Osmanlı’da iç güvenlik alanında yeni tedbirler hem gereklilikti hem de isyan edenlerin hamiliğini yapan Batılıların bir isteğiydi. Modern Osmanlı iç güvenliği böyle bir sebepler dizisi içerisinde meydana getirilmeye çalışılmıştır. Özellikle Osmanlı taşrasında kaybolan huzuru yeniden tesis etmek için önce mülki bir çekirdeğin üzerine bina edilen zaptiye kurulmuş, daha sonra zaptiyenin mevcut hali ile yeterli gelmediği kanısına varılmış ve köklü bir revizyon yapma ihtiyacı hissedilmiştir. Osmanlı aydınında bu dönemde gelenek haline gelen Batılı örneğe bakarak yenilik yapmak jandarma için de geçerli olmuş; İtalya ve Fransa örneklerine bakıldıktan sonra Fransa örneğini bire bir denilebilecek bir ölçüde Osmanlı’ya tatbik etme kararı alınmıştır.
Balkanlardaki isyan durumlarının giderek kızışması ve Batılıların da taraf olmasıyla Balkanlarda Osmanlı’ya iç güvenlik ile alakalı yeni sorumluluklar yüklemişlerdi. Bunlardan biri olan Mürzterg Planı çerçevesinde yeni iç güvenlik oluşturmak için çalışmalara başlayan Osmanlı jandarma nizamnamesi yapmaya koyulmuştur ve bu yeni teşkilatın kuruluş aşamasında İtalyan General Emilio De Giorgis’i görevlendirmiştir. Jandarmayı düzenleyen yeni nizamname yukarıda söylendiği gibi Fransız kaynaklı bir nizamname olup önce rapor olarak sunulmuş ardından 1903 yılında yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Nizamname, jandarmayı hizmete alım, hiyerarşi, görev çerçevesi, özlük hakları, iç disiplin, olağandışı görevleri, adli durumlardaki görevleri, mahkum nakillerinde, yol güvenliğinde olacakları rol gibi geniş bir çerçevede ele almıştır. Özellikle zaptiye döneminin keyfi davranışları engellenmek istenmiş, ast üst ilişkisini düzenleyen maddeler geniş bir çerçevede ele alınmıştır. Okur yazar olmak önemli görülmüş yükselmek için avantaj sağlamıştır. Bu yeni nizamname yürürlüğe girdiği yıldan itibaren büyük bir değişiklik yapılmaksızın Cumhuriyet devrine kadar fiilen yürürlükte kalmış 1930 yılında 1706 numaralı jandarma kanunu ile mülga hale gelmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: Modernleşme, İç güvenlik, Jandarma, Nizamname, Zaptiye
vi
ABSTRACT
TRANSITION TO MODERN LAW ENFORCEMENT IN THE OTTOMAN EMPIRE: THE ESTABLISHMENT OF THE OTTOMAN GENDARMERIE ORGANIZATION ACCORDING TO THE 1903 GENDARMERIE REGULATION
In the Ottoman Empire, new measures in the field of internal security were both a necessity and a desire of the Europeans who were the protectors of the rebels. Modern Ottoman internal security has been tried to be created within such a series of reasons. Especially in order to re-establish the lost peace in the Ottoman provinces, the zaptiye, which was built on a civil core, was first established, and then it was concluded that the zapiye was not sufficient in its current state and the need for a radical revision was felt. It was also valid for the gendarmerie to innovate by looking at the western example, which became a tradition for the Ottoman intellectuals in this period. After looking at the examples of Italy and France, it was decided to apply the example of France to the Ottoman Empire to an extent that can be called one-to-one.
With the escalation of the revolts in the Balkans and the Westerners' taking sides, they imposed new responsibilities on the internal security of the Ottomans in the Balkans. The Ottomans, who started to work to create a new internal security within the framework of the Mürzterg Plan, which is one of them, started to make a gendarmerie regulation and appointed Italian General Emilio De Giorgis during the establishment of this new organization. As mentioned above, the new regulation regulating the gendarmerie is a French-sourced regulation, first presented as a report and then published in 1903 and entered into force. The regulation dealt with the gendarmerie in a wide framework such as recruitment, hierarchy, duty framework, personal rights, internal discipline, extraordinary duties, duties in judicial cases, their role in prisoner transfers and road safety. In particular, the arbitrary behavior of the zaptiye period was tried to be prevented, and the articles regulating the subordinate relationship were discussed in a wide framework. Being literate was considered important and provided an advantage for promotion. From the year it entered into force, this new regulation remained in effect until the Republic era without any major changes.
KEYWORDS: Modernization, Internal Security, Gendarme, 1903 Regulation, Balkans.
vii
İÇİNDEKİLER
KABUL VE ONAY SAYFASI ............................................................................. ii
ETİK BEYAN ....................................................................................................... iii
ÖN SÖZ ................................................................................................................. iv
ÖZET ....................................................................................................................... v
ABSTRACT .......................................................................................................... vi
İÇİNDEKİLER ................................................................................................... vii
KISALTMA VE SEMBOLLER LİSTESİ ...................................................... viii
TEŞEKKÜR ........................................................................................................ iix
GİRİŞ ...................................................................................................................... 1
BİRİNCİ BÖLÜM .................................................................................................. 7
1. TANZİMAT’TAN II. ABDÜLHAMİD DÖNEMİNE JANDARMA TEŞKİLATI ....................................................................................................... 7
1.1 Geleneksel Osmanlı Güvenlik Anlayışı.......................................................... 7
1.2 Tanzimat Devri: Jandarma Teşkilatının Temellerinin Atılması ................... 10
1.3 II. Abdülhamid Dönemi: Zaptiyeden Jandarmaya........................................ 15
İKİNCİ BÖLÜM .................................................................................................. 21
2. 1903 TARİHLİ JANDARMA NİZAMNAMESİNİN ORTAYA ÇIKIŞI .. 21
2.1 Nizamnamenin Arka Planı ............................................................................ 21
2.2 Nizamnamenin Ortaya Çıkışı ....................................................................... 25
2.3 Jandarma Okulları ve Eğitim ........................................................................ 39
2.4 Jandarmanın Kılık Kıyafeti: Üniforma ......................................................... 40
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM .............................................................................................. 42
3. 1903 TARİHLİ JANDARMA NİZAMNAMESİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ ............................................................................... 42
3.1 Jandarmanın Kuruluşu, Genel Hükümler, Jandarmanın Vazife ve Hizmetleri 43
3.2 Teşkilat ve Rütbe .......................................................................................... 43
3.3 Jandarmaların Nezaretlerle ve Devlet Memurları ile İlişkisi ........................ 45
3.4 Vazifeler ....................................................................................................... 46
3.5 Jandarmanın Özel Hizmetleri ....................................................................... 50
3.6 Jandarma Taburlarının Disiplin ve İç Düzenleri .......................................... 54
3.7 Jandarmaların Hizmetleri Yaparken Vazifeleri ve Genel Hukukları ........... 54
3.8 Nizamnamenin Genel Değerlendirmesi ........................................................ 56
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM ........................................................................................ 59
SONUÇ .................................................................................................................. 59
KAYNAKLAR ..................................................................................................... 61
EKLER .................................................................................................................. 65
viii
KISALTMA VE SEMBOLLER LİSTESİ
ATASE : Askeri Tarih ve Stratejik Etüt ve Denetleme Başkanlığı
BAİBÜ : Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi
BEO : Bab-ı Ali Evrak Odası
BOA : Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı
Bşk. : Başkan, Başkanlık
DH.MKT : Dahiliye Nezareti Mektubi Kalemi
DH.MUİ : Dahiliye Muhaberat-ı Umumiye İdaresi
DH.TMIK.M: Dahiliye Nezareti Tesri-i Muamelat ve Islahat Komisyonu
Gnkur. : Genelkurmay
İ..HUS : İrade Hususi
T.FR.I.M : Rumeli Müfettişliği Müteferrika Evrakı
TBMM : Türkiye Büyük Millet Meclisi
TDVİ : Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi
TFR.I. KV : Rumeli Müfettişliği Kosova Evrakı
VMRO : İç Makedonya Devrimci Örgütü
Y.PRK.MK. : Yıldız Perakende Evrakı Müfettişlikler ve Komiserlikler Tahriratı
Y.A.HUS. :Yıldız Sadaret Hususi Maruzat Evrakı
Y.MRZ.d. :Yıldız Maruzat Defterleri
ix
TEŞEKKÜR
Bu çalışmanın meydana gelmesinde benden ilgisini ve bilgi birikimini esirgemeyen kendisinin lisans öğretimimden bu yana öğrencisi olmaktan gurur duyduğum tez danışmanım Sayın Doç. Dr. Levent DÜZCÜ’ye teşekkürü bir borç bilirim.
Hasseten benim için uzun sürmüş nazik bir süreç olan yüksek lisans aşamasında yanımda olan aile üyelerim ve eşim Mihriban DİNÇ’e teşekkür ederim. Güvenlik Tarihinin bir noktasına ışık tutabildiysem ne mutlu!
Çağatay Kağan’a Sevgiyle
GİRİŞ
Çok uluslu imparatorluklar çağının Fransız İhtilali ile kapanmaya başlayıp, yerini ulus devlet modelinin almaya başladığı 18. yüzyıl ve 19. yüzyılda uluslar yönetimleri altında bulundukları İmparatorluklardan sıyrılıp, self determinasyonlarını ilan etmek istiyorlardı. Bir daha bu nirengi noktasından geriye hareket mümkün olmayacaktı ve bu yüzyıl boyunca uluslar; ulus devlet modelinde teşkilatlanmış yeni devletler kurmanın sosyal olaylar, uluslararası çekişmeler ve nihayet de savaşlar ile sancısını çekecekti. İmparatorluklar ise kazanılmış sınırlarını ve hakimiyetlerini korumak ve bunları zapturapt altında tutmak istiyorlardı.
Osmanlı ise bu durumu iliklerine kadar yaşayacağı bir dönemece bütün varlığı ile girmişti Osmanlı anavatanı denilebilecek Balkanlar, ondan biraz sonra Anadolu’nun doğu ucunda Kafkasya’nın başladığı coğrafyada Ermenilerin ayrılıkçı faaliyetleri ve Arap coğrafyasındaki hareketlenmeler. Osmanlı’nın suları her yer de kaynamaya başlıyor, sabırlı bir rençperin bereketli toprakları tohumla buluşturması gibi 18. ve 19. yüzyıl Osmanlı açısından isyanlar, yenilgiler ve kaybedişlerin karış karış toprağına ekildiği uzun bir yüzyıl oluyordu.
Rusya’nın Balkanlarda Slavist politikaları Kafkaslar ve Türkistan da ise işgalci politikaları ile birlikte Avrupalıların Osmanlı’yı parçalama ihtirasları birleşiyor hepsi için bir tedbirler zinciri ve yeri geldiğinde yeni kurumlar ve kurallar anlamına geliyordu. Pek çok diğer reform ve yeniliğin kaldıracı olan yukarı sayılan durumlar jandarmanın kuruluşu için de bir kaldıraç vazifesi oluyordu.
İç güvenliğe duyulan ihtiyaç her zamankinden daha çok hissediliyordu. İsyanlar çağı gibi imparatorlukların önünde duran 19. yüzyıl kolluk perspektifinin değiştirilmesi ve profesyonel bir konsepte geçilmesi konusunda büyük bir ünlem işareti gibi durmaktaydı. Askeri birlikler asayişi sağlamakta geçen yüzyıllar içerisinde şüphesiz düşünülmüştü. Fakat iç güvenlik için hantal bir yapı ihtiva etmeleri ve buna mukabil olarakta neden oldukları masraf ve iş çözme yöntemleri dahili kollukla uyuşmayan bir yapı arz ediyordu. Bu sebeple efektif, özge bir gayesi olan bir güvenlik gücüne ihtiyaç duyuluyordu. Gelinen süreçte Rusya, İtalya, Prusya, Avusturya-Macaristan gibi ülkelerde jandarma kurulmuştu.
2
Avrupa da jandarma birlikleri teşkilatlanmaya başladığı dönemde hemen hemen aynı paralellikte Osmanlı’da modern kolluğun temellerini atma için girişimler başlamıştı. Osmanlı modern kolluğun ilk örnekleri zaptiye olarak teşkilatlandırılmış daha sonra Asakir-i Zaptiye ismi ile bir ara revizyon yapılmıştır. Bu yeni kolluğun kurulma fikri ilk oluştuğu zamanlar Tanzimat’tan hemen sonradır ve kurum henüz kendini resmen göstermese de jandarma belgelerde fikir olarak zikredilmeye başlanmıştır.
Aynı yüzyılda Batı vizyonlu terakkiyi düstur edinmiş Japonya ve İran’da Avrupa tarzı jandarma modeline geçmiş Osmanlı’da bu durum tanık gösterilerek kurulmasının doğru bir teşebbüs olacağı savı devlet efkarında olgunlaşmaya başlamıştır.
Yani buradan hareketle Osmanlı modernleşmesinde her zaman ihtiyaç öncelikli bir değişim talebi yoktur zaman zaman devlet Avrupa ile senkron adımlar atabilmek için bazı revizyonları yapmaya isteklidir. Fakat Balkan coğrafyası başta olmak üzere İmparatorluğun hemen hemen en çok ihtiyaç duyulan şeyi huzurdu bu huzuru tesis edebilmek için de etkili ve caydırıcı bir kolluk gücüne ihtiyaç vardı. Yukarı da konusu geçen Fransız İhtilali, Osmanlı tebaasını birey bazında etkilemeye başlamıştı, çetecilik Osmanlı’dan kaderini ayırmak isteyen halkların ortak bir modeli olmaya başlamıştı. Bu hızla yaklaşan akıbet jandarmayı daha anlamlı bir teşkilat kılmakta ve jandarmanın mesnetsiz kurulduğu fikrini ilga etmektedir. Jandarma el yordamı ile kurulmuş olsa da giderek yatağını bulan bir kurum olarak kökleşecektir.
Tezimizin çekirdeğini oluşturan jandarma çok sıklıkla zikredilecek bu sebeple jandarmanın kelime anlamına değinmek, açıklık getirmek icap etmektedir. Jandarma terimi Fransızca kökenli bir kelime olup silahlı kişi manasına gelmektedir. Jandarma terimi fonetik bir benzerlikten ötürü Türk-İslam devletlerinde asayişten sorumlu olan candar kelimesinden geldiği sanısı varsa da bu yanlış bir fikirdir. Basit bir filolojik mantık yürütmeyle candar kelimesinin Jandarmaya dönüşmesi Türkçe açısından mümkünü olmayan bir değişimdir.
Osmanlı’nın modernleşme çerçevesinde yapılan ıslahatlarda önüne bir rol model koyduğu bilinmektedir. Osmanlı yenileşme hareketlerinin yönünü Avrupa’ya çevirdiği andan itbaren ya yapmak istediği ıslahatların benzerini yapmış bir Avrupa versiyonunu rol model alıyordu ya da Avrupalı bir uzman eliyle
3
kurumları revize etmeye çalışıyordu. Bunların ilk örneği özellikle askeri tarihte Humbaracı Ahmet olarak bilinen Comte de Bonneval ve Osmanlı’yı modern mühendislik eğitimi ile tanıştıran Baron de Tott’dur. Özellikle askeri ıslahatlar için pek çok batılı uzmana başvurulmuştur. Jandarma için de aynı durum söz konusudur.
Jandarmanın kuruluş aşamasında da önce İtalya daha sonra ise Fransa rol model alınmıştır. İtalya modeli ile teşkilatlandırılmaya başlayan jandarma daha sonra Fransız modeli ile yola devam edecektir bunun belirgin ayrımı da 1903 Nizamnamesinin Fransız örneğinin bir kopyası mahiyetinde olmasıdır. Jandarmanın kurumsal başlangıç tarihi olarak 1839 tarihi kabul edilmektedir Asakir-i Zaptiye Nizamnamesi ve Tanzimat Fermanı’nın kesiştiği bu başlangıç tarihine Jandarma ile alakalı güncel çalışmalarda itirazlar mevcuttur, ilerleyen bölümlerde bu süreçlere ve itirazlara detaylı olarak değinilecektir.
Osmanlı son döneminde devlet egemenliği pek çok defalar tehdit edilmiş ve hatta çiğnenmiştir. Bizim konumuz ile alakalı bir başka örnek ise Avrupalı devletlerin Osmanlı’nın kendi iç güvenliğini sağlamak için attığı adımlardan tatmin olmamaları sonucunda Makedonya Sorunu özelinde ve 93 Harbi1 sonrası Osmanlı’nın doğu vilayetlerinde ıslahat sözü vermesinden sonra hiçbir egemen devletin kabul edemeyeceği bir müdahale ile Osmanlı iç işlerine karışarak kolluğun yeniden tanzim etmeleridir. Bu durum jandarma tarihi içerisinde düzenleme manasına gelen tensîkat dönemi olarak adlandırılacaktır. Bu tensikat 2dönemi jandarmanın müşterek Osmanlı tebaasından vatandaşlardan oluşması Avrupalı bir komutanın jandarma reformunun başında olması gibi maddeler içeriyordu. Reformdan sorumlu İtalyan komutan jandarmayı Selanik merkezli yeniden doktrine edecek fakat olağan işleyişine kesinlikle karışmayacaktı. Babıali de bunun çekinceleri mevcuttu.
19. yüzyılda Balkanlarda yaşayan unsurların çetecilik faaliyeti gittikçe sertleşmişti. II. Abdülhamid’in baskıcı tutumu Avrupalıları Osmanlı yönetimine karşı daha müdahaleci ve yönlendirici yapmıştı. Abdülhamid 1902 yılı sonlarında Hüseyin Hilmi Paşa’yı geniş yetkilerle donatarak ekonomik, toplumsal hukuki alanlarda Selanik, Kosova, Manastır vilayetlerinde reformlar yapmak üzere göndermişti. Bölgede idareyi güçlendirmek birtakım tedbirlerle birlikte
1 1877 – 1878 Osmanlı – Rus Savaşı, Rumi tavkimde 1293 yılına rastladığı için 93 Harbi olarakta isimlendirilmiştir.
2 Tensikat: Düzenlemeler, düzene koymalar (Ayverdi, 2005:Kubbe altı Lügatı: http://lugatim.com/s/tensikat)
4
Jandarmanın ıslahı konuları önem arz etmekteydi. Mamafih devlet hazinesi buna cevap verebilecek durumda değildi bu sebeple jandarma ıslahı geciktirilmiş. Jandarma Nizamnamesinin çıkarılabilmesi 1903 yılının Ocağına kalmıştı. Maddi yetersizlikten ötürü planlanan şekilde personel temin edilememiş. Bu da çetecilik faaliyetlerinin önüne geçmekte zorlanmaya sebep olmuştur, bu nedenle geçici seyyar nizamiye askerleri ve müfrezelerden yararlanılması yoluna gidilmiştir. Bu da başarıya ulaşmamıştır.
Jandarmanın bu sancılı kuruluş aşamasında başarısız olunması Avrupalı devletleri Osmanlı içişlerinde her geçen gün daha kontrolcü yapıyordu. Abdülhamid dönemindeki girişimlerinde başarıya erişmemesi sonucu Makedonya’nın ıslahı için Mürzteg Planı ortaya konmuş Osmanlı egemenliğini doğrudan tehdit eden bu anlaşmayı padişah önceleri kabul etmek istemiş fakat İngiliz, İtalyan, Alman, Fransız, Avusturya, Rusya’dan oluşan ülkelerin gemileri tehdit olarak Selanik açıklarına demirleyerek Osmanlı’ya bu anlaşma dikte edilmiş. Durumun vahametini gören padişah, Makedonya ıslahatını ve jandarmayı da içine alan içişlerdeki ıslahatı kabul etmiştir (Armaoğlu, 1997:587-589)
Bu vücuda getirilmeye çalışılan kurumun kaderi Osmanlı ile koşut gitmiş, maddi yetersizlik, plansızlık, dış baskılarla farklı seyirler almıştır. Jandarma kah aslı görevi olan kolluk vazifesini yerine getirmiş kimi zamanda asli vazifesi olmamasına rağmen cepheye sürülmüştür.
1919’da Atatürk’ün Samsun’a çıkışı ile bir kırılma yaşayan Türk tarihi jandarma açısında da türlü değişikliklere gebe olacaktır. Fakat Sevr’in imzalandığı süre içerisinde de iç güvenlik gibi bir pozisyonu elinde tutan Jandarma Teşkilatına bazı etki etme çabaları söz konusu olacaktır. Sevr’i takip eden günlerde daha önce jandarmanın yapılanmasında görev almış Fransız bir general jandarmada tekrar görevlendirildi ve ilk emri Fransız rütbelilerin direktiflerine uyulması idi. Diğer taraftan 23 Nisan 1920 tarihinde TBMM’nin açılışı ile Milli Mücadele daha ete kemiğe bürünür ciddi bir durum almış ve bu kertede Müdafa-i Milliye Vekaleti altında Umum Jandarma Kumandanlığı kurulmuştur. Böylelikle tabiiyetleri farklı iki ayrı jandarma teşkilatı var olmuştur. Ayrı kurumlar olarak var olsalar da bağlı oldukları kanun bakımından aynı yere dayanıyorlardı. Yeni Türk devletinin kurduğu jandarma askeriyenin bir parçası olarak kurulmuştu ve jandarma sekiz bölge müfettişliği ve her müfettişliğin sorumluluğunda bir ile dört arasında değişen
5
jandarma alayları kurulmuştu. Aynı zamanda taburlarda alayların altında konumlandırılmıştı. (Tekir, 2020:295)
1903 Nizamnamesi farklı zaman dilimlerinde çeşitli tadilatlara tabii tutularak kullanılmaya devam etmiştir. Cumhuriyet devrine girildiğinde ise Milli Mücadele devri ile birlikte uzun denilebilecek bir süre 1903 Nizamnamesine uyulmaya devam edildi 1930’a gelindiğinde 1706 numaralı Jandarma Kanunu 22 Haziran 1930’da Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir (Tekir, 2020:362). Kanunun çıkışından yedi yıl sonra jandarmanın vazife teşkilat yapısını düzenleyen kararname çıkarılmıştır. “Jandarma Teşkilat ve Vazife Nizamnamesi”
Cumhuriyet devrindeTürk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde iç kolluk görevine devam etmiş, günümüzde ise terörist faaliyetleri başta olmak üzere yurt içi ve yurt dışında pek çok görev ifa etmiş köklü bir kurumdur. Kurulduğu günden bu yana askeri perspektifli bir kurum olarak kurulmuş ve görevine öyle devam etmiştir ta ki 668 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile “Jandarma görev ve yetkileri” kanunun 4. Maddesinde; “Jandarma Genel Komutanlığı İçişlerine Bağlıdır” hükmü konularak tam olarak içişleri bakanlığına bağlanmış Genelkurmay Başkanlığı ile iltisakı sona erdirilmiştir. Kaleme alınan bu tezde modern bir kolluk unsuru olarak Jandarmanın kuruluş evresini yaşadığı dönüşümü anlatmaya çalışılacaktır.
Tez üç ana bölüm üzerine oturacak ve bunlarda kendi içlerinde alt başlıklara sahip olacaktır. Birinci Bölüm, Tanzimat dönemi jandarma teşkilatı, jandarma teşkilatının temelleri ve II. Abdülhamid dönemindeki gelişmeler ele alınmıltır. İkinci bölümde ise Nizamnamenin arka planı, ortaya çıkışı ve alacakları eğitime değinilmiştir. Bu bölümün son başlığıda kılık ve kıyafetten bahsedilmiştir. Üçüncü bölümde ise Nizamnamenin şekli değerlendirmesi yapılmış ve sadeleştirmeye gidilmiş. Jandarmanın yapılandırılması, jandarmaya yüklenen özel görevler ve jandarmanın iç denetiminden bahsedilmiştir. Tezin amacı 1903 Nizamnamesini merkez olarak jandarmanın kuruluşuna ışık tutmak ve bu nizamnamenin önemini tesbit etmektir. Tezin önemi jandarma tarihini genel bir bakışla incelememesi 1903 Nizamnamesinden önceki ve sonraki kırılmaya dikkat çekerek incelemesidir.
Bu tez çalışmasının dikkat çektiği tarih kesiti ile sınırlı da olsa modern jandarmanın kuruluşu ortaya konulmaktadır. Tez nizamname etrafında geliştirildiğinden mütevellit kolluğun Türk tarihi içerindeki sürecine
6
değinilmeyecek jandarma teşkilatının kuruluş fikri orta çıktıktan Nizamname dönemine kadar irdelenecektir.
Tezin asıl gayesinin Jandarma tarihi içerisinde 1903 Nizamnamesinin aldığı yer ve önemdir. Tez yazım sürecinde görülmüştür ki 1903 nizamnamesi, jandarma tarihi içerisinde özel bir çalışmaya konu edilecek bir kıymetlendirmeye yapılmamış. Süreç incelenirken bir basamak olarak geçilmiştir. Bu noktaya dikkat çekerek modern kolluğun net bir resmi başlangıcı olan bu nizamname incelenmeye çalışılmıştır.
Bu aşamada tez için kullanılan ana kaynak bu çalışmanın paradigmasını oluşturan Nizamname olmuştur. Bunun yanı sıra Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivinde yer alan jandarma konulu belgelerden yararlanılmıştır. Yayınlanmamış yüksek lisans tezleri, tebliğler süreli yayınlar ve konu ile alakalı yapılmış özgün çalışmalara yer verilmiştir.
BİRİNCİ BÖLÜM
1. TANZİMAT’TAN II. ABDÜLHAMİD DÖNEMİNE JANDARMA TEŞKİLATI
1.1 Geleneksel Osmanlı Güvenlik Anlayışı
Toplumsal düzen, topluluklar ve ülkeler olarak teşkil olmaya başladığı günden bu yana güvenlik, üzerinde durulması gereken bir ihtiyaç olarak hep varlığını korumuştur. Güvenlik iki temel perspektif üzerinden algılanmıştır. Birincisi toprak ve vatan savunması ihtiyacı, ikincisi ise savunulan vatan içerisinde selametli bir şekilde yaşamayı sağlayacak olan iç güvenliktir.
İç güvenlik unsurları tarih boyunca genelde ayrı bir unsur olarak değil ordu içerisindeki çeşitli birimlerin yanal görevleri olarak düşünülmüştür. Osmanlı’da da aynı anlayış kabul görmüştür. İmparatorluk tanımlı devletlerde iç güvenlik ordu kademelerinin bir görevi telakki edilmiştir. Örneğin Osmanlı’da; Tımarlı Sipahiler savaş zamanı orduda savaş gücü olarak yer alırken barış zamanında ise bulundukları bölgenin asayişini teminde görev üstlenmişlerdir (İnalcık, 2012:170). Klasik dönemde ordu içerisindeki çeşitli birimlerin farklı bölgelerin asayişini üstlendiği zamanlar da olmuştur. Örneğin kalyoncular deniz kıyılarının emniyetini alırken başka birim başka bir semtte görev üstlenmiştir. (Tekir, 2020:30) Fakat klasik dönemde zabıta görevi tamamen ordu içerisinde tali bir görev olarak tanımlanmamıştır. Pek çok Türk devletinde olan subaşılık görevi Osmanlı payitahtında ve taşrasında da işleyen bir kurumdu. Subaşı asayişi teminde kadının bir alt görevlisi olarak işini yürütür ve bunu Kadının bilgisi ve izni dahilinde yürütür, kovuşturmayı yapar, suçlu gördüklerinin takip eder, suçu önlemek için gerekli önlemleri alırdı. Şüphelileri gözaltına alabilir fakat kadı hükmü olmadan ceza infaz edemezdi. Bu sebeple suçluları mahkemeye sevk eder ve hüküm Kadı tarafından onanmadan hareket edemezdi. Aynı zamanda Kadıların verdiği cezaları infaz ederdi. Yani kadı hem zabıta görevini yürütürken hem de cezaların uygulayıcısı hem adli hem kolluk görevini yürüten bir memur olarak iş görmektedir (Ortaylı, 2020:49). Osmanlı payitahtında zabıta işlerinin yürütülmesi ile ilgili birincil mükellef sadrazamdır (Tekir, 2020:33). Bir başka iç güvenlik unsuru ise kadı ve kadının alt kademesinde çalışan kadı naibidir. Kadının diğer iç güvenlik unsurlarından farkı ise suçluların yakalanmasında hem amir hem de suçun
8
mahkeme edilmesi sürecinde iki farklı görevi üzerinde taşımasıdır. Yukarıda bahsettiğimiz düzensiz iç güvenlik unsurlarının önemli biri de böcekbaşılık müessesesidir. Bu görevliler kadın ve erkek olmak üzere böcekbaşının altında çalışırlardı. Tövbekâr olmuş suçlularda bu pozisyonda görev alabildikleri için bu kişilerin suç merkezleri ve suçluların barındığı yerler hakkında bir ön bilgileri olduğu anlaşılmaktadır. Bu tecrübeyi suçluyu ortaya çıkarmak ve bu kişileri Ağakapısı İhtisap Nazırlığına yahut Cafer zindanına gönderirdi. Burada suçunu sabit gördüklerini dayak, hapis kulak kesme gibi cezalar verirdi, suçun tekrarı halinde ceza idama da dönebilirdi (Özcan,1992:323).
Osmanlı’nın geleneksel kolluk algısı içerisinde monolit bir yapı yoktu, bunun yerine devletin farklı yerlerde farklı ihtiyaçlara göre birbirinden farklı kolluk yapıları ikame etmekteydi. Bu yapılar kimi zaman kollukla özdeş subaşılık kurumu olurken bazen de orduya verilen yanal görevlerle bu işler yürütülebiliyordu. Kuruluş ve yükselme döneminde önemli roller üstlenen Yeniçeri Ocağı bu başarıları ve kendilerine tanınan hareket alanını suiistimal ederek kendilerini gücün odağı olarak görmeye başlamışlardı. Müesses nizamlarına gelebileceğini düşündükleri her türlü düzenlemeye ve yeniliğe karşı geliyorlardı. Tahttan padişah indirme, padişah çıkarma, isyanlar ve karışıklıklar çıkaran bir ocak haline gelen Yeniçeriler payitaht başta olmak üzere hem potansiyel hem de aktif bir iç güvenlik problemi oldular. Yeniçeri Ocağı, II. Mahmut tahta çıkacağı zamana kadar mevcut disiplinsiz statükolarını sürdürdüler. II. Mahmut, devleti Avrupa örneklerinde olduğu gibi merkeziyetçi bir yönetim biçimine evirmek istemekteydi. Padişah bunu yapabilmek için ivedi işlerden birinin Yeniçeri Ocağının halli olduğunu biliyordu. Eyleme girişmezden evvel ocak içerisinde birtakım düzenlemeler yaparak önceki isyanlarda görev almış olanları görev değişiklikleri ile uzaklaştırdı. Saray içerisinde mühimmat depolayarak askeri teçhizatı tahkim etti. Nihayet 17 Haziran 1826 tarihinde Vak’a-i Hayriyye olarak anılacak olan Yeniçerilerin halline girişildi. Bir kısım Yeniçeri çarpışmalar esnasında ölmüş, sağ olarak ele geçirilenler ise At Meydanında kurulan divanı harpte hükmü sabit bir mahkeme ile idam cezasına çarptırılmıştı. Sultanahmet Camii altındaki mahzenlerde boğdurulduktan sonra cesetler bir ibret vesikası olarak önce meydana atıldı, daha sonra Marmara Denizi’ne bırakıldı. Dönemin bir propaganda aracı olarak, öldürülen Yeniçerilerin sayısı abartılarak söylenmiş, yeni isyan odaklarının oluşmasının önüne geçilmeye çalışılmıştır (Beydilli, 2012:454-457).
9
Yeniçerilerin hallinden sonra ikame edilecek yeni orduya Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye adı verildi. Osmanlı kolluğu modern bir evreye bu yeni ordu ile geçmiş oldu. Yeni kurulan ordu ile beraber eski zabıta görevini ifa eden tüfekçi deli ve haytalardan yeni bir zaptiye memurluğu teşkil edildi. (İzzet,1925:7) Fakat kollukla ilgili karmaşa devam ediyor, bazı yerlerde Asakir-i Mansure ordusu kolluk tutarken bazı yerlerde ise Hassa Ordusu kolluk tutuyordu. Ancak II. Mahmut başkentin huzur ve sükûnete kavuşmasında kararlıydı. Şehirde başı boş ahalinin bir kısmını Yeniçerileri kaldırmadan önce göndermişti. Ocağı kaldırdıktan sonra ise İstanbul içerisinde işsiz düzensiz kalabalıkları yani suç potansiyeli taşıyan bu güruhu şehir içerisinde istemiyordu. Mürur tezkiresi olmayanlar şehre sokulmayacak çarşı pazar denetimi sıkı yapılacaktı. Tüm bu görevlerin yürütülmesi için İhtisap Nezareti meydana getirilmişti (Beydilli, 2012:457. Kazıcı, 1998:144). Osmanlı kolluğu adına hareketli ve sancılı bir döneme giriliyordu; zira Osmanlı’da kolluk mekanizmasının işler bir hale gelip jandarma adını alması için kat etmesi gereken uzun yol vardı.
Avrupa’nın kaderini değiştirmeye başlamasının önemli bir merhalesi olan feodal düzenin yıkılması ve yerine merkezi güçlerin ortaya çıkması güvenlik algısına da etki etmeye başlamıştı. Otuz Yıl Savaşlarının ardından imzalanan Westfalya Barışı, Avrupa’nın uzun yıllardır tartışmasız siyasi otoritesi olan kilisenin etkisini azaltmıştı. Merkezileşmenin etkisi ile de feodal yöneticiler ellerindeki toprakları elden çıkardılar fakat bunun tek etkileneni feodal beyler olmadı. Onlara bağlı toprakların üzerinde çiftçilik yapan rençber takım topraksız kaldı. Bu ise, klasik bir demografik hareketlilik olan taşradan merkezlere doğru hareketi başlattı. Yani Avrupa şehirlerinin temeli esasen bu temel üzerine gelişti. Bu göç dalgası ile gelen taşralılar aynı zamanda endüstri çağının başlangıcında iş gücü olarak istihdam edilecekti (Soytürk, 2012:303).
Modern devlet anlayışının henüz gelişmediği iç güvenliğin net bir ihtisas alanı içerisine girmediği dönemlerde Avrupa’da da kolluk feodal beylere bağlı şövalyeler tarafından sağlanıyordu. Hızlı şehirleşme ile şehirlerde meskûn insan sayısının artması, iç güvenlikte zafiyet meydana getirmekteydi. Bu sebeple kolluk için yeni oluşumlar ihtiyacı orta çıkıyordu. Paris’te polis teşkilatı kurulmuştu ve fakat bu kırsalı kapsamayan bir düzenlemeydi. Jandarma, Fransa’da iç güvenliği üstlenmemiş, seçkin özel bir birlik olarak konumlandırılmıştı. Kır kolluğuna bakan Fransız ordusunun bir birimi olan Maréchaussée idi. Bu birim yol güvenliğini
10
sağlamak, asker kaçaklarını tespit gibi sorumlulukları vardı. XIV. Louis zamanında bir revizyona tabi tutularak sivil kolluk görevi de sorumluluk alanları içerisine yüklenmiş oldu. Böylelikle Fransız modeli modern askeri kolluğun çekirdeği olmuş oluyordu (Soytürk, 2012:306).
Fransız İhtilalinin ardından ortaya çıkan karışıklık döneminin sona ermesi için Napolyon Bonapart mevcut güvenlik sistemine jandarma ismini verdi. İktidarını ve asayişi temin için jandarmayı kullandı. Daha sonra Avrupa’yı işgal hareketine giriştiğinde işgal ettiği yerlerde güvenliğin sağlanması için, işgal ettiği topraklarda jandarma sistemini hayata geçirdi. Böylelikle kara Avrupasının güvenlik anlayışı şekillenmeye başlamıştı. Napolyon’un işgal ettiği Avrupa topraklarında işgal sona erse bile yerleşmiş bir güvenlik algısını kırmak istemeyen ülkeler jandarma modeli ile kendi yönetimlerine devam ettiler (Soytürk, 2012:306). Yani Fransız İhtilali modern devletler çağına milliyetçiliğin yanı sıra iç güvenlik modelini de ihraç etmişti. Bu askeri iç güvenlik Avrupa’da yavaş yavaş organize, iç güvenlik ihtisaslı zabıta birimlerinin kurulmasına ön ayak olurken Japonya, İran ve Osmanlı geç kaldıkları modernleşme yarışına girmek için geniş bir yelpazede yenilik hareketlerine girişmişlerdi. Ordu, yönetim ve toplum hayatı gibi pek çok konuyu içeren bu reformlardan birisi de iç güvenliğin askeri birimlerin üzerinden alınarak özel iç güvenlik kurumları oluşturulmasını içeren zabıta gücü yer alıyordu.
Osmanlı’ya geri dönecek olursak 1826 yılındaki Vak’a-i Hayriyye’den sonra Yeniçerilerin yerine ihdas edilen Asakir-i Mansure-i Muhammediyye ordusu asayişten de sorumlu tutulmuştur. Bazı ayaklanma olaylarında muvaffak olsalar da eşkıyalık, yağma gibi olayların önü bir türlü alınamıyordu. Bir süre sonra redif birlikleri kuruldu; bu birliklere derbent ve kavşakların güvenliği ve şehir içlerinde devriye gezmek suretiyle asayişin temini görevi verilmişti. Hükümet görevlileri ile birlikte halk da bu görev halkasına dahil olmuştu (Çadırcı,1980: 46).
1.2 Tanzimat Devri: Jandarma Teşkilatının Temellerinin Atılması
1839 yılında ilan edilen Gülhane Hatt-ı Hümayunu, diğer adıyla Tanzimat Fermanı, Osmanlı modernleşmesini her alana yaymaya çalışan bir ıslahat programıydı. Ferman, geleneksel yapıyı kökten sarsabilecek birtakım yenilikler getiriyordu (Akyıldız, 2011:3).
Tanzimat Fermanı toplumu can, mal, din vb. konularda eşitlik düzeyinde yeniden tanzim etmeyi amaçlarken Osmanlı kurumlarına da bağlayıcı hükümler getirmekteydi. Davalar alenilik ilkesine bağlanıyor, açık davalar görülmedikçe ve
11
şer’î hüküm verilmedikçe kimsenin idama mahkûm edilemeyeceği gibi hükümler geleneksel kolluğun suçu teşhis etme ve cezasını infaz etme gibi yetkilerinin üstünü çizerek bu yetkileri mülga hale getiriyordu. Tanzimat her ne kadar eşitlik ve yönetimsel anlamda bir vurgu yapsa da fermanın bir rüknü de merkezileşmeyi sağlayarak bozulan Osmanlı kurumsal düzenine yeniden güç vermek ve bu düzeni ihya bir hale getirmekti. Yeniliklerin önündeki güçlü engellerden biri olan Yeniçeri Ocağı kaldırılmıştı ve Tanzimat’ın ilanı mümkün hale gelmişti fakat birçok kuruma pay edilmiş, iç güvenlik sorumluluğu bu saçaklı iç güvenlik teşkilatlanması ile Tanzimat’ın uygulanması mümkün olamayacaktı. Güvenliğin tanzimi için bazı tedbirler alındı. Mürur tezkiresi olmaksızın seyahat etmenin önüne geçildi. Ceza uygulamalarını yasal bir dayanağa oturtmak için 3 Mayıs 1840 yılında Ceza Kanunnamesi çıkarılarak yürürlüğe konuldu. Bu sebeple Tanzimat’ın ilanı ile paralel bir şekilde zaptiye teşkilatının ikamesi gündeme geldi (Samani, 2017:737).
Takip eden birkaç yıl içerisinde Tanzimat’ın yapılış amacı ile de uyuşan kolluk görevini merkezden yönlendirmek adına ferik, mirliva rütbesinde zabitler atanarak taşraya gönderildi. Bu sebeple zaten bozulmuş bir teşkilat yapısı ile işlemeye devam eden Tımarlı Sipahileri kaldırmak isteyen yönetim, sipahilerin yerine zaptiye birliklerini geçirerek bu eski teşkilatı da kaldırdı, bazılarını zaptiye teşkilatı içerisine eklemledi. (Aydın, 2001:89). İkame edilmeye çalışan bu zabıta gücünün tam manası ile işlerlik kazandığını söylemek güçtü (Sönmez, 2006:201).
Tanzimat’ın ilanının başlarında hükümetin “umur-ı zabtiye” adı ile kurduğu bu yeni askeri sınıf, jandarma teşkilatının çekirdeğini meydana getirdi (Özcan, 2013:129). Umur-ı Zabtiye teşkilatına giden süreç, yayım tarihi tam olarak belli değilse de Namık Paşa’nın yazdığı bir layiha ile temellenmiş olmalıdır; çünkü bu layiha jandarmanın Avrupa’da oynadığı role dikkat çekmektedir. Namık Paşa, layihasında Avrupa’nın tamamında jandarma adıyla bir “silah adamı” denilen bir tür askerlerin var olduğunu anlatır. Bu askerler, şehir, sahra, kasaba ve köyler gibi yerler ile derbent, yol ve köprülerin tutulması, kontrolünden sorumluydular. Bu yeni askerler alay, tabur ve bölüklere bağlıydılar. Namık Paşa, layihayı kaleme aldığı günlerde Osmanlı ülkesinde büyük devlet yöneticilerinin kapılarında atlı ve piyade olarak üçer-beşyüzer kavas, tüfekçi ve sekban askerin olduğunu, bunların bir muharebe sırasında kaçıp serseri olarak köy ve kasabalara gittiklerini aktarır. Namık Paşa, öncelikle Rumeli ve Anadolu olmak eyaletlerde on beş bölük süvari ve on beş bölük piyadeden oluşan bu yeni teşkilatın kurulmasını teklif eder. İç
12
güvenliğin sağlanmasında bu yeni teşkilatın önemine dikkat çeken Namık Paşa, böylece eyaletlerin zapturaptının sağlanacağını, firariliğin önleneceğini düşünmektedir. Asakir-i Mansureye bağlı olacak bu yeni askeri oluşumun adına sıra gelince, öneri olarak “hademe-i mansure”, “seyyare-i mansure”, “tevabi-i manzume” isimlerini önerir. Layiha, daha sonra Dâr-ı Şurâ-yı Askeride de değerlendirilmiştir. Burada yapılan müzakerede öneri kabul edilir. Buna göre vilayetlerdeki kavas ve kır bölükbaşısı adıyla anılan başıbozuklar, bu yeni sistemle konrol altına alınacaktır. Hem Namık Paşa’nın Dâr-ı Şurâ-yı Askeri’nin açıklaması Osmanlı’da jandarmanın doğuşunun ana sebeplerini ortaya koymaktadır (BOA, HAT, 1245-48327-B; Özcan, 2013: 179-192).
Bilhassa artan eşkıyalık faaliyetleri önlemek için toplanan zaptiye neferleri, statülerinin farkında oldukları için gevşek davranmaktan sakınmamışlardır. Zaptiyenin önemli bir bölümünü oluşturacağı düşünülen tımarlılar ise hak kaybına uğrayacaklarını düşünüyorlardı. Emekliye sevklerini istememeleri yüzünden yeni kolluk gücü içerisinde konumlandırılmaları zorlaşıyordu. tımarlıların talim ve silah altında tutulma biçimleri farklı olduğu için zaptiyeye alışmalarındaki güçlük ise bir başka problem olarak öne çıkıyordu. Bu problemler devam ederken iç güvenliğin ordu merkezli yürütülmesi zor olmaktaydı; iç güvenliğin seraskerlik tarafından yürütülmesi ordunun asıl görevi olan askerlik ile ilgili işlerini aksatıyordu (Sönmez, 2006: 202).
Takvim-i Vekayi’nin 297. (11 Safer 1262/22 Şubat 1846) sayısında yayınlanan bir kararla iç güvenlik Seraskerlikten alınarak iç güvenlik ile doğrudan ilgili olacak bir birim olarak Zaptiye Müşirliğine verildi. Müşirlik merkezde güvenlikten doğrudan kendisi alakadar olacak, taşrada ise mülki idarecilerin yetkisi dairesinde iç güvenlik sağlanacaktı. Müşiriyet, özlük haklarını ve kadronun nasıl şekilleneceği ile alakalı kararları kendisi verebilecekti. Yeni kurulan bu daire ilk iş olarak yetki çerçevesini belirleyebilmek adına bir nizamname yayınladı. “Zaptiye Askerine Dair Nizamat” başlığı ile yayınlanan bu nizamname 1840 yılından bu yana var olan sistemi daha iyi çalıştırmak üzerine yoğunlaşmıştı (Gülensoy, 1968:740). Denetimin sağlanabildiği yerlere öncelik verildi. İstanbul’un güvenliği ise öteden bu yana olduğu gibi yine taşradan ayrıldı ve nizamname dışı bırakıldı. Fakat bu yeni oluşturulan düzen ile ilgili en önemli sorunlardan birisi maddi kaynak yetersizliği idi. Açık tespit edildiğinde kaynak bulabilmek için tımarların emeklilik paralarından tasarruf edilen miktar ile bir bölümü kapanabileceği düşünüldü fakat
13
orada da işler planlandığı gibi gitmediği için Bolu, Trabzon, Karasi gibi birçok vilayette Tımarların emeklilik hak edişleri verilmeye devam ediyordu ve amaçlanan tasarruf yapılamıyordu (Sönmez, 2012: 2855)
Zaptiyenin kurulabildiği yerlerde ise yolsuzluk olayları yaşanmaktaydı. Eyalet Meclisleri Nizamnamesi güvenlik, vergi tahsili gibi işlerin dışında zaptiye neferlerinin kullanılmamasını öngörüyordu; ne var ki türlü uyarılara rağmen sonuç alınamamıştı. 1850 yılında zaptiye teşkilatının tekrar düzenlenmesine karar verildi. Bu amaçla Anadolu’da yapılan masraflarda yolsuzluk olup olmadığı ile ilgili araştırma yapmak üzere Sami ve İsmet paşalar denetlemek yapmak için Anadolu’ya gönderilmişti. Payitahtta görev alacak zabıta gücünün farklı bir teşkilat yapısı ile taşradakilerden ayrıldığı paşalar tarafından ifade edilmişti. Taşrada görev yapacak memur sayısının yerel görevliler tarafından belirlenebiliyor oluşu kadroya alınan kişi sayısında ve maaşlarda yolsuzluğa sebebiyet vermekteydi. Taşradan ayrılan İstanbul’daki sistemin benzeri taşra da kurulması gerektiği belirtildi.
Zaptiye, İstanbul’da olduğu gibi tabur ve bölükler şeklinde teşkilatlandırılacak, böylece zaptiyenin nefer sayısı kontrol altında tutulabilecekti. Zaptiye müşirliğinin bu teklifi Meclis-i Vâlâ tarafından görüşüldü ve komisyon kurulması kararına varıldı. Müşirliğin başkanlığında Meclis-i Vâlâda yürütülen görüşmeler 11 Ağustos 1851 tarihinde karar bağlandı. Buna göre; zaptiye teşkilatının Anadolu, Rumeli, Arabistan Cezayir-i Bahr-i Sefid’de toplam 14 alaydan oluşmasına ve 29.288 zaptiye neferinin zabıta görevi için yeterli olacağına karar verildi. Kurulacak birliklerin daha düzenli olması, sayının da az olmasından dolayı mali kontrolünün daha kolay olacağı ve nerede, ne kadar neferin görev yaptığının tespiti gibi konularda kolaylık sağlanacağı öngörülüyordu. Geçici nefer istihdamının da önüne geçilerek zaptiye teşkilatının sıkı bir mali disipline kavuşacağı düşünülüyordu. Ancak 1853’te Kırım Savaşı’nın ortaya çıkması ile girilen savaş ortamında zaptiyenin reform süreci akamete uğradı ve ertelenmek zorunda kaldı. Girilen savaş ortamı nedeniyle eşkıyalık faaliyetlerinin artması üzerine taşra yöneticileri nefer sayısında artışa gidebilmeyi istiyorlardı. Sayıyı sınırlı tutmak isteyen payitaht ise tasarladığı mali disiplinden geri kaldığı için zor durumda kalıyordu. 1856 yılına gelindiğinde zaptiye neferinin sayısı üçte bir oranında yükselmişti. Zaptiye ile ilgili düzenlemeler 1851 yılında yapıldı, ancak Islahat Fermanı’nın ilanından sonra hayata geçirilebildi. Savaş sebebi ile merkezden izin alınmaksızın taşrada istihdam edilen zaptiye neferlerinin
14
maaşlarının ödenmeyeceği merkezin müsaadesi olmaksızın zaptiye alımının yasaklandığı taşraya yazılan yazı ile duyuruldu. Uygunsuz davranan memurlar ile ilgili Zaptiye Müşirliği uyarıldı (Sönmez, 2006:209). Bu tedbir kararlarından sonra zaptiye ile ilgi durumu görüşmek üzere Seraskerlikte bir komisyon oluşturularak zaptiye teşkilatının ıslahı görüşmeye açıldı. (Sönmez, 2005:2859)
Seraskerliğin 5 Şubat 1861’de hazırladığı raporda; 60 – 70 bin kadar zaptiye neferinin olduğu fakat bunların yeterli sayıda olmadığı, zaptiye teşkilatının askeri düzen ile bölük ve tabur biçiminde düzenlendiğinde 32 bin kadar neferinin kolluk için yeterli olacağına yer veriliyordu. Raporda yer verilen bir başka husus ise elbise ve silah masrafının maaşlardan kesilmesinin zaptiye neferlerinin halktan yem ve yiyecek istemek gibi uygun olmayan davranışlara neden olduğu, bu kalemlerin merkez tarafından karşılanması gerektiğiydi. Ayrıca askeri usul teşkilatlanma esasında yeni bir nizamnamenin ivedi olarak kaleme alınması gerektiği de belirtiliyordu. Zaptiyelerden şikayetler artmaya başlamıştı. Bu nizamname 24 Nisan 1861’de yürürlüğe kondu ve bir müddet sonra ara bir yönetmelik daha yayınlanarak tekrar bir düzenlemeye gidildi (Sönmez,2010:165)
Zaptiye Nizamnamesinin tanıdığı yetki alanı aynı dönemde bir başka nizamname yüzünden tekrar revizyonu gündeme getirdi. Bu nizamname 1864 Tuna Vilayeti Nizamnamesi idi. 1867 yılında Vilayet Nizamnamesine dönüştürülerek idari ve mülki yapıyı değiştiren nizamname sebebi ile zaptiyenin yetki alanlarının çerçevesinin tekrar çizilmesi ihtiyacı doğmuştu. Şura-yı Devlette konu ile alakalı görüşmeler yapıldı. Bu görüşmede zaptiye ilgili çabaların kıymetli olduğu fakat bu zamana kadar yapılan çalışmaların etkisinin kısıtlı olduğu üzerinde durulmuştu. Zaptiyenin verimli çalışabilmesi için Seraskerliğe bağlanması gerektiğini öne sürülüyordu (Sönmez, 2007:2860). 1846 ve 1870 yılları arasında Balkanlar, Anadolu ve Arap coğrafyasını kapsayan bir aralıkta 30’a yakın vilayette zaptiye ile ilgili çalışma yapıldı. Bu çalışmalar neticesinde zaptiye birliği kurulabilmişti. Ne var ki Osmanlı için bu zor yüzyıl sorunlar yumağının üst üste geldiği bir zaman dilimiydi; siyasi ve ekonomik buhranlar hem iç güvenliği olumsuz etkilemiş hem de iç güvenlik unsurlarını etkilemişti. Yanya Valisi Ahmet Rasim’in bildirdiğine göre Balkanlardaki isyan ortamında zaptiye tarafında durum hiç de iyi değildi; maaşını alamayan zaptiye neferleri görevi terk ediyorlardı ve Ahmet Rasim çözümü maaşlara zam yapılarak ödemek olarak öneriyordu. Suriye bölgesinde de durum farklı değildi; maaşını alamayan zaptiyeler perişan bir haldelerdi. Üzerlerinde
15
zaptiye olduklarının tek alameti farikası bellerindeki palaskalarıydı. Kurulması için uzun bir dönem için uğraş verilen zaptiye teşkilatı, maalesef bir türlü istenilen verime ulaşamamıştı. Zaptiye, Balkanlarda çıkan isyanların yatıştırılmasında pek etkili olamamıştı (Sönmez, 2007:2861). Ekonomik darboğaz siyasi krizler ve isyanlar yetmezmiş gibi bunları bir anahtar olarak kullanma niyetindeki Avrupalılar Osmanlı’ya müdahale etmek için ellerine geçen fırsatları kullanmaktan geri durmuyorlardı. Osmanlı iç güvenlik teşkilatını bir türlü disipline edememesi ve buna bağlı olarak iç güvenliği tesis kuramaması, kendini Avrupalı devletlerin Osmanlı iç güvenliğini düzenleme yönünde kararları dikte etmelerine neden olmaktaydı. Bu müdahalenin iç yüzüne ilerleyen satırlarda daha ayrıntılı değinilecektir.
Osmanlı modern iç güvenliği tesis ettiği süreç içerisinde kıt imkanlarla gayretkeş adımlar atmıştı. Ancak teşkilatın devlet içerisindeki pozisyonlanması Avrupalı muadillerinden oldukça farklı yapılmıştı. Sivil bir iç güvenlik teşkilatı olarak düşünülen zaptiye teşkilatı hem polis görevini hem de jandarma görevini üstlenmişti. Avrupa’da şehir merkezlerinde polis görev yaparken kırsalda jandarma görev yapıyordu. Bu yönüyle Avrupa’ya öykünerek kurulan zaptiye teşkilatı Avrupa sistemi ile zıtlık arz ediyordu. Hibrit bir düzende kurulan zaptiye teşkilatı şehir merkezlerine yerleştirildiler ve bu nedenle özellikle kırsalda yetersiz kaldı (Soytürk, 2012:305). İsyanların, çetecilik faaliyetlerinin baş gösterdiği bir zaman diliminde zaptiyenin bu şekilde yetersiz kalması, yukarıda bahsi geçen iç işlerine müdahalenin zeminini oluşturuyordu ve Osmanlı’yı siyaseten köşeye sıkıştırıyordu.
1.3 II. Abdülhamid Dönemi: Zaptiyeden Jandarmaya
Uzun bir zaman dilimi içerisinde Avrupalı devletler Osmanlı’yı kendi coğrafyasından çıkarabilmek için bir plan dahilinde Osmanlı’ya çeşitli sebeplerle hücum ediyorlardı. Bu planlarının pratik adı şark meselesiydi. 19. yüzyıl ise bu planların yoğun bir şekilde uygulandığı ve artık sonuç alınmak istendiği bir yüzyıldı. 1789 Fransız İhtilali’nin de etkisi başta olmak üzere Avrupalı devletler, Osmanlı içerisindeki milletleri kışkırtıyorlar ve çıkan düzensizlikten faydalanarak hak ihlallerini ve düzensizliği bahane ederek Osmanlı yönetimine karışıyorlardı. Ruslar Karadağ, Sırbistan gibi Balkan halklarından bazılarını Osmanlı’ya saldırıya teşvik etmiş, fakat Osmanlı bu güçleri kısa sürede bertaraf ederek istenilen ortamın olgunlaşmasını engellemişti. Balkanlardaki sorunu aşmak için içlerinde Rusya’nın da olduğu Avrupalı devletler İstanbul’da bir konferans düzenledi ve bazı kararlar
16
alındı fakat kararlar büyük ölçüde Rusya’nın etkisi altında alındığı ve Osmanlı’nın yönetme kudretine doğrudan müdahil olduğu için Babıali bu kararları reddetti (Aydın, 2016:672). Rusya bunun üzerine Balkan azınlıklarının haklarını bahane ederek Panslavist siyasetini pratiğe dökmek için Osmanlı’ya Balkanlar ve Kafkaslar üzerinden iki cepheden savaş açtı. Avrupalı devletler savaş sürecinde tarafsız kalacaklarını deklare ettiler. Halk arasında 93 (1877 -78) Harbi olarak anılan bu savaş Osmanlı açısından hayli zorlu oldu. Karadeniz’de bir üstünlük gösterdiyse de Ruslar bunu kara muharebelerine ağırlık vererek aştılar. 19. yüzyılın en zorlayıcı süreçlerinden biri olan 1877 – 78 Osmanlı Rus Harbi, doğuda Erzurum’a batıda ise İstanbul önlerine kadar ilerleyen Rus kuvvetlerini durdurmak için Osmanlı’nın mütareke istemesi ile son buldu. 1878 Ocağında Edirne Mütarekesi imza edildi ve ardından aynı yılın 13 Haziran’ında ise Ayastefanos anlaşması imzalandı (Demir&Kurum, 2018:218). Rusya bu anlaşmaya Osmanlı’nın egemenlik hakkına tecavüz eden pek çok müeyyide koydu. Rusya Balkanlardaki durumu tek başına düzenlemeye haiz konuma geldiği bu anlaşmada Avrupalıların o güne kadar getirdiği süreci yok saymıştı. Avrupalılar Ayastefanos’u kendileri açısından menfi buldular ve onamadılar. Rusya’nın Osmanlı’ya imzalattığı bu zor anlaşma Avrupalı devletlerin ve Balkan devletlerinin mutabık bir dille itiraz etmelerine neden oldu. İngiltere kendi menfaatlerinin zarar göreceğini düşünürken, Romanya Beserebya’nın Rusya’ya geçmesini istemiyordu. Avusturya ile ortak endişesi olan büyük bir Bulgar devletinin kuruluşunu da istemiyordu. Anlaşmanın revize edilmesi amacıyla Berlin’de bir kongre toplanmasına karar verildi. Rusya buna istekli olmasa da bu karara ayak direyemedi ve bu gözden geçirmeyi kabul etmek durumunda kaldı (Gencer, 1991:225).
Osmanlı yönetimi ise Berlin’deki konferanstan lehte bir karar çıkacağı yönünde umutluydu. Mamafih sonuç hiç de Osmanlı’nın umduğu gibi olmadı, kendisinden yardım beklenen ingiltere de fikirlerini açıkça beyan etti. Ayastefanos anlaşması Avrupalı devletlerin menfaatleri korunarak revize edilmiş ve Berlin Kongresi olarak imza edilmişti. Bulgaristan’ın etkinlik alanı daraltılmış Rusya’nın tek başına tahakkümü azaltılmıştı. Fakat Avrupalıların Osmanlı içişlerine karışabilme alanı daha da genişlemişti. Anlaşmanın bazı maddeleri Osmanlı’nın Avrupalı devletler nezaretinde reform yapmasını öngörüyordu. Bu maddelerle Makedonya ve Doğu Anadolu vilayetlerindeki reformlar uluslararası bir boyut kazanmıştı. Reformların önemli bir bölümü askeri birimlerin reformuydu özellikle
17
iç güvenlik hem Anadolu’nun doğusunda hem de Balkanlarda çalkantılara sebep olmuştu (Gencer,1992:517) Yukarıda da belirtildiği üzere zaptiye hem yeterli maddi ve nakdi destek olmadığı hem de polis ve jandarma görevini beraber yürüttüğü için kırsalda başarılı olamamıştı. Şimdi zaptiyenin yeni bir boyut atlayarak jandarmaya dönüşme süreci vardı. Bu sefer askeri bir kolluk olarak kırsalı kapsayacak şekilde düzenlenecek olan jandarma, Seraskerliğe bağlı olarak askeri bir birim gibi iş görecekti. Osmanlı’nın bu yeni düzenlemeyle umut ettiği şey egemenlik haklarının hiç dikkate alınmaksızın Avrupalıların sürekli bir biçim de iç işlerine müdahil olmasını baypas etmekti. Jandarmanın kuruluşu için Osmanlı modernleşmesinde klasikleşmiş bir yöntem olan Avrupa’dan örnek alma ya da uzman davet etme modelinin ikincisi tercih edildi 1877 yılında İngiltere’den Valantine Baker, jandarmanın kuruluşu aşamasında görüşlerine başvurmak için davet edildi. Baker’in ardı sıra süreci İngiltere ve Fransa’dan bazı alt rütbelerde başka uzmanların gelişi izledi. 1878 yılında bir heyet teşkil edildi (Gülensoy, 1968:740. Sönmez, 2010:16).
Valentine Baker ilk iş olarak zaptiyenin aksayan yönlerini ve tanzimin maliyetini çıkarmak için rapor hazırlamaya koyuldu. Baker üç madde üzerinde yoğunlaştığı raporunu 21 Mart 1877 tarihinde sadarete sundu. Bu üç başlık aksayan yönler, yapılması gerekenler ve ihtiyaç duyulan harcamalar şeklindeydi. Baker bu raporda var olan zaptiye sayısını 60.888 olarak tespit etmiş, aksaklıkları beş madde ile açıklamıştı. Bunlar sırasıyla;
• Polis ve jandarma görevinin tek elden yapılması,
• Zaptiyenin teftişinin gerektiği gibi yapılamaması,
• Zabıta görevini yapanların bu görevi tahsil edebilecekleri okulların olmaması,
• Hazırda yedek kuvvet bulunmaması ve acil vakalara müdahale edilememesi,
• Hazırlanmış olan nizamname ile ilgili yeterince talimatnamelerin olmaması şeklindeydi.
Baker yapılması gerekenleri ise şu şekilde belirmiştir.
• Polis ve jandarmanın iki ayrı kuvvet olarak teşkilatlandırılması, polis mülki idarenin altında şehir merkezlerinde görev yaparken jandarma askeri nizama göre teşkilatlandırılmalıdır. Jandarma, Avrupa’da olduğu
18
gibi kırsaldan sorumlu olmalıdır. Polisler sabıkalı kişileri iyi tanıyan kişilerden oluşturulmalıdır.
• Mevcut 61 bin kişiden oluşan zaptiyenin kontrolünün sağlanabilmesi için müfettişlikler oluşturulmalı, bölük ve tabur usulü terk edilmeli, jandarma bölümlere ayrılarak iç teşkilat yapısı düzene sokulmalıdır. Osmanlı’nın çok uluslu yapısı için İrlanda adasının sistemi önerilmiş, buradan, kurulacak olan jandarma okulu için öğretmenler getirilebileceği belirtilmiştir. Fakat, Yemen ve Hicaz bölgesine ehl-i İslam hocalar gönderilmelidir (Sönmez, 2010:169)
Baker raporunun son kısmında bu düzenleme için yapılacak masrafa ve tahsis edilmesi gereken maaşlara yer vererek bir liste çıkarmıştır. Bu listeye göre maaşlar şöyle olacaktır:
• Ferik rütbesinden ayrı umum kumandan maaşı yıllık 1200 lira,
• 2 ordu müfettişi yıllık 2400 lira,
• 4 fırka müfettişi 800 liradan 3200 lira,
• 12 alay müfettişi 500 liradan 6000 lira,
• 1 muallim zabit 600 lira,
• 6 muallim serçavuş 200 liradan 1200,
• 1 başkatip 400 lira,
• Yol masrafı günde birer liradan 2600 lira,
• Toplam 17500 lira.
Baker masraf kalemini çıkardıktan sonra süreci yönetmesi adına bir jandarma heyetinin kurulması gerektiğini de görüşlerine ilave ediyordu. Meclis-i Vükela konuyu görüştü ve uygun olduğuna karar verdikten sonra jandarma heyetinin kuruluşunu sağlayabilmek adına sadaret bünyesinde bir komisyon kurulmasına karar verdi. Konuyla ilgili Baker’in son defa görüşü alındıktan sonra Baker ve heyetinin göreve kabulünü içeren kontrat imza edildi ve Baker’e görevinin hassaslığına binaen mirliva rütbesi tensip edildi. Valentina Baker tüm Osmanlı’da jandarmanın kuruluşundan sorumluydu (Sönmez, 2010: 169)
Avrupalılar, Berlin anlaşmasının kendilerine Osmanlı üstünde tanıdığı etki alanı çerçevesinde somut adımlar atmaya başlamışlardı. İngiltere Hükümeti, İstanbul elçisi marifeti ile Osmanlı’ya şunları dikte ediyordu: Anadolu vilayetlerinde oluşturulması istenilen Jandarma kuvvetlerinin bir an evvel devreye
19
sokulması ve başlarında Avrupalı subayların olması. Elçi Layard 19 Ağustos 1878 tarihinde ilgili tasarıyı Babıali’ye sundu. Babıali, cevabında, Avrupalıların sadece kuruluş ve eğitim aşamasında yer alabileceğini, şu an için konu ile ilgili çalışmaların devam ettiğini söyledi. Babıali, İngiltere’nin bu dikte edici tavrının bir müdahaleye dönüşmesinden çekindi ve Jandarma Nizamnamesinin bitişini beklemeden Said Paşa’nın emri ile jandarmanın kurulması kararı alındı (Sönmez, 2007:2862). Alınan kararlar şöyleydi:
Said Paşa emirlerinde yeni zaptiyenin jandarma usulünde Vilayat Jandarma Nizamnamesinin yapılması,
Jandarma meydana gelene kadar mevcut zaptiyenin Zaptiye Müşirliğinden alınarak Seraskerliğe verilmesi,
• Zaptiye Meclisinin yine Seraskerliğe devrolunması,
• Zaptiye Müşirliğinin İstanbul ve çevresinde görevlendirilmesi,
• Payitahtta kurulacak jandarma meclisine yapancılardan temsilci alınması.
• Bu kararlar ile birlikte Seraskerlik bünyesinde bir jandarma dairesi teşkil edilmiş oldu.
Adı geçen düzenlemenin derhal yapılmasının altında bazı çekinceler yatmaktadır. Avrupalıların Osmanlı içerisindeki etnik kimliklerin nüfusları oranında temsil edilmesini istiyorlardı. Avrupalılar bu vesile ile yerel nüfuz sahiplerini taraftar kılabilirlerdi. Bu sebeple Osmanlı düzenlemeyi derhal hayata geçirmeyi uygun bulmuştu. 1840’lardan beri modern bir iç güvenlik gücü oluşturmak isteyen Osmanlı başta mülki idare altında bir yapılanmaya başlamışsa da gerek devlet işleyişindeki sorunlar gerek dışarıdan egemenlik haklarına yapılan tecavüzler ve gerekse de ekonomik alt yapının bir kalemde böyle bir kurumu hemen ikame edecek güçte olmamasından sebeple pek çok yol kazası yaşanmıştır. Bu durum sık sık değişiklik yapmaya sebep olmuştur. Önce kurulmaya çalışılan sistem üzerinden bir düzenlemeye gidilmişse de sonuç vermemiştir. Daha sonra yukarıda da anlatıldığı üzere 1877-78 Harbi’nden sonra imzalanan iki ağır anlaşmadan sonra Osmanlı’nın içişlerine müdahale hakkını yasal dayanağa oturtan Avrupalıların başlıklarından biri de iç güvenlik unsurlarıydı.
Jandarma Nizamnamesi 15 Nisan 1880 tarihinde bitirilmiş olsa da yürürlüğe giremeyecekti. Konumuzun çekirdeğini oluşturan 1903 Nizamnamesine kadar
20
talimatnamelerle jandarma teşkilatının işlerliği sağlanmıştır. Mevcut Zaptiye Müşirliği de sadece İstanbul özelinde kalmış ileri de ise polis teşkilatının nüvesini teşkil edecekti. Osmanlı açısından içerisinde bulunduğu yüzyılın bir gerçeği haline gelen kendi sorunlarının sürekli milletlerarası bir meseleye dönüşme durumu iç güvenliğin kurulma aşamasında da devreye girmiştir. Bir kez daha acele bir kararla nizamnameyi bile ilan etmeden yeni bir teşkilat yapısına geçilmiştir. 1881’den itibaren teşkilat kendini göstermeye başlamışsa da asıl devinimini 1903 Nizamnamesi ve ardından gelen jandarma tensikatı döneminde yaşayacaktır.
İKİNCİ BÖLÜM
2. 1903 TARİHLİ JANDARMA NİZAMNAMESİNİN ORTAYA ÇIKIŞI
2.1 Nizamnamenin Arka Planı
Osmanlı iç güvenliğini profesyonel bir kurum kimliğine kavuşturma çabaları 1839’dan bu yana kâh acemiliklerle kâh imkansızlıklar neticesinde ve atılamayan adımlarla olgunlaştırılmaya çalışılmıştır. Öte yandan Osmanlı Devleti’nin Avrupalı güç odakları ile Osmanlı toprakları üzerinde nüfuz alanı elde etme çabaları Osmanlı kolluğunun gidişatını son derece etkilemiş, evirileceği yönün bazı noktalarını Avrupalılar belirlemiştir. Avrupalıların Osmanlı Devleti’nin egemenliği üzerinde sürekli bir tariz ve taciz alanı olan iç güvenliği düzenlemek için Osmanlı bürokratlarının samimi çabaları vardı. Bu meseleyi meşru bir müdahale konusu olmaktan çıkarmak istiyorlardı, fakat özellikle maddi yetersizlik başta olmak üzere pek çok konuda sorunlar yaşamaları modern Osmanlı kolluğunu bir türlü istenilen yere getirememişti. Geçen 60 yıl içerisinde zaptiye ismi ile yola çıkan jandarma önceleri mülki bir kolluk olarak tasarlandı ve görüldü ki mülki düzen içerisinde adam kayırma, usulsüz işe kabul gibi meseleler cereyan etmeye başladı. Payitaht zaptiyesi zaten askeri düzende teşkilatlandırıldı ve mülki düzende yetersiz olduğu görüldüğü zaman maliyenin karşılayabileceğinden hayli fazla sayıda zaptiye neferi iş başı yaptırılınca taşra teşkilatı da benzer bir yapıya büründürülmek istendi (Özcan, 2013:128). Hiçbiri beklenilen neticeyi vermedi ve maalesef Berlin Antlaşmasının, Avrupalılara araladığı kapı ağır bir duruma sebep olmuştu.
Berlin Antlaşması sonrasında Avrupalılar, Rumeli’de ve doğu vilayetlerinde ıslahat programının hızlandırılması için Abdülhamid’e baskı yapıyorlardı. Said Paşa bu durum üzerine yukarıda ismi geçen Baker Paşa ve Soldhem, Derigaliski gibi isimleri zaptiyenin ıslahı için getirtmişti. (Tekir, 2020:51)
Osmanlı iç güvenliğinin gittiği yönü ve bu yönün sebeplerini anlayabilmek için dönemin çalkantılı siyasetine göz atmak gerekmektedir. Özellikle Balkanlarda yaşanan meseleler ve Avrupa’nın bu meselelere sık sık müdahil oluşu Osmanlı’yı
22
ince düşünerek adım atmaya zorlamıştır. Makedonya bunalımı3 ve bunun paralelinde Mürzsteg programı, jandarma tensikatı hepsinin de üzerinde Osmanlı’nın baskısını hissettiği bu konuları çözmek için gerekli olan maddi olanağın olmaması süreci karmaşıklaştırmış ve var olan meseleleri büyüterek bir kar topu haline getirmiştir (Hacısalihoğlu, 2003:439). 1876 İstanbul konferansından sonra Makedonya sorunu ya da bunalımı denilen hadise resmiyet kazanmış, her cemaat bir milletin altında kamplaşmaya başlamıştı (Altıntaş,2005:74). Bu sürece ileride değineceğiz ama bundan evvel 1903’e gelinceye kadar olan süreci tamamlamak yerinde olacaktır. Said Paşa’nın emri ile zaptiyenin hazırlıksız bir biçimde jandarmaya çevrilmesinden sonra uzun bir müddet 1903 senesine kadar jandarma teşkilatı talimatnamelerle idare edilmiştir.
Yeni bir nizamname çalışmaları 1903 tarihinden daha evvel başlamıştı. Berlin Antlaşması ile Osmanlı iç güvenliğinin düzenlenmesine taraf olan devletler bu konunun hızlandırılması için sık sık baskı yapıyorlardı. 22 Ekim 1878 tarihinde Şura-yı Devlette müzakere edilen yeni Jandarma Nizamnamesi takdim ediliyordu (BOA Y.A. HUS 159/76, 25.10.1295 / 22.10.1878)
Nizamname, Fransız jandarmasının kopya edilerek vücuda getiriliyordu. Jandarma Nizamnamesinin Şura-yı Devletten müzakere ve onayından neredeyse bir sene sonra Seraskerlikte teşkil edilen bir komisyon Fransızcadan tercüme ettiği nizamnamenin incelenmesi ve eksik olan maddelerinin tamamlanabilmesi için Dahiliye Komisyonundan talepte bulunuyordu (BOA DH. MKT. 1327/107 H 25. 08. 1296 /14.08.1879).
Yıllar 1900’lere göz kırparken Makedonya’daki durum giderek daha da ağırlaşan bir tabloya dönüşüyordu. Fakat Makedonya olaylarına ilham kaynağı olan oradaki sürece laboratuvarlık yapan Girit, Makedonya meselesinde de kilit bir rol oynuyordu. 1830’da Edirne Antlaşması ve ardından Londra protokolü ile Yunanistan’ın bağımsız bir devlet olması Yunanistan’ın tarihi Grek coğrafyası olarak gördüğü Ege adalarında da yayılma fikrini dürtüledi. Yunanistan, Girit’i,
3 Makedonya Bunalımı: 1821 Rum İsyanlarında Makedonya’da ilk ayrılıkçı kıvılcımlanmalar başlamıştır, devamında 1848 Avrupa Devrimlerinden Makedonya da etkilenmiş ayaklanmalar sürmüştür. 1850’lerden sonra Bulgar milliyetçiliğinin de yükselmesi ile Makedonya, Yunan ve Bulgar ayrılıkçılığının bir mücadele alanı haline gelmiştir. 1878 yılında Osmanlı ve Rusya arasında yapılan Ayastefanos anlaşması ile Rusya’nın bölgede elini güçlendirecek kazanımlar elde etmesi ile Avrupalılar durumdan rahatsız olmuşlar ve onların da müdahil olması ile konu uluslararası bir meseleye dönüşmüştür. Bu çekişme sahasında Avrupalı devletlerin ve Rusya’nın bölge ile ilgili Osmanlı iç işlerine müdahaleye varan istek ve dayatmaları olmuştur. Bu süreç “Makedonya Bunalımı” ya da “Makedonya Sorunu” olarak anılmıştır.
23
Megali İdeanın gerçekleştirilmesinde bir adım olarak gördü. Buna ilave olarak Mora ve diğer adalardaki isyan Girit içinde domino etkisi yapmıştı (Toprak, 2012:24).
Osmanlı, Akdeniz ve Ege kavşağında bulunan Girit’in fethi için neredeyse 25 yıl süren bir zaman diliminde çaba sarf etmişti. Osmanlı için önemli bir konumda olan Girit 19. yüzyıl boyunca isyanlara gark olmuştu. Osmanlı’nın Batılılara verdiği kapitülasyonlardan Girit Adasındaki Hristiyanlar da yararlanmaktaydı fakat gelinen süreç içerisinde adadaki Hristiyanların istekleri karşılanamaz bir hal almıştı. Öte yandan I. Petro Rusya’sının giderek daha da artan tahrikleri ve ada üzerinde estirdiği milliyetçilik rüzgarları bütün bu yüzyılın özeti gibi duran Fransız Devrimi nüveli fikirler son derece etkili olmaktaydı. Osmanlı Rumları kaderini Türklerden ayırmak için Batılıların cesaretlendirmesi ile ayrılıkçı cemiyetler etrafında kenetleniyorlardı. Rumlara isyan ateşini yaktırmaya öncü olan cemiyet Filiki Eterya (Daha sonra Etniki Eterya adı ile devam edecektir.) bu örgüt Odesa’da Hristiyan ahalinin eğitim ve kültürünü geliştirmek üzere kurulmuştu fakat arka plan çok farklı ve kanlı bir profil olarak görünüyordu (Türkmen, 2001: 219- 244).
İsyancılar, isyanın çapını büyütmek için kendi eylemleri ile yetinmiyorlar, adadaki Hristiyan ahaliyi tehditler ve kışkırtmalarla ada Müslümanlarının üstüne saldırmaya teşvik ediyordu. 1823’te 16.000 Hristiyan’ı saldırıya geçirmişti ve önlerinden kaçamayan her Müslüman’ın sonu ölüm olmuştu. Üç gün süren çatışmalarda Mısır askeri ve Mısır askerinin kumandanı çok yararlık gösterdi ve sayelerinde isyancılara yüksek kayıplar verdirilerek geri püskürtülmüş oldu. Osmanlı ise henüz durumun ciddiyetinin farkına varamamıştı. İsyan aşamasında telkinlerle yetinen Babıali yönetimi adadaki durumun iyi bir vali ile çözülebileceği kanaatindeydi. Rusya da aynı zamanda maddi destek ve kışkırtmalarla adada yakaladığı isyan damarını sürekli beslemekteydi. 1840 tarihinde Londra Antlaşması ile Mehmet Ali Paşa Girit’ten çıkınca ada da tekrar isyanlar baş göstermeye başladı. Osmanlı vali ile ilgili sanısını gerçeğe dökmek için somut adım attı ve Girit valisi Veli Paşa’nın yerine Kaptanıderya Ahmet Paşa’yı gönderdi. Ardı sıra Girit’te birkaç vali daha değişti. Eflak-Boğdan’da değişen durum Sırbistan ve Karadağ’ın bağımsızlığa daha da yaklaşmış olmaları, Lübnan Hristiyanlarının Avrupalıların desteği ile özerklik elde etmeleri aynı yolda yürüyen Girit’ de “kutsal amaçları” uğruna daha umutlandırmıştı (Toprak, 2012:126). 1856’daki durum adayı aşarak uluslararası bir boyut kazanmıştı.
24
Vergi adaletsizliği ve kötü yönetim gibi sebepler öne sürmüş olsalar da derindeki asıl sebep Osmanlı’dan koparak Yunanistan’ın bir parçası olabilme hayaliydi. Osmanlı, Halepo Paktı adı ile anılacak olan reformları kabul etmek zorunda kaldı. Bu pakta göre Osmanlı beş yıl boyunca merkezden atanan Hristiyan bir vali ile adayı yönetecek, jandarma birlikleri en az iki yıl olmak koşulu ile yabancı subayların gözetiminde olacaktı. Halepo Paktı çerçevesinde yapılacak tensikatta subayların temini için Avrupalı devletleri temsil eden temsilciler ve Osmanlı’yı temsil eden bir temsilciden oluşan komisyon kurulmuştur. Kurulan komisyonda lazım gelen yabancı subayların nereden temin edileceği görüşülmüştür (ATASE, OYH. 1-3,11, 1).
İlerleyen zaman içerisinde Müslüman ve Hristiyan ahali birbirine girdi ve cinayet olayları yaşanmaya başladı. 1896 yılında başlayan isyanda Hristiyan ahali Osmanlı jandarmasının adadan çıkmasını istiyordu. İşin ciddiyetini ve Batılıların baskısını gören Babıali, Halepo Paktını uygulamaya koymaya karar verdi. Osmanlı bu adımların ardından 1898 yılında Girit’in özerk olmasını kabul etti. 1899’da ise Girit için bir anayasa hazırlandı. Girit bu tarihten sonra 1913’te de Yunanistan’a ilhak olacaktı. Halepo Paktı çerçevesinde yayınlanan, Girit Nizamnamesine göre vali beş yıllığına atanacak, oluşturulacak umumi meclis 80 kişiden teşekkül edecek, bunun 49’u Hristiyan 31’i ise Müslümanlardan meydana gelecekti. İdari ve askeri kuvvet birbirinden ayrılacak, oluşturulacak Jandarma birlikleri ada sakinlerinden temin edilecek, eğer mevcut tamamlanamazsa Osmanlı’dan tayin edilecekti. Meclis zabıtları iki dilli olacak fakat müzakereler ada sakinlerinin ekseriyeti Rumca konuştuğu için müzakereler Rumca yapılacaktı (Cengiz, 2018:76).
Osmanlı’nın milliyetçi isyanlarla başının dertte olduğu bir zaman diliminde Girit’in bağımsızlığı Makedonya’daki çeteciler için rol model olmuştu Avrupalıların dikkatini çekmek için isyanlarının aralığını artırmışlardı. Girit özerklik statüsünü alınca pek çok Giritli isyancı Makedonya’ya geçerek buradaki isyan hareketine katılmıştı (Tekir, 2020:64).
Makedonya o dönemde adeta kaynayan bir kazan gibiydi. 1901 yılında Makedonya’nın verdiği fotoğraf, isyanların sürekli hale geldiği, huzurun uzun müddet hakim olamayacağı bir yeri anlatıyordu. İç Makedonya Devrimci Örgütünün (VMRO) öncülük ettiği isyan olayları uzun müddet devam edecekti. Bölgenin huzurunu kaçırmakta kararlı Bulgar isyancı gruplar 1902 yılında Avrupanın dikkatini ve müdahalesini bölgeye çekebilmek için Bulgaristan’daki
25
Cuma-i Bâlâ kazasında büyük bir isyan organize ettiler fakat bölge valileri organizasyonu haber alarak kendi aralarında karşı bir organizasyonla isyanı bastırdılar (Tan, 2013:61/ Yarcı, 2018:602). Olayların önünü alabilmek için 1902 yılında Rumeli Vilayetleri Hakkında Tamlimatname başlığı ile çıkarılan talimatnamede özellikle polis ve jandarma kuvvetlerinde ıslahat öngörülüyordu. Talimatnameye göre Müslümanlardan olduğu gibi Hristiyanlardan da jandarma teşkilatına nefer alınacaktı. Avrupalı devletlerin de onayını alarak Vilayet-i Selase Müfettiş-i Umumiyesi görevine atanan Hilmi Paşa 8 Aralık 1902 tarihinde Selanik’te göreve başlamıştı (Dikici, 2010:78).
Bu tedbirler ve atılan adımlar Balkan ve Avrupa devletlerini tatmin etmemişti. Osmanlı’nın Balkanlar ile ilgili öngörüleri gerçekleşmemişti. Yakında daha büyük bir isyan ateşinin yanması muhtemel görünüyordu Avrupalı devletler bu sorunu kendi kontrolleri altında tutmak istiyorlardı. Konu ile en çok ilgili olan iki devlet olan Rusya ve Avusturya-Macaristan tarafından, Osmanlı’ya sunulmak üzere Viyana Programı adıyla bir plan hazırlandı. Bu program, Makedonya’ya bir genel müfettiş atanmasını ve umumi bir af ilan edilmesini ön görüyordu. Yine bu programda polis ve jandarma için ise Avrupalılardan meydana getirilecek subaylarla ıslah edilmesi planlanmıştı. Osmanlı bu programı egemenlik haklarına tasallut olarak görse de baskılara dayanamayarak kabul etmek zorunda kalmıştı.
2.2 Nizamnamenin Ortaya Çıkışı
20 Temmuz 1903 tarihinde Rumeli Vilayetleri Müffettişi Hüseyin Hilmi Paşa imzasıyla Sadarete çekilen telgrafta Rumeli jandarmasının reformu için gelen İsveçli jandarma zabitanlarına vazifelerini ifa edebilmeleri için Jandarma Nizamnamesinin tercümesinin ivedi bir şekilde hazırlanması ve gerek duyacakları malumatı jandarma ve polis neferlerinden alabilmeleri için Jandarma Kumandanlığının konu hakkında dikkatinin çekilmesi isteniyordu. (BOA.Y.PRK.MK, 14-95)
Tasarıya göre jandarma neferlerinin Müslüman ve Hristiyanlardan karışık olması gerekmekteydi. Ancak Bulgar papazların aksi propagandaları neticesinde Hristiyan ahaliden jandarma olmak için çok az başvuru olmuştu. Zaten Müslümanlar da bu konuya tepkiliydiler. Bütün bu çabalar sonuca ulaşmamıştı. İlinden ayaklanması olarak tarihe geçecek bu ayaklanmada Makedon ayrılıkçıları Müslüman ahali üzerinde acımasız bir kıyıma girişti; köyler ve evler gibi bütün yerleşim yerleri talan edilmişti. İç Makedonya Devrimci Örgütü, ayaklanmaların
26
dozunu artırmak ve Viyana sürecinin işlememesi ve Avrupa’nın dikkatini net bir şekilde çekebilme gayesindeydi. (Dikici, 2010:79)
İlinden ayaklanması bir dönüm noktası haline geldi ve Makedon ayrılıkçılarının istediği gibi Makedonya’daki olaylar Avrupa’nın gündemine ilk sıradan girmişti. İngiltere 29 Eylül 1903 tarihinde bağımsız bir Hristiyan vali atamak ya da var olan valiye Avrupalı danışmanların eşlik etmesi gibi farklı önerilerden oluşan bir çözüm sundu ve ilave olarak zabıta gücünün sayıca artırılması ve yeniden organize edilmesini de önermişti. Bu öneriden hoşnut olmayan Avusturya-Macaristan imparatoru ve Rus Çarı Petro Balkan hakimiyetinde ipi göğüslemek için hızlıca Viyana’nın yakınındaki Mürzteg şehrinde dışişleri bakanlarını da beraberlerine alarak bir araya geldiler. Bir reform planı kaleme aldılar ve Avrupalı diğer devletlerin de görüşünü aldıktan sonra İstanbul’daki misyon şefleri aracılığı ile bu reform planını Babıali’ye dikte ettiler (Bayraktar, 2014:21-69).
Müzterg Planının ona yakın maddesi içerisinde konumuzu ilgilendiren zabıtanın tanzimi ile alakalı konular şöyleydi:
Zabıta teşkilatı için yabancı bir general görevlendirecekti ve bu kişi Osmanlı emrinde iş görecekti. İlk etapta 25 Avrupalı subay da alt kademelerde görevlendirilecekti. Bu subaylar gerek görürlerse kendi emirleri altında da daha küçük rütbeli subaylar istihdam edebileceklerdi. Bu subaylar üç vilayette zabıtayı reorganize edecekler ve bu çerçevede eğitmenlik gözlemcilik ve danışmanlık yapmak, halk ile jandarma arasındaki iletişimi izlemek ile görevli olacaklardı. Daha önce istihdam edilen İsveçli subaylar lisan bilmemelerinden ötürü fayda sağlayamamışlardı. (Dikici, 2010:82)
Bu plana bağlı olarak Hristiyanların adli ve idari işlerde görev almaları ve yerinden yönetimin geliştirilebilmesi için idari ve mali ıslahatların da yapılması ciddi konulardan bir tanesi idi. Bu arada 2 Ocak 1904’de Osmanlı elçisi jandarma ıslahatı adına İtalyan bir generalin belirlenmesi için Roma elçiliğine çağırılmıştı. İtalyan yönetimi Babıali’nin de rızası ile Korgeneral Emilio De Giorgis’i bu göreve getirmişti. Bu arada Giorgis 19 Nisan’da deniz yolu ile Selanik’e kurmayları ile birlikte gelmişti. 28 Nisan’da ilk toplantısını yaptıktan sonra Giorgis 8 maddelik bir kontratla göreve başlamıştı. Giorgis subayların maaşının ödenme yöntemi gibi konular karara bağlanmıştı. (Bayraktar, 2014:21)
27
Jandarma Nizamnamesinin Avusturya ve Rusya sefaretlerine takdiminden sonra nizamname ile alakalı bilgiye vakıf iki zatın jandarma tensikatı ile görevli olan Giorgis Paşa’nın refakatinde bulunacak iki kişinin ne kıyafet giyecekleri hususu ve hukuk çerçevesinde iş görmeleri gerektiği belirtilmişti (BOA, İ.HUS,113-70). Sadrazamın, Padişaha arzında ise nizamnamenin Avusturya ve Rusya sefirlerine takdiminden sonra Vilayet-i Selase’de jandarmanın tensikatı için görevli olacaklar yazılıyordu. Yine nizamname ile alakalı malumatı olan ve Fransızca bilen bir veya iki kişinin görevlendirilerek Rusya ve Avusturya sefirlerine nizamnameyi sefirlere izah etmesi gerektiği ifade ediliyordu (BOA, Y.A.HUS, 466-34).
Yeni oluşturulan bu nizamname ile yalnızca yeni bir teşkilat yapısı önerilmiyor, maaşların iyileştirilmesi de tartışılıyordu. Meclis-i Vükela’da görüşüldükten sonra lüzuma binaen zam kararına varılırsa, bu kararı eğer Şura-yı Devlet alırsa, konunun oraya havale olunacağı ve çıkan kararın uygulamaya konulacağından bahsediliyordu ( BOA, İ.HUS, 112-36).
Nizamname acele ile hazırlandığından ve neredeyse Fransız jandarma nizamnamesinin bire bir kopyası olduğundan dolayı bazı arızalı kısımları da yok değildi. Fransa’da olan ve Osmanlı’da olmayan yerleşim yerleri bunların tam olarak benzer bir çevirisi sonucu nizamnameden kaynaklı ortaya çıkan boşluklar nizamnamenin uygulanmasını güçleştirmiş ve zaman zaman tadilat yapılmasına sebebiyet vermiştir. Zaten sürekli farklı düzenlemelerle kafası karışık olan neferler zaman zaman nizamnameyi uygulamaktan kaçınmıştır. Eski zaptiye nizamnamesine göre iş görmeye devam etmeye meyletmişlerdir. Devletin diğer kademlerindeki bozulma ve uyumlu çalışma alışkanlığının olmadığı bir zaman diliminde bu kopya nizamname jandarma neferlerinin bocalamasına sebep olmuştur. Jandarma müfettişi Karl Nandrop İngvar, hazırladığı bir layihada konuyu uzun uzun ele almıştır. Kendisinin Jandarma Nizamnamesini okuduğu ve maddeleri üzerinde düşündüğünü söyleyen müfettiş, Fransızca “Commune” kelimesinin nahiye olarak çevrildiğini fakat Memalik-i Şahanede her kazanın ancak bir iki nahiyeye ayrılmış olduğunu, Nizamnamede ise nahiyelerin ayda en aşağı iki defa teftiş edilmesi gerektiği fakat nahiye dışında kalıpta merkez kaimakamlığına bağlı olan köylerde jandarmanın vazifeli kılınmadığını. Nizamnamenin aslında “Commune” kelimesi ile köy, nahiye, çiftlik gibi yerlerin işaret edilebileceği,
28
çevirinin nahiye olarak değil de mahalli hükümet olarak çevrilirse görev yerlerinin tanımlanmasının daha isabetli olacağını söylüyordu (BOA:T.FR.I.M, 3-287).
İngvar, Nizamname ile ilgili şikayet ettiği bir başka konu ise anlam kapalılığıdır. Bunu, okuduğunu anlayabilecek beyler bile anlamada zorlanır, diyerek vurgulamaktadır. 269. maddede çavuş ve onbaşıların ikinci, üçüncü ve beşinci fasılları iyi öğrenmeleri, bunun için sık okutularak tekrar edilmesi gerektiği emredilmişti fakat Nandrop’un zabitanlar ile konuşarak edindiği izlenim, bu şekliyle kolay öğrenilmeyeceği idi (BOA:T.FR.I.M, 3-287).
Makedonya sorunu temelinde ve Müzterg planı çerçevesinde hareket edilen düzenleme sürecine giren iç güvenlik unsurları, Osmanlı’nın, Avrupa’nın yeni müdahalelerine karşı koymak adına acele davranmasından kaynaklı açmazlar yaşıyordu. 1903 yılında nizamname vücuda gelmişti, fakat bu nizamnamenin uygulanması konusunda sorunlar yaşayan tek yer Makedonya değildi. Makedonya bu sürece ön ayak olmuştu, ancak Osmanlı coğrafyasının diğer bölgelerinde de bu nizamnamenin nasıl uygulanacağı konusunda kafalar karışıktı. Nizamname ile askeri ve mülki memurların evraklarını jandarma neferlerinin getirip götürmesi men ediliyordu. Bu yeni uygulamadan dolayı evrak takibi yapacak başka bir görevli olmadığı için işlerin aksamaması adına Bahr-i Sefid valisi Abidin Bey, konunun çözüme kavuşturulması noktasında devletçe bir zararı yoksa eski usulün devam ettirilmesi, eğer bu karar kati ise bu işe görevli birer memur alınıp alınmamasını dahiliye nezaretinden sormuştu (BOA:DH,MKT, 849-12).
Yukarı da bahsi geçen; jandarmaların evrak takibi meselesinde devleti zarara uğratacak bazı evrakların jandarma neferleri ile gönderilmesinin görmezden gelinmesine izin veriliyordu. Abidin Paşa, elçiliklere gidecek evrakların ve hükümet ile yazışmaların yapıldığında mülkiye memurunun bilgisi dahilinde jandarma neferi ile gönderilebilmesi için seraskerlik makamından jandarma kumandanlığına telgraf ile emir gönderilmesini, şayet bu mümkün değil ise maaşlara 200’er kuruş zam yaparak evrak memuru belirlenmesini öneriyordu. (BOA:DH,MKT, 849-12).
Makedonya’ya geri dönecek olursak Bahr-i Sefid valisinden birkaç ay evvel yine Makedonya’da Jandarma Nizamnamesinin uygulanma biçimi gündemdeydi. Meclis-i Vükela mazbatasında daha önce askeri dairece tanzim edilen ve Meclis-i Vükelada incelendikten sonra padişahın iradesiyle bu tadilat onaylanmıştı. Daha sonra tekrar bir tadilat yapıldığı haber alınmış ve bu tadilatın neden ibaret olduğu
29
tetkik edilmişti. İslam hukukunun korunması ve dışına çıkılmaması konularında dikkat edilmesi gerektiği tembih ediliyordu.
Mazbataya bakıldığında, Vilayet-i Selase’de yapılacak tensikat sürecinde jandarma alaylarına alınacak Hristiyan nefer adedine dikkat edilmesi, onda ikiyi aşmaması ve eşkıyalık olaylarının takip ve tetkikinde sevk olunacak jandarma güçlerinin Hristiyan neferlerden ibaret olmaması belirtilmişti. Bunun yanında bölüm ve taburlara İslam olanlar ve Hristiyanların karıştırılması ve bölüğü idare edecek okullu olması elzem olduğu Hristiyan neferin askerlik mesleği ile alakalı bilgisi zayıf olacağından jandarma ile alakalı düzeni ihlal edeceğinden kaçınılarak bu neferin zabitan yapılmaması gerektiği söyleniyordu. Jandarmanın, askeri nizamiyeden ayırt edilebilmesi için elbiselerinin Devlet-i Aliye’ce kabul edilmiş milli elbiseye ters düşmeyecek şekilde yeniden düzenlenmesi, fakat kabul görmüş Osmanlı elbisesinin bir vazgeçilmezi olan festen kesin suretle taviz verilmemesi emredilmişti (BOA,Y.MRZ.d,11990).
Aynı mazbatada yerel güçlerin ve mülki memurların maaş ödemeleri zamanında taht tarafından yapılsaydı, tensikatı fırsat bilerek Avrupalı güçlerin müdahalelerine gerek kalmayacağından bahsediyordu.
Bu uzun mazbatada ayrıca Rumeli jandarma tensikatından sorumlu Ferik Giorgis Paşa’ya üniformalardaki fes konusundan taviz vermemesine dikkat etmesi gerektiği aktarılıyordu. Mazbatada bundan başka Avusturya ve Rusya sefirlerinin Osmanlı’ya bir muhtıra vererek tensikatta görevli yabancı jandarmaların jandarma nizamnamesini düzenlemeye tabi tutacakları yazılmış idi. Babıali bunun mümkün olamayacağını, düzenleme yetkisinin devlete ait olduğunu, bunun üzerine çıkacak herhangi bir teklife açık kapı kalmaması için Giorgis Paşa’nın yanına verilecek iki zabitin konu ile ilgili bilgi vermesi isteniyordu. (BOA,Y.MRZ.d,11990).
Yukarıda bahsi geçen konuya paralel olarak Jandarma Nizamnamesine müdahale etmek isteyen yabancı zabitanlar olduğu anlaşılmaktadır. Yabancı zabitanlar bu konuyu kendi aralarında görüşmek için bir toplantı yapmaya karar vermişlerdi. Bunu haber alan Osmanlı Hükümeti zaten hükümetçe bir nizamname hazırlandığını, gerekli izahatın verilmesi için özel memurun bile tahsis edildiğini, mevcut nizamnamenin üzerine bina edilecek başka bir tanzime lüzum olmadığını, haber alınan toplantının bir an önce dağıtılmasını emretmişti. (BOA,BEO: 2269-170163)
30
Yeni jandarma nizamnamesinin yürürlüğe girdiğini bildirmek ve bu jandarma nizamnamesinin uygulanmasına muhalefet edilmemesi için nizamname mümkün olduğunca çok nüsha olarak yayınlanmasına ve vilayetlere gönderilmesine gayret ediliyordu. Alay ve bölüklerde birer adedinin bulundurulması isteniyordu. Bu içeriğe göre zabıta vazifesinin görülmesi emrediliyordu. Yeni jandarma teşkilatının henüz kurulmadığı bölgelerde de yeni nizamnameye göre hareket edilmesi ve bu alayların da yeni adıyla jandarma unvanı ile anılması gerektiği ifade ediliyordu. Bu konu ile ilgili seraskerliğe yazı ile bildirilmesinden sonra sadarete de bildirileceği ve bunun ardından umumi bir tebligat yayınlanacağı belirtilmişti (BOA, DH. TMIK.M,167-21).
Osmanlı Hükümeti gerek Avrupalıların yeni bir müdahalesi ile karşılaşmamak için, gerekse iç güvenlik sistemini yerleştirmek ve geliştirmek için nizamnameyi kolluk güçleri içerisinde bilinir kılınmak için nizamname nüshaları basılıp farklı farklı bölgelere göndermiştir. Taşrada nizamnameye ihtiyaç duyulduğu anlaşılıyor. Bunlardan biri de Çatalca mutasarrıfıydı. Mutasarrıf bu nüshalara ihtiyaç duymuş olacak ki, 15 numaralı emirname-i ali ile gelen jandarma nizamnamesinin ihtiyaç yerlerine gönderilmesi konusunda Babıali’den müsaade istemişti (BOA, DH. TMIK.S, 53-4/ 6 Nisan 1904). Hükümet, Rumeli Vilayet-i Müfettiş-i Umumisine 20 adet nizamname nüshası göndermiş (BOA, DH. MKT, 847-56). Bunun yanında Selanik valisi Hasan Fehmi, Dahiliye Nezaretinden dört adet yeni jandarma nizamnamesini talep etmişti (BOA, DH.TMIK.S, 53-37). Yine Çatalca mutasarrıfı merkeze bağlı kaza ve köylere bilgilendirmek amaçlı iki adet nizamname nüshasını gönderilmek üzere izin istemiş fakat iznin henüz eline ulaşmamasından sebeple nizamnamenin tebliğ edilemeyeceğini iletmiştir (BOA, DH.TMIK.S, 54-14).
Nizamnamenin uygulanabilmesi ve vilayetlerdeki jandarma teşkilatlarına kanıksatılmasına uğraşılırken, Rumeli vilayetinde nizamnamenin neferlere tebliğ edildiği sırada ilginç bir olay kayda geçiriliyordu. Eşteb kaymakamı, Rumeli Vilayeti Müfettişliğine yazdığı yazıda Bereketli nahiyesinde istihdam edilen neferlere Hükümet Dairesindeki koğuşta nahiye katibi Raşid Efendi tarafından yeni nizamnamenin okunduğu sırada jandarma neferlerinden Toda’nın nizamname hükümlerine sövdüğü ve nizamnameye yönelik uygun olmayan ifadeler kullandığını, bunu duyan jandarmadan Çerkez Mustafa ve Katib Raşid tarafından
31
işitilip Toda’nın ihbar edildiğini aktarır. Bu ihbar üzerine konu tahkikat ve takibatının yapılması için Adliye’ye sevk edilmişti (BOA: TFR.I. KV, 66-6543).
Bu anekdottan anlaşılmaktadır ki kolluğun sık sık değişikliğe uğraması, nizamnameyi uygulayıcıları arasında bayağılaştırmış, alışılmış düzenlerinin üzerine yeni gelen başka bir düzene geçmekte ayak diretmişlerdir çıkarımı yapılabilir. Diğer taraftan Rumeli’de uzun zamandır süren nazik durum göz önüne alındığında küfürleri işiten sorumlular, konu üzerinde durmuş ve bunu adliyeye şikâyet konusu etmişlerdir. Rumeli üzerindeki bu hassas nirengi noktalar sorumluları teyakkuz halinde tutmuştur.
Yeni düzenleme sürecinde gayrimüslim da jandarmaya nefer alınması şart koşulmuş, Avrupalı devletler yaşayan dini kesimlerin iç güvenlikte temsilini Osmanlı’ya dayatmıştı. Osmanlı Hükümeti ise bu dönem içerisinde açık bir şekilde Hristiyanları potansiyel bir tehlike olarak görmekteydi (BOA,Y.MRZ.d,11990). Buna sebep olan en büyük pay sahibi konu ise Makedonya olaylarında milliyetler üzerinden isyanlar yaşanırken, motivenin Hristiyanlık üzerinden sağlanmasıydı. Girit’te de bunun pratiği görülmüştü ve Müslüman-Türk ahali, çeteciler tarafından gerek Hristiyan ahali tahrik edilerek gerekse de zorlanarak Müslümanlara korkunç bir kıyıma tabi tutulmuştu. Hem bunun verdiği kaygı hem de Avrupalıların Osmanlı’ya müdahaleyi hemen kapı arkasında hissettirmeleri, stresli bir süreci daha da ağırlaşan bir tabloya dönüştürüyordu.
Yukarıda anlatılan çekincelerden dolayı jandarma reformu sürecinde gayrimüslim ahaliden temin edilen jandarma neferlerinin belirtilen sayıları geçmemesi ve bölüklerin, koğuşların tek renk Hristiyanlardan oluşmaması, İslam ve Hristiyan neferlerin karıştırılması, yine herhangi bir olaya müdahale sırasında taburların sadece Hristiyanlardan teşekkül ettirilmemesi dikkate alınıyordu. Son olarak Hristiyanlardan kati suretle zabit seçilmemesi, bu konuya dikkat edilmesi konusunda ilgililerin dikkati çekiliyordu. Osmanlı Hükümeti burada, Hristiyan ahaliyi ötekileştirmekten ziyade iki temel çekince ve tecrübe ile hareket ediyordu. Birincisi; Avrupalıların çıkabilecek herhangi bir huzursuzluk ortamını yerinden değerlendirerek Osmanlı’ya yeni dayatmalarda bulunmaması, ikincisi ise isyan eden milletler Hristiyan ahaliden meydana geldiği için Hristiyanlığın kendi içlerinde isyanın ve ayrılıkçılığın bir motoru olarak kullanılmasıdır. Bu sebeple Osmanlı bu duvarlar içerisinde ön alma ve kendini koruma düsturu ile hareket etmekteydi. Yukarıda alınan önlemlerden açıkça görülmektedir ki kolluğun
32
içerisinde görevlendirilen gayrimüslim unsurların çeteciler lehine hareket etmeleri ve yeni kurulan kolluğu sabote etmelerinden korkuluyordu.
Jandarma nizamnamesi ilan edilmiş, sıra şimdi mezkur nizamnameyi Vilayet-i Selase başta olmak üzere bütün Osmanlı sathına yaymaya gelmişti. Yukarıda da örneği verilen pek çok vilayet merkezden nizamname nüshalarını talep edilmiş ve buna karşılık olarak merkezden de bu jandarma kitapçıklarının gönderilmesine gayret edilmişti.
Vilayet- i Selase reformunda görevli Ferik Giorgis Paşa’ya yabancı zabitanlara verilmek üzere elli nüsha jandarma nizamnamesi verilmişti. Ek olarak talep edilen yirmi beş nüshanın daha payitahtta ya da Vilayet-i Selase’de mi basılacağı konusu gündeme gelmiş, ardından bu nüshaların sadece İstanbul’da basılıp gönderileceği kararına varılmıştı (BOA, DH.MKT,953-22).
Dahiliye Nezaretinden yazılan başka bir belgede Kosova’nın 20, Selanik vilayetinin 175, Trabzon vilayetinin 93, Bağdat vilayetinin 100, Bahr-i Sefid vilayetinin 17 ve Konya’nın ise 30 adet nizamname talep ettiği bilgisi verilmişti (BOA: DH. TMIK.S, 57- 23).
Jandarma teşkilatının olgunlaştırılması çabaları hem merkezde hem de vilayetlerde devam ederken daha önce de bahsi geçen jandarma nefer ve zabitlerinin eski alışkanlıklarını devam ettirmedeki ısrar ve tutumları Osmanlı yönetiminin gözünden kaçmamıştı. Jandarma Nizamnamesi ile alakalı ihtilafları gidermek ile alakalı üç maddelik bir talimatname yayınlanmıştı. Bu talimatnamede nizamname maddelerinin yükümlü kıldığı kurallara uyulması, tensikat bölgelerinde ve diğer yerlerde aksi davranışlar sergileyenlerin teşekkül ettirilecek bir komisyon ile belirleneceği ve haklarında lazım gelen muamelenin yapılacağı konusunda uyarılarda bulunulmuştu (Düstur: Tertib-i Sani C.2, 165-166).
Jandarma süreci çok değişkenli olduğu için gözetilmesi gereken bir o kadar da kritik noktalar vardı. Yerli zabitlerle ecnebiler arasında esen soğuk rüzgar belliydi, fakat daha vahimi yabancı zabitanın kendi ülkeleri adına ajanlık yapabilme potansiyelini sineye saran Osmanlı, bu zabitanlardan çetelerle iş birliği yapanların olduğuna dair kanıtlara ulaşmıştı, ancak memleketin içerisinde bulunduğu çok yönlü ekonomik, askeri ve siyasi çerçeve jandarma reformunu bitirip yabancı zabitanı sınır dışı etmeye engel oluyordu. İşlerin aksaması, münasip olan yoldan daha olası bir seçenek olarak öne çıkıyordu.
33
Tensikat sürecinin yöneticisi Giorgis Paşa ise 1907 yılının sonlarında hastalandı ve ülkesine döndü. Hemen ertesi yıl da hayatını kaybetti. Osmanlı ve İtalya, iki ülkeye de hizmet etmiş olan bu asker için birbirlerine taziye mesajı gönderdiler. Ardından İtalya hükümeti, Giorgis’in yerine Rusya ve Avusturya’nın da olurunu alarak İtalyan General Mario Nicolis di Robilant’ı tayin etti. Robilant 26 Mart 1908 tarihinde ferik rütbesini alarak Giorgis’in görevini devraldı. Robilant’ın tensikatı devraldığı dönemde, tensikatta görevli 2 miralay, 7 kaymakam, 24 binbaşı ve 23 yüzbaşı olmak üzere toplam 56 yabancı zabit görevlendirilmişti (Korkmaz, 2018:425-427).
Takvimler II. Meşrutiyet ve İttihat ve Terakki yönetiminin iktidarı için geri sayarken Balkan coğrafyası da bunalım havasının artacağı günlere doğru adım atıyordu. Ne garip bir tesadüftür ki tensikatın başındaki Robilant için tutulan Alatin Köşkü sabık Sultan Abdülhamid’in hallinden sonra ona ev sahipliği yapacaktı. (Tekir, 2020:118)
İttihat ve Terakki küçük bir grup tıbbiyeli tarafından 1889’da İttihad-ı Osmani adıyla kurulmuştu. Çıkış noktaları Abdülhamid karşıtlığı olan grup aynı yıl Paris’te kurulacak olan İttihat ve Terakki Cemiyeti ismi ile araya gelir ve bu adı benimserler. Fakat Abdülhamid yönetimi bu muhalefeti kısa sürede bastırır, etkisiz hale getirir ve sürgünlerle İstanbul dışına çıkarır. Paris’te çeşitli ihtilaf ve ayrışmalar yaşayan cemiyet bazı sınırlı yayınlarla Osmanlı aydınları ile bağlantı kurar (Tunaya, 1989:8).
İttihat ve Terakki asıl Osmanlı içerisindeki kuruluşunu 1906’da tamamlar. Selanik’te 3. Ordu’daki subaylar ve bürokratlar tarafından yeni baştan oluşturulan gurup, önce Osmanlı Hürriyet Cemiyeti adını alacaktır. Kısa sürede cemiyet büyür ve yayılır. Selanik’e gizlice gelen Dr. Nazım Bey ile yapılan bir anlaşma ile Terakki ve İttihat adını alacaktır. İttihat Terakki daha kuruluş aşamasından milliyetlerin çarpışma alanı haline gelen Balkan coğrafyasında nüvelenecek ve bu bölge cemiyetin faaliyet alanı haline gelecektir (Tunaya, 1988:22).
Cemiyete katılan pek çok kişi Balkanların yerlisi oradaki havayı bilen kişilerdi. Siyasi ve askeri iklimi tanıyan bu kişiler Kanun-i Esasinin ilanını ve vilayetlerde reformlar yapılmasını talep ediyorlardı. Abdülhamid baskısının fiziksel ve mental direnci cemiyeti kökleştirmiş ve 1900’lerin başında Osmanlı’da büyük kırılmalar yaratacak bir siyasi iklimin oluşacağı dönemin açılışına neden olmuştu. Kısa sürede tarih sayfalarında yerini alacak pek çok isim İttihat ve Terakki
34
çatısı altında toplanacaktır. Balkanlar padişaha muhalefetin bir direnç noktası olacaktır. Selanik, İttihat ve Terakkinin birinci merkezi konumundayken Manastır ise İttihatçıların ikinci merkezi konumundaydı. Süleyman Askeri Bey, Binbaşı Atıf, Bursalı Mehmed Tahir Bey Manastır kolunu oluşturan kişilerdi. Balkan topraklarının her karışında hızla teşkilatlanma gayretinde olan cemiyet, daha sonra II. Meşrutiyet’in ön saflarında boy gösterecek olan Resneli Niyazi’ye, Kazım Karabekir’e ve Hüseyin Kadri’ye de kucak açacaktı ve tabi ki İttihat Terakki ile özdeşleşmiş Enver Paşa, bunun yanı sıra Mustafa Kemal de İttihat ve Terakkiye üye olacaklardı (Tekir, 2020:120).
1908 yılına girildiğinde tensikat subayları ile Osmanlı ordusu içerisindeki subayların arasında yaşanan gerilim giderek derinleşiyordu. Mesele yabancı subayların maaşlarının zamanında yatmasından ziyade, yabancı bir gücün inisiyatifi ile görevde bulunan tensikat subaylarının devleti ve orduyu aşağılayıcı bir algıy meydana getirmeleriydi. III. Ordu zabitleri, çete faaliyetleriile kendi yöntemlerini uygulayarak başa çıkabileceklerini düşünüyorlardı. Onlara göre asıl sorun sivil yöneticilerin beceriksizliğinden kaynaklanıyordu (Tekir, 2020:121)
II. Abdülhamid’in 33 yıllık iktidarının karşıtlığından beslenerek büyüyen ve gelişen muhalefetin bir parçası olan İttihat ve Terakki, çeşitli süreçler yaşadıktan sonra yukarıda da bahsi geçtiği gibi kendisine Balkan coğrafyasında hayat sahası bulmuş, burada özellikle ordu mensupları içerisinde giderek artan kitlesiyle Meclisin açılması ve yürürlükten kaldırılan Kanun-i Esasinin tekrar yürürlüğe konulması konularında giderek gürültüleri artan isteklerde bulunmaktaydılar.
Resneli Niyazi’nin, emrindeki 400 asker ve sivil ile beraber dağa çıkması ile başlayan süreçte II. Abdülhamid bazı tedbirler almak istemiş olsa da bu subayların da İttihat ve Terakki taraftarı olmaları hasebiyle tedbirler işe yaramadı. İttihat ve Terakkinin Manastır yönetimi tarafından, 26 Temmuz tarihine kadar Meclisin açılması ile alakalı II. Abdülhamid’e bir telgraf çekildi. Niyazi Bey komutasındaki Resne Taburu ile Eyüp Sabri Bey emrindeki Ohri Taburu 24 Temmuz’da Manastır’da birleştiler ve Miralay Fevzi Bey’i kaçırdıktan sonra 21 pare top atışı ile İttihat ve Terakki Cemiyeti, Meşrutiyeti ilan ettirdi. “Cemiyet taraftarları hürriyeti ilan etti. Aynı gün padişahın irade-i seniyyesi ile Kanun-i Esasi yeniden yürürlüğe girdi (Hanioğlu, 2001:480).
II. Meşrutiyet’in ilanından 9 ay sonra Hasan Fehmi Bey’in öldürülmesi ve cenaze töreninde başlayan protestolar, yerini giderek bir isyana ve çatışmaya
35
bırakacaktı. İsyancıların istekleri şeriat ve meclisin kapatılarak meşrutiyetin lağvedilmesiydi (Özcan, 2007:10). İttihatçılar uğruna dağlara çıktıkları, adam vurup vuruldukları Meşrutiyetin ellerinden gittiği düşüncesi ile Selanik’te bir ordu topladılar. Adı Hareket Ordusu idi. Bu ordunun başına Mahmut Şevket Paşa getirildi. 24 Nisan’da Mahmut Şevket Paşa ordusu ile birlikte İstanbul’a intikal etti (Kuran, 200:343. Özcan, 2007:10). İsyan kısa süre içerisinde bastırıldı ve isyancılar da kontrol altına alınmış oldu. (Tekir, 2020:124) 27 Nisan’da ise Abdülhamid’in saltanatı sona erdirilmiş oldu. Yerine Mehmet Reşat tahta çıktı ve bu hadise ile birlikte önemli bir devir kapanmış ve yine aynı önemde mühim gelişmelere gebe başka bir dönem açılmıştır.
Modern jandarmanın kuruluş süreci İttihat ve Terakki’nin iktidarından sonra da farklı bir perspektifte devam edecektir. II. Meşrutiyet’ten sonra jandarmanın yurt çapındaki durumu şöyleydi: Jandarma alay sayısı 30 kadardı ve bağımsız jandarma taburu ise 5 idi. Tensikatın ulaşmadığı ve henüz jandarma alaylarının kurulamadığı yerlerde zaptiyeler Jandarma emrinde kurulmaya devam ediyordu (Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi, 1978:253).
Meşruti yönetim şekline geçilmesiyle Avrupalı devletlerin Osmanlı üzerindeki müdahaleleri anlamsızlaşmıştı. Bu sebeple jandarma teşkilatının revize edilmesi süreci de Avrupalı devletlerin inisiyatifinden alınarak Babıali’nin kontrolünde Osmanlı sathına yayılmalıydı. İttihat ve Terakki, III. Ordu’dan bu yana diş bilediği yabancı subayları nihayet saf dışı bırakabilecekti. 1909’da Vilayet-i Selase’deki yabancı jandarma zabitlerin ve ajanların görevine son verdi. Maliye Komisyonunu da aynı şekilde kapattı (BOA: DH.MUİ, 2-59) Meşrutiyetin yeniden ilanı ile birlikte Ruslar ve Avusturyalılar ülkelerine gönderildi. Fakat yabancıların bir yandan da güvenini sağlamak gerektiğinden bütün yabancı subaylar gönderilmedi. Giorgis Paşa’nın yerine gelen Robilant Paşa ile İngiliz ve Fransız subaylar jandarmadaki çalışmalarına devam ettiler.
31 Mart Vakası ile asayişin bozulduğu İstanbul’a Vilayet-i Selase jandarma güçlerinden ikmal yapıldı, fakat bu seferde Rumeli’deki nefer sayısı azalınca Rum ve Bulgarlar asayişe mütecaviz hareketlerde bulunarak huzuru bozdular. Makedonya’da cinayet olayları arttı. Bunun önüne geçmek için sıkıyönetim kumandanı Mahmut Şevket Paşa’nın emri ile I. ve III. Ordu’dan yaklaşık 1500 kişi jandarma emrine verildi. 31 Mart’ın takibinde İstanbul’a giden jandarmalar halk tarafından ilgi ile gözlendi.
36
İttihatçılar yabancı subayların büyük kısmını göndermiş, maliye komisyonunu da lağvetmişlerdi, fakat ortaya konulan jandarmanın ıslahı programının özüne dokunmamışlardı. Aksine Jandarmanın tensikatını genişletmek için tensikat merkezini Selanik’ten İstanbul’a taşıdılar. Geri gönderdikleri yabancı tensikat subaylarını Türk jandarması olarak yeniden istihdam ettiler. Aslında bunu bir zorunluluk hissinden dolayı yaptılar. Vilayet-i Selase tensikat merkezi Selanik’ten İstanbul’a taşınıp tensikatın bütün ülke çapında yapılması kararına varılınca, eldeki jandarma zabiti ancak birkaç vilayeti tensik edecek sayıdaydı. O dönem inisiyatifin Osmanlı cihetine geçmesini sağlamak için taktiksel bir argüman olarak kullanan İttihatçılar, tekrar ihtiyaç hasıl olduğunda yabancı subayları Türk Jandarması olarak görevlendirdiler. Öte yandan Selanik’teki Jandarma Mektebi de payitahta taşınmış oldu (Jandarma Mecmuası, 1 Kanunisani 1341, S 6-7).
Tensikat merkezi İstanbul’a çekildikten sonra jandarma, Selanik’teki disiplin ve organizasyonunu kaybetmeye başladı. Jandarma, Selanik’teki gibi jandarmalıktan anlamayanlar tarafından yönetilmeye başlandı. Jandarma tensikatının iyi bir yere gelebilmesi için önce tek noktadan idare ve sevk edilmesi gerekliliği belirgindi. Fazla olan jandarma daireleri kaldırılmalıydı. Tensikat sürecinde kendilerine pusula olarak aldıkları İtalyan jandarması basit bir yapıya sahipti. Tüm bunlar alt alta geldiğinde Osmanlı için ideal jandarma aşağıdaki maddelerden oluşmalıydı:
- Jandarma, Harbiye Nezaretine bağlanmalı ve Umum jandarma Kumandanlığı adıyla bir ferik başında olmalıdır.
- Bu kumandanlık Dahiliye Nezareti ile olduğu gibi gerekli hallerde diğer nezaretlerle de temas da olmalıdır.
- Muhasebe ve levazımdan oluşan idari daireler olmalı ve bunlara bir bütçe tahsis edilmeli.
Bahsi geçen Umum Jandarma Kumandanlığına Ferik Robilant Paşa’nın atanması düşünülüyordu. Yardımcılık görevlerinden birisine ise Lamoş Bey, diğerine ise tensikat usulünü görmüş bir zabitanın atanması tasarlanmıştı. Jandarma ve Tensikat Dairesi arasında yetki karmaşa ve sürtüşmesi yaşanıyordu. Bu mesele 10 Kasım 1909’da Umum Jandarma Kumandanlığı kurularak Jandarma Dairesi ilga edildi. Tensikat sürecinin zarar görmemesi için Tensikat Dairesi kuruldu. Bir yıl sonra Umum Jandarma Kumandanlığı görevine Nazif Paşa atandı (Tekir, 2020: 140).
37
Nisan 1910 da ise jandarma ve Tensikat umum daireleri birleştirilerek Umum Jandarma kumandanlığı adı verildi. Ferik Robilant ise jandarma umu müfettişliği görevine atandı. Jandarma müfettişi umumiliği kadro eksiklerini tespit etti kadro fazlası efradının desteği ve bunların yeterli sürelerde görecekleri eğitimden sonra eksik gelen yerlere dağıtılması düşünülüyordu. Robilant Paşa bu göreve atanarak jandarmanın ikinci tensikat devri başlamış oldu. Ülkeden çıkarılan yabancı subaylar tekrar geri çağırılmıştı.
Yeni jandarma tensikatı altı bölgeye ayrıldı her mıntıkanın başına bir müfettiş atandı müfettişlik mıntıkaları: İstanbul, Selanik, Trabzon, İzmir, Beyrut ve Bağdat’tan oluşuyordu. (Tekir, 2020:140- 141)
Meşrutiyetin ilanını takip eden süreçte Osmanlı ülkesi içerisinde genel bir asayişsizlik hali hakimdi. Bu asayişsizliğin temel nedenlerinden biri çete faaliyetleriydi. Çetelerin önünü alabilmek adına çeteler kanunu çıkarılması için çalışmalar yapıldı. Jandarmanın eksik nefer sayısından sebeple eşkıya ve çetelerle mücadele etmesi zor bir hale geliyordu. Tensikat merkezinde dahi jandarma eksikliği söz konusuydu. Osmanlı’nın geniş coğrafyası ve diğer taraftan bu yeniliklere ayırması gereken bütçe düşünüldüğünde tensikat konusunda açmazlar yaşıyordu.
Jandarmanın mükemmeliyeti için bazı düzenlemeler gerekliliği hissediliyordu. Jandarmanın kemik kadrosu yeterli görülmeyerek bu kadroların yenileri ile değiştirilmesi düşünülüyordu. Diğer taraftan jandarma neferi olmaya layık kadroları bulmakta vilayet yönetimlerinin zorluk çıkarması, sürecin önüne konulan başka bir taş olarak çıkıyordu. Öyleki yedek kuvvetler silah altına alınıyordu. Bingazi, Suriye gibi yakın konumda olanlar birbirinden kadro temin etmeye çalışırken, Batı Karadeniz hattında payitahtta yakın yerlerde bile aynı sorun ile karşı karşıya geliniyordu. Tensikatın genişletilebilmesi ve kadroların tam hale getirilebilme umudu jandarma meslek okullarından yetişecek kadroların ikmali şartına bağlanmıştı.
Umum jandarma kumandanı Ferik Mustafa Hilmi Paşa, Meclis-i Mebusanda bazı azaların jandarma ile ilgi izahat talep ettiği için. Meclis-i Mebusana bir hitapta bulunmuştur. Ferik Mustafa Hilmi, jandarmanın geçirdiği süreçleri bir bir anlattıktan sonra jandarma açısından içerisinde bulundukları zor sürece sabredildiğinde ve belli müddet zaman geçtiğinde jandarmanın tekâmül edeceğini söylüyordu.
38
Hilmi Paşa önceki dönem alınan efradın jandarma vasfına haiz olmayan, kötü tıynetli kişilerden seçildiğini, bu sebeple ahalinin de itimadının jandarmayı zayıflattığını, fakat mekteplerden yetişecek zaptiyeler ve neferlerden uygun görülenlerden zabitliğe yükseltilecek olanlar ile daha kalifiye jandarmalık bilinci içerisinde hareket eden bir teşkilat meydana getirileceğini ifade ediyordu (Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi: 71. İnikad, 560).
Hilmi Paşa konuşması sırasında jandarmanın mutlak asayişini net bir şekilde temin edebilecek noktaya gelmesi gerektiğini anlatmak için bazı örnekler veriyor bu örneklerden birini şu şekilde sunuyordu:
“Memleketin asayişini temin etmek lazımdır, ahali çift sürmek için öküzünü çift âlâtını ve edevatını alarak tarlaya gitmek tarlasında kemal-i emnü rahatla arzu ettiği gibi başka hiçbir şey düşünmek üzere çalışmak ve hal idrâk etmek için âsâyişin takarrürü elzemdir. Eğer ahalinin kalbinde bu emniyet olmazsa bazı mülahazalat ile ekinini alamaz, ektiği bir şeyi tamamiyle idrak edemez, binaenaleyh onun istifadesi mahdut olur.
Bir tüccar bir yerden bir yere ticaret için gideceği vakit yolda emniyet olmazsa birçok külfetlerle kendisini muhafaza ettirmek parasıyla müsellah adamlar tedarik edecek. İşte biz bugün bir yerden bir yere gidecek olanların muhafazasını jandarma tevdi ediyoruz. Tarlasına gidip ekinini sürerek, öküzünü otlattırmak ve kendisinin rahat rahat iş görmesini temin etmek için jandarmayı vazifedar ediyoruz.” (Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi: 71, 561)
Yukarıda da görüldüğü üzere jandarmanın düzeltilebilmesi için özverili çalışmalar vardı, fakat jandarmanın sorunlu serüveni Meşrutiyet döneminde de devam etmiştir.
Uzun bir müddettir huzurunu arayan Rumeli’de asayiş temin edilememişti. Tecavüz, gasp, yol kesme, adam yaralama, öldürme gibi iç güvenliği bozucu olaylar baş göstermişti. Rumeli özelinde başlanılan noktaya geri dönülmek üzereydi. Çözüm için Rumeli Seyyar Jandarma taburları kuruldu. Bu taburlar normal jandarma neferi gibi iş görmeyecek, eşkıyanın takibi ve yakalanması ile ilgili çalışacaktı. 2 Nisan 1912 de ise Umum Jandarma Kumandanlığına bağlı Rumeli Jandarma Kumandanlığı kurulmuştur. Bundan önce de daha pek çok yerde jandarmanın ıslahını temin edebilmek için tensikat komisyonları kuruldu.
Jandarmayı belli bir düzeye getirmek için farklı zamanlarda farklı kadrolar farklı yöntemler izleyerek çalışmışlardır. Fakat gelinen süreç içerisinde öğrenilen
39
şeyler çok olmuş olsa da alınan yolun mesafesi pek de fazla olamamıştır. 1903 düzeni ara ara farklı değişiklikler yapılmış olsa da ana omurga olarak Cumhuriyet’e kadar kendini muhafaza edecekti.
2.3 Jandarma Okulları ve Eğitim
Modern jandarmaya giden süreç içerisinde önemli bir gelişme de jandarmanın okullaşması ve düzenli bir personel kaynağına kavuşmasıydı. Bu sebeple Avrupalı devletlerin ciddi baskıları neticesinde başlanılan Rumeli tensikatının bir ayağı da jandarma mektebi olmuştur. 1903 Nizamnamesinin ilanından bir yıl sonra 1904 yılında Selanik’te Fransız subayların görevlendirilmesi ile bir jandarma mektebi açıldı. Mektebin müdürlüğüne İtalyan Rdolfi getirildi, okulun denetiminden sorumlu müfettişi ise Alman Von Altzen’di. Tabi ki tensikatın sorumlusu Giorgis Paşa da okulun düzenli işletilmesinden mesuldü. Mektebin komutanlığı görevine ise Ferit Bey getirilmişti (Türkmen, 2016:690).
Selanik Jandarma Mektebi iki kısımlı olarak tasarlanmıştı; birincisi ordu subaylarından jandarmalık yapmaya istekli olanları, ahlak ve bilgi karinesine uygun olanların 3- 4 aylık bir kurstan sonra jandarma subaylığına geçirilmeleriydi. İkinci kısım ise Jandarma çavuş ve başçavuş sınıfındakilerin yine ahlaken ve bilgi birikimi açısından uygun olanlarını bir yıl süre ile eğitime tabi tuttuktan sonra mülâzım-ı sâni rütbesi tevdi edilerek mezun edilmesi yöntemi idi.
II. Meşrutiyet yöneticilerinin jandarma tensikatına kattıkları perspektif ile tensikat merkezini Selanik’ten İstanbul’a taşımışlardı. Meşrutiyeti takiben yaşanan 31 Mart Vak’asından sonra ise Selanik Jandarma Mektebi İstanbul Yıldız’daki Orhaniye kışlasına taşındı (Jandarma ve Sahil Güvenlik Akademisi Tarihçe,ty.).
Okul 1912 yılında geniş bir teşkilat yapısına kavuştu ve kısımlar halinde öğretime devam etti. Birinci kısım muvazzaf subaylardan jandarmalık yapmak isteyenlere özel bir kısımdı. İkinci kısım ise doğrudan jandarma subayı olmak isteyenlere özel bir sınıf olarak tasarlandı. Üçüncü ve dördüncü kısım ise lise eğitimi görmüş adaylardan jandarma olmak isteyenlerin girdiği kısımdı. Burada dört yıllık bir eğitime tabi tutulduktan sonra teğmen rütbesi ile subaylığa başlıyorlardı. Son kısım jandarma hesap memurlarının yetiştirildiği kısımdı ve öğretim süresi üç aydı (Koparan, 2007:27).
1913 yılında mektep bölümleri beşe çıkarılmış, yeni dersler ilave edilmiştir. Dönem sonu sınavı getirilerek bu sınavdan başarılı olanları mülazım-ı sâni rütbesi
40
verilmiştir. Okul cihan harbine kadar faaliyetlerini yıldızda devam ettirmiştir (Cihan, 2015:55/ Koparan, 2007:28).
Tensikat döneminin bir başka jandarma okulu ise Efrad-ı Cedide Mektebiydi. Selanik’te kurulan okul İngiliz subayların idaresi altındaydı. Okulun eğitim süresi 9 aydı. Okul er sınıfındaki jandarmaların eğitimi ile alakadar oluyordu. Askeri eğitimin yanında okuma yazma da öğretiliyordu. Bu mektep jandarma neferlerindeki kaliteyi artırmıştır. II. Meşrutiyet döneminden itibaren Osmanlı’nın farklı coğrafyalarında benzeri okulları açılmıştır. Bu yerlerden bazıları İzmir, Beyrut, Bağdat ve Trabzon’dur.
Jandarma Mektebi, Mütareke Devrine kadar Yıldız’da faaliyetlerine devam etmiş, okulun bir kısmı Mızıka-yı Hümayuna bir kısmı da Mekteb-i Mülkiyeye devrolunduktan sonra okul faaliyetlerine Beylerbeyi Sarayı müştemilatında devam etmiştir.
Okul 1922’den sonra Ankara Hükümeti tarafından hiçbir değişikliğe tabii tutulmadan Ankara’ya nakledilmiş ve günümüzdeki Jandarma ve Sahil Güvenlik akademisinin temelleri böylelikle atılmıştır (Jandarma ve Sahil Güvenlik Akademisi Tarihçe, ty.).
2.4 Jandarmanın Kılık Kıyafeti: Üniforma
Güvenlik güçlerinin üniformaları tarih boyunca önemli olagelmiştir. Hem disiplin duygusunu diri tutan bir sembol hem de toplum içerisinde ayırt edilebilir olarak görünmek için bir zorunluluk haline gelmiştir. Modern zamanlarda ise üniforma, kamuflaj üniforma ve tören üniforması olarak ayrılmıştır. Osmanlı jandarmasında ise üniforma düzeni farklı zamanlarda farklı değişimler geçirmiştir.
Osmanlı’da iç güvenlik ilk defa sistematik bir düzene kavuşturulmak istendiğinde zaptiye denilmişti ve bu ilk zaptiyelerin kıyafetleri şu şekilde belirlenmişti: düz yakalı çuhadan dikme gömlek pantolon ve dönemin resmi başlığı olan fes, üç sene de bir ise yağmurluk verilmesi ön görülmüştü. Yılda iki çift kundura ve süvari sınıfına ise iki çift çizme verilecekti. Fakat bu verilen kıyafet istihkak olarak verilmiyor, verilen üniformaların ücreti jandarma neferlerinin maaşlarından kesiliyordu.
Fakat zaptiyeye geçiş süreci ekonomik dar boğazlar ile sekteye uğrayınca, bu, zaptiyelerin maaşlarına da yansımıştı. Birinci bölümde Yanya Valisi Ahmet Rasim, Suriye bölgesindeki zaptiye neferlerini anlatırken perişan bir halde
41
olduklarını ve zaptiyelerin kolluk gücü olduğu ancak bellerindeki kasaturadan anlaşıldığını söylüyordu (Sönmez, 2006:166)
Disiplin ögesinin bir parçası olan üniformanın bu derece kötü durumda olması kabullenilemez bir durumdu. Jandarma tensikat devrine girdiğinde, fes üzerine mavi renkli setre ve pantolon, ceket önleri tek düğmeli, ceket yakaları yarısına kadar kırmızı, önleri ise iki cepli olacaktı. Pantolonların da ise her iki yandan kırmızı bir çizgi takip edecekti. Piyade jandarmalarda kırmızı kordon da bulunacaktı. Süvariler de ise setre mavi boz pantolon ve kalpak yer alacaktı. Zabit kıyafetleri Fransız jandarmasında olduğu gibi gösterişli olacak şekilde apoletler yer alacaktı. İkinci sınıf jandarmaya da 1906’da tensikat Jandarması gibi kıyafet giymelerine izin verildi. Jandarma kıyafeti Osmanlı içerisinde yerli üreticilerden tedarik ediliyordu. Tensikatın yürütücüsü Giorgis Paşa, İtalyan kumaşlarının ithal edilmesini sağladı. Jandarmalara tören kıyafeti ve kır kıyafeti olarak iki takım kışlık, bir takım ise yazlık olacak biçimde iki çeşit kıyafet verildi. Selanik’te kıyafet ihtiyacı için Debboy-ı Umumi kuruldu (Tekir, 2020:103).
Meşrutiyet’ten sonra 1911 yılında jandarma üniforması ile alakalı bir nizamname yayınlandı. Bu nizamnamede jandarma kılık kıyafeti bir kez daha değişime uğramış, büyük üniforma ve küçük üniforma olarak iki temel gruba ayrılmıştı. Büyük üniforma çok büyük merasimlerde giyilecek küçük üniforma ise daha alt dereceli törenlerde daha küçük apoletlerle giyilecekti. Küçük üniforma büyük üniformanın kapsamadığı diğer bütün alanlarda giyilecekti.
Büyük üniforma apolet nişan ve kuşak madalya takılmak zorunluluğu ile milli bayramlar, hükümdar alayları, dini bayramlar, cülus törenleri, padişah ve ailesinin bulunduğu resmî törenlerde giyilecekti. Hırka-i Şerif ziyareti de büyük üniforma zorunluluğu gerektiren yerlerden biriydi, fakat kılıç kuşanmak ve nişan takmak burada yasaktı.
Büyük üniforma kaytanlı setre, apolet, sırma kuşak sübyeli fotin pantolon ve serpuş ile eldivenden oluşuyordu. Küçük üniforma ise serpuş, ceket, sübyeli fotin pantolon veyahut külot, pantolon, düz fotin ya da deve derisi mahmuzlu çizmeden oluşacaktı (Tekir, 2020:160-161)
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
3. 1903 TARİHLİ JANDARMA NİZAMNAMESİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
Jandarma Nizamnamesi bu bölümde değerlendirilmeye çalışılmış, günümüz diline yaklaştırılarak daha anlaşılır olması amaçlanmıştır. Nizamnamenin fiziki özellikleri ve madde içerikleri genel bir değerlendirmeye tâbi tutulmuş, nelerin üzerinde durulup nelerin daha yalın geçildiği aktarılmaya çalışılmıştır.
Jandarma Nizamnamesi, daha önce de ifade edildiği üzere Fransız jandarma nizamnamesi örnek alınarak hazırlanmış bir nizamnamedir. Modern jandarmaya geçiş olan ilk durak zaptiye nizamnamesi çok uzun sürmeyen bir süre içerisinde başarısızlığa uğrayınca, aynı zamanda Rumeli’deki meselelere önce Rusya’nın daha sonra Avrupa’nın müdahil olması ile bir ıslahat süreci yaşanmıştır. Bu programın önemli bir kısmı da iç güvenliği kapsayan kısımdır. Zaptiye nizamnamesi ile yola devam edilemeyeceği anlaşılınca, 1903 yılında Jandarma Nizamname-i Hümayunu adıyla bir nizamname yayınlanmıştır.
Nizamname 15x20 ölçüsünde 103 sayfa, takriben 12 punto olarak basılmıştır. Nizamname basılı halini almadan önce jandarma nizamnamesi adıyla layıha (rapor) şeklinde yazılmış, daha sonra yemin kısmındaki bir değişiklik hariç herhangi bir değişiklik yapılmadan basılmıştır. Dönemine göre açık bir dille yazıldığı söylenebilecek olan nizamname 298 maddeden oluşmaktadır.
Jandarma Nizamnamesi 8. maddeye kadar üç kısma, 8. madde itibari ile bab diye zikredilen 6 ana bölüme ayrılmıştır. Birinci bölüm 2 fasıl ve 6 kısımdan oluşmaktadır. Bu kısımların 4’ü ilk fasılda, 2’si ikinci fasılda yer almaktadır ve 1. Bölüm 8. maddeden başlayıp 38. madde ile son bulmaktadır. İkinci bölüm, 2 fasıl ve 4 kısımdan oluşmaktadır ve 39. madde ile başlayıp 66. madde ile bitmektedir. Üçüncü bölüm, 3 fasıl ve 11 kısımdan oluşmaktadır ve 67. maddeden başlayıp 147. maddeye kadardır. Dördüncü bölüm, 3 fasıl ve 6 kısımdan meydana gelmektedir ve 148. maddeden başlayıp 259. maddeye kadar devam etmektedir. Beşinci Bölüm 1 fasıl ve 2 kısımdan oluşmakta olup, 260. madde ile başlayıp 273. maddeye kadar sürmektedir. Altıncı bölümde özel fasıl olarak adlandırılan bir fasıl bulunur ve nizamnamenin son maddesi olan 298. maddeye kadar devam etmektedir.
43
3.1 Jandarmanın Kuruluşu, Genel Hükümler, Jandarmanın Vazife ve Hizmetleri
Nizamnamenin ilk maddesinden, dördüncü maddeye kadar jandarmanın vazifesinin ana çerçevesi çizilmekte ve hizmetlerinin ne olacağından bahsedilmektedir. Burada, jandarmanın, kanunların ve düzenin korunmasının bir teminatı olduğundan söz edilmekte ve birinci maddede yeni kurulan jandarmanın mülki değil askeri düzende oluşturulduğunu açıkça ifade edilmektedir. Başlıca görevinin kır ve köylerde emniyeti sağlamak olduğu fakat şehir ve kasabalarda da polise destek kuvvet olarak yer alacağı, polisin olmadığı mahallerde polis vazifesi yapacağı belirtilmektedir. Yukarıda bahsedildiği üzere birinci maddede jandarmanın askeri bir kuvvet olarak kurulduğu söylenmişse de dördüncü maddede düzen ve idari işler ile alakalı adliye ve mülkiye sorumlu kılınmıştır.
Beşinci maddede jandarmaların göreve başlamadan önce yemin etmeleri gerektiği söylenmiştir ve yemin şu şekildedir:
“Suret-i Yemin ”
Velînîmet bi’minnetimiz padişahımız efendimiz hazretlerine itaat ve sadakatten ayrılmayacağıma ve tevdi buyurulan hidematda emniyeti sûistîmal ve hilaf-ı namus ve sadakat ahvali irtikab etmeyeceğime “Vallâhi”
Nizamnamenin layiha ve nihai hali arasındaki en bariz değişiklik bu yemin kısmıdır. Layihada yemin İslam inancına vurgu yapan bir kelime içermeyip padişaha bağlılığı öne çıkarırken nihai metinde “Vallahi” eklenerek İslami bir yemine dönüştürülmüştür (Yıldız, 2018:406)
Jandarma birlikleri alay, tabur ve müfrezeler senede bir defa müfettişler gönderilerek denetlenecek ve kurallara uyulup uyulmadığına bakılacaktır. Denetleyen müfettişler, teftiş edilen jandarma kıta kumandanından daha aşağı rütbede olmamalıdır.
3.2 Teşkilat ve Rütbe
Teşkilat
Bu bölümde 8. maddeden 13. maddeye kadar jandarmanın düzeninden, 14. ve 16. maddelere kadar hizmete kabul ve hizmet sürelerinden 17. ve 19. maddelerde jandarmaların görev yerlerinde ve bu görev yerlerine göre ikamet etmeleri gereken yerlerden bahsedilmiştir. Son olarak 20. ve 27. maddeler arasında izin, istifa, açığa alma kayıt silme gibi konular ele alınmıştır.
44
Alaylar, taburlara; taburlar, bölüklere; bölükler, takımlara ayrılacaktır. Takımlar ihtiyaca göre nahiye ve köylere görevlendirilebilir; bulundukları bölgenin önemine göre süvari ya da piyadede erlerinden seçilebilir.
Jandarmalarda rütbeler aşağıdaki gibidir (Rütbeler aşağı doğru büyümektedir);
• Piyade veya süvari onbaşısı
• Bölük emini piyade veya süvari çavuşu
• Başçavuş
• Mülazım-ı Sani
• Mülazım-ı Evvel
• Tabur Kâtibi
• Bölük Kumandanı
• İdare Emini
• Tabur Kumandanı, Alay Kumandanı
Tedbil-i mevki başlığı altında jandarmalar tayin oldukları yerlerde ikamet etmeye mecbur edilmişlerdir. Yer değiştirmeleri emirlere bağlanmıştır. İzin, istifa ve görevden uzaklaştırmayı düzenleyen maddeler arasında bazıları öne çıkmaktadır. Örneğin jandarmaların mecburi hizmet sürelerini doldurmadan istifa edemeyeceklerini ancak geçerli bir sebep öne sürmek şartı ile bunların azami sürelerini doldurmadan istifa edebilecekleri belirtilmiştir. Bir diğer husus ise görevden uzaklaştırılma konusudur; görev bilincinde olmayanlar görevlerini kötüye kullananlar divan-i harbe sevk edileceği, lazım gelen cezayı da çekmeleri suretiyle “kayd-ı terkin” denilen meslekten çıkarılma cezasına çarptırılarak jandarma teşkilatından atılacakları ifade edilmiştir.
Terfi-i Rütbe
Başçavuş, çavuş, bölük emini ve onbaşılar kıdemleri ve görev ehliyetleri elverdiği takdirde boş kadro var ise rütbeleri yükseltilir. Rütbede bekleme süreleri onbaşılar için jandarma sınıfında en az on iki ay askerlik yapmaktır. Diğer askeri sınıflardan gelen alay çavuşluğu ve başçavuşluk gibi görevlerden gelenler boş kadro oluncaya değin er statüsünde görev yapacaklardır. Bahsi geçen derecelerde okur yazarlık önemli bir avantaj olup, okur yazarlığını sınav ile kanıtlayabilenler boş kadrolara okuma yazma bilmeyenlere göre öncelikli atanmaktadır, fakat iyi ahlaklı olmaları sorun teşkil etmeyen kimseler olmaları da önemlidir.
45
Diğer üst rütbelilerin ise rütbe değişimleri jandarma alayları içerisinde olacaktır. Bahsi geçen üst rütbeliler başçavuş, mülazım-ı sani, mülazım-ı evvel ve bölük kumandanlarıdır. Bu rütbelerde de okur yazarlık önemli bir ayraçtır. Okur yazar olup aynı zamanda ahlak bakımından iyi olanlar görev kabiliyetlerine de bakılarak yükseltilirler. Bu görevde yükselmelerin kanuni dayanağı jandarma nizamnamesi olduğu gibi aynı zamanda askeri terfi nizamnamesine de uygun olarak gerçekleştirilir. Mülazım-ı evvellik için okur yazar olmak şarttır ve diğer sınıflardan jandarma sınıfına geçerek burada rütbe alanlar jandarma sınıfının değil, evvelki sınıfının elbise ve rütbe sembollerini kullanacaklardır. Üstün hizmetlerde bulunanlar terfi nizamnamesine de uyularak terfi ile ödüllendirilebileceklerdir.
3.3 Jandarmaların Nezaretlerle ve Devlet Memurları ile İlişkisi
Jandarmanın Askeriye ve Diğer Nezaretlerle İlişkisi
Jandarmaların vazife, hizmet, terfi, görevden alma, jandarmalığa kabul, kayıt, teftiş, emeklilik, ceza, mükafat, düzen, terbiye, elbise ve istihkak, elbise temini, karakolların tamir bakım ve inşası, hayvanların telef olma durumları mahalli idare ile birlikte koordineli olarak her iş ve işlemden seraskerlik makamı sorumludur. Asker kaçakları, bakaya jurnalleri ile beraber bulundukları dairenin askeri daire kumandanına verilir.
Asayişin sağlanması ve kanunların uygulanması için gerekli emir yönlendirmeler mülkiye tarafından jandarmaya bildirilir. Olağanüstü durumlarda saltanatın emniyeti söz konusu olan durumlarda gerekli emirler yine mülkiye tarafından verilecektir. Jandarmayı ilgilendiren adli meselelerle ilgili kararlar adliyeye aittir.
Jandarmanın Yerel Memurlarla Olan İlişkileri
Jandarmanın görevi gereği mülkiye ve adliye memurları emir verebilir; ancak ciddi konularda verilecek emirler yazılı olarak verilmelidir. Jandarmanın kendi görevi dışında başka görevler yüklenmesi kesinlikle yasaktır. Evrak getir götürü gibi işler için kullanılması uygun görülmemiştir, fakat beklediği takdirde devleti zarara uğratacak konularda istisnai olarak bu görevler yüklenebilir. Jandarma yangın, sel, hastalık gibi olaylarda mülki amirlere ve kendi üstlerine konuyu ertelemeden bildirmelidir. Hakim ve savcılar vazife dolayısı ile jandarma ile müzakere etme ihtiyacı duydukları konuları görüşmek için jandarma kumandanlarını makamlarına çağırabilirler.
46
Jandarma adliyeyi ilgilendiren vukuatları adliyeye bildirmek zorundadır. Ceza mahkemelerinin celb ve diğer bildirimleri jandarma erleri marifeti ile yapılacaktır. Ticaret mahkemelerinin yapacağı bildirimler ile alakalı adliye memurları görevlidir.
Bu konularda jandarma kullanılmayacaktır, fakat aciliyet gerektiren konularda jandarma da yapabilir. Cinayet gibi konularda adliyenin bildireceği ilamlar için mahkeme başkanları jandarmadan görevli talep edebilir.
Jandarma meydana gelebilecek bir olaya karşı alınacak tedbir ile alakalı bulunduğu bölgenin en yüksek mülki amirine bilgi vermelidir. Vali, kaymakam ve müdürlerin asayiş ile alakalı verecekleri kararları jandarma uygulamakla mükelleftir ancak gerekli gördükleri hallerde yazılı emir talep edebilirler. Cinayet ve kanuna aykırı diğer kabahatlerle ilgili adliye memuru sıfatıyla vali ve mutasarrıfların kararları uygulanacaktır. Polis memurları yardım gerektiği hallerde kendilerine yardım etmeleri için jandarma talep edebilirler. Jandarma kendi görev ve hizmetlerini jandarmaya mahsus elbise ile yapacaktır.
Jandarmalar, diğer askeri sınıflardan olan üstlerine selam verme ve gereken saygı unsurlarını yerine getirirler fakat jandarma diğer hallerde askeriyenin bir parçası görülemez ve jandarmanın vazifesi olmayan konularda görevlendirilemezler. Jandarma, askeri karakollara gelebilecek bir zarar ile alakalı durumları askeriyeye bildirir. Jandarma, herhangi bir hizmet ya da olaya müdahale konusunda yeterli gelmediği takdirde usuller çerçevesinde askeri personelin yardımını talep edebilir. Eğer askeri personelle jandarma beraber görev yaptığı bir durum varsa rütbece en yüksek olan kumanda eder. Eğer konuya jandarma hakimse yönlendirme yapabilir bu konudaki mesuliyet jandarmanın olur.
3.4 Vazifeler
Farklı Rütbelerde Bulunan Zabitlerin Görevleri
Jandarma kumandanları emirleri altındaki taburların idari işleri ve mali işlerinin yürütülmesinden sorumludur. Emrinde olan erler hakkındaki şikayet ve bunlara gereken muameleyi yapmakla yükümlüdür. Kanun, talimat ve kararnamelerin icrası için tabur kumandanlarına emir verirler. Jandarma kumandanları yılda bir defa valiyle birlikte emirlerinde bulunan bütün tabur ve birlikleri teftiş ederler. Görevi ihmal ve suiistimal gibi konuları denetlerler. Bu teftiş, binaların durumu, hayvanların eziyet görüp görmediği, yemleri, ahaliye nasıl davranıldığı gibi geniş bir kapsamda yapılır. Alay kumandanları üç ayda bir
47
emrindeki zabitan ve küçük zabitanların hakkında ceza tutanağı varsa bunları tanzim ederek seraskerlik makamına iletmekle vazifelidir.
Alay kumandanlarının tuttuğu defterler şöyledir:
• Jandarma hizmeti için kendi verdiği emirler.
• Nezaretlerden ve askeriye memurlarından gelen emir fihristleri.
• Hükmü onaylanan ceza ile ilgili olan Sicill-i Ahval defterleri.
• Alay zabitanlarının Esame Defteri ve tabur kumandanlarının en az senede bir defa gönderdikleri Sicill-i Ahval Defteri.
• Alay kumandanlarının zabitler hakkındaki görüşleri.
• Alay kumandanlarının teftiş sırasındaki gözlemlerini yazdıkları defter.
Alay kumandanları bu defterlerden hazırladıkları raporu seraskerliğe gönderir.
Alay kumandanlarının emri altındaki personelleri ile alakalı olan sorumluluklar, tabur kumandanlarının kendi emrinde olan askerler için de geçerlidir.
Tabur kumandanlarının tuttuğu defterler şöyledir:
• Hizmet ile alakalı verdiği emirlerin tutulduğu defter.
• Mülkiye ve askeriye memurları ile birlikte alay kumandan ile olan yazışmalar.
• Sancakta hakkında arama olan bakayaların defteri.
• Eşhas defterleri.
• Vukuat ve cezalar ile alakalı defter.
Bölük kumandanları da alay ve tabur kumandanları gibi görevleri ile ilgili hizmetlerden kendi rütbelerinin ve mevkilerinin el verdiği çerçeve içerisinde sorumludur. Bölük kumandanları senede en az dört defa jandarma karakollarını teftiş ederler. Bunun dışında lüzumu halinde plansız olarak da bu denetlemeyi yaparlar. Bu teftişlerden beş gün sonra rapor hazırlar ve tabur kumandanlarına elde ettiği bulguları bildirirler.
Bölük kumandanlarının tuttuğu defterler ise şunlardır:
• Emir ile alakalı defterler.
• Yazışmaların ve raporların bulunduğu defterler.
• Mahkemeler tarafından gönderilen celpler.
• Firari ve sabıkalıların eşkallerinin yazılı olduğu defterler.
48
• Bölüklerde bulunan erlerin künye bilgileri ve süvarilerin hayvanlarının eşkalleri.
İdare eminleri, alay kumandanları ve alay meclislerinin katipliğini yapar. Gerekli olan şeyleri kayda alır ve alay kumandanlarının görevlerinden olan mal memurluğu görevi ile alakalı hesapları yerine getirir. İdare eminleri sorumlu oldukları alay ve tabur merkezlerine giderek hesapla ilgili yanlış yapılan uygulamalar var mı bunu inceler, yolsuzluk ile alakalı bir iş işlem varsa bunları kumandanlarına bildirir.
Tabur katipleri ile idare eminlerinin görevleri benzerdir fakat tabur katiplerinin görev alanı adından da anlaşılacağı üzere taburdur. Hakeza bölük eminleri de aynı görevi kendilerine çizilen çerçeve içerisinde yürütürler.
Hangi rütbede olursa olsun jandarmaların uygun üniformaları giymeleri gerekir, sivil gezmeleri yasaktır. Teftiş gezisi sırasında rütbesi ne olursa olsun jandarmaların evlerinde misafir olmak yasaktır. Kayıp gibi sebeplerle mevkii boş kalan kumandanın yerine ardı sıra gelen rütbeli kumandan vekildir. Bu süre üç aydan uzun olacak durumlarda geçerlidir.
Karakol Kumandanları ve Seyyar Taburların Vazifeleri
Nizamnamede karakol şu şekilde tarif edilmektedir: Köy ve kasabalarda kurulmuş olan her biri dört ila on neferden oluşan bir onbaşı ve bir çavuşun emrinde olan jandarma müfrezelerine karakol denilir. Bu onbaşı ve çavuşların vasfı karakol kumanda etmesidir. Karakol kumandanlarının görevi, emirlerin tam olarak uygulanmasını sağlamak, emri altındaki erlerin disiplinini sağlamak, bu disipline zarar verecek durumlar içine girmelerine engel olmaktır. Karakol kumandanı o gün yapılacak işleri sıraya koyar ve görev taksimatını yapar. Bağlı olduğu yerdeki mülki idareye her gün belirlenen saatte giderek o gün için yapılması gereken emirleri alır. Karakol kumandanları kendilerinin üstü olan zabitana yapılan hizmet ile alakalı rapor verir. Karakol kumandanları kışla ve karakolların temiz ve düzenli olmasına özen gösterir. Hayvanların iyi muamele ve iyi bakım görmelerine dikkat eder, hayvanların kimseye emanet verilmemesi görev tanımı ne ise o görev için koşulması, bunun haricinde hayvanların başka işler için kullanılmamasına dikkat eder. Devriye görevleri için en az iki er görevlendirilir. Kumandan hariç diğer çavuş ve onbaşılar da erler ile birlikte devriye görevini yerine getireceklerdir. Görev için hayvan ile beraber çıkacak olan jandarmalar, karakol kumandanları tarafından
49
kıyafet ve hayvan kontrolü yapılarak yollanacak, dönüşte hayvanların gereğinden fazla yorulup yorulmadığına dikkat edecektir.
Seyyar taburlar eşkıya takibi ile görevlidirler ve vilayet tarafından belirlenecek yerlere konuşlanırlar. Seyyar taburların merkezden uzak yerlere gönderilmeleri uygun değildir.
Jandarma Zabitanının Adliye Memurlarıyla İlgili Vazifesi
Jandarma zabitanları, adliye memuriyetince tespit edilen cinayet ve diğer suçtan arananları bulur ve mahkemeye teslim eder. Jandarma zabitanı, adliye memurlarının rütbece astıdır. Jandarma zabitanı bir suçun işlendiği esnada suçüstü yapar ya da bir hane sahibi tarafından şikâyet sonucu bir olay ile karşılaşırsa, konu ile ilgili suçluları yakalar, ifade ve tutanaklarını yazar, ardından hâkime sevk eder. Jandarma zabitanları gerek adliye zabiti sıfatıyla gerekse de hâkim tarafından görevlendirilen olaylarda, olayı her yönü ile araştırmaya yetkilidir.
Şikâyet, ihbar ve muhbirlerden gelen bilgiler jandarma zabitanı tarafından tanzim edilir. Bu evrakları düzenleyen jandarma ve müşteki- muhbir imzaları kayıt altına alınır. Jandarmalar kendilerine gelen şikâyet ve ihbarnameye hiçbir surette ekleme yapamaz ve ifade sahibine ekleme yaptırmak için zorlayamaz. Jandarmaya verilen sözlü ifadeler jandarma tarafından yazılır ve olayın bütün yönleri ile anlatılması istenir. Bunu da diğerleri gibi kendi ve ifade sahibine müşterek olarak imzalatır.
Cürm-ü meşhud yani suçüstü durumlar dört şekilde gelişir;
1- Olayın olduğu esnada görülen
2- Yeni işlenmiş olan suç
3- Faali takipte olan cürm
4- İşlenen suçun zamanlamasına uyan bir zaman diliminde suç aletinin olay mahallinde bulunan suçüstü.
Yüz yirmi dokuz ve devamındaki maddelerde bağlayıcı hükümler ışığında jandarma zabitleri rapor yazılacağı bir durumda polis ve nahiye müdürü görevlilerinin olmadığı durumlarda ahaliden şahitler bulur ve bu yazıyı şahitler huzurunda kaleme alır. Diğer ifade alma usullerinde olduğu gibi burada da müşterek imza gerekir.
50
3.5 Jandarmanın Özel Hizmetleri
Vilayetlerde hizmetler, adli hizmetler ve olağanüstü hizmetler olarak ikiye ayrılır. Adli hizmetler mutat ve gün içerisinde yapılan hizmetlerdir. Olağanüstü hizmetler ise talep veya emir üzerine yerine getirilecek hizmetlerdir.
Bu iki temel hizmetin amacı memleketin her yerinde hukuku üstün kılmak, mülki idarenin ve askeriyenin idareye ve asayişe hâkim olmasını sağlamaktır.
Jandarmaların Adli Hizmetleri
Jandarma karakolları köy, nahiye ve diğer kırsal alanlarda devriye gezmek, hapishanelere bakmak ve adliye memurlarının merkezden yürütemedikleri işleri yapmakla görevlidir.
Jandarma, bu devriyeler sırasında geçtikleri yol üzerlerinde rastladıkları yolcuları cinayet ya da suç unsuru olan bir durum olup olmadığını sorar; muhtar, nahiye müdürü gibi görevlilerden bilgi alır. Cinayet zanlılarının saklanmış oldukları yerleri öğrenmeye ya da işlenmiş bir cinayetin faalinin eşkalini öğrenmeye çalışır.
Suçlu yakalandığında, bulunduğu bölgedeki adliye memurunun huzuruna evrak ve eşyası ile birlikte teslim edilir. On iki yaşından küçük çocuklar tutuklanmaz, mülkiye memurlarına teslim edilir.
Cinayet, alıkoyma gibi suçlarda derhal zabıt tutulmalıdır. Yangın, sel gibi afet durumlarını haber aldıklarında tabur kumandanlarına haber gönderirler, vakit kaybetmeksizin bölgeye intikal ederler. Mülki idareden ya da polis memurlarından kimse olmadığı vakitte gereken tedbirleri jandarma alır, ahaliden bu konuda yardım isteyebilir. Karakol kumandanı yangın yerine intikal ettiğinde yangının önünü kesmek için gereken tedbiri alır, yangın çıkan haneyi tahliye eder, eşyaların yağma edilmemesi için yangın alanına girmesi için izin verilen işçiler hariç içeriye başkasının girmemesini temin eder. Jandarma zabit veyahut çavuş, onbaşıları yangının hangi sebepten ötürü meydana geldiğini araştırır.
Jandarma yollarda nehir, çay gibi yerlerde ceset bulduğunda hemen kumandanlarına durumu iletir, kumandanlar haber verilen yere giderek bizzat cesedin bulunduğu yeri inceler. Eğer bulunan cesette bir cinayet durumu seziliyor ise cesedin bulunduğu mevkii dikkatle incelenir, suç aletinin ceset yakınında olup olmadığına bakılır.
Mürur tezkeresi olmadan gezenler ya da usule aykırı olarak düzenlenmiş olanlar tespit edildiği zaman en yakın mülki idareye götürürler. Jandarmalar bu
51
tespitleri yaparken şahısların konakladıkları odalara giremezler, sadece söz konusu belgeyi inceleyebilirler.
Eşkal ve kimlikleri belli olan ya da tutuklanmaları emredilen kişileri aramak için han, kahvehane ve diğer umuma açık yerleri ararlar. Bahsi geçen konaklama yerlerinde yolcuların kayıtları istendiğinde bunu vermek mecburiyetindedirler. Arama yapmak için hanelere giriş yasaktır fakat arama için özel çıkarılacak emir ile birlikte gündüz arama yapılabilir. Bir cinayet faili ya da bir suçlu bir eve sığındıysa, jandarma ev aramak için gelecek izine kadar eve girmez fakat evi kuşatır.
Jandarma yiyecek içecek ve hububat gibi iaşelerin nakillerini himaye eder, bunların nakilleri sırasında naklini engelleyecek bir planı haber alırsa nakliye mevkiine intikal eder.
Jandarmalar kanunların uygulanmasına muhalefet edenlere kanunsuz şekilde cemiyet faaliyetlerini, ticareti ve sanayi faaliyetlerinin önünü kesmek isteyenleri engeller, her türlü suç unsurunun ortaya çıkmasına karşı koyar.
Jandarma kendisi üzerine zarar vermek için gelen, suçüstü olaylarında silah ile muamele eden, dur emrine uymayanlara eşkıya takibinde şüpheli gördüğü şahıslara karşı silah kullanma yetkisine sahiptir.
Posta memurları lüzum görmeleri halinde jandarmanın refakatini talep edebilirler. İzin alınarak yapılacak olan dini etkinlikleri sabote etmeye çalışanları yakalayarak etkisiz hale getirirler.
Jandarma yolların emniyetinden mesuldür, yolcuların güvenli ve rahat bir şekilde yolculuk etmelerini sağlar. Bozulmuş yollar ile ilgili rapor tutarak bildirirler. Yol üzerine eşya, kereste yığanlar demir yollarını tahrip edenler, kalelerin önündeki ağaçları tahrip etmek isteyenler gözaltına alınır. At sürerken dikkatsiz davranmak sonucu adam yaralayanlar da gözaltına alınır. Hayvanlardan hastalık ya da diğer bulaşıcı hastalığa sebep olan hastalık yüzünden hasta olan hayvanların derileri ile gömülmelerine nezaret eder. Jandarma avcıların av nizamnamesine göre hareket edip etmediklerini kontrol eder fakat silahlarına el koyamaz. Nizamnameye aykırı bir davranış var ise silahını hükümete teslim etmesi söylenir fakat buna muhalif ve tehditkâr hareket ederse o zaman gözaltına alabilir ve silahına el koyulur. Jandarma pazar ve panayır yerlerinde asayişin sağlanabilmesi için yakında durur; buradaki tüccar ve esnafın geç vakitlerde
52
evlerine dönecekleri yollarda devriye gezerek yol emniyetini alırlar. Yine bu panayır ve pazarlarda kumar oynatan kişiler tespit edilirse tutuklanır.
Jandarma başı boş gezen ve suç potansiyeli olanları ve kimliklerini bir evrak ile ispat edemeyenleri ve bunların şiddet, silaha başvurma, gece evlere girme, rahatsız etme gibi durumlara yeltendiklerinde adliye huzuruna çıkarılırlar. Sebep her ne olursa olsun halkın asayişi bozucu şekilde toplanmaları karşısında kaymakamla birlikte istişare ederek tedbir alırlar. Bu tedbirler sırasında toplanan müfrezenin başında olur.
Jandarma asker kaçakları ve bakaya kalanlara rastladıkları zaman bunları tutuklamaya yetkilidir. Firarileri gizleyenler ve askerlik davetine uymayanlar ve bunları gizleyenler adliyeye bildirilir. Jandarma, firariler ve bakayaların adliyeye sevki ve bölüklerine teslimi gibi iş ve işlemleri yürütür.
Muhaberat ve Mahkumların Nakilleri
Jandarma karakollarının görevlerinden biri, etrafta bulunan karakollar arasında belirlenen bir noktada muhabere faaliyetinde bulunmak üzere devriyelerin dolaşmasını sağlamaktır. Burada mahkumların nakli, eşya ve sair şeyler varacakları noktaya gidinceye kadar kendi görev bölgelerinde taşınır.
Mahkumlar su yolları üzerinden nakledilirse gemi kaptanına teslim edilir; eğer refakat edecek jandarma yoksa kaptan kendi silahı ile emniyetini alır. Karada jandarmalara teslim ettikten sonra işleri biter. Jandarmalar bu muhabere noktalarında buluştuklarında asayişi bozacak kişiler ve eylemler hakkında bilgi alışverişi yaparlar. Hapishane firarileri, cinayet zanlıları gibi kişilerin eşkallerini paylaşırlar. Sevk olunacak mahkumların ilmühaberleri hazırlanır, firara meydan verilmeyecek biçimde tedbir alınır. Kadın mahkumların nakli sırasında refakat edecek jandarmalar özel olarak güvenilir kişilerden seçilir. Mahkumlar nakil sırasında hastalanırsa tedavi için gereken yapılır ve bölgede hastane varsa hastaneye getirilir. Hastaneye gidecek durumda değilse tedavi bulunduğu bölgede yapılır. Eğer mahkum vefat ederse vefat ettiği bölgedeki mülki amire durumu bildirerek defni sağlanır.
Mahkum nakli sırasında jandarmaya iaşe bedeli verilmezse jandarma mahkumu kabul etmeyecektir. Eğer mahkum olan kişi askeriyeden ise salıverilmeleri ancak askeriyeden olacak bir emir üzerine gerçekleşebilir. Tutuklanan askerler ya da jandarma karakollarına teslim edilenlerin masrafı için gereken bedel mahalli mal sandığından karşılanır. Söz konusu asker mahkumlar
53
nakil için yürüyecek durumlarda değilse doktor tarafından verilecek rapora göre kendisine binek hayvanı tahsis edilir. Aynı zamanda bu mahkumlar yollarda hastalandığı zaman hastaneye nakilleri gerçekleştirilmelidir. Nakil sırasında firar eden mahkum askerlerin civar karakollara eşkal ve bilgileri paylaşılır. Bu mahkumlar nakil sırasında taşkınlık yapma, firara yeltenme gibi eylemlere kalkıştıklarında jandarmalar kelepçe kullanabilir, ancak takıldığı yerleri yara eden vidalı ve ağır kelepçeleri kullanmak yasaktır. Jandarmaların silahları nakil esnasında dolu olmalıdır. Mahkumlar taşkınlık yapar ve uyarıya rağmen devam ederlerse silahla karşı koyabilirler. Dikkatsizlikten dolayı mahkumu ellerinden kaçıran jandarmalara cezai işlem uygulanır.
Jandarma Karakollarının Olağanüstü Hizmetleri
Jandarmanın olağanüstü hizmetleri ileride beyan olunacak hususlara yardım etmek amacını taşır. Bu konuların en başında ticaret ile ilgili olan durumlar gelmektedir; gümrükten mal kaçırma, vergi kaçırma, ülkeye girişi yasak malların sokulması gibi durumlara karşı jandarma önlem alır. Ayrıca ormanlarda göl kenarı gibi yerlerde yağma yapılmasına engel olurlar.
Vergi memurlarının görevlerinde yardımcı olmak jandarmanın hizmetleri arasındadır. Vergi memurları görev sırasında yardımcı olmaları için jandarma isterlerse bunu karakol kumandanları sağlayabilir, fakat para muhafazası için jandarmanın güvenlik alması gerektiği durumlarda kaymakam ya da kaza müdürüne başvurmaları gerekmektedir. Mahkemelerin verdiği kararlara binaen görevli oldukları işleri yaparlar.
Devlete ait barut ve posta tatarlarının nakilleri esnasında eşlik etmekle görevlidirler. Jandarmanın olağandışı bir hizmet için güvenliği sağlaması gerektiği hallerde bulunduğu bölgenin mevki olarak en yüksek jandarma birimine başvurur. Miri akçelerinin yüklü olduğu araba ve hayvanların varacağı yere emniyetle girmeleri için tedbir alınır. Geceleri saldırı ihtimalinin yüksek olmasına karşın bu vakitlerde tedbir artırılır.
Mutasarrıflar veyahut kaymakamlar tarafından koruma verilmesi emredilen kararları jandarma reddedemez. Söz konusu koruma, koruduğu kişinin yanında arabada yer bulamazsa arabaların arkasından binek hayvan ile gider. Arkadan gitmesinin sebebi gözden kaybetmemektir. Postaların taşınmasında jandarma gerekli görülmez, fakat yol esnasında görevliye ihtiyaç duyulduğu görülürse posta taşımayla görevli memur tarafından dilekçe verilerek yardım istenir. Muhafız
54
komutanı her arabaya bir adam koyar ve tehlikeye karşı arabaları sık sık kontrol eder. Jandarma ateşli mühimmat taşındığında kafileyi yaya takip eder ve sigara içilmesine mani olur.
3.6 Jandarma Taburlarının Disiplin ve İç Düzenleri
Jandarma zabitan ve küçük zabitanlarının evlenmeleri Osmanlı askerleri hakkında benimsenen usul ile olacaktır (nizamname içerisinde bu konuda başka ayrıntıya yer verilmemiştir).
Jandarma çavuş ve onbaşıları karakollarda gecelerler, başka bir yerde kalamazlar. Başka bir yerde kalmaları ancak görev icabı karakoldan ayrıldıkları zamanlarda olabilir. Jandarmaların ticaret ile uğraşması kesinlikle yasaktır ve yine jandarmalar halktan herhangi birinin evinde zorlayarak ikamet edemez. Jandarmalar lazım oldukları zaman ulaşılabilir olmak zorundadırlar. Onbaşılarına söylemeden bir yere gitmeleri yasaktır. Bu konuda jandarmalar iyice uyarılmalıdır.
Jandarma zabitanı, emrindeki çavuş, onbaşı ve neferlerin borca girmemesi konusunda uyarılarda bulunur. Alınması elzem olan eşya için alay kumandanının izni dahilinde borca girer ve maaşlarından kesilir. Aksi durumlarda ceza uygulanabilir. İçkiyi alışkanlık haline getirmiş, bu konuda kendini düzeltmemiş ve bir sene içerisinde üç defa uyarılmış çavuş, onbaşı ve erlerin kaydı silinir.
İşbu nizamnamenin tamamı jandarmanın yukarıdan aşağıya bütün unsurları tarafından bilinmek zorundadır. Çavuş ve onbaşılar bu nizamnamenin üçüncü, dördüncü ve beşinci bablarını çok iyi bilmek mecburiyetindedir. Jandarma erleri nizamnamenin dördüncü babını iyice bilmelidirler. Nizamname karakollarda sık sık okunarak tekrar edilmelidir.
Zabitler ve karakol kumandanları, jandarmanın bilgi ve pratiğini ilerletmek için lazım olan tedbirleri yerine getirirler. Bu eğitimler jandarmanın günlük hizmetlerini değiştirmeyecek biçimde olmalıdır. Jandarma sınıfı askeriyenin değerli bir sınıfı olup, görevini eksiksiz yerine getirir ve meslek şerefini daima önde tutar. Üstlerin altları ile diyalogları insani çerçevede olmalı, onların onur ve gururuna dokunacak şekilde konuşmamalı ve azarlanmamalıdır.
3.7 Jandarmaların Hizmetleri Yaparken Vazifeleri ve Genel Hukukları
Jandarma halkın emniyet ve asayişini sağlamakla mükelleftir. Jandarmadan yardım talep edildiği zaman jandarma yardım isteyenlere yardıma koşmakla mükelleftir. Jandarma kendisine verilen bir vazifeyi yapabilecek durumdayken
55
yapmaz ve görevini savsaklarsa, hakkında ceza uygulanır. Ayrıca jandarmalar mevkilerini kullanarak halka baskı kuramazlar. Jandarma bu nizamnamede yazılı kurallar haricinde kimseyi tutuklayamaz; bu konu ile alakalı tek dayanak nizamname dışında verilen hükümet emirleridir. Jandarmalar tarafından suçüstü yapılan kişiler tutuklanarak adliye zabitlerine teslim edilir ve hapishaneye konur. Cinayet gibi ağır suçlardan gözaltında olanlar adliye memuruna teslim edileceği sırada adliye memurları mevkilerinde bulunmazsa yerlerine dönene kadar bu şahıslar jandarma tarafından göz hapsinde tutulur.
Mahalli hükümet kendi bölgesi dışından jandarma talep edemez. Jandarma, görevi gereği kendi görev mahallinden çıkarsa bunu bildirmek zorundadır. Hükümet, mülkiye ve adliye dairelerinden gelen emirleri uygulamayan jandarma zabitanı, kendi üstlerine itaat etmemiş gibi ceza alır. Eğer bu emirleri uygulamamadan dolayı asayişe bir zarar gelmiş ise cezası buna göre katlanır.
Ormanlarda işlenen suç ve cinayetlerde jandarmalar ve jandarma karakolu suçları açığa çıkarmak için orman kolcularına (korucu) yardım ederler. Nahiyelerdeki çiftlik, tarlalardaki bekçiler jandarma kumandanlarının yetki alanlarında olduğundan isimleri, oturdukları hane ve yaşları kayda alınır. Küçük zabitan ve onbaşılar bu bekçilerin görevlerini layığı ile yerine getirip getirmediklerini kontrol ederler, mutasarrıf ve kaymakamlara yazılı olarak bilgi verirler.
Aciliyet olan konularda küçük zabitan ve onbaşılar nahiyelerdeki bekçilerin kendilerine yardım etmesini isteyebilir. Konu daha sonra kaymakam ve müdürlere bildirilir. Jandarma tutuklanacak bir kişiyi gerekli gördüğü halde bekçilere bildirmesi için nahiye müdürüne haber verir. Nahiye bekçileri bulundukları bölgede asayişi bozacak eylemleri haber aldıklarında müdürlere ve zabitanlara durumu bildirirler. Bekçilerden görev yerlerinde olmayanların isimleri kayda alınır ve karakol kumandanları kayıt defterini bölük kumandanına iletir. Yol bekçileri jandarma küçük zabitan ve onbaşıların kendisine verecekleri emirleri uygulamakla görevlidir. Silahlı bir kargaşa olduğu zaman olaya şahit olan jandarma, durumu en yakın askeri kumandana ihbar eder. Askerin yardımını talep etmek için mülki memurlara müracaat ederler.
Jandarma zabitan, küçük zabitan ve onbaşılar görev amacıyla üniformalı olarak, trenlerle ilgili nizamnameye uymak şartıyla trenlere ve tren istasyonlarına
56
girebilirler. Jandarmaların nezareti ile taşınan araba ve hububat, yol ve köprü ücretlerinden muaftır.
Vapur ve trenleri kullanmak gerektiği durumlarda jandarmalar görev belgelerini göstererek nakillerini sağlayabilecekler. Üst rütbeli jandarma, mülkiye ve adliye memurlarının jandarma efradını şahsi işleri için kullanmaları yasaktır. Devriye ve diğer hizmetler için yola çıkacak olan jandarma zabitleri emir nöbetçisi olmak üzere yanlarına bir jandarma eri alabilirler. Fakat bütün bir devriye esnasına aynı eri sürekli yanında bulunduramayacağından gittiği karakollarda erler başka bir er ile değiştirilir. Vali, mutasarrıf ve kaymakamlar tarafından verilecek emirleri diğer mahallere iletmek için yirmi dört saatte bir değiştirilmek kaydıyla emir nöbetçisi bulundurulur. Valilere bir çavuş ve bir nefer mutasarrıf ve kaymakamlara ise birer nefer verilir. Jandarma erlerinin seraskerliğe şikayetleri alay kumandanları ile olacaktır, fakat silsile yolu ile başvurduğu üstlerden sonuç alamazsa o zaman seraskerliğe doğrudan başvurmaya hakkı vardır. Şikayet konusu ile alakalı delil teşkil eden belgeleri dilekçesine ekler. Yaptığı isnatlar yersiz ise jandarmanın kendisi cezalandırılır.
3.8 Nizamnamenin Genel Değerlendirmesi
Nizamnamenin hemen girişinde jandarmanın kuruluşu, genel hükümler, jandarmanın vazife ve hizmetlerinden söz edilmiştir. Jandarmanın, kanunların ve düzenin korunmasının ana teminatı olduğu üzerinde durulmuştur. Ana çerçeve olarak böyle bir giriş yapıldıktan sonra teşkilat ve rütbe konusuna geçilmiştir. Burada jandarmanın alaydan takımlara kadar ayrıldığı birimler belirtilmiş, jandarmaların sahip olduğu rütbeler verilmiştir.
Yukarıdaki girişten sonra jandarmanın nezaretlerle ve diğer memurlarla olan ilişkisi üzerinde durulmuştur. Jandarma iç güvenliği sağlayan bir kolluk kuvveti olması hasebiyle devletin diğer kurumları ile ister istemez ilişki içindeydi. Özellikle de adliye ve mülkiye kurumu ile doğrudan münasebetleri vardı. Adliye Nezareti ve ona bağlı olan hakim ve savcılarla olan ilişkisi, jandarmanın hukuki anlamda adli güce bağlı olduğunu göstermektedir. Jandarma suç ve cinayet gibi bir vaka esnasında sadece hakim ve savcılara bağlı değil, mülki amirlere de bağlıdır. Bu tür olaylarda öncelikle vali, mutasarrıf ve kaymakamlara karşı sorumlu olması da bunu kanıtlar.
Nizamnamede jandarmanın bağlı olduğu adli ve mülki amirlerle olan ilişkisi belirtildikten sonra iç yapıya değinilir. Jandarma kumandanlarının ve alay
57
kumandanlarının vazife ve sorumluluğu üzerinde durulur. Bundan sonra bölük kumandanları, idare eminleri, tabur katiplerinin vazifelerinden bahsedilmiştir. Ardından karakol kumandanları ile seyyar taburların vazifelerine geçilmiştir. Burada önce karakolun bir tarifi yapılır. Karakollar, jandarmanın üssü olduğundan sorumlu oldukları alanlarda devriye görevleri önemlidir.
Jandarma görevlileri arasında bir diğer rütbe zabitanlardır. Nizamnameye göre jandarma memurları adliye memurlarına bağlı olarak çalışır. Jandarma zabitanları, nizamnameye göre hem adliye zabiti olarak hem de hakimin görevlendirdiği işleri yapması nedeniyle jandarmanın sahada en aktif üyesi olarak görülebilir. Özellikle suçüstü tespiti yapmada etkili olması beklenmektedir.
Nizamname zabitanlarla ilgili bilgi verdikten sonra jandarmanın özel hizmetlerine değinir. Burada öncelikle jandarmanın adli hizmetlerinden söz edilir. Söz konusu bu kısımdan anlaşıldığı kadarıyla jandarmanın en çok hizmet ettiği konu adli hizmetleridir. Yol güvenliğinden, suçlu tespiti ve takibi, cinayetin aydınlatılması, yangın ve sel gibi afetlere müdahale, şüpheli kişilerin aranması, iaşenin nakli ile postanın güvenliğinin sağlanması, tüccar ve esnafa gece nezaret edilmesi, avcıların kontrolü, asker kaçakları ve bakayaların takibi gibi oldukça farklı konularla ilgilenmesi, jandarmanın toplum güvenliğini sağlamada ne kadar geniş bir alanda çalıştığını bize gösterir.
Bundan sonra jandarmanın kendi arasındaki haberleşmesinden ve mahkumların nakledilmesindeki hizmetlerinden ve kendisine verilebilecek olağanüstü görevlerin yerine getirilmesinden söz edilir. Yine burada da jandarmanın hizmet verdiği alanın genişletildiğini anlıyoruz.
Jandarmanın buraya kadar yapacakları görev ve hizmetler belirtildikten hemen sonra jandarma taburlarının disiplin ve iç düzenleri konusuna geçilmiştir. Burada jandarmanın uyması gereken kurallardan bahsedilmiştir. Dikkat çeken önemli nokta, jandarmanın herhangi bir şekilde ticaretle uğraşmamaları gerektiği üzerinde durulması ve sivil insanlarla para ve ticari işlerle girmelerinin yasaklanmasıdır. Nizamname, jandarmanın sadece kendi işine odaklanmasını istemektedir. İç güvenliğin sağlanmasında tam olarak yetkili olan jandarma sivil halk ile içli dışlı olması hasebiyle nizamnamede jandarmanın sivillerle parasal işlere girebilme riski üzerinde durulması anlaşılır bir durumdur.
Nizamnamenin son bölümüne gelindiğinde burada jandarmaların hizmetlerini yerine getirirken yapmaları gereken diğer sair görevlere yer verilmiştir.
58
Bu kısımda öne çıkan en önemli husus, jandarmaların bekçilerle olan ilişkisidir. Nahiyelerin de güvenliğinden sorumlu olan bekçilerin jandarmaların emirlerine uyacağı belirtilmiştir. Böylece jandarmanın vazife alanı nahiye sınırları içine kadar girmiştir.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
SONUÇ
İnsanlığın temel ihtiyaç halkasını oluşturan yeme, içme ve barınmanın yanında öyle bir kalem vardır ki aslında dünyada insanların, topluluk ve milletlerin bu büyük dünya serüveni içerisinde oldukları güvenlik algısıdır.
Güvenlik organize bir yapıyı dıştan bozabilecek tahkimatların oluşturulmasının yanında, içte oluşabilecek tesirleri de engelleyebilmeye yönelik bir huzur ortamının arayışıdır. Bu tez çalışması boyunca anlatılan Osmanlı’da modern iç güvenliğin kurulması çabaları ve bu yolda karşılaşılan zorlukların tamamı insanlığın en temel ihtiyacı huzur yani güvenlik algısını aramaya yöneliktir.
Batı modernitesi Osmanlının kapısını ulus devlet modellerinin temeli self determinasyon, pazar arayışı ve bu pazarlar ile hammadde yollarının güvenlik ve kontrolü gibi başlıklarla çaldı. İşte Osmanlı’nın huzurunun kaçtığı iç ve dış kaldıraçları oluşturan bu sebepler, Osmanlı’yı reorganize olmaya zorladı.
Modern iç güvenliğin kurulması aşamasında hem dış dinamiklerin hem de iç dinamiklerin etkisini fazlasıyla hisseden Osmanlı pek çok farklı süreci oryante ederek yürütmek zorunda kalmıştır. Tanzimat’ın hemen ertesinde iç güvenlik konuşulmaya başlanmış, aynı zamanda Balkanlardan gelen iç karışıklık sinyalleri de yukarıda bahsedilen farklı odakları oluşturmuştur. Balkan halklarının ayaklanma tüneline iyice girdiği bu dönemde Osmanlı geleneksel güvenlik yöntemleri ile bu durumla başa çıkamayacağını anlamış ama aynı zamanda Avrupalı devletler, dini ve etnik sebepler öne sürerek Osmanlı iç işlerine doğrudan müdahale ile bu iç güvenlik organizasyonunun nasıl yapılacağını dikte etmiştir.
Bu yeni güvenlik sistemine ilk olarak zaptiye ismi verilmiş ve mülki idarenin emrine verilmiştir. Fakat devletin bu yeni organizasyona harcayabileceği yeterince parası yoktu, üstelik buna adam kayırma ve zaptiye olmaktan yoksun kişilerin sürece dahil olmasıyla zaptiye başarısızlığa uğramıştır. Tekrar arayışa giren Osmanlı bürokrasisi Fransız iç güvenlik teşkilatının nizamnamesini alarak Osmanlı’ya tatbik etmeye karar vermiş ve tezimizin ana donesi olan 1903 tarihli Jandarma Nizamnamesi böylece ortaya çıkmıştır. İlkin jandarmada mülki olarak düşünülmüş fakat yeterince maddi kaynağı olmayan Osmanlı az personel sayısı ile ve daha disipliner bir şekilde işi çözmek istediği için jandarma, seraskerliğin emrine
60
verilmiştir. Özellikle Balkanlarda Giorgis Paşa’nın sürece dahil olması ile önemli adımlar atılmış, kökleşmesi için gerekenler yapılmaya çalışılmıştır. Jandarma Nizamnamesi - zaptiye nizamnamesi bir alışma ve girizgâh sayılırsa - Osmanlı’da modern iç güvenliğin ilk meyvesi olmuştur. Bu nizamname yürürlüğe girdiği tarihten itibaren hem Batılıların getirdiği zorunluluklar hem de Osmanlı’nın asayiş üstünde kurmak istediği hakimiyet yönüyle önemlidir. Jandarma Nizamnamesinin üstüne 1912’de ve 1918 de düzenleyici iki farklı kararname çıkarılmıştır. İlkinde jandarmanın hiyerarşik yapının neresinde olduğunun cevabını veriyordu, ikincisi ise jandarmayı ikiye ayırdı ve seyyar jandarma taburlarını cepheye sürdü. 22 Haziran 1930’da 1706 numaralı Jandarma Kanunu yayınlandı ve 1903 nizamnamesi tamamen ortadan kalktı.
1903 Nizamnamesini önemli kılan da yayınlandığı günden bu yana bazı aksaklıklar ortaya çıksa da hem Meşrutiyet hükümetlerinin hem de yeni Cumhuriyetin bile belli süre zarfında bu kanundaki madde ve usullere uymaya devam etmesidir. 27 yıl boyunca iç karışıklıklar, iki önemli bölgesel savaş ve bir dünya savaşının gölgesinde ardı sıra yıkılan ve kurulan iki devlette uygulanmış bu nizamname Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyetinin modern iç güvenliğinin bir mihenk taşı olmuştur.
Genel planda 1903 Nizamnamesinin ve jandarma teşkilatının başarılı olup olmadığı sorgulandığında birbirinden farklı iki cevap ortaya çıkmaktadır. Birincisi; iç güvenliği aşan, Osmanlı’dan kaderini ayırmaya çalışan milletlerin sürekli ipi daha da inceltmeye çabalamaları ve kaçınılmaz sona gelinerek parçalanmanın yaşandığı süreçtir. Bu taraftan bakıldığında jandarmanın sorumlu tutulamayacak, kendinden kaynaklı olmayan bir başarısızlığı vardır. İkincisi; Osmanlı sonrasında yeni kurulan Cumhuriyetin güvenlik alanın da geleneği oturmuş, arızaları olsa da metodu belirlenmiş bir yeni kurumu vardır.
1903 tarihli Jandarma Nizamnamesi, Osmanlı’nın geleneksel bir devlet olması yanında, Tanzimat’tan itibaren hemen her alanda modernleşmeye çabalaması, bu çabaların Avrupalı rakiplerine göre geç bir zamanda gerçekleşmesi ve elbette bu geç kalmanın yol açtığı bir tavırla Avrupa devletlerinin örnek alınmaya çalışılması çerçevesinde düşünüldüğünde, böyle bir modernleşme bağlamının mikro örneklerinden biridir.
61
KAYNAKLAR
(Bu tez çalışmasında APA 6 atıf sistemi kullanılmıştır.)
1. Arşiv Belgeleri
ATASE, OYH. 1-3,11, 1
BOA, (BEO), No. 2269-70163
BOA, (DH.MKT), No. 847-12
BOA, (DH.MKT), No. 849-56
BOA, (DH.MKT), No. 1327-107
BOA, (DH.MKT), No. 953-22
BOA, (DH.TMIK.M), No.167-21
BOA, (DH.TMIK.S), No.54-14
BOA, (DH.TMIK.S), No.53-4
BOA, DH.TMIK.S), No.57-23
BOA, (DH.TMIK.S), No.53-37
BOA, (DH.MUİ), No. 2-59
BOA, (HAT), No. 1245-48327-B.
BOA, (İ.HUS.), No.112-36
BOA, (İ.HUS.), No.113-70
BOA, (T.FR.I.M), No. 3-287
BOA, (TFR.I.KV.), No. 66-6543
BOA, (TFR.I..FTG.f), No. 1-10. 21.58.
BOA, (Y.A.HUS), No. 466-34
BOA, (Y.A.HUS), No. 159-76
BOA, (Y.MRZ.d), No. 11990
BOA, (Y..PRK.MK.), No. 14-95
2. Resmi Yayınlar
Düstur, (R 1330- M1914/15)2. Tertip C.2, 1 Teşrinisani 1325- 31 Teşrinievvel 1326, İstanbul
Gen.Kr. Askeri Müze ve Kültür Sitesi Komutanlığı, (2017), Harbiye Askeri Müzesi Üniforma Kataloğu, İstanbul: Askeri Müze ve Kültür Sitesi Komutanlığı Yayınları
Genel Kurmay Harp Tarihi Başkanlığı, (1978), Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi, Ankara: Genel Kurmay Basımevi
Meclisi Mebusan Zabıt Ceridesi, (21 Mart 1911) İ71, C.4
62
3. Ansiklopedi
Akyıldız, A. (2011). Tanzimat Fermanı, TDV İslam Ansiklopedisi, (Cilt, 40 ss. 3) İstanbul: TDV Yayınları
Aydın, M. (2016). İstanbul Konferansı, TDV İslam Ansiklopedisi, (Cilt Ek1, ss. 671- 672) İstanbul: TDV Yayınları
Beydilli, K. (2012). Vaka-i Hayriyye, TDV İslam Ansiklopedisi, (Cilt 41, ss. 454- 457) İstanbul: TDV Yayınlar
Gencer, A. İ. (1991). Ayastefanos, TDV İslam Ansiklopedisi, (Cilt 4, ss. 225) İstanbul: TDV Yayınları
Gencer, A. İ. 1992). Berlin Antlaşması, TDV İslam Ansiklopedisi, (Cilt 5, ss 516- 517) İstanbul: TDV Yayınları
Hacısalihoğlu, M. (2003). Makedonya, TDV İslam Ansiklopedisi, (Cilt 27, ss. 437 – 444) Ankara: TDV Yayınları
Hanioğlu, M. Ş. (2001). İttihat ve Terakki Cemiyeti, TDV İslam Ansiklopedisi, (Cilt 23, ss. 476- 484) İstanbul: TDV Yayınları
İnalcık, H. (2012). Tımar, TDV İslam Ansiklopedisi, (Cilt 41, ss. 168-173) İstanbul: TDV Yayınları
Kazıcı, Z. (1998). Hisbe, TDV İslam Ansiklopedisi, (Cilt 18, ss. 143- 145) İstanbul: TDV Yayınları
Özcan, A. (1992). Böcekbaşı, TDV İslam Ansiklopedisi, (Cilt 6, ss. 323) İstanbul: TDV Yayınları
Özcan, A. (2007) Otuzbir Mart Vak’ası, TDV İslam Ansiklopedisi, (Cilt 34, ss. 9 – 11) İstanbul: TDV Yayınları
Özcan, A. (2013). Zaptiye, TDV İslam Ansiklopedisi, (Cilt 44, ss. 128-130) İstanbul: TDV Yayınları
Türkmen, Z. (2016). Jandarma, TDV İslam Ansiklopedisi, (Cilt Ek1, ss. 691- 693) İstanbul: TDV Yayınları
4. Kitaplar
Demir, C & Kurum, M. (2018). Osmanlı İmparatorluğu Gayrinizami Harp Tecrübeleri ve Jandarma. İ.H. Demircioğlu & Diğerleri (Ed.), Miras ve değişim: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Jandarma içinde (s.217- 241). Ankara: Berikan Yayınevi
İzzet, S. (1925). Jandarma Teşkilatı’nın Elli Altıncı Sene-i Devriyesi, İstanbul: Amadi Matbaası
Korkmaz, Ş. (2018). Vilayet-i Selase’de Jandarma Teşkilatının Yeniden Düzenlenmesine Dair Robilant Paşa’nın Raporu. İ.H. Demircioğlu & Diğerleri (Ed.), Miras ve değişim: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Jandarma içinde (s.423-454). Ankara: Berikan Yayınevi
Kuran A.B. (2000). İnkılap Tarihimiz ve Jön Türkler, İstanbul: Kaynak Yayınları
Ortaylı, İ. (2020). Hukuk ve İdare Adamı Olarak Osmanlı Devleti'nde Kadı, İstanbul: Kronik Yayınları
Özbek, N. (2010). Osmanlı Taşrasında Denetim: Son Dönem Osmanlı İmparatorluğu’nda Jandarma (1876-1908) Türkiye’de Ordu, Devlet ve Güvenlik Siyaseti, (ss.47-78) Derleyenler: Evren Balta Paker-İsmet Akça, İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları
Tekir, S. (2020.). Osmanlı’dan Cumhuriyet’e JANDARMA Kuruluş Teşkilat ve Mücadele (1903-1938) İstanbul: Timaş Yayınları
Tunaya, T. Z. (1988). Türkiyede Siyasal Partiler (Cilt 2) İstanbul: Hürriyet Vakfı Yayınları
63
Yarcı, G. (2018). II. Abdülhamit’in Rumeli ıslahatından bir kesit: general Degiorgis’in vilayet-i selase jandarma kumandanlığı. İ.H. Demircioğlu & Diğerleri (Ed.), Miras ve değişim: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Jandarma içinde (s.601-644). Ankara: Berikan Yayınevi
Yıldız, S. (2018). 1903 Yılına ait jandarma nizamnamesi layıhası ve değerlendirmesi. İ.H. Demircioğlu & Diğerleri (Ed.), Miras ve değişim: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Jandarma içinde (s.403-421). Ankara: Berikan Yayınevi
5. Süreli Yayınlar, Tezler ve Sözlükler
Altıntaş, A. (2005). “Makedonya Sorunu ve Çete Faaliyetleri”, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2(7), 69-91. Erişim Adresi: https://sbd.aku.edu.tr/VII2/ AhmetALTINTAS.pdf
Aydın, H. (2001). Timar Sisteminin Kaldirilmasi Süreci ve Bazı Değerlendirmeler. OTAM Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi, 12 (12), 65-104. DOI: 10.1501/OTAM_0000000469
Ayverdi, İ. (2005). Misalli Büyük Türkçe Sözlük, İstanbul: Kubbealtı Neşriyatı
Bayraktar, K. (2014). Makedonya Sorunu ve Avrupa Müdahalesi (1902-1905). Bilig, (69), 1-28. Erişim Adresi: https://dergipark.org.tr/tr/pub/bilig/issue/25364/267717
Cengiz, H. A. (2018). Halepa Fermanı ve Sonrası Girit’te Yapılan Düzenlemeler. Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 8 (16), 74-89 . DOI: 10.33207/trkede.493516
Cihan, H. (2015). Kuruluşundan Cumhuriyetin İlk Yillarina Geçen Süreçte Jandarma Okullari, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi
Dikici, A. (Kış 2010). Osmanlı Makedonya’sında Kurulan İlk Uluslararası Polis Barış KorumaMisyonu: Mürzsteg Reform Programı, Karadeniz Araştırmaları, 24 (6), 75-108. Erişim Adresi: https://www.acarindex.com/dosyalar/makale/acarindex-1423906793. pdf
Gülensoy, T. (1968). Türk Jandarması. Türk Kültürü Dergisi 70 (4), 737- 745, Erişim Adresi: http://isamveri.org/pdfsbv/D00206/1968_70/1968_70_GULENSOYT.pdf
Jandarma Mecmuası, (R1341- M1925). Sayfa 6 -7 İstanbul
Koparan, N. (2007). Türk Jandarma Teşkilatı (1908-1923), Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi
Özcan, A. (2013). Osmanlı Devleti’nde Jandarma Teşkilatı Kurulmasının Gündeme İlk Defa Gelişi, Tarih Araştırmaları Dergisi, 32 (53).
Samani, H., & Onurkan Samani, M. (2017). Tanzimat Döneminde Kıbrıs Zaptiye Teşkilatı. Tarih Kültür ve Sanat Araştırmaları Dergisi, 6(4), 735-747. DOI: 10.7596/taksad.v6i4.1061
Sert, S. (2019). Osmanlı Devletı’nın Rumelı Vılayetlerınde Asayış ve Emnıyetın Sağlanmasında Bır Kolluk Kuvvetı Olarak Jandarma 1896-1901 . Akademi Sosyal Bilimler Dergisi , 6 (18) , 483 496 Erişim Adresi: https://dergipark.org.tr/tr/pub/asbider/issue/48571/616905
Sönmez, A. (2006). Zaptiye Teşkilatının Düzenlenmesi (1840-1869) . Tarih Araştırmaları Dergisi, 25 (39), 199-219 . DOI: 10.1501/Tarar_0000000227
Sönmez, A. (2007). Osmanlı Devleti’nde İç Güvenliğin Dönüşümü, Zaptiye Teşkilatından Jandarmaya. Ankara Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu İCANAS 38 (ss.2855-2865). Ankara, Türkiye
Sönmez, A. (2010). Jandarma Teşkilatinin Kuruluşu Sürecinde Baker Paşa'nin Rolü. Yakın Dönem Türkiye Araştırmaları, 0(11), 163-173. ErişimAdresi: https://dergipark.org.tr/tr/pub/iuydta/ issue/940/10623
64
Soytürk, M. (2012). Modern Devlet ve Güvenlik: Fransa, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorluğu’nda Jandarma Teşkilatı, History Studies Dergisi 2 (4), 301-316, Erişim Adresi: http://www.historystudies.net/dergiayrinti/modern-devlet-ve-guvenlik-fransa avusturya-macaristan-ve-osmanli-imparatorlugunda-jandarma-teskilati_379
Tan, H. (2013). Bulgar Komite Faaliyetlerine Genel Bir Bakış. Sakarya Üniversitesi Fen – EdebiyatDergisi,1(15),46-69. ErişimAdresi: http://www.fed.sakarya.edu.tr/arsiv/ yayinlenmis_dergiler/2013_1/2013_1_S3.pdf
Toprak, S. (2012). Megali İdea’ya Bir Örnek: Girit. İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi, 1 (1), 118-142. Erişim Adresi: http://www.itobiad.com/tr/pub/issue/8761/109333
6. Dijital Kaynaklar
Jandarma ve Sahil Güvenlik Akademisi Web Sitesi, (ty.). Tarihçe. Erişim Adresi: http://www.jsga. edu.tr/tarihce#
EKLER
Ek 1: Mürzterg Planı çerçevesinde jandarma tensikatını yapmakla görevli olan İtalyan General (Osmanlıda ferik rütbesi veriliyor) Emilio De Giorgis
66
Ek 2: Vilayet-i Selase (Makedonya Bölgesi) jandarma tensikatında görevli yabancı subayları gösteren fotoğraf
(BOA. TFR.I..FTG 1/10)
67
EK 3: Üsküp Jandarma Mektebinde yapılan bir tören
(BOA. TFR.I..FTG. 1/58)
68
Ek 4: Bulgaristan’da inşâ edilmekte olan jandarma dairesi ve hapishane
(BOA. TRF.I..FTG. 1/21)
69
Ek 5: Tensikatla birlikte jandarma yüzbaşılarının kullandığı büyük üniforma
(Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi Komutanlığı, 2017:89)
70
Ek 6: II. Abdülhamid dönemi piyade jandarma çavuşu ceketi
(Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi Komutanlığı, 2017:93)
71
Ek 7: II. Abdülhamid dönemi jandarma süvari yüzbaşı üniforması
(Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi Komutanlığı, 2017:90)
72
Ek 8: II. Meşrutiyet dönemi jandarma zabitanına özel kaytanlı tören üniforması
(Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi Komutanlığı, 2017:108)
73
Ek 9: Jandarma Nizamname-i Hümayunu- sonradan ciltlenmiş yeni harfli dış kapak ile
74
Ek 10: Jandarma Nizamname-i Hümayunu’nun eski harfli orijinal iç kapağı
75
Ek 11: Jandarma Nizamname-i Hûmayunu’nun giriş Sayfası
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder