5 Eylül 2024 Perşembe

20


iv
THE RELATIONSHIP BETWEEN PARENTS’ CHILDHOOD TRAU-MATIC EXPERIENCES AND THEIR CHILDREN DIAGNOSED WITH AT-TENTION DEFICIENCY AND HYPERACTIVITY DISORDERS
ABSTRACT This study was conducted to investigate the relationship between parents with trau-matic childhood experiences and their children aged between 7-17 and were diagnosed with attention deficit and hyperactivity disorder (ADHD). The research was carried out in Istanbul province with a sample of 29 volunteer parents. The children of these parents were diagnosed according to the criteria of attention deficit and hyperactivity disorder. The purpose of our study was to measure whether there is a relationship between parents' childhood traumatic experiences and their children's attention deficit and hyper-activity disorder. In this study, Childhood Mental Trauma Scale, Vanderbilt Attention Deficit and Hyperactivity Disorder Family Assessment Scale were used. In addition, the Sociodemographic Information Form was filled in order to learn the personal information of the participants. As a result of the application, the data were determined with the SPSS program in order to gain statistical insight. As a result of our research, it can be stated that there is a relationship between adults with childhood mental traumatic experiences and ADHD in their own children. Keywords: attention deficit, hyperactivity, trauma, childhood trauma
v
İÇİNDEKİLER
YEMİN METNİ ................................................................................................................. i
TEŞEKKÜR ...................................................................................................................... ii
ÖZET ............................................................................................................................... iii
ABSTRACT ..................................................................................................................... iv
İÇİNDEKİLER ................................................................................................................. v
KISALTMALAR ............................................................................................................ vii
TABLO LİSTESİ ........................................................................................................... viii
GİRİŞ ................................................................................................................................ 1
1. KAVRAMSAL ÇERÇEVE .......................................................................................... 2
1.1. Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite .......................................................................... 2
1.1.1. Dikkat Eksikliği Ve Hiperaktivite Bozukluğunun Tarihçesi .......................... 2
1.1.2. Dikkat Eksikliği Ve Hiperaktivite Bozukluğu İle İlgili Tanımlamalar .......... 3
1.1.3. Dikkat Eksikliği ............................................................................................. 5
1.1.4. Hiperaktivite ................................................................................................... 6
1.2. Dikkat Eksikliği/Aşırı Hareketlilik Bozukluğu (DSM 5) ...................................... 7
1.2.1. Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğunda Epidemiyoloji ................. 12
1.2.2. Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu Ve Cinsiyet ........................... 13
1.2.3. Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğunda Etyopatogenez ................ 13
1.2.4. Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğunda Nörokimyasal Faktörler .. 14
1.2.5. Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğunda Nöroanatomik Faktörler . 14
1.2.6. Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğunda Çevresel Risk Faktörleri . 15
1.2.7. Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğunda Genetik Faktörler ............ 16
1.2.8. Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğunda Epigenetik Faktörler ....... 17
1.2.9. Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Tedavisi ...................................................... 17
1.3. Epigenetik ............................................................................................................ 19
1.3.1. Epigenetiğin Tarihçesi ve Tanımları ............................................................. 19
1.3.2. Epigenetik Kalıtım ....................................................................................... 20
1.3.3. Stresin Epigenetik Düzenlemelerde Etkisi ................................................... 21
1.4. Travma ................................................................................................................. 21
1.4.1. Travmanın Tanımı ........................................................................................ 21
1.4.2. Travma Tanımının Tarihsel Gelişimi ........................................................... 23
vi
1.4.3. Çocukluk Çağı Travması .............................................................................. 25
1.4.4. Travmanın Nesiller Arası Aktarımı .............................................................. 26
2. YÖNTEM ................................................................................................................... 29
2.1. Evren ve Örneklem .............................................................................................. 29
2.2. Veri Toplama Araçları ......................................................................................... 29
2.3. Verilerin Elde Edilmesi ....................................................................................... 29
2.4. Verilerin Analizi .................................................................................................. 29
3. BULGULAR ............................................................................................................... 30
3.1. Katılımcıların Sosyodemografik Özelliklerine Ait Bulgular ............................... 30
3.2. Annenin Çocukluk Çağı Travmaları İle Çocuğun DEHB Düzeyleri Arasındaki İlişkiye Dair Bulgular ................................................................................................. 32
3.3. Babanın Çocukluk Çağı Travmaları İle Çocuğun DEHB Düzeyleri Arasındaki İlişkiye Dair Bulgular ................................................................................................. 35
3.4. Annenin Çocukluk Çağı Travmaları İle Çocuğun DEHB Düzeyleri Arasındaki İlişkide Regresyon Analizine Dair Bulgular ............................................................... 37
3.5. Babanın Çocukluk Çağı Travmaları İle Çocuğun DEHB Düzeyleri Arasındaki İlişkide Regresyon Analizine Dair Bulgular ............................................................... 38
4. SONUÇ ....................................................................................................................... 40
KAYNAKLAR ............................................................................................................... 44
vii
KISALTMALAR
5-HTT
Sertononin Transporter Enzim
APA
American Psychological Associatiom- Amerikan Psikoloji Derneği
CNV
Copy Number Variation- Kopya Sayısı Değişkenliği
DA
Dopaminarjik Sistem
DAT
Dopamin transporter 1
DBH
Dopamin Beta Hidroksilase Enzim
DEHB
Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu
Dr.
Doktor
DSM
The Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders- Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı
GR
Glukortikoid reseptör
HTR1B
Serotonerjik Reseptör
MBD
Minimal Brain Damage- Minimal Beyin Hasarı
MiRNA
mikroRNA
MRI
Magnetic Resonance Imaging- Manyetik Rezonans Görüntüleme
NE
Nöradrenerjik Sistem
Örn.
Örneğin
Prof.
Profesör
RNA
Ribonükleik Asit
TSSB
Travma Sonrası Stres Bozukluğu
WW-25
Synaptosomal-Assosicated Protein -25 KDA
yy.
Yüzyıl
viii
TABLO LİSTESİ
Tablo 1. Katılımcıların Ailelerine Ait Sosyodemografik Özelliklerin Dağılımları ..... 31
Tablo 2. Annenin Çocukluk Çağı Travmaları İle Çocuğun DEHB Düzeyleri Arasın-daki İlişkinin İncelenmesi ............................................................................ 33
Tablo 3. Babanın Çocukluk Çağı Travmaları İle Çocuğun DEHB Düzeyleri Arasın-daki İlişkinin İncelenmesi ............................................................................ 35
Tablo 4. Annenin Çocukluk Çağı Travmaları İle Çocuğun DEHB Puanlarına Etkisine Yönelik Basit Doğrusal Regresyon Analizi ................................................. 38
1
GİRİŞ
Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu (DEHB), çocuklarda ve ergenlerde hiperaktivite, dürtüsellik ve dikkatsizlik ile karakterize edilen en yaygın davranışsal ve nörogelişimsel bozukluklardan biridir. Farklı çalışmalarda okul çağındaki çocuklar arasında DEHB prevalansının % 5 ile 12 arasında değiştiği, buna karşın bu hastalığın prevalansının yaş ilerledikçe azaldığı bildirilmektedir. Hastalığın% 50'sinde bu bozukluğun yetişkinliğe kadar devam ettiği tahmin edilmektedir (Biederman ve ark., 2005).
DEHB olan çocuklar artmış antisosyal davranış, öğrenme güçlüğü, uyuşturucu kullanımı, akademik performansta bozulma, yürütücü işlevlerde bozulma, iletişim bozuklukları, konuşma sorunları ve eşlik eden birçok psikiyatrik bozukluk riski altındadır. DEHB patogenezini hala bilinmemekle birlikte, birincil ve ikincil faktörlerin DEHB patogenezinde rol oynadığı tahmin edilmektedir. Birincil roller, serebral kortekste katekolamin metabolizması ile şekillenmektedir. Ayrıca DEHB etyolojisi genetik faktörlere yaklaşık % 80 oranında atfedilmektedir. İkincil roller ise çeşitli çevresel faktörler tarafından oluşturulmaktadır. DEHB ile ilişkili bu faktörlerden bazıları, doğum öncesi, perinatal ve doğum sonrası risk faktörleri olmak üzere üç gruba ayrılan gebelik ve doğumla ilişkili risk faktörleridir (Golmirzae ve ark., 2013).
DEHB, genetik, çevresel ve gelişimsel özellikler arasındaki karmaşık ilişkilerin bir sonucu olarak ortaya çıkmakta ve daha önce de belirtildiği üzere vakaların yaklaşık % 80'ini belirlemek için genetik faktörler dikkate alınmaktadır. Ebeveynlerin düşük eğitimi, annenin mesleği ve düşük sosyoekonomik durumu, cinsiyet (erkek cinsiyeti), çocuk sırası (doğum sırası), annenin eğitim düzeyi ve tek bir ebeveynle yaşamak gibi diğer demografik değişkenler DEHB'nin risk faktörlerini oluşturmaktadır (Lola ve ark., 2019). Bu risk faktörleri içerisinde ebeveynlere özgü değişkenler oldukça önemli bir yer tutmaktadır. Bunlardan birisinin de ebeveynlerin travmatik deneyimleri olduğu düşünülmektedir.
Bu doğrultuda bu çalışmada dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu tanısı almış çocukların ebeveynlerinin travmatik deneyimleri ile çocuklarındaki DEHB arasındaki ilişkinin belirlenmesi amaçlanmıştır.
2
1. KAVRAMSAL ÇERÇEVE
1.1. Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite
Kavramsal çerçevede önemli yer tutan dikkat eksikliği ve hiperaktivite ile ilgili genel bilgiler aşağıda alt başlıklar halinde verilmektedir.
1.1.1. Dikkat Eksikliği Ve Hiperaktivite Bozukluğunun Tarihçesi
Uzmanlar tarafından yıllar boyunca farklı kavramlarla ele alınan ve tanımlanan dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğunun tarihsel gelişimine bakıldığında, bozukluğun belirgin sebeplerine ve görünümlerine göre isimlendirildiği görülmektedir. 19. yy sonlarında tıbbi literatürde “yetersiz engellenme” ve “dürtüsel delilik” gibi isimlerle adlandırmalara rastlanmaktadır (Şenol ve ark., 2006).
Ciddi anlamda dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğunun tarihçesi incelendiğinde ise, ilk kez Rusya Çariçesi büyük Katerina’nın doktoru olan Melchior Adam Weikard tarafından gündeme getirilmiştir. Dr. Weikard, 1770 yılında yazdığı bir tıp kitabında bölümlerden birini dikkat eksikliği konusuna ayırmıştır. Bunu takiben İskoçyalı hekim Crichton, 1790 yılında küçük çocuklarda dikkat sorunlarını gündeme getirmiştir. 1845’e Hoffman epilepsisi olan bir çocukta aşırı hareketliliği tarif etmiş ve onu takiben de 1902’de İngiliz pediyatrist George Still, çocuklarda ahlaki yetersizlik (Moral Defect) adlı bir klinik tablodan söz etmiştir. Dr. Still bu klinik tablonun özelliklerinin, duyguyu düzenleme, hiperaktivite, dürtü kontrol sorunu ve konsantrasyon bozukluğu olduğunu belirtmiştir. Bu tanımlamadan sonra, bu belirtilerin daha çok Ensefalit Laterjika geçiren ve düzelme aşamasında olan çocuklarda görüldüğü gündeme gelmiş ve dolayısıyla bu durumdan minimal beyin hasarı (Minimal Brain Damage, MBD) olarak söz edilmeye başlanmıştır (Gillberg, 2014).
İngiliz araştırmacılar 1950’li yıllardan sonra MBD’nin bir tıbbi tanı olamayacağı düşüncesi ile yaptıkları farklı bir araştırma sonucunda, 1960’lı yıllarda MBD terimindeki D’nin içeriğini ‘hasar’dan ‘işlev bozukluğu’na çevirdiler. 1980’li yıllarda Sir Michael Rutter bu tanımın makul olmadığını belirtti. Pek çok çocukta herhangi bir beyin hasarı veya tespit edilmiş işlev bozukluğu olmaksızın bu belirtilerin görülebileceği bildirildi. Bu
3
yaklaşım da dikkat eksikliği- hiperaktivite bozukluğunun davranışsal biçimde tanımlanmasının başlangıcı oldu (Motavalli, 1993).
1980’li yıllardan itibaren sınıflama sistemlerinde davranışsal bir bozukluk olarak tanımlandı. “Uluslararası Sınıflama Sistemi-America Psychiatric Association” tarafından yayınlanan “Ruhsal Bozuklukları Sınıflama Sistemi-Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders, DSM”nde “Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu” terimi kullanılmaya başlandı.
1.1.2. Dikkat Eksikliği Ve Hiperaktivite Bozukluğu İle İlgili Tanımlamalar
Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu (DEHB), dürtüsellik, aşırı hareketlilik ve dikkatsizlik semptomlarıyla karakterize nörogelişimsel bir bozukluktur (APA, 2013), DSM-5’e göre “çocuk ve ergenlerde dikkat eksikliği ve/veya aşırı hareketlilik/dürtüsellik alanlarında en az 6 belirtinin en az iki farklı sosyal ortamda yaygın şekilde gözlenmesi, en az 6 ay süre ile gelişim düzeyiyle uyumsuz şekilde devam etmesi, işlevselliği bozması ve bu belirtilerin 12 yaşından önce başlaması” sonucunda tanı koyulabilmekte; “17 yaş ve sonrasındaki başvurularda ise belirti sayısının herhangi bir alanda en az 5 olması” gerekmektedir (APA, 2013).
Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu, hiperaktivite varlığında ya da yokluğunda artan dürtüsellik ve dikkatsizlikle ilişkili belirli sorunlarla kendisini gösteren davranışsal bir rahatsızlıktır. Genellikle sosyal, duygusal ve bilişsel gelişim, normal zekası olan kişilerde bile önemli oranda bozulabilmektedir. Tedavi edilmediği zaman anti sosyal kişilik gelişimine kadar gidebilmektedir. Ayrıca erişkinlerde dürtüsel bir kişilik bozukluğu gibi görünebilen bu bozukluk, semptomları üstünde önemle durulması gereken ve oldukça sık görülen bir hastalıktır (Schwemmle ve ark., 2007).
Biederman (2005), dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğunu ailelere stres, kaygı ve maddi yük yaratan, bireylerde ise olumsuz mesleki ve akademik sonuçlar oluşturan klinik olarak heterojen olarak nitelendirilen ve çok faktörlü bir hastalık şeklinde tanımlamaktadır.
4
Diğer bir tanımda dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu, “çocuk ya da gencin yaşına ve gelişim düzeyine uygun olmayan dikkat sorunları, aşırı hareketlilik ve dürtüsellik belirtileriyle kendini gösteren, beynin dikkat ve davranışları düzenleyen merkezlerinin yeterince iyi çalışmamasından kaynaklanan bir rahatsızlıktır (Gümüş ve ark., 2015).
Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu, dominant olan semptomlara bağlı olarak çok farklı şekillerde görünebilmektedir. Temel semptomları dürtüsellik, aşırı hareketlilik ve dikkat problemleridir. Fakat her bir olguda bütün semptomlar görünmeyebilmektedir. Dominant semptomlarına göre DEHB-dikkat eksikliği, DEHB-aşırı hareketlilik ve DEHB-bileşik tip şeklinde üç alt gruba ayrılmaktadır (Kayaalp, 2008).
DEHB dikkat eksikliğinde en belirgin semptom adından da anlaşılacağı üzere dikkat eksikliğidir. Hareketlilik semptomu ise çok belirsin şekilde görülmemektedir. Özellikle uzun süre çalışmakta zorlanma, dış uyaranların etkisine açık olma, sık sık dikkat dağınıklığı ve uzun süre dikkatini sürdürememe gibi durumlar belirgindir. Aşırı hareketlilik ciddi bir problem oluşturmamaktadır. Bazen yalnızca çok hareketli çocuklar tedavi edilmeye çalışılmakta ve dikkat eksikliği ön planda olan çocuklara zamanında gereken müdahale edilememektedir (Austin ve Sciarra, 2012).
DEHB-aşırı hareketlilik tipinde dikkat eksikliği çok belirgin değildir, ilk tipin aksine bunda aşırı hareketlilik oldukça ön plandadır. Özellikle bireyde harekete her an hazır bir pozisyonda durma, otururken bile oturur gözükmeme, belli bir süre yerinde durmada güçlük çekme ve sınırsız enerji görülmektedir (Austin ve Sciarra, 2012).
DEHB-bileşik tipte ise hem aşırı hareketlilik hem dikkat eksikliği ve dürtüsellik oldukça belirgindir. Çocukta hastalığın tüm semptomları yaygın bir şekilde görülmektedir. En çok yaygınlaşan ve en hızlı artış gösteren kategori budur (Austin ve Sciarra, 2012).
Dünya geneline bakıldığında ergen ve çocuklardaki DEHB prevalansının %5 ila %7.1 olduğu; yetişkinlerdeki sıklığının ise %2.5 olduğu belirlenmiştir (Gallo ve Posner, 2016; Willcutt, 2012; Simon ve ark., 2009; Polanczyk ve Rohde, 2007). DEHB tanısının kızlarda erkeklerden 2-4 kat daha az olduğu bildirilmiştir. Fakat bu durum kızlarda
5
tanının daha ilerleyen yaşlarda koyulması ile ilişkilidir. Çünkü çocukluk dönemi geçtiğinde cinsiyetler arasındaki tanı oranı farkında düşme görülmektedir (Davies, 2014).
DEHB semptomlarının görülme oranı ve şiddeti hayat dönemleri boyunca değişiklik gösterse de, genellikle semptomların çoğunun okul öncesi dönemde dahi görülebildiği (Daley ve ark., 2009) ve yetişkinlikte %50 oranında devam ettiği belirlenmiştir (Geissler ve Lesch, 2011; Spencer ve ark., 2007).
Toplumda DEHB görülme oranı neredeyse %5-7 oranında olup; oldukça yüksek oranda görülen tıbbi bir hastalığı oluşturmaktadır. Çocuklukta başlayan DEHB, genellikle yetişkinliğe kadar devam etmektedir. Tüm tıbbi hastalıklar gibi DEHB de erken tedavi ve tanıya oldukça iyi yanıt veren bir bozukluktur. Fakat tedavi edilmediğinde ciddi sosyal, akademik ve tıbbi problemlere neden olabilmektedir. Kendi içerisinde dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu kendi içinde birbirinden çok farklı iki bozukluğu kapsamaktadır. Bunlar dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu şeklindedir ve aşağıda başlıklar halinde ele alınmaktadır.
1.1.3. Dikkat Eksikliği
Dikkat eksikliği dikkat yoğunluğu ve süresinin kişinin yaşına ve gelişimine göre olması gerekenden daha az olması şeklinde tanımlanmaktadır. Ayrıca dikkatsizce hatalar yapma, eşyaları kaybetme, unutkan olma, dağınık olma, dikkatin kısa sürede dağılması ve belirli bir noktada odaklanamaması şeklinde ifade edilmektedir (Sürücü, 2015).
Dikkat eksikliği, bireyin kültürel ve sosyal özelliklerine ve yaşına oranla sık sık basit dikkat hataları yapması, basit dikkat ve sabır isteyen işlerden kaçınması, sıklıkla sabır ve dikkat gerektiren durumlardan kaçması, bir işe odaklandıktan sonra çok basit bir uyaranla dağılması, işleri organize etmede güçlük yaşaması, dağınık olması, unutkan olması ve konsantrede olması problem yaşamasıdır. Burada üstünde durulması gereken nokta bu semptomların yalnızca sorumluluk ve görev alanında olmasıdır. Kişi sevdiği bir şeye odaklandığında, televizyon ya da bilgisayarda hobi için vakit geçirdiğinde dikkat eksikliği görülmemektedir. Çocuk sevdiği haz aldığı şeylere dikkat verirken zorunlu olduğu görevlere odaklanamamaktadır. Bu sebeple dikkat eksikliği olan bireylerin bir kısmında hiperaktivite görünmemesi ebeveynin uzmana başvurusunu daha da
6
geciktirebilmekte ya da hiç başvuru yapılmamasına neden olabilmektedir. Dikkat eksikliğinden muzdarip kişiler oldukça içine kapanık ve durgun özelliktedir. Özellikle kız çocuklarında dikkat eksikliği nedeniyle kaygılı ve sakin olan bu çocuklarda “dikkat eksikliği olan her çocukta hiperaktivite de bulunmalıdır” ön yargısı sebebiyle tedaviye oldukça geç başvurulmaktadır.
1.1.4. Hiperaktivite
Hiperaktivite, aşırı hareketlilik olup; bireyin gelişim seviyesine ve yaşına uygun olmayan biçimde çok hareket etmesidir. Aşırı konuşma, genel olarak hareket halinde olma ve uzun süre yerinde duramama ile ifade edilmektedir (Sürücü, 2015).
Hiperaktivite bireyin yaşına göre aşırı konuşkan, aceleci ya da çok daha hareketli olmasıdır. Çocukların yetişkinlere göre daha çok hareketli olması anlamına gelmektedir. Çocukların yetişkinlere göre daha hareketli olması ne kadar doğal olsa da, bu hareketlilik hem çocuğun hem de ailesinin hayatını etkileyecek düzeyde olduğunda hiperaktivite bozukluğuna işaret etmektedir. Küçük çocuklarda motor takılmış gibi koşturmaca ve sürekli bir yere tırmanma gibi hareketler hiperaktivite belirtisi olarak algılanırken, yetişkinlerde uzun süreli bekleme gerektiren durumlarda içsel huzursuzluk duyguları ve aşırı sıkılma hiperaktivitenin semptomlarını oluşturmaktadır. Kırma, vurma ve başkalarına zarar verme hiperaktitive semptomlarından değil, davranım bozukluğu olarak adlandırılan başka bir hastalığın semptomlarındadır. Burada vurgulanması gereken nokta hiperaktivitesi olan kişilerin bir bölümünde saldırganlık gibi davranım bozukluğu belirtileri görülürken, çok önemli bir bölümünde yalnızca hiperaktivite görüldüğünün bilinmesidir.
Dikkat eksikliği ve hiperaktivite belirtileri birbirinden çok farklı olmasına karşın bu bozuklukların ortaya çıkmasına neden olan biyolojik nedenler birbiriyle çok benzer olduğu için bir arada anılmaktadır. Ayrıca DEHB olan bireylerin önemli bir kısmında dikkat eksikliği ve hiperaktivite bir arada görülebilir ve bileşik tip DEHB olarak adlandırılırlar.
7
1.2. Dikkat Eksikliği/Aşırı Hareketlilik Bozukluğu (DSM 5)
Dikkat eksikliği/aşırı hareketlilik bozukluğu DSM 5 tanı kriterleri şu şekildedir (APA, 2013):
“A. Aşağıdakilerden 1 ve/ya da 2 ile belirli, işlevselliği ya da gelişimi bozan süregiden bir dikkatsizlik ve/ya da aşırı hareketlilik-dürtüsellik örüntüsü”
“1. Dikkatsizlik: Gelişimsel düzeye göre uygun olmayan ve toplumsal ve okulla/işle ilgili etkinlikleri doğrudan olumsuz etkileyen, aşağıdaki altı (ya da daha çok) belirti en az altı aydır sürmektedir.”
“Not: Belirtiler, yalnızca karşıt olmanın karşı gelmenin düşmancıl tutumun ya da verilen görevleri ya da yönergeleri anlayamamanın bir dışavurumu değildir. Yaşı ileri gençlerde ve erişkinlerde (17 yaşında ve daha büyük olanlarda) en az beş belirti olması gerekir.”
“a. Çoğu kez, ayrıntılara özen göstermez ya da okul çalışmalarında, işte ya da etkinlikler sırasında dikkatsizce yanlışlar yapar (örn. ayrıntıları gözden kaçırır ya da atlar, yaptığı iş yanlıştır)”
“b. Çoğu kez, iş yaparken ya da oyun oynarken dikkatini sürdürmekte güçlük çeker (örn. ders dinlerken, konuşmalar ya da uzun bir okuma sırasında odaklanmakta güçlük çeker)”
“c. Çoğu kez, doğrudan kendisine konuşulurken, dinleyemiyor gibi görünür. (örn. dikkatini dağıtacak açık bir dış uyaran olmasa bile, aklı başka yerde gibi görünüyor)”
“d. Çoğu kez, verilen yönergeleri izlemez ve okulda verilen görevleri, sıradan günlük işleri ya da işyeri sorumluluklarını tamamlayamaz (örn.işe başlar ancak hızlı bir biçimde odağını yitirir ve dikkati dağılır)”
“e. Çoğu kez, işleri ve etkinlikleri düzene koymakta güçlük çeker; dağınık ve düzensiz çalışır; zaman yönetimi kötüdür; zaman sınırlamalarına uymaz)”
“f. Çoğu kez, sürekli bir zihinsel çaba gerektiren işlerden kaçınır, bu tür işleri sevmez ya da bu tür işlere girmek istemez (örn. okulda verilen görevler ya da ödevler, yaşı ileri gençlerde ve erişkinlerde, rapor hazırlamak, form doldurmak, uzun yazıları gözden geçirmek)”
8
“g. Çoğu kez, işi ya da etkinlikleri için gerekli nesneleri kaybeder (örn. okul gereçleri, kalemler, kitaplar gündelik araçlar, cüzdanlar, anahtarlar, yazılar, gözlükler, cep telefonları)”
“h. Çoğu kez, dış uyaranlarla dikkatli kolaylıkla dağılır. (Yaşı ileri gençlerde ve erişkinlerde, ilgisiz düşünceleri kapsayabilir)”
“i. Çoğu kez, günlük etkinliklerinde unutkandır. (örn. sıradan günlük işleri yaparken, getir götür işlerini yaparken; yaşı ileri gençlerde ve erişkinlerde, telefonla aramalara geri dönmede, faturaları ödemede, randevulara uymakta)”
“2. Aşırı hareketlilik ve dürtüsellik: Gelişimsel düzeye göre uygun olmayan ve toplumsal ve okulla/işle ilgili etkinlikleri doğrudan olumsuz etkileyen, aşağıdaki altı (ya da daha çok) belirti en az altı aydır sürmektedir.”
“Not: Belirtiler, yalnızca, karşıt olmanın, karşı gelmenin, düşmancıl tutumun ya da verilen görevleri ya da yönergeleri anlayamamanın bir dışavurumu değildir. Yaşı ileri gençlerde ve erişkinlerde (17 yaşında ve daha büyük olanlarda) en az beş belirti olması gerekir”
“a. Çoğu kez, kıpırdanır ya da ellerini ya da ayaklarını vurur ya da oturduğu yerde kıvranır.”
“b. Çoğu kez, oturmasının beklendiği durumlarda oturduğu yerden kalkar (örn. sınıfta, ofiste ya da işyerinde ya da yerinde durması gereken diğer durumlarda yerinden kalkar”)
“c. Çoğu kez, uygunsuz ortamlarda, ortalıkta koşturur durur ya da bir yerlere tırmanır. (Not: yaşı ileri gençlerde ve erişkinlerde, kendini huzursuz hissetmekle sınırlı olabilir)”
“d. Çoğu kez, boş zaman ve etkinliklerde sessiz bir biçimde katılamaz ya da sessiz bir biçimde oyun oynayamaz”.
“e. Çoğu kez, boş zaman etkinliklerine sessiz bir biçimde katılamaz ya da sessiz bir biçimde oyun oynayamaz.”
“f. Çoğu kez, ‘her an hareket halinde’dir, ‘kıçına motor takılmış’ gibi davranır (örn. restoranlar, toplantılar gibi yerlerde uzun bir süre sessiz-sakin duramaz ya da böyle durmaktan rahatsız olur, başkalarınca, yerinde durmayan ya da izlemekte güçlük çekilen kişiler olarak görülürler)”
“g. Çoğu kez aşırı konuşur”
9
“h. Çoğu kez, sorulara soru tamamlanmadan yanıtını yapıştırır (örn. insanların cümlelerini tamamlar; konuşma sırasında sırasını bekleyemez”)
“i. Çoğu kez sırasını bekleyemez (örn. kuyrukta beklerken)”
“j. Çoğu kez başkalarının sözünü keser ya da araya girer; sormadan ya da izin almadan başka insanların eşyalarını kullanmaya başlayabilir; yaşı ileri gençlerde ve erişkinlerde, başkalarının yaptığının arasına girer ya da başkalarının yaptığını birden kendi yapmaya başlar.”
“B. On iki yaşından önce birkaç dikkatsizlik ya da aşırı hareketlilik-dürtüsellik belirtisi olmuştur.”
“C. Bir kaç dikkatsizlik ya da aşırı hareketlilik- dürtüsellik belirtisi iki ya da daha çok ortamda vardır. (örn. ev, okul ya da işyeri; arkadaşları ya da akrabalarıyla; diğer etkinlikler sırasında)”
“D. Bu belirtilerin, toplumsan, okulla ya da işle ilgili işlevselliği bozduğuna ya da işlevselliğin netliğini düşürdüğüne ilişkin açık kanıtlar vardır.”
“E. Bu belirtiler, yalnızca, şizofreni ya da psikozla giden başka bir bozukluğun gidişi sırasında ortaya çıkmamaktadır ve başka ruhsal, kaygı bozukluğu, çözülme bozukluğu, kişilik bozukluğu, madde esrikliği yoksunluğu.”
DSM-V’te DSM-IV’de olduğu gibi dikkat eksikliği ve hiperaktivite dürtüsellik olarak iki belirti grubundan söz edilmektedir Bu belirtiler yukarıda verilmiştir. Çocuk ve ergenlerde her belirti grubundan 6’şar belirti tanı için şarttır. 17 yaş üstü için ise DSM-V’te 6 madde yerine, 5 dikkat eksikliği veya hiperaktivite belirtisini karşılamak tanı için yeterli bulunmuştur (APA, 2013).
Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu fevrilik, kaotik hareketlilik, dikkat süresi dağınıklığı/kısalığı ile seyreden, semptomları büyük miktarda yaşam boyu devam eden nörogelişimsel bozukluktur.
DEHB, iki boyutta gelişimsel aksamalara yol açar; dikkat eksikliği (yürütücü ve meta-bilişsel yetersizlik) ve hiperaktif-dürtüsel davranışlar (yürütücü inhibisyon). DEHB genelde okul öncesi başlar, olguların yarısından fazlasında 7 yaş öncesi %93’ünde 12 yaş öncesi, %98’inde 16 yaş öncesi başlamaktadır (Barkley, 2014)
10
DSM-V’te, DSM-IV’ten farklı olarak başlangıç yaşının en geç 12 olarak belirlenmesi oldukça uygun bir adımdır, zira önceki yıllarda yapılan pek çok çalışma aslında belirtileri 7 yaş öncesinde başlayan grup ile belirtilerin 7-12 yaş arası başladığı grup arasında ne semptomlar ne tedaviye yanıt açısından herhangi bir fark olmadığını belirterek 7 yaş sınırının bilimsel geçerliliği olmadığı ve geç başlangıç olan türün de bilimsel geçerliliği olduğunu göstermiştir.
Dikkat eksikliği ve hiperaktivite tanısı koyulurken yukarıdaki kriterlerin yanı sıra çocuğun içinde bulunduğu koşullar da göz önünde bulundurulmalıdır. Okul çağındaki bir çocukta öğretmenin gözlemleri bu bağlamda oldukça önemli olabilir. Ayrıca normal sayılabilecek bir hareketlilik ya da yaramazlık aşırı hareketlilik ile karıştırılmamalıdır. Genel olarak normal hareketlilik ve aşırı hareketlilik şu şekilde birbirinden ayrılmaktadır (Özdoğan ve ark., 2005):
1. Aşırı hareketlilikte davranış amaçsız ve keyfi iken, normal hareketlilikte devamlı nitelikte ve uyumludur. Ayrıca normal hareketlilikte ise belirli bir amaca yönelik hareket edilmektedir.
2. Aşırı hareketlilik dikkati artırmak bir ortamda önemliyse ve kurallı bir ortamda bulunuluyorsa hareketliliğin artmasıdır. Normal hareketlilikte ise dikkati yoğunlaştırmak gerekiyorsa ve ortam sınırlayıcı ise öğrenci-nin hareketliliği azalmaktadır.
3. Aşırı hareketli çocuklar heyecan barındıran durumlarda sakinleşirken, normal durumlarda hareketlilikleri artmakta ve normal hareketli çocuklarda kaygılı anlarda hareketlilik artış göstermektedir.
Öte yandan DEHB tanısı koyulmadan önce ayrıntılı bir değerlendirme ve inceleme süreci gerçekleştirilmelidir. Bu süreçte sorulması gereken sorular şu şekildedir (Şimşek, 2019):
1. Aile içinde ya da çocukta davranış ya da dikkat problemine sebep olabilecek faktörler mevcut mu?
2. Aile geçmişinde DEHB var mı?
11
3. DEHB’nin şiddeti ve alt tipi nedir?
4. DEHB’ye eşlik eden diğer psikiyatrik sorunlar var mı?
5. Aile geçmişinde diğer psikiyatrik sorunlar var mı?
Ayrıca genel olarak dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu görülen çocuklarda şu özelliklere dikkat edilmesi gerekmektedir (Doğangün ve Yavuz, 2011):
1. DEHB görülen çocuk dürtüseldir: Yapacağı davranışlarının sonuçlarını düşün-mez. Herhangi bir soru yöneltildiğinde, henüz soru tamamlanmadan yanıtla-maya başlar, Sözlü yönergeleri dinlememeleri, sırayı beklemekte güçlük çekmeleri ve sabırsızlıkları ile dikkat çeker.
2. DEHB görülen çocuk aşırı hareketlidir: Genellikle bir motor tarafından yöne-tiliyormuşçasına çok hareket ederler. Enerjileri bitmek tükenmek bilmemekte-dir. Herkesi işinden alıkoyan, bağırarak başkalarını rahatsız eden ve sürekli ko-nuşan çocuklarda DEBH olması olasıdır.
3. DEHB görülen çocuk dikkatsizdir: Bu çocukların dikkatleri çevredeki hareket ve seslerle kolayca dağılmaktadır. İşlerinde, okul ödevlerinde ya da diğer et-kinliklerde dikkatsizdir ve hatalar yaparlar, masa başında oturamaz ve oturduk-larında birçok bahane ile sık sık masadan ayrılırlar. Baba ve annelerini ders çalışırken devamlı yanında isterler. Derste sıkıldıkları için sınıfın huzurunu ve dikkatini bozacak tutumlarda bulunurlar. Yükümlülüklerini gerçekleştirmede zorlanırlar ve genellikle düzensizdirler. Sık sık oyuncaklarını, eşyalarını ve materyallerini kaybedebilirler.
Bu özellikleri nedeniyle dikkat eksikliği ve çocuk bozukluğu olan yetişkin ve çocukların başı sıklıkla derde girmektedir. Benmerkezci olabilen bu bireylerin ruh halleri sıkça değişmektedir. Genellikle normal davranış gösterme ve iyi niyetli davranmayı isteseler de bu bireyler gündelik yaşamın yükümlülükleri içerisinde çokça zorluk çekmektedir. Enerjileri oldukça yüksek olan bu bireyler herkesi rahatsız edebilecek nitelikte ve garip sesler çıkarabilmektedir (Whalen, 1989).
12
1.2.1. Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğunda Epidemiyoloji
Bu alanda pek çok araştırma yapılmıştır. Bu araştırmalarda DEHB sıklığına ilişkin birbirinden oldukça farklı sonuçlar elde edilmiştir. Yapılan pek çok çalışma çocuklarda ve ergenlerde DEHB oranının %3-13 arası olduğu bildirilmiştir. Epidemiyolojik araştırmalarda DEHB’nin erkeklerde daha fazla görüldüğü tespit edilmiştir.
Okul dönemindeki çocuklarda DEHB yaygınlığının %3 ila %5 arasında olduğu görülmektedir. Genel olarak cinsiyet açısından bakıldığında literatürde bu bozukluğun kadınlarda erkeklerden üç kat daha az görülme olasılığı olduğu bilinmektedir. Bu düşüklüğün kız çocuklarında genellikle belirtilerin tembellik diye geçiştirilmesi ya da önemsenmemesi nedeniyle görmezden gelinmesi ve erkeklerin daha fazla psikiyatra başvurmasından kaynaklandığı düşünülmektedir. Ayrıca DEHB genellikle diğer davranışsal bozukluklar ile birlikte görülmektedir. Yapılan çalışmalar öğrenme güçlüğü ile DEHB’in birlikte %19 ila %63 oranında görüldüğünü göstermektedir (Austin ve Sciarra, 2012).
Biederman (2005) yaptığı çalışmada okul çağındaki çocuklarda yaygınlığın %10 ila % 5 arasında değiştiğini belirtmiştir. DEHB olgularının %15’inde ise duygu durum bozuklukları ile birlikte seyretme mevcuttur. Yapılan çalışmalar DEHB ile majör depresif bozukluk üstünde ailesel risk analizleri sonucunda ailede dikkat eksikliği olan bireylerde majör depresif bozukluğun olduğu yüksek olduğunu göstermiştir. Ayrıca ergenlerde intihara neden olan etmenlerin incelendiği araştırmalarda DEHB ve duygu durum bozukluğunun beraber görülmesi sonucunda intihar riskinin yükseldiği belirlenmiştir (Biederman ve ark., 1991).
Murphy ve Barkley (1996), yaptıkları çalışmada DEHB tanısı koyulmuş 172 yetişkin ile 30 tanı almamış erişkini karşılaştırmışlardır. Yaptıkları çalışma sonucunda DEHB tanısı koyulmuş grupta kontrol grubuna göre daha fazla madde kötüye kullanımı, davranış ve muhalif bozukluğu olduğu; yasa dışı madde kullanımının daha çok olduğunu belirlemişlerdir. Ayrıca DEHB tanısı koyulmuş erişkinlerde işini sık değiştirme, sürüşte risk alma ve psikolojik uyumsuzluğun daha fazla olduğu belirlenmiştir. DEHB tanısı koyulmuş erişkinler belli ölçüde işten atılmış, istifa etmiş, kötü performans göstermiş ve ehliyetini daha fazla polise kaptırmıştır. Eğitim performansı açısından da DEHB olmayan
13
erişkinlere göre daha kötü oldukları; okulda daha fazla disiplin cezası aldıkları ve evlilik yapmalarının daha fazla oldukları belirlenmiştir. Önceki araştırmaların aksine DEHB’de duygu durum ve kaygı bozukluklarının kontrol grubundan daha fazla olmadığı ortaya çıkmıştır. Sonuç olarak erişkinlerde DEHB’in sürüş riskleri, iş ve okul performans problemleri ve yıkıcı davranış bozuklukları için nispeten spesifik risklerle ilişkili olduğunu belirlemişlerdir.
1.2.2. Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu Ve Cinsiyet
Klinik başvurulara bakıldığında erkeklerin daha fazla başvurduğu görülmektedir. Klinik başvurularda erkek DEHB’lilerin daha fazla başvurması bazı özelliklerle ilgili olabilir; örneğin erkeklerde daha fazla bileşik tip DEHB görülmektedir ve bu özellikler çevreye rahatsızlık verdiğinden bu grupta başvuru daha sıktır, kadınlarda ise daha fazla dikkat eksikliği alt tipi görüldüğünden ve bu da çevreye rahatsızlık vermediğinden başvuru sık değildir. Ayrıca kızlarda daha çok kaygı ve depresyon gibi komorbid durumlar söz konusu olup tabloyu maskelemiş de olabilir. Sessiz, yavaş, ağır ve uyumlu olan bu kız çocukları pek çok kültürde hanım kız olarak algılanıp bu özellikleri makbul görülerek dikkat sorunları önemsenmemiş olabilir. Dikkat eksikliği olgularının %50’si genelde tanı almadan atlanan vakalardır ancak hiperaktivitesi olanlarda tanı atlaması %5’tir. (Kooij, 2010)
1.2.3. Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğunda Etyopatogenez
Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğunun görülme sebeplerini tek bir nedene bağlamak oldukça güçtür ve yeterli bir açıklama değildir. Çalışmaların bir kısmı yeni doğan dönemindeki viral enfeksiyonlar sonucunda beyin fonksiyonlarında meydana gelen bozuklukları, doğum sırasındaki komplikasyonları ve genetiği işaret etmektedir. Bazı çalışmalar ise istismar ve ihmal olan ailelerde, ekonomik ve sosyokültürel düzeyi düşük ailelerde DEHB tanısının daha fazla olduğunu göstermektedir. Beyin gelişim sürecindeki problemler, intoksikasyon, santral sinir sistemi enfeksiyonları, doğumsal nedenler, tehlikeli ortamlarda bulunma, kalıtımsal faktörler, kötü yaşam olaylarının fazlalığı ve model alma genel olarak DEHB sebepleri arasında sayılabilmektedir (Türkyılmaz, 2010).
14
Bunun yanı sıra daha önce de belirtildiği üzere DEHB nörobiyolojik bir bozukluktur. Tarihsel olarak bakıldığında ilk tanımlandığı yıllardan beri minimal beyin hasarı ve sonra beyin işlev bozukluğu bu nörobiyolojik temeli gündeme getirmiştir. Etyopatogenezde genetik, nöroanatomik nörofizyolojik nörokimyasal ve çevresel faktörlerin rolü incelenmiştir (Mukaddes, 2015).
1.2.4. Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğunda Nörokimyasal Faktörler
DEHB’nin nörokimyasal etyolojisini aydınlatmaya çalışan araştırmalar, bu konuda temelde Dopaminerjik sistem (DA) ve indirekt olarak Nöradrenerjik sistemin (NE) önemini gündeme getirerek, DEHB’nin katekolaminerjik işlev bozukluğu olduğunu ileri sürmüştür. Bunlara ek olarak bazı çalışmalar, serotenerjik sistemin (5-HT) agresyon ile arasındaki bağlantı sebebi ile DEHB ile de bağlantılı olabileceğini vurgulamaktadır (Mukaddes, 2015).
1.2.5. Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğunda Nöroanatomik Faktörler
Yapılan çalışmalar, bu bireylerin çocukluktan itibaren normallere oranla beyin hacimlerinin daha küçük olduğu ve bu hacim azlığının genelde yürütücü işlevlerle ilgili bölümlerde görüldüğü yönündedir (Mukaddes, 2015).
Uzun süreli Manyetik Rezonans Görüntüleme (MRI) takip çalışmaları, DEHB’de beyin hacminin küçüldüğünü, özellikle frontal lob, serebellum, korpus kallosumun bazı bölümleri ve bazal gangliyanın aynı yaş grubundaki DEHB’si olmayan bireylerden daha küçük olduğunu bildirmiştir. Bu hacim küçüklüğünün pubertede aynen devam ettiği ve olgunlaşmanın veya yaşıtlarını yakalamanın söz konusu olmadığı da ifade edilmiştir. DEHB’lilerin kardeşlerini de kapsayan çalışmalar, bu grupta daha küçük bir beyine genetik yatkınlık olduğunu ve bundan serebellum da etkilendiğini ortaya koymaktadır (Gillberg 2014). Bazal gangliyanın hacim küçüklüğü DEHB’si olmayan aile bireylerinde de görülürken, serebellumda hacim azalmasının sadece DEHB’li bireyde görülmesi, DEHB ile serebellum arasındaki anlamlı bir bağlantıyı akla getirmektedir (Castellanos, 2002; Durston, 2004).
15
Ayrıca yapılan çalışmalar DEHB’de beyin hacminin normale göre küçük olduğunu; beyindeki beyaz ve gri maddenin azalmış işlevsellik ve hacminin bilişsel işlemlerde, işlem yanıt hızında, motor planlamada ve dikkatte problemlere ve DEHB’de görülen diğer davranışsal sorunlara sebep olduğunu göstermektedir (Cortese, 2012). DEHB’de serebellum, kaudat, prefrontal korteks defisitlerin olduğu birincil alanlardır. Araştırmalar bu alanlarda işlevselliğin azalması ve hacmin küçülmesinin DEHB ile ilişkili olduğunu göstermektedir. Bu beyin alanlarının büyük bir çoğunluğu dikkatle bağlantılı alanlardır. Bu bağlamda globus pallidus, kaudat ve prefrontal korteks hacimleri ile görevi tamamlama, serebral hacim ile dikkat sorunları ve korpus kallozum ile davranışsal ve bilişsel semptomlar arasında ilişki olduğu bildirilmiştir (Mostofsky ve ark., 2002; Kiriş ve Binokay, 2010).
1.2.6. Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğunda Çevresel Risk Faktörleri
Bu alanda yapılan çalışmalar, pek çok pre-peri ve postnatal risk faktörünü DEHB ile bağlantılı bulmuştur. İleri anne yaşı, yetersiz anne eğitimi, ailede DEHB öyküsü, sosyal problemler (Gurevitz ve ark., 2014), ebeveynin sigara ve alkol kullanımı, hamilelikte enfeksiyon, annede kaygı ve stres, düşük doğum tartısı, doğum komplikasyonları, ve neonatal komplikasyonlar, ebeveyn stresi ve ebeveynlik tarzı, erken duygusal yoksunluklar, ayrılıklar, evlat edinme, erken doğum, düşük doğum tartısı, hamilelikte sigaraya maruz kalma, parçalanmış aile, genç yaşta anne olma, ebeveynin antisosyal davranışları ve anne depresyonu (Galera ve ark., 2011) , hamilelikte düşük folik asit düzeyi (Schlotz ve ark., 2010) DEHB ile bağlantılı bulunan çevresel risk faktörleridir.
Özellikle erken yaş ihmallerinin, nasıl DEHB’ye yol açabileceğini araştıran bir grup, erken yaşam evrelerinde yoksunluğun kortikal gelişimi bozabildiğini, dikkat eksikliği ile ilgili bölgelerde atipik işleve yol açtığını bildirmektedir (Mukaddes, 2015). Duygusal yoksunluk, kortikal kalınlıkta azalmaya, özellikle inferior parietal korteks, precuneus ve superior temporal korktekste incelmeye yol açmaktadır. Kurumlarda yetişen ve duygusal yoksunluk taşıyan çocuklarda bu mekanizma DEHB belirtileri ile ilgili görülmektedir (McLauhgin ve ark., 2013)
16
Sonuç olarak, DEHB, yüksek kalıtsallığı olan, altta yatan genetik yapının bütün yaş grupları için benzer olduğu (Asherson, 2012), en çok D4, D5 reseptör genleri ile ilgili kanıtların olduğu, nörokimyasal etkenler arasında monoamin nörotansmitter sistem ile ilgili olduğuna dair kanıtlar sunulan bir nörogelişimsel bozukluktur. DEHB klinik olarak da heterojen bir bozukluk olduğundan, nörobiyolojik etimolojisinin basit izole bir işlev bozukluğundan ziyade, daha bütünleyici komplike modeller ile açıklanması gerekmektedir (Cortese, 2012).
DEHB gelişiminde rol oynayan çevresel faktörlerden biri de diyettir. DEHB ile diyet arasındaki ilişkiyi araştıran çalışmalar, beslenme sonucunda ortaya çıkan eksikliklerin, prenatal dönemde annenin şeker ve yağ asidi bakımından zengin beslenmesinin ve suni gıda boyaları sonucunda ortaya çıkan aşırı hareketliliğinin DEHB ile ilişkili olduğunu düşündürmektedir. Ancak çalışmalarda ki bu hipotez henüz bilimsel olarak kanıtlanmamıştır (Gül ve Öncü, 2018).
1.2.7. Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğunda Genetik Faktörler
DEHB bin etyopatogenezinde temel sebebin genetik olduğuna dair kanıtlar bulunmaktadır. Bu alanda yapılmış ikiz çalışmaları genetik geçişin %76 civarında etkili oldu bildirilmektedir.
Moleküler genetik çalışmaları, dopaminerjik ve noradrenerjik sistemin işlev bozukluğuna odaklanmıştır. DEHB’nin karmaşık genetik yapısı bilinmektedir. Bu alanda 8 gen tanımlanmış, bu genlerden DRD4, DRD5, Dopamin transporter 1 (DAT 1), dopamin beta hidroksilase enzim, (DBH), sertononin transporter enzim (5-HTT), serotonerjik reseptör (HTR1B) ve synaptosomal-assosicated protein -25 KDA (WW-25) DEHB ile istatistiksel olarak anlamlı bağlantılı bulunmuştur (Stein ve McGough, 2008). Dopamin beynin inhibisyon veya fren sistemini uyardığı varsayılmaktadır. Dolayısıyla genetik olarak belirlenmiş bir hipodopaminerjik geçişin, DEHB ile bağlantılı olduğu savunmaktadır.
Bağlantılı çalışmalarında, ailede hem DEHB olan hem de olmayan bireylerde DNA işaretlerine bakılarak, genom taraması ile 5p13, 6q, 7p,11q, 12q ve 17p DEHB ile
17
bağlantılı bulunmuştur. (Hebebrand ve ark., 2006). Yeni bağlantı bulguları, hücre bölün-mesi, hücre yapışması, nöral migrasyon, nöral plastitite ile ilgili genlerle ilişkiyi gündeme getirmiştir. Ancak hiç biri tam olarak anlamlı düzeyde değildir Bazı çalışmalar, otizm ve şizofrenide görülen nadir kopya sayısı değişkenliği (Copy Number Variation, CNV) rolü olduğunu bildirmektedir (Asherson, 2012).
Pek çok çalışma, DEHB bin çok sayıda küçük ancak güçlü genin çevresel faktörler ile etkileşimi ile ortaya çıktığını bildirmiştir (Cortese, 2012).
1.2.8. Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğunda Epigenetik Faktörler
Son yıllarda bilim dünyasında genetik çözümlemelerin ötesine geçen epigenetik düzenlemeler yepyeni bir çalışma alanı yaratmıştır. Evrimsel süreçte çevrenin kalıtım koşullarını etkilediğini ve ataların bu çevreden koşulların etkisiyle kazanılan özelliklerin sonraki nesillere aktarılabileceğini ortaya atan Jean Baptiste Lamarck’ın ardından gelişen süreç ve ilerleyen bilim alanında epigenetik kavramının ortaya çıkması ve epigenetik varyasyonların jenerasyonlar boyunca aktarımı fikri, Lamarck’ın ileri sürdüğü görüşlere farklı bir boyut kazandırmıştır. DEHB ile epigenetik faktörler arasındaki ilişkiye ayrıntılı olarak ilerleyen kısımlarda değinilecektir.
1.2.9. Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Tedavisi
Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu erken ve doğru tanılandığında oldukça kolay ve son derece hızlı bir şekilde tedavisi yapılabilen bir bozukluktur. Fakat çocukluk döneminde DEHB tedavisi uygulanmazsa yetişkinlik ve ergenlik döneminde sorunlar meydana gelebilmektedir. Bunlar içerisinde en fazla görülenler anti sosyal kişilik bozukluğu, alkol-madde bağımlılığı, kaygı bozuklukları ve depresyon şeklindedir. Bu problemler görülmese bile kişiler mesleki anlamda ve sosyal yaşamlarında sorunlar yaşayabilmektedir. Bu nedenle erken dönem tedavisi oldukça önemlidir (Tahiroğlu ve ark., 2005).
Dikkat eksikliği ve hiperaktivitede ilaç tedavisi oldukça yaygındır. Çünkü bu nörobiyolojik bir bozukluktur. Türkiye’de bu bozukluğun tedavisinde doktorların neredeyse %80,4’ü ilaç kullanımına yöneltmektedir. İlaç tedavisi kapsamında ise en fazla
18
stimulanlar ön plana çıkmaktadır (Çakır, 2017). Stimulan tedavisinin yanı sıra farklı ve alternatif ilaç tedavileri görülmektedir. Çünkü bazen tedavi yan etkiler sebebiyle yarıda kalabilmektedir. İlaç satılışı kırmızı reçete ile yapıldığı için ebeveynler bu ilacın kullanımına mesafeli olabilmektedir. Ayrıca dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğuna eş tanı olarak kaygı bozukluğu, alkol ve madde bağımlılığı veya tik bozukluğu olduğunda farklı ilaçlara da gereksinim duyulabilmektedir (Ercan ve ark., 2009).
İlaç tedavisinde alternatif olarak diğer bir seçenek ise atomoksetinlerdir. Bağımlılık yapması sebebiyle stimulanlara mesafeli olan anne ve babalara bu ilaç önerilmektedir. Ayrıca tik ve kaygı bozukluğuna iyi gelmesi, uykusuzluk sorununa yol açmaması ve etki süresinin daha uzun olması atomoksetinlerin avantajlı yanlarını oluşturmaktadır. Bazı yan etkileri stimulanlar ile eş değer olsa da daha avantajlı olduğu düşünülmektedir (Öç ve ark., 2007).
Bunlara ek olarak ilaç tedavisinin yalnız başına yeterli olmadığı düşünülmektedir. Daha verimli sonuçlar için psikoterapi ile desteklenmesi gerekmektedir (Çakır, 2017).
Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu olan çocukların tedavi edilmesinde hem kişisel psikoterapi hem de aileler için bilgilendirici uygulamalar oldukça önemlidir. Ebeveyn tutumu olarak serbest bir tutum ve aşırı hoşgörü yararlı olmayacağı gibi, aksine katı, baskıcı ve cezalandırıcı bir tutum da işlevsel olmayacaktır. Bunun ailelere anlatılması oldukça önemlidir. Çocuk üstünde ailenin uygulaması gereken davranış söndürme tekniklerinin aileye bu bağlamda anlatılması gerekmektedir (Doğangün ve Yavuz, 2011).
Alanyazına bakıldığında ebeveyn tutumlarıyla ilgili birçok araştırma ve bilgi olduğu görülmektedir. Bu bilgiler ve araştırmaların bazıları yurt dışı çalışmalardan çeviriler şeklinde elimize ulaşmaktadır. Ancak kültür farklılığı bu bağlamda oldukça önemli bir noktayı oluşturmaktadır. Her ne kadar kültür farklılığı olsa ve çevirilerin her kültüre uygulanamayacağı düşünülse de çocuğun temel sevgi ve güvenlik gereksinimine cevap verilmesi gerçeği göz ardı edilememektedir. Bu nedenle çocuk üstünde disiplin kurulmak isteniyorsa aradaki güven ve sevgi bağının sağlam temellere kurulması gerekmektedir. Buna ek olarak istenmeyen davranışların olumsuz ceza veya mola gibi
19
yöntemlerle söndürülmesi ve istenen davranış ve tutumların pozitif pekiştirilmesi gibi yaklaşımlar tedavide kullanılabilmektedir (Tahiroğlu ve ark., 2005).
Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğunda diğer bir tedavi yaklaşımı ise hareketin durdurulması ve harekete yön verilmesidir. Alanyazındaki bilgiler spor ve egzersizin bireylerin sağlığına pozitif etkide bulunduğuna, çocukların bilişsel ve sosyal gelişimlerini pozitif yönde desteklediğini göstermektedir. Ayrıca DEHB bulunan çocuklarda belirtilerin egzersiz ile azaltıldığının kanıtlandığı çalışmalar da bulunmaktadır. Topçu ve arkadaşları (2007), yaptıkları bir çalışmada ardışık olarak figür ve hareketlerin sergilenmesi ile yapılan folklor egzersizinin, DEHB tanısı koyulmuş çocuklarda farklı şekillerde görülen semptomları azalttığını belirlemişlerdir.
1.3. Epigenetik
Kavramsal çerçevede önemli yer tutan epigenetik ile ilgili genel bilgiler aşağıda alt başlıklar halinde verilmektedir.
1.3.1. Epigenetiğin Tarihçesi ve Tanımları
20. yüzyılın ortalarında Conrad H. Waddington ve Ernst Hadorn gibi saygın bilim adamları genetik ve gelişimsel biyolojiyi birleştirme amacı ile, şu anda epigenetik olarak adlandırdığımız yeni bir alan üzerinde çalışmalar başlattılar. 1942'de Waddington tarafından kullanılmış olan, genetik süreçlerin gelişme üzerindeki etkisini ilk olarak tanımlayan epigenetik terimi, Yunanca “epigenesis” kelimesinden türetilmiştir. 1990'larda genetik asimilasyona olan ilgi yeniden artmıştır. Bu, Conrad Waddington’un çevresel stresin Drosophila meyve sineklerinde bazı fenotipik özelliklerin genetik olarak asimilasyona yol açtığına dair gözlemlerinin, epigenetiğin moleküler temelinin aydınlatılmasına yol açmıştır. O zamandan beri, araştırma çalışmaları bu tip değişikliklerle ilgili epigenetik mekanizmaları çözmeye odaklanmıştır.
Epigenetik, DNA sekansındaki değişiklikler dışındaki mekanizmaların neden olduğu gen ekspresyonundaki değişiklikleri inceler. Epigenetiğin moleküler temeli, DNA'nın temel yapısını değiştirmeden belirli genlerin aktivasyonunu veya represyonunu içerir. En yaygın örnek, embriyoda bulunan pluripotent hücresinin dönüşümünün,
20
hücrelerin kas, kemik ve nöronlar olarak farklılaşmasına yol açmasıdır. Bu epigenetik değişiklikler, hücre bölünmesi üzerinde korunur, böylece kas hücreleri, kemik hücreleri değil kas hücreleri üretmeye devam eder (Li, 2002; Robertson 2005; Tsankova ve ark. 2007). Çoğu epigenetik değişiklik, kişiye özgündür. Fakat kişinin yaşamı boyunca, DNA'daki bir mutasyon ortaya çıkarsa, bazı epigenetik değişiklikler bir nesilden diğerine miras kalır. (Chandler, 2007)
Halen sürmekte olan ve 1969'da Griffith ve Mahler tarafından 1969'da yapılan çalışmalara dayanan, DNA metilasyonu en geniş şekilde araştırılmış ve iyi karakterize edilmiş epigenetik modifikasyonlardan biri olmuştur. DNA metilasyonunun uzun süreli hafıza fonksiyonunda önemli olabileceğini öne sürülmektedir. Diğer majör epigenetik mekanizmaları, histon modifikasyonu ve kodlayıcı olmayan RNA mekanizmalarını içerir. Son yıllarda epigenetiğe olan ilginin artması, epigenetik değişiklikler ile, çeşitli kanserler, zeka geriliği ile ilişkili bozukluklar, immün bozukluklar, nöropsikiyatrik bozukluklar ve pediatrik bozukluklar gibi bir dizi rahatsızlık arasındaki ilişki hakkında yeni bulgulara yol açmıştır .
1.3.2. Epigenetik Kalıtım
Günümüzde DNA aracılığı ile genetik bilginin anne-babadan çocuklara aktarılmasının yanı sıra epigenetik işaretlerin de kalıtılabildiği bilinmektedir. Çevresel koşulların DNA ifadesinde neden olduğu değişimlerin bir sonraki kuşağa transfer edilebilmesi, epigenetik yeniden programlama mekanizmaları ile doğrudan ilişkilendirilmektedir. Bu yeniden programlama mekanizmalarından kaçan epigenetik değişikliklerin nesiller boyunca aktarılması; epigenetik taşımada meydana getirilen epigenetik hafıza süreçleriyle sağlanmaktadır (…)
Epigenetik değişiklikler beslenme, toksik maddeler ve stres gibi çevresel faktörlere maruz kalma sonucunda ya da sporadik olarak gerçekleşmektedir. Çevresel faktörlerin meydana getirdiği epigenetik değişiklikler embriyonik aşamada preimplantasyon yeniden programlamadan kaçabildiği gibi erişkinlik aşamasında da sürekliliğini koruyabilmekte ve gelecek nesillere aktarılabilmektedir. Buna interjenerasyonel kalıtım modeli adı verilmektedir (Heard ve Martienssen, 2014)
21
1.3.3. Stresin Epigenetik Düzenlemelerde Etkisi
Çevresel etmen olarak epigenetik düzenlemelerde rol oynayan stresin, nesiller boyunca taşınabildiği bilinmektedir. Hayvan modelleri ile yapılan araştırmalarda özellikle yavru bakımı ve maternal davranış sürecinde meydana gelebilecek stres etmenlerinin yavrularda stres ve korku hafızası oluşturabileceği gösterilmiştir (Nestler, 2016). Sıçanlarla gerçekleştirilen diğer bir araştırmada yavru bakımı sürecinde annelerin stresli olmasının, yavruların hipokampus bölgesinde glukokortikoid reseptörünün (GR) baskılanmasına sebep olduğu belirlenmiştir. Histon deasetilasyonu ve DNA metilasyonu artışı ile GR ifadesinin baskılanması sonucunda, strese duyarlı genleri kontrol eden GR’nin bu genleri de baskıladığı ve bu düzenlemenin sonraki nesillere taşındığı saptanmıştır (Francis ve ark., 1999)
Gerçekleştirilen araştırmalar sperm hücrelerinde paternal stres sonucunda meydana gelen epigenetik düzenlemelerin de sonraki nesillere taşınarak yavrularda stresle ilişkili fenotip oluşumunda rol oynadığını göstermiştir (Ge ve ark., 2011). Yapılan bir çalışmada farelerde yetişkinlik ya da ergenlik döneminde kronik strese maruz kalan erkek farelerin spermlerinde miRNA ifadelerinde dokuz adet değişiklik olduğu ve bu değişikliklerin miRNA’ların yavruların beyinlerinde stresle ilişkili olan genlerde meydana gelerek; kontrol grubunda da stres fenotipi oluştuğu belirlenmiştir (Fuller-Carter ve ark., 2015).
1.4. Travma
Kavramsal çerçevede önemli yer tutan travma ile ilgili genel bilgiler aşağıda alt başlıklar halinde verilmektedir.
1.4.1. Travmanın Tanımı
Travma en genel tanımı ile travmayı deneyimleyen kişi tarafından anlamlandırılamayan olay ve deneyimlere verilen isimdir. Diğer bir tanımı ile travma, bireyin anlamlandırma süreçlerini bozan, panik, kaygı ve dehşet yaratan, beklenmedik ve ani şekilde gerçekleşen, günlük rutini bozan travmatik olay ve yaşantılar olarak tanımlanabilmektedir.
22
Travma bir insanın kendisinin ya da diğer insanların fizik bütünlüğüne ağır bir yaralanma, ölüm tehdidi ya da ölüm gibi tehdit olayıdır (Çolak ve ark., 2010). Travma bireyin davranışsal, duygusal ve fiziksel bütünlüğüne tehdit meydana getiren, normal hayat koşullarını zorlaştıran ve baş edilmesi güç durumlar ve yaşantılardır. Ayrıca cinsel şiddete maruziyet, ciddi yaralanma gibi olaylar da travma kapsamına girmektedir. Travma doğal afet, tecavüz veya kaza gibi korkunç bir olaya bireyin verdiği duygusal tepkiyi ifade etmektedir (Lotfi ve Başcıllar, 2017).
Bu tanımlardan da anlaşıldığı üzere travmatik olaylar kişilerin hayatında önemli değişiklere sebep olan ve gündelik hayatın akışını bozan olaylardır. Bu olaylar bazen trafik kazası, yakınların kaybı, hastalık, işkence, savaş, doğal afet olabileceği gibi, bireylerin vücut dengelerini bozan ve baş edemedikleri farklı türde olaylar da olabilmektedir. Travma geçiren bireyler genellikle travma yaşantılarını şu şekillerde deneyimlemektedir (Aker, 2012):
 Birey doğrudan olaya maruz kalabilmektedir.
 Birey olayı yaşayan kişiye yardım ediyor olabilmekte ve onun yaşadıklarına şahit olabilmektedir.
 Bireyin yakın ilişki kurduğu çevredeki bireylerin başına travmatik bir olay gelebilmektedir.
Bu gibi olaylara dair suçluluk hissetme, çaresizlik içinde olma, dehşete kapılma, korkma ve utanma gibi tepkiler verildiğinde, bireyin travmatik olay ya da ruhsal travmatik yaşantı deneyimlediği düşünülmektedir.
Travmalar kendi içerisinde toplumsal travmalar ve bireysel travmalar olmak üzere iki başlık altında incelenebilmektedir. Toplumsal travmalar zorunlu göç, soykırım, ekonomik krizler, bulaşıcı hastalıklar, doğal afetler ve terör gibi olayları kapsarken; bireysel travmalar aşağılanma, terk, ihmal, dışlanma, kıyaslanma, başarısızlık, mal kaybı, uzun süren işsizlik ya da iş kaybı, boşanma ve ayrılıklar, ani ölümler, sakat kalma, yaralanma, soyulma/gasp, kürtaj, düşük, plansız gebelik, ani ameliyat ve hastalıklar, trafik ve ev kazaları, patlama, yangın, tutsaklık, işkence, cinsel istismar/tecavüz gibi
23
olaylar, aile içi ya da dışı istismar ve şiddet gibi durumları kapsamaktadır (Oflaz ve ark., 2010).
Bir olayın travma olarak değerlendirilebilmesi için bireyin kendisinin ya da bir başkasının hayati bütünlüğüne karşı tehdit oluşturan, beklenmedik ve ani bir şekilde gelişen bir olaya tanık olması ya da maruz kalması; bu olay karşısında dehşete düşme, çaresizlik ya da aşırı korku gibi teokiler vermiş olması gerekmektedir (Gates ve Gillespie, 2008).
Travmaya normal dışı yapan en önemli nitelik, bireyin gündelik hayatını sürdüren işlevlerini ve uyumunu ciddi manada hasara uğramış olmasıdır. Bu doğrultuda psikolojik anlamda travma olayı deneyimleyen bireyin değerlendirmesi ve algısı doğrultusunda tanımlanmaktadır. Bununla beraber her travmatik yaşantı, her bireyde aynı tepki ve etkileri ortaya çıkarmamaktadır. Zira travmaya maruz kalan kişinin bu olaya nasıl tepkilerde bulunacağını; travmanın etkilerinin gelecekte ruhsal bir hastalığa dönüşüp dönüşmeyeceği; travma şiddetinin yanında bireyin geçmiş stres ve travma yaşantıları, sosyal destek kaynakları, stresle başa çıkma yöntemleri, aile öyküsü ve genetik yatkınlığı gibi faktörler etkileyebilmektedir (Demetriades ve ark., 2003).
1.4.2. Travma Tanımının Tarihsel Gelişimi
Travma kavramı bireyin bedensel ve ruhsal varlığını çok çeşitli şekillerde yaralayan, inciten ve sarsan her çeşit durum ve olayı tanımlamak için kullanılır. 19. yy ve 20. yy ilk yarısında genelde travma fiziksel travma olarak kullanılmıştır. Psikolojik alanda kullanımı oldukça sınırlı kalmıştır. (Jones ve Wessely, 2007). Günümüzde travma kelimesi bedene gelen bir zarar olarak tanımlanır. (Kocatürk, 2005). 18. yüzyılda ve öncesinde travma kavramı bilinmemekte olup travmaya maruz kalan ve travma sonrası stres bozukluğu yaşayan kişilerin zihinsel bir hastalık yaşadığı zannedilmiştir. (Micale, 1989).
1980 yılındaki Fransa Prusya savaşına giden sağlıklı askerlerin dönüşte ruhsal sorunlar yaşaması üzerine travma kavramı psikiyatrik olarak kullanılmaya başlanmıştır. O dönemde çalışan psikiyatristler askerlerin yaşadığı bu durumda ‘travmatik nevroz’ adını vermiştir (Veith, 1977). Askerler savaş öncesindeki davranış ve rutinlerine geri
24
dönememiştir ve hayattan aldıkları keyif azalmıştır. Bu davranışlar Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) ölçütlerine benzer belirtiler olarak kabul edilmiştir (Norman, 1989).
1970’li yıllara geldiğimizde, dönemin kadınlarının maruz kaldıkları ev içi şiddeti engellemek ve sosyal hayatta eşitlik elde etme çabaları sonucunda örgütlenmeleri nedeni ile travmanın günlük yaşamı nasıl etkilediğine yönelik araştırmalar yapılmaya başlanmıştır. (Avina ve O’Donohue, 2002). Bir yandan savaşta gazi olanlar için kurulan derneklerin çalışmaları, diğer yandan kadın hakları savunucularının şiddetin etkileri üzerine yaptıkları çalışmalar, psikiyatri dünyasında travma konusunun tekrar değerlendirilmesini sağlamıştır. Bu çalışmalardan elde edilen sonuçlar neticesinde travmanın psikiyatrik bozukluğa yol açtığı bilimsel olarak kabul görmüştür. Ve 1980’de Amerikan Psikiyatri Derneği (APA) travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) adında yeni bir kategori oluşturarak resmi mental bozuklukları (DSM- III) kitabına almış, karakteristik travma sendromu psikiyatrik bir tanı olarak kabul edilmiştir.
Hem kadın hakları savunucuları hem de gazi derneklerinin şiddetin etkileri üstüne yaptıkları sosyal deneyler, travma konusunun psikiyatristler tarafından yeniden değerlendirilmesini sağlamıştır. Bu araştırmalar ile elde edilen verilerin incelenmesiyle bilimsel olarak travmanın psikiyartik bozukluklara neden olabildiği kabul edilmiştir. Amerikan Psikiyatri Derneği-APA 1980 yılında resmi mental bozukluklar kitabı DSM III’e “Travma Sonrası Stres Bozukluğu-TSSB” isimli yeni bir kategoriyi eklemiş ve ilk defa travma sendromu psikiyatrik bir tanı olarak değerlendirilmiştir.
TSSB’nin DSM III’de verilen tanı kriterleri ve belirtileri ile Kardiner’in travmatik nevrozundaki belirtilerin ciddi ölçüde örtüşmesi; psikiyatrik hastalıklarla travma ilişkisini resmen kabul ettirmiştir. Psikiyatri tarihinde travma olgusunun gösterdiği değişim, bilimsel alanda psikiyatrik hastalıkların geçirdiği süreci anlamada oldukça önemli bir yer tutmaktadır. DSM III’e TSSB’nin girişi ile birlikte travma artık farklı şekillerde ele alınmaya başlamış ve bu durum resmi kılavuzları da etkilemiştir (Kokurcan ve Özsan, 2012).
Psikolojik Travma tanılamasına ve türlerine geçmeden önce kısa bir şekilde travma tarihçesini bir de DSM’ler akışı ile bakmak ve böylece travmanın tanımlanması ve tedavisinde ki akışı bir görmek gerekir. Bu açıdan travma kavramının psikiyatri
25
literatürüne girişi ve gelişimi terapistler için her zaman için önemli bir konu olmuştur (Yehuda ve McFarlane, 1995). Yine travmanın tanımı da tartışmalara konu olmuş̧ ve süreç̧ içinde değişime uğramıştır. Bu değişimi yayımlanmış̧ DSM’lerde izlemek mümkündür (Wilson, 1994). Örneğin zorlu yaşam olaylarına “travma” denilmesi ilk defa DSM-III ile olmuştur.
1.4.3. Çocukluk Çağı Travması
Çocukluk cağı travmaları, çocuklukta ve adölesan çağda yaşanan fiziksel, duygusal ve cinsel istismar, fiziksel ihmalin yaşanması sonucunda duygusal, fiziksel, bilişsel, davranışsal ve sosyal alanlardan gelişimi etkileyen durumlardır.
Cinsel istismar, daha cinsel olgunluğa erişmemiş bir ergen ya da çocuğun, bir yetişkin tarafından cinsel ihtiyaç ve arzularını karşılamak için kandırma yoluyla ya da tehdit ve güç kullanarak kullanılmasıdır (Aktepe, 2009) Fiziksel istismar, çocuğa kayışla ya da kemerle vurma, çocuğu fırlatma, zehirleme, boğma, sarsma, vurma, tekmeleme, itip kalkma, tokat atma, yumruk atma, yakma, dövme, yaralama ve hırpalama şeklinde kasti bir şekilde çocuğa fiziksel açıdan zarar verme (Ekinci, 2010); duygusal istismar; çocuğu saatlerce bir yerde kilitli tutma, çocuğu tehdit etme, reddetme, küçük düşürme, küfretme, lakap takma ve alaylı konuşma ve bağırma gibi eylemleri içeren ve çocuğun gereksinimi olan bakım, sevgi ve ilginin verilmemesi ile ön plana çıkan bakım veren ve çocuk arasında normal bir hal almış olan zarar verici tekrarlı bir etkileşim örüntüsü (Şenkal ve Işıklı, 2015); fiziksel ihmal; 18 yaşından küçük olan bir gencin ya da çocuğun yetersiz bakım verme, hijyen, giydirme ve beslenme nedeniyle zarara uğraması (Taner ve Gökler, 2004); duygusal ihmal ise çocuğa bilişsel ve duygusal gelişimi için gereksinim duyguyu sevgi ve ilgiyi göstermemek (Glaser, 2002) olarak tanımlanmaktadır.
Çocukluk döneminde yaşanan ihmal ve istismarlar sonucunda çocuğun gelişim sürecinde istenmeyen ve hoş olmayan sonuçlar oluşabilmektedir (Wilcox ve ark., 2004). Çocukluk çağı istismarı ve ihmalinin bireyde psikopatoloji gelişiminde önemli olduğu (Etain ve ark., 2010); şiddet ve suç işleme davranışlarında artış, panik bozukluğu, gelişimsel bozukluklar, konversiyon bozukluğu, borderline kişilik bozukluğu, travma sonrası stres bozukluğu, yüksek oranda depresyon, uyurgezerlik, trans benzeri durumlar, aşırı fantezi kurma, istismarın erken döneminde amnezi, ikincil enürezis, dikkat eksikliği
26
ve hiperaktivite bozukluğu korku tepkisi, bedensel yakınmalar, gobiler, kabuslar ve uyku bozuklukları (Güleç ve ark., 2012); antisosyal kişilik bozukluğu (Algül ve ark., 2009); dissosiyatif belirtiler (Evren ve Ögel, 2003); öz kıyım davranışı ve kendine fiziksel zarar verme (Zoroğlu ve ark., 2001); özellikle anksiyete ve duygudurum bozuklukları başta olmak üzere diğer psikiyatrik hastalıklar (Örsel ve ark., 2011) ile ilişkili ve önemli bir faktör olduğu bilgisi yer almaktadır.
1.4.4. Travmanın Nesiller Arası Aktarımı
Transjenerasyonel epigenetik kalıtımla ilgili insanlarda da yapılan çalışmalarda, stres, beslenme ve toksik maddeler gibi çevresel faktörlerin sonraki nesillerde oluşturduğu hastalıklarla ilgili bulgular rapor edilmiştir.
İkinci Dünya Savaşı döneminde Hollanda’da yaşanan kıtlık sırasında, kıtlığa maruz kalan hamile kadınların çocukları incelendiğinde, bu çocukların prematüre doğdukları ve yetişkin dönemlerinde yüksek glukoz intoleransı riski taşıdıkları saptanmıştır. Uterusta açlığa maruz kalan jenerasyonun çocuklarında prematüre doğum oranın arttığı gözlemlemiştir (Lumey ve ark., 2009)
Dünya savaşları gibi büyük travmatik deneyimler yaşayan nesillerin sonraki kuşaklara olan etkisini araştıran Rachel Yehuda ve ekibi, önceki neslin deneyimlediği travmanın sonraki nesillerde posttravmatik stres bozukluğu olarak kendini sürdürdüğünü yaptıkları araştırma sonucunda elde ettikleri bulgularla açıklamışlardır. New York’taki Mount Sinai Hastanesi’nde yapılan çalışmada Holokost’tan kurtulan 32 kişi ve çocuklarının genleri incelendi. Bu kişiler Holokost sırasında Avrupa dışında yaşayan Yahudi ailelerden gelen çocuklara kıyasla, daha yüksek stres bozukluğu yaşadığı tespit edilmiştir.
Holokost mağdurları üzerinde yapılan başka bir çalışma Çek Cumhuriyeti’ndeki Masaryk Üniversitesi’ndeki araştırmacılarından geldi. Araştırmacıların bulduğu bulgular, ruh sağlığının aynı aileden en az üç nesli etkilediği yönündeydi. Araştırmacılar toplama kamplarından sağ kalanların yakınlarının akrabaları ile bağlantısı olmayan bir kontrol grubuna göre, Holokost mağdurlarının akrabalarında beynin strese cevap veren, hafıza,
27
motivasyon, duygu, öğrenme ve davranıştan sorumlu alanlarda daha az gri maddeye sahip olduğunu bulgulamışlardır.
Aradan geçen 70 yıla rağmen Holkost’un beyin üzerindeki etkisi hala devam ettiğini gösteren çalışmada Nazi kamplarından kurtulan 79-80 yaşlarındaki 56 kişinin MRI taramaları ile Holokost’a maruz kalmayan kişilerin MRI taramaları ile karşılaştırıldı. Deney grubunda TSSB ile ilişkili beyin bölgelerde gri maddede azalma tespit edilmiştir.
Çalışma epigenetik miras teorisini- çevresel faktörlerin yeni doğanın genetiğini etkilediği fikrini destekliyor. Masaryk Üniversitesinde bir nörolog olan Ivan Rektor erken bulguların Holokost mağdurlarının hayatta kalan çocuklarında kötüleşme olduğunu gösterdiğini belirtti. Profesör Rektor bu bulguların tedavi ve terapide savaş gazileri ve torunlarına odaklanması ve desteklenmesi konusunda fayda sağlayacağını bildirmiştir (…)
Yerkes National Primate Araştırma Merkezi’nde, Emory Universitesi’nin yaptığı bir başka çalışmada F1 jenerasyonunun yaşadığı travmanın F2 jenerasyonunda izleri arandı. Prof. Dr. Kerry Ressler ve Dr. Brian Dias’ın yaptığı çalışmada bir grup fareye koku koklatılarak elektroşok verildi. Fareleri koku konusunda duyarlılık göstermeye başladılar. Kokuya duyarlı olan farelerden doğan F2 jenerasyonuna aynı şekilde kokuya karşı korku tepkileri verdikleri gözlemlendi. Ressler, sonuç olarak, kokuya cevap veren reseptörü kodlayan gen dizisi değişmemişken, genin düzenleniş şeklinin etkilendiğini, diyet ve hormon gibi değişiklilerin yanı sıra travmanın genelleştirilmiş etkilerinden bazılarının epigenetik olarak aktarılabileceğine dair bazı kanıtlara ulaştıklarını belirtmiştir (….)
Finlandiya Torku Üniversitesi bünyesinde yapılan bir çalışmada, Finlandiya'da göçmen babası olan çocuklarda görülen TSSB oranının, ikisi Finli olan anne babanın çocuklarına oranla iki kat fazla olduğu gözlemlendi. Çalışmada en riskli grup içinde köken olarak Kuzey Afrika ve Ortadoğulu ailelerin bulunduğu açıklandı. Göç sırasında ebeyevnlerin maruz kaldığı travmatik ve zor deneyimlerinin sonraki nesilde Travma Sonrası Stres Bozukluğu olarak aktarıldığı yönünde görüş belirten Turku Üniversitesi Çocuk Psikiyatrisi Araştırma Merkezi'ndeki araştırmacılar okulların ve klinisyenlerin
28
nesiller arası travma aktarımı konusunda daha bilinçli olmaları gerektiğini vurgulamıştır (Silwal ve ark., 2019).
İsveç’te çocukluklarında travmatik deneyim yaşayan ebeveynlerin çocuklarındaki maladaptive bozukluklarla olan ilişkisi üzerine bir araştırma yapıldı. Krystal ve Neiderland (1968), Rakoff ve arkadaşları (1966) ve Sigal ve Rakoff (1971), hepsi çocuk psikopatolojisini tanımlamak amacıyla ebeveynleri toplama kamplarından kurtulan çocuklarla çalıştılar.
Travma geçirmiş ebeveynlerin çocukların ile klinik gözlemler yapılan çalışmada ampirik literatür iki açıdan incelenmiştir. Toplama kapmından kurtulanların çocukları ve savaş gazilerinin çocukları. Sonuçlar çocuklardaki psikopatoloji ile ebeveynlerin maruz kaldığı aşırı stres ile bağlantılı olarak ortaya çıkmıştır. Harkness Vietnam savaşından kurtulan Amerikan gazilerinin çocukları ile çalışmıştır. Çocuklardaki depresyon, anksiyete, hiperaktivite ve şizoid kişilik özellikleri ile ebeveynlerin deneyimledikleri travma arasında yüksek ilişki bulunmuştur (Daud ve ark., 2005).
Yine İsveç’te Karonliska Enstitüsü Asdtrid Lindgren Çocuk Hastane’sinde çocuklardaki Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu ve Post Travmatik Stres bozukluğunda ebeveynin travmatik deneyimleri ile ilişkisi olup olmadığını araştıran bir çalışmanın sonuçlarına göre travmatize olmuş ebeveynlerin çocuklarında TSSB ve DEHB riski daha yüksek bulunmuştur. (…)
Orjinal ismi ile Parent’s Adverse Childhood Experiences and Their Children’s Behavioral Health Problems (Ebeveynlerin Çocukluk Çağı Travmaları ve Çocuklarının Davranış Sağlığı Sorunları) çalışmasında duygu durum bozukluğu, davranış bozukluğu ve dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu tanısı almış 2529 çocuğun ebeveynlerinden 4 ya da fazla çocukluk çağı travması olanların çocuklarında diğerlerine oranla daha yüksek bir skor elde edilmiştir (Schickedanz ve ark., 2019).
Bu tez çalışmasında bulgulanmak istenen, bu bilgiler doğrultusunda ebeveynin çocukluk çağı ruhsal travmaları ile çocuklarındaki dikkat eksikliği ve hiperaktivite arasında bir ilişkinin olup olmadığıdır. Nesiller arası travma aktarımı DEHB’nda bir risk faktörü müdür? Bu soruya cevap aradık. Elde ettiğimiz bulgular aşağıdaki gibidir
29
2. YÖNTEM
2.1. Evren ve Örneklem
2.2. Veri Toplama Araçları
2.3. Verilerin Elde Edilmesi
2.4. Verilerin Analizi
Çalışmada elde edilen bulgular değerlendirilirken, istatistiksel analizler için SPSS (Statistical Package for Social Sciences) for Windows 16.0 programı kullanıldı. Çalışma verileri değerlendirilirken parametrelerin normal dağılıma uygunluğu Kolmogorov-Smirnov testi ile değerlendirilmiştir. Çalışma verileri değerlendirilirken tanımlayıcı istatistiksel metotların (Ortalama, Standart sapma, Sayı ve Yüzde) yanı sıra değerlendirmelerde, Niceliksel veriler arasındaki ilişkinin incelenmesi için Speraman’s Korelasyon Analizi kullanıldı. İlişkisi olan değişkenlerin etki oranlarını görebilmek için Basit Doğrusal Regresyon Analizi kullanıldı. Sonuçlar %95’lik güven aralığında, anlamlılık p<0.05 düzeyinde değerlendirildi.
30
3. BULGULAR
3.1. Katılımcıların Sosyodemografik Özelliklerine Ait Bulgular
Çalışma …………….. tarihleri arasında toplam 29 katılımcı tarafından gerçekleştirilmiştir. Katılımcıların annelerinin yaşları 20 ile 45 yıl arasında değişmekte olup ortalama 32,28±5,02 yıldır. Babalarının yaşları 25 ile 44 yıl arasında değişmekte olup ortalama 35,71±4,86 yıldır.
Tablo 1. Katılımcıların Ailelerine Ait Sosyodemografik Özelliklerin Dağılımları
Anne
Baba
n
%
n
%
Yaşamınızın Büyük Çoğunluğunun Geçtiği Yer
Büyükşehir
3
10,3
6
20,7
Şehir
16
55,2
20
69,0
Kasaba
9
31,0
1
3,4
Köy
1
3,4
2
6,9
Anne Hayat Durumu
Hayatta
22
75,9
27
93,1
Hayatta Değil
7
24,1
2
6,9
Baba Hayat Durumu
Hayatta
23
79,3
23
79,3
Hayatta Değil
6
20,7
6
20,7
Eğitim Durumu
İlkokul Mezunu
2
6,9
-
-
Ortaokul Mezunu
9
31,0
6
21,4
Lise Mezunu
13
44,8
16
57,1
Üniversite
5
17,2
6
21,4
Algılanan Gelir Düzeyi
Düşük
4
13,8
2
6,9
Orta
14
48,3
19
65,5
Yüksek
11
37,9
8
27,6
Bebekliğinizde Bakımınızı Büyük
Annem
19
67,9
26
92,9
Babam
5
17,9
1
3,6
31
Ölçüde Kim Üstlen-mişti
Bakıcım
1
3,6
1
3,6
Kreş
1
3,6
-
-
Anneannem/Babaannem
2
7,1
-
-
Çekirdek Ailenizde Psikiyatrik Tanı Var Mı?
Annem
-
-
3
27,3
Babam
5
71,4
6
54,5
Kardeşim
2
28,6
2
18,2
Hali hazırda Psikiyatrik Tanı Var Mıdır?
Evet
2
6,9
3
11,1
Hayır
27
93,1
24
88,9
Önceden Almış Olduğunuz Psikiyatrik Tanı Var mı?
Evet
-
-
3
11,1
Hayır
27
100,0
24
88,9
Şu Ana Kadar Hiç Fiziksel/Bedensel Bir Hastalık Geçirdiniz Mi?
Evet
6
20,7
9
32,1
Hayır
23
79,3
19
67,9
Tablo 1’de çalışmaya katılan ebeveynlerin sosyodemografik özelliklerinin dağılımlarının sonuçları verilmiştir. Buna göre katılımcı annelerin 3’ünün (%10,3), babaların 6’sının (%20,7) büyükşehirde, annelerin 16’sının (%55,2), babaların 20’sinin (%69,0) şehirde, annelerin 9’unun (%31,0), babaların 1’i (%3,4) kasabada ve annelerin 1’i (%3,4), babaların 2’si (%6,9) köyde yaşamının çoğunluğunu geçirmektedir.
Annelerin 22’sinin (%75,9), babaların 27’sinin (%93,1) annesi, annelerin 23’ünün (%79,3), babaların 23’ünün (%79,3) babası hayattadır. Annelerin 13’ü (%44,8) ortaokul, babaların 16’sı (%57,1) ortaokul mezunudur.
32
Annelerin 14’ünün (%48,3), babaların 19’unu (%65,5) gelir düzeyi orta seviyedir. Annelerin 19’u (%67,9), babaların 26’sı (%92,9) bebekken büyük ölçüde annesi tarafından bakılmıştır.
Katılımcı annelerin 5’inin (%71,4), babaların 6’sının (%54,5) babası psikiyatrik tanı almıştır.
Katılımcı anne (%93,1) ve babaların (%88,9) büyük oranda hali hazırda psikiyatrik tanısı olmadığı görülmüştür.
Katılımcı anne (%100) ve babaların (%88,9) büyük oranda önceden almış oldukları psikiyatrik tanısı olmadığı görülmüştür.
Katılımcı anne (%79,3) ve babaların (%67,9) büyük oranda şu ana kadar fiziksel/ bedensel bir hastalık geçirmediği görülmüştür.
3.2. Annenin Çocukluk Çağı Travmaları İle Çocuğun DEHB Düzeyleri Arasındaki İlişkiye Dair Bulgular
Annenin çocukluk çağı travmaları ile çocuğun DEHB düzeyleri arasındaki ilişkiye dair bulgular aşağıda verilen Tablo 2’de verilmektedir.
Tablo 2. Annenin Çocukluk Çağı Travmaları İle Çocuğun DEHB Düzeyleri Arasındaki İlişkinin İncelenmesi
Dikkatsizlik
Hiperaktivite
DEHB
Karşılıklı muhalefet
Davranış bozukluğu
Kaygı/ depresyon
r
p
r
p
r
p
r
p
r
p
r
p
Duygusal İstismar
,193
,316
,328
,083
,304
,109
,634
,000**
,522
,004**
,211
,271
33
Fiziksel İstismar
,213
,268
,221
,250
,291
,126
,469
,010*
,597
,001**
,345
,067
Fiziksel İhmal
-,111
,566
-,071
,713
-,033
,865
-,119
,540
-,117
,544
-,361
,054
Duygusal İhmal
,202
,293
,082
,673
,117
,546
,105
,588
,089
,648
,095
,623
Cinsel İstismar
,502
,006**
,461
,012*
,425
,021*
,423
,022*
,611
,000**
,363
,053
*p<,05 **p<,01
Tablo 2’de çalışmaya katılan annenin çocukluk çağında yaşadığı duygusal istismar, fiziksel istismar, fiziksel ihmal, duygusal ihmal ve cinsel istismar ile çocuktaki dikkatsizlik, hiperaktivite, DEHB, karşılıklı muhalefet, davranış bozukluğu ve kaygı/ depresyon düzeyleri arasındaki ilişkiye ilişkin Spearman’s rho Correlation Analizi sonuçları verilmiştir. Buna göre annenin cinsel istismar düzeyi ile çocuğun dikkatsizlik düzeyi arasında pozitif yönde orta düzeyde istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki vardır (p<,01). Yani annenin cinsel istismar düzeyi arttıkça çocuğun dikkatsizlik düzeyi de artmaktadır.
Annenin cinsel istismar düzeyi ile çocuğun hiperaktivite düzeyi arasında pozitif yönde orta düzeyde istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki vardır (p<,05). Yani annenin cinsel istismar düzeyi arttıkça çocuğun hiperaktivite düzeyi de artmaktadır.
Annenin cinsel istismar düzeyi ile çocuğun DEHB düzeyi arasında pozitif yönde orta düzeyde istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki vardır (p<,05). Yani annenin cinsel istismar düzeyi arttıkça çocuğun DEHB düzeyi de artmaktadır.
Annenin cinsel istismar düzeyi ile çocuğun karşılıklı muhalefet düzeyi arasında pozitif yönde orta düzeyde istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki vardır (p<,05). Yani
34
annenin cinsel istismar düzeyi arttıkça çocuğun karşılıklı muhalefet düzeyi de artmaktadır.
Annenin cinsel istismar düzeyi ile çocuğun davranış bozukluğu düzeyi arasında pozitif yönde yüksek düzeyde istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki vardır (p<,01). Yani annenin cinsel istismar düzeyi arttıkça çocuğun davranış bozukluğu düzeyi de artmaktadır.
Annenin duygusal istismar düzeyi ile çocuğun karşılıklı muhalefet düzeyi arasında pozitif yönde yüksek düzeyde istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki vardır (p<,01). Yani annenin duygusal istismar düzeyi arttıkça çocuğun karşılıklı muhalefet düzeyi de artmaktadır.
Annenin duygusal istismar düzeyi ile çocuğun davranış bozukluğu düzeyi arasında pozitif yönde orta düzeyde istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki vardır (p<,01). Yani annenin duygusal istismar düzeyi arttıkça çocuğun davranış bozukluğu düzeyi de artmaktadır.
Annenin fiziksel istismar düzeyi ile çocuğun karşılıklı muhalefet düzeyi arasında pozitif yönde orta düzeyde istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki vardır (p<,05). Yani annenin fiziksel istismar düzeyi arttıkça çocuğun karşılıklı muhalefet düzeyi de artmaktadır.
Annenin fiziksel istismar düzeyi ile çocuğun davranış bozukluğu düzeyi arasında pozitif yönde orta düzeyde istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki vardır (p<,01). Yani annenin fiziksel istismar düzeyi arttıkça çocuğun davranış bozukluğu düzeyi de artmaktadır.
Annenin fiziksel ihmal ve duygusal ihmal düzeyi ile çocuğun dikkatsizlik, hiperaktivite, DEHB, karşılıklı muhalefet, davranış bozukluğu ve kaygı/ depresyon düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki yoktur (p>,05).
Annenin duygusal istismar ve fiziksel istismar düzeyi ile çocuğun dikkatsizlik, hiperaktivite, DEHB ve kaygı/ depresyon düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki yoktur (p>,05).
35
Annenin cinsel istismar düzeyi ile kaygı/ depresyon düzeyi arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki yoktur (p>,05).
3.3. Babanın Çocukluk Çağı Travmaları İle Çocuğun DEHB Düzeyleri Arasındaki İlişkiye Dair Bulgular
Babanın çocukluk çağı travmaları ile çocuğun DEHB düzeyleri arasındaki ilişkiye dair bulgular aşağıda verilen Tablo 4.3’de verilmektedir.
Tablo 3. Babanın Çocukluk Çağı Travmaları İle Çocuğun DEHB Düzeyleri Arasındaki İlişkinin İncelenmesi
Dikkatsizlik
Hiperaktivite
DEHB
Karşılıklı muhalefet
Davranış bozukluğu
Kaygı/ depresyon
r
p
r
p
r
p
r
p
r
p
r
p
Duygusal İstismar
,235
,221
,488
,007**
,484
,008**
,382
,041*
-,033
,867
,054
,780
Fiziksel İstismar
,242
,205
,324
,087
,314
,098
,376
,044*
,272
,154
,011
,954
Fiziksel İhmal
,124
,521
-,054
,782
,045
,818
,066
,732
,342
,069
,160
,407
Duygusal İhmal
,148
,442
,105
,587
,143
,459
,107
,581
,217
,259
,211
,272
Cinsel İstismar
,461
,012*
,368
,051
,237
,215
,488
,007**
,237
,215
,249
192
*p<,05 **p<,01
36
Tablo 3’te çalışmaya katılan babanın çocukluk çağında yaşadığı duygusal istismar, fiziksel istismar, fiziksel ihmal, duygusal ihmal ve cinsel istismar ile çocuktaki dikkatsizlik, hiperaktivite, DEHB, karşılıklı muhalefet, davranış bozukluğu ve kaygı/ depresyon düzeyleri arasındaki ilişkiye ilişkin Spearman’s rho Correlation Analizi sonuçları verilmiştir. Buna göre babanın duygusal istismar düzeyi ile çocuğun hiperaktivite düzeyi arasında pozitif yönde orta düzeyde istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki vardır (p<,01). Yani babanın duygusal istismar düzeyi arttıkça çocuğun hiperaktivite düzeyi de artmaktadır.
Babanın duygusal istismar düzeyi ile çocuğun DEHB düzeyi arasında pozitif yönde orta düzeyde istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki vardır (p<,01). Yani babanın duygusal istismar düzeyi arttıkça çocuğun DEHB düzeyi de artmaktadır.
Babanın duygusal istismar düzeyi ile çocuğun karşılıklı muhalefet düzeyi arasında pozitif yönde düşük düzeyde istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki vardır (p<,05). Yani babanın duygusal istismar düzeyi arttıkça çocuğun karşılıklı muhalefet düzeyi de artmaktadır.
Babanın duygusal istismar düzeyi ile çocuğun dikkatsizlik, davranış bozukluğu ve kaygı/ depresyon düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki yoktur (p>,05).
Babanın fiziksel istismar düzeyi ile çocuğun karşılıklı muhalefet düzeyi arasında pozitif yönde düşük düzeyde istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki vardır (p<,05). Yani babanın fiziksel istismar düzeyi arttıkça çocuğun karşılıklı muhalefet düzeyi de artmaktadır.
Babanın fiziksel istismar düzeyi ile çocuğun dikkatsizlik, hiperaktivite, DEHB, davranış bozukluğu ve kaygı/ depresyon düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki yoktur (p>,05).
Babanın fiziksel ihmal ve duygusal ihmal düzeyi ile çocuğun dikkatsizlik, hiperaktivite, DEHB, davranış bozukluğu ve kaygı/ depresyon düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki yoktur (p>,05).
37
Babanın cinsel istismar düzeyi ile çocuğun dikkatsizlik düzeyi arasında pozitif yönde orta düzeyde istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki vardır (p<,05). Yani babanın cinsel istismar düzeyi arttıkça çocuğun dikkatsizlik düzeyi de artmaktadır.
Babanın cinsel istismar düzeyi ile çocuğun karşılıklı muhalefet düzeyi arasında pozitif yönde orta düzeyde istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki vardır (p<,01). Yani babanın cinsel istismar düzeyi arttıkça çocuğun karşılıklı muhalefet düzeyi de artmaktadır.
Babanın cinsel istismar düzeyi ile çocuğun hiperaktivite, DEHB, davranış bozukluğu ve kaygı/ depresyon düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki yoktur (p>,05).
3.4. Annenin Çocukluk Çağı Travmaları İle Çocuğun DEHB Düzeyleri Arasındaki İlişkide Regresyon Analizine Dair Bulgular
Annenin çocukluk çağı travmaları ile çocuğun DEHB düzeyleri arasındaki ilişkide regresyon analizine dair bulgular aşağıda verilen Tablo 4.4’deki gibidir.
Tablo 4. Annenin Çocukluk Çağı Travmaları İle Çocuğun DEHB Puanlarına Etkisine Yönelik Basit Doğrusal Regresyon Analizi Yordayan Yordanan
B
Standart Hata B
β
t
p Anne Duygusal istismar
Sabit
7,277
,654
11,122 ,000
Karşılıklı muhalefet
,648
,150
,639
4,314
,000 R= ,639 R2= ,408
F(1,27) = 18,612 p=,000
Anne Duygusal istismar
Sabit
3,771
1,176
3,206
,003
Davranış bozukluğu 1,025
,211
,683 4,854
,000
R= ,683 R2= ,466 F(1,27) = 23,558 p=,000
38
Anne Fiziksel istismar Sabit
3,767 ,660
5,709
,000 Davranış bozukluğu
,478
,118
,613
4,035 ,000 R= ,613
R2= ,376 F(1,27) = 16,280 p=,000
Tablo 4’de anne duygusal istismar ve anne fiziksel istismar düzeylerinin çocuklardaki karşılıklı muhalefet ve davranış bozukluğu düzeyleri üzerinde etkisi olup olmadığına ilişkin basit doğrusal regresyon sonuçları verilmiştir. Buna göre anne duygusal istismar ölçeğinden alınan puanların, çocuktaki karşılıklı muhalefet puanları üzerinde etkisi olduğu bulunmuştur (F(1,27) = 18,612; p<,01). Anne duygusal istismar ölçeğinden alınan puanlar, çocuktaki karşılıklı muhalefet puanlarının %6,4’ünü etkilemektedir. Bir başka ifadeyle çocuktaki karşılıklı muhalefetin %6,4’ü annenin duygusal istismar belirtileriyle açıklanmaktadır.
Anne duygusal istismar ölçeğinden alınan puanların, çocuktaki davranış bozukluğu puanları üzerinde etkisi olduğu bulunmuştur (F(1,27) = 23,558; p<,01). Anne duygusal istismar ölçeğinden alınan puanlar, çocuktaki davranış bozukluğu puanlarının %6,8’ini etkilemektedir. Bir başka ifadeyle çocuktaki davranış bozukluğunun %6,8’i annenin duygusal istismar belirtileriyle açıklanmaktadır.
Anne fiziksel istismar ölçeğinden alınan puanların, çocuktaki davranış bozukluğu puanları üzerinde etkisi olduğu bulunmuştur (F(1,27) = 16,280; p<,01). Anne fiziksel istismar ölçeğinden alınan puanlar, çocuktaki davranış bozukluğu puanlarının %6,1’ini etkilemektedir. Bir başka ifadeyle çocuktaki davranış bozukluğunun %6,1’i annenin fiziksel istismar belirtileriyle açıklanmaktadır.
3.5. Babanın Çocukluk Çağı Travmaları İle Çocuğun DEHB Düzeyleri Arasındaki İlişkide Regresyon Analizine Dair Bulgular
Babanın çocukluk çağı travmaları ile çocuğun DEHB düzeyleri arasındaki ilişkide regresyon analizine dair bulgular aşağıda verilen Tablo 4.5’deki gibidir.
39
Tablo 5. Babanın Çocukluk Çağı Travmaları İle Çocuğun DEHB Puanlarına Etkisine Yönelik Basit Doğrusal Regresyon Analizi Yordayan Yordanan
B Standart Hata B
β t p Baba Duygusal istismar
Sabit
6,832
,613
11,155
,000 Karşılıklı muhalefet ,512
,141
,574
3,638
,001 R= ,574 R2= ,329 F(1,27) = 13,234 p=,001
Tablo 5’de baba duygusal istismar düzeyinin çocuklardaki karşılıklı muhalefet düzeyi üzerinde etkisi olup olmadığına ilişkin basit doğrusal regresyon sonuçları verilmiştir. Buna göre baba duygusal istismar ölçeğinden alınan puanların, çocuktaki karşılıklı muhalefet puanları üzerinde etkisi olduğu bulunmuştur (F(1,27) = 13,234; p<,01). Baba duygusal istismar ölçeğinden alınan puanlar, çocuktaki karşılıklı muhalefet puanlarının %5,7’sini etkilemektedir. Bir başka ifadeyle çocuktaki karşılıklı muhalefetin %5,7’si babanın duygusal istismar belirtileriyle açıklanmaktadır.
40
4. SONUÇ
Bu çalışmada dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu tanısı almış çocukların ebeveynlerinin travmatik deneyimleri ile çocuklarındaki DEHB arasındaki ilişkinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Bu amaç doğrultusunda toplam NP Beyin Hastanesi’ne başvuran 29 katılımcı ile Ekim 2019/Ocak 2020 tarihleri arasında çalışma gerçekleştirilmiştir.
Yapılan çalışma sonucundan katılımcılar annelerin 3’ünün (%10,3), babaların 6’sının (%20,7) büyükşehirde, annelerin 16’sının (%55,2), babaların 20’sinin (%69,0) şehirde, annelerin 9’unun (%31,0), babaların 1’i (%3,4) kasabada ve annelerin 1’i (%3,4), babaların 2’si (%6,9) köyde yaşadığı; annelerin 22’sinin (%75,9), babaların 27’sinin (%93,1) annesi, annelerin 23’ünün (%79,3), babaların 23’ünün (%79,3) hayatta olduğu; annelerin 2’sinin (%6.9) ilkokul, 9’unun (%31), ortaokul, 13’ünün (%44,8) lise, 5’inin üniversite ve babaların 6’sının (%21,4) ortaokul, 16’sının (%57,1) lise, 2’sinin (%6,9) mezunu olduğu; annelerin 4’ünün (%13,4) düşük, 14’ünün (48,3) orta, 11’inin (37,9) yüksek gelirli ve babaların 2’sinin (6,9) düşük, 19’unun (%65,5) orta ve 8’inin (%27,6) yüksek gelirli olduğu; annelerin bebeklikte 19’una (67,9) annelerinin, 5’ine (%17,9) babalarının, 1’ine (%3,6) bakıcısının, 1’ine (%3,6) kreş görevlisinin ve 2’sine (%7,1) anneanne/babaannesinin baktığı, babaların 26’sına (%92,9) annesinin, 1’ine (%3,6) babasının ve 1’ine (%3,6) bakıcısının baktığı; çekirdek ailede psikiyatrik tanı durumu bakımından annelerin 5’inde (%71,4) baba, 2’sinde (%28,6) kardeşlerinde tanı olduğu, babaların 3’ünde (%27,3) anne, 6’sında (%54,5) baba ve 2’sinde (%18,2) kardeşlerinde tanı olduğu; annelerin 2’sinde (%6,9) halihazırda psikiyatrik tanı, babaların 3’ünde (%11,1) psikiyatrik tanı varken, annelerin 27’sinde (%93,1) ve babaların 24’ünde (%88,9) psikiyatrik tanı olmadığı; annelerin hiçbirisinde önceden alınmış bir psikiyatrik tanı bulunmazken; babaların 3’ünde (%11,1) önceden almış olunan psikiyatrik tanı varken, 24’ünde (%88,9) önceden almış olunan bir psikiyatrik tanı olmadığı; annelerin 6’sının (%20,7) şu ana kadar hiç fiziksel/bedensel bir hastalık geçirdiği, 23’ünün (%79,3) şu ana kadar hiç fiziksel/bedensel bir hastalık geçirmediği, babaların 9’unun (%32,1) şu ana kadar hiç fiziksel/bedensel bir hastalık geçirdiği, 19’unun (%67,9’unun) şu ana kadar hiç fiziksel/bedensel bir hastalık geçirmediği belirlenmiştir.
41
Annenin çocukluk çağı travmaları ile çocuğun DEHB düzeyleri arasındaki ilişkide annenin cinsel istismar düzeyi ile çocuğun dikkatsizlik ve hiperkativite, DEHB ve karşılıklı muhalefet ile davranış bozukluğu düzeyi arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki olduğu belirlenmiştir. Annenin çocukluk çağı travmaları ile çocuğun DEHB düzeyleri arasındaki ilişkide annenin duygusal istismar düzeyi ve cinsel istismar düzeyi ile çocuğun karşılıklı muhalefet ve davranış bozukluğu düzeyinde istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki olduğu belirlenmiştir. Buna karşın annenin fiziksel istismar ve duygusal istismar düzeyi ile çocuğun dikkatsizlik, hiperaktivite, DEHB, karşılıklı muhalefet, davranış bozukluğu ve kaygı/ depresyon düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki olmadığı; annenin cinsel istismar düzeyi ile kaygı/depresyon düzeyi arasında istatiksel olarak anlamlı bir ilişki olmadığı belirlenmiştir.
Babanın çocukluk çağı travmaları ile çocuğun DEHB düzeyleri arasındaki ilişkide babanın duygusal istismar düzeyi ile çocuğun DEHB düzeyi, karşılıklı muhalefet düzeyi arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki olduğu ancak babanın duygusal istismar düzeyi ile çocuğun dikkatsizlik, davranış bozukluğu ve kaygı/ depresyon düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki olmadığı belirlenmiştir. Babanın fiziksel istismar düzeyi ile çocuğun karşılıklı muhalefet düzeyi arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki olduğu ancak babanın fiziksel istismar düzeyi ile çocuğun dikkatsizlik, hiperaktivite, DEHB, davranış bozukluğu ve kaygı/ depresyon düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki olmadığı belirlenmiştir. Son olarak babanın cinsel istismar düzeyi ile çocuğun dikkatsizlik düzeyi ve karşılıklı muhalefet düzeyi arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki olduğu belirlenirken, babanın cinsel istismar düzeyi ile çocuğun hiperaktivite, DEHB, davranış bozukluğu ve kaygı/ depresyon düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki olmadığı belirlenmiştir.
Ayrıca yapılan basit doğrusal regresyon analizleri sonucunda ise anne duygusal istismar ve fiziksel istismar düzeylerinin karşılıklı muhalefet ve çocuktaki davranış bozukluğu ile ilişkili olduğu belirlenmiştir. Babanın duygusal istismar düzeyinin ise çocuktaki karşılıklı muhalefet düzeyine etki ettiği belirlenmiştir.
42
Sonuç olarak çalışmada dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu tanısı almış çocukların ebeveynlerinin travmatik deneyimleri ile çocuklarındaki DEHB arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki olduğunu söylemek mümkündür.
Çocuklarda DEHB ve travmatik deneyime odaklanan çalışmalar genel olarak çocuğun kendisinin yaşadığı erken çocukluk deneyimleri, travmatik deneyimler, cinsel-fiziksel ve duygusal istismarın DEHB oluşumu ve belirtilerinin meydana gelişine etkisini araştırmaktadır. Literatürde dikkat eksikliği ve hiperaktivite tanısı almış çocukların genellikle komorbid tanılarla birlikte olduğu (Ford ve ark., 2000), çocuklarında DEHB tanısı olan ebeveynlerin daha fazla tartıştığı ve aile içi tartışma düzeylerinin yüksek olduğu (Johnston ve Mash, 2001), ebeveyn-çocuk ilişkisinde daha az yakınlık ve sıcaklık olan ve daha fazla fiziksel ceza alan çocuklarda daha fazla DEHB görüldüğünü (Alizadeh ve ark., 2007) belirten çok sayıda çalışma bulunmaktadır. Çalışmaların bazıları da bu çocukların ebeveynlerine odaklanmakta ve bu çalışmalarda genellikle ailelerin daha az sosyal destek aldıkları, daha düşük sosyoekonomik düzeye sahip oldukları ve psikopatolojilerinin daha fazla olduğu bilgisini sunmaktadır (Rutter ve Quinton, 1977; Chase-Landale ve Pittman, 2002).
Ayrıca bu bilgiler doğrultusunda çocuktaki DEHB belirti ve riskinin istismar ve ihmal riskini artırdığı ve genetik olarak anne ve babadan geçiş nedeniyle DEHB’in anne ve babadaki geçmiş travmatik deneyimlere, ihmal ve istismara bağlı olarak ortaya çıkabileceği ya da belirtilerinin yoğunlaşılacağı düşünülmektedir. Ancak literatüre bakıldığında doğrudan ebeveynlerin travmatik geçmişleri ile çocukların DEHB durumu arasındaki ilişkiyi inceleyen yerli ya da yabancı bir çalışmaya rastlanmamaktadır.
Bulut (2014) dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu olan çocukların ihmal ve istismarında ebeveyn ile ilişkili etmenleri incelediği tıpta uzmanlık tezinde annelerdeki çocukluk çağı ruhsal travmalarının çocukluklarında maruz kaldıkları fiziksel-duygusal ve cinsel istismar varlığı ile birlikte arttığı ve bu ailelerin de çocuklarına istismar uygulama ihtimalinin yükseldiğini belirlemiştir. Benzer şekilde babalarda da durum aynı şekilde belirlenmiştir. Çocuklarda istismarın DEHB riskini artırdığı ve belirtilerini yoğunlaştırdığı göz önünde bulundurulursa ebeveynlerinin travmatik geçmişlerinin çocukların DEHB durumu ile ilişkili olduğu yorumu yapılabilmekte ve bu bağlamda çalışmanın bulguları literatürle desteklenmektedir. Öte yandan Daud (2008), travma
43
sonrası stres bozukluğu olan ailelerde travmatik geçmişi olan ebeveynlere odaklandığı çalışmalarında gerek travma sonrası stres bozukluğu gerek komorbid olarak görülen DEHB gibi durumlarda ebeveynlerin travmatik geçmişlerinin çocukların durumuna ciddi etkisi olduğunu belirlemiştir.
Bu tarz çalışmaların çoğaltılması ebeveynlerin duygusal-fiziksel-cinsel istismar gibi travmatik deneyimlerinin çocukların DEHB durumuna etkisinin tam olarak belirlenebilmesi açısından oldukça önemlidir. Bu bağlamda daha fazla çalışma yapılması önerilmektedir.
44
KAYNAKLAR
AKER AT. (2012). Temel Sağlık Hizmetlerinde Ruhsal Travmaya Yaklaşım. Türkiye Psikiyatri Derneği Ruhsal Travma ve Afet Psikiyatrisi Çalışma Birimi Yayını.
AKER T. (2012). Temel Sağlık Hizmetlerinde Ruhsal Travmaya Yaklaşım. Ankara: Türkiye Psikiyatri Derneği.
AKTEPE E. (2009). Çocukluk çağı cinsel istismarı. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar, 1(2): 95-119.
ALGÜL A, ATEŞ MA, GÜLSÜN M, DORUK A, SEMİZ ÜB, BAŞOĞLU C, ÇETİN M. (2009). Antisosyal kişilik bozukluğu olgularında kendini yaralama davranışının saldırganlık, çocukluk çağı travmaları ve dissosiyasyon ile ilişkisi. Anadolu Psikiyatri Dergisi, 10: 278-285.
ALIZADEH H, APPLEQUIST KF, COOLIDGE FL. (2007). Parental self-confidence, parenting styles, and corporal punishment in families of ADHD children in Iran. Child abuse & neglect, 31(5): 567-572.
AMERİCAN PSYCHİATRİC ASSOCİATİON (2013). Diagnostic and statistical manual of mental disor-ders (5th ed.). Arlington, VA: Author.
ASHERSON P. (2012). ADHD across the lifespan. Medicine, 40(11): 623-627.
AUSTIN VL, SCIARRA DT. (2012). Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu. Ankara: Nobel Yayınevi, Ankara.
AVİNA C, O'DONOHUE W. (2002). Sexual harassment and PTSD: Is sexual harassment diagnosable trauma?. Journal of Traumatic Stress: Official Publication of The International Society for Trau-matic Stress Studies, 15(1): 69-75.
BARKLEY RA. (2014). Child psychopathology (3rd ed.). Guilford Press. BIEDERMAN J, FARAONE SV. (2005). Attention-deficit hyperactivity disorder. The Lancet, 366(9481): 237–248.
BIEDERMAN J, NEWCORN J, SPRICH S. (1991). Comorbidity of attention deficit hyperactivity disor-der. American journal of psychiatry, 148 (5): 564-577.
BIEDERMAN J. (2005). Attention-deficit/hyperactivity disorder: a selective overview. Biological psychi-atry, 57(11): 1215-1220
BULUT HG. (2014). Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu Olan Çocukların İhmal ve İstismarında Ebeveyn ile İlişkili Etmenler. Tıpta Uzmanlık Tezi, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ankara.
CASTELLANOS FX. (2002). Anatomic magnetic resonance imaging studies of attention deficit/hyperac-tivity disorder. Dialogues in Clinical Neuroscience, 4(4): 444.
CHAN AO, MEDICINE M, AIR TM, MCFARLANE AC. (2003). Posttraumatic Stress Disorder and its Impact on the Economic and Health Costs of Motor Vehicle Accidents in South Australia. Jour-nal of Clinic. Psychiatry. 64: 175 –181.,
45
CHANDLER VL. (2007). Paramutation: from maize to mice. Cell, 128(4): 641-645.
CHASE-LANSDALE, P. L., PITTMAN, L. D. (2002). Welfare reform and parenting: Reasonable expec-tations. The Future of Children, 167-185.
CORTESE S. (2012). The neurobiology and genetics of attention-deficit/hyperactivity disorder (ADHD): what every clinician should know. European journal of paediatric neurology, 16(5): 422-433.
ÇAKIR B. (2017). DEHB tanısı almış çocukların aile resmi çizimlerinin algılanan ebeveyn tutumları ve anksiyete düzeyleri ile ilişkisi. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Işık Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.
ÇOLAK B, KOKURCAN A, ÖZSAN HH. (2010). DSM’ler boyunca travma kavramının seyri. Kriz Dergisi, 18 (3): 19-25.
DALEY D, JONES K, HUTCHİNGS J, THOMPSON M. (2009). Attention deficit hyperactivity disorder in pre‐school children: current findings, recommended interventions and future directions. Child: care, health and development, 35(6): 754-766.
DAUD ATI (2008). Post-Traumatic Stress Disorder and Resilience in Children of Traumatised Parents: a Transgenerational Perspective. Karolinska Instute, Stockholm.
DAVİES W. (2014). Sex differences in attention deficit hyperactivity disorder: candidate genetic and en-docrine mechanisms. Frontiers in neuroendocrinology, 35(3): 331-346.
DEMETRİADES D, KARAİSKAKİS M, VELMAHOS GC, ALO K, MURRAY J, CHAN L. (2003). Pel-vic fractures in pediatric and adult trauma patients: are they different injuries?. Journal of Trauma and Acute Care Surgery, 54(6): 1146-1151.
DOĞANGÜN B, YAVUZ M. (2011). Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu. Türk Pediatri Arşivi, 46(11): 25-28
DURSTON S, POL HEH, SCHNACK HG, BUİTELAAR JK, STEENHUİS MP, MİNDERAA RB, KAHN RS. (2004). Magnetic resonance imaging of boys with attention-deficit/hyperactivity disorder and their unaffected siblings. Journal of the American Academy of Child & Adolescent Psychia-try, 43(3): 332-340.
EKİNCİ S. (2010). Fiziksel çocuk istismarı. Katkı Pediatri Dergisi, 32(5): 625-631.
ERCAN ES, ÇETİN FÇ, MUKADDES NM, YAZGAN Y. (2009). Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu tedavisinde atomoksetin. Çocuk ve Gençlik Ruh Sağlığı Dergisi, 16: 113-118.
ETAİN B, MATHİEU F, HENRY C, RAUST A, ROY I., GERMAİN A., BELLİVİER F. (2010). Prefer-ential association between childhood emotional abuse and bipolar disorder. Journal of traumatic stress, 23(3): 376-383.
EVREN C, ÖGEL K. (2003). Alkol/madde bağımlılarında dissosiyatif belirtiler ve çocukluk çağı travması, depresyon, anksiyete ve alkol/madde kullanımı ile ilişkisi. Anadolu Psikiyatri Dergisi, 4(1): 30-37.
FORD JD, RACUSIN R, ELLIS, CG, DAVISS WB, REISER J, FLEISCHER A, THOMAS J. (2000). Child maltreatment, other trauma exposure, and posttraumatic symptomatology among children
46
with oppositional defiant and attention deficit hyperactivity disorders. Child maltreatment, 5(3): 205-217.
FRANCİS D, DİORİO J, LİU D, MEANEY MJ. (1999). Nongenomic transmission across generations of maternal behavior and stress responses in the rat. Science, 286(5442): 1155–1158
FULLER-CARTER PI, CARTER KW, ANDERSON D, HARVEY AR, GİLES KM, RODGER J. (2015). Integrated analyses of zebrafish miRNA and mRNA expression profiles identify miR-29b and miR-223 as potential regulators of optic nerve regeneration. BMC genomics, 16(1): 591.
GALÉRA C, CÔTÉ SM, BOUVARD MP, PİNGAULT JB, MELCHİOR M, MİCHEL G, TREMBLAY RE (2011). Early risk factors for hyperactivity-impulsivity and inattention trajectories from age 17 months to 8 years. Archives of general psychiatry, 68(12): 1267-1275.
GALLO EF, POSNER J. (2016). Moving towards causality in attention-deficit hyperactivity disorder: over-view of neural and genetic mechanisms. The Lancet Psychiatry, 3(6): 555-567.
GATES DM, GILLESPIE GL. (2008). Secondary Traumatic Stress in Nurses WhoCare for Traumatized Women. Journal of Obstetric Gynecologic & Neonatal Nursing, 37: 243 – 249.
GE L, GOU X, YUAN T, STROUT GW, NAKASHİMA J, BLANCAFLOR EB, RUSSELL SD. (2011). Migration of sperm cells during pollen tube elongation in Arabidopsis thaliana: behavior during transport, maturation and upon dissociation of male germ unit associations. Planta, 233(2): 325-332.
GEİSSLER J, LESCH KP. (2011). A lifetime of attention-deficit/hyperactivity disorder: diagnostic chal-lenges, treatment and neurobiological mechanisms. Expert Review of Neurotherapeutics, 11(10): 1467-1484.
GİLLBERG C. (2014). ADHD and İts Many Associated Problems. Oxford University Press.
GLASER D (2002). Emotional abuse and neglect (psychological maltreatment): A conceptual frame-work. Child abuse & neglect, 26(6-7): 697-714.
GOLMIRZAEI J, NAMAZI S, AMIRI S, ZARE S, RASTIKERDAR N, HESAM AA, MAHMUDI F. (2013). Evaluation of attention-deficit hyperactivity disorder risk factors. International journal of pediatrics, 2013.
GUREVİTZ M, GEVA R, VARON M, LEİTNER Y. (2014). Early markers in infants and toddlers for development of ADHD. Journal of Attention Disorders, 18(1): 14-22.
GÜL H, ÖNCÜ B. (2018). Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğunun Etyolojisinde Çevresel Etkenler. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar, 10(2): 148-185.
GÜLEÇ H, TOPALOĞLU M, ÜNSAL D, ALTINTAŞ M. (2012). Bir kısır döngü olarak şiddet. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar, 4(1): 112-137.
GÜMÜŞ YY, MEMİK NC, AĞAOĞLU B. (2015). Anxiety disorders comorbidity in children and adoles-cents with attention deficit hyperactivity disorder. Nöro Psikiyatri Arşivi, 52(2): 185.
GÜMÜŞ YY. (2015). Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğuyla Nasıl Başa Çıkabilirim. İstanbul: Nobel Tıp Kitap Yayınevi.
47
HEARD E, MARTİENSSEN RA. (2014). Transgenerational epigenetic inheritance: myths and mecha-nisms. Cell, 157(1): 95-109.
HEBEBRAND J, DEMPFLE A, SAAR K, THİELE H, HERPERTZ-DAHLMANN B, LİNDER M, KNÖLKER U. (2006). A genome-wide scan for attention-deficit/hyperactivity disorder in 155 German sib-pairs. Molecular Psychiatry, 11(2): 196-205.
JOHNSTON C, MASH EJ. (2001). Families of children with attention-deficit/hyperactivity disorder: re-view and recommendations for future research. Clinical child and family psychology re-view, 4(3): 183-207.
JONES E, WESSELY S. (2007). A paradigm shift in the conceptualization of psychological trauma in the 20th century. Journal of anxiety disorders, 21(2): 164-175.
KAYAALP L. (2008). Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu. Sürekli Tıp Eğitimi Etkinlikleri Sempozyum Dizisi, 62: 147-152 KİRİŞ N, BİNOKAY S. (2010). Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğunun Fizyolojik Temelleri. Arşiv Kaynak Tarama Dergisi, 19(1): 1-11.
KOCATÜRK U. (2005) Açıklamalı Tıp Terimleri Sözlüğü. Ankara: Nobel Tıp Kitapevi.
KOKURCAN A, ÖZSAN HH. (2012). Travma kavramının psikiyatri tarihindeki seyri. Kriz Dergisi, 20(1): 19-24.
KOOİJ JJS. (2010). Adult ADHD: Diagnostic Assessment and Treatment. Amsterdam, The Netherlands: Pearson Assessment and Information
KRYSTAL H, NİEDERLAND WGç (1968). Clinical observations on the survivor syndrome. Massive psy-chic trauma, 327-348.
Lİ E. (2002). Chromatin modification and epigenetic reprogramming in mammalian development. Nature Reviews Genetics, 3(9): 662-673.
LOLA HM, BELETE H, GEBEYEHU A, ZERİHUN A, YİMER S, LETA K. (2019). Attention Deficit Hyperactivity Disorder (ADHD) among Children Aged 6 to 17 Years Old Living in Girja Dis-trict, Rural Ethiopia. Behavioural neurology, 2019.
LOTFİ S, BAŞCILLAR M. (2017). Travma sonrası stres bozukluğu ve sosyal hizmet, İstanbul Gelişim Üniversitesi Sağlık Bilimleri Dergisi, 3: 275-286.
LUMEY, L. H., STEİN, A. D., KAHN, H. S., & ROMİJN, J. A. (2009). Lipid profiles in middle-aged men and women after famine exposure during gestation: the Dutch Hunger Winter Families Study. The American journal of clinical nutrition, 89(6), 1737-1743.
MİCALE M. (1989). Hysteria and its historiography: A review of the past and present writings (I). History of Science, 27: 223–267. MOSTOFSKY SH, COOPER KL, KATES WR, DENCKLA MB, KAUFMANN WE. (2002). Smaller prefrontal and premotor volumes in boys with attention-deficit/hyperactivity disorder. Biologi-cal psychiatry, 52(8): 785-794.
48
MOTAVALLI MN. (1993). Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi. İstanbul: Nobel Tıp Kitapevleri.
MURPHY K, BARKLEY RA. (1996). Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu yetişkinler: komorbiditeler ve adaptif bozukluklar. Kapsamlı psikiyatri, 37(6): 393-401.
NESTLER EJ. (2016). Transgenerational epigenetic contributions to stress responses: fact or fiction?. PLoS biology, 14(3).
NORMAN EM. (1989). Analysis of the concept of posttraumatic stress disorder. Journal of advanced med-ical-surgical nursing, 1(4): 55.
OFLAZ F, ÖZCAN CT, TAŞTAN S, ÇİÇEK H, ASLAN Ö, VURAL H. (2010). Hemşirelerin Travma Sonrası Stres Bozukluğu Belirtilerini Tanıma Durumları. Psikiyatri Hemşireliği Dergisi. 1(1): 1 – 6.
ÖÇ ÖY, AĞAOĞLU B, BERK F, KOMSUOĞLU S, COŞKUN A, KARAKAYA I. (2007). Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğunda Beyin Kan Akımı ve Elektriksel Beyin Aktivasyonunun Değerlendirilmesi. Klinik Psikiyatri Dergisi, 11(2).
ÖÇ ÖY, KARAKAYA I, MEMİK NÇ. (2007). Atomoksetin: Çocuk ve Ergenlerdeki Etkinliği ve Yan Etkileri. Çocuk ve Gençlik Ruh Sağlığı Dergisi, 14(2): 105-112
ÖRSEL S, KARADAĞ H, KAHİLOĞULLARİ AK, AKTAŞ EA. (2011). Psikiyatri hastalarında çocukluk çağı travmalarının sıklığı ve psikopatoloji ile ilişkisi. Anatolian Journal of Psychiatry/Anadolu Psikiyatri Dergisi, 12(2).
ÖZDOĞAN B, AK A, SOYUTÜRK M. (2005). Dikkat Eksikliği Hiperaktivite/Aşırı Hareketlilik Bozukluğu Olan Çocukların Eğitiminde Öğretmen El Kitabı. Ankara: MEB Devlet Kitapları Müdürlüğü.
POLANCZYK G, ROHDE LA. (2007). Epidemiology of attention-deficit/hyperactivity disorder across the lifespan. Current opinion in psychiatry, 20(4): 386-392.,
RAKOFF V, SİGAL JJ, EPSTEİN NB. (1966). Children and families of concentration camp survi-vors. Canadas Mental Health, 14(4): 24-26.
ROBERTSON KD. (2005). DNA methylation and human disease. Nature Reviews Genetics, 6(8): 597-610.
RUTTER M, QUİNTON D. (1977). Psychiatric disorder: ecological factors and concepts of causa-tion. Ecological factors in human development, 173: 87.
SCHLOTZ W, JONES A, PHİLLİPS DI, GALE CR, ROBİNSON SM, GODFREY KM. (2010). Lower maternal folate status in early pregnancy is associated with childhood hyperactivity and peer prob-lems in offspring. Journal of Child Psychology and Psychiatry, 51(5): 594-602.
SCHWEMMLE C, SCHWEMMLE U, PTOK M. (2007). Attention deficit and hyperactivity disorder: what is currently known and its significance for ENT specialists. HNO, 55(7): 569-574.
SİGAL JJ, RAKOFF V. (1971). Concentration camp survival: A pilot study of effects on the second gen-eration. Canadian Psychiatric Association Journal, 16(5): 393-397.
49
SİLWAL S, LEHTİ V, CHUDAL R, SUOMİNEN A, LİEN L, SOURANDER A. (2019). Parental immi-gration and offspring post-traumatic stress disorder: A nationwide population-based register study. Journal of affective disorders, 249: 294-300.
SİMON V, CZOBOR P, BÁLİNT S, MÉSZÁROS A, BİTTER I. (2009). Prevalence and correlates of adult attention-deficit hyperactivity disorder: meta-analysis. The British Journal of Psychiatry, 194(3): 204-211.
SPENCER TJ, BİEDERMAN J, MİCK E. (2007). Attention-deficit/hyperactivity disorder: diagnosis, lifespan, comorbidities, and neurobiology. Journal of pediatric psychology, 32(6): 631-642.
STEİN MA, MCGOUGH JJ. (2008). The pharmacogenomic era: promise for personalizing attention deficit hyperactivity disorder therapy. Child and adolescent psychiatric clinics of North America, 17(2): 475-490.
SÜRÜCÜ O. (2015). Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu Anne-Baba-Öğretmen El Kitabı. İstanbul: Bilgi Yayınevi.
ŞENKAL İ, IŞIKLI S. (2015). ÇOCUKLUK çağı travmalarının ve bağlanma biçiminin depresyon belirtileri ile ilişkisi: Aleksitiminin aracı rolü. Türk Psikiyatri Dergisi, 26 (4): 261-67.
ŞENOL S, İŞLERİ E, KOÇKAR Aİ. (2006). Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu Dikkati Dağınık, Yerinde Duramayan,Çocuklara Doğru Yaklaşımlar. Ankara: HYB Yayıncılık.
ŞİMŞEK M. (2019). Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğuna Sahip Üstün Yetenekli çocukların Yaşadığı Sosyal-Duygusal Sorunlar Hakkında Öğretmen Görüşleri. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Bahçeşehir Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, İstanbul.
TAHİROĞLU AY, AVCI A, FIRAT S, SEYDAOĞLU G. (2005). Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu: Alt tipleri. Anadolu Psikiyatri Dergisi, 6: 5-10.
TAHİROĞLU AY, BAHALI K, AVCI A, SEYDAOĞLU G, UZEL M. (2009). Ailedeki disiplin yöntemleri, demografik özellikler ve çocuklardaki davranış sorunları arasındaki ilişki. Çocuk ve Gençlik Ruh Sağlığı Dergisi, 16 (2): 67-82.
TANER Y, GÖKLER B. (2004). Çocuk istismarı ve ihmali: Psikiyatrik yönleri. Acta Medica, 35(2): 82-86.
TOPÇU B, YILDIZ S, BİLGEN ZT. (2007). Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu olan çocuklarda folklor egzersizinin etkisi. Genel Tıp Dergisi, 17(2): 89-93.
TSANKOVA N, RENTHAL W, KUMAR A, NESTLER EJ. (2007). Epigenetic regulation in psychiatric disorders. Nature Reviews Neuroscience, 8(5): 355-367.
TÜRKYILMAZ C. (2010). Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu Olan Çocuklarda Farklı Oral Hijyen Eğitimi Tekniklerinin Etkinliğinin Karşılaştırılması. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.
VEİTH NA. (1977). Rehabilitative spousal support: In need of a more comprehensive approach to mitigat-ing dissolution trauma. USFL Rev., 12: 493.
WHALEN CK. (1989). Handbook of Child Psychopathology. Boston, MA: Springer.
50
WİLCOX DT, RİCHARDS F, O'KEEFFE ZC. (2004). Resilience and risk factors associated with experi-encing childhood sexual abuse. Child Abuse Review: Journal of the British Association for the Study and Prevention of Child Abuse and Neglect, 13(5): 338-352.
WİLLCUTT EG. (2012). The prevalence of DSM-IV attention-deficit/hyperactivity disorder: a meta-ana-lytic review. Neurotherapeutics, 9(3), 490-499.
WİLSON JP. (1994). The historical evolution of PTSD diagnostic criteria: From Freud to DSM-IV. Journal of Traumatic Stress, 7(4), 681-698.
YEHUDA R, MCFARLANE AC. (1995). Conflict between current knowledge about posttraumatic stress disorder and its original conceptual basis. American Journal of Psychiatry, 152: 1705-1713
ZOROGLU SS, TÜZÜN Ü, SAR V, ÖZTÜRK M, KORA ME, ALYANAK B. (2001). Çocukluk dönemi istismar ve ihmalinin olasi sonuçlari1/Probable results of childhood abuse and neglect. Anadolu Psikiyatri Dergisi, 2(2): 69.
51
EKLER
EK 1. ÇOCUKLUK ÇAĞI RUHSAL TRAVMA ÖLÇEĞİ
Vanderbilt Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu Aile Değerlendirme Ölçeği
Tarih: ___________
Adınız: ________________
Çocuğun Adı: _________________
Yaşı:_____
Her bir değerlendirme çocuğun yaşına uygun bağlamda ve son 6 ay içindeki davranışla-rını yansıtacak şekilde düşünülmelidir.
Bu ilaç kullanıyor: ____
değerlendirme İlaç kullanmıyor: ______
sırasında
çocuğunuz; DAVRANIŞ Asla Ara Sıra Sık Sık Çok Sık 0 1 2 3 1.Ayrıntılara dikkat etmez veya ödevlerinde dikkatsizlikten kaynaklanan hatalar yapar. 2.Yapılması gereken işe dikkatini vermede güçlük çeker. 3. Onunla konuşurken dinlemiyormuş gibi görünür. 4. Verilen yönergeleri izlemez ve uğraştığı işi bitirmede başarısız olur. 5. İşleri ve etkinlikleri organize etmede güçlük çeker.
52
6. Sürekli zihinsel çaba gerektiren işlere başlamaktan kaçınır, sevmez veya istemez. 7.İşler ve etkinlikleri için gereken eşyaları kaybeder(ödevler, kalemler veya kitaplar). 8.Gürültü veya diğer şeylerle dikkati kolayca dağılır. 9.Günlük etkinliklerde unutkandır. 10.Elleri ayakları kıpır kıpırdır veya yerinde duramaz. 11.Yerinde oturması gereken durumlarda yerinden kalkar. 12. Yerinde oturması gereken durumlarda çok fazla etrafta koşturur ve tırmanır. 13. Sessiz oyunları başlatma veya oynamada güçlük yaşar. 14.Sanki motoru varmış gibi sürekli hareket halindedir. 15.Çok fazla konuşur.
DAVRANIŞ Asla Ara Sıra Sık Sık Çok Sık 0 1 2 3 16. Sorunun bitmesini beklemeden cevap verir. 17. Sırasını beklemekte güçlük çeker.
53
18. Başkaları oyun oynarken veya konuşurken rahatsız eder veya keser. 19. Yetişkinlerle tartışır. 20. Çabuk sinirlenir. 21. Bir yetişkinin isteklerini veya kurallarını yerine getirmeye sıklıkla karşı çıkar veya reddeder. 22. İnsanları kasıtlı olarak rahatsız eder. 23. Kendi hataları veya yanlış davranışları için başkalarını suçlar. 24. Alıngandır veya başkaları tarafından kolaylıkla kızdırılır. 25. Öfkelidir veya acımasızdır. 26. Kincidir ve öç almak ister. 27. Başkalarına zorbalık yapar, onları tehdit eder veya korkutur. 28. Fiziksel kavga başlatır. 29. Problemli bir durumdan kurtulmak ya da bir işten kaçmak için yalan söyler (örneğin, diğerlerini aldatır). 30. İzin almadan okula devamsızlık yapar. 31. Fiziksel olarak insanlara karşı kabadır. 32. Değerli şeyleri çaldığı olmuştur. 33. Başkalarının eşyalarına bilerek zarar verir. 34. Hayvanlara fiziksel olarak kötü davranır.
54
35. Zarar vermek için bilerek yangın çıkardığı olmuştur. 36. Başkasının evine, işine veya arabasına izinsiz girdiği olmuştur. 37. Gece evden kaçtığı olmuştur. 38. Ürkek, kaygılı veya endişelidir.
39. Yanlış yapma korkusuyla yeni şeyler denemekten korkar. 40. Kendisini yararsız veya önemsiz hisseder. 41 Sorunlar nedeniyle kendisini suçlar, hatalı hisseder. 42. Kendini yalnız, istenmeyen veya sevilmeyen biri olarak hisseder; onu kimsenin sevmediğinden şikayet eder. 43. Üzgün, mutsuz veya depresiftir. 44. Kendisini farklı hisseder ve hemen utanır.
55
1-9 veya 10-18 arasındaki sorularda altıdan fazlası 2 veya 3 şeklinde işaretlendiyse bu davranışları ilk fark ettiğinizde çocuğunuz kaç yaşındaydı? _________
PERFORMANS Mükemmel Ortalamanın Üstünde Ortalama Biraz Problemli Problemli 1.Çocuğunuzun okuldaki durumunu puanlayınız. 1 2 3 4 5 2.Çocuğunuzun okuması nasıl? Normalde iyi, kekemelik kaynaklı - 1 2 3 4 5 3.Çocuğunuzun yazması nasıl? 1 2 3 4 5 4.Çocuğunuzun matematiği nasıl? 1 2 3 4 5 5.Çocuğunuz sizinle arası nasıl? 1 2 3 4 5 6.Çocuğunuzun kardeşleriyle arası nasıl? 1 2 3 4 5 7.Çocuğunuzun yaşıtlarıyla arası nasıl? 1 2 3 4 5
56
8.Çocuğunuz takım oyunları gibi aktivitelerde nasıl? 1 2 3 4 5
1. Wolraich, M., Lambert W., Doffing M. (2003). Psychometric Properties of The Vanderbilt ADHD Diagnostic Parent Rating Scale In A Re-ferred Population. Journal of Pediatr Psychology 28, 559–568.
2. Küçük Doğaroğlu, T. (2013). Vanderbilt Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu Aile Değerlendirme Ölçeği Türkçe Uyarlama Çalışması, Gaziantep University Journal of Social Sciences, 12 (3): 385 – 401.
57
EK 2. ÇOCUKLUK ÇAĞI RUHSAL TRAVMA ÖLÇEĞİ
58
EK 3. SOSYODEMOGRAFİK BİLGİ FORMU
Cinsiyet: Yaş:
Yaşamınızın büyük bir çoğunluğunun geçtiği yer:
( )- Büyük şehir ( )- Kasaba
( )- Şehir ( )- Köy
Anneniz ( ) Hayatta ( )Öz
Babanız ( ) Hayatta ( )Öz
( ) Hayatta değil ( )Üvey
( ) Hayatta değil
Eğitim Durumu:
( ) İlkokul mezunu ( ) Ortaokul mezunu ( ) Lise mezunu ( ) Üniversite ( ) Yüksek lisans ve üstü
Algılanan Gelir Düzeyi: Düşük ______ Orta _____ Yüksek _____
Bebekliğinizde/çocukluğunuzda bakımınızı büyük ölçüde kim üstlenmişti? ( ) Annem ( ) Babam ( ) Kardeş(ler)im ( ) Bakıcım ( ) Kreş ( ) Anneannem/Babaannem ( ) Diğer (yazınız) .......
Çekirdek ailenizde psikiyatrik tanı alan var mı?
() Annem () Babam () Kardeşim
59
Halihazırda aldığınız bir psikiyatrik tanı var mıdır? ( ) Evet ( ) Hayır Cevabınız evet ise belirtiniz : ............................
Önceden almış olduğunuz bir psikiyatrik tanı var mıdır? ( ) Evet ( ) Hayır Cevabınız evet ise belirtiniz : ............................
Şu ana kadar hiç fiziksel/bedensel bir hastalık geçirdiniz mi? ( ) Evet (adını yazı-nız):........................................................ ( ) Hayır

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder