Konuk Yazar: Murat Türk
13.01.2024
Merhaba,
Uzun bir aradan sonra blog sayfasını etkinleştirip yenilemeye karar verdim.
Siteyi ilk açtığımda üniversitesideydim. O zamanlar ne tarihi diziler ne de tarihi içeriklere sahip web siteleri, ne de modern müzelerimız vardı. Aradan geçen on yılda hem tarihe olan bakış açınız hem de içerik olarak pek çok ilerleme kaydedildiğini görmenin gururu içerisindeyim.
Peki son on yılda kültürümüz açısından neler değişti?
Başta Diriliş Ertuğrul, Kuruluş Osman, Alpaslan Büyük Selçuklu, Uyanış Büyük Selçuklu gibi dizilerimiz bize kendi kültürumuzu hatırlamamız sağladı.
Ankara'da açılan Cumhurbaşkanlığı kütüphanesi, İstanbul'da açılan Rami kütüphanesi bize hayal ettiğimiz modern kütüphanelere kavuşturdu.
Konya'da açılan Darül-mülk müzesi tarihime sahip çıkmamız sağladı.
Elbette bunlar sadece birer tohum ve yeterli değil. Ancak sayılarının artacagini umuyorum.
Savaş, Çöküş ve Mustafa Kemal
Unutmaya
yüz tuttuğumuz konulardan en acısıdır yenilgiler. Osmanlı İmparatorluğunun Büyük
Dünya harbine girişi, savaşı, batışı ve kaybetmenin getirdiği bir nefretle
unutulmaya mahkûm oldu. Osmanlı
İmparatorluğunun batı tarzında öğretinim görmüş askerlerinden bazıları savaşın
seyrini değiştirdi. Savaşta edindikleri deneyimlerle kurtuluş yolunda önemli
adımlar attılar.
İlk
büyük çöküş balkan savaşıyla geldi. Osmanlı’nın hala dünyanın birkaç büyük
devletinden biri olması batı ülkelerini korkutmuştu. Savaşı Osmanlı’nın
kazanacağını düşündükleri için savaşın başındaki toprakların korunacağını
bildirmişlerdi. Ancak ummadıkları, ulusal devletlerin Osmanlıyı büyük bir
bozguna uğratmasıydı.
Peki,
ne olmuştu da o eski şanlı günler geride kalmış, üç buçuk milyon askere rağmen
nerdeyse her cephede yenilgiye uğramıştık. Cevap sorudan daha karmaşık değil. Evet,
birinci dünya savaşında Osmanlı devletinin 3 milyondan fazla askeri vardı.
Ancak silahı, cephanesi, hatta yiyeceği bile yoktu. Amerikan başkanı bile bu
kadar adamı askere almanın tarıma dayalı Osmanlı ekonomisini batıracağını söylemişti.
Mustafa Kemal de bunu biliyordu. Elçilikteki tüm çabalarına rağmen parasızlık
yüzünden Osmanlı henüz savaşa girmemiş olan Bulgarların buğday teklifini kabul
etmedi. Sonuç olarak da çölde açlıktan ölmek üzere olan Arapların ihanetine
uğradı. Yiyecek sıkıntısı tüm cephelerde kendini daha ilk günlerde gösterdi.
Yıllarca süren savaş bir felakete yol açtı.
Yenilgiyi
hak etmek
Tarih
dersinde hepimize Osmanlı devletinin birinci dünya savaşına Alman gemilerinin
Rus Limanlarını bombalamaları sonucu oldu bitti ile girdiği söylenirdi. Oysa Enver
paşa bundan çok daha önce Almanlarla gizli bir anlaşma imzalamıştı. Savaş sürpriz
değildi. Enver paşa hakkında pek çok şey yazıldı çizildi. Ancak gerçek şu ki
hayranı olduğu, uğruna milyonların kanını
akıttığı o Almanlar, gemilerin boğaza girmesine izin verilmemesi halinde
saldırı emri almıştı. Müttefiklik tek taraflıydı. Almanya’nın menfaatine
olmaması halinde Çanakkale’yi bombalamaktan çekinmeyeceklerdi.
Enver
paşa gençti, kanı kaynıyordu. Bulunduğu mevkie tırmanarak değil, kolay yoldan
çıkmıştı. Bu yüzden Osmanlı devletini bu büyük dünya harbinde başsız ya da kötü
bir başkumandan olarak yönettiğini düşünmek gerekir. Üç milyondan fazla askeri deyim
yerindeyse düşünmeden telef etmişti. Güney cephesi asker beklerken o Kazım
Karabekir komutasındaki askerleri önce Azerbaycan ardından İran üzerine
sürmüştü. Güney cephesinde Mustafa Kemalin tüm diretmelerine rağmen ordu
birleştirilmedi ve cephe geniş bir çöle yayıldı. Hiçbir askeri taktiğe uygun
olmayan bu yöntemle cepheler arasında zor olan ikmal imkansızlaştı. Mehmetçiğin
tüm kahramanlığı savaşın uzamasından başka bir işe yaramadı. Yenilmiştik.
Doğuda soğuğa, güneyde çöle, ama kesinlikle düşmana değil. Askeri bilgiden
yoksun yöneticilere, hazırlıksız girişilen savaşa kaybetmiştik. Kelimenin tam
anlamıyla akli düşüncesizlik Osmanlı impatorluğunun sonunu getirmişti. Kötü yönetim
sadece savaşı kaybettirmekle kalmadı sonrasında imzalanan anlaşmalarla
Almanların parayla ödediği tazminatı bizim toprağımızla ödememize ve yurdun
dört bir tarafının işgal edilmesiyle sonuçlandı.
Mustafa
Kemal’in Tecrübe Kazandığı Topraklar
Almanlar
sadece Osmanlı’yı değil Avusturya İmparatorluğunu da kendi çıkarları için
kullanmıştı. Sonuç olarak ulus devletleri imparatorlukları yenmişti. İttihat ve
Terakkinin yenilginin tek sorumlusu demek yanlış olur ancak yenilginin en
önemli sebeplerinden biriydi. Aralarında birlik yoktu. Enver, Talat, Cemal paşa
üçlüsünden sadece Enver paşa Alman sempatizanıydı.
Son
padişahla beraber Almanya’ya denetlemeye giden Mustafa Kemal de bunu biliyordu.
Fransız cephelerindeki durumu veliaht Vahdettin’e anlatmaya çabalamış ancak
sözünü dinletememişti. Mustafa kemal Almanların savaşı kazanamayacağını daha Bulgar
Ataşe miriyken kavramış ve bunu Alman subaylara söylemekten çekinmemişti.
Aslında Bulgaristan Mustafa Kemale çok daha fazlasını öğretmişti. Orada
katıldığı davetlerde ulusal bir devlet kuran Bulgarların nasıl kendi ayakları
üzerinde çağdaşça yaşadıklarını öğrenmişti. Daha sonra kuracağı devletin ana
şekilleri aklında belirmeye başlamıştı. Nitekim yaptığı inkılaplarla örnek
aldığı ülke Bulgaristan’dı. Mustafa Kemal pek çok ülkeye gitmişti. Üç kıtayı da
görmüştü.
Onu
en çok etkileyen olaylardan biri Suriye’de yaşanmıştı. Çanakkale’de kazandığı zaferlerden
sonra ondan çökmekte olan güney cephesinde yararlanmak istemişlerdi. Suriye’ye
gider gitmez ordusunu dağılmaktan kurtardı. Ancak hükümetle anlaşamayarak
görevinden istifa etmek zorunda kaldı. Suriye’de arapların ihanetini gördü.
Yolunu kesen Suriyelilerin ne halifeyi ne de Osmanlı devletini
umursamadıklarını yerinde gördü. Ulusal bir devlet kurma düşüncesini tam olarak nerde hangi kıtada benimsediğini
bilmiyoruz. Ancak çöküşün, savaşın, zaferin, politikanın, halkın, tam ortasında
tecrübe ettiği aklıyla bu kararları verdiği bir gerçek.
18.02.2014
Kültürümüzü korumanın en güzel yolu kitap okumaktan geçer. Kitap fiyatlarının yüksekliği, zaman bulamama bahaneniz olmasın. Nasıl telefonunuzla saatler geçirmek için zaman bulabiliyorsanız kitap için de bulabilirsiniz. Unutmayın bir tv ya da bilgisayar ekranına bakarak film, dizi, klip izlemek beyninizin çok az bir kısmının çalışmasını sağlar. Oysa kitap okurken beyniniz düşünür, hazır görüntüyü değil kendi düşüncesiyle hayal kurar. Ülkemizde en büyük gökdeleni, en büyük hapishaneyi yapmakla övünmeyelim. En büyük üniversiteyi, en büyük kütüphaneyi, en büyük müzeyi yapmalıyız ki övünelim. Ben inanıyorum ki bir gün bırakın her okulda bir kütüphaneyi, her sınıfta bir kitaplık, her kafede bir kitaplık, her evde bir kitaplık kuracağız. Bir gün bizim çocuklarımız da okuyacak. Bunu umut ediyorum.
Fotoğrafta Fransa'da ki opera ve bale salonunu yer alıyor. Böyle bir nesile bizlerin de sahip olması dileğiyle...
29 Mayıs 2015 Cuma
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder