiler, dil ve anlatım ile çevre öğeleri bakımından incelemiştir.
İncelenen yapıtların çocukların bilişsel gelişimine katkıda bulunacağı, dil ve anlatım
bakımından dil duyarlığı oluşturabileceği saptanmıştır.
Doğan (2014), “Çocuk Romanlarındaki Kadın Karakter Çerçevelerinin
İncelenmesi” adlı yüksek lisans tezinde, üç dönem içinde 42 çocuk romanında yer alan
kadın ve kız karakter çerçevelerini incelemiştir. Doğan, çocuk romanlarındaki kadın ve
kız karakterleri incelerken kişisel, mesleki, sosyal, eğitim süreçleri, ilgileri bakımından
ele almış, üç dönem için ayrı ayrı genellenebilir söylemlere ulaşmaya çalışmıştır.
40
Yapılan belirlemelerle, 1980 – 2012 arası dönemde karakterler davranış ve konuşma
yoluyla geliştirilmiş ve araştırmacı tarafından çocukların anlam evrenine uygun olarak
yapılandırıldığı ortaya çıkarılmıştır. Yapıtlardaki karakterlerin genel özellikler
bağlamında incelenmesiyle durağan ve az devingen olan karakterler olduğu
belirlenmiştir.
Canlı (2015), “Türkçe Ders Kitaplarına Seçilecek Metinlerin
Belirlenmesinde Çocuğa Görelik İlkesi” adlı makalesinde, Türkçe ders kitaplarındaki
metinler çocuk gerçekliği ve çocuğa görelik, metinsellik ölçütleri, öğrenme – öğretme
ilkeleri bağlamında incelemiştir. Araştırma sonucunda Türkçe ders kitapları birçok
yönden eksik bulunmuştur. Ayrıca, çocuğa görelik ilkesinin gözetilmesi gerektiği
vurgulanmış, ancak bu ilkeye yer verilmediği belirlenmiştir. Çalışma, çocuğa görelik
ilkesini ve bu ilkeyi oluşturan öğeleri ele alması bakımından önemli görülmüştür.
41
BÖLÜM 3
ÖDÜLLÜ ÇOCUK EDEBİYATI YAPITLARININ ÇOCUK
EDEBİYATININ TEMEL İLKELERİ BAKIMINDAN İNCELENMESİ
Bu bölümde, ödül almış on yedi çocuk öykü ve romanı, çocuk edebiyatı temel
öğeleri olan karakter, konu, ileti, dil ve anlatım, görsel bir uyaran olarak resim
özellikleri bakımından incelenmiştir.
3.1.PARKTAKİ GERGEDANLAR
Türkiye İş Bankası Yayınları
1. Basım Ağustos / 2010
Yazarı: Mehmet ATİLLA
Sayfa Sayısı: 149
3.1.1.Karakterler
Kitaptaki kurgunun baş kişisi Hırçın Kemal; yan kişileri ise Şenay, Dilek ve
Okan’dır. Hırçın Kemal, yaşamını insanlardan uzaklaşarak geçiren, mutsuz bir insan
tipini okura yansıtırken; Şenay, Dilek ve Okan’ın oyunları, konuşmaları, birbirlerine
yardımları olumlu insan tipini yansıtmaktadır.
Kitaptaki karakterler, düşünceleriyle ve çevrelerindeki insanlarla olan
bildirişimleriyle (iletişimleriyle) geliştirilmiştir. Karakterler, gelişimini tamamlamış
olarak yapılandırıldığı için kurgunun başından sonuna değin kahramanlarda bir değişim
söz konusu değildir. Bu nedenle devingen bir özellik göstermedikleri belirtilebilir.
Hırçın Kemal, romanda tip olarak okurun karşısına çıkmaktadır. Günümüz
insanının yaşamdan uzaklaşma sorununu sergilemektedir. Şenay, Dilek ve Okan
mutluluğu arkadaşlıklarıyla yakalayan, çocukların özdeşim kurabileceği
kahramanlardır. Yalnızlığı nedeniyle mutsuzluğu anlatılan Hırçın Kemal ise çocuklara
bu duygu durumunu duyumsatabilecek özellikler taşımaktadır.
42
Genel olarak çocuk okur, yetişkin ve çocuk karakterler arasında yaşanan karşıt
durumlardan hareketle bir yaşam sorununu sezinleyebilir. Böylece incelenen kitaptaki
karakterlerin, okurun gelişim özelliklerine uygun biçimde yapılandırıldığı söylenebilir.
Kurguda yer alan duygu durumlarının sezinletilmesiyle de okura yaşama özgü
duyarlıklar kazandırabileceği düşünülmektedir.
3.1.2. Konu
Parktaki Gergedanlar adlı kitapta, insanlardan, yaşamdan uzaklaşma ve
yalnızlığın insanlarda oluşturduğu sorunlar karşısında beliren mutsuzluk, kurmaca ve iç
içe geçmiş bir kurguyla anlatılmaktadır. Yaşanılan bu mutsuzluklar, üç çocuğun
şimdiki anlarından yıllar sonrasına uzanan bir zaman diliminde hem bir çocuk hem de
bir yetişkin bakış açısıyla aktarılmaktadır.
Anlatıdaki kahramanlar ve kahramanların düşlemleri çocukların kolayca
öykünebileceği biçimdedir. Çocukların günlük yaşamda sıklıkla karşılaşabilecekleri bir
parka gelişleriyle başlayan olaylar, okurun düzeyine uygundur. Parka gelen üç çocuğun
ve bir yaşlı adamın birbirlerinin yaşamlarını düşlemesi okuru da düş kurmaya
isteklendirebilir. Kurguda anlatılan “yaşamdan uzaklaşma ve yalnızlık sorunu” düşsel
bir oyunla okura duyumsatılabilir.
Roman, alışılmamış bir kurgu biçimini okurla buluşturmaktadır. Kahramanlar
kendi aralarında oynayıp konuşurken kendilerine bakmakta olan bir adamın farkına
varırlar ve Hırçın Kemal ile ilgili tahminlerde bulunarak bir kurgu oluşturmaya
başlarlar. Bu üç arkadaş, tahminlerle ayrı ayrı karakterlerini oluştururken yaşamını en
yakınlarından bile uzakta geçiren Hırçın Kemal de çocukların yıllar sonraki durumları
için ayrı ayrı kimlikler yaratarak bir kurgu oluşturmaktadır. Roman bu yönüyle kurgu
içinde kurgu sunarak zaman içinde zaman kavramını da okura yansıtmaktadır.
Romanda olaylar tarafsız bir bakış açısıyla kurgulanarak doğal bir eleştiri
ortamı sunmaktadır. İnsanların yaşamdan, birbirlerinden uzaklaşması ve
yalnızlaşmaları okura sezdirilmektedir.
43
Romanda mantıksal bir tutarsızlık bulunmamaktadır. Olaylar, yaşanılan ve
kurgusal dünyaya uygun olarak yapılandırılmıştır. Anlatılan olaylarda abartılmış
merak, rastlantısallık ve duygusallık öğelerine yer verilmemiştir. Kurgu, çocukların
düzeylerine uygun biçimde sunulduğundan konuyu zayıflatan herhangi bir öğe
bulunmamaktadır.
3.1.3. İleti
Romanın yazarı, yaşam içinde birbirlerinden uzaklaşan ve paylaşımda
bulunmayan insanların yalnızlaşmalarını vurgulamaktadır. Bunu da kitabın sonunda yer
alan gergedan öyküsü benzetmesiyle somutlamaya çalışmaktadır.
Kitapta iletiler, hem açık hem de kapalı olarak sunulmuştur. Açık olarak
sunulan iletiler bir öğreti niteliğinde değil, kahramanların davranış ve konuşmalarıyla
sezdirilmeye çalışılmıştır: “Adamın hoşuna giden bir şey vardı bu üç arkadaşın
arasında. Sallanırken bile kendi aralarında bir konuyu konuşmakta oluşları… (s. 24)”.
İnsanların bildirişim içinde olmalarının güzel bir davranış olduğu vurgulanmaktadır.
Yaşama ilişkin bir duyarlık somutlama ve benzetme yoluyla şu iletiyle sunulur:
“Fokurdayan bir tencere gibiydi yaşam. Dokunsa yanacak, uzaklaşsa üşüyecekti sanki
(s.27).”
“‘Kocaman kentlerde böyle mi yaşanıyor acaba?’ diye geçirdi içinden. Her taraf
insan dolu, fakat herkes yapayalnız. Hayret edilecek bir şey doğrusu (s.51).” “Koskoca
evde koyu bir ıssızlık başlamıştı şimdi. Herkes bir odaya girmiş, orada kendine küçük
bir evren kurmuş bir başına soluk alıp vermeye başlamıştı (s.43).”
Romanın ana iletisi olan yalnızlaşma, çeşitli yer ve durumlarda okura
aktarılmıştır. Açık iletiler bu şekilde okura duyumsatılırken kitabın sonuna
gelindiğinde bir gergedan öyküsü ile kapalı iletiler okurla buluşturulmuştur. Sunulan
iletilerle farkındalık oluşturmak istenmiş ve ana iletiye göndermeler yapılmıştır:
“Günde kaç saati bilgisayar başında geçiriyorsun? (s.104)”, “Bir kişide parmak izinin
çok olması iyi bir şey ona göre. Üzerinde parmak izi çok olanların başka insanlarla iç
44
içe olduğunu, sevip sevildiğini, başkalarına dokunabildiğini ve başkalarının da onlara
dokunduğunu iddia ediyor (s.119).”
İletiler, deyimler ve atasözleri gibi Türkçenin zengin anlatım olanaklarını da
içeren sanatsal bir dille sunulmuştur. Yazar, iletilerinde insana ve yaşama ilişkin
önemli bir duyarlık olan bildirişimi, yaşlı bir adam ve üç çocuğun yaşamlarından
oluşturduğu bir kurguyla vurgulamaktadır.
3.1.4.Dil ve Anlatım
İncelenen kitabın dil ve anlatım özelliklerine bakıldığında, öncelikle romanın
adının okurda bir merak uyandırabileceği düşünülmektedir. Parktaki Gergedanlar adı;
okura düşlemsel (fantastik) bir kurguyla karşılaşacağını sezinletmektedir.
Yazar, metinsel dokuyu oluştururken kısa ve yalın tümcelere yer vermiştir.
Kahramanların duygularını aktarırken de “benzetme, deyim, atasözü” gibi sözvarlığı
öğelerinden yararlanmıştır: “Armudun sapı, üzümün çöpü derken sağında solunda
kimse kalmadı. Oldun şimdi bir beton direk…(s.26)” tümcesinde olduğu gibi deyim
kullanarak Hırçın Kemal kendine ait yalnızlığını somutlamıştır. “Dilek burnuyla güldü
bu söze. Ağzıyla gülseydi Şenay kadar bozulmayacaktı belki… (s.22)” tümcesiyle
alışılmamış bir bağdaştırma yaparak gülmesinin derecesini okura aktarmıştır.
Romanda kurulan tümcelerde sıklıkla Türkçe sözcükler yeğlenmiştir:
“Aralarındaki söyleşi birdenbire yön değiştirdi (s.113).”, “Yapılacak tek bir iş kalmıştı
geriye; bu adrese bir ileti göndermek (114).”, “Öylesine sert bir tonla verilmiş yanıttı ki
bu,…(s.122)”, “… öğrenilen sürücünün cankurtarana alınırken sürekli Patiska adlı
kedisinden söz etmesi …(s.127).” Bu belirlemelerle birlikte, romanda yabancı
sözcüklere de yer verilmiştir: “periskop (s.3), spiral (s.7), dinamik (s.113).”
Romandaki iletilerin sunulmasında deyimlerin de sıklıkla kullanıldığı
belirlenmiştir. Bu kullanım, çocuk okurun sözvarlığının zenginleşmesini sağlayabilir.
İletilerde yer alan deyimler, kurgunun içinde anlamlanabildiği için okurun keşfetme
güdüsünü de devindirebilir: “Fakat işler hiç de umduğu gibi gitmemiş deyim
45
yerindeyse baltayı taşa vurmuştu (s.120).” “Haklısın bir tanem. Haklısın ama onun da
yoğurt yiyişi öyle, ne yapalım (s.124).” Bu örneklemelere ek olarak Türkçenin anlatım
gücü ve olanaklarından ikilemelerden, “ağır ağır (s.9)”, “uslu uslu (s.12)”, “mırıl mırıl
(s.26),” ;farklı tümce türlerinden,“Sonra gelenler gidenler derken…(s.40), Hırçın
Kemal? (s.46), Uzaktan bir yerden bir cankurtaran sesi geldi, ondan hemen sonra da
arka arkaya patlamalar… (s.55)” yararlanılmıştır. Bu da okura doğal bir Türkçe
öğretim ortamı sunmaktadır.
Kitapta bağlaçlarla noktalama imlerinin kullanımı ile ilgili dizgi hataları
bulunmaktadır.
Örnekler:
Kitaptaki biçimi Düzenlenmiş biçimi
“Hem düzen, hem düzensizlik” (s.7) “Hem düzen hem düzensizlik”
“ Öyle bir an geldi ki, …”(s.41) “Öyle bir an geldi ki …”.
Romanın anlatımında bölümler kullanılmıştır. Bazı bölümlerin bitiminde
kullanılan merak uyandırıcı tümceler ve yarıda kesilen olaylar kurgunun devingenliğini
sağlamaktadır. “Kim bilir daha neler olacaktı?” (İkinci bölümün sonu). Ayrılan
bölümler okurun bir sonraki bölüm için düş kurmasına ve merak duygusunu canlı
tutmasına yardımcı olabilir.
Kurgunun içinde bir gazete haberine de yer verilmiştir. Kurgu içinde verilen
gazete haberi, çocuk okuru farklı bir türle karşılaştırarak onun yazınsal türlere ilişkin
bilgisine katkıda bulunabilir. Tüm bu belirlemeler sonucunda, yapıtın dil ve anlatım
özelliklerinin okurun düzeyine uygun olduğu düşünülmektedir
3.1.5. Genel Değerlendirme
Parktaki Gergedanlar, on yaş ve üstü çocuklara seslenen bir romandır.
Karakterler, kurgunun okur tarafından anlamlandırılmasında önemli görevler
46
üstlenmektedirler. Bu nedenle, kitaptaki yaşamdan ve insanlardan uzaklaşma sorunu üç
çocuk ve bir yetişkin karakterin düşünce ve eylemleriyle yapılandırılarak okurun
anlayabileceği bir kurguyla sunulmaktadır. Okur, insan ve toplum yaşamını anlamlı
kılan erdemleri sezebilir. Düşsel kurgu yoluyla sunulan iletiler, okurun yaratıcılığını
destekleyebilir.
Romanın sonu, açık yapıt özelliği göstermektedir. Okurun düş ve yorum gücüne
bırakılarak belleğinde yeni kurgulara olanak verecek biçimde sonlandırılmıştır.
Yazar, yapıtta kurguyu ele alırken geçmiş, şimdi ve gelecek üçgeninde kurgusal
bir yapıya yer vermiştir. Çocuk okurun bir yetişkin gözünden ve kendi yaşıtlarının
gözünden dünyayı alımlama biçimini iç içe geçen bir öyküyle okurla buluşturmuştur.
Bu belirleme ile yazarın yeni bir kurgusal gerçeklik sunarak okura düş dünyalarının
kapılarını açmada olanak sunduğu belirtilebilir.
Yapıt, temel öğeler bakımından değerlendirildiğinde çocuk gerçekliği ve çocuğa
görelik kavramlarını göz önünde tutarak yaşama ilişkin bir konuyu okurla
buluşturmuştur. Kitabın, belirlenen ilkelere uygun olduğu söylenebilir.
47
3.2. MEZARLIKTAKİ GÖLGE
Altın Kitaplar Yayınevi
1.Basım Kasım / 2014
Yazar: Miyase SERTBARUT
Sayfa Sayısı: 147
3.2.1. Karakterler
Romanın baş kişisi Kemik Aziz’dir. Yan kişiler ise Balık Oya, Mumcu Nuran
ve Kasap Haşmet’tir. Kitabın karakter çizgisi üzerinde Oya ve Aziz’in fiziksel
özellikleri belirleyici olmuştur. Kemik Aziz’in zayıflığından, Balık Oya’nın ise
tombulluğundan dolayı bu unvanları aldığı kitapta verilen açıklamalardan
öğrenilmektedir: “Öyle zayıftı ki tıp fakültesinde anatomi dersinde canlı manken olarak
kullanılabilirdi. Elmacık kemikleri çıkık, çene kemiği fırlak, dirsekleri mızrak, dizleri
horoz mahmuzu gibi ilerideydi (s.6).”, “Oya’nın balıklığı tombulluğundandı. Aziz nasıl
doğdu doğalı kemikse, Oya da doğdu doğalı balıktı (s.8).”
Kemik Aziz, okulun yaramaz ve uysal öğrencileri arasında bir yerdedir. Babası
Kasap Haşmet, etrafında kabadayılığı ve aylaklığı ile tanınmaktadır. Aziz’i de böyle
yetiştirmek istemesine karşın Aziz, babası gibi kaba ve katı yürekli bir karakter
değildir. Aziz’in uyumlu yapısı Balık Oya’ya karşı olan duygularından ileri
gelmektedir. Derslerinde çok başarılı değildir. Ancak, mahalleye taşınan Mumcu
Nuran’ın gizemini çözmek istemesiyle araştırmacı yapısı öne çıkmaktadır.
Balık Oya, doğduğundan beri hafif kiloludur. Aziz’in ona karşı olan
duygularının farkındadır. Aziz gibi okulda çok başarılı olmasa da çevresindeki olaylara
karşı kayıtsız kalamayan, araştırmayı seven bir karakterdir. Oya’nın babası, internet
kafesi işlettiği için bilgisayarlarla arası çok iyidir. Mahalleye gelen Nuran Hanım’ın
gizemini çözmek için de bu bilgisini kullanır.
Mumcu Nuran, kızıyla yaşayan, seramik sanatına oldukça düşkün bir
karakterdir. Nuran Hanım, halasının ölümü için gittiği İncirli Mahallesindeki
mezarlıkta, halasının üzerine toprak attığı sırada, bu toprakların yapacağı seramikler
48
için aradığı topraklar olduğunu keşfeder. Bu durum, evi tutma isteğini daha da arttırır.
Mezarlıktan alacağı kumları yaptıracağı ocakta istediği gibi seramiğe dönüştürüp
tasarlayacak ve pişirecektir. Böylece düşlerini rahatlıkla gerçekleştirebilecektir.
Mumcu Nuran’ın romanın başından sonuna değin değişim içinde olduğu için
devingen bir karakter olduğu belirtilebilir. Mumcu Nuran, kitabın başında hırçın, tek
başına iş yapmaktan hoşlanan, insanlarla paylaşım içinde bulunmayan bir karakter
olarak kurgulanmıştır: “Kadın biraz gülümsese, birkaç kişiyle sohbet etse hakkındaki o
kötü düşünceleri silecekti, ama Nuran Hanım o yapıda biri değildi. Baykuş gibi
bakıyordu yolda karşılaştığı insanlara; uzak ve soğuk (s.35).” Anlatının sonunda ise
mahalleli ile iyi anlaşan, yaptıklarını paylaşmaktan hoşlanan, sanatını yaparken
hayvanlara karşı daha duyarlı bir duruma gelen, iyimser bir kişiliğe dönüşmektedir:
“Sonraki günleri tahmin edebilirsiniz. Eve kapanan, perdelerini açmayan, kimseyle
konuşmayan Mumcu Nuran gitti, bir başkası geldi (s.145).” “Gördüğü sokak kedilerini
bir parça mamayla çağırıyor, yaklaşan hayvanı okşayarak sakinleştiriyor, sonra tarıyor
tarıyordu… Sonra dostlar edindi Nuran Hanım. Evinde beş altı kedisi olan dostlar…
Birkaç hafta içinde “Mumcu Nuran” adı unutuldu. Çünkü “Kedi berberi Nuran” adı
artık ona daha çok yakışıyordu (s.146).”
Romanın anlatımında olayları devingenleştiren Oya ve Aziz, arkadaşlıkları,
olumlu bakış açıları, araştırmayı sevmeleri gibi düşünce ve eylemleriyle okurun
özdeşim kurabileceği kahramanlar olarak belirtilebilir. Yazar, önyargılı olma öğesini
karakterlerin davranışlarıyla ortaya koymaktadır. Bu da okurun doğru - yanlış
ayırımına kendisinin ulaşmasını sağlayabilir.
Sonuç olarak çocuk okur, karakterleri kişilik özellikleriyle ayrıntılı biçimde
tanıma olanağı bulabilir ve özdeşim kurabileceği kahramanları belirleyebilir. Ayrıca
önyargı öğesinin özellikle vurgulandığı karakterler olan Oya ve Aziz’in karşılaştıkları
durumları çözmedeki isteklilikleri, yaş düzeyi benzer olan okurun öykünmesine ortam
hazırlayabilecek özellikte olduğu söylenebilir.
49
3.2.2.Konu
Aziz’in Oya’ya karşı hissettiklerini düşünmesiyle roman başlar. Aziz ve
Oya’nın, ilkokuldayken öğretmenlerinin onları yan yana oturtmasıyla birbirlerine karşı
ilgileri oluşmaya başlar. Aziz, birkaç kez duygularını Oya’ya söylemek istese de başarılı
olamaz.
Mahallelinin yeni taşınan Nuran Hanım’la ilgili oluşan önyargıları ve Nuran
Hanım’ın gizemli yaşamını araştırmaya başlamaları ile olaylar düğümlenir. Aziz,
Oya’ya olan duygularını dile getirmek için doğum gününde bir armağan almak ister. O
– Y – A harflerini hazırlaması için Mumcu Nuran’ın evine gider. Bundan sonra gelişen
olaylarla roman da devingenleşmeye başlar.
Aziz, eve girdiğinde gizemli durumlarla karşılaşarak farklı kokular alır ve bu
kokular bütün mahalleye yayılır. Mahalleli, Mumcu Nuran’ın mezarlıktan ölü külü
topladığını düşünür. Oysa Mumcu Nuran, geceleri mezarlığa giderek aldığı killi
toprakları tasarlayıp pişirerek Türkiye’de bir ilk olan sergiyi açmayı düşler. Bir ocak
ustası bularak fırını genişletmek ve bacayı yükseltmek ister. Böylece daha fazla
seramik üretebilecek ve yükselen bacayla mahalleye yayılan kokuyu azaltacaktı. Bu
sırada Aziz ve diğer çocuklar, notlarının zayıf gelmemesi için Oya’nın babasının
internet kafesinde gizlice sistemin şifresini çözüp notlarını değiştirirler. Ancak sistemin
çökmesiyle notların eskisi gibi kalması romanda ayrı bir heyecan öğesi oluşturur.
Mumcu Nuran’ın mahalledeki kedileri toplayıp tıraş ederek atkı, bere örmesi ve
kedilerin mahalleden kaybolmasıyla Kasap Haşmet’in kedi eti sattığı suçlaması ortaya
çıkar. Herkesin farklı bir sav (tez) öne sürmesiyle Oya, Aziz, Kendal ve diğer çocuklar
bunu çözmeye çalışarak Mumcu Nuran’ı komisere şikayet ederler. Komiser Zeynel,
gelen şikâyetlerin artmasıyla Mumcu Nuran’ın evine baskın düzenleyerek Mumcu
Nuran’ı gözaltına alır. Ayrıca çocuklar, kedilerin durumları için Hayvan Severler
Derneğine mektup yazarak Mumcu Nuran’ın kedi tüylerini tıraş ettiğini söyler. Hayvan
Severler Derneği de Mumcu Nuran’ın evine giderek bunun yanlış bir uygulama
olduğunu, bunun için bir furminatör kullanması gerektiğini söyler. Bundan sonra
Mumcu Nuran, furminatör kullanarak siparişler alır ve seramikleri için düşlediği
sergiyi açar.
50
Mahallelinin önyargılarıyla dolu merakı son bulurken Kasap Haşmet’in
suçsuzluğu da ortaya çıkar. Mumcu Nuran ise isteklerini gerçekleştirdiği ve insanlarla
paylaşımda olduğu bir yaşama başlar.
Romanda ele alınan konu, insanların önyargılarıyla olaylara yaklaşmaları
sonucunda birbirlerini haksız yere suçlayıp birbirlerinden uzaklaşarak yaşadıkları
çatışmaları ele almaktadır.
Çocukların devingen dünyalarına seslenebilecek olan kitaptaki gizem, araştırma
duygusu ve merak öğesi okurda okuma isteği uyandırabilecek özelliktedir. Ayrıca
kendisini insanlardan uzaklaştıran bir karakter olarak geliştirilen Mumcu Nuran ile
sürekli bildirişim (iletişim) içerisinde olan Oya ve Aziz, iyi – kötü savaşımında iyinin
üstün gelmesini okura duyumsatabilir.
Konuyu yapılandıran öğeler, olaylar ve çatışmalardır. Romanda sunulan olaylar
ile çatışmaları, Mumcu Nuran’ın mahalleye taşınmasıyla seramik sanatını
gerçekleştirmek için yaptığı gizli çalışmaları ve bunun sonucunda mahallelinin yaşadığı
önyargıları oluşturmaktadır.
Kişi – kişi çatışmasına örnek, Mumcu Nuran’ın başta kızı, Aziz, Oya ve ocak
ustası ile yaşadıklarıdır. Ocak ustası ile yaşadığı çatışma okura şu biçimde
yansıtılmaktadır:
- “ ‘Gerçekten abla, hani bilirsem ne iş için olacağını ona göre ölçer biçerim.’”
- “Bilmen gerekmiyor, ocağı genişlet o kadar (s.53).”
Kızıyla yaşadığı çatışma ise;
- “Kim alır onları anne? Yazık hayvanlara, kediler sıcağı sever bilmiyor
musun?”
- “Aahhh! Yeter ama, her şeye bir kulp buluyorsun (s.134).” tümceleriyle
sunulmuştur.
51
Kişinin kendisiyle olan çatışması ise Mumcu Nuran’ın sürekli bir şeyler
tasarlayıp gerçekleştirmek istemesiyle ortaya çıkmaktadır. Ancak bunu yaparken
kimseyi düşünmemektedir :“Yerleşsin, hele bir yerleşsin, işte o zaman hayallerini rahat
rahat gerçekleştirebilecekti (s.32).”
Çocukların duygu eğitimi sürecinde olumlu bir etki oluşturabilecek merak ve
duygusallık öğelerine gereken düzeyde yer verilmiştir. Söz edilen öğeler, olayların
devamlılığını sağlayıp devingenliği canlı tutacak biçimde sunulmuştur. Romanda
kurgulanan olaylar, dizisel bir biçimde okurla buluşturulduğundan rastlantısallık
öğesine de yer verilmemiştir. Ele alınan konu, verilen ipuçlarıyla ve duygusal sığlığa
düşmeden sunulduğu için çocukların okuma eğitimi sürecine katkı sağlayabilecek
nitelikte olduğu söylenebilir.
3.2.3. İleti
İletiler, örtük ve açık olarak sunulmuştur. Romanın başından sonuna değin
yaşanan bütün olaylar önyargı üzerine kurgulanmıştır. Yazar sevgi, korku,
yardımlaşma, önyargı gibi soyut kavramları öğrendiği onlu yaşların başındaki okur için
özeleştirilerini yapacak durumlar oluşturmaktadır.
Kitapta verilen en önemli ileti; insanların diğer insanlara olan yaklaşımlarında
önyargılı olmamalarıdır. Sertbarut, kitabın bütününde yer verilen önyargı öğesini öğreti
niteliğinde değil de karakterlerin çatışmaları üzerinden okura sezdirmektedir: “Ama
Nuran Hanım hakkında bir şeyler öğrenmek istiyordu. Bir düşman yaratmış gibi
hissediyordu kendisini ve düşmanına karşı güçlü olabilmek için onun hakkında daha
fazlasını bilmesi gerekirdi (s.26).”
-“Şu yeni taşınan teyze nasıl biri baba (s.26)”
-… “Oğlunun sorusunu ya duymadı ya da umursamadı. Annesi yanıtladı.”
-“Mumyacıymış oğlum.”
- “…” “Sen az önce ne sordun? Dedi oğluna dönerek.”
- “Hıı, öyleymiş, kendisi söyledi.”
-… “Artık mumya yapılmıyor ki baba, firavunlar zamanında kalmadı mı o iş?”
-…“Git ona sor oğlum, mumla ilgili bir şeyler söyledi işte (s.27 – 28).”
52
Yazar, anlatıda mahallenin kedilerine ve köpeklerine karşı bütün mahallelinin
duyarlık sahibi olduğunu kedilerin kaybolmasından duyulan endişe, onları beslemeleri
ve Mumcu Nuran’ın kedilerin tüylerini can yakmadan toplamasını sağlamaları
aracılığıyla okura duyumsatabilir: “Şanslısın, kediler yok, hepsini sen ye bakalım
(s.60).”
Anlatıda yer verilen kahramanların ailelerinde annelerin durumları
belirtilmezken babaların yaptıkları işler daha çok vurgulanmıştır. Ayrıca, çocukların
aile içinde baba ile kurdukları bildirişim ile anne ve baba arasında geçen konuşmalar
çekimser ve baskıcı bir tutumla yansıtılmıştır: “Babası bir yandan çorbasını kaşıklıyor,
bir yandan da televizyon izliyordu. Oğlunun sorusunu ya duymadı ya da umursamadı
(s.27).” Bu durum çağcıl (modern) bir aile anlayışını ortaya koymamaktadır. Aile
içindeki paylaşım olması gerektiği gibi değildir.
Açık iletiler, öğreti niteliğinde değil de okurun öykünebileceği durumlar
üzerinden sunulmuştur. Sanat ve sanatçıya ait durumlar, Mumcu Nuran’ın ilgilerini
gerçekleştirmek istemesiyle aktarılmaktadır: “Sanatın amacı da bir şey için araç olmak
değildi. Neden kendisi de bir Füreya Koral olmasın (s.55)?” Bu tümcelerle sanat ve
sanatçıya ait bir duyarlılık oluşturulurken okuru da verilen sanatçı adıyla bir
araştırmaya yönlendirebilir.
Önyargıların yerini paylaşım, araştırma ve birlik ile olumlu duygulara
bırakması, anlatının sonunda çocuğun kendi yaşamına ilişkin kazanımlar elde
etmesinin yanında başkalarının yaşamına ilişkin duyarlılık kazanmasını da sağlayabilir.
3.2.4. Dil ve Anlatım
Anlatım kısa ve yalın tümcelerle kurulmuştur. Çocuk okurun anlamasını
kolaylaştıracak bir sözvarlığı kullanılmıştır. Anlatım gereği yabancı sözcüklere de yer
verilmiştir: “şömine (s.132)”, “parafin (s.21)”, “klavye (s.60)”, “Krematoryum
(s.132)”, “furminatör (s.143).”
Anlatıda yazım kurallarına uyulmuştur. Olayların anlatımında gereksiz
ayrıntılara yer verilmemiş; dizisel bir anlatım yeğlenmiştir.
53
Romanda Türkçenin sözvarlığı öğelerinden “yansıma sözcüklere, ikilemelere,
deyimlere, atasözlerine, terime” yer verilmiştir: “şıkırtılar (s.23)”, “fısıldadı (s.31)”;
“hoplaya zıplaya (s.23)”, “gürül gürül (s.31)”; “ateş olmayan yerden duman çıkmaz
(s.34)”; “her telden çalmak (s.31)”, “suçüstü yakalamak (s.76)”; “dümen (s.25)”.
Sözvarlığı öğelerinin kullanımı anlatımı canlı hale getirmiştir.
Mumcu Nuran’ın mahalleye gelmesi anlatının ilk merak öğesini
oluşturmaktadır. Mahallenin kedilerinin kaybolması, Kasap Haşmet’in kedi eti sattığı
suçlamaları ikinci merak öğesini oluşturmuş ve yan olaylarla desteklenmiştir.
Anlatının sonunda Hayvan Severler Derneğinin Mumcu Nuran’ın evine gelmesiyle
düğümler çözülür ve merak öğeleri açığa kavuşarak anlatı sonlanır.
Roman bölümler halinde okura sunulmuştur. Bölümlerin adlarının ve her
bölümün iç içe geçmiş bir öykü gibi kurgulanması merak öğesini ve okuma isteğini
canlı tutmaya olanak sağlayabilir: “Tatile Az Kaldı, Ama…(s.111)”, “Uyarı (s.122)”,
“Ölü Külleri Nerede? (s.125)”
Krematoryum adlı bölümün sonunda, Kasap Haşmet’e atılan iftiranın ortaya
çıkmasıyla bir afiş örneğine de yer verilmiştir. Böylece yapıt, okurun bir duyuru
türüyle karşılaşmasına da olanak sunmaktadır. Oya’nın Aziz’e yazdığı Facebook
gönderimi de okurun yaşamında sıkça karşılaştığı bir durum olduğu için güncellik
öğesini de canlı tutmaktadır.
Anlatıyı oluşturan dil ve anlatım, okunabilirlik özellikleri bakımından çocuk
okurun düzeyine uygun olarak kurgulanmıştır.
3.2.5. Görsel Bir Uyaran Olarak Resim
Romanın bölüm başlarında görsellere yer verilmektedir. Karakalem çalışmasını
andıran görseller, olayları ve kahramanları somutlayacak biçimde olduğundan
resimler ve metin arasında mantıksal tutarlılık sağlanmıştır. Bazı bölümlerde yer alan
54
görseller yabancı bir sözcüğün resimlemesi olduğu için dilsel metni açıklaması
yönüyle anlama katkıda bulunabilir: “Furminatör (s.143)”, “ Krematoryum (s.132).”
Bölüm başlarında okurla buluşturulan görsel metin, okurun bölümle ilgili düş
kurarak içeriği kestirmesine olanak sağlayabilir. Bunun sonucunda okur, bölüm
başlarında verilen resimleri eklemleyerek belleğinde kendi kurgusunu oluşturabilir.
Mezarlıktaki Gölge’deki görsellerin, çocuklara dilsel metinde arkadaşlık ederek
onların duygu ve düşüncelerini devindirecek özellikler taşıdığı belirtilebilir. Resimler,
okura romanda anlatılanları görme ve düşleme olanağı sağladığı için çocukların
estetik duyarlık geliştirmelerine katkı sağlayabilir.
3.2.6. Genel Değerlendirme
Roman, temel öğeler bakımından değerlendirildiğinde çocuk gerçekliği ve
çocuğa görelik kavramlarını göz önünde tutarak soyut bir kavram olan “önyargı”
öğesini okura sunmaktadır. Çocuk kitaplarının taşıması gereken temel ilkelere sahip
olan bu yapıt, çocuğun okuma kültürü edinme sürecinde olumlu bir uyaran olabilir.
Yapıtta ele alınan kurgusal gerçeklik çocuk karakterlerin ve yetişkin karakter
olan Mumcu Nuran arasındaki önyargılarla oluşan ilişkidir. Okur, kendi yaşıtındaki
karakterler için önyargı kavramına onların görüşüyle bakabilirken kendisinden farklı
bakış açılarına sahip olan yetişkin karakter Mumcu Nuran’ın yaşamına ilişkin
belirlemelerini yapabilir. Bu farklılık, yetişkin ve çocuk karakterlerin kişilik özellikleri,
savundukları düşünceler, söylem biçimleri ve çizerin resimlediği duygu biçimlerine
ilişkin görsellerle okurla buluşturulmuştur. Bu belirleme ile kitapta yeni bir kurgusal
gerçekliğin oluşturulduğu söylenebilir.
Kitapta yardımlaşma, hayvanlara karşı duyarlı olma, çevreyle kurulan ilişkilerde
iyimser olma, sevgi, arkadaşlık gibi iletilere yer verilmiştir. Sonuç olarak incelenen
kitabın, çocuğun sağlıklı bir değerler sistemi oluşturmasında yardımcı olabilecek
nitelikte olduğu söylenebilir.
55
3.3. ANKARALI
Günışığı Kitaplığı
3. Basım Ekim / 2011
Yazarı: Zeynep Cemali
Sayfa Sayısı: 197
3.3.1.Karakterler
Romanın baş kişisi “Doğa” dır. Doğa meraklı, yardımsever, ailesi ve büyük
küçük etrafındaki herkesle iyi anlaşabilen, doğaya karşı duyarlı sekiz yaşında bir
karakter olarak kurgulanmıştır. Doğa, gözlemci kişiliği ile ailesinde olanların peşine
düşerek bir aile sırrını ortaya çıkartmaya çalışmaktadır. Anlatı boyunca bu gözlemci
yapısı doğrultusunda devingen bir özellik taşımadığı için karakterinde bir değişim söz
konusu değildir. Gelişimini tamamlamış bir karakter olarak okuyucuya sunulmuştur.
Doğa’nın söz edilen özelliklerinden dolayı çocukların özdeşim kurabileceği nitelikler
taşıdığı söylenebilir.
Doğa, kalıplaştırılmış çocuk betisinden (figüründen) oldukça uzak tutularak
geliştirilmiştir. Aksine yaşamın gerçekleri ile iç içe yaşayan, aynı zamanda da çocuk
imgesinden kopmayan bir karakterdir. Çocukluğun masum, heyecan ve merak dolu
dünyası ustaca bir anlatımla yansıtılmaktadır.
Doğa’nın annesi Jale Hanım ve babası Cavit Bey, ideal yetişkini
simgelemektedir. Devingen özellik göstermemektedirler. Ancak büyükbabası Ahmet
Bey, amcası Vahit Bey, kuzenleri Sude, Buse ve Tuna gibi yan kişiler devingendirler.
Anlatının başından sonuna değin değişim göstermektedirler. Değişimleri, aile içindeki
birbirlerine karşı olan tutumlarındadır. Romanın kişileri açık bir şekilde okura
sunulmamıştır. Özelliklerinin, yaşam ve insan gerçekliği içinde davranış ve
eylemleriyle okura sezdirildiği belirtilebilir.
Anlatının gizemli karakteri olan Fatma Gürgen - Ankaralı - baskıcı bir ailenin
içinde büyümüş, hemşire olmuştur. Bir hastası olan Ahmet Bey ile tedavisi sırasında
tanışarak evlenmiş, iki çocuk sahibi olmuştur. Eşinin kısıtlamalarından dolayı
56
mesleğini özgürce yapamadığı için eşi tarafından terk edilen, yardımsever bir karakter
olarak geliştirilmiştir. Kendi seçimleriyle olmasa da yaşam koşullarından dolayı okurun
karşısına devingen bir karakter olarak çıkmaktadır.
Okurun özdeşim kurabileceğinin düşünüldüğü çocuk kahramanların özellikleri
farklı farklı verilmiştir. Örneğin Doğa, ailesiyle iyi bir paylaşım içerisindeyken ve
istekle onlara yardım ederken kuzenleri Sude, Buse ve Tuna ailelerine karşı uzak
tutumlarıyla, anne ve babasına zorla yardım etmeleriyle, aile içindeki durumlara
duyarsız kalmaları yönüyle farklılık göstermektedirler. Aynı durum, Vahit ve Cavit
arasında da yaşanmaktadır. Böylece çocuk okur, birçok duygu ve karakteri tanıyabilir;
karakterlerin kişilik özelliklerinin ayrımına kendi seçimleriyle karar verebilir.
Yapıt, Doğa isimli kahramanın gözünden anlatılmaktadır. Bu nedenle, çocuk
okur, Doğa’nın gözlemci, sorumluluk sahibi ve araştırmacı yapısına öykünerek
özdeşim kurabilir.
3.3.2. Konu
Doğa’nın büyükbabası, yıllar önce yaptığı evliliğinden olan iki çocuğunu alarak
başka bir evlilik yapar ve ilk evliliği bir sır olarak kalır. Bu sırrın ortaya çıkmasıyla aile
içinde bazı gerginlikler yaşanır. Sonunda ise aile olmanın gücüyle bütün gerginlikler
son bulur. Doğa’nın gerçek babaannesiyle amcası ve babasını yetiştiren babaannesinin
yani Hasibe ve Fatma Gürgen’in, karşılıklı kahve içebildiği dostlukları başlar.
Doğa, annesi ve babasıyla bir televizyon programına katılır. Programda botanik
bahçesinin tanıtımı yapılır ve ertesi gün bahçe ziyaretçi akınına uğrar. Doğa, bu sırada
bahçede gezerken bir kadınla tanışır ve ona botanik bahçesini gezdirir. Konuşmaları
sırasında birbirlerinin adlarını öğrenirler. Bir süre sonra gelen gizemli bir zarfla
babasında ve ailesinde değişiklikler oluşmaya başlar. Doğa, zarfta gelen adı anımsar ve
olayları çözmeye başlar. Anlatıda da bu süreçte yaşanan aile içi dostluklar
anlatılmaktadır.
Anlatıda, konuyu yapılandıran olay ve çatışmalara rastlanmaktadır. Kişi – kişi
çatışmasına bütün kahramanlar arasında tanık olunur. En belirgin örneği, büyükbaba
57
Ahmet Bey ve diğer kahramanlar arasında geçen çatışmalardır. Ahmet Bey, gençliğinde
yaptığı evlilikten dolayı ailedeki sırrı en iyi bilen kişidir. Bu yüzden, bütün kahramanlar
onunla ilgili düşünceler üretmekte ve yanıtlar bulmaya çalışmaktadır.
Ankaralının mektubuyla Vahit, Cavit ve Cavit’in eşi Jale Hanım arasındaki
çatışma da kişi – kişi çatışmasını örneklemektedir. Cavit, Ankaralının ortaya çıkmasına
daha olumlu yaklaşırken, Vahit “Bu zamana kadar yaşamımızda yer almadı. Bundan
sonra da olmasın.” görüşünde olduğu için sürekli gergin davranışlar sergilemektedir:
“… Yetmemiş, ardından babamı aramış amcam. Kendi çatısı altında o kadının adının
bile geçmesine izin vermeyeceğini, bizi uyarmasını söylemiş. Yengem dahil çocukların,
öz annesi olarak babaannelerini bildiğini; kulaklarına kar suyu kaçırırsak, bizimle tüm
ilişkisini keseceğini söylemiş(s.168- 169).”
Kişinin kendisiyle çatışmasına örnek olarak da Doğa’nın aile sırrını öğrenmeye
çalışmasında görmekteyiz: “İçimdeki ses, her şeyin o sarı zarfta düğümlendiğini
söylüyor. Bela şeyi, evde, ofiste aramadığım yer kalmadı. Yok, yok (s.91)!”
Kişi – toplum çatışması ise Ankaralının yurdunda büyüyen bir kızın babası
tarafından okula gönderilmek istenmemesinde ortaya çıkmaktadır: “Gızlarımı ilkohula
yolladım. Sıra Asya’ya geldiğinde, ilkohul sekiz yıla çıkmış, eyvallah dedik. Amma,
töreme bağlıyım. Lise yok gayrı. Anasının dizinin dibinde çeyizini hazırlayacağ
(s.150).”
Konunun ele alınışında gerçekçi yaklaşıma yer verilmiştir. Bir aile sırrının
ortaya çıkışı ve doğa sevgisi, töreler, eğitim gibi birçok konu çocuk gerçekliği ile
sunulmuştur.
Ankaralıda olaylar sıralı bir şekilde verilmiştir. Aile ilişkileriyle iç içe geçen
diğer konular, küçük düğümler oluşturarak okurun merakı canlı tutulmaya çalışılmıştır.
Neden sonuç içerisinde sunulan konuyla herhangi bir mantık yanlışlığına
düşülmemiştir. Anlatıda kurgulanan konuların çocuğun ilgi ve gereksinmelerine uygun
olduğu söylenebilir. Her çocuğun benzer ya da farklı biçimde yaşayabileceği aile içi
sorunlar, sosyal bir sorun olan töre ve kız çocuklarının eğitim hakkı, doğa sevgisi gibi
58
birçok konunun rastlantısallık, abartılmış merak ve duygusallık gibi konuyu zayıflatan
öğelere yer verilmeden okura sezdirildiği belirtilebilir.
3.3.3. İleti
Anlatı içerisinde açık iletilere yer verilmiştir. Açık iletiler öğreti niteliğinde
değil, kahramanların konuşmaları yoluyla kurgulanmıştır. “Başımız piknikçilerle dertte.
Sorun, yanlarında getirdikleri yiyecekler değil, arkalarında bıraktıkları pislik (s.68).”
Çöplerin doğaya bırakılmaması gerektiği vurgulanmaktadır. İnsanların yaşadıkları
sorunlara karşı güçlü durup kendilerine bir ders çıkarması gerektiği ise şu iletiyle
sunulmuştur: “Her sıkıntının bir öğretisi vardır. İş, o dersi almakta (s.111).” Sosyal bir
sorun olan eğitim hakkı ile ilgili ileti de sunulmuştur: “Allah’tan babam, ‘Cahil ana,
cahil toplum demektir!’ diye onu susturuverdi (s.138).”
Kitapta, kötüyü simgeleyen Ankaralının babasının kız çocuklarının eğitimi ile
ilgili olumsuz düşünceleri şu söylemlerle okurla buluşturulmuştur. “Kız çocuğu, erkek
çocuğu gibi değil, oğlum! – Hoppala!?- ‘Dizginleri sıkı tutmazsan, ne gece dinler, ne
gündüz: çeker çeker gider (s.47).” Ancak Ankaralının babasının olumsuz tutumlarına
karşın okuması ve okuyan kız çocuklarına destek olması bu düşünceleri çürütmektedir.
Okur, bu karşıtlık doğrultusunda iyi ve kötünün ayrımına varabilir.
Doğa’nın anne ve babası çalışan bir ailedir. “O ziraatçı. Geçen kış profesör oldu.
Annem çevre mühendisi (s.21)”. Bununla birlikte çağcıl (modern) aile yapısı ve
gündelik yaşamlarını dayanışma içinde sürdürebilen bir aile yapısı da örneklenmektedir:
“Annem yalanarak, ‘Canım kocam, balık nefis olmuş, roka salatası da!’ dedi (s.78).”
“Babam bulaşık makinesini boşaltıyordu, eskisi gibi (s.106).”
Anlatının başında yer alan “5 Haziran Dünya Çevre Günü (s.10).” tümcesiyle
yaşama ait bir gerçeklik de okura duyumsatılmaktadır.
İletiler, Doğa’nın yaşadıkları üzerinden ikilem içinde sunulmaktadır: Töreye
bağlı olanlar ve bunu sonlandırmak isteyenler, aile bütünlüğüne duyarlı olanlar ve
olmayanlar, doğaya duyarlı olanlar ve olmayanlar, eğitime önem verenler ve
vermeyenler. Yazar, bu ikilem içerisinde tarafını Doğa’nın yaşadıkları ve bölüm
59
sonlarındaki değerlendirmeleri ile belirlemektedir. Yazarın tutumu bir öğüt olarak değil;
kahramanın yanında yer alma biçiminde belirtilmektedir. Bu nedenle okur, kitaba ilişkin
iletilerde kendi seçimlerini kullanma sorumluluğu edinebilir
3.3.4. Dil ve Anlatım
Olaylar, Doğa’nın ve yazarın bakış açısından anlatılmaktadır. Anlatıda, botanik
bahçesinin betimlenmesi ve bahçeyle ilgili yapılan televizyon programı tanıtımından
sonra Ankaralının gelmesiyle başlayan aile sırrının çözülmesi anlatılmaktadır. Gereksiz
ayrıntılara yer verilmemiştir.
Olaylar, geçmişte yaşanan olayların şimdiyle birbirini tamamlayacak nitelikte,
dizisel olarak sunulmuştur. Olayların canlılığını çeşitli düğümlerle atılan merak öğeleri
oluşturmaktadır. Anlatının ilk merak öğesi olan ve aslında bütün anlatıyı oluşturacak
düğümler, botanik bahçesinin halka açık hale gelmesiyle başlar: “5 Haziran, Dünya
Çevre Günü. Aynı zamanda, ailemin üstünü örten kalın sır perdesinin aralandığı tarih
(s.10).” “Hiç birine pas vermeden aralarından süzüldüm. Manolyanın altında oturan
yaşlı kadını görünceye dek (s.15).” Bu tümce, okura yeni bir olayın başlayacağını
sezdiren merak öğesi durumundadır.
Ankaralının başında, anlatının baş kişisi olan Doğa’nın içeriğe ilişkin
açıklamaları yer almaktadır. Bu açıklamaya benzer nitelikte bölüm aralarında metnin
konusu hakkında açıklamalara da yer verilmeye devam edilmiştir. Okur, sanatçının
sunduğu bölüm arası anlatımlarla kendi imgelem gücüne özgü anlamlar oluşturarak
kitaba ilişkin düşler oluşturabilir.
Anlatım, deyimler ve benzetmelerle canlı tutulmuştur: “Annemle babamın
arasına beşlik simit gibi kurulmuşum (s.10).” “İkisi de pişmiş kelle gibi sırıtıyor (s.16).”
“Çarşamba pazarı gibi (s.64).” “Arpacı kumrusu gibi düşünmektense… (s.93)” Okurun
davranışlarını biçimlendirmesinde olumsuz yansımaları olabilecek ad takma durumu da
sıklıkla kullanılmıştır: “Aptal Safiye (s.28)”, “gıcık (s.46)”, “sulu zırlak (s.50)”,
“yeniyetme (s.152).” Eserde yerel dil özelliklerine de yer verilmiştir. Bu sayede
inandırıcılık öğesi de pekişmiştir.
60
Ankaralıda ikilemelere, yansıma sözcüklere sık yer verilerek işitsel bir etki
oluşturulmuştur. Dil duyarlılığını geliştirecek kullanımlara yer verilerek de yabancı
sözcüklerden kaçınılmış, Türkçe sözcükler yeğlenmiştir: “ünlemek (s.23)”, “anımsamak
(s.56)”, “yadsımak (s.143)”, “almaç (s.158)”, “kanıksamak (s.175)”, “armağan (s.186)”,
“buyruk (s.186).”
3.3.5.Görsel Bir Uyaran Olarak Resim
Kitapta, anlatının başı ve bölüm aralarında sunulan yorumların olduğu
sayfalarda karartma ve yaprak resimlemelerine yer verilmiştir. Bu resimlemeler, okura
anlatıda yer alan olaylara dönük bir açıklamaya yer verildiğini duyumsatarak kurguya
ilişkin algısını destekleyebilir.
Kitabın “Eskici Dede” ve “ Korkunç Gözdağı” bölümlerinde mektup türüne yer
verilen sayfalarında da karartma uygulanmıştır. Okurun, bu farklılıktan dolayı mektup
türünün ayrımına daha kolay ulaşıp algısını bütünleyebileceği belirtilebilir.
Ankaralının sonunda yer alan soy ağacı görseli açık yapıt özelliği gösteren
kitabın somutlanmasına katkı sağlayabilir. Okur, soy ağacı ve kitapta anlatılanlar
arasında bağ kurarak düşlem gücünü devindirebilir.
3.3.6. Genel Değerlendirme
Ankaralı, baş kişisi olan çocuk kahramanın anlatımlarıyla okurla
buluşturulmuştur. Doğa, ailesine ilişkin bir sırrı kendi gözlemleriyle ve çocuğun
kendine özgü içtenliği ile okura sunmaktadır. Aile sırrının açığa kavuşmasını konu
edinen yapıtın, çocuk gerçekliği ile yaşam arasında güçlü bir bağ kurabileceği
söylenebilir. Kitabın karakterlerinin farklı özelliklerle geliştirilmiş olması okura
karşılaştırma olanağı sunmaktadır.
Anlatımda, Türkçenin zengin sözvarlığı öğelerinden sıklıkla yararlanılmıştır.
Okura ikilemeler ve yansıma sözcüklerle şiirsel bir okuma duyumu (zevki) sunan
kitabın; deyimler, benzetmeler, farklı tümce türleri ve Türkçe sözcüklerle de doğal bir
anadili öğrenme ortamı oluşturabilecek nitelikte olduğu söylenebilir. Kitabın dil ve
61
anlatım özelliklerinde çocuk okur için olumsuzluk oluşturabilecek tek öğe ad takma
durumudur.
Kurgunun yapısına uygun olarak kitabın başında ve bölüm aralarında sunulan
karartma görselinin üzerine yapılan yorumlar, okurun yapıta ilişkin düşüncelerini
bütünleyebilir.
Yazar, bir çocuk karakter ve yetişkin karakterler çerçevesinde aile sorununa
ilişkin bir kurguyu okurla buluşturmaktadır. Ele alınan konu, karakterlerin düşünceleri
gibi anlatımsal özellikler, okurun gerçek yaşamla ilişki kurmasına olanak sunmaktadır.
Ancak bu doğrudan yansıtılma biçiminde değildir. Doğa adlı çocuk karakter ve
ailesindeki kişiler kendi seçimleriyle ve yaşadıklarıyla yeni bir yaşam gerçekliği
sunmaktadır. Bu yönüyle kitapta yeni bir kurgusal gerçekliğin ele alındığı söylenebilir.
Yapılan belirlemelerle, Ankaralı kitabının okuma kültürü kazanma ve sanatçı
duyarlılığı ile buluşturma noktasında çocuk okur için uygun nitelikleri barındırdığı
söylenebilir.
62
3.4. IŞILDAYAN
Bu Yayınevi
1. Baskı Kasım / 2012
Yazarı: Aydın ARİF
Sayfa Sayısı: 216
3.4.1. Karakterler
Kitabın baş kişisi Sülüman; yan kişileri ise Sümüklü Zarife, Karşıların Hüsnü,
Feyzi Hoca (Deli Hasan), Satı Hala, Enişte, Ebe Naciye ve diğer köylülerdir. Sülüman,
bir bilim adamıdır. Ofisinde otururken iş yoğunluğundan ve gerginliğinden arkasına
yaslanır ve çocukluğunu anımsar. Okur, Sülüman’ı anımsadıklarıyla tanır. Anlatımına
göre Sülüman, on üç yaşlarında anne ve babasıyla yaşayan bir çocuktur. Oyun
oynamaya düşkün olduğu kadar derslerinde de başarılı ve ailesine karşı yardımseverdir.
“Takdirle sınıfımı geçmiştim. Kendimi her şeye haklı gördüğümden, sabahtan akşama
kadar oyun peşindeydim. Ayrıca sadece haydamalık yapmıyordum. Okulda bana ‘Bay
Matematik’ derlerdi. Bunun hakkını veriyor haftada iki gün babamın manifaturacı
dükkanında hesaplarına yardımcı oluyordum. Bitmedi; evin hayvanları da benden
sorulurdu: Koyunlarımız Benekli, kara, sütbeyaz ve köpeğimiz Sarı’yla çok yakındım.
Hangisinin kuzulayacağını bile hesaplamış ve inanır mısınız, tutturmuştum (s.9).”
Sülüman, kitapta iki biçimde okura tanıtılmıştır: Geçmişteki çocuk hali ve
şimdiki bilim adamı hali. Çocukluğundaki belirtilen özellikleri değişmemiş, aynı
araştırmacı ve duyarlı yapısını sürdürmüştür. Bilim adamı olan şimdiki halleri
çocukluğunun yansımaları olarak aktarılmıştır. Serüven merakını kahraman şu biçimde
aktarmaktadır: “Koruda dolaşmamın asıl nedeni ise macera merakımdı. En azından
feleğimi şaşırtacak bir tanesini yaşayacağımı umuyordum (s.12).”
Romanın yan kişilerini de baş kişi olan Sülüman’ın anlatımları okura
tanıtmaktadır. Sülüman’ın annesi ev hanımı, babası ise manifaturacıdır. İkinci
çocuklarını bekleyen aile, Ebe Naciye’nin doğuma kadar sürekli yatması gerektiğini
söylemesiyle Sülüman’ı Akhisar yakınlarındaki Güzelköy’de yaşayan akrabalarının
yanına gönderirler.
63
Satı hala, annesinin büyük halasının kızıdır. Satı hala ve eşi, çocuğu olmayan
bir çift olduğu için Sülüman’ı annesinin hamilelik sürecinde bakmaları için yanlarına
gönderirler. Çift, Sülüman’a kendi çocuklarıymış gibi yaklaşır. “Benim gelmemi
Tanrı’nın bir hediyesi olarak karşılamışlar (s.11).”
Sümüklü Zarife ve Karşıların Hüsnü, Sülüman’ın Güzelköy’de edindiği
arkadaşlarıdır. Zarife’nin anne ve babası ölmüş, iki kardeşi ve ninesiyle yaşamaktadır.
Sümüklü lakabı, nenesinin gözlerinin tam görmeyişi ve kulaklarının duymayışıyla
ilgiliydi. Çünkü ninesi, bu yetmez haliyle torunlarına o kadar bakabiliyordu. Zarife,
kendisine söylenen “sümüklü” lakabını önemsemiyor; hatta hoşuna bile gidiyordu. Bu
özellikleriyle birlikte cesur, araştırmacı ve zeki bir karakter olarak okuyucuya
sunulduğu söylenebilir.
Karşıların Hüsnü, Zarife’ye göre daha iyi olanaklara sahiptir. Anne ve babasıyla
yaşamaktadır. Lakabının nedeni ise Sülüman’ın anlatımıyla okuyucuya aktarılmaktadır:
“Neden ‘Karşıların’ olduğu konusundaki en yaygın söylenti, çocuğun doğuştan karşıt
bir tip olmasıydı. Bundan zevk alıyor gibiydi. Bazen o kadar ileri götürüyordu ki, ‘ak’
dediğine bir kişi daha katılsa hemen saf değiştirir ve ‘kara’ derdi (s.14).”
Romanın diğer yan kişisi, aslında baş kişi olan Sülüman karakterinin ortaya
çıkmasında önemli bir etkisi olan Feyzi Hoca’dır. Feyzi Hoca, köyün çevresinde kalan
tarlalara yakın bir yerde, ağaç kovuğunda yaşayan bilge bir karakterdir. Özellikle
kuantum bilimi ve paralel evrene yolculuk gibi konularda bilim adamı kişiliği öne
çıkmaktadır. Romanın sonunda Sülüman’ın, Zarife ve Hüsnü’nün merakla
araştırdıkları, üzerine varsayımlar oluşturdukları Deli Hasan olduğu gerçeği ortaya
çıkar. Bu nedenle devingen bir karakter olduğu belirtilebilir.
Sülüman ve Zarife çevrelerindeki olaylara kayıtsız kalmayan, meraklı ve
araştırmacı karakterler olarak geliştirilmiştir. Okur, kahramanların meraklı ve
araştırmacı yapıları sonucunda onlarla özdeşim kurabilir ve bu konulara olan merakını
devingen tutabilir.
64
3.4.2. Konu
Işıldayan adlı kitapta, şimdilerde bir bilim adamı olan Sülüman’ın, on üç
yaşındayken annesinin zor geçen hamileliğinden dolayı akrabalarının yanına
gönderilmesini ve burada yaşadığı sıradışı bir serüveni anlatmaktadır. Yaşanılan
olaylar, geçmişi anımsama biçiminde masallarla iç içe geçerek okura sunulmaktadır.
Sülüman annesi ve babasıyla yaşamaktadır. Ebe Naciye, annesine doğuma
kadar yatmasını söyler. Anne ve babası da ortalarda dolaşmasın diye Sülüman’ı
Akhisar yakınlarındaki Güzelköy’de yaşayan akrabalarının yanına gönderir. Satı hala
ve eniştenin çocukları olmadığından Sülüman’a çok iyi bakarlar. Bu sırada köyde
arkadaş edinemeyeceğini düşünen Sülüman, Sümüklü Zarife ve Karşıların Hüsnü ile
tanışır. Eniştesi, köyde gezerken dikkat etmesi gerektiğini ve Deli Hasan adında birinin
olduğunu, ondan uzak durması gerektiğini söyler. Sülüman, Zarife ve Hüsnü
buluşmalarında sürekli olarak Deli Hasan konusunu konuşurlar. Söylenilenlere göre
Deli Hasan, aynı anda birden fazla yerde görünmektedir. Sülüman, araştırmacı ve
meraklı yapısıyla bu konuyu halasına ve eniştesine de sorar; ama istediği yanıtı alamaz.
Söylenilenlerin etkisiyle bir gece düşünürken rüyasında koruda dolaştığı bir
çınar ağacının altında olduğunu görür. Rüyasında bilinmez bir yerden gelen sesle
konuşur ve ter içinde uyanır. Sabah olduğunda arkadaşlarıyla kararlaştırarak koru
yoluna giderler. Aramalarını kolaylaştırmak için hepsi ayrı yerlere yönelirler. Bir süre
sonra rüyasında gördüğü çınarı bulur ve birinin ona “Evlat!” diye seslendiğini duyar.
Kısa bir sohbetten sonra seslenen kişinin adının Feyzi olduğunu öğrenir ve Deli Hasan
konusunu ona anlatır. Bu konu üzerine sohbet ederler. Bu sırada günler geçmektedir ve
Sülüman, Feyzi Hoca’nın yanına giderek “Bir anda iki yerde olmak” , “Delilik” ,
“Kuantum Fiziği” ile ilgili sohbetler eder. Bir süre sonra Sülüman, yanında Zarife’yi de
götürmeye başlar. Feyzi Hoca onları, onlar da Feyzi Hoca’yı ve onlarla yaptığı bilimsel
söyleşileri çok sever.
Bir gün Feyzi Hoca onlara aynı anda iki yerde olmayı deneyimlemek isteyip
istemediklerini sorar. Onlar da kabul eder. Bu arada Sülüman, başka evrene geçişle
ilgili birçok soru sorarak Feyzi Hoca’ya son olarak şu soruyu yöneltir:
- “Ustam senin Feyzi’den başka ismin var mı?”
65
- … “Ha şu mesele, var tabii. Ön adım Hasan?... Bazıları bana Deli Hasan
da der. (s.213).”
Böylece başka bir evrene gitmeden önce aslında Feyzi Hoca’nın Deli Hasan
olduğunu anlar. Bunu duyduktan sonra Zarife’ye bir şey diyemez ve yolculuktan da
vazgeçemez. Çünkü merakına engel olamamaktadır.
Yolculukları sırasındaki görevleri Ezop ve Nasrettin Hoca’ya ulaşarak onların
kişiliklerine dokunmak olacaktır. Ezop için duyumsadıklarını dile getirmesini,
Nasrettin Hoca için de söylemlerini düşünerek dile getirmesini sağlayacaklardı. Yoğun
duygulara sahip olan Ezop’a, Zarife kadın ruhuyla yaklaşacak; devingen ruha sahip
Sülüman’da Nasrettin Hoca’ya yaklaşacaktı.
Güzelköy’de Zarife ile yaşadığı bu yolculuk sonrasında ikisi de aynı okullara
giderek okumuşlar ve evlenmişlerdir. Şimdilerde ikisi de aynı evi ve işi paylaşıyorlardı.
Yakında bir de çocukları olacaktı. Sülüman artık çeşitli ülkelerden teklifler alan bir
bilim adamıydı ve Mr. Sülüman, The Scintilant (Işıldayan) olarak anılıyordu.
Yıllar sonrasında yoğunluğundan dolayı arkasına yaslanıp çocukluğunu
anımsayan Sülüman, Feyzi Hoca ile yaşadığı bu yolcuğun bugünün temelleri olduğunu
düşünür.
Roman alışılmamış bir kurgu biçiminde okura sunulmaktadır. Şimdiden
geçmişe uzanan ve bugün temellerini atan Feyzi Hoca ile söyleşileri geri dönüşlerle
anlatılmaktadır.
Kitap, şimdiki zamana ilişkin olarak yetişkin bir insan olan Sülüman ile
geçmişe ait olan çocuk Sülüman’ın bakış açılarıyla anlatılmaktadır. Düşlemsel
(fantastik) bir kurgu üzerinden anlatılan konunun hem düşsel hem de gerçekçi bir çizgi
çizdiği söylenebilir.
Romanın kurgusu, düşlemsel (fantastik) ve gerçekçi olmak üzere iki ayrı
kurgunun iç içe geçmesiyle oluşturulmuştur. İki ayrı yapıya ait kurgunun, kendi
niteliklerine uygun olarak yapılandırıldığı belirtilebilir. Bu nedenle, romanda mantıksal
66
bir tutarsızlık bulunmamaktadır. Anlatılanlarda abartılmış merak, rastlantısallık ve
duygusallık öğelerine yer verilmemiştir. Başka bir deyişle, hem çocukların dünyasına
seslenebilecek nitelikte hem de imgesel zenginliğiyle yapılandırılan konunun, çocuk
gerçekliğine uygun olarak kurgulandığı söylenebilir.
Kitapta konuyu yapılandıracak olan çatışmalara da yer verilmiştir. Kişinin
kendisiyle olan çatışmasına anne babasının Sülüman’ı köye göndermek istemelerinde
ve doğacak kardeşine karşı olan duygularında görmekteyiz: “Fakat içim almıyordu bir
türlü. Ben varım ya! Bu rezili getirmelerinin nedenini anlayamıyordum. …Aklımda tek
sıkıntı vardı; arkadaşım Memo’dan, Nöriye’den (kıza karşı duygumu kimseye itiraf
edemiyor, nedenini de bilmiyordum) ve ufak sürümüzden ayrılmayı hazmedemiyordum
(s.9).”
Kişi – kişi çatışmasını Sülüman’ın arkadaşları ve halası ile Deli Hasan’ı bulma
çabasında konuştukları örneklemektedir:
- “Öffff, tuhaf oğlum bu adam!”
- “Nasıl ya? Hem zararı yok diyorsun, hem yanına varma diyorsun!
Anlamadım ya!”
- “Anlamayacak ne var ki? Herif deli. Neden deli? Senin benim gibi değil de
ondan.”
- “Allallah! Herkes senin benim gibi olacaksa neden olsunlar ki? (s.24)”
Kuantum fiziği, başka bir ana gidiş gibi hem gerçekçi hem de soyut konuların
anlatıldığı Feyzi Hoca ile Sülüman ve Zarife arasında geçen konuşmalar soru yanıt
biçiminde sunularak kurgusal yapıda gerçeklik öğesiyle verilmiştir:
- “Zarife atıldı: ‘Simyacı mı?’ O ne hocam?”
- “ Çocuklar, bu konu hem tarihi hem de bilimsel… Biraz, az sonra
önereceğim macerayla da ilgili. Onunçün dikkatle dinlemenizi öneririm.”
- ‘ Tamam’ anlamında başımızı sallayınca devam etti: “Arapça Alşimi’den
gelir.”
- “ Ne demek ki bu?”
- Canım Zarifem, sabır! Harflerin, sayıların ve şekillerin birtakım gizli
güçler taşıdığı inancını betimler.(s.76)”
67
Roman düşlemsel (fantastik) ve gerçekçi yapıyla okura sunulmuştur. Bilimsel bir
konunun çocuk gerçekliği ile anlatıldığı kitap, çocuklara sıradışı bir serüveni
anlatmaktadır.
3.4.3. İleti
Yapıt içinde açık iletilere yer verilmiştir. Yazar yaşama, insanların birbirlerine
karşı olan davranışlarına ait olan iletilerle düşlemsel (fantastik) kurgulanan Ezop ve
Nasrettin Hoca’ya ilişkin masalların bulunduğu bölümlere yer vermiştir. Olayların
anlatımından sonra ortaya çıkan iletileri kıssadan hisse biçiminde okura sunmuştur.
Aydın Arif, ilk iletiyi Sülüman ve Feyzi Hoca arasında geçen bir konuşmada
vermektedir: “Halbuki bilimsel düşünce yılmadan, usanmadan tekrarı gerektirir. Nasılsa
yaptım diye bakmayı ihmal edersen asla amaçladığın sonuca ulaşamazsın (s.31).”
Yazar, bilimsel düşünceye ulaşmak için insanların araştırma isteğinden
vazgeçmemesini ve sürekli olarak çabalamasını vurgulamaktadır.
İnsanların kendilerinden farklı olan kişileri etiketleyerek “deli” olarak
adlandırmasını ve aslında onlarda olan farklılığın diğer insanlar için de başvurulan bir
duygu durumu olduğunu şu iletiyle okura sunmaktadır: “Her güçlük karşısında
başvurulan delilikler olmasa ne evlilikler devam eder ne savaşlar kahraman çıkarır, ne
yaşlılık çekilir, ne de aşklar ve dostluklar yaşanır. … Aklın avantajlarıyla mertebe
alanlar neşe ve mutluluk veren delilikten mahrum kalır (s.33).” Bununla birlikte, çocuk
okur şimdiye değin “deli” kavramına ilişkin sahip olduğu düşüncelerine yeni bir bakış
açısı katabilir. Çevresinde bu farklılıkta olan insanlara karşı bir duyarlık geliştirebilir.
Romana ilişkin iletiler, Ezop masallarında yoğunluk kazanmaktadır. Ezop,
çevresindeki durumlara karşı fazlasıyla duyarlık sahibidir. Ancak yüreğinde ve
belleğinde oluşanları dışarıya aktaramamaktadır. Zarife’nin Ezop’a yardımıyla Ezop’un
içinde oluşan söylemler dile dökülmeye başlar. Bu durumdan sonra, bir Efendi
tarafından köle olarak alınır ve yardımcılığa yükseltilir. Bundan sonra, Efendi, her olan
durum karşısında Ezop’tan bir deyiş ister. Her Ezop Masalından sonra açık iletiye yer
verilmiştir. Bu iletiler, insanlar arasında yaşanan durumlardan sonra Ezop Masallarının
özelliği olarak hayvanlara yansıtılmıştır. Sonunda masal içinde yer alan Ezop veya
68
Efendi tarafından çıkarılan kıssadan hisse biçimindeki özlü deyişlere dönüştürülerek
aktarılmıştır.
“E’si şu ki cancazım, yalnız diline, bağrışına güvenenler, bir gün gelir,
kandırdım sandıklarına karşı fena ezilirler (s.135).” Yalan söyleyenlerin yalanlarının bir
gün açığa çıkıp ve bu kişilerin küçük düşeceklerini duyumsatmaktadır. (Ezop Masalları
- Tek Gözlü Alageyik)
İnsanların emin olup doğru bildiklerinin yanlış; yanlış bildiklerinin doğru
olabileceği şu iletiyle aktarılmaktadır: “Her zaman beklenen olmaz. Bir şeyin doğru
olduğunu sanırız, bize öyle gelir. Oysa yanlıştır. Emin olduğumuz, yalan çıkar (s.138).”
Ayrıca önyargılı olmamak öğesi de bu iletiyle okurla buluşturulmuştur. (Ezop Masalları
- İyilik ve Kötülük)
“İnsanlar, ancak önlerine çıkan zorluklarla mücadele ederek olgunlaşır, gelişir
ve güçlenir. Eğer arzularına kolayca ulaşırlarsa karakterleri zayıflar, adeta, içlerinde bir
şeyin ölmüş olduğunu hissederler(Ezop Masalları – Sivrisinek Aslanı Nasıl Yendi?,
s.154).” İnsanları güçlü tutan şeyin onların savaşım içinde olarak hayatta kalmaları
olduğuna dikkat çekmektedir. Okur bu iletiyle, içinde bulunduğu yaş döneminin
(ergenlik) özelliklerinden kaynaklanan zorluklara karşı bir desteği duyumsayabilir.
İletilerin bir kısmı, Ezop ve Efendisinin yaşamış olduğu durumlardan sonra
Ezop’un ezgisini söyleyerek bir sonuca ulaştırmaları yoluyla aktarılmıştır: “Çok
haklısın Ezop, şu düştüğümüz duruma bak! Laf ebeliğinden öteye gitmeyen, zora geldi
mi bahanelere sığınanlara asla güvenilmezmiş (Ezop Masalları – Paylaşılmayan Pınar,
s.166).” , “İnsanoğlu da öyledir. Övgüye dayanamaz! Biraz yücelttin mi, bir kabarırlar,
bir şişinirler; gözleri hiçbir şeyi görmez. Kör kör tehlikeye atılıp canlarını kolaycacık
harcarlar (Ezop Masalları – Yaralı Aslanın Canı ne Çeker? , s.169).” , “ Kulağından her
gireni ağzından çıkartan iş bozar. Bir kulağından gireni diğer kulağından çıkaran
anlatılana önem vermez. Ama en değerlisi, kulağından gireni yüreğine gömendir… Sıkı
incelemeyle görünenin altında yatan hakikati bulmak mümkündür. (Ezop Masalları –
Hastalık Numarası Yapan Aslan, s.173).”, “Dövüşmek ne ki barış içinde yaşamak
varken… Kavganın sonu her iki taraf için de kötü sonuç verir, bir kazanç getirmez
(Ezop Masalları – Kavgacı Aslan, s.177).”, “İnatla aslında en büyük kötülüğü kendinize
69
yapmış olursunuz (Ezop Masalları – Aferin Sansar Sana, s.181).”, “İnsan için dil, yeri
geldi mi keskin, vurucu bir silahtan beter olur (Ezop Masalları – Altın Yumurtlayan
Kaz, s.193).”
İletilerin bazıları ise atasözleri kullanılarak okura duyumsatılmaya çalışılmıştır:
“Azıcığın kıymetini bilemeyen çoğu hiç anlayamaz. Eldeki bir komşudaki ikiden daha
değerlidir, diye söylenerek yürüdü (Ezop Masalları – Meşe Dalında Öten Bülbül,
s.146)”, “Üzümü bol işittiğin yere sepeti ufak götür (Ezop Masalları – Paylaşılmayan
Pınar, s.162).”, “Az tamah çok ziyan getirir, efendimiz! (Ezop Masalları – Altın
Yumurtlayan Kaz, s.189).”
İnsanların birbirlerine karşı çeşitli durumlarda gösterdikleri davranışlar ve
sonuçları Ezop’un ezgileri söylemesinin ardından, sözü edilen iletilerle sunulmuştur.
Açık iletiler aracılığıyla düşsel olarak fabl türünün özelliklerinden yararlanılmıştır.
Böylece okuru gerçeklerden koparmadan ona görmekte zorlandığı gerçekleri, belirtilen
örneklerle farklı ve düzeyine uygun bakış açısıyla sunduğu söylenebilir.
Romanda farklı bilim, edebiyat insanlarına ve din adamına ilişkin isimler de yer
almaktadır: “Alber Aynştayn (s.31)”, “Fransız Şairi Nicholas Boileau (s.32)”, “Erasmus
(s.32)”, “Musa Peygamber (s. 84).” Bu kişiler, çocuk okurun belleğinde farklı alanlara
yönelik duyarlık oluşturabilir ve araştırma güdülerini devindirebilir.
İletilerde tüm canlılarla ve farklılıklarla yaşama kültürü üzerinde de
durulmuştur. Düşlemsel (fantastik) çocuk kitaplarının bir özelliği olarak düşsel
imgelerle desteklenen iletiler, gerçek dünyaya köprüler kurularak verildiğinden
Işıldayan kitabının çocuklar için yaşama ve insanlara ait duyarlılıklar oluşturabilecek
nitelikler taşıdığı belirtilebilir.
3.4.4. Dil ve Anlatım
Olaylar şimdi – geçmiş – şimdi zaman üçgeninde anlatılmaktadır. Sülüman,
işyerinde otururken çocukluğuna döner. Bugünlere gelmesinde, bilim adamı
olmasında etkili olan, çocukluğunu ve yaşadığı sıradışı serüveni anımsamaya başlar.
Ancak bunu anlatırken kimi zaman çocuk Sülüman’ın ağzından kimi zaman da
70
şimdiki yetişkin Sülüman’ın ağzından anlatır. Romanın sonunda, bugünkü yaşamında
etkisi olan Deli Hasan’ı düşünür.
Işıldayan romanında gereksiz ayrıntılara yer verilmemiştir. Kitabın adının, okura
düşlemsel (fantastik) öğelerle karşılaşabileceğinin ipucunu verebilecek nitelikte
olduğu söylenebilir.
Yazar, romanı kurgularken kısa ve anlaşılabilir tümcelere yer vermiştir.
Kurguda bahsedilen Akhisar yakınlarındaki Güzelköy’e ilişkin yöresel söylemler yer
almaktadır. Bu kullanım okurun gerçeklik algısını bütünleyebilir:
- “Nassın be ya?”
- “İyi be ya!”
- “Daha nassın be ya?”
- “İyi be ya! (s.27)”
Okura duyumsatılmak istenen iletiler ve durumlar atasözleri, deyimler
kullanılarak zenginleştirilmiştir. Deyimler: “…toz kondurmuyordum tabii (s.9)”,
“…ant içmişti (s.10)”, “… defterini dürerdim (s.57)”, “… birden yüreklerimiz ağzımıza
geldi (s.64)”, “… kabıma sığamıyordum (s.86)”, “Sus pus olup… (s.89)” ; atasözleri:
“Kör bir göz isterken Allah’ın ona iki göz vermesi… (s.105)”, “Anlayana sivrisinek saz
(s.118)”, “… selam vermiş adeta borçlu çıkmış (s.152)”, “… bal tutan parmağını yalar
(s.209)” örnekleriyle sunulmuştur.
Anlatımda Türkçenin diğer sözvarlığı öğelerinden de sıklıkla yararlanılmıştır.
İkilemeler, “tıngır mıngır(s.13)”, “aval aval (s.16)”, “abuk sabuk (s.29)”, “bön bön (s.
46)”; yansıma sözcükler, “hışırtı (s.62)”, “parıltı (s.213)”; eksiltili tümceler, “Onu bir
kere daha yaşamak için neler vermezdim ki… (s.8)”, “Çünkü… Çünkü sanki…
(s.100)”; soru tümceleri, “Biz şimdiye kadar hayal mi görmüştük? (s.64)”, “Bre
köftehorlar, kendi hatalı biri başkasının hatasını düzeltmeye kalkar mı? (s.131).”
Kullanılan sözvarlığı öğeleri etkili ve şiirsel bir anlatım kurarak ilgiyi devingen tutmaya
olanak sağlayabilir.
71
Anlatımda yeni kavramlar kullanılmıştır. Kavramların bazıları tümce içinde
bazıları ise dipnotlarla okura aktarılmıştır: “termit → karınca (s. 20)”, “kuçara → kaşık
(s. 22)”, “mertaval → yalan haber (s.105)”, “zapturapt → sıkı düzen (s.107)”, “şehir
emini → belediye başkanı (s.124)”, “hempa →omuzdaş (s.125)”, “arp → müzik aleti”
(s.126), “patalya → küçük bot (s. 147)”.
Ezop Masallarının yer aldığı bölümlerde şiirsel bir anlatımla ezgiler okurla
buluşturulmuştur. Bu bölümlerde yer alan ezgilerde uyaklı yapılar kullanılarak şiir
dilinin incelikleri de sunulmuştur:
“Köylünün birinin semiz bir kazı varmış
Bu kaz, her gün düzenle, yumurtlarmış,
Bir gün altın yumurta vermeye başlamış
… (s.189)”
Kitapta büyük harf, eksik veya yanlış harf kullanımı ile ilgili dizgi hataları
bulunmaktadır.
Örnekler:
Kitaptaki biçimi Düzenlenmiş biçimi
“… benden adeta esir salmıştı.”(s.7) “… benden adeta esir almıştı.”
“Her yıl birlerce yaratılır,…” (s.36) “Her yıl binlerce yaratılır,…”
“… hem de keni ölümü pahasına.”(s.141) “… hem de kendi ölümü pahasına”
“…oluşmakta, atina hedefiyle…”(s.142) “… oluşmakta, Atina hedefiyle…”
“Ticaret, ege’ye mal almaya…” (s.143) “Ticaret, Ege’ye mal almaya…”
“… Efendi’nin yakında olmaya…” (s.167) “…Efendi’nin yanında olmaya…”
“…bulunmuş, türkiye de kendi …”(s.200) “…bulunmuş, Türkiye de kendi …”
“…Birleşmiş milletlerden …”(s.201) “Birleşmiş Milletlerden…”
Işıldayan romanında yer alan dizgi hataları, okur için doğal bir Türkçe öğretim
ortamı bakımından olumsuzluklar oluşturabilir. Okur, yer alan dizgi hatalarıyla
özellikle de büyük harf kullanımında yapılan yanlışlıklarla belleğinde daha önce
edindiği bilgileriyle çelişki yaşayabilir.
72
Romanın anlatımı bölümlerle okura sunulmuştur. İlk beş bölüm ve son iki
bölüm romanın kurgusuna ait anlatımlardan oluşmaktadır. Arada kalan bölümler ise
Ezop Masallarıyla bir Nasrettin Hoca masalına aittir. Çocuk okur, kurgusal anlatımın
içinde masal ve fabl türüyle de karşılaşmaktadır. Bu da, farklı bir türün ayrımına
varmasına ve romanın sonuna ilişkin merak öğelerini devingen tutmasına olanak
sağlayabilir. Ezop Masallarının yer aldığı bölümler, masalların özgün isimleriyle
adlandırıldığı için okurun belleğinde farklı bir yazınsal türe ilişkin farkındalık da
oluşturabilir.
Işıldayan romanında kurulan tümcelerde sıklıkla yabancı sözcüklere yer
verilmiştir: “tempo (s.7)”, “modern (s.7)”, “ultra (s.7)”, “e – posta (s.8)”, “pratik
(s.9)”.“girizgah (s.44)”, “hakikat (s. 44)”, “melun (s.51)”, “müteşekkil (s. 53)”, “teşne
(s.55)”, “muhalefet (s. 56)”, “zekkak (s.57)”, “paye (s.57)”, “sıklet (s. 125)”,
“mütebessim (s. 144)”, “maiyet (s.167)”, “muktedir (s.200)”. Ancak Türkçe sözcük
kullanımı aynı sıklıkta değildir: “yadsımak (s.32), yanıt (s.45), anımsak (s.45)”. Bu
doğrultuda okura doğal bir anadili öğretme sürecinde etkili olan çocuk edebiyatı
yapıtlarından biri olan Işıldayan romanının çocukların anlamasını kolaylaştıracak bir
sözvarlığı ile kurgulanmadığı söylenebilir. Yabancı sözcüklerin Türkçe sözcüklerden
daha çok yeğlenmesi okurun dil duyarlığı kazanmasında engeller oluşturabilir.
Yazar Aydın Arif, “Ezop’tan Sülü’ye Bir Tüyo” başlığı altında kurgu bittikten
sonra bir bulmacaya yer vermiştir. Ezop Masallarına ilişkin bilgilerin yanıtlarını
bulmalarını isteyerek okurun belleğinde kurguya ilişkin düşünmelerini sağlayabilir.
Bununla birlikte okur, geri dönüşler yaparak belleğindeki kurguyu yeniden devindirip
romanın kalıcılığına katkı sağlayabilir. Bulmaca ile düşlemsel (fantastik) kurgunun
içine okuru şöyle çekmektedir:
“Sevgili okurlar, Ezop’un yolcuğundan çıkarılacak bir sonuç Mr. Sülü ve
Zarife’nin çalışmalarına destek olabilir. Bunu da sizler yapacaksınız. Her bir adımda
bulunacak anahtarla kapıyı açıp oradan antik yıllardan kalan yazıtı oluşturacaksınız.
Bunun nasıl yardımcı olacağının anahtarı da o yazıt aslında. Hadi bakalım!
1.Tilki ve kirpinin ezgisiyle kurtarılan kişinin işi .İ.A…Ç. A
…(s.215)”
73
Roman ve masal türünün kurgusal özellikleri içinde öğretici türlere özgü olan
bilgilendirici kısımlara da yer verilmiştir. Bilgilendirmeler gerek kurgu içinde soru yanıt
biçiminde gerekse dipnotlarla okura aktarılmıştır:
- “Pekiii, delilik konusunda başka tarif var mı?”
- “Bir Fransız şairi1 ‘Hayat, deliliklerle doludur. Bunlardan birine… (s.32)”
- “Yaa, atom diye bir şey var, duydun mu?”
- “Yine göğsümü kabartıp tarifi verdim: “Duymaz mıyım? Tarifi de şöyle:
Maddenin en küçük yapı taşı… (s.38)”
Romanın karakterlerinin arasında geçen konuşmalarda bazı olumsuz içeriğe
sahip olabilecek seslenişler kullanılmıştır. Çocuk okurun öykünme ve özdeşim kurma
sürecinde etkili olamayacağı düşünülmektedir. “Aferin lan! (s.11)”, “ Onu piç ettiler
(s.12).”, …,ama bu namussuz Karşı Hüsnü… (s.15)”, … bokum demiş (s. 104).”
Olay akışında mantıksal bir karmaşaya neden olabilecek bir kurguya yer
verilmediği belirtilebilir. Söz konusu olan dil ve anlatım özellikleri bakımından
Işıldayan romanının olumsuz seslenişler, yabancı sözcük kullanımı ve dizgi hataları
dışında okurun Türkçenin sözvarlığını tanımasında, anlam evrenine yeni kazanımlar
eklemesinde olumlu etkiler sağlayabileceği belirtilebilir.
3.4.5. Genel Değerlendirme
Işıldayan kitabı, 214 sayfalık düşlemsel (fantastik) bir romandır. Romanın
kurgusu içinde düş gücüne önem verilmesiyle çocuk ve düş dünyası arasındaki önemli
bağ ortaya çıkmaktadır. Diğer yandan kitabın konusuyla düş ve gerçeklik arasında
gerçekçi bir çizgi oluşturarak iki düzlemde kurgulandığı söylenebilir. Sülüman ve
Zarife’nin yaşamlarına olan etkisiyle gerçekçi yönünü çizerken yaşanan geçmiş bir
zamana yolculukları ise düşlemsel (fantastik) yönünü oluşturmaktadır. Söz konusu olan
kurgusal yapıyla okur, hem toplumda var olan “delilik” kavramına farklı bir bakış açısı
1 Fransız Şairi Nicholas Boileau:1636 – 1711, klasik şiir akımının kurucularındandır.
74
getirebilir hem de fizikle ilgili sunulan konularda dünya bilgilerine katkıda
bulunabilirler.
Kitabın anlatımında yazınsal ve öğretici metinlerin içe içe geçerek çocuk
gerçekliği ile birlikte okura sezinletildiği söylenebilir. Bu yönüyle romanın
bilgilendirici ve eğlendirici işleve sahip olduğu belirtilebilir.
Kullanılan yabancı sözcük ve dizgi hatalarının sıklığı, olumsuz etki
oluşturabilecek dil kullanımlarının yeğlenmesi dil ve anlatım özellikleri bakımından
kitabı okur için etkili bir uyaran durumuna getirememektedir.
Roman, soyut olan bir bilim dalına ilişkin “Kuantum Fiziği” ni çocuk gerçekliği
ve çocuk kahramanlar aracılığıyla çocuğa göre bir anlatımla sunmuştur. Böylece okur,
zorlandığı gerçekleri farklı bakış açılarıyla edinme olanağı bulabilir.
Yazar, kurgusal ve gerçek yaşamla kurgulayarak sunduğu “delilik” kavramını
okurla buluşturmaktadır. Bu kavram okurla buluşturulurken alışılmışın dışında durumlar
ve konuşmalar oluşturularak okurun sunulan konuya farklı yönlerden bakabilmesine
olanak sunmaktadır. Feyzi Hoca adlı kahramanın aranılan ve merak edilen “Deli Hasan”
kişisi çıkması, onunla birlikte geleceklerini olumlu bir biçimde etkileyecek olağandışı
bir serüvene çıkmaları ve bu serüvende olağandışı kişilerle birleşen anlatım, okurun
alışılmışın dışında bir kurguyla karşılaşmasına olanak sunmaktadır.
Yapılan belirlemelerle, “Delilik” kavramı, “Kuantum Fiziği”, merak, araştırma
gibi öğelerle yapılandırılan kitabın, düşlemsel (fantastik) öğelerle destekleyerek
devindirdiği heyecan öğesi ile okurun duygu ve düşünce dünyasına seslenebilecek bir
çocuk edebiyatı yapıtı olduğu söylenebilir.
75
3.5. KARAYILAN
Bu Yayınevi
1. Basım Kasım / 2012
Yazarı: Onur GÜRLEYEN
Sayfa Sayısı: 183
3.5.1. Karakterler
Kitabın baş kişisi Karayılan’dır. “Evet, o bir yılandı. Derisi sık dokunmuş, kara
kehribar gibi kan kızılı olan çatal dilini etrafını kolaçan edercesine tıslayarak
çıkarıyordu. İnsanların sihirli dediği bir diyardan geldiği için o topraklarda görülmüş
tüm yılanlardan büyüktü. Aynı zamanda insanlardan bile zeki ve kurnazdı. Bu sayede
seslerle konuşulan pek çok dili öğrenmişti. Ne yazık ki pulları gibi kara bir kalbi vardı.
Her zaman hak ettiğinden fazlasını isterdi (s.11).” Karayılan, yaşadığı ormandan diğer
yılanlara karşı kötü davrandığı için kovulan, hırslı ve katı yürekli bir karakter olarak
okura sunulmaktadır. Kendi isteklerini elde edebilmek için hiç kimsenin durumunu
umursamayan, bencil bir karakterdir.
Kurgunun yan kişilerini ise büyücü halkı, insan halkı ve cüce halkı
oluşturmaktadır. Burada öne çıkan kişiler, büyücü halkından liderleri olan Tarantil ve
kızı Elannur; insan halkından liderleri Malo Ağa ve büyük oğlu Grendolan ile küçük
oğlu Gredo; cüce halkından ise ağabey Karatir ile kardeşi Karmat’tır. Üç halk,
Bartholia denilen topraklarda mutlu ve dostça yaşayan insan topluluklarıdır. Yılda bir
kez şölen düzenleyerek eğlenceler yaparlar ve dostça sohbetler ederek zaman geçirirler.
Yaşlı Kem ise, kurgunun diğer yan kişisidir. Büyücü halkının atası olarak
tanıtılan Yaşlı Kem, üç halkın yanında olan, onları kötülüklerden koruyan ve
büyücülerin de güçlerinin üstünde olağanüstü güçlere sahip olan bir kahramandır. Yaşlı
Kem, üç halktan ayrı olarak yaşamaktadır. Zaman zaman üç halkı ziyaret eder,
şölenlerine katılarak onlara öyküler anlatır ve zor zamanlarında yanlarında olur. Bu
yönleriyle Yaşlı Kem, yardımsever ve bilge bir kişilik olarak okur karşısına
çıkmaktadır.
76
Karayılan’ın Bartholia topraklarına gelip Koca Kaya denilen yerde yaşamaya
başlamasıyla büyücülerin değerli eşyaları eksilir; insanların hayvanları azalır; cücelerin
ise Kadabrant adını verdikleri hazineleri kaybolur. Çünkü Karayılan, bu üç halkın
yerine kendi geçerek oradaki topraklara egemen olmak istemektedir.
Kurgunun başında birbirleriyle yıllardır dostça yaşayan üç halk, Karayılan’ın
gelip her birine kendilerini yüceltip diğerlerini aşağılayan sözler söylemesiyle
birbirlerine düşman kesilir. Bu yönüyle Karayılan arabozucu, hırslı, bencil başka bir
söyleyişle olumsuz özelliklere sahip bir karakteri simgelerken üç halk ve aralarındaki
dostluk olumlu karakterleri simgelemektedir.
Kitaptaki karakterler, davranış ve eylemleriyle okura tanıtılmaktadır. Karayılan,
kurgunun başından sonuna değin bir değişime sahip olmadığından devingen bir özellik
göstermemektedir. Ancak büyücü halkının lideri Tarantil, insan halkının lideri Malo
Ağa, cüce halkının lideri Karatir kurgunun başında birbirleriyle dost geçinen ve
birbirlerine karşı olumlu düşüncelere sahip kişilerken kurgunun ilerleyen bölümlerinde
birbirlerine karşı olumsuz düşünceler besleyen ve suçlayan kişilere dönüşmektedir.
Kurgunun sonuç bölümünde olayların açığa çıkmasıyla bu kişiler yeniden birbirlerine
karşı olumlu düşüncelere sahip kahramanlar olarak okura sunulmaktadır. Bu yönüyle,
sözü edilen kahramanların devingen bir yapıya sahip olduğu söylenebilir.
Yan kişilerden Elannur, Karmat, Gredo ve Yaşlı Kem romanın başından sonuna
değin devingenlik göstermemektedir. Karayılan’ın diğer halklara yönelik suçlamalarına
inanmazlar ve bunu açığa çıkarmaya çalışırlar. Elannur, babasının tek çocuğudur ve
güzelliği ile kurgulanmıştır. Karmat ve Gredot da sezgileri güçlü birer kahraman olarak
kurgulanmıştır.
Elannur, Karmat ve Gredo Karayılan’a inanmayarak liderlerinin onlara
kızmasını göze alıp Karayılan’ın yalanlarını ortaya çıkarmaya çalışırlar. Bu
araştırmalarına Yaşlı Kem de katılır. Araştırma, merak ve sorumluluk alma öğelerinin
öne çıktığı bu durum, okur için özdeşim kurma olanağı sağlayabilir.
77
Kahramanlar okura iyi - kötü karşıtlığında kurgulanarak sunulmuştur.
Karayılan’ın düşünce ve davranışlarıyla üç halkın düşünce ve davranışları okurun iyi
kötü ayrımını yapmasına olanak sağlayabilir.
Karayılan: “ ‘Bu toprakların sefil yaratıklarından kurtulacağım yakında, diye
tısladı. ‘O aptal insanlar, kibirli büyücüler, çirkin cüceler, kendi sonunu hazırladı
sadece.’ … ‘Bu topraklar benim olacak! Ben efendi olacağım bundan sonra! Hele bir
güçlü olanları, bana karşı birlik olması muhtemel olanları birbirine kırdırayım! Daha
işlerim bitmedi. Bartholia için çok uzun vadeli planlarım var.’ (s.162 – 163)”
Yaşlı Kem: “ ‘Durun, durun dedim,’ diye gürledi Yaşlı Kem. Sesi gök gürlemesi
gibi ovada yankılandı. ‘Nedir bu safsata, nasıl bu hale geldiğinizi hala anlamıyor
musunuz? Şimdi derhal ağalar bir araya gelecek ve bu işi konuşarak halledeceğiz ki
konuşmak kılıçlar savurmaktan çok daha kolay ve etkili’(s.175).”
Okur, baş kişi ve yan kişilerin farklı kurgulanan özellikleriyle birçok duygu ve
karakteri tanıyabilme, iyi - kötü savaşımında kendi seçimleriyle özdeşim kurma olanağı
bulabilir.
3.5.2. Konu
Roman, Karayılan adında bir yılanın meranların şahı tarafından kovulduktan
sonra kendine Bartholia denilen bir bölgede yer bulup burada büyücü, insan ve cüce
halkını birbirine düşürerek kendi krallığını oluşturmak istemesini anlatmaktadır.
Karayılan, Kader ormanında yaşarken küçük yılanları yemesi ve zekâsıyla
herkesi altedebildiği için meranların şahı tarafından kovulmuştur. Karayılan kendine
yeni bir yer bulmak için dolaşırken Bartholia’ya gelir. Burada Koca Kaya adında bir
yeri kendine ev yapar ve çevredeki diğer yılanları da hizmetine sokar. Bartholia’da
yaşayan cüce, büyücü ve insan halkı Karayılan’la tanışana kadar mutluluk ve barış
içinde bir yaşam sürmektedirler. Karayılan, bu üç halkı kendilerine karşı yüceltip
birbirlerine karşı da aşağılamaktadır. Zamanla üç halkın belleğinde artık, birbirlerine
ilişkin olumsuz düşünceler oluşmaya başlamıştır.
78
Karayılan cücelerin Kadabrant adını verdiği değerli, yüce taşlarını çalar ve evi
olan Koca Kaya’ya saklar. İnsanların koyunlarını çalarak açlığını giderir ve böylece
hayvanlar eksilmeye başlar. Büyücülerin mücevherlerinden çalar ve yine evi olan Koca
Kaya’ya saklar. Bunları yaparken üç halkın liderleriyle onları öven çeşitli sohbetlerde
bulunur. Büyücüler, cüceler ve insanlar eşyalarının ve hayvanlarının kaybolmasından
dolayı huzursuzdur. Üç halk, Karayılan’ın anlattıklarıyla diğer halklara karşı olumsuz
düşünceler oluşturmaya başlamıştır. Her yıl düzenledikleri şölenler, artık huzursuz ve
mutsuz geçmektedir. Bu sırada büyücü halkının lideri olan Tarantil’in kızı Elannur ve
insan halkının lideri Malo Ağa’nın küçük oğlu Gredo, Karayılan’ın yalan söylediğini
düşünüp ona inanmazlar.
Cüce halkının lideri olan ağabey Karatir’in kardeşi Karmat, çalınan Kadabrant
taşından sorumlu olduğu için kimseye haber vermeden onu aramaya farklı bölgelere
doğru yola çıkar. Elannur, babasının Karayılan’a inanmasından ve diğer halkları
düşman görmeye başlamasından rahatsız olur ve atası olan Yaşlı Kem’i bulup olanları
anlatmak için yola çıkar. Gredo ise kaybolan mücevherlerini bulmak için kimseye haber
vermeden yola çıkar. Gredo ve Karmat kaybolan eşyalarını farklı yönlere gitseler de
bulamazlar. Bir yerde dinlenirken tesadüfen Elannur’la yolları kesişir. Elannur açık
yüreklilikle derdini anlattıktan sonra aradığını bulamayan Karmat ve Gredo da çaresiz
kaldıkları için asıl amaçlarını söylerler ve Yaşlı Kem’i bulmak için tekrar yollara
düşerler.
Uzun arayışlarının sonunda, dinlenmek için mola verdikleri sırada Yaşlı Kem
karşılarına çıkar. Daha sonra Kem’in evine giderler ve dinlenip yemek yedikten sonra
da Koca Kaya’ya Karayılan’ın yanına giderler. Koca Kaya’ya girdiklerinde kaybolan
eşyalarının orada olduğunu görürler ve Karayılan’a inanmamakta haklı olduklarını
anlarlar. Kem, kaçmaya çalışan Karayılan’a Kadabrant taşını yutturarak Karayılan’ın
gerçekleri söylemesini sağlar. Tekrar görüşeceklerini söyleyerek ayrılırlar ve Bartholia
halkına anlatmak için yola koyulurlar.
Birbiriyle savaşmaya başlayan büyücü, cüce ve insan halkı kayıplar vermeye
başlamıştır. O sırada Yaşlı Kem ve üç ortak savaşa yetişmiştir. Yaşlı Kem, tepeden
savaşı izleyen Karayılan’ı göstererek onu konuşturmaya başlar.
79
Boğazındaki Kadabrant taşının etkisiyle söylememek istediklerini söylemeye
başlayan Karayılan’ın oyununu herkes anlar. Liderler ve diğerleri yaptıklarından ve
düşündüklerinden pişman olurlar. O sırada babasını korkak olarak gördüğü için öldüren
Grendolan, Karayılan’a saldırır. Ancak Karayılan Grendolan’ı zehirler ve öldürür.
Karayılan, boğazındaki Kadabrant ile uzaklaşarak kaybolur. Gredo, zehirlenerek ölen
ağabeyinin yerine geçerek insanların liderleri olur.
Aradan zaman geçtikten sonra Koca Kaya’ya gidenler görürler ki Karayılan’ın
sadece pulları kalmıştır. Çünkü boğazındaki Kadabrant taşı onu yakıp kül etmiştir.
Yolculukları sırasında birbirlerine aşık olan ve bunu itiraf eden Gredo ve Elannur o
seneki şölende evlenir. O zamandan sonra üç halk artık eskisi gibi mutluluk ve barış
içinde yaşamaya devam eder.
Romanın kurgusu tarafsız bir bakış açısıyla ele alınmaktadır. Yazar anlatıcılı
olarak aktarılan kurgu iki düzlemde ilerlemektedir: Birincisi Karayılan’ın Bartholia
topraklarına sahip olabilmek için yaptığı kurnaz planlar, ikincisi ise Batholia’da
yaşayan üç halkın yaşamına Karayılan’ın girmesiyle yaşadığı değişimler. Romanda
kişinin kendisiyle, kişi – kişi ve insan – doğa çatışmalarına yer verilmektedir. Kişinin
kendisiyle olan çatışmasını Karayılan’ın sinsice yaptığı planlar oluşturmaktadır:
“Burası tam bana göre, diye düşündü. Hem zirvesinden etrafı gözlemleyebilirim hem
dibine inimi oyabilirim hem de yakınlardaki yeşil topraklarda avlanabilirim (s.12).”
İnsan – doğa çatışmalarını ise Elannur, Karmat ve Gredo’nun şehirlerinden
çıkarak Karayılan’ın yalanlarını ortaya çıkarmak için yaptıkları yolculukları sırasında
yaşadıkları oluşturmaktadır: “Ormanın en sık yerlerini de aştıktan sonra örümceklerin
ağaçtan ağaca uzattıkları ince, parlak ağları ellerinde ve yüzlerinde hissetmekten
kurtulmuşlardı (s.92).” “Bir buçuk saat sonra Karmat eli boş döndü, çünkü aslında
ormanda birkaç tavşan görse de elinde avlanmaya uygun pek bir silah yoktu… Ateşi
tazeleyip çimenlere uzandı ve beklemeye başladı (94 – 95).”
Romanın kurgusunu düşlemsel (fantastik) öğeler oluşturmaktadır. Karayılan’ın
konuşması ve olağanüstü planlarını oluşturabildiği zekası; insan, büyücü ve cüce olmak
üzere üç ayrı halkın aynı topraklarda yaşamaları ve yaşam biçimleri; Kadabrant adlı
80
cücelere ait değerli taşın Karayılan’ın söylemek istediklerinin tersini söylettirmesi ve
sonunda onu yakarak öldürmesi düşlemsel (fantastik) merak öğelerini oluşturmaktadır.
Elannur, Karmat ve Gredo’nun yolculukları sırasında birbirlerine aşık olmaları
ve Gredo’nun Elannur’a şiir okuması romanın duygusallık öğesini oluşturmaktadır. Üç
halkın Karayılan’ın yalanlarını anlaması ve birbirlerine karşı yeniden dostça duygular
beslemeye başlamaları; iki gencin evlenmesi duygusallık öğesini olması gerektiği gibi
okura sunduğu söylenebilir.
Düşlemsel (fantastik) bir kurguya sahip olan Karayılan kitabının başından
sonuna değin olayların neden ve sonuçları dizisel bir şekilde verilmiştir. Bu
belirlemelerle kitapta rastlantısallık, abartılmış merak ve duygusallık öğelerine yer
verilmediği söylenebilir.
Olaylar, kahramanların kişiliklerine uygun biçimde eylemleri ve sözleriyle
birlikte verilerek tarafsız bir anlatımın yeğlendiği söylenebilir. Bu tarafsız anlatım
biçimi, okurun belleğinde iyi kötü ayrımına kendi seçimleriyle vararak doğal bir eleştiri
ortamı oluşturmasına olanak sunabilir.
Yapılan belirlemelerle Karayılan romanı, okurun düş ve düşlem gücüne etki
ederek yazar – kitap – okur etkileşimine olanak sağlayabilecek niteliklere sahiptir
denilebilir.
3.5.3. İleti
Kitabın ana iletisini, yalan söyleyen insanların er ya da geç yalanlarının ortaya
çıkması ve bunun sonucunda kendilerine zarar vereceği oluşturmaktadır. Yazar bunu,
Karayılan isimli zeki ve katı yürekli bir kahraman üzerinden okura sunmaktadır.
Yan iletiler ise açık ve kapalı olarak okurla buluşturulmuştur. Açık iletiler,
kahramanların bir olay karşısında söylediği sözlerle sezdirilmeye çalışılmıştır. Yaşlı
Kem, üç ortakla Karayılan’ın evine gitmek için yola çıkmaya hazırlanmaktadır. Nefes
nefesedir; ama bir an önce yola çıkarak işlerini bitirmeleri gerektiğini belirterek
81
zamanın önemini şöyle vurgulamaktadır: “Zamanında yapılmayan işten hayır gelmez
zaman tüm işlerin aslıdır çünkü (s.142).”
Cücelerin ağası Karatir, atalarından miras kalan ve kaybolan Kadabrant taşını
kardeşinin çaldığı düşüncesine kapılmak istememektedir. Çünkü kardeşinin her şeyden
daha önemli olduğunu ve belki de kaybolmuş olabileceğini düşünmektedir. Bir süredir
emrindekilere ve çevresindeki diğer kişilere karşı sinirli ve mutsuz olan Karatir
düşüncesini değiştirir. Bunun sonucunda da mutlu ve olumlu düşüncelere sahip olmak
gerektiğini şu tümcelerle vurgulamaktadır: “İşte mutlu olmak için bir tek gülümseme
görmek ve ona karşılık vermek yeterliydi aslında (s.152).” Okur bu iletiyle önyargılı
olmamak ve kaybolan ne olursa olsun kardeşlikten daha önemli olamayacağı
düşüncesine ulaşabilir.
Yazar, savaşın kiminle ne için yapılırsa yapılsın kötü bir şey olduğunu sunulan
şu tümcelerle okurla buluşturmaktadır: “Artık sadece cesetleri toplaması için
görevlendirilen askerlerin sessiz uğraşı kalmıştı. Yaralılar elden geldiğince tedavi
ediliyor, savaşamayacak durumda olanlar geriye, evine gönderiliyordu, ama arabalar
daha çok cesetle dolmuştu (s.171).” “Bu savaş, tıpkı diğer her savaş gibi, hazineden ve
iktidardan önce gözü yaşlı kadınlar ve babalarının nereye gittiğini bilmeyen yetim
çocuklar doğurmuştu (s.172).” Günümüzde de yakınında veya uzağında bu biçimde
olaylarla karşı karşıya gelen okur için kurgulanan bu ileti bir duyarlık oluşturabilir.
Romanın örtük olarak verilen iletileri kitabın bütününde ortaya çıkmaktadır.
İmgesel bir anlatıma başvurulmuştur. Bu imgeselliğin de okura çok katmanlı bir
anlamsal yapıyı sunduğu söylenebilir. Yazar, yüzeysel yapıda kötü bir karaktere sahip
Karayılan’ın iyi karakterlere sahip Bartholia’nın üç halkını kandırarak birbirlerine
düşürmesini anlatırken derin yapıda da toplumsal ilişkilerde iktidar savaşımının
insanların yaşamlarına etkilerini anlatmaktadır. Okuma eylemini bitiren okur, iyinin ve
kötünün savaşımı sonucunda iyinin üstün gelmesiyle yalan söylemenin ve kötülüğün
hiçbir zaman başarılı olamayacağı düşüncesine ulaşarak yaşamına yansıtabilir.
82
3.5.4. Dil ve Anlatım
Baş kişisi yılan olan yazar anlatıcılı bir anlatım kullanılmıştır. Anlatımda
karmaşık olmayan dizisel anlatım yeğlenmiştir. Anlatıcı, yer yer olay ve durumlarla
ilgili kendi düşüncelerini dile getiren söylemler kullanmıştır: “O mücadeleyi belki
başka zaman anlatırım, çünkü buraya sığdıramayacağım kadar çok şey
yaşanmıştır(s.15)”, “Bunun onları neden bu kadar etkilediğini açıklamak zor. Her
toplumun garip inançları vardır, bazıları gece olduktan sonra tırnakların kesilmesini
katiyen doğru bulmazlar mesela (s.149).”
Anlatımda sıklıkla benzetmelerden ve betimleyici anlatımlardan yararlanılarak
yazınsal bir etki yaratılmıştır: “Sağa sola bakıp düşündü ve başını kaldırıp bir kule gibi
yükseldi (s.19).”, “İşte o berrak gecede uzaklardan tepelerin zirvelerine dikilmiş inci
gibi…(s.23).”, “Tamamıyla kusursuz gibiydi. Küçük bir tabureye oturmuştu; uzun, düz
bir asaya dayanıyor, tekerleme gibi bir şeyler sayıyordu (s.32).”, “Üzerinde tek bir
renksiz taş olan gümüş bir taç giymişti. Kara saçları ince ince örülmüştü. Altın
düğmeleri olan ak kaftanı kumaş pabuçlarına kadar uzanıyordu (s.45).”, “Kısa süre
sonra yürüyebilecekleri kıyı ancak bir metre genişliğindeydi ve hemen ardında
tırmanılması imkansız dev kayalardan bir duvar yükseliyordu (s. 110).”
Anlatının başında kurguyla ilişkili olarak bir giriş eklenmiştir. Metin hakkında
açıklamalar yer almaktadır. Bu açıklamalar, yazarın anlatıyı yazmasıyla ve anlatının
konusuyla ilgilidir. Okur, sunulan girişle birlikte yazar anlatıcılı bir kurguyla
karşılaşacağını düşünerek anlatının içeriğine ilişkin algılarını devindirebilir.
Olaylar birbirini tamamlayacak biçimde verilmiştir. Olayların devingenliğini de
çeşitli soru tümceleriyle atılan merak düğümleri oluşturmuştur: “Yakınlarda
gözetlenecek ne olabilir ki (s. 12)?”,“Ne gelecekmiş başımıza (s.131)?”
Sözvarlığı çocuğun anlam evrenini yansıtacak biçimde oluşturulmuştur.
İkilemelerin, yansıma ve pekiştirme sözcüklerin sıklıkla kullanımı görsel ve işitsel bir
etki uyandırmaya olanak sağlayabilir: “sık sık (s.9)”, “yavaş yavaş (s.18)”, “sıra sıra
(s.23)”, “bukle bukle (s.24)”, “tıslayan (s.25)”, “acı acı (s.25)”, “fısıldaşma (s.28)”,
“pıtırdayarak (s.33)”, “kıvır kıvır (s.35)”, “dalgın dalgın (s.37)”, “nazlı nazlı (s.44)”,
83
“simsiyah (s.45)”, “bembeyaz (s.46)”, “mırıldandı (s.47)”, “kıvır kıvır (s.51)”, “fısıltı
(s.53)”, “uzun uzun (s.60)”, “ara sıra (s.61)”, “çakmak çakmak (s.65)”, “sıra sıra
(s.75)”, “açık açık (s.79)”, “pırıltılar (s.84)”, “tek tek (s.90)”, tepe tepe (s.93)”, “parıltısı
(s.93)”, “şırıldamaya (s.97)”, “gürüldeyen (s.97)”, “adım adım (s.97)”, “yer yer (s.98)”,
“art arda (s.98)”, “homurdanmadan (s.102)”, “höpürdeterek (s.103)”, “derin derin
(s.110)”, “teker teker (s.112)”, “sakin sakin (s.114)”, “birer birer (s.116)”, “ılık ılık
(s.116)”, “kıvrıla kıvrıla (s.120)”, “bambaşka (s.128)”, “salına salına (s.129)”,
“çatırdayarak (s.130)”, “tıkır tıkır (s.132)”, “şaşkın şaşkın (s.135)”, “güm güm (s.139)”,
“diken diken (s. 144), “ışıldarken (s.145)”, “büsbütün (s.149)”, “gıcırtılar (s.151)”, “deli
dolu(s.154)”, “dosdoğru (s.159)”, “çarçabuk (s.166)”, “kıpkırmızı (s.167)”, “kapkara
(s.169)”, “sımsıkı (s.172)”, “sürü sürü (s.174).”
Romanda duygu ve düşüncelerin sunulmasında deyimlerin ve atasözlerin de
sıklıkla kullanıldığı belirlenmiştir. Bu kullanımlar, okurun sözvarlığının gelişmesini
sağlayabilir. Atasözleri ve deyimler kurgunun içinde anlamlanabildiği için okurun
keşfetme güdüsüne ve sözvarlığını geliştirmesine katkıda bulunabilir:“… şaşırtıcı
şeylerin merakına kapılarak uzun süre kulak kabarttılar (s.20).” “O zaman hepsinin
canını okuyabilirim (s. 49).”, “Ağanın casusları her köşede konuşulanlara kulak
kabartıyor (s.60).”, “ Çivi çiviyi söker (s.60).”, “Pek konuşkan bir cüce değildi ama
kulağı delik biriydi (s.67).”, “Çantaları kaldırıp bir iz arar gibi göz gezdiren
cüce…(s.116).”, “Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır (s.121).”, “…kuruntu duymaktan
akıllarını başlarına toplayamıyorlardı (s.125).”, “Büyücüler buz kesmişlerdi adeta
(s.167).”, “Hızlı bir darbeyle gözleri fal taşı gibi açılmış…(s.173).”
Romanın baş kişisi olan Karayılan karakteri geliştirilirken konuşma,
mücevherlere önem verme, akıl gibi öğelerle geliştirilerek kişileştirmeye
başvurulmuştur. Bu durumun inandırıcılık öğesini pekiştirdiği söylenebilir.
Bölümlerle ayrılan kurgunun okur için kolaylık sağlayabileceği düşünülebilir.
Ancak bölüm isimlerinin doğrudan içeriği yansıtan söylemler olması, okurun merak ve
keşfetme güdüsünü devindirici nitelikte olmadığı belirtilebilir.
Kitapta dizgi hatalarına rastlanmamaktadır. Ancak Türkçe sözcükler yerine
sıklıkla Arapça ve Farsça sözcükler yeğlenmesi okurun doğal bir Türkçe öğretim ortamı
84
ile buluşmasına engel oluşturabilir:“irfan, cenk (s.16)”, “habis (s.17)”, “maiyet (s.46)”,
“itimad (s.56)”, “ihtimam (s.58)”, “mahmuzlayıp (s.63)”, “vuku bulmuştu (s.64)”,
“umumi(s.67)”, “ebediyet (s.68)”, “muazzam (s.71)”, “tasavvur, kafi (s.84)”, “mecali
(s.86)”, “muntazam (s.92)”, “techizat (s.95)”, “müşfik (s.96)”, “vakıf (s.100)”, “emare
(s.101)”, “adab-ı muaşeret (s.103)”, “hakiki (s.104)”, “müsamaha, melun (s.105)”,
“ihtar, ihtiyat (s.106)”, “kabil (s.108)”, “kudret (s.120)”, “tebessüm, müşkül (s.121)”,
“nida (s.123)”, “zan (s.124)”, “haleti ruhiyesi (s.125)”, “tebaası (s.127)”, “mektebe
(s.130)”, “muhafaza (s.131)”, “ekseriyetle (s.149)”, “namüsait (s.165).”
Yapılan belirlemelerle Karayılan kitabında yeğlenen Arapça ve Farsça sözcük
kullanımlarının sıklığı dışında dil ve anlatım özelliklerinin okurun düzeyine uygun
olduğu düşünülmektedir.
3.5.5. Görsel Bir Uyaran Olarak Resim
Karayılan, on yaş ve üstü çocuklara seslenen düşlemsel (fantastik) bir romandır.
Bu dönemdeki çocukların yaş grubu özelliklerine göre resimlerin yerini dilsel ifadeler
almaktadır. Çocuklar, kitapta geçen dilsel ifadeleri belleklerinde canlandırarak bilişsel
ve duyuşsal algılarını harekete geçirebilirler. Bu nedenle, sadece kitabın başında bir
haritaya yer verilmiştir. Bu harita, kitabın kurgusunun oluşturulduğu kurmaca bir bölge
olan Bartholia bölgesidir. Gerçekte var olmayan bir yer olan Bartholia ve adı geçen
diğer yerlere (Ansula, Yurdahu, Neroa, Yaradlum, Kara Irmak, Yörük Toprakları)
ilişkin okurun kurmaca bir gerçekliği düşleminde kurmasında yardımcı olabilir.
3.5.6. Genel Değerlendirme
Karayılan romanı, düşlemsel (fantastik) bir gençlik romanıdır. Kurgunun
konusunu yalan söylemenin, söyleyen ve kandırılan insanların başına neler açabileceği
oluşturmaktadır. Soyut kavramlar olan başta yalan söylemek ve zamanın önemi,
dostluk, barış gibi diğer öğelerle desteklenen kurgu, okura baş kişi olan Karayılan ve üç
halkın yaşadıkları üzerinden sunulmuştur. Soyut gerçekliğe sahip iletiler, çocukların
ilgisini çekebileceği bir hayvanın konuşması, büyüler ve yolculukta geçen serüvenlerle
somutlaştırılmıştır.
85
İnsanların ve toplumların güç savaşımında çocuklara anlatılmakta güçlük
çekilebilen konuların anlatımı ne basit ne de baskıcı bir anlatımla sunulmuştur
denilebilir. Sorgulamadan kendi çıkarlarını yücelttiği için Karayılan’a inananlar ve
sorgulayarak gerçeğin peşine düşenler olarak iki ayrı bakış açısı sunmaktadır. Kitabın
sonunda ise, sorgulamadan barış içinde yaşadığı insanlarla yaşadığı kötü olaylar
sonrasında baskıcı yaklaşımın ve sorgulamanın önemini okura sezdirdiği ve bu yönüyle
okura eleştirel bakış açısı kazandırabileceği söylenebilir.
Roman, güç savaşımında ikiyüzlülük ve çıkar ilişkilerini de gözler önüne
sermektedir. Okura, yaşananlardan ve kayıplardan sonra Yaşlı Kem’in de yardımıyla
kandırıldıklarının bilincine varan insanların, yalanın insanı nasıl değiştirdiğini, onu nasıl
çıkarcı ve tuhaf bir varlığa dönüştürdüğünü yakından görmesine olanak sağlayabilir.
Kurmaca bir evrene ilişkin Karayılan ve üç halkın yine kurmaca olan bir bölgede
yaşadıkları okuru alışılmışın dışında bir kurguyla buluşturmaktadır. Değerleri edinme
sürecinde olan okur için kötülük ve insanları birbirlerine düşürerek kazanım elde etme
durumları okurun gerçek yaşamda karşılaşamayacağı karakter ve anlatımla
sunulmaktadır. Bu nedenle yazarın yeni bir kurgusal gerçeklik oluşturduğu söylenebilir.
Amacı okura insanı ve yaşamı tanıma olanağı sunan çocuk edebiyatı yapıtlarının
dil ve anlatım özellikleri de özenle seçilmelidir. Bu yönüyle, kitabın Türkçe sözcüklerin
kullanımından çok, farklı kökenli sözcükleri sıklıkla yeğlemesi bu amacın
gerçekleşmesine katkıda bulunmadığı belirtilebilir. Sözvarlığı öğelerinin kurgu içinde
anlamlandırabilecek biçimde kullanılması ise bu amacın gerçekleşmesini sağlayabilecek
nitelikte olduğu belirtilebilir. Çatışmalarla uyandırılan merak, düşlemsel (fantastik)
öğelerle iç içe geçerek okur için okuma isteği uyandırabilir ve gelişim sürecine katkıda
bulunabilir.
86
3.6. ÖLÜM BUGÜN HASTA
Kurgu – 1 Gıda Basın Yayıncılık
1.Basım Kasım / 2012
Yazarı: Hande BABA
Sayfa Sayısı: 159
3.6.1.Karakterler
Bir Avuç Çikolata’da baş kişi, genç bir kızdır. İyimserliği ve çocuk saflığıyla
okura tanıtılan kız çocuğu, bakkalın ona her seferinde verdiği renkli çikolata kağıtları
gibi sahip olabileceğini sandığı yaşama kavuşamamaktadır. Değişim göstermediği için
devingen bir karakter değildir. Genç kızı çikolatalarla kandırarak iyimser olduğuna
inandıran bakkal ise, öykünün başında iyi iken sonunda yalan söylediği ortaya çıktığı
için devingen bir karakter olduğu söylenebilir. Kız, masumluğun simgesiyken; adamın
ve kızın ailesinin çıkarcılığın simgesi olduğu söylenebilir.
Kırmızı Balıklar’da çocukluğunda küçük yerlerin güzelliği ile yaşayan bir
kadının büyükşehirde yaşamasına karşın doğal güzelliklere karşı duyarlığını
kaybetmemesi anlatılmaktadır. Küçük yerlerin yaşamını ve doğallığını okura anlatan
bir kahraman olarak öne çıkar. Yeni ve eski ikilemi içerisinde duygularını okura
yansıtarak daha çok mal sahibi olmak isteyen insanların yaşamlarının sığlığını ortaya
koymaya çalışmaktadır. Bu durum, okurda doğal güzelliklere ilişkin bir duyarlık
oluşturabilir.
Uzun Bir Gece’de baş kişi, Zeynep’tir. Zeynep sevgisi ve gururu arasında
kalarak gururuna yenik düşen ve sevmediği biriyle evlenecek olan bir kahramandır.
Öykünün yan kişileri olan ayrıldığı sevgilisi Kerem, evleneceği kişi olan Ali ve
Zeynep’in babası Aydın Bey duygu durumlarıyla geliştirildikleri için kişinin kendisiyle
olan çatışmalarını oluşturmaktadırlar: “‘Evinin gömüldüğü karanlığın içinde
‘Vazgeçtim, vermiyorum kızımı’ dedirtecek cesareti arıyor(s.25)!.”
87
Öyküde kişinin kendisiyle olan çatışmalarını oluşturan diğer bir öğe ise toplum
baskısı yüzünden düşündükleridir: “Annesi de, babası da farklı sözcüklerle aynı şeyi
anlatmıştı: ‘Olmaz, ayıp olur! Ne deriz insanlara (s.24).’”
Ölüm Bugün Hasta’da baş kişi olan kadın, babasına karşı beslediği büyük
sevgisi ve onu kaybedecek olmanın verdiği korkuyla geliştirilmiştir. Babası ise, deniz
sevgisiyle öne çıkmaktadır. Bu durumun kişi – doğa çatışmasını örneklediği
belirtilebilir: “ ‘Onun gücü karşısında öyle zavallıyız ki… Ne yazık ki bu güce saygı
göstermeyecek kadar da ukala ve benciliz. Deniz, kenarındaki kayaları çarpa çarpa
eritir. O heybetli kayalardan kum yapar kendine’ derdi (s.35).” Ayrıca insanların ölüm
karşısında duydukları soğukluk ve çaresizlik de baş kişi aracılığıyla okurla
buluşturulmuştur: “Sabah onu gördüğümdeyse alt dudağı her zamanki gibi değildi; işte
o an bir şeylerin bitimine yaklaştığımızı anlamıştım (s.29).”
Çeyiz Sandığı adlı öykünün baş kişisi Gülay, evliliğe yaşının verdiği çocukluk
masumiyetiyle, neşesiyle hazırlanır. Evlendikten sonra gittikçe tüm yaşama sevincini
kaybeden bir karakter olarak okura tanıtılmaktadır. Bu nedenle, Gülay için devingen bir
karakterdir denilebilir. Yan kişiler ise Gülay’ın annesi Aynur ve Gülay’ın arkadaşıdır.
Annesi Aynur Hanım, kızının yaşını önemsemeden onu evlilik yaşına gelmiş bir genç
kız gibi görerek evlenmesine destek olmasıyla küçük yaşta yapılan yanlış evliliklerin
sebebini simgelerken arkadaşı bu duruma karşı olmasıyla çözümü simgelemektedir.
Çeyiz sandığı ise Gülay’ın sevinçlerini, umutlarını ve gençliğini alan bir öğe olarak
okura tanıtılmaktadır: “… bir yandan da elimdeki keserle çeyiz sandığını parçalamaya
başlamıştım. Sandık paramparça olunca gözlerimden akan yaşlar dinmese de, nisan
yağmuru gibi, altında olmaya doyulmaz bir hal aldı, içimdeki sıkıntı dağıldı, yok oldu
(s.44).”
Ciğer Kokusu adlı öykünün baş kişisi Münevver Teyze’dir. Münevver Teyze,
yaşadıkları zorluklar, ölüm ya da terk etmeyle kaybettiği yakınlarına karşın torunu
Ayşegül’le birlikte mutlu olmayı bilen, umudun simgesi durumundadır. Öykünün
anlatıcısı olan Ayşegül’ün arkadaşı, evin durumu, Münevver Teyze’nin Ayşegül’e
bakıp okutabilmek için ciğer kesmesi ve onun kokusuyla yaşadığı duygularını anlatarak
okura yaşanılan durumu betimlemektedir: “Ayşegül’e bakmıştım; yıpranmış tertemiz
giysilerine, neredeyse dibine gelmiş kurşun kalemine… Kalemin, ancak sımsıkı
88
kavrayan parmaklara sadakat göstereceğini o anda fark etmiştim. Ciğer kokusu
kaybolup gitmişti… Yetmiş yaşındaki kadının çizgilerinin derinliği kokuyu emip
sindirmişti (s.51).”
Sadece Yüzmek İstiyorum adlı öyküde baş kişi olan kadın kahraman, bir otel
odasının balkonunda yaşamına ve babasının ölümüne ilişkin duyumsadığı duygularla
geliştirilmiştir. Kişinin kendisiyle olan çatışmalarına örnek olarak şu tümceler
verilebilir: “Ufukla öpüşen maviliğin, geceyle buluşup laciverde döndüğü noktada,
babamın olmayacağını fısıldayan içimdeki sesi duymazlığa geliyorum. Bundan sonra
kimin omzunda ağlayacağım? diye düşünüyorum (s.63).”
Çantamdaki Kuvars adlı öykünün baş kişisi aynı zamanda anlatıcı olan genç
mühendis bir kadındır. Kadın kendini ve kendi gibi mühendis olan arkadaşı Gül’ün
işverenlerinin eşleri tarafından “dost” olarak nitelendirilmelerine karşın işlerini en iyi
biçimde yapmaya devam ederek güçlü kadını simgelemektedirler.
Kirli Beyaz’da baş kişi olan anne, çocuğunun okul kaydını yaptırabilmek için
kendini satarak parayı bulmaktadır. Bu durumla, anne fedakarlığını, kadınların
yaşadıkları zorlukları ve insanların önyargılı olmasını okura anlatan bir simge
durumundadır.
Beyaz Ekmek’de baş kişi olan küçük çocuk o gün kuyrukta beyaz ekmek
alabildiği için mutlu olmasıyla küçük şeylerle mutlu olabilme öğesini okura
sezdirebildiği söylenebilir.
Görünmez Gece’de yaşamının son günlerini yaşayan baş kişi olan bir adamın,
tesadüfen karşılaştığı bir ilanla birlikte karamsar olan duygu durumunun yerini huzur
ve umut almaktadır. Bu yönüyle kahramanın değişim gösterdiği için devingen olduğu
söylenebilir. Ayrıca evini, organlarını satan çaresiz birine bağışlamasıyla
yardımseverlik öğesini de okura sunabileceği söylenebilir.
…Ve Perde Kapandı öyküsünde eşinin, başka bir evlilikten iki kızının olduğunu
öğrenen bir kadın karakter baş kişiyi oluşturmaktadır. Kadının kendi evliliği ve eşinin
iki kızının babasız büyümesi arasında kaldığı ikilem ana çatışmayı oluşturmaktadır.
89
Cılız Örgü adlı öyküde fedakar bir anne baş kişiyi oluşturmaktadır. Kahraman
fiziksel özelikleriyle okura sunulmaktadır: “Onca ağırlığın altında dimdik duran
boynundan omza doğru süzülür cılız örgü. … Memenin şişkin ucunu bulduğunda fark
eder, kadının göbeğine ulaşmasına milimler kaldığını (s101 -102).”
Boş Tabak adlı öykünün kahramanı genç bir kadındır. Kadının çocukluğunda
yaşadığı ‘tabağı komşuya boş vermemek’ öğesi ise geleneği simgelemektedir.
Çakır Gözlü Misafir adlı öykünün baş kişisi geçmişte yaşadığı tecavüz
olayından bir çocuğu olan ve başkasıyla evlendirilen, şimdilerde ise evliliğinden sekiz
çocuğu olan Gülbahar’dır. Gülbahar, yaşadığı tecavüz olayının geçmiş ve gelecekte bu
olayı yaşayan kişilerin ve onların etrafında bulunan kişilerin yaşadığı olumsuzlukları
okura sunmaktadır.
Rüzgar Almayan Liman öyküsünün baş kişisi bir anne, yan kişisi ise oğludur.
Anne, öyküde yardımseverlik ve iyiliği simgelerken; oğlu da bu öğelerin okurla
buluşmasına olanak sağlamaktadır. Öykünün adı ise soyut olan iyimserlik öğesini
soyutlaştıracak biçimde okura sunmaktadır.
Sır adlı öykünün baş kişisi bir anne, yan kişileri ise oğlu ve onun arkadaşıdır.
Anne, doğaya ilişkin bir duyarlık olan kağıtların geri dönüşümünü düşünce ve
eylemleriyle okura yansıtmaktadır.
12 Eylül’de Bıraktığım Elin Sahibine ve 12 Eylül’de Kaybolan Mavi Bisiklete
öykülerinde ise yaşanan rehin alınma olayı ve çok isteyip binemediği mavi bisikleti
anlatan, o zamanlar çocuk olan ama şimdilerde yetişkin bir kadın olan karakter baş
kişiyi oluşturmaktadır. Olaylar kahramanın duygu ve düşünceleriyle geliştirilmiştir.
Kitaptaki öykülerin karakterleri incelendiğinde sıklıkla kadın, çocuk – kadın
kahramanlar yer almaktadır. Kahramanlar, duygu ve düşünceleriyle geliştirilerek
okurla buluşturulmuştur. Kadın kahramanlar günümüzde de devam eden geçmişten
geleceğe kız çocuklarının ve kadınların yaşadıkları sorunları durağan karakterler
çerçevesinde sunmaktadır. Yazarın öykülerde yer alan baş kişileri bayan olarak
kurgulamıştır. Baş kişi olan kız / kadın karakterlerin sürekli olumsuz olaylar
90
yaşamaktadırlar. Bu seçim, okurun cinsiyet ayrımcılığına ilişkin düşüncelere sahip
olmasına neden olabilir.
Öykülerde yer alan bayan karakterler, sıklıkla güçsüz olarak kurgulanmıştır. Bu
da, okurun belleğinde kadın öğesinin olumsuz yapılanmasına neden olabilir.
Karakterlerin bayan olması ve mağdur olmaları merak öğesinin oluşmasına olanak
sağlamayabilir. Ayrıca yapılandırılan kurgu ve kurguyu yansıtan karakterler olan
bayanların kendileriyle ve kişilerle olan çatışmalarının uzun ve soyut tümcelerle
kurgulanması okurun yaş özellikleri düşünüldüğünde yaşama ait duyarlık
oluşturmasına olanak sağlamayabilir.
3.6.2.Konu
Ölüm Bugün Hasta adlı öykü kitabında Bir Avuç Çikolata, Kırmızı Balıklar,
Uzun Bir Gece, Ölüm Bugün Hasta, Çeyiz Sandığı, Ciğer Kokusu, Karanfil Oyalı
Yazma, Sadece Yüzmek İstiyorum, Çantamdaki Kuvars, Kirli Beyaz, Beyaz Ekmek,
Görünmez Gece, …Ve Perde Kapandı, Cılız Örgü, Boş Tabak, Çakır Gözlü Misafir,
Rüzgar Almayan Liman, Sır, 12 Eylül’de Bıraktığım Elin Sahibine, 12 Eylül’de
Kaybolan Mavi Bisiklete adlı yirmi öykü yer almaktadır.
Bir Avuç Çikolata’da, ailesi tarafından gerektiği değeri göremeyen ve
okutulmayan bir kız çocuğu ara sıra da olsa gittiği bakkaldan renkli kâğıtlara sarılan
çikolatalar alır. Adamın iyi biri olduğunu düşünse de adam ona farklı bir gözle
bakmaktadır. Bir gün kek götürmek için gittiği bakkal “Gönlüm var sende, kaçar mısın
benimle (s.10)?” diye sorar ve adamla kaçar. Adam evli olduğunu söylemeden onu bir
akrabasının yanına, sonra da evine kuma olarak götür. Kızın ailesi olanlara karşılık bir
miktar süt parasıyla adamın işlettiği bakkalı devralır. Renkli kağıtlara sarılı çikolatalara
aldanarak iyi sandığı adam farklı bir kişiliğe dönüşürken hayal ettiği yaşam
gerçekleşmez. Kaçırırken adamın büyükşehirde yaşatacağım sözleri gerçek olur ama
bir kuma ve kayınvalidesiyle…
Ailesinden beklediği ilgiyi göremeyen ve baskı altında yetişen bir kız
çocuğunun renkli çikolataların büyüsüyle evinden kaçışını ve mutsuz geçirilen bir
yaşamı anlatmaktadır.
91
Kırmızı Balıklar’da, büyükşehirden teyzesini ziyarete giden kadın, otobüste
çocukluğundaki gibi yemyeşil ağaçları ve bahçesi olan, masmavi gökyüzüne sahip,
insanı dinlendiren kasabaya ulaşma heyecanındadır. Çocukluğunda okulların
kapanmasına bir hafta kala gün sayarken şimdi de yolculuğun bitmesi için dakikaları
saymaktadır. Otobüsten inmesiyle eskiden toprak olan garaj şimdi betonlaşmış haliyle
onu karşılar. Eve gitmeden önce derin derin nefes alarak havasını içine çeker ve
teyzesinin evine doğru eskiden bildiği kestirme yola doğru gider. Ancak
çocukluğundaki sokağı bulamaz. Yaşlı bir adama sorar; ama adam da o sokağın epeydir
olmadığını, oradaki evleri aynı müteahhidin alarak yolun yeni yapılan evlerin altında
kaldığını söyler. Teyzesinin evine varıp sohbet ettikten sonra yemek için limon lazım
olunca bahçeden koparıp geleceğini söyler. Ancak teyzesi bahçenin artık olmadığını,
toprağı verdiklerini ve otel yapıldığını söyler. Bunun üzerine eniştesinin bahçeye gözü
gibi baktığını, bahçede olan ağaçları, ekilen sebzeleri, bahçedeki havuzun içinde
besledikleri kırmızı balıkları ve geçirdikleri o güzel günleri anımsar. Teyzesi
çocuklarının isteği üzerine yaptıklarını, kendine de bir daire vererek dayayıp
döşediklerini, böylesinin daha iyi olduğunu söylese de sonunda tutamaz kendini ve
gerçek düşüncelerini açıklar: “İyi ki yaşlandım, iyi ki daha çok yaşamayacağım.
Torunlarımın dört bir yana dağılışını, iş bulmak için oradan oraya koşuşturmalarını,
toprağımın üstünde başkalarının yaşadığını göremeyeceğim (s.22).” Geçmişte
yaşadıkları o güzel günleri tekrar anımsayarak hemen bir ağaç dikmek ister. Çünkü o
ağacın büyüyüp derinlere kök saldıkça yaşama daha iyi tutunabileceğini düşünür.
Öykü, günümüzde yapılan yüksek ve taş yığını olan evlerin, otellerin eskiden
insanların yaşamlarında büyük yeri olan güzel bahçelere, evlere ait olduğunu ve o eski
güzelliklerin insanların daha çok mal sahibi olabilmek için yok edişlerini
anlatmaktadır.
Uzun Bir Gece adlı öyküde, Zeynep ve Kerem birbirlerini sevmektedirler.
Ancak Kerem evli olduğunu Zeynep’e söylememiştir. Gerçeği öğrenen Zeynep,
Kerem’e olan kızgınlığından dolayı kendisini isteyen Ali ile evlenmeye karar verir.
Düğünden önceki gece Kerem, Zeynep’e verdikleri sözü tutmayarak başkasıyla
evlenmesinin; babası Aydın Bey, kızını istemediği biriyle evlendirecek olmasının; Ali,
gerçeği bilerek Zeynep’in yaşamına girecek olmasının; Zeynep ise, istemediği biriyle
evlenecek olmasının verdiği çaresizlik içinde düşünmektedir. Hiç kimsenin razı
92
olmamasına karşın Zeynep, Ali ve çevresine verdiği sözden dolayı istemeyerek de olsa
evlenir.
Öykünün konusunu, sevdiği tarafından kandırılmış olan bir genç kızın
istemeyerek de olsa çevresinin tepkisinden çekinerek sevmediği bir adamla evlenme
kararı alması ve bu karardan geri dönememesini anlatmaktadır.
Ölüm Bugün Hasta ‘da, babası hasta olan bir kadının babasının son günlerinde,
onun telefonuyla birlikte denize olan özlemini gidermek için sahile giderek geçirdikleri
bir günü anlatmaktadır. Babasının ölümünden iki yıl sonra mezarının karşı tepesinden o
günü anımsayarak anlatmaktadır.
Öyküde babasına oldukça düşkün olan bir kadının babasının son isteğini ve en
büyük tutkusunu yerine getirmesini ona olan sevgi ve düşünceleriyle anlatarak hala
yaşamımızda olan insanların değerine dikkat çekmektedir.
Çeyiz Sandığı adlı öyküde, Gülay adında on beş yaşlarındaki bir kızın kendi
isteğiyle evlenmesi ve ailesinin de ona bu konuda hiçbir uyarı yapmaması
anlatılmaktadır. Gülay neşeli, içi içine sığmayan, şakacı ve hala çocukluğunun verdiği
saflıkla çeyiz alışverişi yapmaktadır. Arkadaşı ise onun bu kararına karşı çıkmakla
birlikte annesinin onaylaması yüzünden bir şey yapamamış ve Gülay evlenmiştir. Çeyiz
sandığına kadar her şeyi alınmıştır. Arkadaşı evlendikten sonra evini, birinci ve ikinci
çocuğunu görmeye gittiğinde Gülay’ın her seferinde biraz daha mutsuzlaştığını görerek
eski hallerinden eser kalmadığını düşünmektedir.
Bir gün Gülay’ın annesi Aynur, arkadaşını arayarak Gülay’ın onunla konuşmak
istediğini söyler. Kocasının Gülay’ı evlendikleri günden itibaren şiddet göstererek
aldattığını öğrenir. Arkadaşı, Gülay’ın yaşamındaki her şeye yeniden başlayabilmesi
için Gülay’ı lise ve ehliyet sınavlarına yazdırır. Sonra da üniversiteye giderek
yaşıtlarıyla arasındaki farkı kapatabileceğini söyler; ama bir süre sonra Gülay yine
çocukları için eşine döner. Aradan sekiz ay geçtikten sonra bir gün arkadaşının içi
daralır ve Gülay’ın evine gider. Bahçede bulunan evden atılmış çuvalları, çeyiz
sandığını görür ve kapıyı çalar. İçeriden Gülay’ın çocukları “Babamdır, açmayın
93
kapıyı, ne olur açmayın, içeri girerse annemi döver (s.44)!” dediklerini duyar. Arkadaşı
eline bahçede gözüne ilişen keseri alır ve çeyiz sandığını parçalar…
On beş yaşlarındaki bir çocuğun verdiği kararın doğruluğunu ve yanlışlığını
görmezden gelerek evlendiren bir annenin, kızının ve torunlarının yaşamlarını nasıl
etkilediği anlatılmaktadır.
Ciğer Kokusu’nda, Münevver Teyze ve Ayşegül adında birlikte yaşayan
babaanne ve torunun yaşamlarında karşılaştıkları zorluklara karşın şükür ve umutla
yaşamalarını ve kurtuluşun okumakta olduğunu düşünmelerini anlatmaktadır.
Münevver Teyze eşi, iki oğlu ve gelinleriyle kalabalık ve mutlu bir yaşam sürerken
torunu Ayşegül’ün annesinin ölmesiyle oğlu da Almanya’ya çalışmaya gider. Orada bir
kadınla yaşamaya başlayarak onları terk eder. Diğer oğlunun da hayırsız çıkması ve
eşinin ölmesiyle Münevver Teyze, torunu Ayşegül’le yaşamaya başlar. Geçimlerini bir
lokantaya ev yemekleri yaparak ve ciğer doğrayarak sağlarlar. Tüm bu zorluklara
karşın Münevver Teyze, torunu Ayşegül’ün giysilerine, yemeğine ve özellikle de
okumasına büyük önem verir. Evine ders çalışmaya gelen arkadaşı evin eskiliği,
yaşadıkları zorluklar ve evi saran ciğer kokusuna karşın Ayşegül’ün sürekli ders
çalışmasına tanık olur. İlk geldiğinde evdeki ciğer kokusundan rahatsız olan arkadaşı
yaşadıklarını görüp dinledikten sonra Münevver Teyze’nin ter kokusunu ve eve sinen
ciğer kokusunu asla unutmaz.
Önceden kalabalık olarak yaşayan bir ailenin ölüm ve terk ediliş gibi
sebeplerden dolayı yalnızlaşmasına karşın Münevver Teyze’nin şükür ve umutla
torununu okutmak için yaşadıklarını, onlara ders çalışmaya giden bir arkadaşının
gözünden anlatılmaktadır.
Karanfil Oyalı Yazma’da, Dilnaz adında bir kadın tarlada çalışırken bir adamın
tecavüzüne uğrar. İki oğlu ve kocasının eli kana bulanmasın diye olayı saklamak istese
de tarlaya gelenler durumu anlar ve olay herkes tarafından duyulur. Köyün ağası bu
olayın kan davasına dönüşmemesi için tecavüz eden adamın kızı Asuman’ın, Dilnaz’ın
kocasına verilmesine karar vererek olayı çözmeyi teklif eder. Asuman, babasının
yaptıklarının karşılığı olarak Dilnaz’ın kocasına verilir.
94
Öyküde kadınların yaşadıkları olaylar ve tecavüz sonucu oluşan kan davasının
insanların yaşamlarına etkisi anlatılmaktadır.
Sadece Yüzmek İstiyorum adlı öyküde, babasına oldukça düşkün olan bir
kadının, babasının ölüm haberini almadan içeride kocası uyurken denize karşı otel
odasının balkonunda düşündüklerini anlatmaktadır. Babasının ölmemesi için binbir
türlü durumu belleğinden geçiren kadın bir telefonla babasının öldüğü haberini alarak
yola çıkar.
Çantamdaki Kuvars’da iki mühendis kadın bir kasabanın madeninde
çalışmaktadır. İşlerine oldukça düşkün olan iki kadından Gül, arkadaşını arar ve
dışarıya çağırır. Dışarıda buluştuklarında Gül, işten istifa ederek ayrılacağını söyler.
Arkadaşı işine bu kadar bağlı olan, kendini bu işe alıştırıp sevdiren Gül’ün bu söylediği
karşısında şaşırır. Sebebinin ise, işverenleri olan iki ortağın eşlerinden birinin diğerini
arayarak: “Kocalarımıza dikkat etmemiz lazım. Kendilerine dost tutmuşlar. Üstelik
ortalık yerlerde birlikte geziyorlarmış (s.72).” olduğunu öğrenir. İşini oldukça iyi yapan
ve bu erkek işidir diyen kasaba halkına bile aldırmadan çalışan iki kadın istifa eder.
Gül’ün arkadaşına önceden verdiği kuvarsa bakarak söylediklerini anımsar:
“Bunaldığın anlarda güneşe tut. İçinde gördüğün renkler, saçtığı ışıltı doğru yerden
bakarsan sana kendini küçücük hissettirir. Küçük ama yeniden başlayabilecek kadar
güçlü(s.76)!”
Kirli Beyaz, kızının kaydı için okula giden bir annenin istenilen kayıt parasını
veremeyince kendini satarak parayı ödemesini anlatır. Kadın, kendisiyle yatan adama
gerçeği söylemez ve etrafındaki beyaz olan eşyaların arkasındaki kirliliğe bakar. Öykü,
insanların karşılarındaki insanlara bazı şeyler için hiç olanak vermemesi sonunda
yaşanmak zorunda kalınan acı gerçeklerden birini anlatmaktadır.
Beyaz Ekmek’de, misafirliğe gittiği evden ekmek almak için kuyruğa giren bir
kadının gözlemlediği Ahmet adındaki bir çocuğun, bütün yokluklara karşın beyaz
ekmek alabildiği için mutlu olması anlatılmaktadır.
Kadının dikkatini ekmek almak için girdiği kuyrukta bir çocuk çeker. Sıradaki
diğer kadınla konuşmalarından sonra onun bir kardeşi olduğunu, babası olmadığını ve
95
annesinin onlara bakabilmek için çalışırken onun da kardeşine baktığını öğrenir.
Konuştuğu kadının bir iş için annesini sorması üzerine Ahmet, evde olduğunu söyler.
Ahmet’in annesi o gün işe Ahmet’in doğum günü olduğu için gitmemiştir. Ahmet de o
gün beyaz ekmek alabildikleri için çok mutludur.
Görünmez Gece’de, ölümü bekleyen hasta bir adamın otobüs durağındaki ilanda
organlarını satarak ihtiyacı olan parayı bulmak isteyen kişiyi arayıp bularak evini
bağışlaması ve organlarını bağışlamaktan kurtarıp kendi organlarını bağışlamaya karar
vermesini anlatır.
…Ve Perde Kapandı adlı öyküde, mutlu bir evliliği olan kadının nüfus işlemleri
için gittiği sırada kocasının nüfusunda iki kızının olduğunu öğrenir. Kendinin de bir
çocuğu olan kadının, iki çocuğun babasız kalmaması için her şeyi göze alarak evden
ayrılması anlatılır.
Cılız Örgü’de iki evladını askere yollayan kadının ikisini de kaybetmesi ve
yaşadıkları anlatılır.
Boş Tabak adlı öyküde, işten gelen bir kadın televizyon izlerken kapısı çalınır
ve komşusu olan Artvinli genç kızın ona sarma getirdiğini görür. Bununla birlikte
çocukluğunda yaşadığı Artvinli komşusunun onlara gönderdiği sarma tabağını
annesinin boş göndermediğini anımsar. Tabağı komşuya vermeye gittiğinde çok
beğendiğini söyleyince komşuları tabağı tekrar sarmayla doldurur. Onu gizlice
merdivenlerde yer ve boş vermemek için bisküvilerinden koyarak geri verir. Şimdi ise,
yine aynı duyguları yaşayan kadın, tabağı boş vermemek için bir kek yapmaya karar
verir. Bu öyküyle geleneklerimize vurgu yapılmıştır.
Çakır Gözlü Misafir’de, Gülbahar adında bir kadın gençken tecavüze uğrar ve
bir oğlu olur. Ancak ailesi bu olayı gizlemek için çocuğu başkasına verir. Yıllar sonra
evlenir ve sekiz çocuğu daha olur. Kızını istemeye gelen damadın babasını tanır ve
yıllar önce oğlunu almaya gelen çakır gözlü adam olduğunu anımsar. Oğlunun ve
kızının evleneceği düşüncesiyle mutfakta silahla kendini vurur ve ölür. Tecavüz ve
sonuçlarının neler olabileceğinin anlatıldığı bu öykü Gülbahar’ın yaşadıkları üzerinden
okura aktarılmıştır.
96
Rüzgar Almayan Liman’da, annesi hastanede yatan bir adamın annesinin başını
beklerken gelen insanlarla konuşarak her birinin, annesinin yardımının dokunduğu
insanlar olduğunu görmesi anlatılmaktadır.
Sır’da, oğlunun arkadaşının evinde yakacağı olmadığından evdeki birikmiş
kağıtları isteyen çocuğun sözleri karşısında kadının aklına seneler öncesinde kendi
yaşadıkları gelir. Çocukluğunda evlerinde yakacakları olmadığından anne ve babası
kitapları yakarak onu ısıtmaya çalışırlardı. Bu nedenle iş yerinin ahşap işlerini yapan
adamı arayarak artanları biriktirmesini söyler. Birikenleri alarak oğlunun arkadaşına
götürürler. Evindeki gazeteleri de geri dönüşüme göndererek onları yanmaktan kurtarır.
12 Eylül’de Bıraktığım Elin Sahibine adlı öykü, 12 Eylül siyasi olaylarını
yaşayan o zamanlar küçük bir kız şimdilerde ise bir anne olan kadının gözünden
annesini ve kendisini esir alan gence yazdıklarını anlatmaktadır.
12 Eylül’de Kaybolan Mavi Bisiklete adlı öyküde ise, 12 Eylül siyasi
olaylarından dolayı küçük bir kız çocuğunun çok istediği mavi bisiklete binememesi,
sokakta istediği gibi oynayamaması ve yıllar sonrasında bile o bisiklete binememenin
içinde oluşturduğu boşluk anlatılmaktadır.
Öykülerin konusunu kadınların çocuklukta ve yetişkinlikte yaşadığı çeşitli
sorunlar ve toplum baskısı yüzünden yaşananlar oluşturmaktadır. Kadınların tecavüze
uğraması, babalarının ölümleri ve ardından yaşadıkları boşluklar, küçük yaşta
evlendirilmeleri, aile içinde söz haklarının olmaması, çocuklarıyla yalnız kalarak onlara
bakmaya çalışmaları ve bu süreçte yaşadıkları sorunlar karşısında sıklıkla güçsüz ve acı
çeken bir kadın görünümü oluşturulmuştur.
Öykülerin ve karakterlerin devingenliğinin olmaması sonucu kız / kadın
karakterlerinin yaşadıkları olumsuzluklar abartılmış merak öğesini; her öyküde kadının
zayıflığı, yaşadığı zorluklar rastlantısallık öğesini; karakterlerin ve konunun karamsar
duygu durumları ve düşünceleri ile öykülerin sıklıkla kötü sonla bitmesi duygusallık
öğesini oluşturarak konuyu zayıflatmıştır.
97
Öykülerde yer alan olaylar tek tek ele alındığında tarafsız bir bakış açısıyla
veriliyormuş gibi kurgulansa da kitabın konularına bütün olarak bakıldığında yazarın
kadınları güçsüz olarak kurgulayarak taraf tutma biçiminde onları yüceltip erkek
karakterleri zayıflatan bir kurgu sunduğu söylenebilir. Bu durumun, okuru özgür bir
eleştiri ve seçim ortamı ile buluşturmadığı belirtilebilir.
Boş Tabak, Beyaz Ekmek, Ciğer Kokusu, Kırmızı Balıklar gibi öykülerde
insanların aralarındaki ilişkilerin önemine, umudunu ve yaşama sevincini kaybetmeme,
betonlaşmaya karşı duyarlık gibi konuları okura sezdirdiği söylenebilir. Bu kurgularla
okur, yaşama ilişkin gerçek durumların farkına kendi düşleriyle varabilir.
Öykülerin sonunun açık yapıt özelliği göstermesi okurun kendine özgü yeni düş
ve düşlemler oluşturmasını devindirebilir.
3.6.3. İleti
Kitapta yer alan öykülerde açık iletilere yer verilmemiştir. Kurguların
bütününden ulaşılabilen örtük iletiler yer almaktadır.
Bir Avuç Çikolata, Uzun Bir Gece, Çeyiz Sandığı, Karanfil Oyalı Yazma, Kirli
Beyaz, Çakır Gözlü Misafir öykülerinde tecavüz ve küçük yaşta evlendirilme
vurgulanmaktadır. Öykülerin iletilerinin ortak noktası bir kadının küçük yaşta uğradığı
tecavüz, evlendirilme ve toplum baskısı yüzünden silikleşmesi ve çeşitli yönlerden
yaşadıkları olumsuzluklardır. Geçmişte daha çok yaşanan ancak günümüzde de devam
eden bu öğeler okur için bir duyarlık oluşturabilir. Ancak konuların tamamen soyut
olması, çocuğa görelik ve çocuk gerçekliği göz önünde bulundurulmadan kurgulanması
iletilerle okurun buluşabilmesi için yeterli değildir. Daha çok yetişkinlere yönelik olarak
kurgulan konu ve kahramanlarla okur özdeşim kurmakta zorlanabilir.
Kırmızı Balıklar öyküsünde insanların daha çok mal sahibi olabilmek için
doğayı katlederek yapılan evlere ve otellere daha çok önem vermesi vurgulanmaktadır.
Söz konusu olan öyküyle okur, çevresinde de tanık olabileceği betonlaşmadan dolayı
doğaya ilişkin bir duyarlık oluşturabilir.
98
Ölüm Bugün Hasta, Sadece Yüzmek İstiyorum, Rüzgar Almayan Liman
öykülerinde hasta olan ve kaybetmek üzere olduğu anne babaya karşı sevgi dile
getirilmektedir. Okur, anne baba sevgisine ilişkin yeni bir farkındalık oluşturabilir;
yaşamında benzer durumlar varsa duygudaşlık yaşayabilir.
Ciğer Kokusu, Beyaz Ekmek öykülerinde ise vurgulanmak istenen umut, savaşım
ve okumanın önemidir. Okurun özdeşim kurabileceği düşünülen çocuk kahramanlar
üzerinden iletinin sunulması okuma sürecinde belleğinde anlamlandırmasına katkıda
bulunabilir.
Çantamdaki Kuvars ve Kirli Beyaz öykülerinde kadınların çalışma ve evlilik
yaşamlarında karşılaştıkları sorunlar vurgulanmaktadır.
12 Eylül’de Bıraktığım Elin Sahibine ve 12 Eylül’de Kaybolan Mavi Bisiklete
öykülerinde siyasi olaylar ve sonucunda yaşananların yetişkinlere özellikle de çocuklara
olumsuz yansımaları vurgulanmaktadır. Okur, güncel olarak da olumsuzluklarına tanık
olduğu siyasi olayların ne zaman olursa olsun kötü bir yaşam gerçekliği olduğunun
farkına varabilir.
Kitabın iletileri yaşam gerçeklikleri üzerine kurgulanmıştır. Alışılmış gençlik
öykülerinin dışında olduğu söylenebilir. İletiler doğaya, insan ilişkilerine, kadınların
sorunlarına dikkat çekerek yaşama dair bir uyaran konumundadır. Ancak iletiler okurla
buluşturulurken sıklıkla olumsuz ve soyut öğelerle yapılandırılması okuma eyleminin
devamlılığını sağlamada yetersiz kalabilir.
3.6.4. Dil ve Anlatım
Öyküler, kahraman ve yazar olmak üzere iki anlatıcılı olarak sunulmuştur.
Yaşama ait gerçeklikler üzerinden anlatılan çeşitli sorunlar betimleme ve benzetmeler
kullanılarak okurla buluşturulmuştur: “Kısa bir süre sonra da ayaklı kesme tahtası,
büyükçe bir plastik leğen ve iri bir bıçakla dönmüştü. Ahşap zeminle muşamba kaplama
giriş çıkışında aynı ritimle kıpırdanmıştı(s.46).” “Geldiğindeki gibi; tek örgü halinde,
ensesinden kuyruk sokumuna doğru uzuyordu mısır püskülünü andıran saçları (s.78).”
99
Olayların devingenliğini sağlayacak merak düğümleri sıklıkla kullanıldığı için
olaylar, abartılmış meraka dönüşmüştür. Bu nedenle, öykülerin okurun okuma eylemine
katkı sağlayabilecek bir anlatımla kurgulanmadığı belirlenebilir.
Öykülerde yalın, karmaşık olmayan bir anlatım biçimine yer verilmiştir. Dil
duyarlığını geliştirebilecek tümceler kullanılmıştır. Birkaç yabancı sözcük dışında
yabancı sözcüklerden kaçınılmıştır: “koordinatörlük(s.69)”, “departman(s.70)”,
“fizibilite(s.70)”.
Anlatımda işitsel bir etki oluşturabilecek ikileme, pekiştirme ve yansıma
sözcüklerden sıklıkla yararlanılmıştır: “zar zor (s.8)”, “basbayağı (s.9)”, “gizli gizli
(s.9)”, “pırıltılarının (s.9)”, “homurtudan(s.10)”, “çabuk çabuk (s.10)”, “sımsıkı (s.11)”,
“yemyeşildi (s.12)”, “yan yan (s.12)”, “gerine gerine (s.12)”, “afra tafra (s.12)”, “derin
derin (s.17)”, “buram buram (s.17)”, “kana kana (s.18)”, “tek tek (s.24)”, “bile bile
(s.30)”, “tuzlu tuzlu (s.31)”, “kopa kopa (s.31)”, “kıpırdadı (s.40)”, “yavaş yavaş
(s.43)”, “gıcırtısı (s.45)”, “dümdüz (s.46)”, “yer yer (s.47)”, “yapış yapış (s.50)”,
“fısıldıyorum (s.63)”, “masmavi (s.64)”, “cızır cızır (s.68)”, “apaçık (s.69)”, “çırılçıplak
(s.95).”
Bu örneklemelere ek olarak öykülerin anlatımında sözvarlığı öğelerimizden
deyim ve atasözü de kullanılmıştır: “…kulak kabarttı (s. 7)”, “… sular durulmuş(s.11)”,
“Gözler çakmak çakmaktı (s.14).”, “Onunla göz göze gelmemeye…(s.40).”, “… donup
kaldım (s.43).”, “… anamızdan emdiğimiz süt burnumuzdan gelmişti (s.76).”, “Nuh
deyip peygamber demeyen…(s.112).” Bu kullanımlar okurun sözvarlığının gelişmesini
sağlayarak doğal bir Türkçe öğretim ortamı sunabilir.
Kitapta Çantamdaki Kuvars adlı öyküde büyük harf kullanımı ile ilgi bir dizgi
hatası bulunmaktadır:
Kitaptaki biçimi Düzenlenmiş biçimi
“bu maden elime doğmuş…” (s.71) “ Bu maden elime doğmuş…”
100
Kitapla aynı adı taşıyan Ölüm Bugün Hasta adlı öyküde bir şair ve şiirinin adına
yer verilmiştir: “Nazım beliriyor gözümün önünde. En çok Mavi Gözlü Dev’i okumamı
istediğini düşünür, tekrar tekrar okurdum (s.32).” Okur, bu ad ile yazın dünyamıza
ilişkin bir tanışma veya anımsama yaşayarak araştırma güdüsünü devindirebilir.
Öykülerin sonu açık yapıt özelliği göstermektedir. Bu yönüyle okurun kendine
özgü düş ve düşlem oluşturmasına olanak yaratabilir.
Öykülerin anlatımlarında farklı tümce türlerine de yer verilmiştir: “ ‘Her işi ben
yaparım. Yeter ki senin odanda hiç kalmasın’ demeyi nasıl istemişti de…(s.8)”, “Pasta
mı yapacaksın(s. 9)?”, “Homurtudan eser kalmamıştı sesinde (s.15).”, “ Babamdır,
açmayın kapıyı, ne olur açmayın, içeri girerse annemi döver (s.44)!”
3.6.5.Genel Değerlendirme
Kitaptaki öykülerin konularını kadınların yaşadığı zorluklar, yaşam savaşımı,
çeşitli nedenlerle çevresindekileri kaybeden insanlar, okumanın önemi ve doğaya karşı
duyarlıklar oluşturmaktadır. Kadınların tecavüz, kan davaları ve toplum baskısı
yüzünden çektiği zorluklar yaşam gerçeklikleri üzerinden okurda bir duyarlık
oluşturabilirken kullanılan dilin çocuğa görelik ve çocuk gerçekliğini göz ardı
edebilecek anlatımlarla sunulmasının çocuk edebiyatı yapıtlarında aranılan niteliklerle
örtüşmediği söylenebilir.
Okurun yaş seviyesi düşünüldüğünde Ölüm Bugün Hasta adlı yirmi öyküden
oluşan kitapta, okurun özdeşim kurma sürecinde yanlış öykünmelere neden olabilecek
anlatımlara rastlanmaktadır. Bunlar kadınların tecavüzü yaşamaları ve sonrasında
yaşadıklarıyla ilgili anlatımlardır: “Şalvarı aşağı sıyrılırken kimsenin duyamayacağını
bile bile bağırmış, yardım istemişti. Son çare yalvarmıştı adama: “Etme, Dokunma
namusuma. Çocuklarımın, erimin yüzüne bakamam. Kızışmış köpek misali adamın
kadına kulak verecek, onun yalvarışlarıyla oyalanacak zamanı yoktu; bir an önce işini
bitirip gözden kaybolmaktan başka bir şey düşünmüyordu (s.53).”, “Belki ilk kez para
karşılığı biriyle yatağa giriyordu (s.78)”, “Sen fahişe değilsin, neden buradasın (s.79)?”
Zararlı alışkanlıklar ile ilgili anlatımların açıklığı da yanlış öykünmelere neden olabilir:
“Sigaramı yakarken ‘Bir tane de bana versene’ diyor (s. 69).” Örneklendirilen
101
anlatımlar çocuk ve gençlik edebiyatı yapıtlarında bulunmaması gereken kullanımlar
olarak söylenebilir.
Konuların yaşam gerçekliğini sunması ve toplumdaki yaşanan bazı
olumsuzluklara okurun dikkatini çekmesi yönüyle olumlu olarak değerlendirilebilirken;
konuların sıklıkla karamsar ve olumsuzluklarla kurgulanması okuma eyleminin
sürekliliğine katkıda bulanamayabilir.
Öykülerin, dil ve anlatım yönünden Türkçenin sözvarlığını öğelerini okura
duyumsatabilecek zenginliğe sahip olduğu belirlenebilir.
Okurun yaşamında karşılaşabileceği ve güncel sorunları ele alan öykülerin
iletileri öğreti biçiminde sunulmadığı; sıklıkla kullanılan kadın kahramanların söz ve
eylemleriyle okura sezdirildiği söylenebilir.
Beyaz Ekmek, Sır, 12 Eylül’de Bıraktığım Elin Sahibine ve 12 Eylül’de
Kaybolan Mavi Bisiklete adlı öyküler çocuk kahramanlar aracılığıyla okurla
buluşturulmuştur. Ancak kitabın diğer öyküleri yetişkinler üzerinden kurgulandığından
okurun özdeşim ve öykünme sürecinde etkili bir uyaran olamayacağı düşünülmektedir.
Yapılan belirlemelerle, Ölüm Bugün Hasta adlı öykü kitabının okurun yaş
düzeyine uzak olabilecek sıklıkla yeğlenen soyut konuları, karamsar anlatımları ve
yetişkinlere seslenebilecek dil kullanımlarıyla yapılandırılmıştır. Bu nedenle, çocuk ve
gençlik edebiyatı yapıtlarında bulunması gereken çocuk gerçekliği ve çocuğa görelik
ilkelerine uygunluk göstermediği söylenebilir.
Yaşam gerçekliklerini edindirmede önemli roller üstlenen çocuk edebiyatı
yapıtları bu gerçeklikleri, yeni bir kurgusal evren oluşturarak okura sezinletme yoluna
gitmelidir. Ölüm Bugün Hasta yapıtındaki öyküler de yaşam gerçekliklerine yer veren
ancak bunları doğrudan, başka bir deyişle gösterme biçimiyle okurla buluşturmuştur.
Ele alınan konular, karakterlerin söylem biçimleri ve eylemleri, sunulmak istenen
iletiler gerçek durumları birebir okura yansıtmaktadır. Oysa bu öğelerin yazarın
kurgusal evreninden geçerek çocuk gerçekliği ile buluşturulması gerekmektedir. Bu
102
nedenle, yer verilen öykülerde yeni bir kurgusal gerçekliğe yer verilmemiştir
denilebilir.
Ölüm Bugün Hasta yapıtının okuma alışkanlığı ve kültürü edindirme sürecinde
etkili bir uyaran olmadığı belirtilebilir.
103
3.7. YOKLUK BAHÇESİNDEKİ KAYIP MELODİ
Bu Yayınevi
1.Basım Kasım / 2012
Yazarı: Ümit İHSAN
Sayfa Sayısı: 144
3.7.1. Karakterler
Kitaptaki kurgunun baş kişisi Yunus (Çınar)’dır. Yan kişileri ise Ezgi, Akel,
Koca Çınar ve Ezgi’nin ailesidir. Yan kişiler, Çınar’ın yaşadığı çevre ve Yokluk
Bahçe’siyle bağlantısını kuran karakterler olarak yer almaktadır.
Çınar, on altı yaşında çevresindekilere ve özellikle de Ezgi’ye karşı sevgi dolu
bir karakterdir. Çınar’ın insan ilişkilerine, doğaya ve ailesine karşı bağlılığıyla
romantik bir karakter özelliği gösterdiği söylenebilir.
Çınar, olaylar karşısında yaşadığı duygusal tepkileriyle geliştirilmiş bir
karakterdir: “Yalnızca yolculuğumuza ara vermemizden ve şu ormanın içinde bir
yerlerde beni bekleyen sevgilimi biraz daha beklettiğimiz için canım sıkılıyor( s.76).”,
“Ama bir acı var sende, yanmış kavrulmuşsun. Senden insanlar için özür dilemek
istedim(s.134).”
Yunus’un ikinci adı Çınar’dır. Sevdiği kız olan Ezgi, ona Çınar olarak
seslenmektedir. Çınar da ona, adının eş anlamlısı olan “Melodi” olarak seslenmektedir.
Ezgi, on altı yaşında anne ve babasıyla Çınarlı Sokak Tebessüm Apartmanında
yaşayan bir karakterdir. Ezgi’nin fiziksel özellikleri Çınar’ın anlatımlarıyla okura
aktarılmaktadır: “Evin geniş kapı boşluğunda ona ait güzel bir iz karşılıyor beni:
Yasemin kokusu… Sevdiğimin kestane renkli saçları, sürekli gülümseyen yüzü,
bembeyaz elleri yasemin kokardı hep(s.27).” Ezgi ve Çınar’ın birbirlerine ve
çevrelerine karşı eylem ve düşünceleri ile olumlu insan tipini okura yansıttıkları
söylenebilir.
104
Akel, Çınar’ın Ezgi’yi bulmasında ona yardım eden, Yokluk Bahçesi’nde
yaşayan, yardımsever bir cücedir. Çınar’ın Ezgi’yi bulma sürecinde ona karşı olan
düşünce ve eylemleriyle yardımseverlik öğesini okura yansıtmaktadır.
Koca Çınar, Yokluk Bahçesi’nde kaybolan Melodi ve ailesini saklayan, bütün
zorluklardan sonra kavuşulan yerdir. Koca Çınar, yıllar önce olduğu yerden bir inşaat
için kesilip yaşamdan koparılan bir ağaçtır. Onun yaşamdan koparılmasına neden olan
kişi de Ezgi’nin annesinin babası, Mimar Şükrü Poyraz’dır. Koca Çınar, kendisini
yaşamdan koparan Mimar Şükrü Poyraz’a ders vermek için kızını bir süreliğine
yaşamdan koparmak ister. Bu düşünceleri, şu tümcelerle okura aktarılır: “O beni
hayattan etti, ben de onun kızının hayatına bir süre kısıtlama getirecektim(s.138).”
Koca Çınar, doğaya karşı yapılan kötülüğün sözcüsü olarak kişileştirmeye
başvurularak oluşturulmuş bir karakterdir. Okurun, kişileştirme ile daha da somut
duruma gelen doğa duyarlığı, Koca Çınar ile pekişebilir.
Kitapta, Çınar ve Ezgi’nin birbirlerine karşı olan bağlılığı ve sevgisi ile Akel’in
yardımsever yapısı okurun özdeşim kurma sürecine olumlu katkıları olabilecek
karakterler olarak kurgulandığı söylenebilir.
3.7.2. Konu
Yokluk Bahçesindeki Kayıp Melodi, adlı kitapta doğaya karşı zarar veren bir
dedenin Koca Çınar ağacı tarafından cezalandırılması sürecinde, Ezgi ve Çınar’ın
birbirlerine kavuşmaları için yaşadıkları zorlukları anlatılmaktadır. İnsanların daha çok
mal sahibi olmak ve para kazanmak amacıyla doğayı görmezden gelmeleri sonucu
kendisine ve ailelerine zarar gelmesi düşlemsel (fantastik) bir kurguyla okura
anlatılmaktadır.
Ezgi, sınıf arkadaşı olan Çınar ile duygusal bir arkadaşlık etmektedir. Bir akşam
Çınar, Ezgi’yi evine bırakıp gider. O akşam Ezgi, annesi, babası, anneannesi,
babaannesi ve iki dedesiyle birlikte akşam yemeği için masaya oturur. Annesi, mutfağa
yemekleri koymaya gider ve geri gelmez. Merak eden Ezgi, annesinin arkasından gider
ve o da geri gelmez. Diğerleri de peşlerinden giderler ve kaybolurlar. Yokluk
105
Bahçesi’nin hayaletleri, onları aynanın içinden çekip Yokluk Bahçesi’ne götürerek
hapsederler. Çınar, birkaç gündür ulaşamadığı Ezgi’yi merak ederek evlerine gider ve
çeşitli tuhaf olaylardan sonra kendisini Yokluk Bahçesi’nde bulur. Sevdiğinin ve
ailesinin buraya hapsedildiğini öğrenir. Ancak neden olduğunu bir türlü öğrenemez.
Burada, kendisine yardımcı olacak Akel adında yardımsever bir cüce ile karşılaşır.
Akel, Çınar’a burada geçmesi gereken sınavları gösterir ve yolculuğu boyunca yanında
olur. Akel, bu durumu şu tümcelerle okura aktarmaktadır: “Ama bilesin, ben senin
rehberinim, ne yoluna çıkanla mücadele ederim ne de cevap veririm sorulara. Ben
senin yol rehberinim, kalbin de senin doğruluk rehberindir (s.49).”
Yolda çeşitli görevleri geçerek ve Yokluk Bahçesi’ndeki Aç Doymazlar gibi
düşmanlara karşı savaşım vererek Koca Çınar’ın yanına ulaşır. Koca Çınar, durumu
anlatarak Çınar’ın aklındaki sorulara yanıt vermiş olur. Ezgi’nin dedesi, okulunu bitirip
mimar olduğunda yüz yıllık çınarın olduğu yere bir ev yapabilmek için çınarı kestirir
ve çınar kaybolur. Koca Çınar, kendisini ve doğayı görmezlikten gelen bu kişinin adını
unutmaz. Kendisini yaşamdan koparan Ezgi’nin dedesi Mimar Şükrü Poyraz’a yaptığı
duyarsızlığın dersini vermek için kızını yaşamdan bir süreliğine almayı tasarlar. Ancak,
sadece Ezgi’nin annesini alacaklarken herkesi alırlar ve böylece olayın içine Çınar da
karışmış olur. Koca Çınar:“Evet, ne yazık ki o taş kalplinin güzel yürekli torunu senin
sevdiğin. Ben hesabımı bitirdim, onlar hayatlarındaki bir haftayı tutsaklıkla
tamamlayarak benim hesabımı verdiler(s.138).” diyerek Çınar’ın Ezgi’yle kavuşmasına
izin verir.
Çınar, Ezgi ve ailesini süre dolmadan Yokluk Bahçesi’nden çıkarır ve eski
yaşamlarına geri dönerler. Ezgi’nin dedesi de Koca Çınar’dan özür diler.
Düşlemsel olarak kurgulanan kitapta düş ve gerçek arasında geçen olaylar
gerçekçi bir biçimde sonlandırılmıştır. Doğaya karşı duyarlı olmamanın cezasını
özgürlükleriyle ödeyen insanlar, Çınar ve Ezgi’nin sevgileri üzerinden okura
sunulmuştur. Ayrıca Çınar’ın Yokluk Bahçesi’ndeki yolculuğu sırasında yaşadığı
zorluklar da okura doğa duyarlığını sezinletebilir.
Konunun, okurun düzeyine uygun olarak yapılandırabildiği söylenebilir. Konu
yapılandırılırken Çınar’ın vazgeçmeyen ve yardımsever kişiliğinden yararlanılmıştır:
106
“Bugün yarın olmadan önce alıp götürmeliyim sevgilimi ve sevdiklerini. Hırsla yere
vuruyorum ayaklarımı, kızıl damlalar beliriyor son sınavımı vereceğim ağacın önünde
(s.115).”
Gerçekçi bir kurguyla başlayıp düşlemsel ve gerçekçi bir kurgunun iç içe
geçmesiyle biten kitabın iki ayrı kurguya ait özelliklere uygun olarak yapılandırıldığı
belirtilebilir. Bu nedenle, mantıksal bir tutarsızlık bulunmamaktadır. Kurguda düşsel
imgelerden sıklıkla yararlanılarak gerçek dünyaya köprüler kurulmuştur. Bu yönüyle
konunun zayıflatılmasına neden olabilecek abartılmış merak ve duygusallık ile
rastlantısallık öğelerine yer verilmediği belirtilebilir.
Kurguyu yapılandıran öğeler olarak, kişinin kendisiyle olan ve kişi – doğa
çatışmalarına yer verilmiştir. Çınar, bir yandan Yokluk Bahçesindeki zorluklarla
savaşım halindeyken bir yandan da sevgilisi Ezgi’ye kavuşmak için düşünceler
içindedir: “Karanlığın dönüm noktasına varmadan evvel varıp ulaşmak sevgilime ve
onu alıp Yokluk Bahçesi’nden Varlık Dünyası’na, yani gerçek dünyaya geri dönmek
istiyorum. Bunu yalnız başıma nasıl yapacağım(s.101)?”, “Ayaklarım yere sağlam
basıyor, nefes alabiliyorum, gölün tabanı dışarıdan daha aydınlık ve galiba dışarıdan
daha güvenli. Yavaş adımlarla yürüyorum, etrafta dolaşıp taşımızı, Toprağın Kalbi’ni
görmeye çalışıyorum (s.99).”
Gerçekçi ve düşlemsel kurgunun iç içe geçerek anlatıldığı iki gencin birbirine
olan sevgisi üzerinden doğaya ilişkin bir duyarlığı okura sezinletebilir.
3.7.3. İleti
Romanın ana iletisi, doğa - insan çatışması üzerinden okura sunulmuştur.
İnsanların doğaya karşı olan yıkıcı eylemleri sonucu doğanın insanlardan hesap sorması
düşlemsel ve imgesel bir anlatımla aktarılmıştır. Bu ileti, anlatı içinde de açıkça
belirtilmiştir:“Bu yolculukta o kadar çok şey öğrendim ki, bunları hem anlatacağım,
hem de doğanın kurallarını koruyacağım(s.138).”
107
Yan iletiler ise açık biçimde verilmiştir. İnsanların istediklerine ulaşmaları için
yapmaları gerekenleri, yaptıklarında istediklerine ulaşabilecekleri şu iletiyle okurla
buluşturulmuştur: “Kaybolan bulur seni, sen doğru yolda gidersen(s.21).”
Yaşama ilişkin diğer yan iletiler ise, Çınar’ın yolculuğu sırasında karşılaştığı
zorluklar ve Ezgi’ye kavuşma isteği karşısında okurla buluşturulmuştur:“Geçmiş mi
önemli, gelecek mi? Geçmişinden vazgeçmeden bulamazsın geleceğini(s.45).” “İnsan
olduğu gibi olmalı, içinde yer alanla, geçmiş hayatından miras kalanla yetinmeyi
bilmeli; Dünya ancak bu şekilde yaşanır bir yer olur…(s.63)” , “Aç Doymazları gördün
işte, istemenin sonu yoktur evladım, elinde olanla yetin ve başkalarının sahip
olduklarına göz dikme (s.127).”, “Çünkü hayattaki en büyük hazine hayattır evladım
(s.128).”
Yazar, sevgiye ve doğaya ilişkin düşlemsel kurgu içinde gerçekçi iletileri
Çınar’ın yaşadıkları üzerinden okurla buluşturmuştur. İletiler, eylemler üzerinden
verildiğinden öğreti niteliğinde değildir. Sezinletilerek okurun düş ve düşlemine
katmasına olanak sağlayabilir.
3.7.4. Dil ve Anlatım
İncelenen kitabın dil ve anlatım özelliklerine bakıldığında, öncelikle romanın
adının okurda bir merak uyandırabileceği düşünülmektedir. Yokluk Bahçesindeki Kayıp
Melodi adı; okura düşlemsel bir kurguyla karşılaşacağını sezinletmektedir.
Çınar, Ezgi ve ailesini bulmak için gittiğinde gerçek yaşamlarındaki zaman
durmuş ve düşlemsel kurgudaki zaman başlamıştır. Ezgi’nin ailesini kurtardıktan sonra
gerçek yaşmalarındaki zaman kaldığı yerden devam etmiştir. Bu durumun, Koca
Çınar’ın Ezgi’nin dedesine vermek istediği dersi, zaman öğesi durdurularak belirgin
duruma getirildiği söylenebilir.
Kahraman anlatıcılı bir anlatım kullanılmıştır. Anlatımda kişileştirici ve
betimleyici anlatımlardan yararlanılarak yazınsal bir etki oluşturulmuştur: “Karanlığın
içinde ateş böcekleri kıpırdanıyor uzak şehirler gibi, tatlı bir yel bilinmedik diyarlardan
kopup zayıf bedenimi yalıyor, saçlarım uçuşuyor rüzgarla(s.72).”, “Bembeyaz bir ışık
108
ayın cömert bağrından kopup çukura ucunda görünen külçede kızıl bir hal alarak
karanlığa doğru kırılıyor (s.77).”
Romanda anlatım yalın bir dille kurulmuştur. Anlatımda ikilemelere, pekiştirme
ve yansıma sözcüklere sıklıkla yer verilmiştir: “yan yana(s.8)”, “kapkaranlık(s.19)”,
“ince ince(s.19)”, “bembeyaz(s.20)”, “kıpırdamadan(s.20)”, “nefes nefese(s.21)”,
“pişkin pişkin(s.24)”, “uzun uzun(s.32)”, “çısırtılar(s.39)”, “birer birer(s.39)”,
“hışırtılar(s.40)”, “simsiyah(s.48)”, “çakmak çakmak(s.55)”, “taze taze(s.58)”,
“sapsarı(s.58)”, “kesik kesik(s.60)”, “derin deri (s.61)”, “sımsıkı(s.93)”,
“kıpkızıl(s.102)”, “irili ufaklı(s.105)”, “hırıltıları(s.117).”
Anlatımda kullanılan deyimlerin anlamın somutlaşmasına olanak sağladığı
söylenebilir: “…tuzla buz oldu (s.12).”, “…tüylerimi dikenleştiriyor(s.25).”, “kulak
kesilip…(s. 36)”, “…dört gözle beklediği…(s.41)”, “Kafamı allak bullak eden…(s.43)”,
“…kuyusunu kazmaya…(s.62)”, “…aklımı başıma getiriyor (s.79).”
Anlatımda yabancı kökenli sözcüklere anlatımlarda yer verilerek Türkçe
karşılıkları yeğlenmemiştir: “neon(s.11)”, “mazeret(s.13)”, “mahzun(s.14)”,
“sükunetine(s.15)”, “mahrem (s.27)”, “arz-ı endam (s.33)”, “siluet (s.37)”, “sual (s.79).”
Bu doğrultuda romanın, okura doğal bir ana dili öğretim ortamı sunmada yetersiz
kaldığı söylenebilir.
Kitabın anlatımı, Roma rakamlarıyla bölümlere ayrılmıştır. Bölümlerin
başındaki üç dört sözcük büyük harflerle yazılarak okurun, okuma eylemi sürecinde
bölümlere ilişkin bilgilerini kolayca anımsamasına olanak sağlayabilir. Ayrıca büyük
harflerle yazılan üç dört sözcüğün başlık niteliğinde okura sunulmasının da merak
öğesini devindirebileceği düşünülmektedir.
Anlatımda düşlemsel ve eksiltili tümceler kullanılarak merak öğeleri
oluşturulmuştur. İlk merak öğesi, Ezgi ve ailesinin bir aynanın içine girip
kaybolmasıyla okura sunulmuştur: “Genç kızın annesi salonun kapısından çıkıp
mutfağa yönelirken ayna yan dönüp yutuyor kadını. Ayna kapanıyor…(s.9)” Diğer
merak öğelerini Çınar’ın Ezgi’yi bulmak için geçmesi gerektiği zorlukları anlatan
tümceler oluşturmaktadır: “ ‘Bulmak istiyorsan beni, çözmelisin şifreyi,’(s.16).” , “Ben
109
mermer tabletteki yazıyı okumak için öylesine çaba gösterirken kapının otomatiği
canlanıveriyor birdenbire(s.18).”, “Toprağın Kalbi’ni düşünmek yok, saklanman
gerektiğini söylediğimde hemen saklan, yolun sonrası tam bir savaş meydanı (s.94)…”
Anlatım, baş kişi olan Çınar tarafından okura sunulmaktadır. Çınar karakteri,
anlatımın bazı yerlerinde çocuk söyleminden daha çok yetişkin söylemini andıran
anlatımlar kullandığı için okuma eylemini okurun düzeyinden çok daha üst düzeye
taşıdığı belirtilebilir: “Sessiz sözsüz bir şey vardı aramızda: Ben yanıyordum, oysa
gülümsemesiyle harlıyordu ateşimi. Derslerde onu izliyor, ders aralarında peşine
takılıyordum. Adı güzeldi, kendi güzeldi sevdiğim (s.34).”, “Yok olanla yok olmak
değilse sevmek, ya nedir (s.44)?”
Kitapta sözcüklerin bitişik yazılması, harf eksikliği ve fazlalığı ile ilgili dizgi
hataları bulunmaktadır:
Örnekler:
Kitaptaki biçimi Düzenlenmiş biçimi
“YETTMEDİ Mİ OYALADIĞIN,(s.36)” “YETMEDİ Mİ OYALADIĞIN”
“Gök kubbenin…(s.56)” “ Gökkubenin…”
“… benden yarımlarını …(s. 133)” “…benden yardımlarını…”
Olay akışında mantıksal bir karmaşaya neden olabilecek bir kurguya yer
verilmediği belirtilebilir. Tüm bu belirlemeler sonucunda, yapıtın dil ve anlatım
özelliklerinin yabancı sözcük kullanımı ve dizgi hataları dışında okurun düzeyine uygun
olduğu düşünülmektedir.
3.7.5. Genel Değerlendirme
Yokluk Bahçesindeki Kayıp Melodi, düşlemsel bir gençlik romanıdır. Roman, bu
yaşlarda okurun ilgi duyabileceği karşı cinse ilgi duyma, başka bir dünyaya geçiş,
yaşama ve doğaya ilişkin duyarlık oluşturma gibi konuları okurun öykünebileceği bir
anlatımla sunmaktadır.
110
Baş kişi olan Çınar karakteri, romanın başından sonuna değin iyiyi savunan
kişilik özellikleriyle pes etmemeyi, sevgi ve doğa duyarlığını okura yansıtan bir
karakter olarak yapılandırılmıştır. Bu yönleriyle okurun öykünüp özdeşim kurabileceği
düşünülebilir. Ezgi karakterinin de Çınar karakterinin oluşmasında, okurun sözü edilen
konuları belleğinde anlamlandırmasında pekiştirici bir görev üstlendiği söylenebilir.
Ezgi’nin dedesinin romanın sonunda doğaya karşı yaptığı kötülük karşısında pişman
olması, anlatıma devingenlik katarak sunulmak istenen iletiyi okurun belleğinde
belirginleştirmesine olanak sunduğu belirtilebilir.
Dil ve anlatım özellikleri bakımından Yokluk Bahçesindeki Kayıp Melodi kitabı,
bazı anlatımlarımda yetişkin söylemine yer vermesi ve yeğlenen bazı yabancı kökenli
sözcükler dışında Türkçenin antlım gücü ve olanaklarıyla okuru buluşturmasında etkili
bir uyaran olarak düşünülebilir.
Ana ileti olan doğaya karşı duyarlık ve yan iletiler olan sevgi, savaşım gibi
öğeleri okurun öykünmesine olanak sunabilecek biçimde kurgulandığından okur,
yaşamını anlamlı kılabilecek erdemleri sezdirebilir.
Anlatımda okurla buluşturulmak istenen doğa duyarlığı gerçek yaşama ilişkin bir
kurguyla başlayarak düşlemsel bir dünyaya geçiş yapılan bir anlatımla sürmektedir.
Doğa duyarlığı ile bütünleştirilen Çınar ve Ezgi’nin arasında yaşanan duygusal
arkadaşlık ile okur, birden çok kurgu ile karşılaşma olanağı bulabilmektedir. Bu
belirleme ile yazarın yeni bir kurgusal gerçekliğe yer verdiği söylenebilir.
Yapılan belirlemelerle kitabın, okuma kültürü edindirme sürecinde okurun
duygu ve düşünce dünyasına seslenebilecek bir çocuk edebiyatı yapıtı olduğu
söylenebilir.
111
3.8.ARDA’NIN DERDİ NE?
Günışığı Kitaplığı
4. Basım Eylül / 2014
Yazarı: Necati TOSUNER
Sayfa Sayısı: 99
3.8.1.Karakterler
Kitabın baş kişisi Arda’dır. Yan kişileri, annesi Çiğdem Hanım, babası Caner
Bey, dedesi Eşref Bey, kardeşi Ece, sevdiği kişi olan Aygül, sınıf arkadaşı Ceren ve
Arda’nın diğer aile bireyleridir.
Arda, onlu yaşlarında ailesine ve çevresindeki diğer insanlara karşı duyarlı bir
bireydir. Arda’nın duyarlı yapısı onun davranış ve eylemleriyle geliştirilmiştir: “… onu
bir insan olarak seviyordum ben!(s.61)”, “Ece’nin resmini –daha da yırtılmasın diye
özen göstererek- söktüm yerinden. Bir karton dosya arasına koydum onu. Okulun
karşısında bir camcı var, çerçeveletirim. ‘Arda benim sanat eserimi çerçeve yapmış…’
der Ece. Sevinir(s.98).”
Baş kişi ile ilgili öne çıkan diğer özellikler, gözlemci ve araştırmacı bir
karaktere sahip olmasıdır. Gözlemci yapısı en çok aile bireylerinin duygusal
durumlarını okura aktarmak için kullanılmıştır. Eşref Bey’e karşı olan gözlemci yapısı
okura şu biçimde yansıtılmaktadır: “İlk kez böyle bir şey oluyordu: Masada dedemin
yeri boş duruyordu ve çok tuhaftı. İşte, tabakları –hep kullandığı- mavili su bardağı
falan masaya konulmuştu, ama dedem gelmemişti(s.55).” Babasına karşı ise, “ İşe gider
gibi giyimli, çantasını almış. Elindeki telefonu gösterir gibi yapıyor anneme. Demek
istiyor ki telefon etti (s.95).”
Arda, kitabın baş kişisi olmasına karşın fiziksel özelliklerine, yaşına ve okulu
ile ilgili anlatımlara yer verilmemiştir. Sadece çevresindekilere karşı eylem ve
düşünceleriyle ilgili ayrıntılı betimlemelere yer verildiği için kapalı bir karakter olarak
geliştirildiği söylenebilir. Bu da okurun baş kişiyi tanımasına olanak sunmayabilir.
112
Kitabın başından sonuna değin bir değişim göstermediği için baş kişinin
durağan bir karakter olduğu belirtilebilir. İlgi duyduğu kişi olan Aygül’ün kıskanç ve
aceleci davranışlarına karşı da hoşgörü öğesini okura yansıttığı söylenebilir.
Kitabın yan kişileri de baş kişi gibi sadece duygularıyla ve eylemleriyle okura
tanıtıldığı için açık karakter özelliği göstermektedir. Dedesi Eşref Bey, eşini
kaybettikten sonra oğlu ve gelinin isteğiyle kendi evini tamir ederek onlarla birlikte
yaşamaya başlayan, kuralcı olduğu kadar duyarlı yapısıyla da olumlu insan tipini okura
yansıtmaktadır. Okur, bunu torunlarına ve çevresindeki insanlara gösterdiği tepkilerden
duyumsayabilir. Arda’nın babası Caner Bey, babasına yanlarında kalmasını söyler.
Bunun üzerine Eşref Bey, gelininin istemeyeceğini düşünerek Caner Bey’e :“Sen bunu
bir de eşine danış! (s.15)” diyerek gelininin düşüncesini önemsediğini okura
sezdirebilir. Eşref Bey, Arda ile gezerken bir satıcıdan torununa cüzdan almak ister ve
sonrasında satıcıya karşı duyarlılığını okura sezdiren için şu tümceleri söyler: “
‘Alışveriş olsun işte…’ dedi. ‘O adam da akşam evine ekmek götürecek (s.54)!”
Arda’nın annesi Çiğdem Hanım, ev hanımı olan, çocuklarına ve eşine olan
duyarlı yapısını kayınpederi Eşref Bey’e karşı da gösterebilen bir karakterdir. Babası
Caner Bey de ailesine karşı oldukça duyarlı yapıya sahip bir karakter olarak
geliştirilmiştir.
Aygül, Arda’nın ilgi duyduğu, okuldan yan sınıftaki arkadaşıdır. Aygül de
Arda’ya ilgi duymaktadır ve bu ilgisini kıskançlık ve paylaşamama biçiminde okura
yansıtmaktadır.
Baş kişi ve yan kişilerin ortak özelliklerinin birbirlerine karşı olan duyarlı
yapıları olduğu söylenebilir. Bütün karakterler, aile kavramının içindeki sevgi, saygı,
yardımseverlik, doğaya ve çevresine karşı duyarlı olma öğesini yansıtarak okura
sunulmuştur. Böylece okur, bu öğeleri yaşamına katarak anlamlandırma olanağı
bulabilir.
3.8.2.Konu
Arda’nın Derdi Ne? adlı kitapta aile, arkadaşlık, sevgi ve yaşama karşı duyarlı
olma bir çocuğun çevresini gözlemlemesiyle anlatılmaktadır. Bu öğeler, birkaç günlük
113
bir zaman dilimi içerisinde Arda’nın sıklıkla çevresini betimlemesi ve iç
konuşmalarıyla okura yansıtılmıştır.
Arda’nın dedesi olan Eşref Bey, eşi Nezihe Hanımın yaşamını yitirmesiyle bir
süre yalnız yaşadıktan sonra oğlu, gelini ve torunlarıyla kendi evinde yaşamaya başlar.
Eşref Bey, her gün Arda okula gidip gelirken camdan onu uğurlar ve gelmesini bekler.
Arda ve servisteki arkadaşları buna alışmışlardır. Bir gün Arda, okul dönüşü servisten
indiğinde camda dedesini göremez. Eve girer, bakar; ancak Eşref Bey evde yoktur.
Akşam olduğunda da eve gelmeyen Eşref Bey’i bütün aile bireyleri merak etmeye
başlar. Hastaneleri araştırsalar da bir sonuç alamazlar. Ertesi gün aile, Eşref Bey için
telaşlanmaya başlamıştır. Arda, dedesinin nerede olabileceğini düşünürken bir anda
önceden gittikleri deniz kenarındaki dalyanı anımsar. Eşref Bey, o zaman gezerken
torununa “Ölürsem beni buraya gömün.” demiştir. Arda, babasına nerede olduğunu
bildiğini söyleyerek dalyana bakmaya giderler. Dedesini orada kendini içine çekmiş
biçimde otururken bulurlar. Hemen arabaya alırlar ve eve getirirler. Dedesini
buldukları için çok sevinseler de bir şeylerin önceki gibi olmadığını anlarlar. Bu olay
yaşanmadan önceki kuralcı ama bir o kadar da sevecen, doğaya, çevreye oldukça
duyarlı Eşref Bey artık yoktur. Söylenilenleri ve söylediklerini tekrar etmesiyle, donuk
davranışlarıyla tepkisiz biri olmuştur.
Romanda bir dedenin oğluna, gelinine ve torunlarına olan sevgisiyle, düşünen,
duyarlı bir yapıya sahip olan Eşref Bey ve onunla aynı yapıya sahip olan diğer aile
bireylerinin Eşref Bey’in kaybolmasıyla yaşadığı olay anlatılmaktadır. Anlatıdaki
karakterlerle geliştirilen kurgu, sevgi, saygı, aile olmanın bilinci, arkadaşlık gibi birden
çok olumlu yaşam durumlarını okurun sezmesine olanak sağlayabilir.
Çocukların günlük yaşamlarında sıklıkla karşılaşabilecekleri aile ve arkadaşlık
ilişkileri, okurun düzeyine uygundur. Arda ve ailesinin yaşadıkları, okurun belleğinde
kendi yaşamlarını düşleyerek yaşam gerçekliğini de düşündürebilir. Kurguda anlatılan
“aile olma bilinci” bir çocuğun düşünceleriyle okura duyumsatılabilir.
Roman, iki ayrı zaman kurgusu içinde okurla buluşmaktadır: Şimdi ve geçmişte
yaşanılanlar. İki ayrı zaman içinde yaşanılan olaylar şimdiyle ilişkilendirilerek
114
olayların belirginleşmesi sağlanmıştır. Böylece, okuma eyleminin devingen bir duruma
getirildiği söylenebilir.
Olaylar yaşanılan dünyaya uygun olarak tarafsız bir bakış açısıyla
kurgulanmıştır. Arda’nın yaşadıklarını, belleğindeki soruları ve yanıtlarını okura
aktarmasıyla merak düğümleri atılmıştır.
Anlatının devingenliğini sağlayan ilk merak öğesi, Arda’nın okuldan geldiğinde
dedesini camda ve evde bulamayışı ile okura sunulmaktadır: “Dedemin pencerede
olmayışı değil tuhaf olan. Yok, ona da elbet şaşmak gerekir ama, asıl tuhaf olan
şu…(s.9)” Eşref Bey’in ortadan kaybolmasıyla ev halkının telaşlanması sonucunda
Ece’nin söylemi diğer merak öğesini oluşturmaktadır:“Arda dedem öldü mü?..(s.26)”.
Roman belirsizlik içeren şu tümceyle sonlanmaktadır: “İnsan ömrünün uzaması, iyi bir
şey değil miydi yoksa?..(s.99)”
Dedesinin kayboluşu ile yaşadığı telaşı umursamayan Aygül’ün attığı iletiye
karşı Arda’nın verdiği tepki “Güler misin, ağlar mısın?..(s.46)” kişinin kendisiyle olan
çatışmasını örneklemektedir. Arda’nın olaylar karşısında yaşadığı iç çatışmalar, kişinin
kendisiyle olan çatışmaları devam ettirmiştir: “ ‘Üf, ne geceydi be!’ ”, “ ‘Saçma…’ ”, “
‘Ne saçması oğlum!..(s.86)’ ”
Yazarın anlatının adından başlayarak sonuna değin sürdürdüğü merak öğeleriyle
ve yanıtlarıyla okurun sonuca ilişkin kestirimde bulunmasına olanak sağlayabileceği
belirtilebilir. Bu nedenle okuma eylemi sonlandığında okur, belleğinde oluşan sorulara
yanıt bulabilir. Bu belirlemeler ışığında, romanda abartılmış meraka ve duygusallığa,
rastlantısallığa yer verilmediği belirtilebilir.
3.8.3. İleti
Romanın yazarı, ana iletiyle aileyi aile yapan öğelerin sevgi, saygı,
yardımlaşma olduğunu vurgulamaktadır. Bu öğeler de Arda’nın ve ailesinin, dedesi
Eşref Bey için duyarlı durumlarıyla okura yansıtılmaya çalışılmıştır.
115
Aile bireylerinin Eşref Bey’e olan duyarlıkları anlatı boyunca farklı davranış ve
konuşmalarla okurla buluşturulmuştur: “Babamla koşup sarıldık ona(s.87)”, “Babamla
onun kollarına girmiştik, getirmiştik salonun ortasına(s.91).”
Arda’nın, kardeşi Ece’ye olan sevgisi ve düşünceli yapısı ise şu tümcelerle
okura sezdirilmiştir: “Ece’nin resmini – daha da yırtılmasın diye özen gösterereksöktüm
yerinden. Bir karton dosya arasına koydum onu. Okulun karşısında bir camcı
var, çerçeveletirim (s.98).”
Kitapta yan iletiler ise açık olarak sunulmuştur. Açık olarak sunulan iletiler,
öğreti niteliğinde değil de karakterlerin davranış ve konuşmalarıyla sezdirilmiştir:
“Köşelerde yerden aydınlatmalı lambalar var, hangileri gerekiyorsa onları yakarız.
Gerekmez olanı hemen söndürürüz(s.17).” Elektriğimizi boşa harcamamamız Arda’nın
evi betimlemesi sırasında okurla buluşturulmuştur.
Günümüzde insanların yaşadığı önemli bir sorun olan yeşil alanların
yapılanması nedeniyle yaşadıkları sıkıntılara karşın annesinin doğaya olan duyarlığı ile
bahçelerini yok etmemek istememesi Arda’nın tümceleriyle okura sunulmuştur:
“Dedem bahçe duvarını yıkıp evin yan bahçesine bir arabalık yer açma önerdi, ama
istemedi annem. Çünkü, ağaçları kesmek gerekiyordu (s.25).” İnsanların doğaya karşı
duyarsızlığını, bu kez dedesinin ağaçları korumak ile ilgili Arda ile aralarında geçen
tümcelerle okura sezdirilmektedir: “Yok, ağaç kesilmez, oğlum!” dedi. “Pencere
önünde olsa bile kesilmez(s.70)!”
İnsan yaşamını değerli kılan erdemlerden biri olan yalan söylememek Arda’nın
anne ve babası arasında geçen konuşmalarla okura aktarılmaktadır: “ ‘Yalan söylemek
zorunda kaldım…’ dedi sıkıntılı bir sesle. ‘Hem de çocukların yanında…(s.57)’ ”
Yazar, kurguladığı ana ileti olan aile olma öğesini sevgi, saygı, kardeşlik,
arkadaşlık, doğa gibi yan iletilerle zenginleştirerek Arda, ailesi ve arkadaşları
üzerinden vurgulamaktadır.
116
3.8.4. Dil ve Anlatım
İncelenen romanın dil ve anlatım özelliklerine bakıldığında öncelikle romanın
adının okurda bir merak uyandıracağı düşünülmektedir. Okur, anlatı boyunca “Arda’nın
Derdi Ne?” sorusuna yanıt bulmaya çalışabilir.
Yazar, metinsel dokuyu oluştururken kahraman anlatıcılı bir anlatım yeğlemiştir.
Arda karakterinin yaş özelliklerine uygun yalın ve kısa tümcelere yer verilmiştir.
Kahramanların davranışları ve duygu durumları anlatılırken benzetmelerden
yararlanılmıştır: “… dizginleri çekilmiş bir at gibi zınk diye durdum(s.37)”, “Annemin
yüzü – hani öyle denir ya- kireç gibi olmuştu (s.74).”
Baş kişi olan Arda’nın anlatımlarıyla okura aktarılan kurguda yer yer okurla
sohbet edermişcesine olan tümcelere yer verilmiştir: “Bunun mantıklı bir yanı yok mu?..
Olsun. Ben öyle severim. Öyle de yaparım (s.15).”, “… çiçeği dimdik tutması da biraz
gülünç mü oluyordu?.. Değil mi ama, rahat bırak kolunu şöyle…(s.34)” Okurdan yanıt
beklermiş gibi kurulan bu tümcelerle okur, okuma eyleminin içinde daha çok yer
alabilir.
Romanda kurulan tümcelerde Türkçe sözcükler yeğlenmiş; yabancı sözcüklere
“dejavu (s.8)” dışında yer verilmemiştir. Sözvarlığı öğelerimizden “deyim, atasözü;
ikileme, yansıma ve pekiştirme sözcüklerin sıklıkla kullanıldığı belirlenmiştir. “sakin
sakin, uzun uzun(s.7)”, “sesli sesli, aman aman(s.8)”, “kapkara, döne döne, yüksele
yüksele(s.11)”, “ev ev üstüne olmaz(s.15)”, “renk renk, cins cins(s. 17)”, “ Ayıkla
pirincin taşını(s. 18)”, “kara kara(s.22)”, “uzun uzun (s.23)”, “hışır hışır, sesli
sesli(s.24)”, uykulu uykulu(s.25)”, “İki ayağın bir pabuca girmesi…(s. 29)”, “yola
düşmek(s.31)”, “Gülü seven dikenine katlanır!, biraz biraz (s.37)”, “uysal uysal(s.51)”,
“dilini tutmak, yola düşmek(s.54)”, “çan çan(s.56)”, “Üzümünü ye, bağını sorma!,
Bakarsan bağ olur…(s.59)”, “yarım yarım(s.65)”, “pis pis(s.81)”, “ısıra ısıra(s.82)”,
“yavaş yavaş(s.90)”, “tıp tıp, kıpkırmızı(s.94)” Bu kullanımlar, okurun sözvarlığını
geliştirmesini sağlayabilir. Deyimler ve atasözleri tümce içinde anlamlanabildiği için
okuma güdüsünü de devindirebilir.
117
Yazarın, baş kişi Arda’nın anlatımlarında sıklıkla arasöze yer verdiği
belirlenmiştir. Arasözler, genellikle Arda’nın ve diğer karakterlerin duygu durumlarını
okura aktarmada, olayların ve durumların betimlenmesinde kullanılmıştır:“Dikiş
makinesi benim kapının arkasındaki köşede –üstü örtülü olarak- hala durur (s.13).”,
“Ece –öyle alt dudağını sarkıtmış- dönüp ona baktı bir, ama babam onu görmedi (s.44).”
Romanın anlatımında bölümler kullanılmıştır. Bölümlerin ayrımında ise sayılar
kullanılmış; sayıların yazımı rakamlar yerine harflerle oluşturulmuştur. Bölüm içlerinde
ise, kendi içinde bölüm olarak nitelendirilebilecek üç yıldızla ayrımlar yapılmıştır.
Sayfa sayıları ise sayfaların altında değil de sağ ve sol kenarlarda kullanılmıştır.
Alışılmış kitap sayfası düzeninin dışında olan bu kullanımların okurun ilgisini
çekebileceği düşünülmektedir. Ayrıca sayfalara yerleştirilen metinlerin sağ ve sol
kenarlarında kalan büyük boşluklar, şiirsel bir yazım tekniği ile oluşturulan sayfa düzeni
ve diğer düzenlemeler okuma eylemine yardımcı olabilir.
Bölümlerin anlatımında şimdi ve geçmiş olarak sıralı bir anlatım belirlenmiştir.
Bu, genellikle tek ve çift sayılı bölümlerin eşleşmesiyle oluşturulmuştur. Romanın bazı
bölümlerinin bitiminde kullanılan son tümce, bir sonraki bölümün başlangıç tümcesi
olarak kullanılmıştır. Bu da yine tek ve çift bölümlerin eşleşmesiyle oluşturulmuştur.
Bölüm altı son tümce: “Ay! İnsanın aklına her şey geliyor! (s.59)” / Bölüm sekiz ilk
tümce: “Ay! İnsanın aklına her şey geliyor!(s. 64)” Bu şekilde tasarlanan sırasal
anlatımla okurun geçmiş ve şimdi gelgitinde kolay bir okuma süreci yaşamasına olanak
sağlayabilir.
Romanda bir tabela yazısına da yer verilmiştir: “BURADAKİ YÜZYILLIK
IHLAMUR AĞACI KARŞI APARTMANDAKİLER TARAFINDAN DENİZİN
GÖRÜNÜŞÜNÜ ENGELLİYOR DİYE KESİLDİ. YEŞİL YÜREK(s.69).” Ayrıca
Aygül ve Arda’nın internet üzerinden bildirişimlerine de yer verilmiştir: “Okula
gelmedin mi? Neler oluyor, Arda? (s.97)” Bu kullanımlarla farklı ortamlardaki metin
türlerine karşı okurun farkındalık oluşturması sağlanabilir.
Tüm bu belirlemeler sonucunda, yapıtın dil ve anlatım özelliklerinin okurun
düzeyine uygun olduğu düşünülmektedir.
118
3.8.5. Genel Değerlendirme
Arda’nın Derdi Ne?, bir çocuk romanıdır. Kitapta aile, sevgi, saygı, arkadaşlık,
yardımseverlik, doğaya ve tanıdık tanımadık herkese karşı duyarlı olma konuları okurun
düzeyine uygun olarak yapılandırılmıştır. Kitabın adıyla başlayan merak duygusu, anlatı
boyunca ve sonunda devam ederek yanıtlar bulduğu için konunun yapılandırılmasına
katkıda bulunduğu söylenebilir.
Yan iletiler, ana iletiyi pekiştirecek biçimde yapılandırılmıştır. Aile öğesinin
çevresinde gelişen sevgi, arkadaşlık, yardımseverlik, doğaya ve diğer insanlara duyarlı
olma gibi yan iletilerin, çocuk kahraman olan Arda ve çevresindekiler üzerinden
geliştirilmesi okurun anlamlandırmasını kolaylaştırabilir. Romanın sonunda çocuk okur,
yer verilen iletilere ilişkin duyarlıklar elde ederek yaşamına katma olanağı bulabilir.
Romanın baş kişisi kapalı ve durağan karakter özelliği göstermektedir. Yan kişiler
ise açık ancak durağan olarak geliştirilmiştir. Sadece Eşref Bey, romanın sonunda
kaybolup evine döndüğünde kişilik özelliklerinde değişim yaşadığı için devingenlik
göstermektedir. Bu nedenle, çocuk okurun karakterleri yeteri kadar tanıma olanağı
bulamayarak özdeşlik kurma sürecinde zorluk yaşayabilir.
Baş kişi Arda’nın anlatımlarıyla okurla buluşturulan kitapta “deyim, atasözü;
ikileme, yansıma ve pekiştirme sözcükler” in sıklıkla kullanılması okurun sözvarlığını
geliştirmesini sağlayabilir. Farklı tümce türlerine yer verilmesi, Türkçe sözcüklerin
yeğlenmesi okur için doğal bir anadili öğrenme ortamı oluşturabilir.
Yapıtta ele alınan kurgusal gerçekliği “yaşlılık” öğesini bir çocuğun alımlama
sürecinde yaşadıkları oluşturmaktadır. Bu gerçeklik, zıtlıklar üzerinden verilmiştir.
Dedesi Eşref Bey’in önceki ve sonraki durumlarının okura yansıtılmasıyla “yaşlılık”
öğesi okura sezinletilmeye çalışılmıştır. Karakterlerin konuşmaları ve dedesinin
eylemlerindeki farklılık sonucunda yaşanılanlar okurun yeni bir kurgusal gerçeklikle
karşılaşmasına olanak sunmaktadır.
Yapılan belirlemelerle, romanın baş kişisinin kapalı olarak geliştirilmesi çocuk
edebiyatı yapıtlarında aranılan niteliklere uygun karakter özelliği değildir. Ancak ileti,
119
dil ve anlatım özellikleri bakımından okurun düş kurmasına olanak sağlayarak yaşam ve
dil duyarlılığını geliştirebilecek niteliklere uygun olarak yapılandırıldığı belirtilebilir.
120
3.9. YALANCI ŞAHİT
Günışığı Kitaplığı
4. Basım Aralık / 2013
Yazarı: Müge İPLİKÇİ
Sayfa Sayısı: 132
3.9.1. Karakterler
Kitabın baş kişisi Yavuz’dur. Yan kişiler Yavuz’un annesi Güllü Hanım, babası
Namık Boyacı, Birgül, Songül, Nurgül, Sevgül ablaları ve kendisiyle aynı adı taşıyan
Yavuz amcası, okuldan ve koğuştan arkadaşı Yusuf, koğuştaki diğer arkadaşları,
cezaevi müdürü Süha Bey (Köstebek), gazeteci Hümeyra Hanım, resim öğretmeni
Selime Hanım ve diğerlerdir.
Yavuz on üç yaşında, ailesinin dördüncü çocuğu olan ortaokul öğrencisidir.
Resim yapmayı çok sevdiği için resim öğretmeni Selime Hanım tarafından “Yalancı
Şahit” olarak adlandırılır: “ ‘O nedir öğretmenim?’ diye, dalgacı ama saflığı ağır basan
bir tonda sormuştu Yavuz. ‘Ressamlar bir tür yalancı şahittir,’ demişti Selime
Öğretmen. ‘Gerçeği en iyi onlar görür!’(s.13). Yavuz, amcasını kot fabrikasında
kaybetmiştir. Babası da amcası gibi kot fabrikasında çalışmaktadır. Yavuz, kot
fabrikasının yaşamlarına olan olumsuz etkilerinin farkında olsa da yine de yaşama
olumlu bakmaktadır. Ailesine ve çevresine düşkün, duyarlı yapısıyla okura
yansıtılmaktadır.
Yavuz, romanda iyiliğin, haklılığın, özgürlüğün ve asla pes etmemenin simgesi
olarak geliştirilmiş; romanda daha çok bir gözlemci gibi sunulmuştur.
Yavuz’un amcası Yavuz Bey, kot fabrikasının ağır koşullarından dolayı
yaşamını kaybetmiştir. Annesi Güllü Hanım, ev hanımı; babası da kot fabrikasında
çalışmaktadır. Bir gün fabrikasının ağır koşullarına dayanamayarak o da hastaneye
kaldırılır.
121
Selime Öğretmen, İstanbul’dan tayin olarak gelmiştir. Yavuz’un resim
yapabilme yeteneğini keşfetmiş ve onu desteklemiştir. Fabrika işçilerini
desteklemektedir.
Songül ablası üniversiteye hazırlanmaktadır. Azimli ve haksızlığa dayanamayan
bir karakter olarak geliştirilmiştir. Amcasını kaybetmesinden sonra babasının da
rahatsızlanarak hastaneye kaldırılmasıyla kot fabrikasını taşlayanlar arasındadır.
Yavuz’un okuldan ve daha sonra da koğuştan arkadaşı olan Yusuf da kot
fabrikasının, insanların yaşamlarına olumsuz etkilerine karşı tepkisiz kalmayan bir
karakterdir. Kot fabrikasını taşlamasından dolayı hapishaneye atılmıştır.
Süha Bey, cezaevinin müdürüdür. Kot fabrikasını istemeyen insanların
karşısında durmaktadır. Sebebi ise eskiden kot fabrikası olan cezaevinin müdürlüğünü
yapıyor olmasıdır. Fabrikanın sahibi ile yakın ilişkide olduğu için haklı haksız kot
fabrikasına karşı olanları içeri almaktadır ve kötü davranmaktadır. Romanda kötülüğün
ve yıkıcılığın simgesi durumundadır.
Romanın karakterleri, baş kişi olan Yavuz dışında kapalı olarak geliştirilmiştir.
Yan kişilerin kimileri sadece fiziksel, kimileri de sadece duygusal özellikleriyle
geliştirildiği için okurun karakterleri yeteri kadar tanımasına olanak sağlamadığı
belirtilebilir.
Baş kişi Yavuz ise, açık karakter özelliği göstermektedir. İlgileri, yaşama
bakışı, çevresindekilerle olan ilişkileri ve yaşamına ait özellikleri, davranış ve
eylemleriyle okura tanıtılmaktadır. Anlatının başından sonuna değin haksızlığın
karşısında duruşu ve saflığıyla davranışlar göstermektedir. Gelişimini tamamlamış bir
karakter olarak kurgulandığı için okurun karakteri tanımasında bir olumsuzluk
oluşturmamaktadır.
Anlatının baş kişisi Yavuz ve yan kişilerden Süha Bey (Köstebek) tip özelliği
göstermektedir. Haklılığın, insan yaşamının zorluklarına karşın savaşım vermenin
önemini sergileyen Yavuz, olumlu insan tipini okura yansıtırken; Süha Bey ise
122
haksızlığın, çıkarları için diğer insanların yaşamlarını görmezden gelmenin, kısacası
olumsuz insan tipini okura yansıtarak karşıtlık oluşturmaktadır.
Genel olarak çocuk okur, özdeşim kurabileceği karakter olan Yavuz ile kitabın
yetişkin yan karakteri olan Süha Bey arasında yaşanan karşıt durumlardan sosyal bir
sorunu sezinleyebilir.
Yapılan belirlemelerle, karakterlerin ayrımına iyi – kötü, sömüren – sömürülen
olarak gidilmiştir. İyi ve sömürülen kısmını geçimlerini sağlamak için yaşamlarından
olan insanlar, Yavuz ve onu destekleyenler oluşturmaktadır. Kötü kısmını ise
konumunu korumak ve yarar sağlamak amacıyla insanlara kötü davranan, Süha Bey ve
kot fabrikasının sahibi oluşturmaktadır. Bu yaklaşım, toplumcu gerçekçi yazının
özelliği olarak karşımıza çıkmaktadır. Anlatı boyunca durağan olan Yavuz, anlatının
sonunda bir tünel kazarak hapishaneden kaçmasıyla yaşadıkları haksızlıklara karşı
eyleme geçmektedir. Bu yönüyle devingen özellik gösterdiği söylenebilir.
3.9.2. Konu
Yalancı Şahit’te küçük bir kasabada geçimlerini sağlayabilmenin tek yolu olan,
kot fabrikasında çalışan işçilerin hastalanarak yaşamlarını kaybetmeleri ve ailelerinin
yaşadıkları bir çocuk gözüyle anlatılmaktadır.
Yavuz, amcasını kot fabrikasının ağır koşullarından dolayı kaybetmiştir.
Ailenin dördüncü çocuğudur. On üç yaşında olan kahraman, resim yapmaya ilgi
duymaktadır. Bu yeteneğini sezen resim öğretmenin de desteğiyle yeteneğini
geliştirmek istemektedir. Okul kapanır ve yaz tatiline girerler.
Bir gün, babası da amcası gibi kot fabrikasının ağır koşullarına dayanamaz ve
hastaneye kaldırılır. Yavuz o sırada ailesinin zor durumuna destek olmak için manavda
çalışmaya başlar. Arkadaşı Yusuf, ona birçok kez kot fabrikasına karşı eylemlerde
bulunması için ısrar etmiştir. Ancak Yavuz, bunu kabul etmemiştir. Bir gün, karpuzları
kamyondan tezgaha boşaltırken vatandaşlar ve polisler arasında kovalamacayla birlikte
kavga çıktığını görür. Karışmak istemese de ablası Songül’ün de içlerinde olduğunu
görür. Onu kurtarmak için aralarına karışmak zorunda kalır. Polis, haklı haksız herkesi
123
toplar ve cezaevine atar. Hapishaneye girdiğinde suçsuz olduğunu taş atmadığını
söylese de etkili olmaz. Kendi kendine nasılsa haksızım, çıkarım diye düşünür. Koğuşa
girdiğinde onun gibi beş altı çocuğun daha orada, aynı suçtan tutuklandığını görür.
Aralarında okuldan arkadaşı Yusuf da vardır. Koğuştaki çocuklar, kendilerince
mahkeme oyunu oynayarak yaşam durumlarını canlandırırlar. Yavuz da bu durumları
duvara resmeder. Yan koğuşta da aynı suçtan bir kız durmaktadır. Asıl adı Gönül
olmasına karşın koğuşta yalnız kalıp geceleri korkusundan “evimevim” diye söylendiği
için adını “Evimevim” takarlar. Bir de cezaevi müdürü vardır: Süha Bey. Süha Bey,
kendi çıkarları yüzünden hapishanede olan hiç kimseyi sorgulamaz. Haklı haksız
demeden içeri atar ve buradaki insanlara hak etmedikleri halde kötü davranır. Çocuklar,
onu “Köstebek” olarak anmaktadır. Bir gün ziyaretine gelen Songül ablası, bir
gazetecinin onunla görüşmek istediğini durumlarını kamuoyuna yansıtarak
haklılıklarını ortaya çıkaracağını söyler.
Yavuz, bir gün koğuşta otururken gazeteci Hümeyra onu ziyarete gelir.
Konuşurlar ve Yavuz’a her şeyi anlattırır. Ona, koğuşa dönerken bir fotoğraf makinesi
verir ve her şeyin fotoğrafını çekmesini ister. Daha sonra Evimevim’den doğru Songül
ablasına, oradan da gazeteci Hümeyra’ya makine ulaşır ve haber çıkar. Herkes, bu
insanların haklılığını savunsa da bir değişiklik olmaz. Bir gün Köstebek koğuşa gelerek
haberin duyulmasının oluşturduğu öfkeyle Yusuf’u döver. Yusuf, uzun süre koğuşa
gelmez. Geldiğinde de bitkin bir haldedir. Daha sonra Köstebek, cezaevinin bakıma
alınacağını ve koğuşların dağıtılacağını söyler. Arkadaşları giden Yavuz, koğuşta yalnız
kalır. Birkaç gün sonra baktıklarında koğuşun duvarında açılmış bir delik görürler ve
Yusuf ortada yoktur.
Romanda, yaşam koşullarından dolayı geçinmek için kot fabrikasında
çalışmaktan başka çareleri olmayan insanların, yaşamlarını hiçe sayan güçler karşısında
ezilmeleri anlatılmaktadır. Yaşanılan bu haksızlıklar, on üç yaşında bir çocuğun
gözünden aktarılmaktadır.
Yapıtta ele alınan konunun, çocuğun ilgi ve gereksinmelerine uygun olduğu
belirtilebilir. Sosyal (toplumsal) bir sorun olan sömüren ve sömürülen insanların
yaşadıkları içinde çocukların masum olduğu gerçeği, anlatının başından sonuna değin
okura duyumsatılmaya çalışılmıştır. İnsanlara değer verilmemesi, geçimlerini sağlamak
124
için yaşamlarını feda etmeleri, sömüren kesimin çıkarları, sömürülen kesimin
kaybettikleri romanda anlatılan diğer konulardır. Söz konusu olan bütün sorunların
genç okurun düzeyine uygun olarak yapılandırıldığı belirtilebilir. Yapıtta, çocuk
gerçekliğinden çok toplumcu gerçekçi bakış açısıyla suçsuz olan çocukların yaşadıkları
haksızlıklar anlatılmaktadır.
Romanda kişi - kişi çatışmalarına yer verilmektedir. Kot fabrikasına karşı olan
işçiler ve onların yakınlarıyla cezaevi müdürü ve kot fabrikasının sahipleri arasında
yaşanan çatışmalar buna örnek olarak gösterilebilir. Anlatının baş kişisi Yavuz,
yaşanan çatışmalarda haksızlığa uğramış olsa da edilgen davranışlar sergilediği
görülmektedir.
Anlatının başından sonuna değin yaşanan ağlatısal öğelerin, anlatıda aşırı
duygusallığa yol açtığı belirtilebilir. Süha Bey’in hapishanede oluşturduğu sıkıdüzene
karşı gazeteci Hümeyra’nın Yavuz’a fotoğraf makinesi vererek koğuşa sokup fotoğraf
çekmesini istemesi ve sonrasında da hapishane dışına çıkarılması, okurun mantıksal bir
karmaşaya düşmesine neden olabilir. Rastlantısallık öğesini okurun belleğinde
canlandırabilir. Fotoğraf makinesinin koğuşa girip gazeteciye ulaşması sürecinin okura
yansıtılmaması abartılmış meraka dönüşebilir. Bu belirlemelerle, kurguda duygusallık,
abartılmış merak ve rastlantısallık öğelerinin konuyu zayıflattığı belirtilebilir.
3.9.3. İleti
Yalancı Şahit’teki iletilerin çocuk okurun anlam evrenine uygun olduğu
söylenebilir. Anlatıda çocuk kahramanlar üzerinden anlatılan sosyal (toplumsal) bir
sorun, çocuk gerçekliği gözetilerek sunulmuştur. Sömüren insanlar tarafından
sömürülen insanların yaşadıkları zorlu yaşam koşullarını anlatmaya çalışan yazar,
toplumcu gerçekçi bir anlayışı yansıtmaktadır.
Romanın en başında yazarın yer verdiği “Taş atan bütün çocuklara” tümcesi
karşılıksız kalmaktadır. Koğuştaki çocuklardan taş atanlar olsa da anlatı taş atmayan bir
çocuk olan Yavuz’un yaşadıklarıyla anlatıldığı için bir karşıtlık oluşturmaktadır. Bu
karşıtlık yetişkinlerin anlamlandırabileceği biçimdedir. Ancak okurun anlamlandırması
için soyut kalabilecek nitelikler taşıdığı söylenebilir.
125
İletiler, örtük olarak kahramanın duygu ve eylemleriyle sunulmuştur. Yavuz,
yaşadıklarının bir gün biteceğini, çünkü taş atmadığını sürekli yinelemektedir.
3.9.4. Dil ve Anlatım
Kitabın adı, okurun belleğindeki ilk merak düğümünü atarak okuma eyleminin
başlangıcında devingen bir duruma getirebilir. Okuma eylemine devam eden okur,
Yalancı Şahit Yavuz’un resim yapma yeteneğinden dolayı resim öğretmeninin ona
verdiği bir ad olduğunu duyumsayabilir.
Anlatım, yalın tümcelerle kurulmuştur. Okurun anlamasını kolaylaştıracak bir
sözvarlığı kullanılmıştır. Anlatıda yazım kurallarına uyulmuş; olayların anlatımında
gereksiz ayrıntılara yer verilmemiş; dizisel bir anlatım biçimine yer verilmiştir.
Olay ve duyguların anlatımında “deyimler, ikilemeler, yansıma ve pekiştirme
sözcüklere” yer verilerek Türkçenin varsıllığı ortaya konulmuştur: “üç beş, kesik kesik
(s.11)”, “hayal meyal (s.13)”, “çıngırtı (s.14)”, “apar topar, taş taş üstüne koymak,
bağrış çağrış (s.15)”, “itiş kakış, azar azar (s.16)”, “besbelli (s.18)”, “açık açık (s.20)”,
“ağır aksak, patırtı, arada sırada (s.22)”, “göze göze geldiler, hızlı hızlı (s.23)”, “düşüp
düşüp , aşağı aşağı (s.24)”, “dıngıl dıngıl, gözü gözü görmemek (s.27)”, “sapsarı
(s.28)”, “sımsıkı (s.29)”, “dosdoğru (s.32)”, “sinirli sinirli (s.33)”, “uzun uzun, göz
göze gelmek, gözü üstünde olmak (s.34)”, “fısıltı, usul usul (s.35)”, “burnundan kıl
aldırmamak, tek tek, büyük küçük (s.39)”, “kıkır kıkır (s.41)”, “şaşkın şaşkın (s.43)”,
“tuhaf tuhaf (s.47)”, “daşga dalga (s.50)”, “kısa kısa (s.51)”, “yan yan, tıslayarak (s.
68)”, “suyu ısınmak, cayır cayır (s.69)”, “ağzı kulaklarına varmak (s.76)”, “hırıltılı,
düpedüz (s. 80)”, “sapsarı (s.85)”, “zaman zaman (s. 96)”, “ciddi ciddi (s.101)”, “beti
benzi atmak, dili damağı kurumak (s. 107)”, “gözlerin, dikmek (s.108)”, “usul usul (s.
109)”, “gıcır gıcır (s.117)”, “mırıl mırıl (s.119)”, “sert sert (s.121).”
Anlatımın daha içten ve ilgi çekici duruma getiren benzetme ve
kişileştirmelerden de yararlanılmıştır: “…, dallarındaki beyaz çiçekleri dört bir yana
çaresizce bırakıvermişlerdi. Bahçede, seyrek çiçekler gibi kalmıştı birkaç çocuk
(s.11).”, “Dışarıda badem ağaçlarının bundan haberi yoktu (s.12).”, “Doğduğu o tan
126
anında, bir karpuzun yere düşüp göbeğinden yarılması gibi, ciğerlerini açmıştı dünyaya
(s.14).”
Anlatımda sıklıkla Türkçe sözcükler yeğlenmiş; “pranga (s.32)”,
“slogan(s.50)”, “santrfor(s.56)” sözcükleri dışında yabancı sözcük kullanılmamıştır. Bu
dil kullanımlarının, okurun dil bilinci ve duyarlığı edinmesinde olumlu etkiler
oluşturabileceği düşünülmektedir.
Kahraman anlatıcılı olarak aktarılan romanda, baş kişi Yavuz’un betimlemelerle
kurduğu tümceler, anlatımda görsel bir etki oluşturmuştur: “Yusuf’unsa, çevresini
görecek hali yoktu. Uçak gitmişti, ama izleri hala oradaydı. O izleri tek tek çizdi Yusuf.
Önce düz, keskin çizgiler olarak. Ardından, çizgiler yumuşadı, bölündü, birbirinden
uzaklaştı, yer yer inceldi, yer yer hantallaştı (s.116).”
Roman bölümler halinde okurla buluşturulmuştur. Bölümlerin ayrılmasında
alışılmamış bir kullanıma yer verilerek ilgi çekici duruma getirilmiştir:
“BAŞLANGIÇ…………………………………11(1. bölüm)
E………………………………………………..12(2. bölüm)
EN……………………………………………...13(3. bölüm)
ENA……………………………………………14(4. bölüm)
ENAZ…………………………………………..15(5. bölüm)”
Bu arttırım “ENAZSİZİNKADARMASUMUZ” söylemini tamamlayana kadar
devam etmiştir. Bu kullanım merak ve ilgi öğesini devingen tutarak okura bir ipucu
sunabilir.
Romanın anlatımında sıklıkla başvurulan başka bir kullanım da devrik
tümcelerdir. Devrik tümce kullanımları anlatımda yazınsal bir etki oluşturarak okura
yazınsal bir duyum (zevk) sunabilir: “Yalnızca taşlar değil, sıkılan suyun tayfı da gelip
buldu ikiliyi (s.25).”
Yapılan belirlemelerle romanın dil ve anlatım özelliklerinin okurun anlam
evrenine uygun olarak kurgulandığı söylenebilir.
127
3.9.4 Genel Değerlendirme
Yalancı Şahit, toplumcu gerçekçi bakış açısıyla kurgulanmış bir gençlik
romanıdır. Romanın baş kişisi Yavuz, aynı zamanda romanın anlatıcısı durumundadır.
Bir çocuğun zorlu yaşam koşulları dolayısıyla ailesinden kayıplar vermek zorunda
kalması ve bunun sonucunda haksız yere özgürlüğünü kaybetmesi anlatılmaktadır.
Anlatının, okurun anlam ve bilgi evrenine yeni deneyimler katabilecek bir
kurguya sahip olduğu söylenebilir. On üç yaşında ve çocuk bir kahramanın
anlatımlarıyla örtüşmektedir. Yetişkin söylemlerini andıran anlatımlara yer verilese de
genç okurun dünyasına seslenebilecek nitelikler ağırlık kazanmaktadır.
Ayrıca koğuşa bir fotoğraf makinesinin sokulması ve dışarıya çıkarılması
sürecinde okurun belleğinde oluşabilecek “Nasıl? ve “Kim?” gibi soruların
yanıtlanmaması rastlantısallık öğesini belirginleştirerek konuyu zayıflatmaktadır.
Romanın dil ve anlatım özeliklerinin okurun sözvarlığını geliştirebilecek
niteliklere sahip olduğu belirtilebilir. Bölümlerin ayrımında kullanılan arttırımlı harfler
okurun merak öğesini sürekli tutmasına olanak sağlayabilir.
Yazar, toplumsal bir konu olan ezen ve ezilen insanların yaşamlarını Yavuz adlı
bir çocuğun ailesine ve sonrasında da kendi yaşamına yansımalarıyla okurla
buluşturmuştur. Okurun anlamakta güçlük çekebileceği soyut olan kurguyu çocukların
yaşamlarıyla bütünleştirerek somut biçime getirmiştir. Bu belirleme ile yazarın yeni bir
kurgusal gerçeklik oluşturduğu söylenebilir.
Romanın çocuk edebiyatının temel öğeleri bakımından belirlenen ilkelere uygun
olduğu söylenebilir.
128
3.10. AYDEDE HER YERDE
Günışığı Kitaplığı
1. Basım Nisan / 2012
Yazarı: Hacer KILCIOĞLU
Sayfa Sayısı: 143
3.10.1. Karakterler
Bostan Bekçisi Fırat, isimli öyküde baş kişi Fırat’tır. Yan kişileri ise; babası,
dedesi, ninesi ve bostan korkuluğu Veli’dir. Fırat, Diyarbakır’da yaşamaktadır.
Tarlalarını çakallardan korumak için sırayla dedesi, babası ve kendisi nöbet
tutmaktadır. Fırat, nöbet tutarken gösterdiği zaman zaman korkak zaman zaman da
cesur davranışlarıyla okura yansıtılmaktadır. Öyküde Fırat’ın kişilik özellikleri, olaylar
karşısındaki eylemleriyle ve konuşmalarıyla okura yansıtıldığı için okurun tanımasına
olanak sunabilir.
Derin Süvari’den Fırat’a adlı öyküde, baş kişi Derrin’dir. Yan kişiler ise kuzeni
Fırat, babası ve annesidir. Derrin, babası Türk annesi İngiliz olan bir ailenin çocuğudur.
Akrabaları Türkiye’de yaşamaktadır. Yazar, bu öyküyü ilk öykünün devamı niteliğinde
okura sunmuştur. Derrin yeniliklere açık, araştırmacı, gezmeyi seven ve meraklı bir
kişilik olarak geliştirilmiştir. Öykünün başından sonuna değin bir değişime uğramadığı
için durağan; karakter özellikleri konuşma ve eylemleriyle okura yansıtıldığı için açık
karakter özelliği gösterdiği söylenebilir.
İpek Kız adlı öyküde, baş kişi İpek Kız’dır. Yan kişiler ise anne ve babasıdır.
İpek Kız, öyküde anne ve babasının ayrı yaşamasından dolayı karamsarlığı ile öne
çıkmaktadır. Karakter özelliklerine ilişkin bir bilgi okurla paylaşılmadığı için durağan
ve kapalı bir karakter olarak geliştirilmiştir.
Çinli Hong Chu ve Büyükannesi adlı öykünün baş kişisi Hong Chu’dur. Yan
kişileri büyükannesi, babası ve annesidir. Hong Chu, ödev yapmak istememesiyle öne
çıkan bir karakterdir. Büyükannesiyle zaman geçirmekten hoşlanır. Büyükannesinin
129
anlattığı masal ve öykülere de ilgi duymaktadır. Fiziksel ve kişisel özelliklerine ilişkin
bir açıklamaya yer verilmediği için kapalı ve durağan bir karakter olarak geliştirildiği
söylenebilir.
Sıcak Gecenin Ayışığı, adlı öykünün baş kişisi öyküyle aynı adı taşıyan Sıcak
Gecenin Ayışığı adlı Kızıldereli küçük bir kızdır. Yan kişiler ise, Ağaçların Arkasını
Gören Geyik, Bin Yıllık Şifa, Oturan Boğa’dır. Annesinin hamile olmasından dolayı
yaşadığı sağlık sorunlarını hastalık olarak anlaması sonucu çocuk söylemiyle öyküde
yer almaktadır. Sıcak Gecenin Ayışığı adlı kahramanın kişiliğine ilişkin bir özelliğe yer
verilmediği için kapalı ve durağan bir karakter özelliği gösterdiği söylenebilir.
Mısırlı Muhammet, adlı öykünün baş kişisi Muhammet’tir. Yan kişiler ise,
Muhammet’in abisi ve abisinin arkadaşı Musa’dır. Muhammet, öyküde iyilik ve
çalışmanın simgesi durumundadır. İyi olanın peşinden gitmeyi ve çalışarak bir şeyleri
elde etmeyi, konuşma ve davranışlarıyla okura sezdirebileceğinden açık bir karakter
olarak geliştirilmiştir.
İtalyan Massimo, adlı öykünün baş kişisi Massimo’dur. Öykünün yan kişileri
ise, Massimo’nun babası Gondolcu Pierre ve gondolla gezen turistlerdir. Massimo,
gondola binen insanları gözlemler. Onların davranış ve düşüncelerini yorumlar. Ayrıca
babasının gondolu kullanışını hayranlıkla izler. Düşünce ve eylemleriyle okura
yansıtılan Massimo’nun açık bir karakter olarak okura sunulduğu söylenebilir.
Vietnamlı Küçük Kız, adlı öykünün baş kişisi Lai Thi’dir. Yan kişi ise babasıdır.
Lai Thi, anne ve babasıyla yaşayan bir kız çocuğudur. Babası, tuttuğu balıkları pazarda
satarak geçimlerini sağlamaktadır. Lai Thi de babasına pazarda yardım etmektedir. Bu
özelliğinden dolayı öyküde yardımseverliğin simgesi durumunda olduğu söylenebilir.
Lai Thi’nin kişilik özelliklerine ilişkin başka bir duruma yer verilmediği için durağan
ve kapalı bir karakter olarak geliştirildiği söylenebilir.
Mostarlı Mustafa’nın Korkusu, adlı öykünün baş kişisi Mustafa’dır. Yan kişiler
ise İzzet, lokanta sahibi ve müşterilerdir. Mustafa, savaş yüzünden ailesindeki bireyleri
kaybetmiş, sadece abisi kalmıştır. Abisi de savaşa asker olarak gitmiş, bir süre sonra
geri dönmüştür. Ülkedeki bütün genç erkekler savaşa asker olarak gidip çocuk işçiler
130
çalıştırıldığından Mustafa da bir lokantada garsonluk yapmaya başlamıştır. Abisi
döndükten sonra o da aynı lokantada gösteriler yapmaya başlamıştır. Mustafa, öyküde
yaşamak için savaşım vermenin, çocuk saflığının ve yaşama karşı duyarlı olmanın
simgesi olarak geliştirildiği için açık karakter özelliği göstermektedir.
Gıprıslı Salih, adlı öykünün baş kişisi Salih’tir. Yan kişiler ise babası Mehmet
Bey ve Kıbrıs’a gezmeye gelen beş kadındır. Salih, uykuya düşkün ve gözlemci bir
karakterdir. Gözlemlediği durumlara ilişkin belleğinde sorular oluşturan ve yanıt arayan
meraklı bir yapıya sahiptir. Sayılan özellikleri doğrultusunda Salih’in açık; ancak
durağan bir karakter olduğu söylenebilir.
Prag’ın Köyünden Dzitka Milena, adlı öykünün baş kişisi Dzitka’dır. Yan
kişiler ise babası ve büyükannesidir. Dzitka, annesini kaybetmiş, babasıyla
yaşamaktadır. Büyükannesi birlikte yaşamayı teklif etse de babasını yalnız bırakmamak
için babasıyla yaşamayı tercih etmiştir. Ancak babası sarhoş ve eve bakmayan bir adam
olduğu için zorluklar içinde yaşamaktadır. Dzitka, yardımsever ve duyarlı bir karakter
olarak geliştirilmiştir.
Yaman’ın Ödevi adlı öykünün baş kişisi Yaman’dır. Yan kişiler ise annesi,
babası, kardeşi, leylekler ve lokanta sahibidir. Yaman, sorumluluklarını bilen, doğaya
ve hayvanlara karşı duyarlı bir karakter olduğu için açık karakter olarak geliştirildiği
söylenebilir. Ancak öykünün başından sonuna değin bir değişim içinde olmadığı için
durağan bir karakterdir denilebilir.
Anne Frank’tan Kedicik’e, adlı öykünün baş kişisi Anne’dir. Yan kişiler Lea,
anne ve babasıdır. Anne, Almanların bir dönem yaşadığı savaşın olumsuzluklarını
çocuk gözüyle bir günlük defterine yazdıklarıyla anlatmaktadır. Kişilik özelliklerine yer
verilmediği için kapalı, değişim içinde olmadığı için de durağan karakter özellikleri
gösterdiği söylenebilir.
Jose ve Eski Matador, adlı öykünün baş kişisi Jose’dur. Yan kişileri, öğretmeni
ve Sinyor Fernandez’dir. Jose, boğa güreşleri sonucunda hayvanlara yapılan haksızlığın
sözcüsü durumundadır. Hayvan sevgisi ve duyarlılığını okura sezdirebilir. Karakter
131
özelliklerinden söz edilmediği ve öyküde bir değişim geçirmediği için Jose’un kapalı ve
durağan bir karakter olarak geliştirildiği söylenebilir.
Maria’nın Haski Sevgisi, adlı öykünün baş kişisi Maria’dır. Babası Dimitri,
babasının kız arkadaşı Lena ve Lena’nın kız kardeşi Paula ise yan kişileri
oluşturmaktadır. Maria öyküde, hayvan sevgisi, Atatürk sevgi ve saygısını okura
duyumsatmaktadır. Sözü edilen durumlar dışında, kişiliğine ve yaşamına ilişkin bir
açıklamaya yer verilmediğinden ve değişim göstermediğinden kapalı ve durağan bir
karakter olarak geliştirildiği söylenebilir.
7’de 77’ye adlı öykünün baş kişisi Maria’dır. Maria, bir önceki öyküde
babasıyla çıktığı öykünün devamında ulusal değerlerimizi okura sezdirmektedir. Barış
Manço’nun da karakter olarak yer aldığı öyküde okura sanatsal ve tarihi bir öykünün de
kahramanları tanıtılmaktadır. Bu kişiler bir önceki öyküde yer aldığı gibi Atatürk ve
Barış Manço’dur.
3.10.2. Konu
Aydede Her Yerde adlı kitapta, Bostan Bekçisi Fırat, Derrin Süvari’den Fırat’a,
İpek Kız, Çinli Hong Chu ve Büyükannesi, Sıcak Gecenin Ayışığı, Mısırlı Muhammet,
İtalyan Massimo, Vietnamlı Küçük Kız, Mostarlı Mustafa’nın Korkusu, Gıprıslı Salih,
Prag’ın Köyünden Dzitka Milena, Yaman’ın Ödevi, Anne Frank’tan Kedicik’e, Jose ve
Eski Matador, Maria’nın Haksi Sevgisi ve 7’den 77’ye adlı on altı öykü bulunmaktadır.
Bostan Bekçisi Fırat, öyküsünün konusunu, çakalların tarlalarına saldırmaması
için nöbet tutan Fırat’ın gece nöbeti sırasında yaşadıkları oluşturmaktadır. Fırat’ın gece
nöbeti sırasında karnına bir sancı girer ve tuvalet gereksinimi olduğunu duyumsar.
Ancak tuvalet başka bir yerde ve perdeyle örtülmüş bir yerden ibarettir. Tuvalete gidip
gitmeme konusunda düşünürken bir yandan da gecenin soğuğunu, ailesini ve çakalların
saldırmasını düşünmektedir. İkilem arasında kalan Fırat, Aydede’yle konuşmaya devam
eder: “Senin işin kolay tabii Aydede. Göğe oturmuşsun gülümser durursun (s.13).”
Daha sonra uykuya dalar ve Aydede onu sabaha kadar bekler.
132
Derrin Süvari’den Fırat’a, öykünün konusunu bir önceki öyküdeki Fırat’ın
yurtdışındaki kuzeni Derrin’in yazdığı mektup oluşturmaktadır. Derrin, oradaki
yaşamından, Türkiye’ye gelmek istemesinden, annesi ve babası ile yaşadığı bir
gezideki anılarından bahsetmektedir. Öykünün sonunda, Derrin Fırat’a gelirken bir
bilgisayar getireceğini de yazar. Bu durum Fırat’ı çok mutlu eder: “Bilgisayar geliyor,
Aydede! Duydun mu, bilgisayar geliyor! Yaşasıııın! (s.25).”
İpek Kız öyküsü, annesi ve babasının ayrılacağını öğrenen bir kız çocuğunun
kendi içinde yaşadığı sıkıntılarını ve düşüncelerini anlatmaktadır. İpek Kız’ı gece yarısı
uyku tutmaz ve balkona çıkar. Aydede ile konuşur: “Aydede gülümsedi. Çocuk bir
öpücük verdi ona. ‘Hadi sana iyi geceler, yarın akşam gene gel,” dedi, odasına gidip
uyudu (s.34).”
Çinli Hong Chu ve Büyükannesi öyküsünde, annesi ve babası çalıştıkları için
okuldan kalan zamanlarda büyükannesine giden bir çocuğu anlatmaktadır. Hong Chu,
ödev yapmayı sevmemektedir. Ayrıca büyükannesi ile kalmaktan mutlu olmaktadır.
Ancak, anne ve babası buna karşı çıkmaktadır. Hong Chu, bir gün yine büyükannesi ile
otururken ödev yapmayacağını söyler. Bunun üzerine büyükanne ona bir efsane anlatır
ve sohbet ederler. Daha sonra ondan yemek ister ve büyükanne de ona yemek yapmaya
gider, ödevlerini de yapmasını söyler. Hong Chu da Aydede ile konuşmak istediğini
söyler: “Büyükanne gülümsedi. Aydede de…(s.40)”
Sıcak Gecenin Ayışığı öyküsünde, annesinin hamile olmasından kaynaklanan
sağlık sorunlarını hastalık sanarak üzülen Kızıldereli bir kız çocuğunun yaşadıkları
anlatılmaktadır. Sıcak Gecenin Ayışığı, Oturan Boğa ve Bin Yıllık Şifa’ya olanları
anlatır. Onlar da gülerler ve annesinin hasta olmadığını, bir kardeşinin olacağını
söylerler: “Küçük kızın gözleri kocaman oldu. Adımları da… O annesine ve kardeşine
koşarken, ateşin başında iki adam kahkahalarla gülüyordu. Aydede gülümsüyordu
(s.48).”
Mısırlı Muhammet adlı öyküde, Muhammet isimli küçük bir çocuğun abisinin
ve arkadaşının para bulabilmek için ölmüş zengin insanların mezarlarını kazmasını ve
bu sırada Muhammet’in yaşadıklarını anlatmaktadır. Muhammet, yine bir gece abisi ve
arkadaşının mezar kazmasını beklerken uykuya dalar. Rüyasında bir gemide garsonluk
133
yaptıklarını ve karınlarını doyurduklarını görür. Uyandığında abisine de anlatır.
Arkadaşı tarafından kandırılan abisini ikna ederek gemide garsonluk yapmak için
konuşmaya giderler. Bu sırada abisi başından geçen bir olayı anlatırken gülmeye
başlarlar: “Aydede, küçük Muhammet’le abisini teknenin merdivenlerine kadar izledi,
gülümseyerek (s.55).”
İtalyan Massimo’da, babası gondol kullanarak insanları gezdiren Massimo
adındaki bir çocuğun gezi sırasındaki gözlemlerini anlatmaktadır. Massimo, gondola
binen bir kadının, babasının uyarılarına karşın dikkat etmemesi sonucunda düşmesine
gülmeye başlar ve babasının söylediği bir şarkıdan esinlenerek Aydede ile konuşmaya
başlar: “Şarkılar doğru söylüyor, ne olacaksa olacak, geleceği göremeyiz, değil mi
Aydede! (s. 64)”
Vietnamlı Küçük Kız öyküsünde, küçük bir kızın babasıyla pazarda balık
sattıktan sonra eve dönüş yolunda motosikletle giderken babasına merak ettiklerini
sormasını ve sonra da Aydede ile konuşmasını anlatmaktadır: “Bakışlarını gökyüzüne
çevirdi. Aydede! Aydede biliyor mudur? Aydede gülümsüyordu… (s.70).”
Mostarlı Mustafa’nın Korkusu, adlı öyküde Mustafa’nın savaşta kaybettiği aile
bireylerinden sonra abisiyle yalnız kalıp yaşamlarını çalışarak kazanmaları
anlatılmaktadır. Ülkede genç erkekler savaşa asker olarak gider. Çalışacak insan
kalmadığı için küçük çocuklar çeşitli işlerde çalışır, çalıştırılır. Mustafa da bir lokantada
garsonluk yapar. Abisi de savaştan döndüğünde aynı lokantada gösteri yaparak
çalışmaya başlar. Bir gün Mustafa, lokantanın süpürgesini elinden kaçırır ve nehre
düşürür. Akşam olmuştur. Abisi süpürgeyi almak için nehre dalar. Akşam olmasından
dolayı Mustafa da çok korkmaktadır. Sonunda abisi süpürgeyi nehirden çıkarır.
Mustafa bu habere sevinir ve Aydede’ye gülümser: “Çatal kaşıkları masaya dizerken
gökyüzüne bir bakış attı… Aydede gülümsüyor. Çocuk gülümsedi (s.76).”
Gıprıslı Salih öyküsünde, babası Kıbrıs’ta turist şoförlüğü yapan Salih’in
babasıyla birlikte beş kadın turisti gezdirmeleri anlatılmaktadır. Gezi boyunca uykuya
yenik düşmesi ile tanıtılan Salih, gezinin sonunda gökyüzüne bakmakta ve yine uykuya
yenik düşmek üzeredir: “Aaa Aydede! Gülümseyip duruyor gökyüzünde. Çocuk
gülümsedi. Uyumadı (s.84).”
134
Prag’ın Köyünden Dzitka Milena’da annesini kaybeden Dzitka’nın babası da
kızıyla ilgilenmemekte, parasını içkiye yatırmaktadır. Dzitka, ormana gider ve yiyecek
bir şeyler bulmaya çalışır. Öğretmeninin öğrettiği zehirsiz olan mantarlardan toplayıp
yemek ister. O sırada akşam olur ve topladığı mantarları alarak Mantar İnceleme
Merkezine gider. Ertesi gün büyükannesine gitme kararı alır. Bunu da Aydede ile
konuşur:“ ‘Biliyor musun, yarın büyükanneme gidiyorum ben. Bu akşam telefon
edeceğim ona. Dönüşte.’ Aydede gülümsedi. ‘İyi olur, Dzitka Milena, iyi olur,’ dedi
sanki. Ya da Dzitka’ya öyle geldi (s.92).”
Yaman’ın Ödevi öyküsünde anne, baba ve kardeşiyle yemek yemeye giden
Yaman’ın öğretmeninin verdiği “Leylekleri İnceleme” ödevi için tesadüfen leyleklerin
olduğu bir lokantaya gitmeleri anlatılır. Gittikleri lokantanın sahibi leyleklerle ilgili
bilgilerini anlatır. Yaman yürüyen leylekleri sorar. Lokanta sahibi de onların insanlar
tarafından yara aldığını artık uçamadıklarını söyler. Yaman da diğer leyleklere ve sonra
da gökyüzüne bakar ve şunları söyler: “ ‘İyi ki siz uçuyorsunuz,’ deyip gülümsedi. Taa
yukarılarda gülümseyen başka birini fark etti o an. Aa, Aydede! Leyleklerin, hatta
gökyüzündeki tüm kuşların dostu Aydede…(s.101).”
Anne Frank’tan Kedicik’ e adlı öyküde, Nazi Kamplarında yaşayan iki çocuğun
aralarında geçen konuşmayı ve günlüğüne yazdığı anılarından birkaçını anlatmaktadır.
Arkadaşı Lena, ona tellerin diğer tarafından bir şeyler atar ve Anne de onu yakalamaya
çalışır. Akşam olduğu için rastgele yakalanan nesneyi alan Anne, Aydede ile konuşur: “
‘Teşekkürler Aydede. Yolu aydınlattın.’ Aydede gülümsedi. Anne gülümsedi de
düşündü: Aydede yukarıdan şaşar durur mu acaba bu dünyada olan biten bunca acıya?..
(s.114).”
Jose ve Eski Matador adlı öyküde, bir çocuğun boğa güreşleri sonucunda
boğaların ve insanların nasıl zarar gördüklerini anlatmaktadır. Jose’un öğretmeni boğa
güreşlerine hayır demek ve hayvan haklarını korumak için savaşım vermektedir. Bunun
için de öğrencisi Jose’a bir araştırma ödevi verir. Jose eski matador olan Bay
Fernandez’in yanına giderek onunla konuşur. Dönüşte vagonda otururken gökyüzüne
bakar: “Aa, Aydede! Aydede gülümsüyordu. Konuşabilseydi, ‘İyi iş başardın evlat,”
derdi (s.129).”
135
Maria’nın Haksi Sevgisi adlı öyküde, gezmek için babasıyla Finlandiya’ya
giden bir kız çocuğunun yaşadıkları anlatılmaktadır. Maria, orada Haski türünde bir
köpeği sever. Onu alıp ülkesine götürmek istese de sonradan onun ülkesinin orası
olduğunu düşünür ve vazgeçer: “Çocuk lokantaya koşar adımlarla giderken, gökyüzüne
bir kez daha çevirdi bakışlarını. Aa! Aydede! Gülümsüyordu. Bembeyaz saçlı bir
pamuk nine gibi… (s.137).”
7’den 77’ye adlı öyküde Barış Manço ve ekibinin Atatürk’ün doğduğu ev olan
müzeye gelerek çekim yapmaları anlatılmaktadır. Önceki öykünün kahramanları üç
çocuk da bu sırada müzeyi gezmektedir: “Aydede onlara gökyüzünden tatlı tatlı
gülümsüyordu. Çocuklar onu da görmediler (s.143).”
Kitaptaki öyküler, dünyanın farklı ülkelerinden farklı çocukların yaşadıkları
durumları okura aktarmaktadır. Anlatılan öykülerin karakterleri, ülkeleri, yaşadıkları,
düşündükleri ayrı olsa da ortak noktalarını çocukların Aydede’ye bakış açıları
oluşturmaktadır. Aydede, hayvanlara karşı sevgilerini belli eden, anne babası ayrılan,
annesi ya da babası olamayan, ödev yapmak istemeyen, hastalık ve savaş gibi
nedenlerden dolayı üzüntü yaşayan, çocuk olmasına karşın sorumlulukları büyük olan
birçok farklı yaşam gerçekliğini yaşayan çocukların ortak noktası olarak okura
sezdirilmektedir.
Okur, her öyküde farklı bir karakteri, farklı yaşam koşullarını ve farklı ülkelere
ilişkin dünya bilgisine yenilerini katabilir. Çevresinde sınırlı olan olanaklara sahip olan
çocuk okur, kitapta kurgulanan öykülerle farklı kültürlere ve yaşam gerçekliklerine
tanık olabilir. Kendisinin yaşadığı veya hiç tanık olmadığı yaşam durumlarını
deneyimleyebilir.
Günümüzde küreselleşmenin de etkisiyle benzer duruma gelen yaşamlara
karşılık çocuk okur, farklılıkları sezinleme olanağı bulabilir. Bu farklılıkların yanında
okur, nerede yaşarsak yaşayalım ve ne yaşarsak yaşayalım dünyada ortak olan şeyin
Aydede, yani gökyüzü olduğunu duyumsayabilir.
136
Kurgunun yapılandırılmasında sıklıkla kişinin kendisiyle olan çatışmasına yer
verilmiştir. Öykülerin baş kişilerini çocuklar oluşturduğu için ve hepsinde Aydede ile
yaşanan durum paylaşıldığı için baş kişiler iç konuşmalar yapmaktadır.
Öykülerin anlatımında mantıksal bir tutarsızlığa yer verilmemiştir. Konuyu
zayıflatarak okuma eyleminin sürekliliğine engel olabilecek abartılmış merak,
duygusallık ve rastlantısallık öğelerine yer verilmemiştir.
Kurgulanan öykülerde yer verilen farklılıklara karşın okur, dünyanın her
yerinde, farklı yaşam koşulları altındaki farklı bireylerin de Aydede’ye yani gökyüzüne
bakarak paylaşımda bulunduğunu düşünerek, sonucunda hepimizin insan olduğu
gerçekliğini sezinleyebilir.
3.10.3. İleti
Bostan Bekçisi Fırat öyküsünde “Sorumluluklarımızı bilmeliyiz.” iletisini
Fırat’ın korkularına ve yaşadıkları zor koşulara karşın tarlalarını çakallardan
korumasından çocuk okur sezinleyebilir.
Derrin Süvari’den Fırat’a öyküsünde Fırat ve ABD’de yaşayan kuzeninin
mektuplaşmalarından “Türkçemizin kullanımına nerede olursak olalım özen
göstermeliyiz.” iletisini Derrin’in Fırat’a yazdığı mektuptan çocuk okur sezinleyebilir
ve yanlışlıkların farkına varabilir. “Ne dersin Türkçe’m ilerlemiş mi? Mektubumda hata
varsa şimdiden özür dilerim, çünkü bu kez babama kontrol ettiremedim, bu yıl
Türkiye’ye gitmek istediğimi öğrenmesin diye (s.24).”
İpek Kız adlı öyküde okur, annesi ve babası ayrılan bir çocuğun durumunu
sezinleyerek duyarlık geliştirebilir. Okurun kendi yaşamında böyle bir durum varsa
bunu yaşayan tek çocuğun kendi olmadığını da duyumsayabilir.
Sıcak Gecenin Ayışığı adlı öyküde, annesinin hamilelik dolayısıyla yaşadığı
sağlık sorunlarını hastalık olarak algılayan kız çocuğu ile okur, kardeş sahibi olmanın
mutluluğunu sezinleyebilir.
137
Mısırlı Muhammet adlı öyküde abisinin para kazanmak için hırsızlık yapmasına
karşı çıkan Muhammet “Hırsızlık kötü bir alışkanlıktır.” gerçekliğini okura sezdirebilir.
İtalyan Massimo adlı öyküde, babasına yardım eden çocuk karakterle okur,
“yardımseverlik” öğesini yaşamına katabilir.
Vietnamlı Küçük Kız öyküsünde babasıyla yolculuk yaparken yoldaki trafik
ışıkları hakkında konuşmaları, okura “Trafik kurallarına uymalıyız.” iletisini
anımsatabilir.
Mostarlı Mustafa’nın Korkusu öyküsünde, savaş yüzünden yaşından çok daha
büyük sorumluluklar alan ve yakınlarını kaybeden Mustafa ve abisi “Savaş kötü bir
çözüm yöntemidir.” iletisini okura sezinletebilir.
Gıprıslı Salih öyküsünde, babasıyla turistleri gezdiren Salih, gezileri boyunca
uğradıkları şehitlikler ve okudukları yazılarla okura “Tarihimiz önemlidir.” iletisini
duyumsatabilir.
Prag’ın Köyünden Dzitka Milena öyküsünde, annesini kaybetmiş, babası ise
onunla ilgilenmeyen bir kızın yaşam savaşımı vermesinde takındığı olumlu tavır ile
okura “Zorluklara karşı her zaman savaşmalıyız.” iletisi sunulmaktadır.
Yaman’ın Ödevi, öyküsünde yemeğe gittikleri lokantada ödevi olan leyleklere
rastlaması ve onlarla ilgili bilgi alması sonucunda, insanların kendi duyumları
(zevkleri) için hayvanlara zarar vermeleri anlatılmaktadır. Bununla birlikte okur,
“Hayvanlara zarar vermemeliyiz.” duyarlığını edinebilir.
Anne Frank’tan Kedicik’e adlı öyküde, Nazilerin esir kampındaki bir kız
çocuğunun tellerden arkadaşıyla bir şeyler alıp vermesi ve günlüğüne yazdığı anıları
anlatılmaktadır. Çocuk okur, “Savaş kötü bir çözümdür.” ve “İnsanlar eşittir.”
gerçekliklerini sezerek geçmişte yaşanmış bu olaya karşı araştırma güdüsünü
devindirebilir.
138
Jose ve Eski Matador adlı öyküde, Jose, boğa güreşleri sonucunda boğaların
zarar görmesiyle ilgili ödevi için öğretmeninin yönlendirmesiyle eski bir matadorla
görüşmeye gider. Matadorla yaptığı konuşmalarından “İnsanların duyumları için
hayvanlara zarar verilmemeli.” gerçekliğini sezinleyerek hayvan sevgisini ve
duyarlığını pekiştirebilir.
Maria’nın Haksi Sevgisi öyküsünde, gittiği ülkede çok sevdiği köpeği alıp kendi
ülkesine götürmek isteyen Maria’nın, ülkesinin köpeğin yaşam koşulları için uygun
olmadığını anlamasını anlatmaktadır. Bununla birlikte okur, hayvanların yaşam
koşulları ve hayvan sevgisine ilişkin duyarlığını devindirebilir.
7’den 77’ye öyküsünde, Türkiye ve dünya için çok büyük değeri olan iki kişi
için farkındalık oluşturulmak istenmiştir. Biri dünyanın tanıdığı en büyük liderlerden
olan Atatürk; diğeri sanatı, müziği sevdiren adam Barış Manço. Okur Atatürk sevgisi
ve Barış Manço’ya ilişkin sevgi ve duyarlıklarını devindirebilir. Özellikle de yaşı
dolayısıyla çok fazla anlamlandıramadığı Barış Manço’ya ilişkin araştırma güdüsü
oluşturabilir.
Kitap, çocukların yaşadıkları ya da yaşayabilecekleri olaylar doğrultusunda
yaşam, doğa, tarih bilinci ve hayvan sevgisi oluşturabilecek iletilerle kurgulanmıştır.
Dünyanın farklı yerlerinde, farklı yaşam koşulları altında bulunan çocukların
yaşadıkları durumlar, çocuk okur için farklı yaşam deneyimleri oluşturabilir. Kendi
yaşamıyla özdeşlik kurarak paylaşımda bulunmasına olanak sağlayabilir.
İletiler, çocuk kahramanların bakış açılarıyla onların yaşamları üzerinden
verildiği için okurun kolayca anlamlandırabileceği biçimde yapılandırılmıştır.
Öykülerin iletileri, örtük olarak yapılandırılmıştır. Her öykü hem farklı farklı
iletilere sahipken hem de ortak bir ileti taşımaktadır. Öykülerdeki çocuk karakterlerin
yaşadıkları durumlar sonucunda, en son Aydede ile konuşmaları ve gülmeleri okura
“Hepimiz nerede olursak olalım, ne yaşarsak yaşayalım aynı gökyüzünde altında
yaşayan insanlarız.” iletisini sunmaktadır.
139
Yapılan belirlemelerle okur, öykülerde farklı farklı ve ortak kurgulanmış
iletilerle yaşam gerçekliklerini tanıyıp anlamlandırabilir. Yaşamında karşılaştığı ya da
karşılaşabileceği durumlara ilişkin farkındalık oluşturarak deneyim yaşayabilir.
3.10.4. Dil ve Anlatım
Aydede Her Yerde kitabının dil ve anlatım özellikleri incelendiğinde, metinsel
doku oluşturulurken yalın ve kısa tümcelere yer verildiği görülmektedir. Ancak devrik
tümcenin sık kullanılışı, okuma eyleminde anlam bütünlüğü kurmada okurun
belleğinde güçlükler oluşturabilir.
Olayların ve duygu durumlarının somutlanmasında “benzetme, kişileştirme,
betimleme” gibi anlatım yollarından yararlanılmıştır: “Çocuk, dallı güllü yorganın
altında kirpi gibi büzüldü (s.11).”, “Adam, sifonu çekilmiş klozet gibi foşurdayarak
uyuyup durdu (s.22).”, “…, ilaçları lüp lüp yuttu ve ölü gibi yattı (s.23).”, “Aydede
gülümsüyordu(s.25).”, “Bakışlarını yeryüzüne indirdiğinde, simsiyah saçlı, kıpkırmızı
dudaklı, zeytin karası gözlü, çok ama çok güzel bir kız dans ederek geliyor, kollarını
çocuğun boynuna doluyor…(s.52)”, “Sonra… öyle çok neşelendiler ki, Nil bile duydu
onları, duydu da, şırıltısını kesip kıkırdamaya bile başladı (s.55).”, “Kız, ağzını bir
tencere kapağı kadar açarak esnedi (s.67).”, “Çocuk, dayak yemiş köpek gibi keyifsiz,
ateş gibi koşturamayacak kadar halsiz…(s.71)”, “…, öteki ağlıyor, ne ağlama, sifondan
boşalan su gibi akıyor yaşlar yanaklarından…(s.72)”, “Istakoz gibi kızarmış gözlerini
babasına çevirdi;…(s.77)”
Sözvarlığı öğelerinden “ikileme, yansıma, pekiştirme sözcükler ve deyim” lerden
yararlanılarak işitsel ve devingen bir anlatım oluşturulmuştur: “zangır zungur,
cırıldayıp (s.12)”, “inim inim inlemek (s.13)”, “vır vır (s.14)”, “bağrış çağrış (s.17)”,
“uzun uzun (s.20)”, “burnundan gelmek (s.21)”, “dişini sıkmak (s.29)”, “gözden
kaybolmak (s.30)”, “gümbür gümbür (s.31)”, “sıkı sıkı (s.32)”, “put gibi durmak
(s.36)”, “sımsıkı, simsiyah (s.37)”, “huysuz huysuz (s.38)”, “kulak kabartmak,
fısıldamak (s.41)”, “parıldamak (s.46)”, “içli içli (s.47)”, “koskocaman (s.48)”, “zıp zıp,
hop hop, kıpkırmızı kıkır kıkır (s.52)”, “şırıltı (s.54)”, “ışıl ışıl (s.57)”, “mıdır mıdır
(s.61)”, “fısır fısır (s.65)”, “lambır lumbur, gürül mürül (s.72)”, “mızıldanmak (s.78)”,
140
“kapkara, sapsarı, kıpkıvırcık (s.79)”, “yemyeşil, ışıl ışıl (s.80)”, “cır cır (s.83)”, “göz
gözü görmemek (s.85)”, “upuzun (s.97)”, “gırç gırç (s.119).”
Öykülerde sıklıkla Türkçe sözcükler yeğlenmiştir. Ancak öykülerde farklı
ülkelerin kültürlerine ilişkin tanınmış ünlem tümcelerine ve sözcüklerine yabancı
karşılıklarıyla yer verilmiştir. Bu sözcükler, öykünün kurgusuna uygun olarak verilip
kitabın başında da “Yabancı Sözcüklerin Okunuşu” bölümüyle sözcüğe, okunuşuna ve
Türkçelerine yer verilerek kullanılmıştır. Ayrıca yabancı sözcüklerin kullanımlarının
ardından sıklıkla Türkçeleri de sunulmuştur. Kullanılan yabancı sözcüklerin okurun dil
duyarlığını olumsuz biçimde etkileyecek kullanımlar olmadığı söylenebilir: “giant –
dev şey! (s.19), Daddy (s.20), Mummy, impossible (s.21).”
İkinci öykü olan Derrin Süvari’den Fırat’a adlı öyküde Fırat’ın ABD’de
yaşayan kuzeni Derrin bir mektup yazar. Mektubunda kullandığı “Türkçe” sözcüğü ile
ilgili yapılan yanlışlar bulunmaktadır. Yapılan yanlışlar şu tümcelerle okura
sunulmuştur: … Türkçe’mi daha rahat geliştireceğimi söylüyor babam. …, Türkçe’yi
öğren Derrin…(s.21), Ne dersin Türkçe’m ilerlemiş mi? Mektubumda hata varsa
şimdiden özür dilerim, çünkü bu kez babama kontrol ettiremedim… (s.24).” Yazarın bu
yanlış kullanımları, okurda farkındalık oluşturmak için kullandığı düşünülmektedir.
Aydede Her Yerde adlı öykü kitabında, her öykünün adı baş kişisinin adıyla
bulunduğu ülkenin adından oluşmaktadır. Bu ayrım okurun baş kişiyi ve öykünün
geçtiği ülkeyi tanıyıp okumaya başlamasını sağlayarak düş gücünü devindirebilir.
Öykülerin sonunda sıklıkla “Aydede gülümsüyor / gülümsedi.” biçimindeki
kullanımlar, iletilerin ortak yönlerinin okur tarafından anlamlandırılmasını
kolaylaştırabilir.
Öykülerde farklı yazınsal ve bildiri türlerine, şarkılara, tarihte büyük başarılar
kazanmış kişilerin sözlerine yer verilmiştir. Derrin Süvari’den Fırat’a adlı öyküde
mektup türüne; Çinli Hong Chu ve Büyükannesi adlı öyküde efsaneye; İtalyan
Massimo’da şarkıya; Gıprıslı Salih adlı öyküde Cengiz Topel’in sözüne; Anne
Frank’tan Kedicik’e adlı öyküde günlük türüne; Jose ve Eski Matador adlı öyküde
duyurumluk (pankart) yazısına; 7’den 77’ye adlı öyküde Barış Manço’nun Şakılarına
141
yer verilmiştir. Kurgu içinde verilen bu türler, çocuk okuru farklı yazı türleriyle
karşılaştırarak onun yazınsal ve diğer türlere ilişkin bilgisine katkıda bulunabilir. Tüm
bu belirlemeler sonucunda, yapıtın dil ve anlatım özelliklerinin okurun düzeyine uygun
olduğu düşünülmektedir.
3.10.5. Görsel Bir Uyaran Olarak Resim
Kitapta yer alan her öykünün başında resimlere yer verilmiştir. Bölüm
başlarında yer alan resimler öykülerin baş kişilerine ve öykülerin geçtiği yerlere ilişkin
resimlemelerdir. Baş kişiler ve öykünün geçtiği yerler karakalem çalışmasını
andırırken, Aydede ve öykülerin adları mavi renk ile resmedilmiştir.
Öykü başlarında yer alan resimler, baş kişileri, okurun belleğinde somutlayacak
biçimde çizilmiştir. Kullanılan resimlemeler, öykülerin kurgularına ilişkin çocuk
okurun düş kurarak içeriği kestirmesine olanak sunabilir.
Çizerin oluşturduğu resimlerin yeni ve özgün bir gerçekliği yansıttığı
söylenebilir. Yalın çizgilerle oluşturulan görsel metin, okurun resim yapma isteğini
devindirebilecek niteliklere sahiptir.
Yapıtta yer alan görsellerin öykülerin anlamlandırılmasında başka bir deyişle,
dilsel metinde arkadaşlık edebilecek niteliklere sahip olduğu belirtilebilir. Okurun
duygu ve düş dünyasını devindirerek görme ve düşleme olanağı sağladığı için çocuk
okurun gelişim ve okuma kültürü edinme sürecinde etkili bir uyaran olabileceği
düşünülmektedir.
3.10.6. Genel Değerlendirme
Aydede Her Yerde adlı kitap, dokuz yaş ve üstü çocuklara seslenen bir yapıttır.
Bu nedenle, okurun anlam evrenine katmaya başladığı insan, hayvan, doğa sevgisi,
tarih bilinci, savaş ve barış gibi soyut kavramların okurun yaş düzeyine uygun olarak
yapılandırıldığı söylenebilir. Okur, sözü edilen konu ve iletilerle insan yaşamına ilişkin
erdemleri sezebilir ve bu değerleri kendi yaşamına katabilir.
142
Kitabın dil ve anlatım özelliklerinin, okurun Türkçenin dil ve anlatım
özelliklerini sezmesinde ve kullanmasında önemli bir uyaran görevi üstlendiği
söylenebilir.
Öykülerin baş kişileri; yaş, konuşma ve eylemleriyle okurun düzeyine uygunluk
gösterdiği için öykünme sürecinde olumlu bir uyaran olarak düşünülmekte; ancak baş
kişilerin sıklıkla kapalı ve durağan karakterler olması öykünme sürecinde okura
olumsuz bir uyaran olarak yansımaktadır.
Yapıtın görsellerinin yeni ve özgün bir gerçeklik sunarak çocukların kurguyu
anlamlandırmasına olanak sunabilecek özellikte olduğu düşünülmektedir. Öykülerin
diğer bir ortak yanı ise açık yapıt özelliği göstermeleridir. Bununla birlikte okur,
belleğinde düş ve yorum gücünü kullanarak öyküyü devam ettirebilir, kendi öyküsünü
oluşturabilir.
Öykülerdeki kurgusal gerçeklik, Aydede’nin çocukların yaşamlarına olan
etkileridir. Başka bir deyişle, çocukların çeşitli yaşam durumlarında Aydede’de ile olan
arkadaşlıklarıdır. Bu gerçeklik, çocukların Aydede ile öykü sonlarında yaptıkları
konuşmalarla okurla buluşturulmuştur. Yapılan belirlemelerle kitabın çocuk
edebiyatının temel ilkelerine uygun olarak yapılandırıldığı söylenebilir.
143
3.11. KUUZU VE LUNAPARK AİLESİ
Günışığı Kitaplığı
2. Basım Ekim / 2013
Yazarı: İrem UŞAR
Sayfa Sayısı: 107
3.11.1. Karakterler
Anlatının baş kişisi Kuuzu’dur. Yan kişileri ise; annesi, babası, ablası, kardeşi,
anneannesi ve eşi Ahmet Bey, babaannesi ve eşi, komşuları İzbandut Amca, Avukat
Teyze, Huysuz Yaşlı Teyze, Ahmet Bey’in kardeşleri Mustafa Amca ve Salih Amca,
teyzesi Tülin’dir.
Kuuzu, ailenin ortanca çocuğudur. Baş kişi, ailesiyle özellikle de anneanne,
babaanne ve dedeleriyle vakit geçirmekten mutlu olan bir çocuktur. Kitabın anlatıcısı
durumundadır. Gözlem gücü yüksek olduğu için okur, kendini ve anlatının yan kişilerini
onun anlatımlarıyla tanımaktadır.
Anlatıda en çok geliştirilen yan kişi Kuuzu’nun anneannesinin eşi, komik dede
Ahmet Bey’dir. Ahmet Bey şakacı, çocuk gözünden yaşama bakabilen, ailesine karşı
sevgi dolu bir birey olarak geliştirilmiştir. Kitabın baş kişisi Kuuzu olmasına karşın
anlattığı öykülerinin baş kişisi sıklıkla komik dedesi, Ahmet Bey’dir. Ahmet Bey,
ailesine ve özellikle de torunlarına oldukça düşkün bir karakterdir.
Yan kişileri oluşturan karakterler aile bireyleri neşeli, yaşamı ve insanları seven,
günlerini dolu dolu geçiren, aile birliğine ve mutluluğuna önem veren insanları
yansıtmaktadır. Aile bireyleri, aile içindeki değerlerine önem verirken komşuları ve
diğer akrabalarıyla olan ilişkilerinde de olumlu insan tipini okura yansıtmaktadır. Okur,
çizilen bu insan tipiyle, yaşama ve insan ilişkilerine ilişkin olumlu değerleri yaşamına
katabilme olanağı bulabilir.
144
Anlatının baş kişisi Kuuzu, öykünme sürecinde de okura bir duyarlık katabilir.
Kuuzu’nun ailesine karşı kullandığı sevgi dolu sözcükler ve onlarla vakit geçirmeye
istekli yaklaşımı okurda samimi duyumlar oluşturabilir. Aynı zamanda, anlatının
yetişkin kişileri olan büyükler, komşular ve akrabalarının birbirleriyle ve çocuk
karakterlerle olan ilişkileri, yaşama bağlılıkları ve sorunları çözmedeki kararlılıkları,
okurun onlar gibi düşünmesini, duymasını ve hareket etmesini sağlamada istekli
kılabilir.
Kitaptaki kişiler, baş kişi Kuzunun anlatımlarıyla ve davranışlarıyla
anlatılmaktadır. Anlatının başından sonuna değin bir değişim göstermedikleri için
durağan karakter özellikleri gösterdikleri söylenebilir. Ancak karakterlerin durağan
olması kurgunun içinde anlamlı neden - sonuç ilişkisi içerinde yer aldığından okurun
özdeşim kurma sürecinde herhangi bir olumsuzluk oluşturmamaktadır.
Yapılan belirlemelerle, kitapta yer alan karakterlerin çocuğun yaşamı
keşfetmesinde ve olumlu bakış açısı edinmesinde ve dolayısıyla da öykünme sürecinde
etkili bir uyaran olarak okura yansıtıldığı söylenebilir.
3.11.2. Konu
Kuuzu ve Lunapark Ailesi, biri kendinden büyük diğeri küçük kardeşlere sahip,
komik bir dedesi olan Kuuzu adlı bir çocuğun, çocukluğuna ilişkin anılarını anlattığı bir
kitaptır.
Kitapta Kuuzu adlı çocuk karakterin, ailesine ve çevresine ilişkin anılarını
anlattığı ayrı ayrı on üç öyküye yer verilmektedir. Öykülerin başlangıcında “Hoş
Geldin!” ve “Güle Güle!” adlı iki bölüm de yer almaktadır. Bu bölümlere verilen
adların, anlatılacak olan aile içi anılarla bütünleştiği söylenebilir.
Hoş Geldin! adlı bölümde Kuuzu kendisini ve ailesini tanıtır. Ailesine neşeli ve
eğlenceli olduğu için “Lunapark” adını verdiğini açıklar.
Herkes Bize Çaya Geliyor! adlı bölümde Kuuzu’nun anneannesi, babaannesi ve
dedeleri onlara yemeğe gelecektir. Annesi, onlar için çeşitli yemekler hazırlar. Herkes
145
gelir ve sofraya oturulur. Sofrada Ahmet Bey, eşine beyaz gömleğini sorar. Eşi
gömleğin kirlide olduğunu söyleyince sinirlenerek önce kendi tabağını sonra masadaki
diğer kişilerin tabaklarını alarak balkondan aşağıya atmaya başlar. Herkes şaşkınlık
içerisindedir. Ama işin içinde Ahmet Bey olduğunu bildikleri için bir durum olduğunu
da düşünürler. Yine de korku, şaşkınlık ve gerginlik oluşmuştur. Sonunda Ahmet Bey,
kızına armağan olarak getirdiği tabakları alırken kırılmaz olduğunu söylediklerini, onu
denemek için böyle bir şey yaptığını açıklar. Sonra herkes gülmeye başlar ve çaylarını
içmeye devam ederler.
Ev İşi mi? Çocuk Oyuncağı! adlı bölümde, Kuuzu ve ablası okuldan geldikten
sonra ve diğer zamanlarda eşyalarını etrafa atarak evi dağıtırlar. Annesi de bu durumdan
yakınmaktadır. Bir gün, artık dayanamayıp kızlarına yardım etmelerini söyler. Ardından
mutfağa yemek hazırlamak için giderler. Yemeği yaparken annelerine malzemeleri
vererek yardımcı olurlar. Akşam yemeğini yedikten sonra, hepsinin ağzından köpükler
çıkmaya başlar. Sonrasında annesi mutfağı inceler ve tereyağı yerine kalıp sabun
koydukları ortaya çıkar. Tereyağını kimin verdiğini sorduğunda ise suçlunun Kuuzu
olduğu ortaya çıkar. Babası da yatarken kulağına eğilip “ ‘Aferin sana! Babasının kızı!’
diye fısıldadı. ‘Böylelikle ev işinden kurtuldun.’” der.
İş Dönüşü Başımıza Gelenler adlı bölümde Kuuzu, dedesi Ahmet Bey’le
dedesinin iş yerine gider. Dönüşte arabaya binerler. O sırada bir adam da onlarla birlikte
arabaya binmek ister. Kuuzu, bu durumdan korkar ve ne yapacağını şaşırır. En sonunda
adamın, dedesinin kardeşi olduğunu, dedesinin şaka yaptığını anlar.
Karışık Tost adlı bölümde, dedesi ve anneannesinin yazlığına giderler.
Anneannesi onlara tost yapar. Tostun kaşarları çok güzel görünür ve ısırır. Tostun
içindeki sucuğun baharatlarıyla dili yanmaya başlar. Anneannesi de gözlüğü olmadığı
için dilini sucuk sanarak çekmeye başlar. Sonra anneannesi “Hiiiii! O senin dilin
miydi?” der ve gülmeye başlarlar.
Yangın Vaaar! adlı bölümde, Kuuzu’nun oturduğu apartmanın yanındaki binanın
otoparkında yangın çıktığını öğrenirler. Evin içindeki herkes telaşa kapılır. Yangını
duyan komşular da telaşla Kuuzuların kapısını çalar ve sırayla eve doluşmaya başlarlar.
146
Bu sırada evin koridoru dar olduğundan bir kapıya, bir cama koştururken koridorda
sıkışırlar.
Atasözleri adlı bölümde, Kuuzu okulda atasözlerini öğrenir ve eve geldiğinde
annesine de birkaç tanesini söyler. Annesi de babasının yaptığı yemekleri
beğenmemesinden şikâyetçidir. Bunun için Kuuzu’ya akşam eve geldiğinde yemekte
babasına ‘Eşek hoşaftan ne anlar.” atasözünün anlamını sormasını ister. Yemek
yenirken annesi, Kuuzu’nun bugün okulda atasözlerini öğrendiğini ve ona soracağı bir
şeyler olup olmadığını anımsatır. Kuuzu, annesinin söylediği atasözünü babasına söyler
ve babası da annesine dönerek çok nazik olduğunu söyler. Kuuzu’ya çok işlevsel
gelmeyen atasözleri, annesi ve babasının konuşmasından sonra Kuuzu’ya işlevsel
gelmeye başlar.
Sorumluluk Kime Ait? adlı bölümde dedesi Ahmet Bey, annesine, ailedeki adıyla
dedeannesine kafasına elma koymasını, sonrasında da elmayı sapanla vurmak istediğini
söyler. Annesi buna karşı çıkınca namaza duran annesinin etrafına sapanı koyarak onu
huzursuz etmeye başlar. Dedeanne, namazı bitince yaptığı şakadan dolayı oğlu Ahmet
Bey’i kovalamaya başlar. Hep birlikte gülerler.
Dedemin Kırmızı Ojeleri adlı bölümde, Kuuzu’nun teyzesi şehir dışından gelir.
Ev halkı uyumaya gittiğinde odada dedesi, teyzesi ve Kuuzu kalır. Dedesi uykuya dalar.
Teyzesi de kendi ojesini Kuuzu ile işbirliği yaparak dedesinin ayak tırnaklarına sürer ve
çorabını giydirir. Ertesi gün cuma namazı için camiye gidip abdest almaya başlayan
Ahmet Bey, şaşkınlığa uğrar. Yanındakiler de oldukça şaşırmıştır. Eve gelir ve
Kuuzu’nun teyzesine “Aferin kızım, yaptığın hoşuma gitti,” diyerek söylenir.
Benim Annem Kül Yutmaz! adlı bölümde, Kuuzu ve annesi dışarıya çıkarlar,
kırtasiyeye uğrarlar. Annesi kırtasiyeciden kartvizitlik kâğıt ister ve fiyatını sorar.
Kırtasiyeci kartvizitleri verir ve beş kuruş olduğunu söyler. Annesi, beş kuruşu elli
kuruş olarak anlayınca kırtasiyeciye çok pahalıya sattığını insanları kandırdığını
söyleyerek çıkar. Eve girecekleri sırada yanlış anladığının farkına varır. Akşam eşi işten
geldiğinde kırtasiyecinin ona kartvizitleri yolladığını söyler ve verir. Annesi yanlış
anladığından dolayı dedikleri için ertesi gün kırtasiyeciye gider ve özür diler.
147
İyi Ahmet ile Kötü Mehmet adlı bölümde, dedesi Ahmet Bey yanına çalıştırmak
için bir çocuk alır. Adı Şevki’dir. Daha sonra çocuğa, görünüm olarak aynı huy olarak
tam tersi olan bir ikizinin olduğunu ve adının da Mehmet olduğunu söyler. İşe, bir gün o
bir gün kendisinin geleceğini de söyler. Çocuk, Mehmet Bey’le hiç anlaşamazken
Ahmet Bey’le çok iyi anlaşıp dertleşmektedir. Bu ikilemi bir süre devam ettirdikten
sonra dayanamayan çocuğa her şeyi anlatır ve şaka yaptığını söyler. Sonra da çocuğu
eve çağırarak bir gece onlarda kalmasını ister. Kuuzu da ilk önce çocuğu çözmeye
çalışıp dedesinden kıskansa da sonradan dedesinin çocuğa şaka yaptığını anlar.
Elektrik Kaçakları adlı bölümde, Kuuzu, dedesi, anneannesi ve dedesinin
kardeşi balkonda oturmaktadırlar. Aşağıda da elektrik memuru vardır. Memur,
elektriklerinde kaçak olduğunu ödeme yapmazlarsa kesileceğini söyler. Şakacı Ahmet
Bey, bu durumu değerlendirerek yabancı taklidi yapar. Memur da derdini anlatmaya
çalışır. Bu sırada ev halkı gülmekten ölmek üzeredir.
Aniden İngilizce Konuşing! adlı bölümde, dedesi ve yabancı uyruklu iş arkadaşı
George ile iş seyahatinden eve döner. Akşam yemek yerken evdekilere İngilizce
konuşabileceklerini söyler. Onlar bunun mümkün olmadığını söyleseler de bir anda
kendilerini İngilizce konuşurken bulurlar. Çünkü Ahmet Bey, onlara her tümcenin
sonuna -ing ekini getirirlerse İngilizce konuşup anlaşabileceklerini söyler. Bunun için
de arkadaşı George’u önceden ayarlamıştır. Bu durumdan sonra evdeki herkes, -ing
ekini getirerek İngilizce konuşmaya başladıklarını düşünürler. O sırada Kuuzu,
dedesinin George’a göz kırptığını görür ve şaka yaptığını anlar.
Bir Kitap Sonunda Nasıl Biterse adlı bölümde, odalarında üç kardeş oyun
oynarken anneleri gelir ve dedelerinin artık olmadığını, kaybettiklerini söyler. Daha
sonra evde toplanan aile bireyleri ve tanıdıklar Ahmet Bey için hepsinde ayrı ayrı
oluşan anılarını anlatmaya başlar. Bu durumla birlikte herkes gülerken ağlamaya
dönüşen bir duygu durumu içine girer.
Güle Güle! adlı bölümde, Kuuzu, okura böyle bir ailesi olduğu için bunları
paylaşmamasının haksızlık olacağından bahsederek anlatıyı sonlandırır.
148
Anlatıdaki kahraman ve olaylar, çocuk okurun kolayca anlamlandırıp
öykünebileceği biçimdedir. Çocukların günlük yaşamlarında sıklıkla karşılaşabileceği
aile içi çeşitli komik durumlar yer almaktadır. Her bölümün ayrı bir öykü gibi
kurgulanışı ve açık yapıt özelliği göstermesi, okurun kendi öyküsünü oluşturmasına da
olanak sağlayabilir.
Kurguda konuyu yapılandıran olay ve çatışmalara rastlanmaktadır. Kişi – kişi
çatışmasına bütün karakterler arasında tanık olunur. Babasıyla annesi yan apartmanda
yangın çıkınca yaşadıkları telaşla kişi - kişi çatışmasını şu biçimde örnekler: “Babamın,
‘Ben gidip bizim arabayı başka bir yere çekeyim, dediğini duydum. Annem, ‘Hayır,
sakın inme!’ dedi (s.43). Kitabın anlatıcısı Kuuzu olduğu için kişinin kendisiyle olan
çatışmalarını ise, Kuuzu’nun iç konuşmaları oluşturmaktadır: “Ne işe yarar ki
bunlar(s.52)?” diye düşünerek atasözlerinin işlevselliğini belleğinde tartışmaktadır.
Temizlik yapmamasının bir yolunu bulduğunu belirten babasının söyledikleri karşısında
Kuuzu “ ‘Eyvah! Ben annemin de kızı değil miyim yoksa?’ ” diye düşünerek kendini
sorgular. Anlatıda kişi - doğa ve kişi - toplum çatışmalarına yer verilmemiştir.
Kitap, gerçekçi bir yaklaşımla okura sunulmuştur. İlk bölüm olan “Hoş Geldin!”
bölümünde Kuuzu, bunu okurla şöyle paylaşmıştır: “Sana ailemin başından geçen
komik hikayeleri anlatacağım. Üstelik hepsi gerçek!” Bu belirleme ile kitaptaki
çatışmaların çocukların anlama ve anlamlandırma düzeylerine uygun olarak
yapılandırıldığı söylenebilir.
Çatışmalar, genellikle komik dede Ahmet Bey’in çevresine yaptığı şakalardan
oluşmaktadır. Kişilerin ve Kuuzu’nun yaşadığı çatışma düzeyleri çocukların günlük
yaşamlarında kolayca karşılaşabileceği olaylar üzerine yapılandırılmıştır. Karakterlerin
olaylar karşısında yaşadığı kişi - kişi ve kişinin kendisiyle olan çatışmaları, okuma
eyleminin sürekliliğini sağlayabilecek merak ve ilgi öğelerini barındırmaktadır. Okur,
böylelikle çatışmalarla yapılandırılan kurgu ile gülüp eğlenme olanağı bulabilir.
Yapıtın anlatıcısı bir çocuk olduğu için konuyu ele alışı da çocuk bakış açısı ve
içten söylemler içermektedir: “Nerelerde kaldın? Haftalardır seni bekliyorum,
hikâyelerimi okumaya başla diye… Benim ailemdeki büyükler, televizyondan ya da
149
filmlerden ya da bilgisayardaki oyunlardan daha komik ve eğlencelidir. Çok da
şakacıdırlar (s.10).”
Kuuzu ve Lunapark Ailesi adlı kitabın konu özellikleri incelendiğinde çocuğun
gülmesine, eğlenmesine, düş kurmasına olanak sağlayabilecek özelliklere sahip, etkili
bir uyaran olduğu söylenebilir.
3.11.3. İleti
Anlatı içinde iletiler, açık ve örtük olarak kurgulanmıştır. Örtük iletiler, kitabın
bütününe ilişkin kurgu üzerinden okura sunulmuştur. Okur, aile olmanın önemini,
neşesini; yaşamın güzelliği ve yaşamımızı güzel kılmanın bizim elimizde olan bir şey
olduğunu kitabın bütününden kestirebilir.
Açık olarak verilen iletiler, kimi öykülerde kahramanların konuşma ve
eylemleriyle okurla buluşturulduğu için öğreti niteliğinde olmadığı belirtilebilir. Okur,
olay ve konuşmalardan yazarın sunmak istediği iletiyi sezinleyebilir.
Ev İşi mi? Çocuk Oyuncağı adlı bölümde, Kuuzu ve ablasının annesine yardım
etmemesi anlatılmaktadır. Annesinin normalden farklı davranışlar göstermesi ve bunu
dile getirmesiyle okurun “Ev işlerinde de ailemize yardımcı olmalıyız.” iletisini
duyumsamasına olanak sunabilir.
Karışık Tost adlı bölümde anneannesinin hazırladığı tostu yediğinde dili yanan
Kuuzu acı içinde bağırmaktadır. Ancak anneannesi, Kuuzu için kötü olan bu durumu
iyiye çevirmek için dilini sucuk sandığını söyleyerek çeker. Bunun üzerine komik anlar
yaşanır. Sonrasında anneannesi gülmeye başlar ve Kuuzu da acısını unutup gülmeye
başlar: “Anneannemin gülmesi bulaşıcı galiba!(s.40)” Yaşanan bu durumla okur,
Kuuzu’nun söyledikleriyle birlikte “Mutluluk bulaşıcıdır.” ya da “Mutluluk paylaştıkça
çoğalır.” iletisine ulaşabilir.
Benim Annem Kül Yutmaz! adlı bölümde, annesinin yanlış anlaması sonucu
kırtasiyeciye kötü davranması ve sonunda gidip özür dilemesi anlatılmaktadır. Çocuk
150
okur, bu durumu yaşamında karşılaşabileceği olaylara yansıtarak “Hatamızı
anladığımızda özür dilemeliyiz.” iletisini duyumsayabilir.
Bir Kitap Nasıl Sonunda Biterse… adlı bölümde, dedesinin ölüm haberini
almaları ve sonrasında tanıdıklarının onunla ilgili güzel anılardan söz etmesi
anlatılmaktadır. Okur, insanların yaşamlarından sonra geride kalan en güzel şeyin,
insanın kendi yaşamında güzel anılar biriktirmesi ve arkasından da güzel anılarla
anılması olduğunun farkına varabilir.
İletiler, Kuuzu ve komik dedesi Ahmet Bey’in yaşadıkları ve yaşattıkları
üzerinden okurla buluşturulmuştur. Bu nedenle iletiler, önerme biçiminde değil de
okurun kendi çıkarımlarını yapabileceği yaşam durumları üzerinden sunulmuştur. Açık
ve kapalı biçimde okurla buluşturulan iletilerin, okurun yaşamı anlama ve
anlamlandırma yetisine uygun düzeyde yapılandırıldığı belirtilebilir.
3.11.4. Dil ve Anlatım
Olaylar, Kuuzu’nun bakış açısıyla anlatılmaktadır. Anlatıda, Kuuzu ve onun
adlandırmasıyla Lunapark Ailesi’nin yaşadıkları komik dede Ahmet Bey’in şakaları ile
anlatılmaktadır. Gereksiz ayrıntılara yer verilmemiştir.
Olaylar, Kuuzu’nun aile içinde farklı zamanlarda yaşadığı anıları anlatmasıyla
okurla buluşturulmuştur. Olayların canlılığını Ahmet Bey’in yaptığı şakaların önce
gerçek gibi sunulup ardından şaka olduğunun ortaya çıkmasını sağlayan merak
düğümleri sağlamaktadır.
Kitabın bütününde, Kuuzu ve ailesine ilişkin durumlara yer verilse de her anısı
ayrı bir öykü oluşturmaktadır. Okur, bu bölümlerle bir bütüne ilişkin parçaları
birleştirerek tamamlanmış bir öykü oluşturabilir.
Kuuzu ve Lunapark Ailesi’nin başında ve sonunda okurla sohbet edercesine Hoş
Geldin! ve Güle Güle! bölümleri yer almaktadır. Yazar, bu bölümlerle okuru
151
bilgilendirme ve merak öğelerini pekiştirme olanağı bulabilir. Okur, imgelem gücünü
kullanarak kendine özgü kestirimler ve çıkarımlar oluşturabilir.
Her bölüm, öyküyü anlatan adlandırmalarla ayrılmıştır. Bu ayrımla birlikte hem
her ayrı öyküye hem de kitabın bütününe ilişkin okuma eyleminin devingenliği
sağlanmıştır.
Anlatım benzetmelerle canlı tutulmuştur: “Anneanneme sarılmak, kuştüyü
yastığa sarılmak gibi (s.13).”, “Gürültü çıkararak, düştüğü yerde sudan çıkmış balık gibi
çırpınmaya başladı (s.17).”, “Tam tepesinde, minik bir fıskiye gibi (s.22).”, “Bütün
günü komik dedemin balina gibi kocaman masasında, müdürlük oynayarak geçirdim
(s.30).”, “Beyaz balinanın göbeğinden çıkıp, kırmızı kaplumbağamıza bindik (s.31).”,
“…ağaca tırnaklarıyla tutunan tekir kedi gibi tutundum (s.32).”, “Merdivenleri, birbirini
kovalayan iki sincap gibi neşeyle çıktık (s.51).”
Anlatıda, Türkçenin varsıllığını okura sezdirebilecek “deyim, atasözü ve
pekiştirme, yansıma, ikileme” sözcüklerine yer verilerek sözvarlığı öğeleri
kullanılmıştır: “çeşit çeşit (s.13)”, “hızlı hızlı (s.14)”, “şangırtı (s.15)”, “gürültü patırtı,
kaşlarını çatmak, gözlerini dikmek (s.16)”, “kana kana su içmek, teker teker, dalgın
dalgın, itiş kakış (s.23)”, “zar zor (s.24)”, “koskoca (s.29)”, “dik dik bakmak (s.30)”,
“ciddi ciddi, kibar kibar, kötü kötü (s.31)”, “sımsıkı (s.32)”, “Sakla samanı gelir
zamanı., pespembe (s.51)”, “Bir elin nesi var, iki elin sesi var., Ev alma komşu al., Ne
ekersen onu biçersin (s.52)”., “Eşek hoşaftan ne anlar (s.53).”, “kibar kibar (s. 54)”,
“kıpkırmızı, ağır ağır (s.67)”, “göz kırpmak, mırıldanmak (s.68)”, “uzun uzun (s.69)”,
“çeşit çeşit (s.73)”, “aklını peynir ekmekle yemek (s.75)”, “apayrı (s. 83)”, “şangırtı,
tangırtı, ağzının payını almak (s. 84)”, “bembeyaz (s. 86)”, “ufak tefek, katıla katıla
gülmek (s.90).” Bu kullanımlar, okura doğal bir Türkçe öğretim ortamı sunmaktadır.
Yapıtta Türkçe sözcükler yeğlenmiştir. Yazım kuralları ve noktalama imleri ile
ilgili hataya rastlanmamaktadır. Tüm bu belirlemeler sonucunda, yapıtın dil ve anlatım
özelliklerinin okurun düzeyine uygun olduğu düşünülmektedir.
152
3.11.5. Görsel Bir Uyaran Olarak Resim
Kitabın içinde yer alan, bölüm niteliğindeki her öykünün başında görsellere yer
verilmiştir. Sarı beneklerle oluşturulmuş çerçeve görünümünü andıran sayfa tasarımı
içinde kimi bölümlerde fotoğraflara, kimi bölümlerde bölümün ana öğesi olan
nesnelerin resimlerine yer verilmiştir. Sarı beneklerle oluşturulmuş çerçeve görünümü,
okurun algısını devindirerek okuma eyleminin sürekliliğine katkıda bulunabilir.
Öykü başlarında kullanılan fotoğraflar, Kuuzu ve ailesine ilişkin fotoğraflar
olduğu için Kuuzu’nun kitabın başında okurla paylaştığı “Üstelik hepsi gerçek!”
söylemini pekiştirerek gerçeklik öğesini okura duyumsatabilir.
Kimi öykü başlarında kullanılan resimlerin sanatçının özgün düş gücüyle
oluşturulduğu söylenebilir. Yapıtta kullanılan fotoğraf ve resimlerin, yazı dilini
tamamlayarak sözcüklerle anlatılamayanları görsel metnin anlatım gücüyle tamamlayıp
okura sezdirebilir.
Fotoğraflar, kitabın baş kişi ve yan kişilerine ilişkin okurun düş gücünü
devindirerek duyma ve düşünme yetilerini devindirebilir. Resimler, sanatçının özgün
tasarımlarıyla ve yalın çizgilerle oluşturulduğu için okurda resim yapma isteği
uyandırabilir. Yapıtta yer alan resimler ve fotoğraflar, okura romanda anlatılanları
görme ve düşleme olanağı sağladığı için çocukların gelişim süreçlerine katkı
sağlayabilecek nitelikte oldukları söylenebilir.
3.11.6. Genel Değerlendirilmesi
Yapıt temel öğeler bakımından değerlendirildiğinde çocuk gerçekliği ve çocuğa
görelik kavramları göz önünde bulundurularak “aile” ve “yaşama sevgisi” konuları ele
alındığı belirtilebilir.
Aile olmanın önemi, aileye bağlılık, yardımsever olmak, mutluluğun paylaştıkça
çoğalacağı gibi insan ilişkilerine ve yaşama ilişkin iletilere yer verilmiştir. Okurla
buluşturulan iletiler, okurun yaş ve anlam düzeyine uygun olarak yapılandırıldığından
yeni deneyimler edinmesinde katkı sağlayabilir.
153
Yapıtın dil ve anlatım özellikleri, gerek yabancı sözcük kullanılmaması gerekse
de sözvarlığının varsıllığını okura sezdirecek kullanımlara yer verilmesiyle okurun dil
duyarlığı geliştirmesine olanak sağlayabileceği düşünülmektedir.
Kitapta gerçek aile içi ilişkilere yer verilmiştir. Ancak yazar bunu küçük bir
kızın dedesi ile yaşadıklarını anlatması sonucunda çeşitli merak düğümleriyle yeni bir
kurgusal gerçekliğe dönüştürmüştür.
Sonuç olarak incelenen kitabın çocuğun sağlıklı bir değerler sistemi
oluşturmasında yardımcı olabilecek nitelikte iletileri taşıdığı belirtilebilir.
154
3.12.ALMARPA’NIN GİZEMİ
Tudem Yayınları
4. Baskı Şubat / 2015
Yazarı: Koray Avcı ÇAKMAN
Sayfa Sayısı: 167
3.12.1. Karakterler
Anlatının baş kişisi Kaan’dır. Yan kişileri; Kaan’ın annesi Işıl Hanım, babası
İlhan Bey, kardeşi Arda, Kuşcu (Ömer), Kuşcu’nun papağanı Çiko, Tolga, Aylin,
Kerem, Eren, İlhan Bey’in ortağı Sıtkı Bey, Kuşçu’nun arkadaşı Sinan Bey, Aylin’in
dedesi ve anneannesidir.
Kaan; İstanbul’da anne, baba ve kardeşiyle yaşayan, onlu yaşlarda bir çocuktur.
Annesi Işıl Hanım, bankacılıktan ayrıldıktan sonra hayalini kurduğu yazarlığı ve
çevirmenliği yapmaya devam etmiştir. Babası İlhan Bey, ziraat mühendisidir. Kardeşi
Arda ise, henüz okula gitmeyen küçük bir çocuktur.
Kaan, İstanbul’da yaşarken bilgisayar oyunlarına ve elektronik aletlere oldukça
düşkün bir çocuktur. Babasının işten kovulup Köyceğiz’e yerleşmeleriyle doğaya,
yaşama ve arkadaşlık ilişkilerine duyarlı bir birey durumuna gelir. Bu nedenle, baş
kişinin devingen bir karakter olarak geliştirildiği söylenebilir.
Yazarın anlatımları ve Kaan’ın olay ve durumlar karşısındaki konuşma ve
davranışlarıyla okur, baş kişiyi ayrıntılı olarak tanıma olanağı bulmaktadır. Bu nedenle,
baş kişinin açık karakter özellikleri gösterdiği söylenebilir.
Köyceğiz’e yerleşmeleriyle doğaya ve hayvanlara karşı duyarlığı artan Kaan’ın
Kuşcu hakkında şüphelenmeye başlamasıyla meraklı ve araştırmacı yönü de okurla
buluşturulur: “İçinden, ‘Bunda bir iş var, ama ne?’ diye geçirdi (s.58).”, “Kuşçu’nun
onları takip etmesi ve adamların tüm bu ilgisiz tavırları Kaan’ın dikkatinden
kaçmamıştı (s.105).” Kaan, Kuşcu olayını ortaya çıkarırken ailesine ve arkadaşlarına
155
karşı da oldukça duyarlı bir kişiliğe sahip olarak geliştirildiğinden okurun kolayca
öykünebileceği bir karakter oluşturulduğu belirtilebilir.
Kaan’ın İstanbul’daki arkadaşı Eren, bilgisayar oyunlarına oldukça düşkündür.
Anlatıda, Eren’in farklı özelliklerine değinilmediği için durağan ve kapalı bir karakter
olarak geliştirildiği söylenebilir. Kaan’ın Köyceğiz’deki okulunda edindiği arkadaşları
Aylin, Kerem ve Tolga doğaya, hayvanlara ve çevrelerine karşı ilgili karakterler olarak
geliştirilmiştir. Yazarın ve Kaan’ın anlatımlarından tanınan üç karakterin açık
karakterler olarak okurla buluşturulduğu söylenebilir. Ayrıca Kaan’ın bütün
arkadaşlarının Kaan’ın kişiliğini ve ilgilerini ortaya çıkararak baş kişiyi okurun ayrıntılı
olarak tanımasına olanak sağladıkları belirtilebilir.
Anlatının yetişkin yan kişileri olan diğer karakterler de aile yaşamlarında
sergiledikleri duyarlı yapıları, çocukların araştırma ve keşfetme güdülerine önem
vermeleri, doğaya ve hayvanlara duyarlı olmalarıyla okurun öykünebileceği olumlu
model çerçevesi oluşturabilirler.
Anlatının öne çıkan yan kişisi olan Kuşçu (Ömer), küçüklüğünde dedesiyle
birlikte geçirdiği zamanlarda doğaya ve hayvanlara, özellikle de kuşlara karşı duyarlık
kazanmıştır. Babasının isteğiyle mühendis olup çalışmaya başladığında patronunun
doğal güzellikleri olan bir yere inşaat yapılmasını istemesi ve onun da bu isteği
reddetmesiyle işten kovulmuştur. Arkadaşının ona armağan ettiği papağanı Çiko ile
birlikte ayrıldığı işten aldığı tazminatıyla tekne alarak Köyceğiz’e gelmiştir. Kuşçu,
yaşamdan çok beklentisi olmayan, yardımsever, doğaya ve hayvanlara oldukça duyarlı,
teknede yaşayan bir kişidir. Küçükken dedesinden öğrendiği efsane ve öyküleri
çocuklara anlatmaktadır. Okur, açık olarak geliştirilen Kuşçu karakteriyle insana,
doğaya, hayvanlara ve yaşama ilişkin duyarlıklar edinebilir. Çocuk okurun model alma
sürecinde etkili bir uyaran olabilir.
Yazarın anlatımlarıyla okura tanıtılan Kaan ve yan kişiler, düşünce ve
tutumlarıyla geliştirilmiştir. Anlatının çocuk karakterleri yaşamın gerçeklikleri ile
yaşarken aynı zamanda da çocuk imgesinden kopuk değillerdir.
156
Kaan’ın yaşadığı değişimler İstanbul’dan Köyceğiz’e taşınmaları sonucunda
yeni bir yaşam içinde karşılaştığı durumlarla okura sunulmuştur. Bu nedenle, yaşadığı
değişimler inandırıcı özellikler taşımaktadır. Yapılan belirlemelerle, baş kişi ve yan
kişilerin okurun özdeşim kurma ve model alma sürecinde özdeşim kurabileceği
özellikleri taşıdıkları düşünülmektedir.
3.12.2. Konu
Kitapta, İstanbul’dan Köyceğiz’e babasının işten atılmasıyla taşınan Kaan’ın
orada edindiği üç arkadaşıyla birlikte doğa düşkünü ve hayvansever bir kişi olan
Kuşçu’dan şüphelenmeleriyle yaşadıkları heyecan dolu olaylar anlatılmaktadır.
Kaan’ın babası İlhan Bey, işten atıldıktan sonra, Köyceğiz’de yaşayan Sıtkı
adlı arkadaşının da çağrısıyla oraya yerleşerek organik tarım işini yapmaya başlar.
Buna, eşi ve çocukları karşı çıksa da onları ikna ederek oradan bir ev kiralar ve
yaşamaya başlarlar. Kaan, İstanbul’daki arkadaşları ve okulundan zorla ayrılmıştır ve
buradaki okulunda bulunan çocukların onu dışlayacağını düşünür. Ancak hiç de
düşündüğü gibi olmaz. Aylin, Tolga ve Kerem’le tanışır ve onları sevmeye başlar. Yeni
edindiği arkadaşları Kaan’ı, Çiko adında bir papağanı olan Kuşçu ile tanıştırırlar. Kaan
zamanla Kuşçu’yu çok sever. Kuşçu onları tekneyle gezilere götürür, öyküler, efsaneler
anlatır.
Günler geçerken Kaan ve ailesi de yeni yaşamlarına alışmıştır. Kuşçu oldukça
kültürlü ve bilgili, yardımsever ama bir o kadar da gizemli bir yapıya sahiptir.
Çocuklar, Kuşçu’nun bazı davranışlarından şüphelenerek onun karetta kaçakçılığı
yaptığını düşünürler. Bunu çözmek için, işbirliği ve görev dağılımı yaparak Kuşçu’nun
peşine düşerler. Aylin ve Kaan bir gece yarısı evden habersizce çıkarak Kuşçu’nun
teknesine saklanırlar ve onunla Antik Kent’e giderler. Vardıklarında gözlemlemeye
başlarlar. Ancak Kaan, hareket ettiği sırada oradaki diğer adamlara yakalanır. Aylin
çaresizce beklerken Kuşçu ile karşılaşır. Diğer adamlar Kaan ve Aylin’i esir alarak
Kuşçu’yu da döver. O sırada polisler gelir ve kurtarırlar.
Kuşçu ve çocuklar sonraki gün bir araya gelerek yüzleşir ve gerçekleri
birbirlerine anlatırlar. Kuşçu’da sığla ağaçlarına zarar veren adamların peşine
157
düştüğünü, suçüstü yakalayarak polise haber vereceğini anlatır. Çocuklar onu suçladığı
için çok utanır.
Anlatının sonunda Kuşçu, çocukların onun hakkındaki meraklarını gidermek
için yaşamını anlatır ve roman sonlanır.
Romanın kurgusu iki düzlemde ilerlemektedir: Olaylar ve Kuşçu’nun
çocuklara anlattığı efsaneler, öyküler. İki düzlem, birbiriyle ilişkili olarak
kurgulanmıştır. Yaşanan olaylar ve çocukların merakları Kuşçu’nun anlattıklarının
konusunu belirlemektedir.
Kitapta konuyu yapılandıracak çatışmalara da yer verilmiştir. Kişinin
kendisiyle olan çatışmalarını Kaan’ın yeni bir yere uyum konusunda yaşadığı
endişeleriyle Kuşçu’nun gizemli hareketlerine ilişkin düşünceleri oluşturmaktadır: “
‘Ya birinci yazılıları olmuşlarsa? Üff yoksa beni peş peşe bir sürü yazılıya mı sokarlar
(s.14)’”. “Kuşçu niye keçi sakal takıp kılık değiştirmişti ki? Üstelik Fransız turistlerin
arasında ne arıyordu? ‘Mösyö kuşçu! Yok artık. Bu kadarı da fazla (s.104)’”.
Anlatıda kişi – kişi çatışmalarını çocuk karakterler olan Kaan, Tolga, Kerem
ve Aslı arasında geçen Kuşçu’nun gizemini çözmeye çalıştıkları konuşmalar
oluşturmaktadır:
-“ ‘Zaten başından beri bir gariplik olduğunu biliyordum Kuşçu’da…’ dedi
Tolga.”
- “ ‘Bence haksızlık ediyorsunuz,’ dedi Aylin, “Sırf diğer insanlardan biraz
farklı diye ondan şüphelenmemiz doğru mu (s.62)?’”
- “ ‘Biraz mı dedi?’ Kerem, aynı fikirde olmadığını belli eden bir
tavırla…(s.63)”
Kitabın doğa ve hayvan sevgisi duyarlığı en çok geliştirilmiş kahramanı
Kuşçu’nun anlattıkları ve Kaan’ın doğaya ilişkin edindiği yeni deneyimler kişi – doğa
çatışmasını oluşturmaktadır: “Kaan o gün okula giderken yanı başından geçtiği erik
ağacına hayranlıkla bakıp daha önce hiç bu kadar çiçeklisini görmediğini düşündü
(s.28).”, “Hiç kıpırdamadan duracaksın böyle. Sen kendini ağaç gibi hissetmelisin ki,
158
kuş da sana rahatlıkla yaklaşsın Gözlerini yum ve ormanın bir parçası olduğunu,
ayaklarının yerinde köklerinin olduğunu düşün. Onlarla sımsıkı bağlı olduğunu hayal et
(s.154)!”, “Denizin ortasında balıkçının küçücük sandalı sanki bir fındık kabuğu gibi
bir sağa bir sola sallanıp durmuş. Deniz kabardıkça kabarmış; rüzgar kudurdukça
kudurmuş. Balıkçı fırtınayla boğuşmaktan yorulmuş (s.163).” Anlatıda kişi – toplum
çatışmasına yer verilmemiştir.
Karakterlerin yaşadığı çeşitli çatışma durumları Kuşçu’ya ilişkin yer verilen
gözlemlerle oluşmuştur. Merak öğesinin devinim kazandırdığı olaylar, rastlantı ya da
şansa bağlılık olarak sonuçlandırılmamış; karakterlerin yaşadığı çeşitli olaylar ve
eylemleri sonucunda mantıksal bir tutarsızlığa düşmeden sonuçlandırılmıştır. Bu
durum, okuma eyleminin sürekliliğini sağlayan inandırıcılık öğesini de pekiştirmiştir.
Kurgunun ilk merak öğesi, çocukların Kuşçu ile birlikte gittiği Antik Kent
gezisinde çektiği fotoğraflara bakmasıyla oluşmaktadır: “Ama kafamı kurcalayan şey
şu: Nasıl oluyor da bu dört farklı gözün çektiği fotoğraflarda, şu iki adam hep aynı
yerde duruyor(s.47).” Sonraki merak öğeleri ise çocukların Kuşçu’ya ilişkin gizemi
çözmelerinde yapılandırılmıştır. Anlatının sonunda, Kuşçu’nun da onların tarafında
olduğu ortaya çıkmaktadır. Kuşçu’nun teknesinin adına neden Almarpa koyduğu da
okura açıklanmaktadır: “ ‘Bir değil üç kuş adı!’ dedi Aylin. ‘Albatros’un ‘AL’ı,
martının ‘MAR’ı, papağanın da ‘PA’sı… AL – MAR – PA… (s.166)” Kurgunun
yapılandırılmasında kullanılan merak öğeleri, okurun anlamlandırabileceği ve okuma
eylemini devindirebileceği düzeyde sunulduğu için konuyu zayıflatmadığı söylenebilir.
Karakterlerin eylemleri ve konuşmaları neden - sonuç ilişkisi içinde
yapılandırıldığı için konuyu zayıflatabilecek duygusallık ve rastlantısallık öğelerine yer
verilmemiştir.
Anlatının içinde doğa duyarlığı ve hayvan sevgisi oldukça fazla olan
Kuşçu’nun çocukların merak ettiklerini yanıtlamasıyla çocuk okur, doğa ve hayvanlara
ilişkin yeni bilgiler edinebilir: “ Sığla ülkemizde yalnız Kaunos ve çevresinde yetişen
bir ağaç türü… (s.46)”, “ Bak, ne yöne doğru uçuyorlar… Demek ki bıraktıkları
taraftan yaklaşıyor fırtına…(s.154)”, “Kuşların tüyleri elektriği geçirmediği için onları
yıldırım çarpmaz (s.164).”
159
Çocuk karakterlerin Kuşçu ile birlikte gittikleri geziler, gördükleri yerler ve
Kuşçu’nun gizemini çözerken yaşadıkları, okurun da özdeş duyguları yaşamasına, yeni
bilgiler edinmesine, gülmesine, eğlenmesine ve heyecan duymasına olanak
sağlayabilir.
3.12.3. İleti
Romanın yazarı, kurgunun bütününde önyargı öğesini vurgularken; yaşanan
olaylarda ve Kuşçu’nun anlattığı efsane ve öykülerde yaşama, insanlara ve doğaya
ilişkin duyarlıkla ilgili çeşitli iletileri okura sezdirmeye çalışmıştır. Kitabın iletileri,
örtük biçimde sunulmuştur. Kuşçu’nun anlattığı efsane ve öyküler sonucunda okur,
farklı yaşam durumlarına ilişkin iletileri sezinleyebilir.
Yelkovan Kuşlarının Efsanesi adlı bölümde eski zamanlarda Kral’ın mektubunu
taşıyan bir kuş uçarken mektubunu denize düşürür ve durumu herkese anlatarak
mektubu buldurmaya çalışır. Bütün kuş türleri, mektubu aramaya başlar; ancak
bulamazlar. Bu sırada da insanların yeni bulduğu elektronik aygıtların aranan
mektupları unutturduğu anlatılır. Bu mektuplar, haber taşımanın yanında özlemleri de
taşımaktadır. İnsanların mektuplaşmayı unutarak elektronik aygıtlarla yaşamlarına
devam etmesi, özlem gibi duyguları da unutturmuştur. Bu ileti şu tümceyle okurla
buluşturulur: “Ev telefonu, cep telefonu, intranet, internet derken mektuplar unutuldu.
İşte böyle çocuklar! Şimdi artık sanal oldu özlemler. Artık arasa da özlenenleri
bulamaz yelkovanlar! (s.23)”
Bu efsanenin anlatımından sonra Kaan, İstanbul’daki arkadaşı Eren’e el- mek
yollamak yerine mektup yazmaya karar verir. Bu durum, iki arkadaşı da ailelerini de
çok mutlu eder. Okurun öykünme sürecinde sözü edilen efsane ve Kaan’ın mektup
yazması, eski iletişim yollarını anımsatmada önemli bir uyaran olabilir.
Kaan’a arkadaşından gelen mektupta çok istedikleri bilgisayar oyununun
gelmediği, gelince hemen göndereceği yazmaktadır. Kaan, bu satırları okuduktan sonra
şunları düşünür: “Kaan bu satırları okurken, bilgisayar oyunlarının haftalardır aklına
hemen hemen hiç gelmediğini hatırladı. Hatta dışarıda keşfedilecek onca şey dururken
bilgisayarın başına oturup saatlerce oyun oynamanın zaman kaybı olacağını bile
160
düşünüyordu (s.44).” Bu satırlarla buluşan okur “Doğadaki keşfedilecek şeyler, sanal
ortamdan çok.” ya da “Sanal ortamlar, canlı olarak keşfedebileceğimiz birçok şey için
zamanımızı öldürür.” iletisine belleğinde ulaşabilir, kendi yaşamında farkındalık
oluşturabilir.
Kaan’ın babası ziraat mühendisidir. Köyceğiz’de ortağı Sıtkı Bey’le organik
tarım ticareti yapmaya başlarlar. Ürünleri yetiştirirken de her şeyin artık hormona
alıştığını hormonsuz bir şeyler üretebilmenin zorluğundan söz ederler: “Hele ki en zoru
toprağı ıslah etmek. Şimdiki toprakların hepsi kimyasala, tohumun hormonlusuna
alışmış (s.57).” Bu tümcelerle okur, doğal yaşama ilişkin bir duyarlık edinebilir.
Çevresindeki benzer durumlara karşı daha dikkatli olabilir.
Meraklı Hubara Kuşu adlı öyküde, ufuk çizgisini merak eden iki kuş vardır.
Çevrelerinin ufuk çizgisine ulaşılmaz, kötü durumlar yaşarsınız uyarılarına karşın
dinlemezler ve açık denizlere doğru açılırlar. Zaman geçtikçe uzaklaşan ufuk çizgisine
ulaşamaz ve ölürler. Bu olaydan sonra hubara kuşu ve yılanboyun kuşunun soyu
tükenmiştir. “İnsanların meraklarının bir düzeyde olmalıdır.” iletisine okur, Kuşcu’nun
şu tümceleriyle ulaşabilir: “ ‘Aslında onlara ne ufuk çizgisi oyun etmiş, ne de
merakları… Merak dediğin istersen olur altından bir taç… Onu başına takıp bilinmez
kapıları aç. Ama merak var ki gereksiz, merak var ki yersiz… Kim dedi, kime dedi? Ne
dedi, ne yedi ?(s.79)’”
Mavi Gagalı Pelikan adlı öyküde, martının tepeli pelikanın gagasının altındaki
torbayla alay etmesi ve sonucunda o torbanın tepeli pelikanın yaşamasını sağlarken
martı ve diğerlerinin torbası olmamasından ölmesi anlatılmaktadır. Okur,
“Küçümsenen şeyler aslında önemli şeylerdir.” iletisini Kuşçu’nun öykü sonundaki
tümcelerinden kestirebilir: “İşte böyle çocuklar; hiçbir şey göründüğü gibi değildir.
Cam dediğin elmas gibi parlar ay ışığında. Kömürse, elmas olur çok yüksek ateş ve
basınç altında. Mini mini cüceler kocaman devlere dönüşür; koca koca gölgeler
geceleyin duvarlara yansıyınca…(s.120)”
“İnsanlar, doğaya ve hayvanlara çok şey borçludur.” iletisini Kuşçu’nun
çocukluğunda dedesiyle yaşayıp öğrendiklerini özetleyen şu tümcelerle okur belleğine
ve yüreğine katabilir: “Ormanın sesini dinlemeyi, yaşadığımız bu dünyanın yalnız
161
bizim olmadığını ve hayvanlara aslında çok şey borçlu olduğumuzu hep ondan
öğrendim (s.153).”
“İnsanların bizimle paylaştıkları özel bilgi ve durumları, sorumluluk ister.”
iletisi Kuşçu’nun “Sırrı taşımak, sır vermekten de önemli(s.165).” tümcesiyle okurda
ilişkilerimizdeki sorumluluklarımıza ilişkin bir duyarlık oluşmasına olanak
sağlayabilir.
Kaan’ın anne ve babası çalışan bir ailedir. Çağcıl (modern) ve gündelik
yaşamlarını dayanışma içerisinde sürdürebilen bir aile yapısını örneklemektedirler: “
‘Tarladan ilk mahsülleri topladık bugün Kaan. Gel bak mis gibi kokuyorlar,’ diye
seslendi içeriden babası. Bahçeden getirdiği domates ve marulla koca bir tabak salata
yapmıştı (s.166).”, “İlhan Bey’se ‘Anlaşılan bu gece yine kahveler benden!’ dedi
karısının çalışma masasına oturduğunu görünce çok geçmeden kahveleri yapıp getirdi
(s.167).”
3.12.4. Dil ve Anlatım
Almarpa’nın Gizemi romanının dil ve anlatım özelliklerine bakıldığında yalın
bir anlatıma yer verildiği görülmektedir. Olaylar, neden ve sonuç ilişkisi içerisinde
mantıksal tutarsızlığa yer verilmeden yapılandırılmıştır.
Roman, yazarın anlatımıyla okura sunulmuştur. Farklı tümce türleri kullanılarak
okurda dil duyarlığı kazandırılmak istenmiştir. Kuşçu’nun anlatımlarıyla okurla
buluşturulan efsane ve öykülerde şiirsel bir anlatım kullanılmıştır: “Yaşamın olduğu
yerde elbet olmalı merak da. Merak ki insanı taa fezaya uçurmuş. Merak ki onun
sayesinde insanoğlu dünyanın bir ucuyla buluşmuş (s.76).”
Anlatımın devingenliği ve işitsel bir etkiyle oluşturulması için sözvarlığı
öğelerinden “deyimler, pekiştirme, yansıma ve ikileme” sözcüklerinden sıklıkla
yararlanılmıştır: “koca koca (s.7)”, “upuzun, başka başka, sımsıkı (s.8)”, “mızıldanmak
(s.10)”, “uzun uzun, kulak misafiri olmak (s.12)”, “ter ter tepinmek (s.13)”, “garip
garip (s. 14)”, “koskocaman, şaşkın şaşkın (s.15)”, “yola koyulmak (s.16)”, “yavaş
yavaş (s.17)”, “tor tor (s.22)”, “pır pır (s.23)”, “iple çekmek (s.28)”, “ağzı açık kalmak
162
(s.31)”, “çeşit çeşit (s.35)”, “tık tık, yepyeni (s.44)”, “üçer beşer, gıcırdamak (s.50)”,
“harıl harıl (s.55)”, “gözdağı vermek (s.61)”, “yeni yeni (s.65)”, “hayal kırıklığına
uğramak, göz göze gelmek (s.69)”, “ağır ağır (s.70)”, “boş bulunmak (s.73)”, “burnunu
sokmak (s.81)”, “küçük küçük (s.90)”, “sapsarı (s.108)”, “gözünü dört açmak (s.112)”
,”simsiyah (s.119)”, “aşağı yukarı, mırıldanmak (s.133)”, “horul horul (s.143)”, “iple
çekmek (s.152)”, “martaval okumak, kül yutmamak (s.159)”, “pırıl pırıl, pasparlak
çağıl çağıl (s.162)”, “masmavi, ışıl ışıl (s.163)”, “bembeyaz, zümrüt zümrüt (s.165).”
Durumların okurun belleğinde canlanmasını kolaylaştıracak benzetmelerle
anlatımlar somutlanmıştır: “İş işten geçtikten sonra bir de bakarsın ki ıstakoz gibi
kızarmışsın (s.34)!”, “Hep söylerim deniz ve açık hava insanı kurt gibi acıktırır diye
(s.39)…”, “Peki ama Kuşçu tıpkı bir köpek gibi ağaçları koklayıp dibini eşeleyerek ne
arıyordu ki… (s.88).”, “İki arkadaş, şimdi kumların üzerinde avına dikkatlice yaklaşan
bir sürüngen gibi yavaşça sürünerek ilerliyorlardı (s.133).”
Kitapta yabancı sözcük yeğlenmemiştir. Okurun dil duyarlığını olumsuz
etkileyebilecek “Ama Aylin şu noktada haklı: Hiçbir yabancı Türkçe’yi o kadar güzel
ve aksansız konuşamaz (s.113).” tümcesindeki “Türkçe’yi” sözcüğünün yazımında
yanlışlık yapılmıştır.
Romanın anlatımında bölümler kullanılmıştır. Bölümlerde yaşanan olaylar
sonucunda Kuşçu’nun “Ne dersiniz, bugün size meraklı hubara kuşunun öyküsünü
anlatayım mı? (s.75)” biçimindeki söylemleri okurun belleğinde merak öğesini
devindirerek okuma eyleminin sürekliliğini sağlayabileceği düşünülmektedir.
Yapıtın kurgulanmasında efsane, öykü gibi türlere de yer verilmiştir. Kurgu
içinde yer verilen efsaneler ve öyküler, çocuk okuru farklı bir türle karşılaştırarak onun
yazınsal türlere ilişkin bilgisine katkıda bulunabilir.
Yapılan yazım yanlışlığı dışında romanın dil ve anlatım özelliklerinin okur için
etkili bir dilsel uyaran olacağı söylenebilir.
163
3.12.5. Genel Değerlendirme
Roman, on yaş ve üstü çocuklara seslenmektedir. Efsane ve öykülerle iç içe
geçerek gerçekçi öğelerle kurgulanmıştır. Olay ve çatışmaların oluşmasında öne çıkan
baş kişinin ve yan kişilerin çoğunlukla çocuk karakter olması, okurun özdeşim
kurmasında katkı sağlayabilir. Karakterlerin doğa duyarlığı ve hayvan sevgileri ile
araştırmacı, meraklı yapıları öykünme sürecinde olumlu insan tipini okurla
buluşturabilir. Anlatının yetişkin karakterlerinin de aynı duyarlıklara sahip olmaları
olumlu model olma sürecinde etkili olabileceği düşünülmektedir.
Kitabın konusu doğayı, insan ilişkilerini, hayvan sevgisini ve insan yaşamında
unutularak kaybolan değerleri vurgulamaktadır. Okurun yaş düzeyi düşünüldüğünde,
soyut kavramları edinmeye başladığı onlu yaşlarda yaşamın erdemlerini anlayabileceği
öğeleri edinmesinde doğal bir etkileşim ortamı yaratabilir.
İletilerin, karakterlerin eylem ve konuşmalarıyla verilmesi, okurun kendine
özgün yaşam deneyimleri edinmesine olanak sunabilir. Örtük olarak kurgulanan
iletilerin öğreticilikten uzak, okurun sezerek yaşamına katabileceği biçimde olduğu
söylenebilir.
Yapılan yazım yanlışı dışında yapıtın dil ve anlatım özellikleri okura doğal Bir
Türkçe öğrenme ortamı sunmaktadır. Okur, yer verilen sözvarlığı öğeleri ve yazarın
yalın anlatımıyla Türkçenin varsıllığını kanıksayabilir.
Yapıtta ele alınan kurgusal gerçeklik bir yetişkin karakter ve çocuk
karakterlerin yaşadıkları serüvenler sonucunda son bulan “önyargı” öğesidir. Kurgusal
gerçekliğin oluşmasında karakterlerin eylem ve düşünceleri etkili olmuştur.
Tüm bu belirlemeler sonucunda, yapıtın çocuk edebiyatını yapılandıran temel
öğeler bakımından etkili bir uyaran olabileceği düşünülmektedir.
164
3.13. BAYAN PİMPİRİK
Tudem Yayınları
1. Basım / Ocak 2014
Yazarı: İclal K. DİKİCİ
Sayfa Sayısı: 110
3.13.1. Karakterler
Kurgunun baş kişisi Bayan Pimpirik; yan kişileri ise Bayan Pimpirik’in kedisi
Pamuk, mahallenin çocukları Hasan, Savaş, Mete, Gürkan, Ceren ve Bediş; mahallenin
esnafları Manav Mahmut Efendi, Kitapçı Ziya Efendi, Balıkçı Ahmet Efendi; Bayan
Pimpirik’in öğrencisi Nihat’tır.
Bayan Pimpirik, emekli müzik öğretmenidir. Gerçek adı Kadriye Duyar’dır.
Annesi ünlü bir piyano sanatçısı olan Bayan Pimpirik, annesini kaybettikten sonra
ondan kalan evde kedisiyle birlikte yaşamaya başlar. Kitapta kedisi Pamuk ve diğer
karakterlerin anlatımlarıyla okura tanıtılmaktadır: “O ‘haaa, haaa’ diye ağlar, ‘hüüü,
hüüü’ diye ağlamaz diğer insanlar gibi. Belki de sesi çok kalın olduğu içindir ya da
annesinden öyle öğrenmiştir, ne bileyim (s.7).”
Bayan Pimpirik’in fiziksel özellikleri yine kedisi Pamuk’un anlatımlarıyla
okurla buluşturulmuştur: “Dümdüz, üstelik açık sarı ve seyrek saçları, ince uzun
yüzünün üstünde mısır püskülü gibi duruyordu ve o bundan hiç mi hiç
hoşlanmıyordu…. Diğer insanlara pek benzemiyor; çok zayıf ve çok uzun, özellikle
bacakları. Gözleri çok büyük, iri bir kömür parçası gibi… Teni çok beyaz, öyle saydam
bir görüntüsü var ki önünde dursanız arkasındakileri göreceksiniz sanki. Ne bileyim
farklı işte, acaba bu yüzden mi hiç arkadaşı yok dişe düşünüyorum bazen, oysa onu
tanısalar…(s.8)”
Bayan Pimpirik adını, kedisi Pamuk vermiştir ona. Çünkü her gün, her yeri
defalarca silmekte ve evdeki her şeyi hiç atlamadan on beş kez silkelemektedir. Evine
kimse gelmemesine karşın her gün aynı şeyleri tekrarlamaktadır.
165
Bayan Pimpirik bu özelliklerinin yanında, çocuklara, doğaya ve kitaplara
oldukça düşkün bir karakterdir. Bayan Pimpirik, anlatı içinde bütün yönleriyle okura
tanıtılmaktadır. Ayrıca kitabın başında temizlik hastası, kimseyle ilişkisi olmayan bir
kadınken anlatının sonunda temizliği çok önemsemeyen, mahalledeki komşularla ve
çocuklarla iyi ilişkiler kurmuş bir karaktere dönüşmektedir. Bu belirlemelerle, Bayan
Pimpirik’in açık ve devingen karakter özelliklerine sahip olduğu söylenebilir. Çocuk
edebiyatı yapıtlarında istenilen karakter özellikleri olan açık ve devingen karakter
özelliğine sahip Bayan Pimpirik, çocukların model alma sürecinde etkili bir uyaran
olabilir.
Anlatının yer yer okurla buluşturulmasını sağlayan Pamuk, Bayan Pimpirik’in
kedisidir. Pamuk, kendi anlatımlarıyla okura tanıtılmaktadır: “Benim adım Pamuk.
Pimpirik’in kedisiyim. Bir konuda anlaşalım, yalnız kedisi değil, aynı zamanda en iyi
arkadaşıyım (s.9).” Uykuya düşkün, yemek yemeyi seven, gözlem gücü yüksek, düş
dünyası gelişmiş, sahibine karşı duyarlı bir kedidir. Pamuk, Bayan Pimpirik’e “Pi”
demektedir.
Mahallenin çocukları Savaş, Hasan, Ceren, Gürkan, Mete, Bediş ise araştırmacı
ve meraklı yapılarıyla okura tanıtılmaktadır. Bayan Pimpirik’in cadı olduğunu düşünen
çocuklar, gözlemleri sonucunda bunun doğru olmadığını, Bayan Pimpirik’in aslında iyi
bir insan olduğunu anlarlar. Sonrasında da ondan piyano dersleri almaya başlarlar.
Çocuklar, Bayan Pimpirik ile ilgili önyargılarının son bulmasıyla değişim
göstermektedirler. Bu nedenle, devingen karakter özellikleri gösterdikleri söylenebilir.
Bayan Pimpirik’in, evini alıp yüksek yapılar oluşturmaya gelen inşaat
şirketlerine karşı savaşım vermesi, kedisi Pamuk‘a gösterdiği hayvan sevgisi,
öğrencilerine ve mesleğine karşı duyarlı bir karakter olması gibi özellikleriyle okurun
model almasında olumlu insan tipini sunmaktadır. Çocuk karakterlerin önyargılı
olma öğesini, sonrasında davranış değişikliği ile okura sunarak sezdirmesi, araştırma
ve merak öğelerini okurla paylaşması yönüyle okurun özdeşim kurma sürecinde etkili
birer uyaran oldukları söylenebilir.
166
3.13.2. Konu
Anlatıda, mahalle yaşamı içerisinde yer alan mahallelinin gözünde alışılmamış
bir kadın olan Bayan Pimpirik ve kedisinin dört çocuk, mahallenin esnafları üçgeninde
yaşanan gerçek ve sıradışı olaylar anlatılmaktadır.
Bayan Pimpirik, annesinden kalan evinde kedisiyle birlikte yaşamaktadır.
Görüntüsü ve dışarıya yansıttığı izlenimiyle alışılmamış bir kadın olan Bayan Pimpirik
temizlik hastasıdır. İnşaat şirketlerinden evi için gelen dönüşüm fikirlerine ve doğal
güzelliklerin kaybolmasına karşı çıkmaktadır. Mahallenin meraklı çocukları olan
Ceren, Hasan, Savaş, Mert ve Gürkan arasında, Bayan Pimpirik’e karşı farklı
varsayımlar ortaya çıkar. Özellikle de dedektiflik ruhuyla öne çıkan Hasan, Bayan
Pimpirik’in cadı olduğunu düşünmekte ve arkadaşlarından bu durumu ortaya
çıkarabilmek için yardım istemektedir.
Bayan Pimpirik’in bacasının yaşattığı sorunu çözmek için çatıya çıkarak
bacasını temizlemesi Hasan’ın dikkatini çeker. Ayrıca mahallede hırsızlık olaylarının
artması, Hasan ve arkadaşlarının Bayan Pi’nin cadı olduğu varsayımlarını
güçlendirmektedir. Bu olaylardan sonra, Hasan ve arkadaşları iz sürerek Bayan Pi’nin
cadı olduğunu ortaya çıkarmak isterler. Araştırmaları ve gözlemleri sonucunda hırsızın
bir kedi olduğu ortaya çıkar. Çocuklar, ikilem içinde düşünmektedir.
Bayan Pi, bir gün evini temizlememeye başlar. Kedisi, onun bu durumundan
memnun değildir. Bunun için farklı komiklikler yapsa da işe yaramaz. Bir süre sonra
Bayan Pi’nin sandığından fotoğraflar çıkararak onun normale dönmesini sağlar.
Bu sırada Bayan Pi’nin öğretmenlik yıllarından Nihat adlı öğrencisi müzik
yarışması için yurtdışına gitmeye karar verir ve bu duruma gelmesinde en çok emeği
olan Bayan Pi’yi yani Kadriye Duyar’ı bulmak ister. Araştırmaları sonucunda bulur. Bu
olaydan sonra, Bayan Pi, mahalledeki çocuklara piyano dersleri vermeye, komşularla
iyi ilişkiler içinde bulunmaya başlar. Eski temizlik hastalığından eser kalmamıştır.
Bir gün evde otururken eve gelen bir satıcı, süpürge ve yanındaki armağanı olan
saç maşasını satmak ister. Bayan Pi, süpürgeyi önemsemese de bir türlü
167
kıvırcıklaştıramadığı saçları için saç maşasını duyduğunda ürünü almayı kabul eder.
Satıcı, ürünü saçlarında denemek için Bayan Pi’nin saçlarını yaparken onu banyoya
kilitler ve evdeki eşyaları çalmaya başlar. Bu duruma tanık olan Pamuk, piyanonun
üstüne çıkarak tuhaf sesler çıkartır. Satıcı kadın, gürültülü seslere dayanamadığı için
evden uzaklaşıp gider.
Kitapta anlatılan kurgu, çocuk okurun kolayca öykünebileceği biçimdedir.
Çocukların mahallelerinde veya çevrelerinde yer alan alışılmamış insanlar ve insanların
onlara bakış açıları, önyargıları okurun anlamlandırabileceği özellikleri taşımaktadır.
Gerçek ve çocukların düşleri ile birbirine geçen kurgu, çocukların imgelem
gücünü devindirebilecek özelliklere sahiptir. Mahallede oluşan olay ve çatışmalarda
kurgulanan gizem ve korku duyguları kişi kişi çatışmalarını örneklendirmektedir.
Hasan’ın Bediş’e Bayan Pimpirik’in cadı olduğunu söylemesi ve Bediş’in de buna
inanmak istememesi sonucunda okur, kişi- kişi çatışmasını sezinleyebilir: “Oh Hasan
ya! Nereden uyduruyorsun bunları. Ayın yirmi biriymiş de, günlerden cumartesiymiş
de, cadıların toplanma günüymüş de…Ne yapacağım ben seninle? (s.33)” Hasan’ın
söylediklerine Bediş’in karşı çıkmasıyla Hasan, Bediş’i kıskandığı Harun’la
ilişkilendirerek kızgınlığını yansıtmaktadır: “Doğru, ne işin var benim peşimde… Sen
git Harun’un peşine takıl! (s.38).”
Kişinin kendisiyle olan çatışmalarını ise Bayan Pi’den şüphelenen çocukların
olaylar ve düşleri karşısında belleğinde yaptığı iç konuşmaları oluşturmaktadır: “Yoksa
çip mi yerleştirecek vücuduma? Bunun için uygun bir yer arıyor olabilir mi? Belki çipi
yerleştirdikten sonra beni evime yollayacak, ben de farkında olmadan ona ajanlık
yapacağım (s.42).”
Anlatıda gerçek ve düşsel bir kurguyla yapılandırılan olay ve çatışmalar
çocukların anlamlandırabileceği biçimdedir. Anlatı boyunca önyargılı olmanın yarattığı
yanlış varsayımlar vurgulanmaktadır. Yer yer abartılı yer yer komik durumlarda atılan
düğümlerle, okurun merak duygusunu devingen tutabilir.
Çocukların duygu eğitimi sürecinde olumlu bir etki oluşturabilecek merak ve
duygusallık öğelerine gereken düzeyde yer verilmiştir. Söz edilen öğeler, olayların
168
devamlılığını sağlayıp devingenliği canlı tutacak biçimde sunulmuştur. Romanda
kurgulanan olaylar dizisel bir biçimde okurla buluşturulduğundan rastlantısallık
öğesine de yer verilmemiştir. Ele alınan konunun, verilen ipuçlarıyla ve duygusal
sığlığa düşmeden sunulduğu için çocukların okuma eğitimi sürecine katkı
sağlayabilecek nitelikte olduğu söylenebilir.
3.13.3. İleti
Romanın yazarı, günümüzde çoğu insan için geride kalmış mahalle yaşamını ve
mahallenin alışılmamış kişisi olan Bayan Pimpirik’i anlatmaktadır.
Anlatının iletileri örtük olarak sunulmuştur. Alışılmamış bir kadın olan Bayan
Pimpirik’in gerçek yüzünü bilmeyen mahallenin çocukları ve diğer oturan kişilerin
üzerinden “önyargı” kavramı sevgi, doğaya duyarlık, yardımlaşma, arkadaşlık, korku
gibi soyut öğelerle anlatılmıştır.
Bayan Pi’nin dış görünüşünün diğer insanlardan farklı olması ve temizlik
takıntısıyla sergilediği bazı davranışları mahallede oturan insanlar üzerinde farklı bir
etki yaratmaktadır. Dedektif kişiliği ile öne çıkan Hasan’ın, arkadaşlarına Bayan Pi’nin
cadı olduğunu ispatlamaya çalışmasıyla diğer çocuklar ve kişilerde de Bayan Pi’ye
karşı önyargılı bir durum ortaya çıkmaktadır: “Bize benzemiyor, bizden farklı diye mi
uzak durmam gerekiyor? (s.20)” Ancak Pi’nin onlara yardım etmesi ve Nihat adlı
öğrencisinin onunla görüşmeye gelmesiyle çocuklarda ve komşularda oluşan önyargı,
yerini dostluk ve komşuluk ilişkilerine bırakmaktadır.
Yaşanılan olaylar, Pi’nin dış görünüşüyle oluşan önyargı ve sonunda ortaya
çıkan yanlış varsayımlar, okurun “Önyargılı olmamalıyız.” , “Farklı olan insanlara
karşı hoşgörülü olmalıyız.” iletilerini sezinlemesine olanak sunabilir.
Kitapta yer alan Bayan Pi’nin evi için farklı inşaat şirketlerinden gelen teklifler
sonucunda Bayan Pi’nin evini onlara vermeyi kabul etmemesi şu tümceyle okurla
buluşturulur: “O çirkin, ruhsuz apartmanlardan istemiyorum. Yıktırmam da
yıktırtmam!..(s.10)” Okur, bu yaklaşımla günümüzde önemli bir sorun durumuna
169
gelmeye başlayan, yapılanma nedeniyle eski güzelliklerin yok edilmesine karşı bir
duyarlık geliştirebilir.
Bayan Pi’nin öğrencisi Nihat’a yaptığı yardımlarla Nihat yurtdışına gidecektir.
Gitmeden önce de kendisinde çok emeği bulunan öğretmeni Pi’yi yani Kadriye Duyar’ı
ziyaret eder. Mahallenin kitapçısı olan Ziya Bey’in yardımlarıyla öğretmenini bulan
Nihat, öğretmeni Pi’yi ziyaret eder. Konuşmaları sırasında Nihat, öğretmeni olmasa
hiçbir şey yapamayacağını, her şeyin onun sayesinde olduğunu söyler. Bu sırada Ziya
Bey: “İnanmak ve güvenmek, başarıya giden yolda iki sihirli sözcüktür (s.85).” der. Bu
tümceyle okur, kendi başarıları için bir destek edinebilir.
Kurgunun sonunda, önyargının yerini paylaşım, komşuluk ilişkileri, dostluk
alması, okurun olumlu değerler kazanmasını sağlayarak, başkalarının yaşamlarına
ilişkin duyarlık ve hoşgörü kazanmasına olanak sunabilir.
3.13.4. Dil ve Anlatım
Anlatım kısa ve yalın tümcelerle oluşturulmuş; okurun anlamlandırmasını
kolaylaştıracak bir sözvarlığı kullanılmıştır. Yabancı sözcük kullanılmamasına özen
gösterilerek Türkçe sözcükler yeğlenmiştir.
Anlatıda yazım kurallarına uyulmuştur. Kurgunun okurla buluşturulmasında
gereksiz ayrıntılara yer verilmemiştir. Düş ve gerçeğin yer aldığı bölümlerde dizisel bir
anlatım kullanılmıştır.
Kitabın anlatımında samimi bir dil kullanılarak okurun anlatının içine çekilmesi
sağlanmıştır: “Bu arada ben masalları çok severim, ya siz?(s.10)”, “İzin verirseniz
bundan sonra Bayan Pimpirik’e yalnızca Pi demek istiyorum, çünkü ismi uzun geliyor,
anlatırken hızım kesiliyor. Anlaştık mı?(s.11)”
Anlatım, farklı kişiler ile okurla buluşturulmuştur. Kitabın başında anlatıcı
Bayan Pi’nin kedisi Pamuk iken; farklı öykülerde farklı karakterler ve yazar tarafından
okura aktarılmıştır.
170
Kitap, bölümlerle ayrılmıştır. Bayan Pimpirik ve kedisiyle ilgili her bölüm ayrı
bir öyküyü anlatmaktadır. Bu anlatım biçimiyle okur, bir bütüne ilişkin parçaları
belleğinde bütünleştirip kendi öykülerini de katarak yeni bir yaşam gerçekliği
oluşturabilir.
Öykülerde Türkçenin sözvarlığı öğelerinden “deyim, pekiştirme, ikileme ve
yansıma” sözcüklere yer verilmiştir: “tek tek (s.8)”, “renk renk, desen desen (s.9)”,
“koca koca (s.10)”, “yavaş yavaş (s.11)”, “Karadeniz’de gemileri batmak (s. 17)”,
“tuhaf tuhaf (s.18)”, “fısıltı, koskoca (s.19)”, “sakin sakin (s.20)”, tüyleri diken diken
olmak (s.22)”, “gözleri fal taşı gibi açılmak (s.23)”, “pespembe (s.24)”, “çıtır çıtır,
simsiyah (s.28)”, “kıpkırmızı (s.33)”, “ters ters (s.34)”, “tertemiz, kapkara (s.37)”, “ağır
ağır, gıcırtı (s.44)”, “yemyeşil (s.46)”, “gözlerini dört açmak (s.48)”, “bomboş (s.66)”,
“kara kara (s.67)”, “iki ayağını bir pabuca sokmak (s.73)”, “taş kesilmek (s.74)”,
“tıkırtı (s.76)”, “aklını peynir ekmekle yemek (s.78)”, “koltukları kabarmak (s. 81)”,
“pabucu dama atılmak (s.88)”, “kapkaranlık (s.92)”.
Evini alıp yeniden yapmak isteyen şirket görevlilerine sinirlenen Pi’nin
görüntüsünü okurla paylaşan Pamuk’un “Pi ayağa kalktı. Olduğundan daha uzun
görünüyordu. Yo yo! Uzun görünmüyordu, gerçekten uzamıştı. Başı tavana değiyordu.
Cüceler ülkesindeki Güliver’e benziyordu tıpkı (s.13).” tümcesiyle metinlerarasılık
özelliği kurulmaya çalışılmıştır.
Mahallede artan hırsızlık olayları sonucunda çocuklar, aralarında varsayımlarda
bulunurlar: “‘Belki kendisi için çalmıyor, ihtiyacı olan birine götürüyordur
yiyecekleri,’ dedi Ceren. Robin Hood diyorsu yani!’ dedi Savaş (s.49).” Bu
konuşmalarla metinlerarasılık özelliği kurulmaya çalışılmıştır.
Pamuk’un düşlerinden birinde bir devle Pi’nin savaşımı yer almaktadır. Pamuk
Pi’ye yardım edebilmek için kendince düşünceler üretirken metinlerarasılık özelliği de
kurulmaya çalışılmıştır: “Keşke Çizmeli Kedi olsaydım. O zaman devi yenebilirdim
(s.94).” Yapıtta yer verilen metinlerarasılık özelliği taşıyan tümceler, okurun farklı
yapıtlara ilgi duymasına ve okuma kültürü edinmesine olanak sağlayabilir.
171
Kurgu içinde müzik dünyasına ilişkin önemli bir değer olan, çocuk okurların
ancak kayıtlardan erişebileceği “Münir Nurettin Selçuk” adına ve şarkısına yer
verilerek okurun günümüzde de saygıyla anılan bir kişiliği tanımasına ya da
anımsamasına olanak sağlayabilir.
Anlatıyı oluşturan dil ve anlatım, okunabilirlik özellikleri bakımından
incelendiğinde çocuk okurun düzeyine uygun olarak kurgulandığı düşünülmektedir.
3.13.5. Görsel Bir Uyaran Olarak Resim
Öykülerin bölüm başlarında ve aralarında resimlere yer verilmiştir. Siyah beyaz
renklendirmeyle oluşturulan resimler, olayların ve karakterlerin somutlanmasında
kullanılmıştır. Özellikle de merak ve heyecan öğelerinin üst düzeye çıktığı durumlarda,
resimlerin canlandırma özelliğinden yararlanılması, okurun anlatılanları
anlamlandırmasını kolaylaştırabilir.
Çizgilerin biçemi, çizerin özgün tasarımlarıyla oluşmaktadır. Okurun, kitabın
konusunu ve iletilerini anlamlandırabilmesi için resimler bütüncül bir yaklaşımla
resmedilmiştir. Karakterlerin duygu durumlarının yer aldığı resimler, ünlem söylemleri
ile birleştirildiğinden, öykülerde okura aktarılmak istenen duygu durumlarını
somutlaştırmaktadır. Yansıtılmak istenen duygu durumları, yazar ve çizerin ortaklığı ile
okurun düş kurmasına, eğlenmesine ve heyecanlanmasına olanak sunabilir.
Kitaptaki resimler, yalın çizgilerle oluşturulduğu için okurun resim diliyle
iletişim kurarak kendi özgün gerçekliklerini yansıtabileceği resimlemeler oluşturma
isteğini devindirebilir.
3.13.6. Genel Değerlendirme
Bayan Pimpirik adlı kitap, kendisiyle aynı adı taşıyan baş kişi Bayan
Pimpirik’in yaşamını ve alışılmamışlıklarını mahalle yaşamı içinde okura
aktarmaktadır. Kitabın baş kişisi Bayan Pi açık ve devingen bir karakter olarak
172
geliştirilmiştir. Ayrıca doğaya ilişkin duyarlığı, yardımsever olması yönüyle de okurun
model alma sürecinde etkili bir uyaran olarak kurgulanmıştır.
Anlatının yan kişileri de açık ve devingen karakterler olarak geliştirilmiştir. Yan
kişiler, baş kişinin okur tarafından alımlanmasında eylem ve konuşmalarıyla yardımcı
olmaktadırlar. Bu da okurun öykünme sürecinde önemli katkılar sağlayabilir.
Kitabın yazarı, okurla buluşturduğu “önyargı” öğesini mahalle yaşamı
içerisinde “Farklılıklara karşı hoşgörülü olmalıyız.” iletisini okurla buluşturabilecek bir
biçimde kurgulamıştır. Olaylar, rastlantısallık, duygusallık ve abartılmış merak gibi
konuyu zayıflatan öğelere yer verilmeden; konuyu yapılandıracak çatışma ve olaylara
yer verilerek kurgulanmıştır. Olaylar ve sonuçları, anlatının içerisinde mantıksal bir
tutarsızlığa yer verilmeden anlatılmıştır.
Yapıtın dil ve anlatım özellikleri incelendiğinde, Türkçenin sözvarlığı öğelerini
okura duyumsatabilecek, yalın ve kısa tümcelerle kurularak okurun belleğinde anlamsal
bir karmaşaya olanak sunmayacağı düşünülmektedir. Metinlerarasılık ilişkisi kurularak
okuma kültürü edinme sürecine de katkı sağlayacağı belirtilebilir.
Siyah beyaz renklendirme ve ünlem söylemlerinin buluştuğu resimler, metnin
bütüncül yapısının, çocuk okur tarafından alımlanmasında katkı sağlamaktadır. Okuma
eyleminin sürekliliğine de katkı sağlayabilecek resimlemeler, okurun düş gücünü
devindirebilecek özelliktedir.
Yapıtta ele alınan “önyargı” öğesi çocuk karakterler ve yetişkin karakterlerin
eylem ve düşünceleriyle öne çıkmaktadır. Bayan Pimpirik’in kedisinin anlatımlarıyla
okurun belleğinde somutlanması, karakterlerin meraklı yapıları, ve karakterlerin
devingenliği yeni bir kurgusal gerçekliğe olanak sunmaktadır.
Sonuç olarak incelenen kitabın, çocuğun sağlıklı bir değerler sistemi
oluşturmasında yardımcı olabilecek nitelikte iletileri taşıdığı belirtilebilir.
173
3. 14. HAYALET KÖY
Altın Kitaplar Yayınevi
1. Basım / Kasım2012
Yazarı: Hüsnan ŞEKER
Sayfa Sayısı: 126
3.14.1.Karakterler
Kitabın baş kişisi Jasmin (Yasemin); yan kişileri Jasmin’in dedesi ve dadısı,
Zeliha, Ayşe, Murat ile köyün diğer insanlarıdır. Jasmin, sahip olduklarının değerini
bilmeyen, yaşamındaki insanlara karşı acımasız olan bir karakterken etrafındaki
insanların onun yaşamını değiştirmek için verdikleri uğraşılar sonucunda yaşamının ve
yaşamında olan insan ve varlıkların değerini bilen bir karaktere dönüşmektedir.
Jasmin, dedesiyle yaşayan onlu yaşlarda bir çocuktur. Dedesinin zenginliği
dolayısıyla dadıları olan, istediği her şeye sahip, okulu ve kitapları sevmeyen,
arkadaşları olmayan, sahip olduğu şeylerle mutlu olamayan, şımarık ve huysuz bir
çocuktur. Romanın sonunda dedesinin ve çevresindeki kişilerin hazırladığı bir oyunla az
şeyle mutlu olmayı bilen, kitapları seven, arkadaş canlısı, doğaya ve hayvanlara duyarlı
bir karaktere dönüşmektedir. Bu bağlamda, Jasmin’in devingen bir karakter olduğu
söylenebilir.
Baş kişi, yan kişilerinin ve kendinin anlatımlarıyla okura tanıtıldığı için açık
karakter özelliği göstermektedir. Okur, Jasmin’i yakından tanıma olanağı bulabileceği
için öykünme sürecinde etkili bir uyaran olabilir.
Jasmin’in yaşadığı olumlu değişim ile okur, yaşama, etrafındaki varlık ve
durumlara ilişkin farkındalık geliştirerek insan yaşamını değerli kılan erdemleri
sezebilir.
Anlatının yan kişilerinden Jasmin’in dedesi zengin, torununa oldukça düşkün,
onun iyi bir yaşam sürmesi için elinden geleni yapan, okumasına önem veren bir
174
karakterdir. Torununun huysuzluklarına, şımarıklıklarına göz yuman dede, Jasmin’in
okulu bırakmak istemesiyle onun yaşamını iyileştirmek için bir psikologtan yardım
alarak bir oyun oynar. Bu yönüyle, Jasmin’in yaşadığı olumlu değişimi dedesi
sağlamıştır. Olumlu insan tipini okura sunarak okurun model alma sürecinde katkıda
bulunabilir.
Jasmin’in değişiminde rol oynayan anlatının diğer kişileri ise ablası rolündeki
Zeliha, arkadaş rolü oynayan Murat ve Ayşe ile köyün diğer insanlarını oynayan
köylülerdir. Zeliha, Jasmin’in ev ve aile yaşamı ile elindekilerle yetinmesini, evdeki
işlere yardımcı olmasını sağlamıştır. Ayşe, Jasmin’in okula ve kitaplara olan
ilgisizliğinde onu ilgili duruma getirmede yardımcı olmuştur. Murat ise onun doğa ve
hayvan sevgisinin gelişmesinde rol oynamıştır. Bu yönleriyle yan kişilerin, baş kişinin
kişilik özelliklerinin ortaya çıkarılmasını sağlayarak okurun tanımasına olanak sunduğu
söylenebilir.
Murat’ın doğa ve hayvan sevgisi; Ayşe’nin arkadaşlığa, kitaba, okumaya verdiği
önem; Zeliha’nın yaşama bağlılığı ve yardımseverliği Jasmin’in yaşamını
değiştirmesine yardımcı olmuştur. Jasmin, böylelikle sözü edilen yaşam durumlarına
daha duyarlı biri haline gelmiştir. Anlatının başından sonuna değin duyarlı yapılarıyla
okurun öykünme sürecinde olumlu etki oluşturabilecek Zeliha, Murat ve Ayşe durağan
karakter özellikleri göstermektedir. Ancak bu durum, okurun anlamlandırabileceği bir
biçimde, mantıksal tutarsızlığa düşmeden okura sunulmuştur.
Genel olarak çocuk okur, özdeşim kurabileceği karakterler olan Ayşe, Murat ve
Zeliha ile Jasmin arasındaki karşıtlıklar sonucunda Jasmin’in yaşadığı değişimlerle
yaşama ilişkin duyarlıkları sezinleyebilir. Böylece incelenen kitaptaki karakterlerin
okurun gelişim özelliklerine uygun biçimde yapılandırıldığı kurguda yer alan yaşam
durumlarının sezinletilmesiyle de okura yaşama ait duyarlıklar kazandırabileceği
düşünülmektedir.
175
3.14.2.Konu
Romanda her şeye sahip olan Jasmin adlı çocuğun yaşamındaki hiçbir şeyden
memnun olmaması, çevresindekilere huysuz, şımarık tavırlarla davranması ve sonunda
da okulu bırakmak istemesiyle dedesinin ona bir ders vermek için oyun oynaması
anlatılmaktadır.
Jasmin, anne ve babasını kaybettiği için dedesi, dadısı ve hizmetçileriyle birlikte
yaşamaktadır. Jasmin, dadısı ve hizmetçilere sürekli sorunlar çıkaran, kendisi için
yapılanlardan mutlu olmayan, dedesinin zenginliğinden yararlanarak yaşamını sürdüren
bir çocuktur. Bir gün okulu bırakacağını dedesine söylemesiyle dedesi ona bir ders
vermek için psikolog ve oyuncularla işbirliği yapar.
Jasmin uyurken onu ıssız bir köye götürürler. Jasmin uyandığında farklı bir evde
farklı insanlarla yaşamaya başladığını görür. Ablası olduğunu söyleyen Zeliha ile annesi
ve babası olduğunu söyleyen insanların kim olduklarını anlayamaz. Uzun zaman bu
durumu kabullenmeyen Jasmin, kendine Yasemin diyen insanlara da karşı çıkmakta;
adının Jasmin olduğunu söylemektedir. Jasmin dedesini ve onunla geçirdiği günleri çok
özlemektedir. Ancak onu anlamayan, hastalıktan belleğini yitirdiğini söyleyen
etrafındaki insanlara karşı inanmış gibi yaparak köyden kaçış yolunu aramaktadır.
Zeliha’nın onunla arkadaş olması için çağırdığı Ayşe’yi önce tersleyen Jasmin, zamanla
onunla arkadaş olur. Onun okul ve kitaba verdiği önemle birlikte Jasmin de kitaplara
karşı duyarlı duruma gelmeye başlar. Zeliha’nın ona olan yakın davranışlarıyla köy
yaşamından, bilgisayar olmadan da zaman geçirebilmekten, ev işlerine yardım etmekten
duyum almaya başlar.
Bir gün Ayşe ile köyde gezerken bir köpek üstüne atlar. O sırada Ayşe ortadan
kaybolduğu için Jasmin’e yardım edememiştir. Jasmin, korku içinde bağırırken bir
çocuk görünür ve korkmamasını, onunla oynamak istediği için üstüne atladığını söyler.
Ayşe de gelir ve Jasmin ile Murat’ı tanıştırır. Murat, muhtarın torunudur. Şehirde
oturmakta, arada köye gelmektedir. Jasmin, Murat ile de arkadaş olduktan sonra
korktuğu Karabaş’a alışmaya başlar. Zamanla üç arkadaş köyde geziler yapar, kitaplar
okurlar ve eğlenceli zaman geçirmeye başlarlar.
176
Köyde muhtarın yeğeni Volkan’ın nişanı olacağı konuşulur. Hazırlıklar başlar.
Geçen zamanla birlikte Jasmin de köye ve buradaki insanlara alışır. Nasılsa kaçacak bir
yolu bile yok, kimse beni anlamıyor, en iyisi onların dediğini kabul etmek diye düşünür.
Bir gün, kitaplarının arasından çıkan dedesinin notuyla bütün geçmişi tekrar gözünün
önüne gelir ve geçmişi hakkında düşündüklerinde haklı olduğunu anlar. Böylece
yeniden köyden kaçış aklına gelir.
Köyde yapılacak olan nişana şehirden insanların gelecek olması Jasmin’de bir
umut oluşturur. Belki onlardan biriyle dönebilirim diye düşünür. Nişan günü geldiğinde
Zeliha, ona kötü günler için ayırdığı parayla elbise getirttiğini söyleyerek giymesini
ister. Nişan için kahveye gittiklerinde herkesin ‘İyi ki doğdun Jasmin’ diye bağırdığını
görür. Bir köşede de dedesi ve dadısının bulunduğunu görünce şaşkınlık içerisinde kalır.
Zeliha, dedesinin her şeyi ona anlatacağını söyler.
Bütün bu yaşanılanlardan sonra dedesi, onun huysuzluklarına, şımarıklarına
katlandıklarını ancak okulu bırakmak isteyince bunu anlatmak için bir ders vermek
istediklerini, bunun için de bir yönetmen ve oyuncularla anlaştığını açıklar. Jasmin,
olanlara kızmak yerine mutlu olur. Elinde olan şeylerin ve etrafındaki insanların
değerini anlamıştır. Köyde edindiği Murat ve Ayşe’nin de İstanbul’da olacağını, onlarla
da görüşebileceğini, Zeliha’nın da psikolog olduğunu öğrenir.
Jasmin yaşattıklarına ve sonunda yaşadıklarına çok şaşırır. Ancak artık okuluna
ve kitaplarına önem veren, dedesini ve dadısını üzmeyen, yaşama duyarlı bir çocuk
durumuna gelir.
Anlatının baş kişisi olan Jasmin’in yaşadıkları çocukların sıklıkla yaşadığı
yaşam ve duygu durumlarını yansıtacak biçimde kurgulanmıştır. Okur, bu kurgu ile
kendi yaşamındaki benzerlik ve farklılıklar doğrultusunda, tarafsız bir bakış açısıyla ele
alınan kurguda doğal bir eleştiri ortamı bulabilir. Sonucunda da kendi çıkarımlarını
yapabilir. Kurgu, insanların sahip olduğu değerlerin ve olanakların farkında olmasını
okura sezinletebilir.
Olaylar ve merak öğeleri yaşanılan dünyaya uygun bir biçimde
yapılandırılmıştır. Romanın ilk merak öğesini Jasmin’in dedesiyle bir yaşam sürerken
177
bir anda bir köyde uyanması ve farklı insanlarla yaşamaya başlaması oluşturur. “Bu
iğrenç yerde ne işi vardı? Üstelik yatakta değil, yerde yatıyordu. Nasıl bir şakaydı
bu?(s.9)” Bu biçimde başlayan merak öğesi, Jasmin’in yaşadığı yeri sorgulaması,
etrafındakilerin davranışları, bulunduğu köye alışmaya çalışması ve bu köyden kaçış
için kurduğu planlar diğer merak öğelerini de beraberinde getirir. Okur, anlatı boyunca
devam eden merak düğümleri ve sonunda bunun bir oyun olduğunun ortaya çıkmasıyla
Jasmin’in yaşadığı şaşkınlık ve değişimlerle okuma eylemini devingen kılabilir. Bu da
okuma eyleminin sürekliliğini sağlayabilir.
Konuyu zayıflatan rastlantısallık, duygusallık ve abartılmış merak özelliklerine
yer verilmemiştir. Kurgu, mantıksal bir tutarsızlığa yer verilmeden neden - sonuç ilişkisi
içerisinde sunulmuştur. Bu nedenle, konuyu zayıflatan herhangi bir öğeye yer
verilmediği belirtilebilir.
Kurgunun yapılandırılmasında çatışmalara da yer verilmiştir. Kişinin kendisiyle
olan çatışmalarını Jasmin’in yaşadığı yeni yaşama uyma çabaları sırasında belleğinde
oluşturduğu düşünceler oluşturmaktadır: “ ‘Bu bir rüya, sakın korkma Jasmin!
Uyuyorsun…Uyuyorsun…’(s.13)”, “Of, takılıp kalmamalıyım bu soruya, işime
bakmalıyım!(s.43)” Kişi – kişi çatışmalarını ise Jasmin’in önceki yaşamını istemesine
karşın çevresindeki insanların ona inanmamaları ve onun yaşamı ile ilgili farklı olaylar
anlatması oluşturmaktadır: “Bana bir su damlası gibi benzesen de seni tanımıyorum. Ne
kardeşim, ne ablam, ne ağabeyim var, ailenin tek çocuğuyum ben. Kimsin sen? Nasıl bir
oyun oynuyorsun bana?(s.12)”, “Ne annesi be! Seni tanımıyorum bile. Annemle babamı
küçükken trafik kazasında kaybettim, dedem bakıyor bana. Şaka mı bu? Şakaysa fazla
uzadı, sinirleniyorum artık. Yeter ya!(s.14)”.
Jasmin, bilgisayar oyunlarından başka bir şeyle ilgilenmeyen bir çocuk olduğu
için doğa ve hayvanlara karşı duyarlığı da gelişmemiştir. Ancak köye gelmesiyle Murat
ve Ayşe ile doğa gezileri yapmaya başlar. Murat’ın Karabaş adlı köpeği ile doğaya karşı
da duyarlı bir duruma gelir. Kişi – doğa çatışmalarını da Jasmin’in köy yaşamına
alışmaya başlaması oluşturmaktadır: “Derin derin nefes alıp verdi. Ormandan,
bahçelerden gelen güzel kokulu, temiz havayı içine çekti. Kendini tuhaf bir şekilde
evindeymiş gibi mutlu hissetti(s.44).”, “Hava çok güzeldi. Esen hafif bir rüzgar
178
Jasmin’in ensesini gıdıkladı. Ağaçlardaki yaprakların hışırtısı, duyduğu müziklerin en
güzeliydi(s.72).”
Yapılan belirlemelerle Hayalet Köy romanı, okurun düş ve düşlem gücüne etki
ederek yazar – kitap – okur etkileşimine olanak sağlayabilecek niteliklere sahiptir
denilebilir.
3.14.3.İleti
Romanın yazarı, bütün olanaklara sahip olmasına karşın yaşamından mutlu
olmayan bir çocuğun, dedesinin oyunuyla duyarlı bir duruma gelmesini
vurgulamaktadır.
Kitaptaki iletiler örtük olarak sunulmuştur. Dedesinin Jasmin’e hazırladığı oyun
sonucunda yaşadığı değişimlerle birlikte iletiler, okura sezinletilebilir. Yazar, romanın
kurgusu ile “Yaşamda sahip olduğumuz insanların ve nesnelerin değerini bilmeliyiz.”
iletisini örtük olarak okurla buluşturmaktadır.
Anlatıda dil duyarlığını okura sezinletecek bir duruma da yer verilmiştir.
Jasmin’in adını Yasemin olarak söylemesiyle sözcüklerin Türkçelerinin yeğlenmesi
gerektiğini okurla buluşturmaktadır: “ ‘İkisinin de anlamı aynı.’ dedi Murat
gülümseyerek. “Kusura bakma Zeliha abla, ben İngilizcesi yerine Türkçesini yeğlerim
(s.84).”
Romanın kurgusu içerisinde arkadaşlık, yardımlaşma, birlik ve beraberlik gibi
öğeler de Zeliha, Murat, Ayşe ve Jasmin arasındaki ilişkiler çerçevesinde okura
sezinletilmeye çalışılmıştır.
3.14.4.Dil ve Anlatım
İncelenen kitabın dil ve anlatım özelliklerine bakıldığında, öncelikle romanın
adının okurda bir merak uyandırabileceği düşünülmektedir. Hayalet Köy adı; okurun
merak öğelerini devindirmesine olanak sunabilir.
179
Yazar, metinsel dokuyu oluştururken yalın tümcelere yer vermiştir. Olaylar,
okura aktarılırken sözvarlığı öğelerimizden “deyim, yansıma, ikilem ve pekiştirme
sözcükler”ine yer verilmiştir: “cıvıltı, sımsıkı (s.5)”, “gurultu, ufak tefek (s.8)”,
“şangırtı, cıyak cıyak (s.9)”, “tekrar tekrar (s.14)”, “fısıltı (s.16)”, “derin derin (s.17)”,
“kapkara (s.18)”, “sımsıkı, mırıl mırıl (s.19)”, “tüyleri diken diken olmak (s.20)”,
“şapırdatma(s.36)”, “yemyeşil (s.37)”, “sapsarı (s.42)”, “aşağı yukarı (s.43)”, “sık sık
(s.45)”, “canlı canlı (s.46)”, “kol kanat germek, ışıl ışıl (s.48)”, “tüyleri diken diken
olmak (s.50)”, “tertemiz (s.54)”, “gümbür gümbür (s.58)”, hışırdamak, heyecanlı
heyecanlı (s.62)”, “uğultu (s.63)”, “homurtu, hırlama (s.64)”, “cayır cayır (s.66)”, “uslu
uslu (s.70)”, “kapkara (s.72)”, “yemyeşil (s.73)”, “bembeyaz (s.76)”, “yavaş yavaş
(s.78)”, “göz göze gelmek, küp küp, top top(s.92)”, “yan yan (s.93)”, “ışıltı (s.97)”,
“püfür püfür, kıs kıs (s.110)”, “tıkırtı (s.111)”, “harıl harıl (s.124)”.
Anlatımın okurun belleğinde somutlaşmasını sağlayabilecek benzetme ve
kişileştirmelerden de yararlanılmıştır: “Gecenin karanlığına gömülen dağ suskundu
(s.5).”, “Zeliha’nın şaşkın bakışlarına aldırmadan, aç kurtlar gibi sofrada ne varsa sildi,
süpürdü (s.44).”, “Ağaçlardaki yapraklar, bulutları sobelemişti (s.73).”
Romanda Türkçe sözcüklerin yeğlenmesi okurun dil duyarlığını geliştirmesine
olanak sunabilir: “…, dedesine söylemek için okulun yaz dinlencesine girmesini
beklemişti(s.8).”, “Unuttuğun her şeyi, zamanla yavaş yavaş anımsayacaksın (s.15).”,
“Jasmin’in içinden yanıtını bilmediği binlerce soru geçti (s.20).”
Romanın anlatımında bölümler kullanılmıştır. Bölümler birbirinin devamı
niteliğindedir. Başka bir deyişle, merak öğelerinin yanıt bulmasını, devindirilmesini
sağlayacak biçimde yapılandırılmıştır. Bölümler, okuma eyleminin sürekliliğini
sağlamada okura yardımcı olabilir. Tüm bu belirlemeler sonucunda, yapıtın dil ve
anlatım özelliklerinin okurun düzeyine uygun olduğu düşünülmektedir.
3.14.5.Görsel Bir Uyaran Olarak Resim
Romanın bölümlerinde resimlere yer verilmiştir. Resimler baş kişi Jasmin’i,
okura tanıtacak biçimde resmedilmiştir. Özellikle Jasmin’in yaşadığı duygu durumları,
180
yazarın kullandığı dilsel metinle çizerin oluşturduğu görsel metin özelliklerinin
bütünleşmesi sonucu soyut olan öğeleri okura sezdirilebilir.
Jasmin’e ilişkin resimlemelerin dışında yan kişi ve köye ilişkin resimlemeler de
yer almaktadır. Okur, belleğinde canlandırdığı kurguyu çizerin oluşturduğu özgün
resimlemelerle anlamlandırma olanağı bulabilir.
Kitabın resimlemeleri yalın ve çocuk okurun kolayca öykünüp resmedebileceği
biçimde oluşturulmuştur. Bu yönüyle kitabın resimlemelerinin dilsel metinin
anlamlandırılmasını kolaylaştırarak çocuk okura arkadaşlık edebileceği söylenebilir.
Resimler, okura romanda anlatılanları görme ve düşleme olanağı sağladığı için
çocukların gelişim süreçlerine katkı sağlayabilecek nitelikte oldukları söylenebilir.
3.14.6. Genel Değerlendirme
Hayalet Köy romanı onlu yaşlardaki çocuklara seslenen bir yapıttır. Yazar, aile
içi ilişkilerini, insanlarla olan ilişkilerimizi, okulun ve kitabın önemini vurgulamaktadır.
Bu yönüyle çocuk okurun yaşam deneyimi kazanmasında ve özeleştirisini yapmasında
doğal bir eleştiri ortamı sunduğu söylenebilir.
Kitabın iletileri örtük olarak sunulmuş, merak ve heyecan öğeleriyle devingen
duruma getirilmiştir. Okurun, okuma eyleminin sürekliliğini sağlaması yönüyle
iletilerin öğreticilikten uzak sezdirilmeye çalışılması okurun anlam evrenine katkıda
bulunabilir.
Kitabın dil ve anlatım özellikleri Türkçenin varsıllığını okura sezdirebilecek
biçimde kurgulanmıştır. Tümceler yalın bir biçimde ve sıklıkla karşılıklı konuşmalar
biçiminde oluşturularak okurun anlam karmaşası yaşamaması sağlanmıştır.
Dilsel metini tamamlayan resimlemeler, çocuklara özgün çizgilerle
yapılandırılmış bir sanat ortamı sağlayabilir. Çizgilerin yalınlığı ve renkli boyamalarla
canlı duruma getirilen görseller, okurun kendi resimlerini oluşturmasına olanak
sağlayabilir.
181
Dedesi ve bakıcılarıyla yaşayan bir kız çocuğunun şımarıklıkları ve değerbilmez
durumları ile başlayan kurgu farklı bir çevrede ve farklı kişilerle devam etmektedir.
Romanın sonunda ortaya çıkan gerçeklik okurun kurgu içinde kurgu ile karşılaşmasına
olanak sunmaktadır. Dedesin torununa bir ders vermek için hazırladığı oyun ile okur
sunulmak istenen iletileri sezinleyebilir. Başka bir deyişle, yazar tarafından yeni bir
kurgusal gerçeklik oluşturulduğu söylenebilir.
Sonuç olarak incelenen kitabın çocuğun sağlıklı bir değerler sistemi
oluşturmasında yardımcı olabilecek nitelikte iletileri taşıdığı belirtilebilir.
182
3.15. GÜLEN SAKIZ AĞACI
Tudem Yayınları
4. Basım Şubat / 2015
Yazarı: Koray Avcı ÇAKMAN
Sayfa Sayısı: 112
3.15.1.Karakterler
Anlatının baş kişisi Arda’dır. Yan kişiler ise Arda’nın ödevini yaparken anılarını
sorduğu annesi, babası, babaannesi, babasının köyde yaşayan halası ve eşi, amcası İlhan
Bey; komşuları Şevket Bey, manav Kemal Bey ve Münire Hanım, üst kat komşuları
Erdem Bey’dir. Bu karakterlerin dışında, okuldaki arkadaşları Ali, Mehmet, Sinan ile
ablası ve kardeşidir.
Arda, ortaokul öğrencisidir. Annesi ve babası çalışmaktadır. Arda, bir abla ve bir
erkek kardeşe sahiptir. Babaannesi de Arda ve ailesi ile birlikte yaşamaktadır. Anlatıda
ailesine düşkün ve iyi ilişkiler içerisinde olan sıcakkanlı bir çocuk olarak okura
sunulmuştur. Arda, Türkçe öğretmeninin verdiği “Çocukluk nedir?” tasarı ödevini
yapmak için çevresindeki insanlara “Çocukluk anını paylaşır mısın?” sorusunu
yöneltmeye başlar. Ödevini yapmak için çevresindekilerin Arda ile paylaştığı anıları,
okurun Arda’yı çeşitli yönlerden tanımasına olanak sunmaktadır. Anılarını paylaşan
kişilerle yaptığı söyleşilerle karakter özellikleri okura yansıtılan Arda’nın yazar
tarafından açık bir karakter olarak geliştirildiği söylenebilir.
Öğretmeninin verdiği ödevi nasıl yapacağını düşünürken karamsar bir bakış
açısı edinen Arda, servis şoförlerinin “sihirli sözcükler” önerisiyle çevresindekilere
çocukluk anılarını sormaya başlar. Bu sayede birçok yaşam durumuna ve deneyimine
tanıklık eder. Anlatının sonunda ise karamsar bakış açısı iyimser bir duruma dönüşür: “
‘İyi ki verdi bu ödevi Türkçe öğretmenimiz!’ diye düşündüm; çünkü hem yetişkinlerin
çocukluk anılarını dinlemekten çok hoşlandım hem de çok şey öğrendim (s.112).”
Arda’nın yaşadığı bu düşünce değişikliği ile devingen bir karakter olarak geliştirildiği
söylenebilir.
183
Arda’nın ödevini yaparken soru yönelttiği annesi, babası, amcası, babaannesi,
halası, eniştesi ve komşuları ise yaşadıkları çocukluk anılarını paylaşırken çeşitli yaşam
durumlarını da okura aktarmaktadır. Anılarını paylaşırken yazarın yan kişilerle ilgili
duygu, düşünce ve eylemleri yansıtması, okurun baş kişiyi ayrıntılı olarak tanımasına
olanak sağlamaktadır. Bu belirlemeyle, yan kişilerin açık karakter olarak geliştirildiği
söylenebilir.
Arda’nın ödevi için çocukluk anılarını anlatan yan kişiler, baş kişinin de okur
tarafından ayrıntılı olarak tanınmasına olanak sağlamaktadır. Arda, ödevini yapmak için
çeşitli yollar düşünmekte ve aldığı yanıtlardan belleğinde çıkarımlar yapmaktadır. Bu
yönüyle okur, baş kişinin araştırmacı, çevresiyle ilişkileri iyi olan bir karakter olduğunu
düşünülebilir. Çocuk okurun yaş düzeyine yakınlığı ve anlatıda yaşadığı olumlu
karakter özellikleriyle Arda’nın, okur için öykünme sürecinde etkili bir uyaran olduğu
belirtilebilir.
Çocukluk anılarını paylaşmasını istediği karakterler, yetişkin bireyler olduğu
için Arda’ya karşı tutumları, yaşadıkları olaylardaki doğa ve hayvan duyarlıkları,
insanlarla ilişkileri yönüyle olumlu insan tipini okura sunmaktadır. Bu nedenlerle
anlatıdaki yetişkin karakterlerin okurun model alma sürecinde etkili bir uyaran görevi
üstleneceği söylenebilir.
Yazar, anlatıda paylaşılan çocukluk anılarıyla karakterlerin deneyimledikleri
yaşam durumlarına yer vermiştir. Anılar anlatılırken yaşanılan durumlar iyi – kötü,
yanlış – doğru biçiminde verilmediği için okur, kendi eleştirileri sonucunda çıkarımlar
yaparak yaşamına katabilir. Sonuç olarak çocuk okur, anlatıda kahramanları kişilik
özellikleriyle açık bir biçimde tanıma olanağı bulabilir ve özdeşim kurabileceği
kahramanları belirleyebilir.
3.15.2.Konu
Romanda, Arda adlı bir çocuğun Türkçe öğretmeninin verdiği “Çocukluk
nedir?” tasarı ödevini yapmak için servis şoförlerinin önerisiyle çevresindeki kişilere
sorduğu “Çocukluk anını paylar mısın?” sorusuna aldığı yanıtlarla oluşan, her biri ayrı
bir öykü niteliği gösteren anılar anlatılmaktadır.
184
Arda’nın Türkçe öğretmeni “Çocukluk nedir?” adlı tasarı ödevini verir. Bütün
sınıf, öğretmenlerinin böyle kolay bir ödev verdiği için çok mutlu olur. Ancak
öğretmen, uzun bir ödev istediğini, en az otuz sayfa olacağını söylediğinde sınıfın
sevinci yerini sessizliğe bırakır. Arda da ödevi nasıl yapacağı konusunda düşüncelere
dalar. Kardeşi ve ablasına sormayı düşünse de onlardan da bir yardım alamaz. Servis
şoförleri Adnan Bey, Kaan’ın yüzünün asık olduğunu fark ederek ne olduğunu sorar.
Arda da durumu açıklar. Adnan Bey, çevresindeki kişilere “Çocukluğunuzdan bir anı
anlatır mısınız?” diye sormasını önerir. Arda bunu denemeye başlar ve sırayla
mahallelerindeki oyuncakçı olan Şevket Amca’ya, manav olan Kemal Amca’ya,
amcası İlhan Bey’e, babaannesine, annesine, babasına, komşuları Münire Teyze’ye, üst
kat komşuları Erdem Bey’e, babasının köyde yaşayan halası ve eşine sorar. Bu kişiler
arasında kendisine ait bir anıya da yer verir.
Arda, yaptığı söyleşilerden sonra dinlediklerini defterine yazar. Her dinlediği
anıdan sonra doğaya ve hayvanlara duyarlık, insan ilişkileri, arkadaşlık, önyargı gibi
çeşitli yaşam durumlarını ve deneyimlerini belleğine katar. Bu sayede hem eğlenceli
zaman geçirir hem de deneyim sahibi olur.
Arda, en son anıyı babasının köyde yaşayan halası ve eniştesinden dinler,
defterine yazar. Öğretmenlerinin verdiği ödeve başta kızan Arda, artık çok mutludur ve
öğretmeninin bu ödevi iyi ki verdiğini düşünür. Anıları yazdıkça da bütün ödevlerin
böyle olmasını diler. Yazıya geçirirken mutlu olduğunu, bir gün yazar olarak kendi
öykülerini de anlatabileceğini düşünür.
Kitapta yer verilen öykü niteliğindeki paylaşılan anılar, çocuk okurun araştırma,
merak ve heyecan güdüsünü devindirebilecek özelliktedir. Anlatılan anılar, şimdiden
geçmişe uzandığı için zaman içinde zaman kavramını da okura sunmaktadır.
Anlatıda bütün çatışma türlerine yer verilmiştir. Ödevini nasıl yapacağını
düşünen Arda’nın kendiyle yaptığı konuşmalar kişinin kendisiyle olan çatışmalarını
örneklendirmektedir: “Üf…Çocukça bir ödev yüzünden Türkçe dersinden kırık not mu
alacaktım? O zaman bizimkiler neler demezdi ki bana!(s.10)” Arda’nın ödevini
yaparken dinlediği anılardan sonra tanık olduğu durumlar ve anılarını dinlediği kişilere
ilişkin düşünceleri de kişinin kendisiyle olan çatışmalarını örneklemektedir: “Börekçi
185
amcanın börekleri mi, yoksa pastacı Handan teyzenin o birbirinden nefis kokan
kurabiyeleri miydi? Ama kokuları gelir miydi taa aşağı sokaktan?(s.35)”
Kişi- kişi çatışmalarını ise anılarını paylaştığı kişilerle Arda’nın arasında geçen
konuşmalar oluşturmaktadır: “ ‘Birlikte uçurtma uçuralım mı biz de?’ diye sordum.
‘Uçururuz uçururuz! Hele sen sınıfını bir geç de…’(s.48)” Arda’nın ailesi ile
büyümesine ilişkin aralarında geçen konuşmalar da kişi – kişi çatışmasını okura
sunmaktadır: “Ne yaramazlığı anne! Ben büyüyeli çok oldu! Yaramaz olan, yaramazlık
yapan sizin küçük oğlunuz Bora. Hatırlatırım ben Ar-daa!(s.66)”
Kişi- doğa çatışması, Arda’nın izci seçilebilmek için öğretmenlerinin verdiği
doğa araştırması görevinde ortaya çıkmaktadır: “Yol iyice engebelenmiş, önümüze sık
çalılıklar çıkmıştı (s.73)”
Kişi- toplum çatışmasını üst kat komşuları Erdem Bey’in denizlere atılan zararlı
atıklar için verdiği savaşımı Arda ile konuşması oluşturmaktadır:
-“ ‘O yüzden zincirledin kendini köprüye değil mi Erdem ağabey?
Televizyonda görmüştük.’”
-“ ‘Tabii, petrol yüklü gemiler Boğaz’dan geçmesin diye zincirledik,’
dedi ateş saçan gözleriyle (s.96).”
Kitapta sunulan olay ve çatışmalar konuyu yapılandıran öğelerdir. Belirtilen
çatışma örneklerinin çocuk okurun deneyim oluşturmasına ve konuyu
anlamlandırabilmesine olanak sağlayabileceği düşünülmektedir.
Romanda yer verilen farklı yaştan kişilere ilişkin farklı çocukluk anıları, okurun
duygu eğitimi sürecinde olumlu etkiler oluşturabilir. Bu belirleme ile kitapta
rastlantısallık, duygusallık ve abartılmış merak öğelerine yer verilmediği belirtilebilir.
Ele alınan konunun, verilen ipuçlarıyla duygusal sığlığa düşmeden sunulması,
çocukların okuma eğitimi sürecine katkı sağlayabilecek nitelikte olduğu
düşünülmektedir.
186
3.15.3. İleti
Kitaptaki iletiler örtük olarak okura sunulmuştur. Okur, paylaşılan her anıdan
kendine ait çıkarımlarda bulunarak yaşama ilişkin deneyimler sezinleyebilir.
Romanın bütününde okurla buluşturulmak istenen ileti “Çocukluk herkes için
güzel ve unutulmayan bir anıdır.” yargısıdır. Arda ödevini yazabilmek için servis şoförü
Adnan Bey’in fikri ile “Sihirli Sözcükler” olan “Çocukluğundaki bir anıyı paylaşır
mısın?” sorusuyla kızgın gözlerin gülümsemeye, başka bir işle uğraşanların o andan
hemencecik sıyrılıp çocukluğuna gittiğine ve kim olursa olsun bu soru karşısında
yanıtsız kalamadığına okurun tanıklık etmesine olanak sunmaktadır.
Yan kişilerin çocukluk anılarını anlattığı öykülerde çeşitli yaşam durumlarına
ilişkin duyarlıklar da okura sunulmuştur. Oyuncakçı Şevket Bey’in çocukluk anısıyla
“Doğaya duyarlık”; amcası İlhan Bey’in ve babasının çocukluk anısıyla “Arkadaşlık”;
annesinin çocukluk anısıyla “Köy yaşamı”; halasının çocukluk anısıyla “Hayvan
duyarlığı”; üst kat komşusu Erdem Bey’in çocukluk anısıyla “Çevre ve doğa duyarlığı”
ile çocuk okur, çeşitli yaşam durumlarını ve erdemlerini sezinleyebilir.
Arda’nın ödevine ilişkin ilk başta sahip olduğu önyargının, ödevini yazdıkça
yerini eğlenceli bir duruma ve deneyimlere bırakması çocukların kendi yaşamlarında
veya farklı kişilerin yaşamlarında olan durumlara tanıklık etmesine olanak sunabilir.
3.15.4. Dil ve Anlatım
Anlatım yalın ve kısa tümcelerle kurulduğu için çocuk okurun kolayca
anlayabileceği bir sözvarlığı kullanılmıştır. Anlatımda gereksiz ayrıntılara yer
verilmemiştir. Olaylar ve çatışmalar, okurun yaş düzeyine göre yapılandırılmıştır.
Kitap, okurun öykülerin içeriğini kestirmesine olanak sağlayabilecek ve merak
öğesini devindirebilecek adlarla ayrılmıştır: Martılar Ağlamasın, Sihirli Sözcükler,
Gülen Sakız Ağacı, Banyo Yapan Balık,… Romanın içindeki on yedi ayrı bölüm hem
ayrı bir bölüm hem de bütüne ilişkin bir parça olarak kurgulanmıştır.
187
Anlatımda özellikle betimlemelerin somutlanmasında “ikileme, pekiştirme ve
yansıma” sözcüklere yer verilmiştir. Pekiştirmeler ve ikilemeler renk adlarıyla sıklıkla
kullanılarak işitsel ve görsel bir etki oluşturulmaya çalışılmıştır: “uzun uzun, kara kara
(s.7)”, “topu topu, kıvır kvır, dümdüz (s.8)”, “masmavi, yemyeşil, koca koca (s.12)”,
“çepeçevre (s.14)”, “bembeyaz(s.19)”, “yusyuvarlak, yavaş yavaş (s.25)”,
“koskoca,çeşit çeşit (s.27)”, “böyle böyle (s.29)”, “fısıldıyordu, avaz avaz (s.31)”,
“şaşkın şaşkın (s.35)”, “şırıl şırıl, pırıl pırıl, upuzun (s.36)”, “mavi mavi, sapsarı (s.40)”,
“mini mini, saparı (s.43)”, “zarar marar(s.44)”, “horul horul (s.49)”, “yumuş yumuş,
aptal aptal (s.52)”, “kuş muş (s.53)”, “uslu uslu (s.54)”, “dalgın dalgın (s.57)”, “fısır
fısır,eski püskü (s.62)”, “tutam tutam (s.63)”, “bol bol (s.65)”, “zırt pırt (s.66)”, “sakin
sakin (s.68)”, “tıkına tıkına (s.73)”, “hapur hupur, kolay kolay (s.78)”, “endişeli endişeli
(s.80)”, “bıdı bıdı (s.81)”, “kapkaranlık, şak şak, badi badi, yan yan (s.87)”, “bağrış
çağrış(s.90)”, “üçer beşer, dangur dungur(s.91)”, “gevrek gevrek (s.95)”, “tembel
tembel (s.97)”, “sıkış tepiş (s.98)”, “mışıl mışıl (s.101)”.
Karakterlerin yaşadıkları olayların ve duygularının okura yansıtılmasında deyim
ve atasözü kullanılmıştır: “ağzı açık kalmak (s.52)”, “meteliğe kurşun atmak (s.57)”,
“eli boş dönmek (s.62)”, “kurda kuzu teslim etmek (s.80)”, “dut yemiş bülbüle dönmek
(s.82)”, “avazı çıktığı kadar bağırmak (s.90)”, “damlaya damlaya göl olur (s.93)”.
Atasözü ve deyimlerin kullanımları tümceler içinde anlamlandırabileceği için okur,
anlam evrenine sözvarlığı öğelerini kolayca katabilir.
Bölümlerde şarkı, tekerleme ve masal gibi farklı yazınsal türlere yer verilmiştir.
Okur, bu türlerle karşılaşarak okuma eylemini eğlenceli duruma getirip farklı türlere
ilişkin bilgisine katkıda bulunabilir.
Arda, dinlediği anılar sonrasında anlatan kişilerin fotoğrafını çekerek bunları da
ödevine eklemektedir. Anlatımda “fotoğraf” ve “resim” sözcüklerinin kullanılmasında
kavram karmaşası yaşanmaktadır: “…, kucağında rengi solmuş Düğme Bebek’le
Münire teyzenin bol bol resmini çektim (s.65).”, “Bilmem babaanne. Belki de filer
çıkar. Kapının girişindeki afişte resimleri vardı (s.86).”, “Ertesi gün eniştemin resmini
Şakir’le birlikte çektim. Eniştem fotoğrafı görünce… (s.107)”
188
Yapılan belirlemeler sonucunda, kitabın dil ve anlatım özelliklerinin okur için
etkili bir uyaran olduğu düşünülmektedir.
3.15.5. Görsel Bir Uyaran Olarak Resim
Kitaptaki görseller yalın çizgilerle oluşturulmuş, canlı renklerle resmedilmiştir.
Okurun düş gücünü devindirebilecek karakterlerin anılarını canlandıran görseller, dilsel
metinle tamamlanarak kurgunun okurun belleğinde pekişmesini sağlayabilir.
Resimlere bölüm başları ve bölüm aralarında yer verilmiştir. Kitaptaki resimler,
karakterlerin ve varlıkların duygu durumlarını okura yansıtmaktadır. Böylece okur,
kahramanların yansıttıkları duyguları daha iyi anlamlandırabilir.
Sanatçının özgün çizgileriyle oluşturulan görseller, yeni bir düş gerçekliği
sunarak çocukları resim yapmaları için öykündürebilir.
3.15.6. Genel Değerlendirme
Gülen Sakız Ağacı, on yaş ve üstü çocuklara seslenen çocuk edebiyatı yapıtıdır.
Yazar, okurun özdeşim kurup öykünebileceği benzer yaş düzeyinde sunduğu Arda
karakteri ile anılarını paylaşan yetişkin karakterler arasında bir bağ kurmaktadır.
Konusunu “çocukluk” kavramının çeşitli yanları üzerine kurgulayan Çakman,
okurun hem eğlenmesini hem de yaşam durumları üzerinde duyarlık kazanmasını
sağlayabilir.
İletiler, öğreti nitelinde olmadan metinsel doku içine sindirilerek okura
sezdirilmiştir. Ayrıca arkadaşlık, doğa sevgisi, hayvan sevgisi gibi çeşitli öğeler de olay
ve çatışmalarla okurun düzeyine uygun olarak kurgulanmıştır.
Dil ve anlatım özellikleri bakımından yapıtta sıklıkla sözvarlığı öğelerine yer
verilmiştir. Masal, şarkı ve tekerleme gibi çocukların düş kurmalarını sağlayabilecek
yazınsal türlere de yer verilmiştir. Yapıtta, resim ve fotoğraf sözcüklerinin kullanımında
189
yaşanan kavram karmaşasının çocuk okurun sözcük edinimini olumsuz etkileyebilecek
tek öğe olduğu söylenebilir.
Yapıtın görsel özellikleri incelendiğinde, kanıksanmış çizgi özellikleri dışında
resmedildiği söylenebilir. Sanatçının yeni bir gerçeklik oluşturarak okurun kendi
öyküsünü ve resmini oluşturma isteğini devindirebilir.
Roman, okurun kendi yaşamına ve yaş düzeyine ilişkin sorunlarından biri olan
ödev yapma konusunu ele almaktadır. Yaşamlarında doğrudan tanık oldukları bu
durum, romanın kurgusunda bir oyun biçimini almaktadır. Bu nedenle yazarın yeni bir
kurgusal gerçeklik oluşturduğu söylenebilir.
Romanın sonu, açık yapıt özelliği gösterdiği için okurun kolaylıkla düş ve
düşlem kurmasına olanak sunabilir. Ayrıca, yapıtın sonunda yer verilen “Yazarken
mutlu oluyorum ben. Belki büyüdüğümde yazar olurum, kim bilir? Kendi hikayelerimi
anlatırım okurlarıma… Hayal etmesi bile güzel (s.112).” tümcelerle kendisiyle benzer
düşlere sahip olan baş kişi ile özdeşim kurabilir. Yapılan belirlemelerle kitabın, okurun
gelişim sürecine katkı sağlayabilecek nitelikte olduğu söylenebilir.
190
3.16. ÇOCUKLUK ANAYURDUM
Can Çocuk Yayınları
2. Basım Ağustos / 2013
Yazarı: Kemal ÖZER
Sayfa Sayısı: 67
3.16.1. Karakterler
Öykünün baş kişisi 8 yaşlarında bir erkek çocuğudur. Anlatıda baş kişinin adına
yer verilmemiştir. Yan kişileri ise annesi, teyzesi, babası, komşuları, mahalledeki
arkadaşları, evlerinin odalarını kiralayan konuklar oluşturmaktadır. Anlatıda sadece
mahalledeki ilk arkadaşı olan Oktay ile bahçedeki kaplumbağa Öksüz adıyla yer
almaktadır. Herhangi bir karakter adına yer verilmemesi, okurun kendini karakterlerin
yerine koymasına ya da kendi adlandıracağı bir karakter oluşturabilmesine olanak
sunabilir. Bununla birlikte, anıların paylaşıldığını duyumsatan tümceler, okuru yazarın
çocukluğuna ilişkin anıları olduğunu düşündürerek gerçek bir yaşam öyküsüne tanık
edebilir.
Anlatı, baş kişi olan küçük çocuğun anlatımlarıyla okurla buluşturulmaktadır. Bu
nedenle baş kişi ve yan kişiler, kahramanın konuşmaları, düşünceleri ve eylemleriyle
okura tanıtılmaktadır.
Baş kişi, babası sürekli çalıştığı için daha çok annesiyle zaman geçirmektedir..
Annesi, sadece bahçede oynamasına izin verdiği için okur, baş kişinin karakter
özelliklerini, bahçede yaptığı izlenimler, düşler ve merakı ile tanımaya başlamaktadır.
Daha sonra, annesinin sokakta oynamaya izin vermeye başlaması ile çocuğun
izlenimleri, düşleri ve merakı da artmaya başlar. Böylece okur, baş kişiyi daha ayrıntılı
tanıma olanağı bulmaktadır. Çocuğun çevresine ilişkin gözlemleri, hayvanlara karşı
yaklaşımı, savaşın olumsuz etkilerini kendi yaşamını da ortak ederek anlatmasıyla baş
kişinin açık bir karakter olarak geliştirildiği söylenebilir.
191
Yan kişilerden en çok öne çıkan kişi annesidir. Annesi, oğluna karşı koruyucu ve
duyarlı yapısıyla okura tanıtılmaktadır. Yaşadıkları olumsuz yaşam durumları nedeniyle
yaşamlarını sürdürmek için elinden geleni yapmaktadır.
Babası makinist olduğu için sürekli yollardaydı: “Ama hep yolda oluyordu o,
Edirne’ye yolcuları götüren trende. İstanbul’a dönüş günlerinde eve değişik saatlerde
geliyordu. Çoğunlukla karanlık bastığı yerlerde(s.37).”
Mahalledeki insanlar ise komşuluk ilişkileri iyi olan, yaşamlarının çoğu birlikte
geçen samimi insanlardır. Bu durum da yine baş kişinin anlatımlarıyla okura
sunulmuştur: “Küçük büyük herkes tanıyor, adlarıyla sesleniyor, hal hatır sorup selam
gönderiyorlardı. Aynı evin içinde yaşıyor gibiydi hepsi, sokak onları birbirinden
ayıramıyordu (s.34).”
Mahalledeki insanların adlarına yer verilmemiş; ancak nasıl adlandırıldıklarına
ilişkin kahramanın anlatımlarına yer verilmiştir: “Her evde bir başka aile vardı; ya
meslekleriyle anlıyorlardı ya da geldikleri yerin ya da o evde yaşayanlardan birinin
adıyla. Örneğin bizim evin tam karşısında Filibeliler vardı (s.41).”
Baş kişi, yaşam gerçeklikleriyle iç içe yaşayan, çocukluk imgesinden de
kopmayan bir karakterdir. Çocukluğun masum, heyecan ve merak dolu dünyası ustaca
bir anlatımla yansıtılmaktadır.
Okurun özdeşim kurabileceği karakter olan baş kişi, farklı farklı özellikleriyle
geliştirilmiştir. Bahçede kaplumbağa ile ilgili düşündükleri, bahçenin dışından gelen
sesleri düşleminde kestirmeye çalışması, sokaktaki arkadaşlarını ve mahallenin
insanlarını gözlemlemesi, savaşın etkilerini kendi yaşamına etkileriyle anlatması gibi
birçok durumu çocuk izlenimiyle sunmaktadır. Çocuklar, bu yaşam durumları
doğrultusunda yaşadıkları ya da deneyimleyemedikleri yaşam durumları ile tanışma
olanağı bulabilir. Belleğinde yeni düş ve gerçeklikler oluşturabilir.
192
3.16.2. Konu
Anlatının konusunu bir çocuğun gözüyle anlatılan, bir kaplumbağa ile
yaşadıkları, kayısı ağacından düşen olgunlaşmış kayısıları gözlemlemesi, mahalle
yaşamı ve savaşın etkileri oluşturmaktadır.
Çocuk, bahçede çevresini gözlemlemektedir. O sırada bir kaplumbağa görür.
Bahçe duvarlarını düşünerek kaplumbağanın nereden gelebileceğini düşünür ve
kuyudan geleceğini düşünerek düşlemlere dalar. Kuyudan her seferinde farklı şeyler
çekebileceğini düşünürken annesi içeriden bağırır ve sonrasında ters dönmüş
kaplumbağa ile ilgili uzun süre rüyalar görmeye başlar. Bir gün annesi sokağa
çıkmasına izin vermediği için camın demirlerine oturarak sokağı gözlemler. Mahallenin
çocukları, dışarı çıkmadığı için onunla ilgilenmezken sadece Oktay adlı bir çocuk
onunla konuşmaya ve zamanla da eve gelerek birlikte zaman geçirmeye başlar. Bir gün,
bahçede kayısı ağacının altına uzanırlar ve gözlerini kapatarak kayısıların düşme sesini
dinlerler. Olgunlaşıp düşen kayısıları yemeye başlayıp kendilerince eğlenirler. Annesi,
artık yeteri kadar büyüdüğü için tek başına sokağa çıkmasına izin verdikten sonra
mahallede oynamaya başlar. Mahalledeki insanları ve mahalleye gelen satıcıları
gözlemler. Herkesin geldiği yerin adıyla ya da yaptıkları işle anıldıklarını keşfeder.
Kendilerinin de babası makinist olduğu için “Trenciler” olarak adlandırıldığını fark
eder. Akşamın olduğunu, herkesin babasının akşam işten eve gelmesiyle anlaşıldığını
duyumsar ve kendi babası geç saatlerde geldiği için bu duyguyu yaşayamadığını dile
getirir.
O günlerde, savaş yakınlarda devam etmektedir. Annesi, eşyalarını koymak için
kumaşları birleştirerek bir örtü diker. Evlerini terk edip gidecekken savaşın bittiğini
öğrenirler ve evlerinde yaşamaya devam ederler. Ancak savaşın getirdiği zorluklarla her
şey pahalanmış ve azalmıştır. Bu duruma dayanabilmek için evlerinin beş odasını
dışarıdan gelen öğrencilere veya çalışanlara kiralamaya başlarlar.
Kiracılardan biri öğrencidir. Ödevlerine yardımcı olan kiracının masasında duran
Atilla İlhan’ın Duvar şiiriyle tanışır. İlerleyen günlerde ise okulunu bitirip giden
kiracının odasını temizlemeye giren annesi ile birlikte bir kitap kaldığını görürler. Kitap,
193
Sait Faik’e ait Lüzumsuz Adam yapıtıdır. Çocuk, bu kitabı alır. Bu kitapla çocuğun ilk
defa bir kitabı olmuş ve okumuştur.
Kitapta çeşitli yaşam durumları ve savaşın olumsuz etkileri, bir çocuğun
izlenimleri, yaşadıkları ve hayata bakışı ile anlatılmaktadır.
Anlatı, baş kişi olan çocuğun gözüyle okurla buluşturulduğu için kişinin
kendisiyle olan çatışmalarına yer verilmiştir. Kendisiyle olan çatışmaları sıklıkla
çevresine olan meraklı izlenimleri sonucunda oluşmaktadır: “Hasırın üzerinde ya da
alçak iskemlede otururken bir yandan da nasıl gelmiş olabileceğini kafamdan söküp
atamamıştım. Duvardan geçip gelemezdi, hiç aralık bırakmayan taşlarla örülüydü çünkü
(s.18).” Mahallede taş atma oyununda kırılan cam sonucu herkes eve kaçınca tek başına
ortada kalır ve suçlanır: “En geç ben mi kaçabilmiştim, yoksa şangırtının duyulduğu
evden dışarıya ilk kim fırladıysa yalnız beni mi görmüştü acaba?(s.39)”
Anlatımda yer verilen çocuğun babasının eve geç gelmesinden duyduğu üzüntü,
savaşın yaşamlarına olan olumsuz etkileri neden - sonuç ilişkisi içerisinde, çocuk
gerçekliği gözetilerek kurgulanmıştır. Bu nedenle duygusallık öğesi, bir yaşam
gerçekliği olarak sunularak kurgunun zayıflamasına olanak sunmamaktadır.
Baş kişinin meraklı yapısı, izlenimleri sonucunda okura yansıtılmıştır: “Sokağa
adım atmanın benim için öğrenme anlamına geleceği daha baştan belli oldu. İlk olarak
evimizin kapısının üstünde 13 yazdığını öğrendim(s.32).” Merak öğeleri, okuma
eyleminin devingenliğini sağlayabilecek biçimde kurgulandığı için konuyu zayıflatan
bir yaklaşımla ele alınmadığı söylenebilir.
Olaylar ve çatışmalar mantıksal bir düzen içerisinde birbiriyle ilişkili olarak
okurla buluşturulduğu için rastlantısallık öğesine yer verilmemiştir.
Anlatıda kurgulanan konular, çocuğun ilgi ve gereksinmelerine uygundur. Her
çocuğun benzer ya da farklı biçimde yaşayabileceği aile içi durumlar, toplumsal olaylar,
mahalle yaşamı, arkadaşlık ilişkileri çocuğa görelik ilkesi gözetilerek kurgulanmıştır.
194
3.16.3.İleti
Kitapta “çocukluk” kavramı üzerinden çeşitli yaşam gerçeklikleri okura
sezdirilmeye çalışılmıştır. Çocuk gözüyle anlatılan olaylar sonucunda okurla
buluşturulmak istenen iletilerin örtük olarak kurgulandığı belirtilebilir.
Çocuk, arkadaşı Oktay ile birlikte kayısı ağacından kayısıların düşmesini düşler:
“Oturunca da gözlerimizi yumup dallardaki kayısıları düşlerdik. Benim daha önce
yaşadıklarıma bir de bu katılıyordu böylece. Düşlediğimiz şey bir süre sonra
gerçekleşiyordu çünkü. Oturduğumuz hasırın üstüne düşüyordu olgun kayısılardan biri
(s.26).” Çocuk, bunun gibi birçok şeyin düşleyerek gerçekleştiğini görür. Bu ve benzeri
durumlara tanıklık eden okur, “Bir şeyi çok istersek olur.” iletisine ulaşabilir.
Mahalledeki insanları gözlemleyen çocuk, her ailenin farklı bir biçimde
adlandırılmasının tuhaf olduğunu düşünmektedir: “Kafamda beliren ilk soru, birlikte
yaşadıkları halde bu ayrımın nereden kaynaklandığı olmuştu. Doğrudan sorduğumda
“Öyle işte” diye geçiştiriliyor ya da herkesin kendine göre bir yaşamı olduğundan dem
vuruluyordu(s.41).” Bu düşünce ile çocuk okur, insanları adlandırılarak ayrım
yapılmaması gerektiği düşüncesine ulaşabilir.
“Ne olursa olsun savaş, bir çözüm yolu değildir.” iletisine okur, çocuğun savaşın
bitiminden sonra yaşadığı olumsuz değişimlerden tanıklık edebilir: “Nitekim söz
konusu değişim bizim eve kiracılarla geldi. İki katlıydı evimiz, dört odası vardı. Dört
kişi yaşıyorduk bu evde. Savaş, önce bu odalardan birini elimizden aldı. Savaş
başlamadan nasıl yaşıyorsak yine öyle yaşamaya babamın aylığı yetmiyordu artık
(s.57).”
Yazar, okurla buluşturmak istediği iletileri olay ve çatışmaların kurgusuna
sindirerek yapılandırmıştır. İletiler, yazarın taraf tutmasıyla değil de baş kişinin
yaşadıklarının yanında yer almasıyla sunulduğu için öğreti niteliğinde olmadığı
belirtilebilir. Bu nedenle okur, kitaba ilişkin iletilerde kendi seçimlerini kullanma
sorumluluğu edinebilir.
195
3.16.4. Dil ve Anlatım
Olaylar, baş kişi olan çocuğun izlenimleriyle anlatılmaktadır. Çocuğun merakı,
gözlemleri ve düşünceleri hem dizisel bir sıra ile hem de geriye dönüşlerle
anlatılmaktadır. Gereksiz ayrıntılara yer verilmemiştir.
Olayların canlılığını, çocuğun gözlemleri sonucunda sonuçlarına ilişkin
düşünceleri ve düşlemleri oluşturmaktadır. Anlatının ilk merak öğesini çocuğun
bahçede kaplumbağa ile yaşadığı gerçek ve düşlerinden oluşan durum oluşturmaktadır:
“…bir canlıyı öldürdüğümü haber verecek kimsenin olmadığına bir yandan sevinirken
bir yandan da her şeyin gerçekte değil düşte olduğunu nasıl kanıtlayacağımı düşünüp
içinden çıkamıyor, kıvranıp duruyordum (s.20).” Anlatımın devingenliğini sağlayan
diğer merak öğeleri de çocuğun gözlemleriyle oluşmaktadır.
Kitabın dil özellikleri incelendiğinde Türkçenin sözvarlığını okura
sezdirebilecek “ikileme, yansıma ve pekiştirme sözcükler ile deyimlere” yer verildiği
belirlenmiştir: “bir bir (s.7)”, “hızlı hızlı (s.18)”, “zaman zaman, sapsarı (s.25)”, “sık sık
(s.26)”, “aklı yatmak, koskoca (s.30)”, “uslu uslu, birer birer (s.35)”, “bomboş (s.37)”,
“şangırtı (s.39)”, “uğultu (s.47)”, “kopkoyu, kapkara (s.49)”, “dilden dile dolaşmak
(s.53)”, “sımsıkı (s.54)”, “yüz yüze gelmek(s.59)”, “iple çekmek, doğru dürüst (s.62)”,
“can kulağı ile dinlemek (s.65)”, kulak vermek, birer birer (s.67)”.
Yapıtın bütününde sıklıkla yeğlenen Türkçe sözcük kullanımları okurun dil
duyarlığına katkıda bulunabilir: “serüven (s.7)”, “devinimsiz (s.18)”, “yeğlemek
(s.23)”, “konuk (s.26)”, “savaşım (s.28)”, “yaşam, anımsamak (s.30)”, “devşirmek
(s.33)”, “yanıt (s.41)”, “olanak (s.49)”, “yapıt (s.61)”, “söyleşi(s.65)”.
Anlatımda bölümler kullanılmıştır. Bölümler merak öğesini devingen tutacak
adlandırmalarla ayrılmıştır: “Tılsımlı Bahçe, Başka Keşifler, Gizemli Sessizlik”
Bölümlerin sonlarında kullanılan tümceler de merak öğesinin devingen tutulmasını
pekiştirecek biçimde kurgulanmıştır: “Günün birinde nereden geldiğini öğrenemediğim
bir kaplumbağa yavrusuyla karşılaşıncaya kadar (s.16)”, “Sokak bir başlangıçtı. Başka
tanışmalara, başka buluşmalara doğru bir yolculuğun başlangıcı (s.32).”
196
Yapılan belirlemeler sonucunda yapıtın dil ve anlatım özellikleri bakımından
etkili bir uyaran olduğu düşünülebilir.
3.16.5. Görsel Bir Uyaran Olarak Resim
Kitapta öykü başlarında ve aralarında resimlere yer verilmiştir. Resimler, baş
kişi ve baş kişinin diğer karakterlerle olan ilişkilerinde yaşadıkları duygu durumlarını
anlatmaktadır. Resim metin oranının okurun yaş düzeyine uygun sıklıkta olduğu
düşünülmektedir.
Dilsel metinde geçen olay ve özellikle de duygu durumlarını yansıtan resimler,
metin – resim bütünlüğünü sağlamaktadır. Okurun algısını bütünleyen görseller,
sanatçının düş gücü ile oluşturulmuş yeni ve özgün bir gerçeklik oluşturmaktadır.
Resimlemelerde kullanılan siyah beyaz renklendirme ve yalın çizgilerle
oluşturulan görseller, okurun öykünerek kendi resimlemelerini oluşturmasına olanak
sunabilir.
Yapıtta yer alan görsellerin öykülerin anlamlandırılmasında başka bir deyişle,
okura dilsel metinde arkadaşlık edebilecek niteliklere sahip olduğu belirtilebilir.
Okurun duygu ve düş dünyasını devindirerek görme ve düşleme olanağı sağladığı için
çocuk okurun gelişim ve okuma kültürü edinme sürecinde etkili bir uyaran olabileceği
düşünülmektedir.
3.16.6. Genel Değerlendirme
Kitap, sekiz yaş ve üstü çocuklara seslenebilecek bir öykü kitabıdır. Kitabın baş
kişisi çocuk karakterin izlenimleriyle hayvanlara ve doğaya ilişkin gözlemler,
düşünceler, mahalle yaşamına ilişkin ayrıntılar, savaşın yaşattığı olumsuzluklar
anlatılmaktadır.
Öykünün baş kişisinin adı, okurla paylaşılmamıştır. Çocuk okur, anlatımlardan
yazarın çocukluğuna ilişkin anılar olduğu çıkarımını yapabilir. Adını kendi koyacağı
yeni bir karakter oluşturarak öykünün içinde yer alabilir.
197
Kitapta kullanılan dil ve anlatım özellikleri, çocukların dil duyarlığını
geliştirebilecek özelliklere sahiptir. Yazarın Türkçe sözcük kullanımına özen
göstermesi ve yabancı sözcük kullanmaması okurun dil bilinci ve duyarlığına katkıda
bulunabilir.
Dilsel metni, okurun belleğinde canlandırabilmesine olanak sağlayan,
sözcüklerle dile getirilemeyen duygu durumlarını resmeden görseller, okuma eylemini
eğlenceli ve sürekli duruma getirebilir.
Öykü bütününde ve sonunda değinilen durumlarda açık yapıt özelliği
görülmektedir. Okuma eyleminin bitiminde okur, kendi düş gücünü devindirip kendi
öykülerini oluşturarak belleğinde yeni öyküler oluşturabilir.
Çocukların yaşamı yetişkinlerin gözünden görme olanağı yok denecek kadar
azdır. Onların yaşadıkları ve alımlama biçimleri yetişkinlerinkinden farklılık
göstermektedir. Çocukluk Anayurdum adlı romanda da bir yetişkinin çocukluğunda
yaşadığı savaşın zorluklarıyla savaşımı, çocuk karakter gözünden okurla
buluşturulmuştur. Bu nedenle okur, bir yetişkinin anılarına tanıklık ederken bir yandan
da bir çocuğun bu savaşım karşısında neler duyup düşündüğüne tanıklık etmektedir. Bu
belirlemeler ile yazarın yeni bir kurgusal gerçeklik oluşturduğu söylenebilir.
Yapılan belirlemelerle kitabın, okurun gelişim sürecine katkı sağlayabilecek
çocuk edebiyatı yapıtı olduğu söylenebilir.
198
3.17. KIRMIZI KANATLI BAYKUŞ
Yapı Kredi Yayınları
2. Baskı Ocak / 2015
Yazarı: Feridun ORAL
Sayfa Sayısı: 36
3.17.1.Karakterler
Baş kişi Kırmızı Kanatlı Baykuş’tur. Yan kişiler, fare, kediler ve yavru
baykuşlardır. Öykünün baş kişisi Kırmızı Kanatlı Baykuş, öykünün başında uçamadığı
ve yalnız olduğu için karamsar bir yapıda okura sunulmuştur: “Hiç arkadaşım yok,
üstelik uçamıyorum.” Ancak öykünün sonunda fare ile arkadaş olduğu ve uçabildiği
için mutlu bir karaktere dönüşmektedir: “Baykuş çok mutluydu. Artık uçabiliyordu.” Bu
değişimle birlikte Baykuş karakterinin devingen bir karakter olarak geliştirildiği
söylenebilir.
Fare, öyküde yardımseverlik ve arkadaşlığın simgesi olarak kurgulanmıştır.
Baykuş’un uçamamasından ve yalnızlığından dolayı hem onunla arkadaş olur hem de
kendinin bile yapamadığı, hatta bilmediği “uçmak” eylemi konusunda arkadaşına
yardım etmektedir. Kendi doğasında böyle bir özellik olmamasına karşın arkadaşına
umut vererek başarısız da olsa yardımcı olmaktadır. Böylelikle okur için
“yardımseverlik”, “arkadaşlık” ve “savaşımın” simgesi olarak kurgulandığı belirtilebilir.
Çocuk okurun yaşamda karşılaşabileceği baykuş ve farenin doğasına tam tersi
ilişki içerisinde geliştirilen karakterler, çocukların bakış açısına yeni kazanımlar
ekleyebilir.
Kırmızı Kanatlı Baykuş ve fare arasındaki arkadaşlık ilişkisi onların birbirlerine
yardım etmeleri üzerine kurulmuştur. Baykuş’un yalnızlığı ve uçamama düşüncesi,
farenin yardımlarıyla mutluluğa ve sonsuza dek sürecek bir arkadaşlığa olanak
sağlamaktadır. Bu yönüyle karakterlerin okurda iyiye ve güzele ilişkin etkiler bırakarak
çevresine ilişkin duyarlık geliştirmesini sağlayabilir.
199
3.17.2. Konu
Öyküde, bir baykuş ve farenin arasındaki arkadaşlık ilişkisi anlatılmaktadır.
Konu dizisel bir sırayla okurun yaş düzeyi ve ilgileri göz önünde bulundurularak
kurgulanmıştır.
Kırmızı Kanatlı Baykuş, diğerleri gibi ormandaki çiftliğe yakın bir ağaç
kovuğunda yaşamaktadır. Bir gün kovuğundan dışarı çıkar ve uçmayı dener. Ancak
kanatları kızarıp olgunlaşmadığı için uçamaz. Ayrıca arkadaşı olmadığı için de
kendisini çok yalnız hisseder. Ağacın dalında dururken bir ses duyar ve bir farenin
geldiğini görür. Fare, baykuşa neden üzgün olduğunu sorar. Baykuş durumu
açıkladığında onunla arkadaş olarak ona yardım edebileceğini söyler. Kırmızı Kanatlı
Baykuş, uçabilmesi için kanatlarının kızarması gerektiğini söyler. Fare bunun için önce
gelincik çiçeklerini kanatlarına serpiştirir. Ancak hızlı esen rüzgar, gelincikleri
kanatlarından uçurur. Sonra farenin aklına bir fikir daha gelir: Elma kabuklarını soyup
kanatlarına koymak. Bunu da denerler ama baykuş kanatlarını çırptığında bütün
kabuklar dökülür. Fare, başka bir fikrinin daha olduğunu söyleyerek kedilerin oynadığı
kırmızı yumakları getirip kanatlarına dolar. Ancak bu sırada ipler Baykuş’un ayağına
dolanarak ağaçta asılı kalmasına neden olur. Bu sırada fare, arkadaşına yardım etmek
için ipi kemirmeye, baykuş da kanat çırparak iplerden kurtulmaya çalışır. Baykuş,
kanatlarını çırparak güçlenirken fare de ipi kemirir ve baykuş havalanıp uçmaya başlar.
Baykuş, evini farenin yaşadığı çiftliğin çatısına yaparak arkadaşlıklarını devam
ettirir. Baykuş’un yavruları olur ve onlar da kanatlarının kırmızılaşmasını isteyerek
uçabilmeyi beklerler. Fare, yavruların yemesi için vişne, böğürtlen ve çilek getirir.
Yavrular da üzerine meyvelerden akan suların rengi ile kanatlarının kızardığını
düşünerek sevinirler.
Öykü, yazarın tarafsız bir bakış açısıyla anlatılmıştır. Okulöncesi dönemindeki
çocuklara seslenen kitabın kurgusunun ve ele alınış biçiminin çocukların yaş düzeyine
uygunluk gösterdiği söylenebilir.
200
Öykünün yapılandırılmasına olanak sunan olay ve çatışmalara da yer verilmiştir.
Kişinin kendisiyle olan çatışmasına baykuşun, arkadaşının olmasını istemesi ile ilgili
düşünceleri oluşturmaktadır: “Keşke bir arkadaşı olsaydı. Onunla ne çok oyun onardı.”
Kişinin doğayla olan çatışmalarını da farenin Baykuş’un kanatlarını
kırmızılaştırabilmek için gelincik çiçekleriyle kaplaması sonucunda yaşananlar
oluşturmaktadır: “Küçük baykuş kanatlarını açtı. Ama hızla esen rüzgar, bütün
gelincikleri uçuruverdi.” Çatışmaların, çocuk okurun sevgi ve özgürlük
gereksinmelerine uygun olarak yapılandırıldığı belirtilebilir.
Okurun okul türü öğrenmeler ve yaşamına ilişkin ilk deneyimlerini kazanmaya
başladığı okulöncesi dönemde “arkadaşlık” ve “yardımseverlik” gibi öğelerle
buluşturulmasında etkili bir uyaran olabilir.
Öykülerin anlatımında mantıksal bir tutarsızlığa yer verilmediği için konuyu
zayıflatabilecek abartılmış merak, duygusallık ve rastlantısallık öğeleri de
bulunmamaktadır. Baykuş’un uçamaması, farenin uçmak için olgunlaşmak gerektiğini
bilmeden arkadaşına hiç bilmediği bir eylem için yardımda bulunması neden sonuç
ilişkisi içerisinde okura sunulmuştur.
Yapılan belirlemelerle Kırmızı Kanatlı Baykuş öyküsü, okurun düş ve düşlem
gücüne etki ederek yazar – kitap – okur etkileşimine olanak sağlayabilecek niteliklere
sahiptir denilebilir.
3.17.3. İleti
Öyküde çocuklarda bırakılmak istenen etki “arkadaşlık” öğesi üzerinden
kurgulanan “yardımseverlik”tir. Baykuşun yalnızlığı ve uçamaması sonucu farenin
çeşitli fikirler düşünerek baykuşa uygulaması ve rastlantısal olarak baykuşun uçmaya
başlamasıyla bu etki çocuğa sezdirilebilir.
Kurgulanan olaydaki dilsel düzenleme çocuğun düşünmesine, düş kurmasına
olanak sağlamaktadır. Bir fare ve baykuşun arkadaşlığı, çocuk için farklı bir deneyimi
201
gözlemlemek olabilir. Çocuk, fare ve baykuşun yerine kendini veya başka kişileri
koyarak düşleminde yeni öyküler oluşturabilir.
İletiler, seslendiği yaş düzeyinin anlam evrenine, başka bir deyişle çocuğun
yaşamı, insanı anlama yetisine ve duyarlığına uygundur. Kitapta çocukla paylaşılmak
istenen duygu ve düşünce, yazınsal bir kurgu içinde çocuğa sezdirilmiştir. Yazar bunu
neden- sonuç ilişkisi içerisinde, ardışıklık ve tutarlılığı önde tutacak bir sıra içerinde
okura sunmuştur.
3.17.4. Dil ve Anlatım
Olaylar, yazınsal bir kurgu içinde çocuğun anlam evrenine uygun bir anlayışla
sunulmuştur. Kitapta verilen kavramlar, birbirinin neden – sonucunu oluşturarak
anlamlı bir ardışıklık ve tutarlılık oluşturulmuştur.
Anlatı, seslendiği yaş düzeyinin kavramsal gelişimini destekleyebilecek
tümcelerle kurulmuştur. Kırmızı Kanatlı Baykuş’un üzülmesi sonucunda farenin
yardımları ile sonsuza değin sürecek bir arkadaşlığın başlamasıyla olaylar ve durumlar
öncelik sonralık ilişkisi içerisinde kurgulanmıştır.
Anlatım duru ve yalın tümcelerle kurgulanmıştır. Kısa tümceler, çocukların
anlam evreninde karmaşaya neden olmayacak biçimde oluşturulmuştur. Yazım
kurallarına uyularak okulöncesi dönemdeki okurun Türkçenin kullanımına ilişkin
hazırbulunuşluğuna katkıda bulunabilir.
Öyküde Türkçenin sözvarlığını yansıtabilecek öğelere de yer verilmiştir: “üzgün
üzgün”, “çıtırtı”, “kırmızı elma”, “uzun bir kurdele” Ayrıca anlatımda sıklıkla Türkçe
sözcükler yeğlenmiştir.
Kitabın dil kullanımları, çocukların beş duyu organını devindirebilecek
tümcelerle kurulmuştur: “Rüzgarlı bir gece”, “Üzgün üzgün otururken bir çıtırtı
duydu.”, “Sonra kemirmeye başladı.”, “Küçük baykuşun yanına dönüp kanatlarına
doladı, doladı, doladı.”.
202
Yazarın kullandığı noktalama imleri, kitabı okura aktaran kişinin doğru bir
boğumlama yapmasıyla işitsel bir etki oluşturabilir. Yapılan belirlemeler sonucunda
kitabın dil ve anlatım özellikleri, okurun Türkçenin varsıllığına ilişin bir farkındalık
oluşturmasına ve doğal bir Türkçe öğretim ortamı ile karşılaşmasına olanak
sunmaktadır.
3.17.5. Görsel Bir Uyaran Olarak Resim
Kırmızı Kanatlı Baykuş kitabında bulunan görseller, çocuğun kavramsal
gelişimini desteklemektedir. Kitaptaki resimler, yazıları açıklayacak ve somutlayacak
biçimde seçilmiştir. Ayrıca kitapta bulunan görseller, büyük ve açık bir biçimde yer
aldığından kitabın öyküsü dışında kavram gelişimini destekleyecek soru – yanıt
yapımına da uygundur.
Sanatçı, renk ve çizgi ile özgün bir gerçeklik yaratmıştır. Kitapta verilen
resimler nesnel gerçekliği çocuğa sezdirebilir. Resimler, sanatçının özgün yorumlarıyla
oluştuğundan özgün ve yeni bir gerçeklik yakalandığı belirtilebilir. Yaratılan yeni
gerçeklikle çocuğa düş kurma, düşünme sorumluluğu verebilir.
Resimler, çocukta resim yapma isteği uyandırabilecek özellikler taşımaktadır.
Kitapta verilen resimler oldukça açık ve yalın bir çizim ile oluşturulmuştur. Ayrıca
verilen resimler, çocukların ilgisini çeken çizgi film karakterlerini anımsatan resimler
olduğu için çocuk bu yönünden etkilenerek de resim yapma isteği duyabilir. Resimlerin
renkleri de çocuğun ulaşabileceği renklerdir.
Kitaptaki resimler, insana özgü durumları yansıtmaktadır. Baykuş’un üzülmesi,
farenin yeni bir fikir öne sürerken düşünmesi gibi durumlar okurun insana ve yaşama
ilişkin duygu durumlarını tanımasına olanak sunabilir.
Kitaptaki resimler, çocuğun görsel okuma yapması için anlamsal bir ardışıklık –
tutarlılık sağlamaktadır. Öykünün dilsel dokusunun resimlere yansıtılmasıyla okuma
bilmeyen okur, düşleminde kendi öyküsünü oluşturabilir.
203
Görsel metin ile dilsel metin arasında anlamsal bir tutarlılık vardır. Dilsel ve
görsel metin birbirini bütünleyecek biçimdedir. Kitapta dilsel ifadelerle verilmek
istenen, görsellerde karşılığını bulmaktadır. Farenin, baykuşun kanatlarını
kırmızılaştırmak için sırasıyla gelincik yaprakları, elma kabukları, kırmızı iplerle
yardım etmesini anlatan tümceler, görsel metine yansıtılarak okurun anlamı
pekiştirmesini yardımcı olabilir.
3.17. Genel Değerlendirme
Kırmızı Kanatlı Baykuş, üç yaş ve üstü okulöncesi çocuklarına seslenen çocuk
edebiyatı yapıtıdır. Öykünün karakterlerini baykuş ve fare oluşturmaktadır. Baykuşun
uçabilmesine yardım ederken arkadaşlık öğesini de vurgulayan yapıt, çocukların
yaşama ilişkin kavramları belleğinde oluşturarak kendi yaşamlarına katmasına olanak
sunmaktadır.
Farenin, baykuşa uçabilmesi için birçok öneri sunması ve yardımcı olması
“savaşım” öğesini de okurla buluşturmaktadır. Başarıya ulaşana değin iki arkadaşın
savaşım vermeleri okura “Asla pes etmemeliyiz.” iletisini de sezdirebilir.
Yapıtın dil ve anlatım özellikleri, okuma eylemine başlamamış olan okurun ilgi
ve isteğini devindirebilecek sözvarlığı öğeleri ile yapılandırılmıştır. Duyu öğeleriyle
somutlaştırılan tümceler, okurun kurguyu belleğinde somutlaştırabilmesine de olanak
sunmaktadır.
Yapıtta mantık yanlışlığına düşülmediği için okuma eyleminin sonunda çocuk
okurun yaşama ve insanlara ilişkin duyarlık oluşturmasını sağlayabilir. Kitapta
yazgıcılığı, boş inançları onaylayan, onları önemli kılmaya çalışan bir yaklaşım
bulunmamaktadır. Ayrıca siyasal ya da dinsel telkinlerde bulunulmamıştır. Görsel ve
dilsel ifadeler birbirlerini açıklayıcı şekildedir. Çocuk, kitabı okuduktan sonra mantık
çerçevesinde anlamlandırabilir.
204
Okur, kitap ile birlikte verilen kavramların dünyalarıyla ya da kendi oluşturacağı
kavramların dünyasıyla bambaşka öyküler oluşturabilir. Bunun sonunda oluşturduğu
öyküleri çevresindeki kişilere anlatarak söylem gücünü de geliştirebilir.
Kitap, yaşam gerçeklikleri ile yeni karşılaşan çocuk okur için arkadaşlık ve azim
öğelerini vurgulamaktadır. Okulöncesi dönemde bulunan okurun anlamlandırabilmesini
kolaylaştıracak bir fare ve bir baykuşun arkadaşlıkları üzerinden sezinletilmeye çalışılan
öğeler, yeni bir kurgusal gerçekliğin oluşmasına olanak sunmaktadır.
Yapılan belirlemelerle kitabın, doğal bir Türkçe öğrenme ortamı ile
karşılaşmasında ve okuma alışkanlığı edinmesinde etkili bir uyaran olduğu
düşünülmektedir.
205
BÖLÜM 4
GENEL DEĞERLENDİRME, SONUÇ VE ÖNERİLER
Bu bölümde, çalışmada kullanılan on yedi çocuk edebiyatı öykü ve romanının
incelenmesi sonucunda bu yapıtlara ilişkin genel değerlendirmelere ve sonuçlara yer
verilmiş; elde edilen bilgilere dayanılarak öneriler sunulmuştur.
4.1. Ödüllü Çocuk Edebiyatı Yapıtlarının Temel Öğeler Bakımından
Değerlendirilmesi
4.1.1.Karakterler
Çalışmada incelenen yapıtların karakterleri, on dördü baş kişi ve onun yaşamına
ilişkin olaylar odaklı kurgulanmıştır. Baş kişiler, devingen ve açık karakterler olarak
kurgulanmış, olay ve durumları okura tanıtma görevi üstlenmişlerdir.
İncelenen ödüllü çocuk edebiyatı yapıtlarında yer alan karakterler, üç ulamda
(grupta) ele alınabilir: İnsanlar, hayvanlar ve varlıklar. On dört kitabın baş kişisini
insanlar, iki yapıtın baş kişisini hayvanlar, bir kitabın baş kişisini ise varlıklar
oluşturmaktadır.
Öykü ve romanlarda yer alan çocuk karakterler, aile birliğine önem veren, aile
bireyleri ile zaman geçirmekten mutlu olan kişilerdir. Ayrıca çevresindeki kişilere
yardımcı olan, araştırmacı ve meraklı yapılarıyla insanları, hayvanları, doğayı, olay ve
durumları inceleyen, arkadaş canlısı, azimli ve duyarlı kişilerdir. Çocuk karakterler,
yazarın kurguladığı roman ve öykülerde önemli görevler üstlenerek başarılı kimlikler
ortaya koymaktadır. Karakterlerin olumlu kişilik özellikleri, okurun özdeşim kurmasına
olanak sağlayabilir.
Yapıtlarda geliştirilen kahramanlar farklı karakter özelliklerine sahip, çocuk
okura çeşitli yaşam deneyimleri kazandırabilecek biçimde kurgulanmıştır. Fiziksel ve
ruhsal özellikleri bakımından abartılı olmayan, olay ve durumlara kendi seçimleriyle
yön verebilecek etkin karakterler olarak geliştirildikleri söylenebilir.
206
Karakterlerin yaşadıkları olaylar ve durumlar okuru eğlendirirken düşünmesine
olanak sunarak yenilikleri keşfetmeleri için gerçeğe uygun davranışlar sunan
karakterlerdir.
İncelenen yapıtlarda Parktaki Gergedanlar ve Bayan Pimpirik adlı kitapların
baş kişileri yetişkin olarak kurgulanmış; diğer kitapların baş kişileri çocuk karakter,
hayvan veya varlık olarak kurgulanmıştır. Karayılan, Kuuzu ve Lunapark Ailesi,
Parktaki Gergedanlar gibi yapıtlarda baş kişiler, gelişimlerini tamamladığı için değişim
göstermemektedir. Ancak Ölüm Bugün Hasta, Arda’nın Derdi Ne? gibi yapıtların
karakterleri okura tanıtılmadığı için kapalı, gelişme göstermediği için de durağan
karakterler olarak okura sunulmuştur. Karakterlerin durağan ve kapalı karakterler
olması okurun kurguyu anlamlandırmasında güçlükler oluşturabilir.
Kitaplarda okurun kolayca özdeşim kurmasına olanak sağlayabilecek baş kişiler
diğer karakterlerden daha ayrıntılı tanıtılmış, yan karakterlerin davranış ve
konuşmalarıyla öne çıkarılmıştır. Bu durum okurun, baş kişi ve yan kişiyi ayırt
etmesine yardımcı olabilir.
Yapıtların baş kişilerini sıklıkla erkek karakterler oluşturmaktadır. Ancak bu
seçimde, cinsiyet ayrımcılığına ilişkin bir durum söz konusu değildir.
Yazarlar, kitaplardaki yan kişileri birden fazla olarak kurgulamıştır. Birden fazla
olarak kurgulanan kahramanlar, okurun kendine yakın bulduğu kişilerle özdeşim
kurmasına ve model olarak seçmesine olanak sunabilir. Ayrıca yazarların ortak bir
tutumu olarak okurun dikkati kişilere değil, kişilerin davranışlarına çekilmiştir. Böylece
kitap, çocuk okurun, olaylar ve durumlar karşısında kişilerin nasıl tepki verdiğine, nasıl
ilişki kurduğuna tanıklık etmesini sağlayabilir.
Yapıtlarda yer alan karakterler, olumlu ve olumsuz davranışlarla kendilerini
göstermektedir. Ancak olumsuz davranışları diğer karakterlerin yardımıyla ya da
karakterin kendi deneyimleriyle olumlu davranışlara dönüşmektedir. Bu dönüşümler,
karakterlerin devingenliğini sağlayarak merak düğümleri oluşturmuştur. Böylece
okuma eyleminin devingenliği sağlanmıştır denilebilir.
207
Bu belirlemelerle, incelenen ödüllü çocuk edebiyatı yapıtları içerisinde Ölüm
Bugün Hasta ve Arda’nın Derdi Ne? adlı öykü kitabı dışında kalan on beş yapıtın
karakterlerinin çocuk edebiyatı yapıtlarında istenen karakter özellikleri olan açık ve
devingen ya da kapalı ama gelişimini tamamlamış karakterler olarak geliştirildiği
söylenebilir. Ayrıca bu kitaplarda yer alan karakterlerin çocukların yaşama bağlılığı,
sorunları çözerken kararlı tavırlar sergilemesi, amaçlarına ulaşmada kullandıkları sorun
çözme yöntemleri okur için olumlu özdeşim kurma süreci oluşturabilir. Baş kişilerin
ortak diğer özellikleri ise hayvansever, doğa duyarlığına sahip, araştırmacı ve meraklı
olmalarıdır. Tüm bu kişilik özellikleri çocuk edebiyatı yapıtlarının karakterlerinde
olması istenen özelliklerdir.
Ölüm Bugün Hasta adlı yapıtın kahramanları ise yaşama sürekli olumsuz bakan,
karamsar bir ruh durumuna sahip, durağan kişilik özellikleriyle okura tanıtılmıştır. Bu
durum, çocuk okurun özdeşim kurma ve model alma sürecinde olumsuzluklara neden
olabilir. Arda’nın Derdi Ne? adlı yapıtının baş kişisi olan Arda karakteri, kapalı olarak
geliştirildiğinden okurun öykünme sürecine katkıda bulunmamaktadır.
4.1.2.Konu
İncelenen ödüllü on yedi çocuk edebiyatı yapıtından on tanesi çocuk dünyasına
ilişkin çeşitli yaşam durumlarını, biri yalnızlaşma sorununu, üçü aile içi ilişkilerini ve
durumlarını ele alırken üçü de toplumsal sorunlarla ilgili konulardan oluşmaktadır.
Çocuk dünyasına ilişkin konuları ele alan yapıtlarda bir gizemin peşinden giderek
yaşadıkları serüven, doğaya ilişkin varsayımları ve çocuk karakterlerin merakı
sonucunda yaşananlar konuları oluşturmaktadır.
Çocuk dünyasına ilişkin konuları ele alan yapıtlar, çocuk karakterlerin
çevrelerini gözlemlemeleri sonucunda, meraklı ve araştırmacı yapılarını öne çıkaran,
gizemli olayları ve bu gizemleri çözmeleri sırasında yaşadıkları deneyimleri ve
serüvenleri ele almaktadır. Çocuk karakterler, bazen mahalleye yeni taşınan bir kişinin
yaşamına ilişkin merak duymakta bazen bir arkadaşının başına gelen bir olaya ortak
olarak araştırmaya yönelmekte bazen de kendine verilen bir sorumluluğun, ödevin
yerine getirilmesiyle ilgili olarak yaşadığı deneyimleri okurla buluşturmaktadır. Bu
konuları ele alan yapıtlar Yokluk Bahçesindeki Kayıp Melodi, Işıldayan, Bayan
208
Pimpirik, Hayalet Köy, Gülen Sakız Ağacı, Aydede Her Yerde, Karayılan, Almarpa’nın
Gizemi, Mezarlıktaki Gölge ve Kırmızı Kanatlı Baykuş’tur.
Çocuk dünyasına ilişkin konuları ele alan yapıtlar, sıklıkla yardımlaşma,
arkadaşlık, serüven, doğa duyarlığı, çocuk yaşamına ilişkin korku ve mutlulukları
barındıran konular içermektedir.
İncelenen yapıtlar arasında yalnızlaşma sorununu ele alan yapıt Parktaki
Gergedanlar’dır. Kitap, bir yetişkin ve üç çocuk karakterin gözünden şimdi ve gelecek
arasında bağlantılar kurarak günümüz insanının yaşadığı yalnızlaşma sorununu okurla
paylaşmıştır. Çocuk okur, yetişkin ve çocuk okur gözünden anlatılan sorunu çeşitli
bakış açılarıyla görme olanağı bulabilir. Çocuk gerçekliğine uygun olarak bir parkta
başlayan olaylar, çeşitli yaşam ve meslek durumları içinde sunulduğundan okurun
kendi seçimlerini yapmasını sağlayabilir.
Arda’nın Derdi Ne?, Kuuzu ve Lunapark Ailesi ve Ankaralı yapıtları aile içinde
yaşanan çeşitli durumları ele almaktadır. Arda’nın Derdi Ne? adlı yapıt, bir yaşam
durumu olan yaşlılık öğesini aile içi ilişkileri çerçevesinde okurla buluşturmuştur.
Dedesinin yaşlılığı sonucunda yaşadıkları ve önceki yaşantısından farklı bir duruma
gelmesi aile içindeki bireyler ve Arda‘nın gözlemleriyle okura yansıtılmıştır. Kuuzu ve
Lunapark Ailesi yapıtıyla okur, bir kişinin çocukluğuna ilişkin ailesiyle yaşadığı
olaylara tanıklık etmektedir. Ankaralı romanında ise Doğa adlı bir çocuğun gözlemleri
sonucunda aile içinde var olan bir sırrın açığa çıkması anlatılmıştır. Üç yapıtın ortak
özelliği, yetişkinlerin ve çocukların aile içindeki çeşitli durumlar karşısında birlik ve
beraberlik ile sorunların üstesinden gelebilmesidir.
Çocukluk Anayurdum, Yalancı Şahit ve Ölüm Bugün Hasta adlı yapıtlar,
toplumsal sorunlara yönelmektedir. Yalancı Şahit adlı romanda, güç savaşımı içinde
olan varlıklı kişilerin, yarar elde etmek için bir çocuğun yaşamına olan olumsuz etkileri
anlatılmaktadır. Romanın kahramanı bu güç savaşımı içinde suçsuz olduğu halde
hüküm giyer. Bir çocuğun yaşadığı tüm olumsuzluklar çocuk gerçekliği göz önünde
bulundurularak onun söylemleriyle okura aktarılmıştır. Ölüm Bugün Hasta adlı yapıt,
farklı öyküler içermektedir. Yapıtta ezen ezilen, siyasi olayların çocuklara yansımaları,
okumanın önemi, ölüm, hırs, sosyal adaletsizlik gibi farklı konulara değinen öyküler,
209
hem çeşitli yaşam sorunlarını ele almakta hem de toplumcu gerçekçi yapıtların
özelliklerini içeren öykülere yer vermektedir. Çocukluk Anayurdum adlı yapıt, yazarın
çocukluğuna ilişkin savaşın eşiğinde yaşananları bir mahalle yaşamı içinde çocuksu
gözlemlerle ve düşüncelerle dile getirmektedir.
İncelenen yapıtların ortak özelliği, aile içi ilişkilere yer vermesidir. Yemek
yerken, bir sorunu konuşurken, çocuk karakterlerin merakının giderilmesinde, okul
yaşamlarında aile yer almaktadır. Diğer bir ortak özellik ise, aile büyükleri ile geçirilen
zaman ve onlara verilen değerdir. Sözü edilen yapıtların yazarları, babaanne, anneanne,
dede hatta hala, dayı, amca gibi diğer aile üyelerine sıklıkla yer vererek kurgunun
yapılandırılmasında görev üstlendirmişlerdir. Çocuk karakterlerin davranışları, onların
mutluluklarını ve hastalıklarını düşünmeleri sıklıkla yer verilen durumlar arasındadır.
Ayrıca çocuk karakterlerin bu duyarlığı, anne ve babalarının bir yansıması olarak da yer
almaktadır.
Yapıtların geneli incelendiğinde konuyu zayıflatabilecek rastlantısallık,
abartılmış merak ve duygusallık öğelerine yer verilmediği görülmektedir. Üç öğenin
kurgulanarak konunun zayıflatılmasına neden olan yapıtlar, Ölüm Bugün Hasta adlı
öykü kitabı ve Yalancı Şahit adlı romandır. Ölüm Bugün Hasta yapıtının yazarı olayları
sıklıkla kötü sonla bitirmiştir. Karamsar ve olumsuz durumların yer aldığı öyküler
rastlantısallık ve duygusallık öğesini oluşturmaktadır. Ayrıca kadınların sürekli ezilen,
mutsuz ve güçsüz kurgulanması da duygusallık öğesinin gerekenden fazla
duyumsanmasına neden olmaktadır. Öykülerin ele alınış biçimi okurda bir merak
uyandırmadığı için anlatımda devingenlik bulunmamaktadır. Durağan bir anlatımın ve
içeriğin yeğlenmesi merak öğesinin yapılandırılmasına olanak sunmamaktadır.
Duygusallık ve mantıksal karışıklığa Yalancı Şahit romanında yer verildiği
görülmektedir. Bu öğelerin dengeli kullanılmaması konuyu zayıflatan öğeler olarak
belirlenmiştir.
Yalancı Şahit adlı romanda, anlatının başından sonuna değin süren ağlatısal
öğeler okurda duygusallık öğesi oluşmasına neden olabilir. Gazeteci Hümeyra’nın
getirdiği fotoğraf makinesinin koğuşa nasıl girip çıktığı ve sonucunda neler olduğunun
paylaşılmaması rastlantısallık ve abartılmış merak öğesini oluşturabilir. Sözü edilen
öğeler, konun zayıflatılmasına neden olabilir.
210
Araştırmaya konu olan yapıtların hepsi açık yapıt özelliği göstermektedir.
Yazarların bu ortak tutumu romanların ve öykülerin okurun belleğinde devam
ettirilmesi ve yeni öyküler oluşturulması için uygundur. Bu belirleme ile yapıtlara
okurun egemen olduğu söylenebilir.
Çocuk öykü ve romanlarını yapılandıran öğeler ise çatışmalardır. Sıklıkla çocuk
karakterlerin bulunduğu çatışmalar, kişinin kendisiyle olan çatışmalar üzerine
kurgulanmıştır. İkinci olarak kişi- kişi çatışması, üçüncü olarak kişi – doğa çatışması
yer almaktadır. Kişi – toplum çatışmasına diğer çatışmalar kadar rastlanmamaktadır.
Konunun yapılandırılmasına olanak sunabilecek biçimde kurgulanan çatışmalar, çocuk
gerçekliğine uygun olarak ve sıklıkla çocuksu düşünce ve söylemlerle
yapılandırılmıştır.
Yapıtlar, çocukların sorunları ve düşünceleri üzerinden kurgulanmıştır. Anne
baba tutumları, küçük yaşta hüküm giyen çocukların yaşadıkları, savaştan etkilenen
çocuklar, hızlı ve çarpık kentleşme ile yok olan oyun alanları ve doğa, okula uyum, ad
takma gibi durumları ele alan yazarlar, çocuklar için olumsuz nitelendirilebilecek
durumları ele alarak çocuk okurun eşduyum yapabilmeleri içim yaşam gerçeklikleri
sunmaktadır.
4.1.3.İleti
İncelenen ödüllü yapıtların yazarları farklı amaçları çocuklara duyumsatarak
karşımıza çıkmaktadır. Yapıtlar, “toplumsal konular”, “yaşam durumları”, “değerler”,
“aile”, “arkadaşlık” öğelerini okurla buluşturmaktadır. Bununla birlikte yapıtların ortak
amacı, bir durumu okura sunarak ona karşı duyarlık geliştirmektir. Kitapların iletileri
bu doğrultuda sunulmaktadır.
Çocuk okurun yapıtlar aracılığıyla yaşama ilişkin davranış değişikliği
geliştirmeleri, yaşama ve doğaya duyarlı duruma gelmeleri, toplumsal konularda
bilinçlenmeleri sezinletilmeye çalışılmıştır. İletiler, sıklıkla örtük olarak bir başka
deyişle, metnin kurgusuna sindirilerek oluşturulmuştur. Açık olarak verilen iletiler ise
öğreticilik amacı gütmemektedir. Bu durum, yapıtların yazınsallığına katkı sağlar
niteliktedir.
211
İletiler, çocuk okuru eğitmeyi amaçlamaktadır. Ancak eğiticilik kavramı,
öğreticilik biçiminde değildir. Karakterler ve olaylar içinde verilen iletiler okurun kendi
çıkarımlarını yaparak kendi seçimlerini oluşturabilmesine olanak sunmaktadır. İletiler;
iyi – kötü, zararlı – yararlı ve neden – sonuç ikilemleri içinde sunulmuştur. Karakterler,
yanlış bir seçim yaparak bunun sonuçlarını yaşamakta ve yine kendi deneyimleriyle
doğruya ulaşmaktadır. Yazarların araya girerek karakterleri veya okurun tutumunu
değiştirmesi söz konusu değildir. Okurun duyumsaması gereken iletiler, kahramanların
söz ve eylemleriyle yapılandırılmıştır.
Kitaplarda yeğlenen ortak bir durum da çağcıl (modern) aile yapılarıdır. Anne
ve babaların iyi ilişkiler içinde bulundukları, birbirlerine karşı yardımsever ve sevgi
dolu oldukları aile ortamları kurgulanmıştır. Bu belirlemeye uymayan tek yapıt,
Mezarlıktaki Gölge’dir. Kemiz Aziz’in babası eşine çocuğuna karşı duyarsız yapısıyla
okura sunulmuştur.
Yapılan belirlemelere uymayan tek yapıt ise Ölüm Bugün Hasta yapıtıdır.
Yazar, öykülerde yer alan iletileri kurgularken çocuk gerçekliğinden çok uzak bir
anlayış benimsemiştir. Bu durum, okurun anlam karmaşası yaşayarak kitaptan
uzaklaşmasına neden olabilir.
4.1.4. Dil ve Anlatım
Yapıtların okurla buluşturulmasında anlatıcı önemli bir yere sahiptir. İncelenen
on yedi kitabın sekizi yazar anlatıcılı, sekizi kahraman anlatıcılı, bir tanesi de hem
kahraman hem de yazar anlatıcılı olarak okurla buluşturulmuştur. Kahraman anlatıcılı
yani birinci kişi ağzından yapılan anlatımlar okurun, yapıtın içeriği ile bütünleşmesini
sağlayabilir. Çocuk okur, kendini karakter ile özdeşleştirerek kurguyu daha çok
duyumsayabilir.
Kitapların dil ve anlatım özellikleri, sıklıkla çocuk edebiyatında olması istenen
ölçünlü dili yansıtır biçimdedir. Ölçünlü dilin bütün yapıtlarda özenle yansıtılması
okurun dil bilinci edinmesinde ve “internet Türkçesi” denilen önemli bir soruna karşı
bilinçlenmesinde rol oynamaktadır. Bu belirlemeye uymayan yapıtlar olarak Işıldayan,
Karayılan ve Yokluk Bahçesindeki Kayıp Melodi gösterilebilir. Sözü edilen yapıtlarda
212
Türkçe kökenli sözcükler yerine yeğlenen farklı kökenlere ait sözcükler sıklıkla
kullanılmış, okurun dil duyarlığı edinebilmesine katkıda bulunmamıştır.
Yapıtların tümünde kullanılan sözvarlığı öğeleri, çocuk okurun dilimizin
varsıllığı ile karşılaşmasına ve belleğine katmasına olanak sunmaktadır. Özellikle
yapıtlarda ikileme, yansıma ve pekiştirme sözcüklerin kullanımına özen gösterilmiştir.
Bu durum, okuma eyleminin hem işitsel bir biçime dönüşmesine hem de okuma
sürekliliğinin sağlanmasına katkıda bulunmaktadır.
Yapıtlarda olay ve durumların anlatımında yararlanılan diğer sözvarlığı öğeleri
ise deyimler ve atasözleridir. Anlatılan durumların okurun belleğinde somutlaşmasına
ve okurun sözcük birikimine olumlu etkileri bulunmaktadır. Okur, kullanılan sözvarlığı
öğeleri ile kendini daha iyi ifade edebilir.
Ödüllü yapıtların dil ve anlatım özelliklerinde dil bilinci ve duyarlığı
edindirmekten başka değindikleri diğer bir duyarlık güzelduyusal (estetik) kaygıdır.
Yazarlar, okurun yapıtlar aracılığı ile güzelduyusal (estetik) duyumlarının (zevklerinin)
gelişeceğinin bilincindedir. Bu nedenle, karakterlerin ve kendilerinin söylemlerinde
ayrıntılı betimlemelere ve gözlemlere yer verirler. Çevreyi, kişileri, olayları devingen
bir biçimde betimleyen anlatıcılar, okurun düş dünyasının gelişmesinde etkili olabilir.
Tümce kurulumlarında sıklıkla kurallı yapıyı yeğleyen yapıtların anlatımı
okurun kurguyu kolayca anlamlandırabilmesini sağlayabilir. Farklı tümce türleriyle
desteklenen anlatımlar, okurun doğal bir Türkçe öğretim ortamı ile karşılaşmasına
olanak sunmaktadır.
Kitapların sıklıkla yer verdiği ortak olan diğer bir özelliği ise kurgularda şarkı,
masal, mektup, şiir, efsane ve öykülere yer vermesidir. Okurun yazınsal türlere ilişkin
bilgisine katkıda bulunabilecek bu türler, metinlerarasılık öğesini de vurgulamaktadır.
Kitaplarda sıklıkla sözcüklerin Türkçe karşılıkları yeğlenmiştir. Yer alan
yabancı sözcük kullanımları belirtilen kitaplar dışında Türkçe karşılıklarını bularak dil
duyarlığı oluşturulmuştur.
213
Anlatımlarda yazım ve noktalama imlerinin sıklıkla doğru kullanıldığı
belirlenmiştir. Yer alan bazı noktalama ve yazım yanlışlarının baskı hatası olduğu
düşünülmektedir. Almarpa’nın Gizemi adlı yapıtta “Türkçe” sözcüğünün yazımı ile
ilgili yinelenen bir yanlışlık bulunmaktadır. Bu yanlışlık çocuk okur için olumsuz dil
kullanımları oluşturabilir. Ancak Aydede Her Yerde adlı yapıtın dil özelliklerinde
“Türkçe” sözcüğü ile ilgili yapılan yanlışlığın ise okurda farkındalık oluşturulmak için
yapılan bir kullanım olduğu düşünülmektedir. İncelenen diğer yapıtların dil
özelliklerinde, olumsuz örnek oluşturabilecek kullanımların olmadığı görülmektedir.
Işıldayan romanında sıklıkla yapılan dizgi hataları kitabın dil ve anlatım
bakımından zayıflatılmasına neden olabilir. Ayrıca kitapta karakterlerin birbirlerine
seslenişlerinde kullanılan istenmeyen söylemler okurun özdeşim kurmasında
olumsuzluklar oluşturabilir.
İncelenen kitapların roman veya öykü fark etmeksizin bölümler halinde
yapılandırıldığı belirlenmiştir. Okuma eyleminin sıkıcılıktan kurtulması ve sürekliliği
bakımından bölümlerin okura kolaylık sağlayıp merak öğesini devindireceği
düşünülmektedir.
4.1.5. Görsel Bir Uyaran Olarak Resim
Çocuk edebiyatı yapıtlarında yaş düzeyi arttıkça resim metin oranı da
farklılaşmaktadır. Okulöncesi dönemden ilkokul ve ortaokul dönemlerine değin uzanan
sürede resimleme oranı düşmekte metin oranı artmaktadır. İncelenen on yedi kitabın
dokuzunda daha üst yaş düzeyine seslendiği için resimlemeye yer verilmezken; sekiz
kitap, okulöncesi dönemden başlayarak ilkokul dönemine seslenen yapıtlar olduğu için
resimlemeye yer verilmiştir.
Kırmızı Kanatlı Baykuş, okulöncesi döneme seslenen bir yapıttır. Bu nedenle,
kitabın bütün sayfalarında resimlere yer verilmiştir. Bu yaş okurunun okuma
bilmemesinin sonucu olarak resim metin oranında resimlerin ağırlık kazanmasının
çocuk edebiyatı yapıtları için uygun olduğu düşünülmektedir.
214
Resimlere yer veren diğer kitaplardan, Kuuzu ve Lunapark Ailesi, Gülen Sakız
Ağacı ve Hayalet Köy kitaplarının resimlemeleri renkli biçimdeyken, Aydede Her
Yerde, Mezarlıktaki Gölge, Ankaralı, Bayan Pimpirik, Çocukluk Anayurdum
kitaplarının resimlemeleri siyah beyaz olarak renklendirilmiştir. Karayılan yapıtında ise
siyah beyaz bir haritaya yer verilmiştir. Okurun metinde anlatılanları belleğinde daha
iyi anlamlandırabilmesi ve canlandırabilmesi için renkli olarak resmedilmiş kitaplar
ilgiyi daha canlı tutmaktadır. Ancak siyah beyaz olarak renklendirilmiş olan kitapların
özgün ve yeni bir gerçeklikle resmedilmesi de dilsel metne katkı sağlayabilecek
özelliktedir.
Resimlemelere yer verilmeyen yedi kitabın tümü gençlik romanıdır. Bu nedenle,
kitaplarda resimleme oranı azdır. Resimlerle anlatılmak istenilenler dilsel öğelerle
sunulmuştur.
Resim bulunan on ödüllü çocuk edebiyatı yapıtı, okurun ilgisini toplayabilmesi,
okurken ara verebilmesi ve kurguya odaklanabilmesi için olanak sunacak niteliktedir.
Yapıtlarda yer alan resimler, çizerin yeni ve özgün bir gerçeklik sunmasıyla
oluşturulmuştur. Resimlerin okurun algısını devindirecek biçimde oluşturulduğu
söylenebilir.
Dilsel metinlerin okur tarafından anlamlandırılabilmesine olanak sağlayacak
resimlerin sanatçı duyarlığı ile oluşturulduğu söylenebilir. Çocuğun resim dilinin
olanaklarıyla bildirişim kurmasını sağlayacak ve resim yapma isteği uyandırabilecek
yalın çizgilerle oluşturulmuştur.
Kurgularda anlatılanları okurun belleğinde tamamlayabilmesine, karikatür ve
betimleme özelliği ile eğlendirirken düşündürebilen, okuma eylemini sanata
dönüştürebilecek resimlemelere yer verildiğinden resimleme özelliklerinin çocuklar
için etkili bir uyaran olduğu düşünülmektedir.
215
4.2. Sonuç ve Öneriler
Araştırmada ödül almış on yedi çocuk edebiyatı yapıtı temel öğeler bakımından
incelenmiştir. Ödül almış on yedi çocuk edebiyatı yapıtı, çocuk edebiyatının temel
ilkeleri bakımından incelendiğinde şu sonuçlara ulaşılmıştır:
İncelenen ödüllü çocuk edebiyatı yapıtlarının karakterleri geliştirilirken birçok
karakter geliştirme yolu kullanılmıştır. Karakterlerin okura tanıtılmasında sıklıkla
“karakterlerin eylem ve konuşmalarıyla” geliştirilme yolu yeğlendiği görülmektedir. Bu
yolla geliştirilen karakterler kurgu içinde daha etkin olduğu için, başka bir deyişle baş
kişiler olduğu için okurun baş kişi ve yan kişilerin ayrımına varmasına olanak
sunmuştur. Yeğlenen bu karakter geliştirme yolu, okurun özdeşim kurmasına kolaylıkla
olanak sunabilir.
Kitaplarda sıklıkla yeğlenen diğer bir karakter geliştirme yolu ise “diğer
karakterlerin yorumu” dur. Böylece okur, birçok karakteri tanıma olanağı bulup dolaylı
ve doğrudan karakterleri tanıyabilir. Kitaplarda az da olsa kullanılan karakter geliştirme
yolu ise “yazarın yorumu” olmuştur. Kurguyu oluşturan kişinin gözünden karakterleri
tanıyan okur için uygun söylemler kullanılması burada önem taşımaktadır. Yapıtların
nerdeyse tamamında kullanılan karakter geliştirme yolu ise “fiziksel özellikleriyle
tanıtma” dır. Bu yolla karakterleri ayrıntılı tanıma olanağı bulan okur, kurgu ile ilgili
düşlemlerini pekiştirebilir.
Ödüllü yapıtların karakterleri sıklıkla açık karakterler olarak kurgulanmıştır.
Bununla birlikte karakterlerin davranış ve düşüncelerinde ortaya çıkan değişimler,
onları devingen duruma getirmiştir. Bu belirlemeye uymayan yapıtlar olarak Ölüm
Bugün Hasta ve Arda’nın Derdi Ne? gösterilebilir.
Yazarların ortak bir tutumu olan ve tüm yapıtlarda kendini gösteren diğer bir
nokta ise anlatıların karakterler üzerine kurgulanmasıdır. Çoğu yapıtın adının baş kişiler
üzerine kurulu olması bunu doğrular niteliktedir. Yazarların karakter oluşturmadaki
diğer bir ortak tutumu ise karakterlerini araştırmacı, meraklı, aile ve doğa sevgisine
duyarlı kişiler olarak geliştirmeleridir. Bu durumun karakterlerin devingenliğine olumlu
etkileri olduğu söylenebilir.
216
Karakterlerin fiziksel özelliklerinden çok davranış ve düşünceleriyle öne
çıkması okurun yaşama bakışını biçimlendirmesinde etkili olabileceği düşünülmektedir.
Sonuç olarak, karakter geliştirme yollarındaki bu çeşitliliğin okurun alışılmışın dışında,
farklı karakterle karşılaşarak özdeşim kurmasına ve karakterleri seçmesine olanak
sunabileceği söylenebilir.
Ödüllü yapıtlar konu bakımından incelendiğinde, sıklıkla çocuk gerçekliğini ve
çocuğa göreliği önemseyen bakış açılarıyla yapılandırıldıkları görülmektedir. Sıklıkla
kullanılan aile ve arkadaşlık, araştırma güdüsü, hayvan sevgisi, doğa ve çevre duyarlığı
konuları okurun yaşamında duyarlık oluşturmasına katkı sağlayabilecek niteliktedir.
Olay ve durumların yapılandırılmasını sağlayan çatışmalar, çeşitlilik göstermektedir.
Okuma eyleminin sürekliliğine katkıda bulunan çatışmalar, okurun yaşam
gerçekliklerini sezinlemesine olanak sunmaktadır.
Çeşitli konulara sahip ödüllü yapıtlar, genellikle okurun duygu eğitimine katkı
sağlar nitelikte olup aşırı duygusallığa yer vermemektedir. Bu öğeye yer veren tek
yapıt, Yalancı Şahit adlı romandır. Kitaplarda sıklıkla kullanılan gülmece öğeleri,
okuma eyleminin tekdüzelikten uzak bir anlayışla yapılandırılmasına olanak
sağlamıştır.
Roman ve öykülerde yer verilen iletiler, açık ve örtük olarak kurgulanmıştır.
Açık olarak kurgulanan iletiler, mantıksal bir tutarsızlığa yer verilmeden sözvarlığı
öğeleri ile okurla buluşturulmuştur. Metinsel dokuya yerleştirilen örtük iletiler sevgi,
arkadaşlık, aile, hayvan sevgisi, doğa ve çevre duyarlığı, araştırma gibi yaşama ilişkin
öğelerle karakterlerin davranışları yoluyla okura sezdirilmiştir. Böylece okurun
eşduyum yaparak iletiye ulaşması sağlanmıştır denilebilir.
Temel öğeler bakımından değerlendirilen ödüllü yapıtları en başarılı kılan öğe
dil ve anlatım özellikleridir. Yapıtlarda kullanılan sözvarlığı öğelerinden deyimler ve
atasözleri, iletilerin okurla buluşturulmasında bir araç görevi üstlenmiştir. Yazınsallığa
katkıda bulunarak anlatımın somutlaşmasını sağlayan diğer öğeler ise benzetme ve
betimleme tümceleridir. Metin dilinin okurun belleğinde canlanmasına olanak sunan
benzetme ve betimleme tümceleri resimleri de bütünler niteliktedir. İkileme, pekiştirme
217
ve yansıma sözcükler bütün yapıtlarda sıklıkla kullanılarak anlatımı işitsel bir duruma
getirmiştir.
Okuma eyleminin sürekliliğine katkıda bulunan açık ve yalın tümceler yapıtların
okunabilirliğini arttırmıştır. Yazarların sıklıkla buluştuğu ortak diğer tutum ise Türkçe
sözcüklerin yeğlenmesidir. Bu duyarlığa yer vermeyen yapıtlar olarak Işıldayan,
Karayılan, Yokluk Bahçesindeki Kayıp Melodi kitapları gösterilebilir. Kitapların
bölümlerden oluşması okurun sıkılmadan okumasına ve ara verebilmesine olanak
tanımaktadır. Roman ve öykülerin hemen hemen hepsinde yer verilen çeşitli yazınsal
türler okurun yazınsal türlere ilişkin deneyimine katkıda bulunarak varsıl bir Türkçe
öğretim ortamı sunmaktadır. Anadilimizin gücü ve olanaklarıyla yapılandırılan
kitapların okurun anadiline olana duyarlığını artıracak nitelikte olduğu
düşünülmektedir.
İncelenen yapıtların kurgunun tamamlanmasında önemli bir rol üstlenen
resimleri bakımından da etkili bir uyaran olduğu düşünülmektedir. Sanatçının özgün ve
yalın çizgilerle oluşturduğu görseller, metinsel kurguyu tamamlayarak okurun düş
kurmasına olanak sunmaktadır. Oldukça yalın çizgilerle oluşturulan yapıtlardaki
resimler çocuğun kendi resimlerini oluşturması için isteklendirebilir. Resimler, siyah –
beyaz ve renkli olarak resmedilmiştir. Renkli olan resimlerin okurun ilgisini daha çok
çekerek okuma eylemine katkıda bulanabileceği düşünülmektedir.
Temel öğeler bakımından incelenen yapıtlar, Ölüm Bugün Hasta yapıtı dışında
çocuk edebiyatı bağlamında nitelikli bulunmuştur. Kitapların, çocuk okurun okul ve
sosyal yaşamına katkıda bulunabileceği; okuma sevgisi ve alışkanlığı kazandırmada
etkili birer uyaran olabilecekleri; sözü edilen üç yapıtın yabancı sözcük kullanımları
dışında çocuk okurlara dil bilinci ve duyarlığı kazandırabileceği kanısına varılmıştır.
Bu araştırma ile elde edilen bilgiler tanıklığında şu öneriler sunulabilir:
1. Çocuk okurun karşılaşacağı kitaplar konusunda öğretmenler ve
aileler duyarlı olmalıdır. Her kitabın her çocuğa uygun olmayacağı bilinerek
onların gelişimlerine katkı sağlayabilecek nitelikli çocuk edebiyatı yapıtları
seçilmelidir.
218
2. Çocuk edebiyatı kitaplarının niteliğini belirlemeye ilişkin
çalışmaların sayısı azdır. Oysa çocukların bilinçli ve duyarlı bireyler olarak
yetişebilmesinin ilk adımı kitaplardır. Bu nedenle, farklı yayınevlerine veya
yıllara ilişkin ödüllü ve ödülsüz çocuk edebiyatı yapıtlarının niteliğini
belirlemeye dönük bilimsel çalışmalar yapılmalıdır.
3. Okurun yaşama bakışını değiştirecek, yeni deneyimler
yaşatabilecek, onların dilsel ve ruhsal gelişimlerini destekleyecek kitapları
yazan sanatçılar, çocuk edebiyatının temel öğelerini yapılandırırken her bir
öğede aynı duyarlığı göstermelidir.
4. Farklı yıllara ilişkin ödül almış çocuk roman ve öyküleri karakter,
konu, ileti, dil ve anlatım, görsel bir uyaran resim öğelerinin her biri ayrı
ayrı ele alınarak incelenebilir. Böylece yapıtlara ilişkin daha ayrıntılı
sonuçlara ulaşılabilir.
219
KAYNAKLAR
İncelenen Kaynaklar
Arif, A. (2012). Işıldayan. (1.Baskı). İstanbul: Bu Yayınevi.
Atilla, M. (2010). Parktaki Gergedanlar. (1.Baskı). İstanbul: Türkiye İş Bankası
Yayınları.
Avcı Çakman, K. (2015). Gülen Sakız Ağacı. (4. Baskı). İzmir: Tudem Yayıncılık.
Avcı Çakman, K.(2015).Almarpa’nın Gizemi.(4.Baskı). İzmir: Tudem Yayıncılık.
Baba, H. (2012). Ölüm Bugün Hasta. (1.Baskı). Ankara: Kurgu Kültür Merkezi
Yayınları.
Cemali, Z. (2011). Ankaralı. (3.Baskı). İstanbul: Günışığı Kitaplığı.
Dikici, İ. K. (2014). Bayan Pimpirik. (1.Basım). İzmir: Tudem Yayıncılık.
Gürleyen, O. (2012). Karayılan.(1.Baskı). İstanbul: Bu Yayınevi.
İhsan, Ü. (2012). Yokluk Bahçesindeki Kayıp Melodi. (1.Baskı). İstanbul: Bu Yayınevi.
İplikçi, M. (2013). Yalancı Şahit. (4.Baskı). İstanbul: Günışığı Kitaplığı.
Kılcıoğlu, H. (2012). Aydede Her Yerde. (1.Baskı). İstanbul: Günışığı Kitaplığı.
Oral, F. (2015). Kırmızı Kanatlı Baykuş. (3.Baskı). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Özer, K. (2013). Çocukluk Anayurdum. (2.Baskı). İstanbul: Can Çocuk Yayınları.
Sertbarut, M.(2014). Mezarlıktaki Gölge.(1.Baskı).İstanbul:Altın Kitaplar Yayınevi.
220
Şeker, H. (2012). Hayalet Köy. (1.Baskı). İstanbul: Altın Kitaplar Yayınevi.
Tosuner, N. (2014). Arda’nın Derdi Ne?. (4. Baskı). İstanbul: Günışığı Kitaplığı.
Uşar, İ. (2013). Kuzu ve Lunapark Ailesi. (2.Baskı). İstanbul: Günışığı Kitaplığı.
Yararlanılan Kaynaklar
Akyüz, M.(2014). Muzaffer İzgü’nün Çocuk Kitaplarının Çocuk Edebiyatının Temel
İlkeleri Açısından İncelenmesi. (Yayımlanmamış Doktora Tezi). Ankara
Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Ankara.
Alaylıoğlu, R., Oğuzkan, F.(1976). Ansiklopedik Eğitim Sözlüğü. İstanbul: İnkılap ve
Aka Yayınevleri.
Alpay, M.(1984, 1985, 1987). Ya – Pa Okulöncesi Semineri. İstanbul: Ya – Pa
Yayınları.
Alper, T., Gül, E.(2011). “Resimli Kitaplardaki Karakterlerin Duygu Durumlarının
İncelenmesi”. III. Ulusal Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Sempozyumu: Bildiriler
ve Atölye Çalışmaları. (Yay. Haz.: S. Sever.) Ankara: AÜ Basımevi, s. 523-
530.
Arabacı, H. (2011). “Gülsüm Cengiz ve Eserlerinin Çocuk Edebiyatımızdaki Yeri ev
Önemi”. III. Ulusal Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Sempozyumu: Bildiriler ve
Atölye Çalışmaları. (Yay. Haz.: S. Sever.) Ankara: AÜ Basımevi, s.275-279.
Aslan, C.(2006). Yazınsal Nitelikli Çocuk Kitaplarının Çocuğun Okuduğunu Anlama ve
Yazılı Anlatım Becerilerine Etkisi. (Yayımlanmamış Doktora Tezi). Ankara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.
221
Başeğmez Tığlı, H.(2014). Miyase Sertbarut’un Çocuk Kitaplarının Çocuk Edebiyatı
Öğelerine Göre İncelenmesi. (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Balıkesir
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türkçe Eğitimi Anabilim Dalı,
Balıkesir.
Can, D.(2012). Çocuk Edebiyatı Üzerine Bir Araştırma: Tanımlar, Türler ve Teoriler.
(Yayımlanmamış Doktora Tezi). Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
İzmir.
Canlı, S.(2015). Türkçe Ders Kitaplarına Seçilecek Metinlerin Belirlenmesinde Çocuğa
Görelik İlkesi. Dil Eğitimi ve Araştırmaları Dergisi, 1(1), 9 – 123.
Çakır İlhan, A.(2000). Çocuk Kitaplarının Sanat Eğitimi Açısından Değerlendirilmesi.
I. Ulusal Çocuk Kitapları Sempozyumu: Sorunlar ve Çözüm Yolları. (Yay.
Haz.: S. Sever). Ankara: A.Ü. Eğitim Bilimleri Fakültesi ve Tömer Dil Eğitim
Merkezi Yayını.
Çavuşoğlu, A.(2006). Anadili Çocuk Edebiyatı. Kayseri: Ufuk Yayınları.
Çebi, A.(2006). “Küçük Prenste Eğitimbilimsel Göstergeler”. II. Ulusal Çocuk ve
Gençlik Edebiyatı Sempozyumu: Gelişmeler, Sorunlar ve Çözüm Önerileri
(Yay. Haz. : S. Sever vd.). Ankara: AÜ Basımevi, s.219 – 225.
Çer, E. (2016). 0 – 6 Yaş Çocuk Kitaplarında Çocuk Gerçekliği ve Çocuğa Görelik. (1.
Baskı). Ankara: Eğiten Kitap Yayıncılık..
Demirkaya, Ö.(2009). Bilgin Adalı’nın Çocuk Romanlarının, Çocuk Kitaplarının
Çocuğun Gelişim Alanlarına Etkileri Açısından İncelenmesi. (Yayımlanmamış
Yüksek Lisans Tezi). Karaelmas Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Zonguldak.
Dilidüzgün, S.(1996). Çağdaş Çocuk Yazını: Yazın Eğitimine Atılan İlk Adım. (1.
Baskı).İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
222
Dilidüzgün, S.(2000). “Çocuk Kitaplarında Yazınsal Nitelik”. I. Ulusal Çocuk Kitapları
Sempozyumu (Yay. Haz:. Sedat Sever) Ankara: Eğitim Bilimleri Fakültesi ve
Tömer Dil Eğitim Merkezi Yayınları, s.253-267.
Dilidüzgün, S.(2002). Çocuk Edebiyatı. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları.
Dilidüzgün, S.(2003). İletişim Odaklı Türkçe Derslerinde Çocuk Kitapları. İstanbul:
Morpa Kültür Yayınları.
Dilidüzgün, S.(2004). Çağdaş Çocuk Yazını. İstanbul: Morpa Kültür Yayınları.
Dilidüzgün, S., Sever, S., Aslan, C.,(2007). İlköğretimde Çocuk Edebiyatı. Anadolu
Üniversitesi Yayını, Eskişehir.
Doğan, B., (2014). Çocuk Romanlarındaki Kadın Karakter Çerçevelerinin İncelenmesi.
(Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri
Enstitüsü, Ankara.
Göğüş, B. vd. (1998) Yazın Terimleri Sözlüğü. Ankara: Dil Derneği Yayınları.
Güler, E. (2014). Çocuk Edebiyatı Kapsamında Mehmet Güler’in Eserleri Üzerine Bir
İnceleme. (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Necmettin Erbakan
Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Konya.
İnce, Ö. (2008). 100 Temel Eserin Çocuk Edebiyatının Temel İlkeleri Bağlamında
İncelenmesi. (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Ankara Üniversitesi
Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Ankara.
İpşiroğlu, N.(2000). Alımama Boyutları ve Çeşitlemeleri: Resim. İstanbul: Papirüs
Yayınevi.
Karagöz, S.(2006). Ayla Çınaroğlu’nun Çocuk Kitaplarının Çocuk Yazınının Temel
Öğeleri Yönünden İncelenmesi. (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi).
Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Ankara.
223
Karagöz, S.(2014). Çocuk Romanlarındaki Baş Kişilerin Yaşadıkları Çatışmaları
Çözme Yöntemlerinin İncelenmesi. (Yayımlanmamış Doktora Tezi). Ankara
Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Ankara.
Kavcar, C.(1999). Edebiyat ve Eğitim. Ankara: Engin Yayınevi.
Kaya, İ.(2003). Çocuk Kitabı Resimlemelerinde Klişe Yaklaşımlar. Çoluk Çocuk
Dergisi, 24, 35.
Lüle, E.(2007).“Yedi Farklı Çocuk Kitabının Çocuk Yazını İlkelerine Uygunluğunun
Değerlendirilmesi.” İnönü Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 8 (14), 17 –
30.
Melanlıoğlu, D.(2011). “Ayla Çınaroğlu’nun Öykülerindeki İletiler ve Bu İletilerin
Aktarımına Yönelik Tespitler”. III. Ulusal Çocuk ve Gençlik Edebiyatı
Sempozyumu: Bildiriler ve Atölye Çalışmaları. (Yay. Haz.: S. Sever.) Ankara:
AÜ Basımevi, s.431 – 437.
Neydim, N.(1998). Çocuk ve Edebiyat - Çocukluğun Kısa Tarihi, Edebiyatta Çocuk
Figürleri. İstanbul: Bu Yayınevi.
Oğuzkan, F.(2000). Çocuk Edebiyatı. Ankara: Anı Yayıncılık.
Oğuzkan, F.(2006) Yerli ve Yabancı Örneklerle Çocuk Edebiyatı. Ankara: Anı
Yayıncılık.
Özdemir, E.(1995). Eleştirel Okuma. Ankara: Bilgi Yayınevi.
Özdemir, E.(1981). Yazı ve Yazınsal Türler. Ankara: Karacan Yayınları.
Özkırımlı, A.(2002). Türk Dili, Dil ve Anlatım. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi
Yayınları.
224
Özmen, G. (2010). Gülten Dayıoğlu’nun Çocuk ve Gençlik Yapıtlarında Karakter
İncelemeleri. (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Ankara Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.
Öztürk, S.(2011). Okulöncesi Öğretmen Adaylarının Nitelikli Çocuk Edebiyatı
Eserlerini Seçebilme Yetkinlikleri. III. Ulusal Çocuk ve Gençlik Edebiyatı
Sempozyumu: Bildiriler ve Atölye Çalışmaları. (Yay. Haz.: S. Sever.) Ankara:
AÜ Basımevi, s.219- 228.
Postman, N.(1995). Çocukluğun Yokoluşu. (Çev. Kemal İnal) Ankara: İmge Yayınevi.
Püsküllüoğlı, A.(2001) Türkçedeki Yabancı Sözcükler Sözlüğü (Ciltsiz). Ankara:
Arkadaş Yayınları.
Sartre, J. P. (1995) Edebiyat Nedir? (Çev.:Bertan Onaran). İstanbul: Payel Yayını.
Sever, S.(1995). Çocuk Kitaplarında Bulunması Gereken Yapısal ve Eğitsel Özellikler.
ABECE Eğitim, Ekin ve Sanat Dergisi, 107, s.14 – 15.
Sever, S.(1998). Dil ve İletişim (Etkili Yazılı ve Sözlü Anlatım). Ankara Üniversitesi
Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi,C:31.
Sever, S.(2000). “Çocuk Kitaplarında Görsel ve Dilsel Duyarlık”. I. Ulusal Çocuk
Kitapları Sempozyumu: Sorunlar ve Çözüm Yolları (Yay. Haz. Sedat Sever).
Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi ve Tömer Dil Eğitim Merkezi
Yayını, s.631 -646.
Sever, S.(2002). Öğretim Dili Olarak Türkçenin Sorunları ve Öğretme Öğrenme
Sürecindeki Etkili Yaklaşımlar. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi
Dergisi. Cilt:34, Sayı: 1-2.
Sever, S.(2003). “Çocuk Kitaplarına Yansıtılan Şiddet”. Ankara Üniversitesi Eğitim
Bilimleri Fakültesi Dergisi. Cilt:35, Sayı: 1-2.
225
Sever, S. (2006). “Çocuk Edebiyatı Öğretimi Nasıl Olmalıdır?”. II. Ulusal Çocuk ve
Gençlik Edebiyatı Sempozyumu:Gelişmeler, Sorunlar ve Çözüm Önerileri
(Yay. Haz. : S. Sever vd.). Ankara: AÜ Basımevi, s.41- 56.
Sever, S.(2011a). Okuma Kültürü Edindirme Sürecinde Temel Sorunlar ve Çözüm
Önerileri. Eğitim Sen Yayınları Okulöncesi Çocuk Edebiyatı Kitap Kataloğu.
s. 22 – 28.
Sever, S.(2011b). Türkçe Öğretimi ve Tam Öğrenme. (5. Baskı). Ankara: Anı
Yayıncılık.
Sever, S.(2012). Çocuk ve Edebiyat. (6. Baskı). İzmir: TUDEM.
Sever, S.(2013). Çocuk Edebiyatı ve Okuma Kültürü. (1. Baskı). İzmir: TUDEM.
Sivri, M.(2006). “Çocuğa Şiirde Öğreticilik Sorunsalı”. II. Ulusal Çocuk ve Gençlik
Edebiyatı Sempozyumu: Gelişmeler, Sorunlar ve Çözüm Önerileri (Yay. Haz. :
S. Sever vd.). Ankara: AÜ Basımevi, s.651 – 657.
Şimşek, T. (2014). Kuramdan Uygulamaya Çocuk Edebiyatı. (5. Basım). Ankara:
Grafiker Yayınları.
Şirin, M. R.(2000a). Çocuk Edebiyatı Kültürü: Okuma Alışkanlığı ve Medya Sarmalı.
Ankara: Kök Yayıncılık.
Şirin, M. R.(2000b). 99 Soruda Çocuk Edebiyatı. İstanbul: Çocuk Vakfı Yayınları.
Şirin, M. R. (1998). Çocukluğun Kozası. İstanbul: İz Yayıncılık.
Tan, M. (1989). Çağlar Boyunca Çocukluk. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri
Fakültesi Dergisi. Cilt:22 Sayı:1.
Tan, M. (1993). Çocukluk, Dün ve Bugün. Toplumsal Tarihte Çocuk Sempozyum
Bildirileri. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
226
Topaloğlu, A. (1989) Dil Bilgisi Terimleri Sözlüğü. İstanbul: Ötüken Neşriyat.
Tuğrul, B., Feyman, N. (2011). “Okulöncesi Çocukları İçin Hazırlanmış Resimli Öykü
Kitaplarında Kullanılan Temalar”. II. Ulusal Çocuk ve Gençlik Edebiyatı
Sempozyumu: Gelişmeler, Sorunlar ve Çözüm Önerileri (Yay. Haz. : S. Sever
vd.). Ankara: AÜ Basımevi, s.387- 392.
Türkiye Bilimler Akademisi. (2011). Türkçe Bilim Terimleri Sözlüğü. (1.Baskı)
Ankara: Yeni Reform Matbaacılık.
Tüfekçi, C.(2012). Çocuk Edebiyatı Üzerine Bir Araştırma: Tanımlar, Türler, Teoriler.
(Yayımlanmamış Doktora Tezi). Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
İzmir.
Türkçe Sözlük (2005) Ankara: TDK Yayınları
Uzmen, S.(2001). Okulöncesi Eğitim Kurumlarına Devam Eden Altı Yaş Çocuklarının
Prososyal Davranışlarının Resimli Çocuk Kitapları İle Desteklenmesi.
(Yayımlanmamış Doktora Tezi). Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri
Enstitüsü, Ankara.
Vardar, B.(2002). Açıklamalı Dilbilim Terimleri Sözlüğü. İstanbul: Multilingual
Yayınları.
Yalçın, A., Aytaş, Y. (2008) Çocuk Edebiyatı. Ankara: Akçağ Yayıncılık.
Yaşar, K. (2013). Erich Kàstner’ın Hayvanlar Toplantısı Adlı Eserinin Çocuğa Göreliği
VE Çocuk Edebiyatı İlkelerine Uygunluğu. (Yayımlanmamış Yüksek Lisans
Tezi). Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Van.
Yazım Kılavuzu.(2005) Ankara: TDK Yayınları.
Yörükoğlu, A.(1976). Çocuk Kitapları. Türk Dili Dergisi, Sayı:292.
227
Yükselen, A., Bencik Kangal, S. (2011). “Resimli Çocuk Kitaplarının Renk Kavramı
Kazanımı Üzerine Etkisinin İncelenmesi”. III. Ulusal Çocuk ve Gençlik
Edebiyatı Sempozyumu: Bildiriler ve Atölye Çalışmaları. (Yay. Haz.: S.
Sever.) Ankara: AÜ Basımevi, s.555 – 561.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder