ÖNSÖZ
Atatürk, 22 Eylül 1924 tarihinde Samsun’ da İstiklal Ticaret Mektebi’nde verdiği bir nutukta şöyle söylemiştir:
“Dünyada her şey için maddiyat için, maneviyat için, muvaffakiyet için, en hakiki mürşit ilimdir, fendir; ilim ve fennin haricinde mürşit aramak gaflettir, cehalettir, delalettir. Yalnız, ilim ve fennin yaşadığımız her dakikadaki safhalarının tekamülünü idrak etmek ve terâkkiyatını zamanında takip eylemek şarttır.”
Atatürk’ün yaklaşık yüz yıl önce hayatta en gerçek yol gösterici olarak tanımladığı “bilim” günümüzde ulusların birbirine karşı yürüttükleri üstünlük yarışlarında ve kendi toplumlarının refah seviyesini yükseltmede en etkili kavramdır. İnsanlığın ortak düşün ürünü olan bilim ve teknoloji adeta evrensel bir kurum halini almıştır. Bu kurumların dokusunu kavrayabilmek için en sağlıklı yollardan biri ise tarihsel geçmişlerini incelemektir. Son yıllarda bilim, teknoloji ve mühendislik tarihine dair yapılan çalışmalar, bir toplumun modernleşme serüveninin bu kavramlardan bağımsız yazılamayacağını göstermiştir. Bu bakımdan toplumların bilim ve teknolojiyle olan ilişkisi, onu nasıl anlamlandırdığı ve bu alanlara nasıl katkı sunduğu modernleşme serüvenlerinde önemli bir yer tutmaktadır. Tarihsel ve mekânsal boyutlarıyla büyük bir geçmişe sahip olan Osmanlı İmparatorluğu’nun da modernleşme serüveni bilim ve teknoloji tarihindeki yerinden bağımsız yazılamaz.
KISALTMALAR LİSTESİ
A.AMD. : Sadaret Amedi Kalemi Evrakı
A.}DVN. MKL. : Bâb-ı Âsafî Divan-ı Hümayun Mukavele Kısmı
A. DVNSMHM. d. : Bab-ı Asafî Name-i Hümayun Defterleri
BEO. : Bab-ı Ali Evrak Odası
C.A. : Cumhuriyet Arşivi
C.AS. : Cevdet-i Askeriye
C.BH. : Cevdet-i Bahriye
C.BLD. : Cevdet-i Belediye
C.NF. : Cevdet-i Nafia
C.SM. : Cevdet Sarayı
DH. MKT. : Dahiliye Mektubi Kalemi
HAT. : Hatt-ı Hümayun
HR., SFR. : Hariciye Nezareti Sefareti
HR., SFR 3. : Hariciye Nezareti Londra Sefareti
İ.HR. : İrade Hariciye
İ.TNF. : İrade Ticaret ve Nafia
İ.ŞD. : İrade Şura-yı Devlet Evrakı
M.D. : Mühimme Defteri
MF.MKT. : Maarif Nezareti Mektubî Kalemi
viii
MKT.NZD. : Sadaret Mektubî Kalemi Nezaret ve Devair Yazışmaları
Evrakı
MV. : Meclis-i Vükela Mazbataları
TFR. I.M. : Teftişat-ı Rumeli Evrakı Müteferrik Evrak
PLK.p. : Plan ve Projeler
Y..MTV. : Yıldız Mütenevvi Maruzat Evrakı
Y.PRK. KOM. : Yıldız Perakende Evrakı Komisyonlar Maruzatı
ix
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ ........................................................................................................................................................................................................................................................ v
KISALTMALAR LİSTESİ .................................................................................................................................................................................... vii
GİRİŞ .............................................................................................................................................................................................................................................................. 1
BİRİNCİ BÖLÜM .................................................................................................................................................................................................................... 7
TARİHSEL PERSPEKTİFTE İNŞAAT MÜHENDİSLİĞİNİN GELİŞİMİ ...................... 7
1.1.İnşaat Mühendisliği Çalışmalarının İlk Örnekleri .................................................................................................... 8
1.2. Doğu ve Batı Dünyası’ndaki İnşaat Mühendisi / Mimar Kimliği .............................................. 19
İKİNCİ BÖLÜM .................................................................................................................................................................................................................... 25
KLASİK DÖNEM OSMANLI İNŞAAT TEKNOLOJİSİ ................................................................................ 25
2.1. Klasik Dönem İmar Faaliyetleri...................................................................................................................................................... 26
2.2 Klasik Dönem İnşaat Faaliyetlerindeki Özneler ...................................................................................................... 33
2.2.1. Mühendis- Mimar Sinan .............................................................................................................................................................. 34
2.2.2. İnşaat Faaliyetlerinin Kurumsal Çerçevesi ...................................................................................................... 44
2.3 Klasik Dönem Mimarlık- Mühendislik Yazını .......................................................................................................... 51
2.4. Klasik Dönem İnşaat Teknikleri .................................................................................................................................................... 58
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM .............................................................................................................................................................................................................. 67
OSMANLI BATILILAŞMA GİRİŞİMLERİNİN İNŞAAT FAALİYETLERİ ÜZERİNDEKİ ETKİSİ ................................................................................................................................................................................................ 67
3.1. Osmanlı İnşaat Faaliyetlerinde Batılılaşma Aşamaları ................................................................................ 68
3.2. İdari Reformlar ve İnşaat Pratikleri .......................................................................................................................................... 75
3.3. Fenn-i İnşaat Bilgisi .......................................................................................................................................................................................... 79
3.4. İnşaat Faaliyetlerindeki Yeni Özneler .................................................................................................................................... 97
3.5. Yapı Teknolojisindeki Değişim .................................................................................................................................................... 106
SONUÇ .................................................................................................................................................................................................................................................. 112
KAYNAKÇA ................................................................................................................................................................................................................................ 119
EKLER ................................................................................................................................................................................................................................................ 133
ÖZET ...................................................................................................................................................................................................................................................... 190
ABSTRACT ................................................................................................................................................................................................................................ 192
1
GİRİŞ
Bilim ve teknoloji arasındaki ilişki ve bu kavramların öncelik-sonralık sırası her zaman tartışılmıştır. Bu ilişkiye ve sıralamaya dair bir şeyler söyleyebilmek için tarihsel kayıtların incelenmesi ve örneklendirilmesi gereklidir. Tarihsel süreç içerisinde İlkçağ, Orta Çağ ve Rönesans dönemlerinde bilim ve teknik ayrı ayrı güzergâhlarda gelişmiştir. Bilim ve tekniğin gelişim öyküsünün aynı ve eş zamanlı olmadığını hayatı kolaylaştırmak için tasarlanan aletler göstermektedir. İlkçağlardaki aletlerin tecrübi bilgi içermesi, bilimsel bilgiden yoksun olarak ortaya çıkması ürünlerin teknolojik değil, teknik olarak adlandırılmasına neden olmuştur. Doğayı ve toplumu anlama çabası içerisinde olan insan, bu anlam arayışında ulaştığı yeni bilgiler sayesinde yeni pratikler üretmiştir. İnsanın anlamlandırma çabası neticesinde ulaşmış olduğu bilgiler ilerleme ve gelişme olgusunun ortaya çıkmasını sağlamıştır. Topluma, doğaya duyduğu ilgi ve merakın disipline edilmesi ise bilimsel yöntem ve disiplinleri doğurmuştur. Bilimsel bilginin dahil edildiği tasarımlar ve aletler bize bugünün teknolojisini getirmiştir. Böylelikle teknik aletlerin yerini makineler almaya başlamıştır. Son yıllarda ortaya çıkan gelişmelerle birlikte bilim ve teknoloji ayrılmaz kavramlar olarak görülmeye başlamış, bu alanlardaki gelişmeler mühendislik çalışmalarına yansımıştır. Söz konusu kavramların faaliyet alanı olan mühendisliğe dair gelişmeler de toplumların modernleşme serüveninde yer almıştır.
Bilim, teknoloji ve mühendislik bir toplumdaki değişim ve dönüşüm arayışının önemli bir kesitini oluşturmaktır. Söz konusu kavramlar toplumlardaki belli dinamiklerden etkilenen ve toplumu etkileyen bir yapıya sahiptir. Maddesel sonuçlara ilişkin olan ve insan olanaklarını genişleten mühendislik çalışmaları da ekonomik, politik, sosyal ve ideolojik görüşlerden etkilenir. Bilim ve toplumun birbiri üzerindeki karşılıklı ilişkisi neticesinde toplumların; ekonomik, sosyal, ideolojik ve siyasi yapılarındaki
2
farklılıklar, bilim ve teknolojiye karşı almış oldukları tavırlarına yansımış, bu durum toplumdaki mühendislik faaliyetlerini etkilemiştir. Böylelikle bir toplumun uygarlaşma, modernleşme serüveninde bilim ve teknolojiyle olan ilişkisi, bilim ve teknolojiyi nasıl anlamlandırdığı ve nasıl katkı sunduğu önemli bir yer tutmaktadır.
Osmanlı’nın da modernleşme çizgisi araştırılırken bilim ve teknolojiye karşı aldığı tavır göz ardı edilmemelidir. Bu tavrı Osmanlı’nın siyasi yapısı, ekonomik durumu, eğitim anlayışı ve bağlı olduğu epistemeden bağımsız değildir. Bütün bu dinamikler göz önünde bulundurularak Osmanlı bilim ve teknoloji algısı için de klasik ve batılılaşma dönemi şeklinde bir ayrım mümkün görünmektedir. İki dönemin birbirinden farklı siyasi ve sosyal yapısı, ekonomik durumu, eğitim anlayışı gibi dinamikler Osmanlı bilim ve teknoloji algısına yansımıştır. Bu sebeple Osmanlı siyasi tarihi için yapılan klasik ve batılılaşma dönemi ayrımı bilim ve teknoloji algısı için de geçerlidir.
Osmanlı Devleti’nin siyasi tarihinde; kuruluş, yükselme, duraklama, gerileme şeklinde yapılan dönemlendirmelerde devletin toprak kayıpları ya da kazanımları etkili olmuştur. Osmanlı siyasi yapısı devletin birçok alanına sirayet eden merkeziyetçi bir yapıdır. Bu sebeple devletin politik yapısına paralel olarak eğitim, hukuk, sanat, mimari, inşaat gibi alanlarda da gelişim ya da duraklama yaşanmıştır. Konumuz açısından baktığımızda, klasik dönemdeki devlet yapısı imar faaliyetlerine yansımış, bu durum inşaat pratikleri üzerinde etkili olmuştur. Klasik dönemin eğitim anlayışı ve bu anlayış doğrultusunda ortaya çıkan eğitim kurumları mimarlık-mühendislik işlerini şekillendirmiştir. 16. yüzyıl itibariyle devlet düzeninde ortaya çıkan bozulmalar neticesinde dönüşmeye başlayan politik yapıyla birlikte görülen değişim hareketlerine inşaat pratikleri de dâhil edilmiştir.
Osmanlı Devleti’nin Batılılaşma girişimleri arasında atılan en gerçekçi adım 1876 yılında II. Abdülhamid’in tahta çıkışıyla başlayan, II. Meşrutiyet’in ilanı ile sonlanan
3
Tanzimat dönemidir. Siyasi, hukuki, eğitim anlamında birçok yenilik yapılmasını mümkün kılan Tanzimat’ın yenilikçi ideolojisinin attığı adımlara bu çalışmanın konusu olan yapı faaliyetleri de eklenmiştir. Yeni yapı türleri, yeni teknikler, ahşap yapıdan kâgir yapıya geçiş, fabrikalar gibi teknik binalar modern devletin ölçütlerinden sayılmıştır. Böylelikle Tanzimat dönemi inşaat faaliyetleri anlamında modernleşme sürecinin başlangıcı sayılmalıdır. Avrupa’ya açılan Tanzimat aydını ve bürokratlarının değişim hareketine yapı faaliyetlerinin de dâhil edilmesi gerekliliğini dile getirmeleri inşaat pratiklerindeki değişim hareketini desteklemiştir. İnşaat faaliyetlerindeki değişim hareketi ulusalcı bir söyleme de neden olmuş, Osmanlı’nın, Batı’ya döndüğü ve Doğu’yu terk ettiğine dair söylemlere yapı faaliyetleri de eklenmiştir. Dışarıdan ithal olarak görülen binalar, yeni yapı türleri ve malzemeleri Osmanlı’nın kendi mimarisine yabancılaşması olarak okunmuş, hatta bu dönem mimarlık/yapı faaliyetleri açısından karanlık dönem olarak görülmüştür. Bu durum Tanzimat’ın yenilikçi ruhunun yapı faaliyetlerine yansımasının yanı sıra muhalif söylemin de yapı faaliyetlerine yansıdığını göstermektedir.
Osmanlı Teknoloji Algısına Aykırı Bir Örnek: Osmanlı İnşaat Teknolojisi Tarihi başlığını taşıyan bu çalışma ile Osmanlı inşaat teknolojisi çalışmalarının seyrini açığa çıkarmayı ve teknoloji tarihine katkı sunmayı amaçlıyoruz. Henüz teknoloji tarihimizin tam anlamıyla yazılmadığı bilinen bir gerçektir. Bilim tarihimize dair çalışmalar içerisinde teknolojik gelişmelere yer verilmiş ise de salt teknoloji tarihimizin yazıldığını söylemek doğru olmaz. Bu bağlamda Osmanlı bilim tarihine dair yapılan önemli çalışmalar Osmanlı teknoloji tarihi alanındaki eksikliklerin görülmesine zemin hazırlamış ve Osmanlı teknoloji tarihi içerisinde açıklanmaya muhtaç birçok alanın varlığını ortaya çıkarmıştır.
4
Toplumların bilim ve teknoloji çalışmalarında verdikleri çabalar tek başına yeterli değildir. Bu çalışmalarda iç ve dış dinamikler her zaman etkili olmuştur.1 Bu yüzdendir ki; bir toplumda bilim ve teknoloji alanlarındaki ilerlemeyi tek bir nedene bağlamak doğru olmaz. O halde bilimsel ve teknolojik gelişmelerin izi sürülürken birçok faktörün varlığını hesaba katmak gerekir. Çalışmanın araştırma problemi, yukarıda söz edilen amaç dâhilinde Osmanlı inşaat teknolojisi üzerinde etkili olan faktörler nelerdir? sorusuyla belirlenmiş hem klasik dönem hem de batılılaşma dönemi Osmanlı inşaat çalışmalarını yönlendiren faktörler araştırılmıştır.
Tezimizin birinci bölümünde mimar- mühendis kavramlarının etimolojik çözümlemesi yapılarak Doğu ve Batı dünyasındaki mimar-mühendis algısı, iki toplumun bağlı olduğu episteme açısından serimlenmiştir. İnşaat mühendisliği çalışmalarının tarihi arka planına değinilmiş, böylelikle çalışma inşaat mühendisliği tarihi açısından bütüncül yapısını korumuştur. Neolitik dönemi başlatan tarım faaliyetinin inşaat çalışmalarını nasıl yönlendirdiği, kentsel devrimin yaşandığı Mısır, Mezopotamya, Çin uygarlıklarındaki inşaat faaliyetleri üzerindeki etmenlerin neler olduğu, bilimsel ve teknik gelişmelerin ilk izlerinin görüldüğü Yunan ve Roma uygarlıklarındaki inşaat faaliyetlerinin nasıl şekillendiği değerlendirilmiştir.
Çalışmanın ikinci bölümünde; Osmanlı inşaat teknolojisi için bir klasik dönem aralığı belirlenmiştir. İstanbul’un fethi, Mimar Sinan, Hassa Mimarlar Ocağı, Risale-i Mi‘mariyye gibi klasik dönem Osmanlı inşaat faaliyetlerini ele alabileceğimiz özneler ve yazılı kaynaklar bağlamında araştırma yapılmıştır. Klasik dönem imar faaliyetlerinin, bilim algısının, mimar-mühendis eğitiminin bu teknoloji üzerindeki etkisi saptanmıştır.
1 Doğu ve Batı dünyasında bilimsel bilginin dönüşüm serüveni üzerinde etkili olan faktörlere dair yapılan çalışmalar; Demir, 2015.; Demir, 2014.; Lewis,2020.
5
Tezimizin üçüncü bölümü; Tanzimat dönemi ve sonrasını kapsamaktadır. Tanzimat döneminin siyasal dönüşümü neticesinde ortaya çıkan yeni bürokrat ve aydın grubun yenilikçi hareketlerinin ve söylemlerinin inşaat pratiklerine nasıl yansıdığı araştırılmıştır. Değişen idari yapı neticesinde ortaya çıkan yeni kurumların inşaat faaliyetlerine doğrudan etkisi saptanmıştır. Özellikle bu dönemde görülen belediyecilik anlayışının ve beraberindeki nizamnamelerin inşaat faaliyetlerindeki standartlaşmaya yönelik bir çaba oluşturduğu görülmüştür. Bilginin dönüşümünün ve eğitim kurumlarındaki yeniliğin Osmanlı’nın bağlı olduğu epistemeyi nasıl dönüştürdüğü araştırılmıştır. Değişen episteme neticesinde Batı’daki bilginin aktarılmasında etkili olan öznelerin ve kurumların fenn-i inşaat/mimarinin oluşmasındaki etkisi araştırılmıştır. Osmanlı inşaat faaliyetlerinin merkezinde yer alan Hassa Mimarlar Ocağı’nın kapatılmasının ardından inşaat faaliyetlerindeki yabancı mimar ve mühendislerin yeri araştırılmış, yabancıların inşaat faaliyetlerinde etkin rollerinin ulusalcı bir söyleme nasıl yansıdığına yer verilmiştir.
Genel bir ifadeyle bu çalışmada, Klasik dönem ve Batılılaşma dönemine dair Osmanlı inşaat teknolojisi incelenerek Tanzimat dönemi ve sonrasında inşaat pratiklerinin nasıl bir dönüşüm yaşadığı araştırılmıştır. Bu dönüşümde Avrupa’ya açılan dönemin bürokrat ve aydınlarının ne kadar etkili olduğu saptanmış, Tanzimat döneminde Batı kaynaklı yeni bilginin sadece askeri alanla sınırlı kalmadığı, inşaat/mimariye dair yeni bir bilgi ihtiyacı doğrultusunda da adımların atıldığı görülmüştür.
Bu araştırma, Osmanlı teknoloji tarihine katkı yapmayı hedefleyen nitel bir çalışmadır. Bilim tarihi için kabul gören genel araştırma tekniklerinden yararlanılan bu çalışmada karşılaştırma, sebep -sonuç ilişkisi kurma ve tümevarım ilkesine sıkça başvurulmuştur. Büyük ölçüde birincil kaynaklardan yararlanılan bu çalışmada, bilim tarihi araştırmasının olmazsa olmazı olan metin incelemesine ve yapı faaliyetlerinin
6
birçok sürecini gösteren arşiv belgelerine yer verilmiştir. Arşiv belgeleri metin içerisinde bağlı olduğu fon, kutu ve dosya numarasıyla verilmiştir.
7
BİRİNCİ BÖLÜM
TARİHSEL PERSFEKTİFTE İNŞAAT MÜHENDİSLİĞİNİN GELİŞİMİ
İnsanlık tarihindeki önemli olaylar tarihsel dönemlendirmede önem taşımaktadır. Birtakım evrensel olaylar, tarihte devrim niteliğinde değişiklikler yaratmıştır. Yaklaşık olarak 2 milyon yıl süren, Paleolitik dönemin ardından yaşanan Neolitik dönem ve akabinde yaşanan Kentsel devrim insanlık tarihinin ilk önemli aşamalarıdır. Neolitik devrimden itibaren insan yaşamında büyük değişimler görülmeye başlamıştır. Bu değişime neden olan en etkili faktör tarım faaliyetidir. İnsanlığın tüketim aşamasından üretim aşamasına geçtiği bu faaliyet yaşam biçimini tümden etkilemiş, beraberinde birçok yeni teknik getirmiştir. Mevcut yaşam koşullarının değişmesiyle birlikte yeni ihtiyaçlar doğmuştur. Barınma ihtiyacı ile inşaat faaliyetleri başlamış, bu durum kent ve kentleşme olgusunu beraberinde getirmiştir. Bu sebeple, kentlerin ortaya çıkışı ve ilk kentlerin yapısı ile başlayan tartışmalar beraberinde ilk inşaat faaliyetlerinin ne zaman başladığı tartışmasını da içermektedir. İlk kentlerin ne zaman kurulduğu, bu kentlerdeki yapıların bir inşaat mühendisliği örneği olup olamayacağı tartışması hem bu alanın tarihçesinin belirlenmesi hem de inşaat mühendisi kimliğinin süreç içerisinde geçirdiği değişimin görülmesi açısından önemlidir.
Coğrafi konum, dönemin bilim ve teknolojisi, siyasi ve sosyal yapı, ekonomik durum gibi birçok faktörün inşaat faaliyetlerinde yönlendirici olduğu görülmektedir. Bu sebeple inşaat faaliyetlerinde etkili olan faktörler dönemsel olarak farklılık gösterebilmektedir. İlk dönemlerdeki sınırlı bilim ve tekniğin, kentsel devrimin görüldüğü coğrafyanın, toplumların bilim algısının inşaat faaliyetleri ve yapı türleri üzerindeki etkisi yadsınamaz. Bu sebeple çalışmanın bütünlük oluşturabilmesi için bu bölümde inşaat pratiklerine dair tarihi bir arka plan oluşturulmuştur.
8
1.1.İnşaat Mühendisliği Çalışmalarının İlk Örnekleri
Değişen iklim neticesinde dönüşen çevre yeni ihtiyaçları ortaya çıkarmış, böylelikle insanlar Paleolitik dönemdeki uğraşlarından vazgeçmek zorunda kalmıştır. İnsanın toplayıcı aşamadan üretici aşamaya geçmesine neden olan bu durum insanlık tarihinde devrim olarak nitelendirilmiştir. Sosyoekonomik ve teknik anlamda bir dönüşüm yaşayan insanoğlunun Neolitik dönemde yaşam koşulları köklü bir değişime uğramış, Neolitik gruplar küçük köyler kurmaya başlamıştır. Hayvanların evcilleştiği, toprağın işlendiği, insanoğlunun yerleşik düzene geçtiği bu dönem insanlık tarihinde Neolitik Devrim şeklinde tanımlanmaktadır (Childe,2001:54). Doğa ile ilişkisinde başlangıçta doğaya karşı hiçbir değişiklik yapmadan yaşayan insanoğlu, yaşadığı zorunlu değişim neticesinde doğayı dönüştürmeye ve yenilikler yaratmaya başlamıştır. Paleolitik dönemdeki yaşam koşullarının zorlayıcılığı, tükenen yiyecek kaynakları, değişen ve zorlaşan iklim koşulları tarımsal faaliyete geçişin nedenleri arasında gösterilmektedir. Söz konusu değişimler arasında bir neden sonuç ilişkisi olduğu açıktır. Ancak bir başka neden sonuç ilişkisi tarım faaliyeti ve yerleşik yaşama yöneliktir. Çiftçiliğin getirmiş olduğu yerleşik yaşam, avcı ve toplayıcı insanın göçebe yaşamı ile karşılaştırıldığında tarımın yerleşik yaşama geçişte önemli bir faktör olduğu savı ortaya çıkmıştır. Bu sava karşın, kara ve deniz avcılarının yerleşik yaşam anlayışını çok eskilerden beri benimsediklerini, derli toplu tahta evlerde barındıklarına dair bilgiler tarım ve yerleşik yaşam teorisini doğrulamamaktadır (Childe,2001:58)
Yerleşik yaşam ve tarım faaliyeti arasındaki neden sonuç ilişkisine dair farklı teoriler ortaya atılmış olsa da besin üretiminin beraberinde birçok yeniliği getirdiği
9
aşikârdır. Bu gelişmenin, ticaret kültürünün doğmasına neden olduğu ve bir takım yeni teknikleri beraberinde getirdiği gerçeği vardır. Tarım faaliyetine dair ortaya atılan görüşlerden bir diğeri tarım devrimin insan hayatında yarattığı değişimler neticesinde insanın doğa karşısında köleleştirildiğine yöneliktir. İnsanın toprağa bağımlılığı onu köleleştiren, özgürlüğüne ket vuran bir durum olarak görülmüştür (Harrari,2015:95). Bu teoriye göre başlangıçta doğada özgür olan insan yerleşik yaşamla birlikte sınırlandırılan bir profile dönüşmüştür. İnsanın toprakla kurduğu bağ yaşam koşullarını değiştirmiş, ev hane gibi kavramlar ortaya çıkmış bunun neticesinde yapı faaliyetleri başlamıştır.
Neolitik dönemde insanlar kendi ihtiyaçlarını karşılayabilmek için ilkel sayılabilecek bazı yapılar tasarlamıştır. Ay ve Güneş’e dair meraklarını gidermek, onları daha iyi gözlemleyebilmek için anıtlar inşa etmiştir. Bu anıtlardan biri Stonehenge’dir. Bu yapının inşasında, çok büyük miktarda işçilik harcanmış, yaklaşık 107 metre çapında yuvarlak bir hendek ve toprak bir set oluşturmak için 3.200 metreküp toprak kazılmıştır. Buraya taşlar Galler gibi 240 metre uzaklıktaki bölgeden taşınmıştır. Stonehenge mimarlarının bu anıtı gerçek bir çember üzerine yerleştirmeleri, uygulamalı geometriden biraz da olsa haberdar olduklarını göstermektedir (McClellan, Dorn, 2016: 27-28). Anıtın; dini bir amaç, astronomik gözlem, bölgesel bir takvim için tasarlandığı şeklinde birçok görüş ortaya atılmış ise de ihtiyaç kaynaklı yapı faaliyetini doğurmuş olması bakımından önem arz etmektedir. Bu ihtiyaç sadece barınmayla sınırlı kalmamış, merak, gözlem, bilim gibi faktörler de yapı inşası için itici bir güç olmuştur.
Stonehenge Anıtı’ndan yedi bin yıl önce varlığı saptanan Göbeklitepe de inşaat tarihi çalışmaları açısından önemlidir. 1995 yılında başlayan çalışmalar Göbeklitepe- tarım ilişkisine dair yeni bir teorinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Neolitik devrime Göbeklitepe inşasının neden olduğu şeklindeki sav, o bölgede araştırma yapan Klaus Schmidt tarafından ortaya atılmıştır. Bu sava göre, Göbeklitepe’de yerleşik düzene geçen avcı toplayıcılar inşa faaliyetlerine başlamışlardır. Bu inşa sırasında bölgenin kaynakları
10
tükendikçe, insanlar tarım faaliyetini keşfetmişlerdir (Schmidt, 2012: 85). Kabul gören teori, insanların önce tarım faaliyetini keşfettiği ardından yapı inşasına başladığı yönündedir. Ancak Göbeklitepe’deki çalışmalar tam tersi bir durum olduğunu, buranın inşasının tarımı başlattığını göstermektedir. Bu teoriler arkeoloji çalışmalarında ortaya çıkan farklı örneklerle genişletilebilir. Ancak tarım ve inşaat faaliyetleri hakkında yapılan tartışmaların ortak noktası, her ikisinin de birbiri için itici güç olduğu gerçeğidir.
Neolitik dönemde her ne kadar inşaat faaliyetleri başlamış olsa da buradaki yapılar Kentsel devrimin görüldüğü bölgelerdeki yapı faaliyetlerine ulaşamamıştır. Yapı faaliyetleri ve inşaat pratikleri, kent ve kentleşme olgusu ile yakından ilişkilidir. Arkeoloji alanında yapılan çalışmalar ilk kentlerin nerede kurulduğu ve nasıl bir inşa faaliyeti yapıldığı hakkında bilgi sunmaktadır. Uygarlığın ölçütü sayılan kent/kentleşmeye dair genel kanı ilk kentlerin Batı’da başladığı yönündedir. Kent ve kentleşme olgusunun beraberinde uygarlaşmayı getirmesi, bu kavramlar arasındaki ilişkisellik, ilk kentlerin görüldüğü yerlerin uygarlığın doğuşu olarak adlandırılmasına neden olmaktadır. Bu sebeple bu konuda çalışan birçok Batılı teorisyen ilkçağlarda kentlere dair yapılan çalışmaları Yunan ve Roma dünyasıyla sınırlı tutmuştur. Böylelikle inşa faaliyetleri ve kentleşme üzerinden, uygarlığın Batı odaklı olduğuna dair Batı merkezli bir söylem gelişmiştir. Zaman içerisinde yapılan kazılar Doğu kentlerinin varlığını ortaya çıkarmıştır. Bu durum Doğu bölgelerindeki alanların, yerleşim yeri mi yoksa kent mi olduğu tartışmasını başlatmıştır. Bu noktada bir kenti yerleşim yerinden ayıran belli kıstaslar saptanmıştır (Childe,1979). Anıtsal kamu yapılarının varlığı, yazı ve belli bir üretim anlayışının gelişmesi bu kıstaslar arasında yer almaktadır. Bu durumda Mısır’daki anıtsal mimari, Mezopotamya uygarlığı içinde yer alan Sümerlerin yazıya dair katkıları düşünüldüğünde, ilk kentlerin Doğu’da olduğu savı güçlenmektedir.
Childe, sosyolojik kuramları model alan bir açıklama yöntemi geliştirmiştir. Bu modele göre, avcı toplayıcı grubun yer aldığı Paleolitik dönem vahşilik evresini
11
oluştururken, tarım ve çiftçilik kavramları ile anılan Neolitik dönem barbarlık evresini oluşturmaktadır. Childe’in açıklama modeline göre Mısır, Mezopotamya gibi bölgelerde görülen kentli toplumlar uygarlık evresini oluşturmaktadır. Kent ve uygarlığa yönelik Doğu merkezli bu söylemle birlikte, Eski Yakındoğu’daki arkeolojik çalışmalar ilk kent ve kentleşme olgusunun Güney Mezopotamya’da yer alan Uruk’ta ortaya çıktığını göstermektedir (Çevik, 2005:3). Kent ve kentleşmeye dair yapılan çalışmalar inşaat faaliyetlerinin ilk örnekleri açısından önem taşımaktadır. Bu sebeple Childe’in açıklama modelinde yer alan uygarlaşma evresini oluşturan kentlerdeki inşaat faaliyetleri inşaat mühendisliğinin ilk örneklerini oluşturacaktır.
Mısır ve Mezopotamyalılara ait eski vesikalar, bu coğrafyadaki bilimsel gelişmelerin Batı bilimini öncelediğini göstermiştir. Söz konusu iki uygarlığın bulunduğu coğrafya bu uygarlıklara birçok avantaj sağlamıştır. Tarımla birlikte üretme faaliyetini keşfetmiş insanlar, yerleşik yaşama geçerek küçük köyler ve kasabalar kurmaya başlamıştır. Zaman içerisinde bu basit yerleşme düzeninden daha kompleks yapılara geçiş sağlanmıştır. İş birliği ve iş bölümünün insan hayatına dâhil edilmesiyle birlikte teknik anlamda bazı gelişmeler görülmeye başlanmıştır. Akarsulardan faydalanmaya, iyi aletlere ve inşa faaliyetlerine ihtiyaç duyan insanlar, mühendislik ve mimari anlamda gelişmeler yaşamaya başlamıştır.
Dicle ve Fırat nehirlerinin hayat verdiği Mezopotamya bölgesi Ur, Uruk ve Sümer gibi medeniyetlere ev sahipliği yapmıştır. Bölgedeki tarımın ekonominin gelişmesine ve yapı faaliyetlerine büyük katkısı olmuştur. Birçok uygarlığa ev sahipliği yapan Mezopotamya bölgesinde Uruk medeniyeti tarihteki ilk kent ve kentleşme olgusunun ortaya çıktığı bölgedir. Bu bakımdan inşaat faaliyetlerinin de görüldüğü ilk yerlerdendir. Bölgenin olanakları doğrultusunda ortaya çıkan sulu tarım bu bölgeyi cazip hale getirmiş, bunun sonuncunda bölgede nüfus yoğunluğu artmaya başlamıştır. Büyüyen kentte tarım ve hayvancılık dışında da uğraşlar görülmeye başlamış ve bir ticaret ağı oluşmuştur. Bu
12
durum birçok meslek grubunu beraberinde getirmiştir ki inşaatçılar da bu grubun içerisinde yer almaktadır. Düzenli ticaret ve inşaat projeleri neticesinde artan gelirler ise yönetici sınıfın güçlenmesini sağlamıştır (Köroğlu,2012:51). Mezopotamya coğrafyasının dikkate değer yapı faaliyetleri arasında su kanalları ve barajlar gibi tarımsal faaliyeti besleyecek yapılar bulunmaktadır. Tarımsal faaliyeti kolaylaştırmak adına verimli fakat eğiminden dolayı sel riski olan arazilere hendek ve kanallardan oluşan bir ağ sistemi ve drenaj yolları kurmuşlardır (Mariot,2015: 8). Böylelikle tarımsal faaliyet kaynaklı mühendislik çalışmalarının ilk örnekleri görülmeye başlamıştır.
Başlangıçta Neolitik bir köy olan Uruk köyündeki inşaatlar genellikle kamıştan yapılmış kulübelerden ve kerpiçten inşa edilmiş evlerden oluşmaktadır. Ancak yağan yağmurun kerpiç evlere zarar vermesi sonucu bölge insanları höyük adı verilen yapay tepecikler inşa etmiş ve buralara yerleşmeye başlamışlardır (Gündüz, 2002: 11). 1849 yılında Uruk kentinin yerinin W.K. Loftus adlı bir İngiliz tarafından belirlenmesiyle birlikte buradaki çalışmalar hız kazanmış, höyüklere dair yapılan araştırmalar burada tapınak görevi gören zigguratların varlığını ortaya çıkarmıştır. Uruklara ait ilk ziggurata elle şekil verilmiş, bitüm bağlayıcı harç olarak kullanılmıştır. Bu tapınakların farklı işlevleri bulunmaktadır. Kent ve köy ayrımının oluşmasını sağlayan bu tapınakların çevresinde depo, atölye gibi yapılar ortaya çıkmış, yapılar etrafında ekonomik hareketlilik görülmüştür (Aktüre, 2003: 12). Tapınak inşasının etkileri sadece ekonomik temelde kalmamış, eğitim ve öğretime dolaylı da olsa etki etmiştir. Kentleşmeyi etkileyen tapınak beraberinde ekonominin canlanmasını sağlamış ve artan ekonomik gereksinimlerin karşılanması için yazı icat edilmiştir. Tapınak etrafında şekillenen ekonomi, beraberinde işleri kolaylaştırmak maksadıyla bir resim yazısını yani piktografik yazıyı getirmiştir. Yazının icadı bir yazıcılar sınıfının varlığını gerekli kılmıştır. Şehrin merkezinde yer alan tapınaklar, siyasi ve ekonomik yapılanmayı yönetmenin yanı sıra eğitim alanında önemli bir yere sahiptir (Eser, Kılıç, 2004: 426). Her ne kadar Landsberger’in çalışması (1945),
13
tapınak dışında başka eğitim kurumlarının olduğunu gösterse de yazıcı sınıfın gelişmesinde bu tapınak önem taşımaktadır.
Tapınakların inşası astronomi çalışmalarına da olanak tanımış, bu tapınaklarda farklı gereksinimlerin karşılanması için astronomi çalışmaları yapılmıştır. Tarım toplumu olan Mezopotamya’daki astronomi çalışmaları da tarım etrafında şekillenmiş, ekim ve hasat zamanlarının belirlenmesi için gözlemler yapılmıştır. Böylelikle Mezopotamya coğrafyası için inşa faaliyetleri bilimsel anlamda gelişmeye olanak sağlamıştır.
Sümerliler yapı malzemelerinin değişim gösterdiği yapılar tasarlamıştır. Başlangıçta kamıştan kulübelerde yaşamış, ancak yerleşik yaşamla birlikte yapılarını geliştirme ihtiyacı duymuşlardır. Evlerini, kulübelerini kerpiçten inşa etmeye başlamışlardır. Orta Doğu’da kullanılan en eski ve yerli bir malzeme olan kerpicin yapım aşamasında görülen değişim ve dönüşüm yapı malzemelerinin evrimi açısından güzel bir örnektir. İlk kerpiçlerde samanla karıştırılmış olan balçık hamuru topaklara bölünmüş, elle şekillendirilmiş ve bu parçalar güneşte kurutulmuştur. Zaman içerisinde saman kerpice eklenmiş, böylece lifli bir madde olan saman kerpicin çatlamasını önlemiştir (Gündüz, 2002: 23-24). Çok geçmeden Mezopotamyalılar kil hamurunu fırınlayarak tuğla yapmayı başarmışlardır. Tuğlanın, kerpice göre daha dayanıklı bir malzeme olması inşaat faaliyetlerine hız kazandırmış, Mezopotamya bölgesinde su kemerleri ortaya çıkmaya başlamıştır. Tuğlanın hem istif edilmesi hem fırınlaması uygulamalı matematiğin gelişmesine olanak sağlamıştır.
Mısır coğrafyasındaki inşa faaliyetlerinde doğal taştan yararlanılmasına karşın, Mezopotamya bölgesinde kerpiç ve tuğla gibi yapı malzemeleri kullanılmış, bu durum bilimin de yapı malzemeleri üzerinden gelişmesine olanak tanımıştır. Mezopotamya bölgesinde zamanla konut yapımında da gelişmeler yaşanmıştır. Tuğladan inşa edilen, iki
14
katlı evler görülmeye başlanmış, elle şekillenen kerpiç yerine kalıplanmış kerpiç kullanılmıştır (Gündüz,2002: 26).
Bu coğrafyadaki yapı faaliyetlerine yapı denetimi de dâhil edilmiş, yapıların güvenilirliği önemsenmiştir. Hammurabi yasalarında inşaat faaliyetlerinin doğru yapılmaması durumunda evi yapan kişinin ya da yakınının cezalandırılacağına yönelik kanunların çıkarılması inşaatın titizlikle yapılmasına yöneliktir. Mezopotamya medeniyetleri yapı teknolojisinde öncü medeniyetler olmuş, ihtiyaç doğrultusunda ortaya çıkan yapı türleri dönemin biliminden etkilendiği gibi yeni bilimsel gelişmelere de zemin hazırlamıştır.
Mısır’a dair günümüze intikal eden yapılar bu uygarlığın dönemine göre oldukça büyük bir teknolojiye sahip olduğunu göstermektedir. Coğrafyanın sunmuş olduğu avantajlar, Mısır’ın dünya görüşü, mimar ve mühendislerin Mısır toplumundaki yeri yapı faaliyetlerinin önem kazanmasını sağlayan etmenler arasındadır (Sayılı,1991). Bulunduğu coğrafi konum dolayısıyla Mısır, diğer bölgelerle etkileşim kurma ve iş birliği yapma ihtiyacında bulunmuş, bunun için idari teşkilata ve siyasi birliğe ihtiyaç duymuştur. Tek bir hükümdar idaresinde merkezi bir hükümet kurulması inşa faaliyetlerinin artmasına neden olmuştur (Sayılı, 1991: 66). Bu durum Mısır için yeni yapı ihtiyaçları doğurmuştur. Piramitler, monolitik obeliskler, tapınaklar, sulama kanalları gibi inşa faaliyetleri Eski Mısır dönemindeki mimarlık ve mühendislik çalışmalarını üç ayrı dönemde incelemeyi mümkün kılmaktadır. M.Ö. 2700-2200 yıllarını oluşturan birinci evrede en büyük piramitler yapılmıştır. Sulama tesislerinin yapıldığı dönem Mısır inşa faaliyetlerinin ikinci evresini oluşturmaktadır. Üçüncü evre ise tapınakların yapıldığı evredir (Sayılı, 1991: 67).
Eski Mısır’daki inşa faaliyetlerini gerekli kılan ve kolaylaştıran başka etmenler de bulunmaktadır. Dönemin teknolojisinin sınırlı olması yapı işlerinde insan gücünün
15
gerekliliğine duyulan ihtiyacı arttırmaktadır. Mısır’da da insan gücü bakımından sıkıntı çekilmemiştir. M.Ö. 5. yüzyılın tarihçisi Heredot’a göre, Büyük Piramit’in yapımında yirmi yıl boyunca 100.000 kişi zor koşullarda çalışmış, 4.000- 5.000 usta ve teknik adam her yıl sürekli olarak inşaat sahasında görev yapmıştır (Aktaran: McClellan, Horn,2018: 51). Bu kadar büyük insan topluluğunun bir arada görev yapması bu konuda büyük işçi gruplarını tek elden yönetebilecekleri bir güce sahip olduklarını göstermektedir.
Mısır yapılarında kullanılan malzeme genellikle kerpiç ve tuğla olmuş, hükümdarlar için inşa edilen yapılarda ise taş kullanılmıştır. Bulunduğu konum itibariyle iyi kalitede taşa sahip olan Mısır, bir inşaat esnasında malzemenin temini noktasında sıkıntı yaşamamakta, Nil vadisinin verimli topraklarındaki iyi kalitede taşlar sayesinde inşaat işleri kolaylaşmaktadır. Bölgede taş ocaklarının bulunması taşın işlenebilirliğini mümkün kılmakta, böylelikle devasa taşlar inşaat bölgesine taşınabilmektedir (Sayılı, 1991: 68-69). Çekiç, taşçı kalemi, kama dışında kullanılan basit aletlerin yanı sıra Mısır’daki yapı faaliyetlerinde kaldıraç ve eğik yüzeylerden faydalanılmıştır (Sayılı, 1991: 69). Mısır’daki yapı faaliyetinin gelişmişliğini Gize’deki Büyük Piramit’in ölçüleri göstermektedir. Her biri ortalama 2.5 ton gelen, toplam ağırlığı 6 milyon ton olan 2,3 milyon bloktan oluşan bu yapı düşünüldüğünde bu yapının her aşamasının belli bir teknik gerektirdiği açıktır. Taşların kesim işlemi, taşınması, inşa süreciyle bir mühendislik işi olduğu söylenebilir. Mısır’ın yapı sanatındaki büyük başarısı her ne kadar empirik temellere dayandırılsa da bilimden asgari oranda da olsa yararlanmış oldukları inkâr edilemez.
Çin uygarlığı ilk dönemlerdeki inşaat mühendisliğine dair çalışmaların görüldüğü bir diğer bölgedir. Bu uygarlıktaki yapı faaliyetlerinden biri sulama kanallarıdır. Yer altı sularının bol olduğu bir coğrafyada yer alan Çin’de suların kontrol altına alınabilmesi için kanal inşasına ağırlık verilmiştir. Bu durum Çin mitolojisine de yansımış, mitolojideki kahramanlar ırmakları dizginleştirip, kanallar açmıştır (Tanilli, 1994: 204).
16
İnşaat tarihi açısından büyük bir öneme sahip olan yapılardan bir diğeri de hiç kuşkusuz Çin Seddi’dir. “On Bin Li Uzunluğundaki Duvar” anlamına gelen bu yapıyı sayısal verilerle düşündüğümüzde büyük bir mühendislik tasarımı olduğunu tasavvur edebiliriz. 6.700 km uzunluğa sahip bu duvarın temeldeki genişliği 6.5 metre, duvarın üst kısmındaki genişliği ise 5.7 metredir. Duvarın yerden yüksekliği 8.5 metre olup önemli geçitlerin ve kapıların olduğu yerlerde bu yükseklik 12 metreyi bulmaktadır (Okay, 1993: 27). Çin Seddi’nin neden yapıldığı konusunda farklı görüşler bulunmaktadır. Genel kanı farklı toplumların özellikle Moğol ve Türklerin, Çin üstüne düzenledikleri seferleri durdurmak maksadıyla yapıldığı yönündedir. Zaman içerisinde bu kadar görkemli yapının sadece savunma amaçlı yapıldığı düşüncesi pek inandırıcı gelmemiş, farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Çin Seddi’nin yapılış amacının askeri nedenden çok siyasi neden taşıdığı yönünde görüşler ortaya atılmıştır. Çin imparatorları tarafından uygulanan sert yasalar, yüksek vergiler ve ağır işler nedeniyle yaşadığı toprakları terk etmeye çalışan halkı engellemek için tasarlanmıştır (Okay, 1993).
Çin uygarlığını tanımlarken genellikle kapalı bir toplum olduğundan söz ederiz. Kapalı toplum ideali aslında yapı faaliyetlerine de yansımıştır. Çinlilerin sahip oldukları toprakları, köyleri ve kentleri duvarlarla çevirmeleri, toplum algısının yapılara yansımaları olarak gösterilebilir. O halde bir toplumun yapı faaliyetlerinde, toplumun kendi dinamiklerinin göz ardı edilmesi imkânsızdır. Nasıl bir toplum olduğunuz yapılara yansımakta, o yapılar toplumlardan bir şeyler barındırmaktadır.
Eski Yunan ve Roma imparatorlukları Antik Çağ’da aklımıza ilk gelen uygarlıklardır. Eski uygarlıklardan olan bu toplumlarda yapılar bir güç aracı olarak görülmüştür. Önceki bölümlerde değinilen uygarlıklar sadece yapılar bağlamında ele alınmış, mühendis isimlerine rastlanmamıştır. Ancak Yunan ve Roma döneminde mühendisler toplumlarca tanınan aktif isimler olmuştur. Yapı ihtiyacının giderilmesi için Yunan ve Roma döneminde sistemli bir inşa mekanizmasının olduğu görülmektedir. Bu
17
toplumlarda yapı süreci belli ilkeler etrafında şekillenmiş, bu süreçte etkili olan yeni aktörler ortaya çıkmıştır. Şantiye sorumlusu, tasarımcı, mimar gibi inşaat alanına dair öznelerle karşılaşılmaktadır.
Felsefe açısından parlak bir uygarlık olan Yunan toplumundaki filozoflar tarafından da mimar kimliğine dair bilgiler yer almıştır. Mimarlık, bilimin yanı sıra felsefeye de dâhil edilmiştir. Mimarlığa dair ilk tanım Vitruvius tarafından getirilmiş olsa da Platon ve Aristoteles de bu kimliğe ve sanata dair söylemlerde bulunmuşlardır. İdealar dünyasının Platon felsefesindeki yeri mimarlığa bakışına yansımış ve Platon, mimarın ideal olanı gerçek dünyaya aktaramayacağını düşünmüş, bu sebeple mimarlığı küçümsemiştir (Güney, Yürekli, 2004: 32). Ancak Platon, Yunan mimarının nasıl eğitilmesi gerektiğinin de bilgisini vermektedir. Ona göre mimar, bir ustanın yanında, pratik yaparak eğitilmelidir (Yılmaz, 2020: 4). Filozofların dışında günümüze kadar ulaşan “De Architecture” adlı çalışmada da mimar ve mimarlık faaliyeti, yapı malzemeleri, dini ve sivil konut inşası hakkında kapsamlı bilgi sunulmaktadır (Vitruvius, 2005).
Klasik Yunan döneminde inşa faaliyetleri için bir hazırlık aşaması bulunmakta, yapıların nasıl gerçekleştiğine dair üretim ve yönetim hakkındaki bilgilere bölgede yapılan kazılar aracılığıyla ulaşılmaktadır. Kazılar sırasında ortaya çıkartılan metinler yapı sürecinin büyük bir organizasyon dâhilinde gerçekleştiğini ve inşa faaliyetinin aşamalarını göstermektedir. Yapım metinleri; inşaata dair kamu kuruluşları tarafından alınan kararları, proje açıklamalarını, teknik şartlara ve ücretlere dair bilgileri içermektedir (Yılmaz,2004:5). Yapı metinleri klasik Yunan döneminde yapı konusunda etkili üç organ hakkında da bilgiler vermiştir. Bu bölgede yapılacak olan yapının inşasında senato, yapı meclisi ve halk komisyonları görev yapmakta, kamuya dair bir yapı inşa edilecekse ilk olarak halk meclisi bu konuda karar vermektedir. Ardından bu karar senatoya sunulmakta ve onay alındıktan sonra yapının türüne göre bir yapı komisyonu
18
kurulmaktadır (Yılmaz, 2004: 5). Çok aşamalı bir karar mekanizmasının olduğu Yunan coğrafyasındaki yapı faaliyetlerinin belli bir çerçevede yapılmış olması önceki medeniyetlerden farkını göstermektedir.
Yapılar ihtiyaçlara cevap verecek şekilde tasarlanmaktadır. Yunan ve Roma dönemindeki yapılar anıtsal mimari örnekleri arasında yer almakta, şahıslara ait özel tasarımlar toplumdaki statükoyu belirleyici bir özelliğe sahip olmaktadır. Daha önceki medeniyetlerde yerleşik yaşamın doğması, tarımın yaygınlaşması, savunma gibi nedenler etrafında doğan yapı faaliyetlerine Yunan toplumunda bir başka neden daha eklenmiştir. O da şahsi inşaların beraberinde getirdiği şahsi güç göstergesi olmuştur.
Roma uygarlığındaki yapı faaliyetleri dâhilinde önemli bir gelişme çimentonun bağlayıcı bir malzeme olarak kullanımıdır. İnşaat işlerini kolaylaştıran ve maliyeti düşüren bu malzeme ilk olarak Roma’daki Caracalla Hamamı’nda kullanılmıştır. Roma devletinin siyasi olarak zor duruma düşmesi yapı faaliyetlerine sekteye uğratmış, bu malzemenin de unutulmasına neden olmuştur (Batur,2009: 39). Yunan ve Roma dünyasında şehirlere su temini, yeraltı sularının kontrol altına alınması, suyun taşınması gibi faktörler kanal ve bent inşasını doğurmuştur (Landels, 2004: 31).
Yukarıda inşaat mühendisliğinin ilk örnekleri hakkında genel bir serimleme yapılmıştır. Bahsi geçen coğrafyalardaki ilk inşaat çalışmalarının toplumdaki birçok dinamik hakkında bilgi sunması inşaat- toplum arasındaki ilişkiyi örneklemekte, bu ilişkiye dair birçok yeni kuramın oluşmasını mümkün kılmaktadır. İlkçağ, Orta Çağ, modern dönemlerdeki yapılar ya da Doğu ve Batı’ya dair inşaat faaliyetleri hiç kuşkusuz hem dönem hem de toplum hakkında bilgi veren somut veriler olmuştur.
19
1.2. Doğu ve Batı Dünyası’ndaki İnşaat Mühendisi / Mimar Kimliği
Yapı faaliyetlerinde etkin özneler olan inşaat mühendisi ve mimar arasındaki ayrım, daha doğru bir ifadeyle inşaat mühendisi ve mimar kimliği Doğu ve Batı toplumlarında farklı zamanlarda ayrışmıştır. Doğu ve Batı dünyasında mimar-mühendis ayrımı uzun yıllar yapılmamış, mimar tüm yapı işlerinden sorumlu kişi anlamına gelmiştir. Latince “architect” mimar, “architector” inşa etmek, icat etmek, “architectus” ise mimar, kalfa anlamlarına gelmektedir (Alova,2013: 53). Batı literatüründe mühendis tanımına baktığımızda ise bu sözcüğünün kökeni üzerinden bir tanımlama ile karşılaşmaktayız. Mühendislik tanımı yaratıcılık ile bağdaştırılmış ve “engine” kelimesinden türemiştir. Motor, lokomotif, makine gibi kavramlar “engine” ile açıklanmıştır (Redhouse, 2012: 418). Uygulama esaslı bir tanım söz konusudur. Başlangıçta askeri mühendisliği ifade etmek için kullanılan bu sözcük zaman içerisinde askeri olmayan mühendisliği anlatmış ve “civil engineer” şeklinde adlandırılmıştır.
Türkçe’de mimar kelimesi Arapça umr kökünden gelmekte yani imar faaliyeti üzerinden bir tanım yapılmaktadır. Hendese/geometri ilminin etimolojik çözümlemesi de Doğu toplumunda mimar ve mühendisin geometri ilmi ile ilişkisi hakkında ipuçları sunmaktadır. Hindâz’dan türeyen hendese sözcüğünün kökeni endâzedir. Kıyas anlamına gelen endâze ise altmış santimetrelik bir ölçüdür (Devellioğlu,2013: 253). Risale-i Mi’mariye’de de hendesenin tanımı ölçmek ve oranlamak kavramlarıyla verilmiştir (Cafer Efendi, 2005: 21). Etimolojik olarak bu kelimenin Farsça’dan dilimize değişime uğrayarak geçtiği bilinmektedir. Farsça büyüklük, ölçü ve geometri kavramlarının karşılığı olan Andâze isminin Arapça’da başına h harfini alarak hendese kelimesine dönüştüğü, genellikle geometri ile uğraşanlara mühendis adı verildiği bilinir. Mühendis kelimesi, endâze kelimesinden türemiş, önce hendâz sonra hindâz şeklini almış, zamanla hendeze ve mühendiz kelimeleri Arapça terminolojisinde yer almıştır. Mi‘mâr ise inşaat
20
planlarını yapan ve bunların kurulmasına bakan sanatkâr şeklinde tanımlanmaktadır (Devellioğlu,2013: 754). Cafer Efendi tarafından 16. yüzyılda yazılmış olan Risale-i Mi‘mariyye adlı eserde mimar, şenlendirme ve bayındır hale getirmeden sorumlu kişi olarak tanımlanır (Cafer Efendi, 2005: 22). Bugünkü bayındırlığa dair işleri düşündüğümüzde mimarın iş tanımının Osmanlı’da ne kadar büyük olduğu açığa çıkmaktadır.
Mimar ve mühendis arasındaki ayrımın iki toplumda farklı zamanlarda gerçekleşmiş olması benimsedikleri episteme ile yakından ilişkilidir. Bilgi anlayışının dönüşümü ile Batı dünyası iki alan arasındaki ayrımı Osmanlı toplumuna göre daha erken fark etmiştir. Osmanlı’da mimar ve mühendis kimliğine dair özerk bir tanım yapılamaması ilim algısından kaynaklanmaktadır. Osmanlı, İslam bilginlerinin yapmış olduğu ilim tasnifini benimsemiş ve daha sonraki ilim sınıflandırmalarını bu tasnif üzerinden yapmıştır. Bu tasniflerde mimarlık ve mühendislik genel olarak geometri ilminin âmeli kısmı ile bağdaştırılmıştır. Âmeli geometriyi kullanan kişi eğer yapı ustası ise duvardaki doğru ve yüzeyleri inceler ve geometri sayesinde uygulamalı sanatın konusunu içeren maddi bir cisimde bulunan doğruları, yüzeyleri, dörtgenleri, daireleri ve üçgenleri zihinde tasavvur edebilir (Farabi, 2019: 28). Hem Orta Çağ İslam Dünyasında hem de Osmanlı’da uygulamalı geometrinin imgelem gücüne uygun olması geometrinin mimarlık ve mühendislik faaliyetlerinde önemli yer tutmasını sağlamıştır. Ameli geometri çözümlerde pratiklik taşıdığı için mimarlık- mühendislik âmeli geometrinin alt disiplini olarak görülmektedir. Osmanlı ve İslam Dünyasındaki mimarlık ve geometri ilişkisinin temelinde 12. yüzyılda Müslüman bilginlerin Antik Yunan’a ait matematik kitaplarını
21
Arapça’ya kazandırmaları yatmaktadır (Necipoğlu, 1995: 131). Bu anlamda aslında Osmanlı’daki hâkim mimar tanımı Vitruvius’un tanımından farklı değildir.2
Osmanlı Devleti’nin klasik dönemine ait inşaat/ mimari literatürünü oluşturan kaynaklar incelendiğinde yapılara dair kısıtlı dağarcık dikkat çekmektedir. Yazılı kaynaklar Osmanlı mimari terminolojisi hakkında bilgiler sunmaktadır. “Risale-i Mi‘mariyye” ve “Tezkiretü’l Bünyan” gibi yazılı kaynaklarda mimari çizimler için tasmim (tasarlama), resm gibi basit çizim teknikleri kullanılmıştır. Tasarımlar geometrik şekillerle verilmiş, aritmetik hesaplamalara yer verilmemiştir (Necipoğlu,1995:141). Osmanlı’da aritmetik bilgisi inşaatın keşf-i usûl denilen aşamasında kullanılmıştır. Genellikle binâ emini tarafında inşaat alanına dair masrafların tutarı, malzeme ve işçi ücreti gibi hesaplamalarda aritmetikten yararlanılmıştır. Klasik dönemde aritmetiğin, Osmanlı inşaat faaliyetlerinde genel olarak kullanım alanı sınırlı olmuştur. Ancak mühendislik eğitiminde okutulan eserlerin içeriğinde de keşf-i usûl yöntemine yer verilmesi aritmetiğin Batılılaşma dönemi eğitim reformları neticesinde kullanımının arttığını göstermektedir.
Osmanlı yapı faaliyetlerini üstlenen Hassa Mimarlar Ocağı’ndaki mimarların görev tanımlarına dahi bakıldığında mühendislik hizmetlerini üstlendikleri görülmektedir. Osmanlı inşa faaliyetlerini yürüten teknik elemanlar olan Hassa mimarlarının kale, köprü, gemi inşası yaptıklarına dair birçok arşiv belgesi bulunmaktadır. Mimar Sinan’ın seferler sırasında gemi ve köprü inşa etmesi Osmanlı’da mimar-mühendis ayrımının gerçekleşmediğini göstermektedir. Donanma inşası ve bu inşaya dair malzemenin temini işlemi hassa mimarları tarafından yapılmaktadır. Öte yandan buharlı gemilerin keşfine kadar gemi limanlarının inşasında görevli kişiler
2 Vitruvius (2005), mimarlıkta geometrinin önemine vurgu yapar. Cetvel ve pergel kullanarak uygun tasarımlar geometri sayesinde yapılabilir.
22
mimarlar olmuştur (Cezar, 1971: 60-61). Süreç içerisinde askerliğe dair atılacak olan yenilikçi adımlardaki teknik konularda yabancılardan yararlanma girişimi mimar mühendis ayrımında önem taşımaktadır. Bu sayede Osmanlı’da 18. yüzyılın sonu 19. yüzyılın başı itibariyle yabancı mimar ve mühendislerin görülmesiyle birlikte mimarın üzerinden mühendislik işleri alınmıştır. Açılan yeni okullarda askerlerden mühendislik işlerinin de yapılması istenmiş, eğitim bu doğrultuda verilmiştir. Mühendishanelerde askeri yapıların inşası için verilen eğitim inşaat mühendisliği eğitimini de barındırmaktadır. Zaman içerisinde sivil mekteplerin kuruluşu da mimar- mühendis ayrımında önem taşımaktadır.
Batı’da ise dönüşen bilgi neticesinde tasarım ve inşaat arasındaki bağ (yani mimarlık- mühendislik) Rönesans döneminden itibaren ayrışmaya başlamıştır. Rönesans öncesi dönemde bir yapının tasarımı yani mimarisi ve inşaatı arasındaki bağ oldukça güçlüdür. Rönesans döneminde mimar ve mühendis arasındaki ayrım ortaya çıkmaya başlamış, bu dönemde Avrupa’daki bazı teorisyenler mimarlık ve mekanik arasındaki bağı zayıflatarak mimarlığı daha statülü bir konuma getirmiştir (Akyürek, 2013: 57). Öte yandan 17. yüzyıl itibariyle Avrupa mimarisinde matematik büyük rol oynamıştır. 17. yüzyılın en parlak geometricisi, mühendis Girard Desargues (1593-1662), inşaat için genel bir geometrik bilim kurmaya çalışmıştır (Pérez- Gomez,1983: 97). Bütün bu gelişmeler neticesinde inşaat mühendisliği kimliği belirmeye başlamış ve inşaat mühendisliği tarihçesi Batı tarafından yazılmıştır.
İnşaat mühendisliği; barajlar, köprüler, su kemerleri, kanallar, otoyollar, enerji santralleri, kanalizasyon sistemleri ve diğer altyapılar gibi yapısal işleri tasarlama ve
23
yürütme işi olarak tanımlanır.3 18.yy’da ortaya çıkan bu terim, bu mesleği askeri mühendislikten ayırmak için kullanılmıştır. Ancak İlkçağ ve Orta Çağlarda bazı inşaat mühendisliği çalışmaları yapılmıştır. Roma’da hamamlar, yollar, köprüler, su kemerleri, Flaman kanalları, Fransız Gotik katedralleri örnekleriyle eski zamanlarda karşılaşılmış olsa da inşaat mühendisliği ismi örnekleri kadar eski değildir. İnşaat mühendisliğinin ayrı bir disiplin olarak başlangıç tarihi Batı dünyası için kesin bir şekilde belirlenmiş olsa da bu tarih şüphelidir.
Batılı kaynaklar genel itibariyle bu alandaki çalışmaların başlangıç tarihini Fransa’da 1716’da Köprü ve Otoyol Kolordusu’nun kuruluşu olarak gösterir. Kolordu ismi 1747 yılında okul ismini almış, bu okulun öğretmenleri malzeme bilimi, makinelerin ve hidroliklerin mekaniği üzerine kitaplar yazmışlardır. Tasarım ve hesaplama, pratik kural ve ampirik formüllerin yerini almış ve uzman bilgisi kodlanıp formüle edildikçe, askeri olmayan mühendis sahnenin önüne geçmiştir. Britanya’da bir değirmenci olarak başlayan James Brindley yüzyılın en önde gelen kanal tasarımcısı olmuş, Thomas Telford bir taş ustası iken İngiltere’nin önde gelen karayolu yapımcısı olmuştur. Bir alet yapımcısı olan John Smeaton ise kendisine ilk inşaat mühendisi diyen kişidir. Onun Eddystone Deniz Feneri (1756–59) tasarımı ise zanaatkâr deneyimine dayanmaktadır. Bu durum aslında inşaat mühendisliğinde ortaya çıkan gelişmelerin de ustalık geleneğinin bir sonucu olduğunu göstermektedir. Zaman içerisinde Smeaton’un çalışmaları ve hizmetleri kabul görmeye başlamış ve kapsamlı araştırmalarla desteklenmiştir. Smeaton 1771'de İnşaat Mühendisleri Derneği'ni (şimdi Smeatonian Topluluğu olarak biliniyor) kurmuştur. Amacını kanallar, demiryolları gibi büyük bayındırlık işlerinin inşası için deneyimli
3İnşaat mühendisliğinin tarihçesi ile ilgili verilen bilgiler için https://www.britannica.com/technology/civil-engineering/Construction adresindeki “Civil Engineer” maddesinin çevirisi yapılmıştır.
24
mühendisleri, girişimcileri ve avukatları bir araya getirmek ve onların planlarını, projelerini uygulamak için gerekli olan parlamenter yetkiyi güvence altına almak olarak belirlemiştir. Toplantıları parlamento oturumları sırasında yapılan derneğin bu geleneği bugüne kadar devam etmiştir. Tüm bunlar devlet tarafından da destek gördüklerini, kendilerini bir ekip olarak kabul ettirdiklerini ve resmiyet kazandıklarını gösterir. Zaman içerisinde inşaat mühendisliği eğitiminde de gelişmeler yaşanmaya başlamıştır. Ecole Polytechnique 1794'te Paris'te ve Bauakademie 1799'da Berlin'de kurulmuştur. Bilimsel çalışma ve deneyim alışverişi 1818’de bir grubun “İnşaat Mühendisleri Enstitüsü”nü kurmasına yol açmış, kurucular birbirlerinden bir şeyler öğrenmeye başlamışlardır. 19.yy’ın ortalarına gelindiğinde Avrupa ve Amerika’da inşaat mühendisliği toplulukları kurulmuştur. Sonraki yüzyıllarda ise neredeyse dünyanın her ülkesinde benzer topluluklar ortaya çıkmıştır. İnşaat mühendisliğindeki formel eğitim İngiltere ve Almanya öncülüğünde diğer ülkelerde de yaygınlaşmıştır. Büyük Britanya geleneksel klasik eğitimine devam etmiş ve yeni disiplinleri kucaklamak konusunda isteksiz davranmıştır. 1826’da Londra’da kurulan University College, geniş bir akademik çalışma yelpazesi sağlamış ve mekanik felsefe dersi vermiştir. Londra'daki King's College ilk kez 1838’de inşaat mühendisliği öğrenimini vermiş ve 1840’ta Queen Victoria, İskoçya'daki Glasgow Üniversitesi'nde ilk inşaat mühendisliği ve mekanik kürsüsünü kurmuştur. 1824'te kurulan Rensselaer Polytechnic Institute, Amerika Birleşik Devletleri'nde inşaat mühendisliği alanındaki ilk dersleri vermiştir. Dünya genelinde inşaat mühendisliğinin dâhil olduğu mühendislik fakültelerinin sayısı 19. ve 20. yüzyılın başlarında hızla artmıştır.
25
İKİNCİ BÖLÜM
KLASİK DÖNEM OSMANLI İNŞAAT TEKNOLOJİSİ
Bizans sınırlarında 14. yüzyılın başlarında küçük bir beylik kuran Osmanlılar, iki yüz yıldan daha kısa bir sürede Balkanlar’dan Anadolu’ya, Orta Doğu’dan Kuzey Afrika’ya kadar geniş bir alana yayılmıştır. Yayıldığı bu topraklarda Osmanlı, birçok toplulukla karşılaşmış, böylelikle beylik farklı dinsel, ekonomik, etnik ve siyasi yapılara sahip bir imparatorluk halini almıştır. Bunun neticesinde Osmanlı ve karşılaştığı topluluklar arasında etkileşim yaşanmıştır. Osmanlı siyasi tarihine dair yapılan araştırmalar, bir imparatorluk halini alan Osmanlı’nın, hakimiyeti altına aldığı topraklardaki topluluklara karşı esnek bir yaklaşım benimsediğini göstermektedir (Acun, 2002: 255). Bu yaklaşım idare ile sınırlı kalmamış, yapılara da yansımıştır. Böylelikle Osmanlı, hakimiyeti altına aldığı şehirleri geliştirmeye ve yeniden inşa etmeye çalışmıştır. Osmanlı şehirlerinden tarihsel olarak çokça söz edilmesine rağmen bu şehirlerin imar faaliyetleri ve inşasında kullanılan teknikler ile bu faaliyetleri ve teknikleri uygulayan özneler birincil konu olmamıştır. Daha çok şehirlerin tarihi araştırılarak, dönemin teknolojisi, mimar ve mühendislerin rolü göz ardı edilmiştir.
Klasik dönem Osmanlı inşaat teknolojisini araştırdığımız bu bölümde, Osmanlı’nın şehir inşasında kullandığı yöntemler temel alınarak fethettiği şehirlerin imar ve inşa faaliyetlerini nasıl gerçekleştirdiği, bu faaliyetlerde etkili mimar ve mühendis profili, dönemin eğitim kurumu ve inşaat pratikleri bağlamında araştırma yapılmıştır.
26
2.1. Klasik Dönem İmar Faaliyetleri
14. yüzyılda küçük bir beylik olarak ortaya çıkan Osmanlılar, izlemiş oldukları fetih politikasıyla geniş sınırlara ulaşmış, Osmanlı Devleti bu sınırlarda şehir inşasının da dahil olduğu birtakım politikalar izlemiştir. Osmanlı’da şehirleşme faaliyetleri uygarlaşma ve medenileşme anlamına gelen “temeddün” ve umrân sözcüğünden türeyen bayındırlık işlerini ifade eden “imâret” ile şekillenmiştir. Temeddün Osmanlı’nın yapı kültürüne yönelik girişimleri açıklamakta, imaret ise imarın yanı sıra iskânı da içermekte böylelikle nüfusu, yerleşimi de barındırmaktadır. Kavram olarak imaret, külliyenin içerisinde yapılan bağımsız yapı grubunu yani, mektep, medrese, kütüphane, aşevi gibi yapılardan biri ya da birkaçını barındırmaktadır. İmarete dair bu kavramsallaşmada Sinan döneminde yapılan külliyelerin büyük etkisi olmuştur (Necipoğlu, 2017:91).
Osmanlı şehir tarihine dair yapılan çalışmalar genellikle Arap vilayetlerine yönelik olmuş, Balkan ve Anadolu şehirleri daha az araştırma konusu olmuştur. “İslam şehri” nosyonunu merkeze alarak yapılan araştırmalar ise “Osmanlı” unsurunun göz ardı edilmesine neden olmuştur (Acun,2002: 255). Osmanlı fethettiği şehirlere yönelik tutarlı bir politika izlese de hakimiyetinin yayıldığı kutsal topraklardaki şehirlerin imar ve inşasına gösterdiği özeni anlatan birçok belge bulunmaktadır. Osmanlı’nın hâkimiyeti altına aldığı topraklarda uygulanan politikalar Aşıkpaşazade ve Neşri tarihinde yer alan bilgiler dahilinde birkaç başlık altında toplanabilir. Fethettiği bölgenin halkının yaşadığı toprakları terk etmemesi yönündeki ısrarcı tavrı, dini ibadetler için yeni inşaat faaliyetleri ve restorasyon işleri, vakfiyeler aracılığıyla şehirdeki altyapıyı düzenleme girişimleri, şehirleri daha güvenli bir hale getirmek maksadıyla uyguladığı imar planları Osmanlı’nın bu konudaki politikalarına dair genel bir manzara çizmektedir. Tarihi kaynaklar Sultan Murad Han’ın, Ergene Köprüsü’nü inşa etme nedenini, bölgedeki güvensizliği ortadan
27
kaldırma maksatlı olduğunu göstermektedir. Ergene köprüsünün inşa edileceği yerde birtakım güvenlik problemlerinin olması o bölgenin imara açılmasını gerekli kılmış bunun neticesinde Ergene Köprüsü yapılarak bölge bayındır hale getirilmiş, bölgenin halkı vergiden muaf tutulmuştur.
“Anı beyân ider kim Sultân Murâd Han-ı Gazi Ergine köprisini yapıcak ne sûret-ilen yapdı. Anı bildürür: Bu Ergine köprüsinün yiri evvel ormanlık idi. Çamur ve çökek-idi ve harâmîler turagıy ıdı. Hiç vakt olmayayadı kim anda harâmîler adam öldürmeyeyidi. Sultân Murâd Han-ı Gazi hazîne-y-ile meblağlar hare itdi. Ol ormanları kırdurdı, pâk itdürdi. Ol arada bir 'âlî birıâ-y-ıla köpri yapdurdı. Ve köprinün iki başını ma'mûr itdi ve şehri yapdı. Câmi' ve 'imâret eyledi. Hamâm ve bâzârlar yapdurdı ve 'imâretinde gelen giden müsâfirlere ziyâfetler iderler ve ni'metler bişürüp yidürürler. Ol vaktin kim 'imâret yörüdi. Sultân Murâd kendüsi Edrene'den 'ulemâyı ve fukarâyı aldı; ol 'imârete vardı. Bir niçe gün ziyâfetler itdi, filoriler ve akçalar üleşdürdi. Evvel ta'âm bişdügi gün kendüsi mübarek eli-yilen fukarâya virdi ve çırağın kendü yakdı ve yapan mi'mârma hil'at geyürdi ve 'atâlar itdi ve çiftlikler virdi. Ol şehrün halkını cemî' 'avârızdan mu'âf ve müsellem itdi.” (Aşıkpaşazade, 2003: 455).
Vergi muafiyeti sadece Murad Han ile sınırlı kalmamış, yapıların ve şehirlerin inşası sonrasında birçok hükümdar vergi muafiyeti sağlamıştır. Üç numaralı mühimme defterinde Eskiil kadısına gönderilen bir hükümde; Konya ve Ereğli arasında bir köy kurulması, bu köyde cami, hamam ve han inşa ettirilmesi, ancak halkın vergiden muaf olması emredilmiştir (MD,1993: 442). Bu konuda karşılaştığımız bir başka örnek ise Fatih Sultan Mehmed tarafından fethedilen İstanbul’da görülmektedir. Fatih Sultan, İstanbul’u fethettikten sonra bu şehrin iskân politikasını sağlamak üzere birkaç girişimde bulunmuştur. Bu girişimlerden biri halkın İstanbul’a geri dönmesini sağlamak, böylelikle
28
burada belli bir nüfusa erişmektir. Bu sebeple devlet nüfuslandırma politikası izlemiş, şehre geri dönenlerden toplanacak olan “mukataa”4 adı verilen vergiden feragat etmiştir.
“Anı beyân ider kim bu İstanbul ki alındı şehr harâb olundı; girü ne sûret-ilen ma'mûr olundı, anı bildürür: Sultân Muhammed Han-ı Gazi kim İstanbul'ı feth itdi subaşılığını kulu Süleymân Beg'e virdi ve cemî' vilâyetlerine kullar göndürdi kim: "Hâtırı olan gelsün, İstanbol'da evler, bâglar ve bâgçeler milklige virdüm, gelüp tutsun." didi. Ve etrâfdan her kim ki geldiyse evlerden virdiler. Bu şehr bu vech-ile hayli ma'mûr olmadı. Andan sonra pâdişâh hükm itdi kim her vilâyetden agniyâlardan ve fukarâlardan evler süreler. Her vilâyetün kadılarına ve subaşılarına hükm ile kullar göndürdiler, anlar dahi hükm mûcebince mübâlaga evler sürüp İstanbul'a getürdiler. Ve bu gelen halka dahi evlerden virdiler. Bu kez bu şehir ma'mûr olmağa sûret tutdı. Ve andan sonra bu halâyıka virdükleri evlere mukâta'a vaz' itdiler. Bu nesne bu halka güc geldi. Eyitdiler kim: "Bizi latîf emlâklerümüzden sürdünüz getürdünüz; bu küffârlarun evlerine kiri virmek-içün mi getürdünüz. Kula Şâhin dirlerdi. Sultân Muhammed'ün atasından dedesinden kalmış bir kulı vardı. Pâdişâha eydür: "Hey devletlü sultânum! Atân deden bunca memleketler feth itdiler, hiçbirinden mukâta'a vaz' itmediler. Sultânuma lâyık degüldür." didi. Pâdişâh dahi anun bu sözin kabûl itdi, mukâta'ı bağışladı. Yine yini hüküm buyurdı: "Her ev ki virürsiz milklige virdüm." didi. Andan sonra her virilen
4 Mukataanın iki farklı sözlük anlamı bulunmaktadır: -Muayyen bir kira karşılığında arazinin birine bırakılması. -Bağ, bahçe gibi arsa haline getirilen ekim toprağı için verilen vergi.
29
evlere mektûb virdiler, milkiyyete tasarruf itdiler. Bu vech-ile olıcak şehir dahi ma'mûr olmağa başladı.” (Aşıkpaşazade,2003: 488).
Fatih Sultan Mehmed’in, İstanbul’u aldıktan sonra izlediği diğer imar politikalarının başında saray, kale, hamam inşası ve şehre su temini bulunmaktadır. Şehrin inşasında çalışan esirlerin yevmiyelerinin artırılarak imar işlerinin hızlandırılmasını amaçlamıştır (Kritovulos, 2013: 119-131). Fatih’in kentin imarında izleyeceği yola dair genel bilgi 1463 tarihli Ayasofya Vakfiyesi’nde yer almaktadır. Vakfiye, saray inşasıyla bizzat kendisinin ilgilendiğini göstermekte ve Bizans’tan kalan birçok kilisenin camiye dönüştürülmesi gerektiğinin bilgisini vermektedir. İstanbul’un bir İslam şehri niteliği kazanması amacında olduğu görülmektedir. Tarihi kaynaklar aracılığıyla ulaştığımız imar ve iskân politikaları Osmanlı’nın hem toplumsal hem de fiziksel bir imar faaliyeti içinde bulunduğunu göstermektedir.
Sultan Süleyman’ın, II. Selim’in ve III. Murad’ın hamisi olarak tasarlanan yapı grubu özellikle başkentteki imar faaliyetlerinin ne yönde şekillendiğini göstermektedir. Sultan Süleyman döneminde en prestijli yapıt olan Süleymaniye Külliyesi’nin yanı sıra imar faaliyetleri büyük oranda kutsal topraklara yönelik olmuştur. Hac görevinin daha konforlu bir şekilde yapılmasını sağlamak maksadıyla Şam’dan ve Kahire’den yola çıkan hacılar için su depoları ve kervansaraylar içeren külliyeler yapılmıştır. Mekke, Medine ve Kabe’de yapılan onarımlar ve özellikle Kabe’nin tamiri bahsi geçen üç sultan döneminde de karşılaşılan inşaat faaliyetleri arasındadır (Necipoğlu, 2017:256). Sultan Süleyman Dönemi’nde rastladığımız 1565 tarihli Su Vakfiyesi, Süleyman zamanında tamir ettirilen Kırkçeşme su tesislerinin, İstanbul’un su kapasitesini artırdığı ve böylelikle su sorununa çözüm ürettiği bilgisini vermektedir (Aktaran: Ateş, 1983: s.13-14). Osmanlı tarihçilerinin II. Selim’e atfettiği inşaat faaliyetlerinin büyük bir bölümünü yarım kalmış yapıların tamamlanması, yapılara eklerin yapılması ve onarım işleri oluşturmaktadır. III. Murad’ın yapı faaliyetlerinin temel odağı ise Kabe’ye yöneliktir. Üç sultan dönemine
30
şahitlik eden Mimar Sinan bu sultanların yapılarını tasarlamıştır. Bu bakımdan padişahların ardıllığı düşünüldüğünde dönemlerinde başlatılan yapılara ömürleri yetmezse dahi o yapıyı tasarlayan mimarın aynı olması yapının aynı planda tamamlanmasını mümkün kılmıştır.
Osmanlı İmparatorluğu’nda yukarıda genel bir şekilde serimlenen imar faaliyetlerinin maddi olarak nasıl karşılandığı sorusu da cevaplanmalıdır. Bu sorunun cevabı devletin yönetim şeklinden bağımsız değildir. Osmanlı İmparatorluğu’nun sahip olduğu geleneksel yapı, biçimsel olarak modern devlet sisteminden farklıdır. Weber’in patrimonyal olarak tanımladığı bu yapının gelenekselliği devletin tüm kurumlarına sirayet etmiştir. Nizâm-ı Alem olarak adlandırılan hâkim ideoloji de bu yapıyı beslemiş Osmanlı Devleti’nin hukuki, toplumsal, iktisadi ve kültürel hayatı bu ideolojiye bağlı olarak şekillenmiştir. Bu sebeple imar faaliyetlerinin ve şehirlerin inşasının Osmanlı’da nasıl gerçekleştiği sorusu devletin yönetim felsefesi ile açıklanmalıdır.
İmar sistemindeki ana etmen devlet yapısı ve toplum düzeni neticesinde ortaya çıkan toprak sistemidir. Osmanlı toprak hukuku üç farklı statüdeki arazi ile açıklanmaktadır. Mülk statüsünde olan topraklar haraç ve öşür arazisi iken, toprak sisteminin büyük bir bölümünü devlet muhafazası altında olan mirî araziler oluşturmaktadır (Küçükkalay, 2022: 202). Muhafazası devlete ait olan bu arazilerin kullanım hakkından devlet görevlileri yararlanmaktadır. Kişilere verilen arazi ise dirlik olarak adlandırılmaktadır. Dirlik araziler bir takım hukuki esaslara bağlı olarak sınıflandırılmışlardır (Bayrakçı, 1990). Geliri ölçü alan bu sınıflandırma sistemi tımar, zeamet ve has şeklinde küçük gelirden büyük gelir ölçeğine göre bir sınıflandırmaya tabi tutulmuştur. Devlet yapısından bağımsız olmayan toprak rejimindeki egemen güç ise devlet yapısındaki otorite ile aynı öznedir. Bu sebeple Osmanlı İmparatorluğu’nda ülke toprakları, devletin gücü ve toplumun varlığının simgesi olan hükümdara aittir. Bu
31
bağlamda Osmanlı devlet ve toplum yapısından bağımsız olmayan imar hareketlerinin işleyiş biçimindeki etkili aktörlerin kim olduğu tahmin edilebilir.
Klasik dönem Osmanlı Devleti’nin ekonomideki temel dayanağı tarımdır. Bu sebeple imar faaliyetlerindeki bütçenin büyük bir bölümü de tarım alanlarından sağlanmaktadır (Cezar,1985: 322). İmar faaliyetlerinin nasıl yürütüldüğünü anlayabilmek için Osmanlı devlet bütçesinden imar faaliyeti için ne kadar bütçenin ayrıldığını saptamak gerekir. Ancak Osmanlı bütçesinin büyük bir kısmının askeri harcamalar için kullanıldığı bilinmektedir. Ömer Lütfi Barkan (1953: 240), Osmanlı gibi mutlakiyetçi bir idare rejiminde, bütçenin milli hâkimiyet ve murakabe5 esasına dayalı olan modern devletlerdeki ruha erişemediğini belirtir. Eldeki bütçe örnekleri Osmanlı bütçesinin üç farklı hususiyette olduğunu göstermektedir. Klasik anlayışa göre hükümetin yapabileceği masraflar bütçeler dahilinde hazırlanmıştır. Hazırlanan bütçe devletin kurumlarının israfa gidecek harcamalara yol açmasını önlemiştir. İkinci bir hususiyet ise, genel masraflar için hazırlanan bütçelerdir. Genel masraflar içerisinde kapıkulu ocakları, tersane, kale muhafazası, yolların köprülerin inşası gibi kamu hizmetine ilişkin harcamalar bulunmaktadır. Bu harcamalar devlet bütçesinden değil, padişahların, devlet büyüklerinin kendi bütçesinden karşılanmaktadır. Üçüncü hususiyet ise belli bir alana dair harcamaları içermeyen birbirinden farklı harcamalar için hazırlanmış olan bütçe örneklerini kapsamaktadır (Barkan, 1953: 241, 242, 248). İkinci hususiyete göre imar işleri padişahlar ve kişiler dahilinde gerçekleşmektedir. O halde padişahların ve kişilerin imar faaliyetlerinde kullandıkları mali kaynağın ne olduğu sorunsalı ortaya çıkmaktadır. Bu sorunsal ise Osmanlı maliye yapısı bağlamında açıklanmalıdır. Osmanlı hazinesi Enderun
5 Sözlük anlamıyla bakma, gözetme, gözetim altında bulundurma (Devellioğlu, 2013:798). Allah’ın kulu sürekli gözetimi altında tuttuğu manasındaki tasavvufi terim (Uludağ, 2020:204).
32
adı verilen iç hazine ve dış hazine olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Padişaha ait olduğu kabul edilen eyaletlerin gelirleri, ganimetler, yabancı devletlerin gönderdiği hediyeler iç hazineye aktarılmaktadır. Padişahlara dair masraflar iç hazineden karşılanmaktadır (Uzunçarşılı,1978: 74). O halde iç hazine padişahların imar faaliyetleri için kullanılan bir kaynak olmuştur. Padişahlara ait inşaat masraflarının hazineden karşılanması inşaatın devlete ait bir yapı mı yoksa kişisel bir yapı mı olduğu sorusunu akla getirmektedir. Ancak devletin “mülk” olarak görüldüğü Osmanlı’da yapının bireyselliğine ya da kamusallığına dair bir tartışma yapılması bir anlam taşımamaktadır.
Osmanlı klasik düzeninde padişahların imar faaliyetleri dışında bireysel imar faaliyetleri de bulunmaktadır. Bireysel imar ve inşa faaliyetlerinin gerçekleşmesini sağlayan etmenler arasında hayır işleme düşüncesi ve kendisinden sonraki nesillere gelir kaynağı bırakma düşüncesi yatmaktadır. Bu sebepler Osmanlı’da şahsi imar faaliyetlerini teşvik etmektedir (Cezar, 1985: 335). Osmanlı İmparatorluğu’ndaki yapı faaliyetlerinin büyük bir bölümü vakıf sistemi içerisinde gerçekleşmiştir. Devletin sosyal sistemi olan vakıf sistemi, ebedi olarak bir mülkün kamu için tahsis edilmesidir (Bayartan, 2008: 157). Öyle görünüyor ki ebedilik ilkesi hem vakıf kuruluşlarının devamlılığı hem de vakıf yöneticilerinin gelirlerden yararlanma konusunda avantaj sağlamaktadır. Bu bağlamda vakıflar bir nevi maddi garanti olanakları olarak da görülmektedir. Çünkü vakıflara dair yapılan binalar vakıf kurucularının mallarının kullanım hakkının kendisinden sonraki nesillere yani varislerine kalmasını sağlamaktadır (Kuban, 2007:357).
Klasik dönemde yapı faaliyetlerinde bir standartlaşma çabası da görülmektedir. Yapıların belli kurallar dâhilinde yapılması, mimar ve mühendislerin bu konuda bir standart yakalamasının gerekliliği Roma döneminden itibaren dile getirilmiştir. Vitruvius, bina tasarımında toplumun durumunun hesaba katılmasını ve bir mimarın övülmesi için topluma uygun tasarımlar yapmış olmasının gerekliliğini savunmuştur (Vitruvius, 2005: 10). Böyle bir uygunluk kaygısının klasik dönemde de yaşandığı görülmektedir. Arşiv
33
belgeleri ışığında ulaştığımız bilgiler, böyle bir çabanın olduğunu ve yapıların bu bağlamda denetiminin yapıldığını göstermektedir. 18. yüzyılın başında İstanbul’da bulunan bir Ermeni yazar, Mouradgea d’Ohsson, İstanbul’da bulunduğu süre içerisinde yaptığı gözlemlerde Osmanlı evlerinin yüksekliğinin kanunlarla belirlendiği, bu yüksekliğin Müslümanların kullandığı evler için 12 zira, gayrimüslimler için ise 10 zira yükseklikte olduğunun bilgisini vermektedir. Bu kuralların nedeni hem yangın tehlikesi hem de kamusal yapıları görünür kılmak olduğunu söylemektedir (Aktaran: Necipoğlu, 2017: 156).
Beş numaralı mühimme defteri, İstanbul kadısına Balat dışında inşa edilen kilisenin padişahın emriyle kilitlendiği bilgisini vermektedir. Bir evin üstüne inşa edilen bu kilise etraftaki evlerden daha yüksektir. Bu sebeple bu kilisenin yıkılarak etraftaki evlerle aynı seviyeye indirilmesi için emir verilmiştir (MD, 1994: 57).
1565 tarihli bir başka ferman ise; Edirne kadısı ve bostan başıcısına gönderilmiştir. Bu fermanda; Arda ve Meriç nehirlerinin kenarındaki arsa sahiplerinin bahçelerini genişletmek maksadıyla nehir yatağını değiştirip su yolunu bozdukları ve köprü başını harap ettikleri için uyarılmasını ve nehir yatağının eski haline getirilmesini emretmektedir (MD,1994: 57-58). Klasik dönemde devlet, yapıların standartlaşması için müdahale de bulunmuş olsa da buna dair Batılılaşma döneminde olduğu gibi bir nizamname ile karşılaşılamamıştır. Ancak belgeler devletin haberdar olduğu standart dışı yapılara müdahale ettiğinin bilgisini vermektedir.
2.2 Klasik Dönem İnşaat Faaliyetlerindeki Özneler
Tarihsel süreçte yapı faaliyetleri ve bu faaliyetlerde rol alan özneler, dönemlerin ve toplumların dinamiklerinden etkilenmiştir. Dönemin iktidarları, toplumun sosyal
34
durumu, ekonomik yeterlilik, bilim ve teknoloji gibi etmenler yapıların şekillenmesinde ve öznelerin çalışma şekillerinde etkili olmuştur. Klasik dönem Osmanlı Devleti’nde inşaat faaliyetlerinde rol alan özneler ve bu faaliyetlerden sorumlu olan kurumda da aynı etkiler görülmektedir. Bu bakımdan klasik dönem yapı faaliyetlerindeki mimarın ve kurumun çalışma şekilleri, dönemin iktidarından, toplumun yapılanmasından ve ekonomik yeterlilikten bağımsız düşünülmemelidir.
Klasik dönem yapılarını inşa eden birçok mimar ve mühendis ismiyle karşılaşılmış olunsa da bu dönemi bir mimar ve bir kurum bağlamında değerlendirmek dönemin inşaat faaliyetlerine dair en genel manzarayı çizmektedir. Mimar Sinan ve Hassa Mimarlar Ocağı’nı merkeze alan bir araştırma klasik dönem inşaat faaliyetlerini birçok boyutuyla açıklayabilmektedir. Bu bağlamda bu bölümde mimarbaşı Sinan’ın inşaat faaliyetlerindeki rolüne ve bir kurum olan Hassa Mimarlar Ocağı’nın inşaat faaliyetlerinin her aşamasında göstermiş olduğu tavrına yer verilmiştir. İmparatorluğun yayıldığı coğrafyanın, toplumsal hiyerarşinin ve Osmanlı kimliğinin bahsi geçen mimar ve kurumun faaliyetlerindeki etkisi saptanmıştır.
2.2.1. Mühendis- Mimar Sinan
16. yüzyılda geniş bir coğrafyaya yayılan Osmanlı İmparatorluğu’nu mimar ve yapı bağlamında tanımlamak istersek hiç kuşkusuz Mimar Sinan ve Süleymaniye başta gelir. 1539-1588 yılları, Hassa Mimarlar Ocağı’nda mimarbaşı olarak görev yapan Mimar Sinan’ın (1490-1588) üretkenliği ve göstermiş olduğu özgün tavrı neticesinde Osmanlı yapı faaliyetlerinin klasik dönemi olarak tanımlanmıştır. Kendine özgü üslûbu ile imparatorluğun yayılmış olduğu topraklarda kalıcı izler bırakmış, modern çağ öncesi -klasik dönem- İslam Dünyası’nın en tanınmış mimarı olmuştur. Sinan’ın, eserleri ve
35
kimliğine dair yazılanlar onun Türk-İslam ve dünya mimarlık tarihindeki yerinin saptanması sorunsalını beraberinde getirmiştir. Böyle bir sorunsalın oluşma nedeni, Türk kültür ve mimarlık tarihine dair kapsayıcı bir çalışma yapılmamış olmasından kaynaklanmaktadır. Sinan’la alakalı bir başka sorunsal ise onun bilim ve teknoloji tarihindeki yerinin saptanmasına yöneliktir. Bu sorunsal ise dönemin mimarlık tarihi yazımının kısıtlılığı ile alakalıdır. Sinan’ın biyografisini okuduğumuz Tezkiret’ül Bünyan, onun yapılarda kullandığı tekniği anlayabilmemiz için oldukça zayıf bir eser olduğundan, Sinan’ın yapı tekniğini bilimsel ve teknolojik boyutta değerlendirme imkânı sunmamaktadır. Böylesi bir imkânsızlık Sinan’ın bilim ve inşaat teknolojisi tarihindeki yerinin saptanmasını zorlaştırmaktadır. Sinan’ın günümüze ulaşmış yapıtlarının mimar ve mühendisler tarafından incelenmesi ve güncel bir mimarlık tarihi yazımının gerçekleşmesiyle onun eserlerinin bilimsel ve teknolojik boyutu saptanabilmektedir. Bu bakımdan Sinan’ın bilim ve teknoloji tarihindeki yeri döneminin yazılı kaynakları ile değil, günümüze ulaşan eserlerine dair yapılan güncel çalışmalar neticesinde ortaya çıkmıştır. Sinan’ın bilim ve teknoloji tarihindeki yerinin daha doğru saptanabilmesi için yaşadığı dönemi göz ardı etmeden yapıları üzerinde yapılmış güncel çalışmalara bakılması gerekmektedir.
Osmanlı İmparatorluğu’nun klasik dönemine dair anlatı imparatorluğun sahip olduğu topraklarla sınırlı kalmamalıdır. Halil İnalcık (1994), 16. yüzyılda Osmanlı Devleti’ni anlatırken bu anlatıyı jeopolitik bir bağlamla sınırlı tutmamış, dönemin mimarisi, Sokullu’nun kanal projesi gibi birçok farklı dinamikten söz etmiştir. Bu bağlamda Osmanlı klasik düzenini anlatırken yapı faaliyetlerine, yapı faaliyetlerini anlatırken de klasik düzeninin etkisine yer verilmelidir. Osmanlı Devleti’nde Sultan Süleyman (1520-1566), II. Selim (1566-1574) ve III. Murad (1574-1595) gibi üç büyük sultana hizmet eden Sinan, imparatorluğun birçok anlamda zirvede olduğu döneme
36
şahitlik etmiştir. Mesleğinin icrasında ise üç büyük hükümdarın etkisi hem doğrudan hem de dolaylı olarak görülmüştür.
14. yüzyılda küçük bir uç beyliği olarak tarih sahnesine çıkan Osmanoğulları, Anadolu’da ortaya çıkan her devlet gibi patrimonyal bir yapıya sahiptir. Devletin adını kurucusundan alması patrimonyal sistemin en belirgin etkisidir (İnalcık, 2021: 10). Uç beyliğinden, II. Mehmed’in (1432-1481) İstanbul’u fethiyle birlikte imparatorluğa evrilen Osmanlı’da sonraki hükümdarlar, toprakları korumaya ve genişletmeye yönelik politikalar izlemiştir. Böylelikle 16. yüzyıla gelindiğinde devletin, fetihlerde izlemiş olduğu dinamik yol, farklı dinsel, etnik ve kültürel unsurları yönetmedeki başarısı ve askeri sınıfın önemi gibi etmenlerle devlet rejimi merkeziyetçi bir yapıya bürünmüştür (İnalcık,1994: 11). Osmanlı’nın methiyecisi olan Talikzâde (1540-1606), Osmanlı sultanlarının diğer İslam hanedanlarından üstünlüğünü gösteren yirmi vasıf belirlemiştir. Bu vasıflar içerisinde imparatorluğun fethettiği şehirlerdeki imar ve inşa faaliyetlerine özellikle cami inşasına vurgu yapmıştır. Osmanlı padişahlarının Sünni- Hanefi kimlikleri ve “Haremeyn’iş- Şerifeyn’in Hâmisi” unvanları Sinan’ın döneminde tahtta olan hükümdarlar için sıkça vurgulanmıştır (Necipoğlu, 2017: 34-35). Hükümdarlara dair bu tanımlar elbette mimarinin cami merkezli olmasının önemli nedeni olmuştur. Bu mimarinin Osmanlı topraklarında biçimlenmesini sağlayan kişi ise Mimar Sinan’dır. Sinan ve meslektaşlarının inşa ettiği camiler padişahların hakimiyetlerinin temsili olmuş, Klasik Çağ’ın ruhuna uygun yeni bir mimari paradigma doğmuştur.
Klasik düzenin oluşturduğu yöneten -yönetilen ilişkisi, beraberinde sınıfsal farklılıkları getirmiştir. Klasik Osmanlı düzeni iki ayrı sınıftan oluşmaktadır. Vergiden muaf olan askeri grup içerisinde, ulema ve idari yöneticiler yer almaktadır. İkinci grup ise vergi ile sorumlu tutulan tüccar, zanaatkar ve köylülerden oluşmaktadır. Bu iki grup arasında ise yolları, köprüleri ve kaleleri onararak vergiden muaf tutulan bir ara grup bulunmaktadır (İnalcık, 2001). Klasik Osmanlı düzenindeki sınıfsal farklılar da
37
mimarinin bir temsil aracı olarak görülmesine zemin hazırlamıştır. Sinan’ın tasarladığı camilerin sınıflandırılması bu çağın sınıfsal farklılıklarıyla paralellik göstermektedir. Bu durumda Osmanlı yapıları, binadan çok daha öte anlamlar taşımaktadır. Bina ve yapılara Osmanlı hanedanına mensup kişilerin isimlerinin veriliyor oluşu ile 14. yüzyılda kurulan beyliğin adını kurucusundan alması aynı patrimonyal sistemin yansımasıdır.
İstanbul’un fethinin ardından padişahlar merkezi devlet yönetimini daha da güçlendirme ve kontrol altına alma ihtiyacı duymuşlardır. Merkezileşmenin neticeleri hanedan ailesine de yansımış, aile İstanbul’a yerleşmeye ve yaşam kalitesini artırıp lüks bir yaşam şeklini benimseye başlamıştır. Koçi Bey, Sultan Süleyman dönemindeki lüks yaşamı ve zararını şu şekilde açıklamaktadır:
“Bu devlet-i âliyyedeki şöhret ve süs gibi zararı bulaşıcı bir bid’at yoktur. Asker tâifesi, yüksek makam sâhipleri ve diğerleri ve başkaları elde ettikleri paraları, evlere, bağlara, köşklere ve samur kürklere ve süse verirler, lâzım gelse, iki hizmetkâr ile sefere çıkamazlar.” (Koçi Bey, 1972: 70).
İmparatorluktaki hiyerarşi, yapı faaliyetlerine de sızmış, mimari kültür içerisinde farklı statülerde yapılar özellikle camiler ortaya çıkmıştır. Sinan’ın yapı listesinin verildiği Tezkiret‘ül Ebniye adlı eser yapıların büyük bölümünün cami ve mescitten oluştuğunu göstermektedir (Sai Çelebi,2003: 115). Cami inşasındaki artışı farklı bağlamlarda da değerlendirmek gerekmektedir. Çünkü, I. Süleyman’ın izlediği politika ve cami inşasındaki artış arasında güçlü bir ilişkisellik bulunmaktır. İmparatorluk sınırlarının İslam’ın kutsal topraklarına erişmesiyle birlikte Süleyman, İslam Dünyasının önderliğini üstlenmeye yönelik tavırlar sergilemiştir (Deans, 1984: 48). Bu sebeple Süleyman, İslam coğrafyasında bu doğrultuda politikalar üretmiştir. Bu politikalardan cami inşasındaki artışı besleyen önemli faktör, onun döneminde Cuma namazının
38
Osmanlı’da zorunlu hale getirilmesidir. Ebusuud’a ait bir fetvada, bazı Müslüman köylerinde hiç cami bulunmadığı, köy halkının cuma namazı kılmadığı için Kadı’nın halkı bir mescit inşasına zorlaması gerekmez mi şeklindeki soru yer almaktadır. Bu soru beraberinde 1537-38 yılında imparatorluğun vilayetlerine bir emir gönderilmesiyle sonuçlanmıştır. Bu emre göre, bütün köylerin halkı cemaatle namaz kılmak için mescit inşa edecektir (Aktaran: Necipoğlu, 2017: 58). Cami inşasına dair verilen bu emir Sinan’ın mimarbaşılığı döneminde cami inşasının artma nedenidir. Cami inşasındaki artışın bir başka nedeni ise padişahların Hıristiyan topraklarındaki askeri zaferleriyle ilişkilidir. Bu zaferlerin somut göstergesi olan selatin camiler Avrupalı gözlemcilerin de söylemine yansımıştır. 1587 yılında Roma İmparatorluğu’nun Osmanlı devletine yolladığı elçi heyetinde bulunan Reinhold Lubenau Osmanlı şehirlerinde inşa edilen selâtin camileri şu şekilde ifade eder:
“İstanbul’da Ayasofya’ya ilaveten, yüksek tepelerde yapılmış olan dört selatin camisi bulunuyor. Sadece Hıristiyanlardan toprak fethetmiş padişahlara zafer anıtı olarak bu şehirde cami inşa etme izni var. Tüm bu camiler güzel mermerlerle ve ocaklardan çıkarılan taşlarla sanatkarane bir tarzda birleştirilmesiyle, muhteşem bir şekilde inşa edilmiş. Türkler konutlarına pek para harcamıyorlar ama camilerine, okullarına ve hamamlarına muazzam paralar sarf ediyorlar” (Lubenau, 2016: 454).
Klasik döneme dair yukarıda serimlenen genel panorama Mimar Sinan’ın mesleğini icrasında etkili olmuş, yapı faaliyetlerindeki çizgisi bu dönemin dinamiklerinden etkilenmiştir. Kendisi hakkındaki bilgiler günümüze beş farklı otobiyografi şeklinde ulaşmış olsa da Tezkiret’ül Bünyan ve yapı listesine ulaştığımız Tezkiterü’l Ebniye adlı eserler en bilinen çalışmalar olmuştur. Sinan ve Sai Çelebi arasında bir diyalog şeklinde kaleme alınan bu çalışmalarda teknik bilginin yetersizliği bu çalışmanın Sai Çelebi tarafından kaleme alındığı iddiasını güçlendirmektedir.
39
Tezkiret’ül Ebniye’deki yapı listesinde camilerin ön sırada olması dönemin ruhuna uygun bir tavrın yansıması olmuştur. Kuramsal bilginin tezkirelerdeki eksikliği yapılarının mühendislik ve mimarlık bakımından değerlendirilmesini zorlaştırsa da bu yapıların büyük bir mühendislik ve mimarlık tasarımı olduğuna dair bir şüpheye yer vermez. Neccarlık (marangoz) ile başlayan mesleki kariyeri hassa mimarbaşılığa kadar uzanan Sinan’ın yapı tasarımlarının geometri bilgisi içerdiği şüphesizdir. Günümüzde mimar ve mühendis kimliğinin ayrışması, bunların iki ayrı uzmanlık dalı olması Sinan’nın mesleğini tanımlamayı zorlaştırmaktadır. Günümüzde mimari daha çok “form” ile anlatılmakta, inşaat mühendisliği ise strüktür kavramı ile bağdaştırılmaktadır. 16. yüzyıl yapı faaliyetlerinin merkezi ismi olan Sinan’ın yapılarında uyguladığı yöntem her iki alanı da içermektedir. Sinan’ın tasarımlarında sanat, mühendislik ve mimarinin olması ona dair yeni bir mesleki kimliği belirlemeyi gerekli kılmaktadır. 1983 yılında Billington, mimarlık ve mühendislik disiplinlerinin bir arada olduğu multidisipliner bir kavram önerisinde bulunmuştur. The New Art of Structural Engineering adlı bir eser kaleme almış ve bu çalışmada en kaba şekliyle mühendislik, mimarlık ve sanat “yapı mühendisliği sanatı” şeklinde bir kavramsallaştırma ile ifade edilmiştir (Billington,1983). İnşaat mühendisliği ve mimarlığın bir aradalığını ifade eden ve ardından eğitim programlarının içinde yer alan “yapı mühendisliği sanatı” ile mühendisin formdan mimarın ise strüktürden haberdar olması gerekliliği ortaya çıkmıştır (Billington,1983: 5). Sinan’ın sanatı düşünüldüğünde yapılarının hem mühendislik işi olduğu hem de mimari ögeler barındırdığı görülmektedir. Sinan yapılarına dair yapılan analizler onun yapılarının sayısal verilerle bir mühendislik işi, biçimsel olarak da mimarlık tasarımı olduğunu göstermektedir. Bu bakımdan Sinan’ı 20. yüzyılın bir kavramı olarak ortaya çıkan “yapı mühendisliği sanatçısı” şeklinde tanımlamak mümkün görünmektedir. Sinan’ın “sermimaran-ı cihan ve mühendishan-ı devran” şeklindeki unvanları yapı mühendisliği sanatçısı unvanını karşılamaktadır.
40
Sinan’ın “mühendishan-ı devran” olarak adlandırılmasını sağlayan, yapıları arasında hiç kuşkusuz köprüler, kaleler ve suyolları inşasının bulunmasıdır. Yeniçeri olan Sinan’ın almış olduğu ordu eğitim bir bakıma Roma İmparatorluğu’ndaki askeri mimarların eğitimine benzemektedir (Necipoğlu,2017: 178). Bu sebeple seferler sırasında Sinan’ın eğitiminden yararlanılmıştır. Van Gölü’nün karşı yakasındaki Safevi ordusu hakkında bilgi toplamak maksadıyla inşa ettiği üç gemi, 1538 yılında Moldavya Seferi sırasında ordunun geçmesi için bataklık üzerinde on üç gün içerisinde kurduğu köprü Sinan’ın mühendislik yapılarından bazılarıdır6. 1528-29 yılları arasında Meriç Nehri üzerinde yer alan 20 gözlü, 295 metre boyundaki Mustafa Paşa köprüsü ile uç uca birleşen dört köprüden oluşan Büyükçekmece köprüsü en bilinen köprü tasarımlarıdır. Köprünün yolları, 7,17 metre genişliğinde toplam uzunlukları ise 635,57 metre olan Büyükçekmece köprüleri Sultan Süleyman’ın isteği üzerine yapılmıştır (Çeçen, 1988: 431-432). Seferler sırasındaki bu başarıları hiç kuşkusuz Sinan’a mimarbaşılık görevini getirmiştir. Mimarbaşılık görevini kabul etmede başlangıçta çekingen davransa da “camiler bina edüp dünyevi ve uhrevi nice murada vesile olmasını mülahaza edüp kabul ettim” demiştir (Sai Çelebi, 2003: 46). Sinan’ın mühendislik tasarımları arasında su kemerleri inşası da yer almaktadır. Tezkire’de (2003: 48), İstanbul çeşmelerine nasıl su getirdiği anlatılmaktadır. Hava terazisi kullanarak vadilerin derinliğini ölçen Sinan, ardından pınarın başından başlayan dağdan bir hendek açmış, böylelikle kırlara yayılan suyu bir bentte toplamıştır. Hendese biliminden yararlanarak tahtalara suyun debisini ölçebilmek için lüle adı verilen pirinç borular takmıştır (Çelebi, 2003: 50-51).
Sinan’ın yapıları İstanbul’un şehir imgesine büyük katkı sunmuştur. Necipoğlu (2017: 144), İstanbul’un Sinan döneminde müthiş mimari vurgularla tedricen inşa edildiğini söyler. Mimarlık mesleğini icra etmenin yanında bir yönetici gibi davranan
6 Mimar Sinan’ın bu görevlerinin hikayesi için bkz: Sai Çelebi (2003: 41-44).
41
Sinan, İstanbul’un kimliğini kazanmasında büyük rol oynamış, Hassa mimarbaşılığı döneminde yapıların belli standartlara ulaşması için çaba göstermiştir. Sinan büyük oranda İstanbul’daki yapı faaliyetlerinden sorumlu olsa da Edirne ve bazı uzak yerlerdeki devlete ait olan inşaatlarla da ilgilenmiştir. Özellikle mimar atamaları, ustaların görevlendirilmesi, yapı kontrolü, işçi ücretleri, yapı malzemesinin temini gibi birçok süreçten sorumlu olmuştur. 1568 yılında Sinan, İstanbul kadısına yapılarda kullanılan kerestelerin standartlaşması gerekliliğini bildirmiştir (MD.,7, 1425). Sinan’ın inşaat işçilerinin ücretlerinin artmasına dair belgeler işçilerin haklarını yönetici sorumluluğu ile üstlendiğini göstermektedir. 1587 yılında Sinan’a hitaben yazılmış bir ferman onun isteği doğrultusunda inşaatta görev yapan benna (duvar ustası), neccar ve taşçıların günlük ücretlerinin on altı akçeye çıkarıldığı bilgisini vermektedir (Aktaran. Necipoğlu, 2017: 222-223).
Arşivde yer alan Sinan ile ilgili belgeler onun İstanbul’a yeni bir panorama kazandırmaya yönelik girişim ve görevlerde bulunduğunu göstermektedir. Sinan, İstanbul’da sokaklara taşan yapıların yıkılmasını söylemiş ve böyle yapıların engellenmesini sağlamıştır (A.DVNSMHM.d., 7,1417). Osmanlı şehirlerine yeni bir görüntü kazandırma girişimi ise fermanlarla desteklenmiştir. 1559 yılında vezir Ferhad Paşa’ya, mimarbaşına ve İstanbul kadısına bir ferman gönderilmiştir. Üç numaralı mühimme defteri aracılığıyla ulaştığımız bu ferman, surların yakınında yer alan ve yangına neden olan kaçak yapılmış evlerin ve dükkanların yıkımının bir an önce gerçekleşmesini ve yıkım esnasında mimarbaşı ve kadının orada bulunması gerektiğini emretmektedir. Daha sonra şehir surları boyunca dört zira genişliğinde sokakların açılması gerekli görülmektedir:
“Vusûl buldukda, aslâ te’hîr ü terâhî itmeyüp bu husûsı müşârün-ileyhimâ ile görüp anun gibi eger hisârun taşrasında ve içerüsinde hisâra muttasıl eger evlerdür ve eger dükkânlardur ve eger sâ’ir kerestedür, giderüp min-
42
ba‘d emr-i hümâyûna mugayir bir ferde iş itdürmeyüp ve emre mugayir ne mikdâr dükkân ve ev ve sâ’ir kereste bulınup ref‘ olduğun ve kimler ihdâs itdüklerin yazup bildüresin.” (MD.,1993: 46).
Sinan’ın mimarbaşılığa atanmasından hemen sonra verilen bir başka hüküm ise İstanbul surlarının dibine ev yapılmaması ve yapılacak olan evlerin belli kurallara uygun yapılmasını içermektedir (MD., 1993: 42). İki numaralı mühimme defterindeki hüküm; 1575 yılında İstanbul kadısının, Sinan’ın ve suyolu nazırı Davut Ağa’nın iş birliği yapmasını emretmiştir. Bu hükümde işgalcilerin kemer duvarlarının içini oyarak inşa ettirdikleri evlerin ve barakaların yıktırılmasını ve bunun için yapıların sahibine tazminat ödeneceği belirtilmektedir (MD., 2,694).
Sinan’ın mimarlık tarihindeki yeri tasarladığı büyük camiler ve külliyeler ile belirlenebilmektedir. Merkezi cami olan külliyeler toplumun sosyal ihtiyaçlarına cevap veren tasarımlardır. Sinan’ın yapı listesinde yer alan külliyeler, sosyal ihtiyaçlara mimari programında yer verdiğini göstermektedir (Kuban, 201:70). Cami inşasına eklenen, onunla eş zamanlı yapılan külliye inşaatları ile Sinan döneminde İstanbul yeni bir manzaraya bürünmüştür. İmaret, cami, medrese, sıbyan mektebi gibi birçok yapıyı barındıran külliye tasarımlarını mimarbaşı olduktan sonra gerçekleştirmiştir. “Haseki Sultan Külliyesi”, “Mihrimah Sultan Külliyesi”, “Şehzade Külliyesi”, Süleymaniye Külliyesi” Sinan’ın hanedan üyeleri için tasarladığı külliyelerdir. Yapı listesindeki külliyeler Sinan’ın toplumun sosyal ihtiyaçlarını önemseyen, böyle bir kaygı taşıyan bir mimar olduğunu göstermektedir.
Mimarlık tarihinde evrensel bir yapı ögesi aranırsa hiç kuşkusuz akla ilk olarak kubbe gelmektedir. Tarihsel süreç içerisinde kubbelerin geçirmiş olduğu dönüşümler kubbeye dair üç farklı yaklaşım biçimini oluşturmuştur: Biçimsellik, estetiklik ve simgesellik. Ancak kubbenin biçimselliği simgeselliğinden ayrı düşünülememektedir. Bu
43
bağlamda kubbenin yapısal boyutunun arka planında simgesel boyutu yer almaktadır. Yapılara dair bir örtü sistemi olarak değerlendirilen kubbelerin ilk örneklerine Mezopotamya, İran ve Orta Asya’daki yapılarda rastlanılmaktadır (Kuban, 2017: 43). Osmanlı’daki ilk örneklerini ise tek kubbeli mescitler oluşturmaktadır. Ancak zaman içerisinde kubbe inşası gelişim göstermeye başlamıştır. Özellikle Sinan döneminde kubbe, bir yapının merkezini oluşturmuş, birçok yapı türünde görülmeye başlamıştır. Sinan her birinde değişik yapım teknikleri uygulayarak kubbeyi hamam, medrese, türbe gibi yapılara eklemiştir (Bilgin, 2006: 120). Bu sebeple Sinan’da kubbe mimari simge olmanın dışında yapının temel ögesi olmuştur. Sinan’da bu ögenin merkeziliği biyografisinde de görülmektedir. Tezkiretü‘l Bünyan’da adeta bir meydan okuma ile Ayasofya ile Süleymaniye kubbelerini karşılaştırması kubbeyi bir yapı ögesi olmaktan çok yapının merkezine oturttuğunun göstergesi olmuştur. Bu bakımdan Sinan’a dair her anlatıda kubbeye yer verilmiştir. Sinan mimarisinde kubbe, bir formdan ziyade, bütün bir yapıyı yönlendiren bir tema anlamı taşımaktadır (Kuban, 2017: 213). Bu bağlamda kubbenin biçimselliğinden ziyade yapının temel taşıyıcısı olarak görülmesi bu ögenin hem mimari hem felsefi bir zeminde tartışılmasına neden olmuştur. Kubbe; Sinan için yapıyı yönlendiren, şekillendiren bir ilke niteliğini kazanmıştır. Bu ilkeye dair yapı tasarımları ise onun mimarlık tarihindeki gelişim serüvenine katkı sunmuştur. Eserlerini çıraklık, kalfalık ve ustalık ürünlerine dair bir çizgiye tabi tutan Sinan’ın aslında bu gelişim serüvenine kubbe de eklenmelidir. Kuban, kubbenin çeşitliliğinin Sinan yapılarında eş zamanlı olarak aranması gerektiğini söyler. Sinan, kare şeklindeki simetriye Şehzade Camisi’nde ulaşmış, Mihrimah Sultan Camisi’nde daha geniş bir tasarım yapmış, Süleymaniye’de ise daha önce Beyazıd şemasındaki yapıyı daha büyük bir şekilde tasarlamıştır (2017: 215). Bu bakımdan Sinan’ın kubbe tasarımına dair çıraklık, kalfalık ve ustalık şeklinde bir tasnif yapılması mümkün görünmektedir. Sinan’ı kubbe arayışına iten bir başka faktör ise kubbeye iktidar bağlamında atfedilen anlam
44
olmuştur. Doğu ve Batı yapılarında bu ögenin (kubbenin) sultanların iktidar yansımaları olarak görülmesi Ayasofya ve Süleymaniye gibi yapıların tasarlanmasını sağlamıştır.
2.2.2. İnşaat Faaliyetlerinin Kurumsal Çerçevesi
Klasik dönem Osmanlı inşaat faaliyetlerinin merkezinde Hassa Mimarlar Ocağı ve bu ocağın mensubu Mimar Sinan bulunmaktadır. Bu ocağın kuruluşu İstanbul’un fethi neticesinde artan inşaat faaliyetlerine bağlanmış olsa da Necipoğlu (2017: 207), bu ocağın varlığına dair en eski belgenin II. Beyazıd (1481-1512) döneminde görüldüğünü söylemektedir. Faaliyetleri 1831 yılında kapatılıncaya kadar devam eden bu kurum, fetihler neticesinde kazanılan topraklardaki imar ve inşa faaliyetlerini yönetmiş, böylelikle merkeziyetçi devlet anlayışının bir parçası olmuştur. Has, Hassa gibi ifadelerle tanımlanan bu kurumun devletin ve sarayın inşaat faaliyetlerini yürüttüğü tahmin edilebilir (Erdenen,1991: 15). Bu bakımdan bu kurum Osmanlı merkeziyetçiliğinin inşaat sahasına yansımasının örneğidir. Bütün inşa faaliyetlerini Hassa Mimarlar Ocağı’nın gerçekleştirmesi bu kurumu inşaat işlerinin merkezi haline getirmiş, bireysel inşaatlar bu merkezin izni olmadan yapılamamıştır. Klasik dönem inşaat faaliyetlerindeki, iş yönetimi ve inşaat işlerindeki sorunlara getirdiği pratik çözümler kurumun varlığını 1831 yılına kadar korumasını sağlamıştır. İnşaat işlerinin böyle bir kurum tarafından yapılması bu dönemde müteahhit ünvanlı kişilerin olmamasından kaynaklanmaktadır. Müteahhitlerin eksikliği belli bir yapının inşasının üstlenilmesini ifade eden taahhüt usulünün eksikliğine de yol açmış, böylelikle inşaat işleri tek merkezden yürütülmeye devam etmiştir.
Osmanlı’da yeni yapılacak bir inşaat ya da tamir işi Hassa Mimarlar Ocağı’na kayıtlı kalfa ve ustalar tarafından gerçekleştirilmektedir. İnşaat alanında yer alacak kişiler belirli günlük ya da aylık bir ücretle çalışmaktadırlar. Bu durum ocaktaki birçok
45
faaliyetten sorumlu olan mimarbaşının ve inşaat sahasındaki maliyet hesaplamalarında görev yapan binâ emininin kalfa ve ustaları denetim altında tutmasını sağlamış ve inşaat alanında çalışanlar için hazineden yüklü para çıkmasını önlemiştir (Şenyurt, 2011: 24). Bu bağlamda geleneksel bir yapıya sahip olan Hassa Mimarlar Ocağı’nı basit bir örgütlenme biçimi olarak görmemek gerekir. Çünkü, Osmanlı yapı faaliyetlerinde eğitim, ekonomi, idari kaynaklı boşluklar bu kurum tarafından kapatılmaya çalışılmıştır. Bu kurumun inşaat sahasında üstlendiği görevler çok çeşitli olsa da bu işleri birkaç başlık altında toplamak mümkün görünmektedir. İşçi ve ustaların inşaatlarda görevlendirilmesi, ücretlerin belirlenmesi, yapıların denetimi, yapı malzemelerinin temini ve ücreti şeklinde genel bir görev şeması çizilebilir.
Osmanlı Devleti’nin inşaat işlerinde önemli aktörlerin başında Hassa mimarbaşı gelmektedir. Bu mimarlar, “Sermimarân-ı Hassa”, “Mimar Ağa”, “Hassa Mimar Başı” şeklinde anılmaktadır. Arşiv kayıtları, Mustafa Ağa adlı mimarbaşından bir belgede (CML, 96,4318) Sermimarân-ı Mustafa Ağa, bir başka belgede ise (İE.AS.5,441) Hassa mimarbaşı Mustafa Ağa şeklinde söz edildiğini göstermektedir. İnşaat esnafının en kıdemli üyesi olan mimarbaşı inşaat esnafı ve devlet arasında iletişimi sağlamakta yetkilidir. Bu karşılıklı ilişkide devlete karşı inşaat esnafının durumunu gözetmesi, esnafa karşı da devletten yana bir politika izlemesi mimarbaşının her iki taraftan da güç almasını sağlamış, böylelikle konumu daha da sağlamlaşmıştır (Şenyurt,2011: 31). Mimarbaşının görev tanımlarını arşiv kayıtları göstermektedir. Belgeler mimarbaşının Osmanlı yapı faaliyetlerinin her aşamasında görev yaptıklarını doğrulamaktadır. Kaçak yapılanmayı engellediklerine, yapıların tamiri için keşifler yaptıklarına, su yollarının tamirinde görevlendirildiklerine, mimar görevlendirmeleri yaptıklarına dair birçok belge
46
bulunmaktadır.7 Charles White 1844 yılında, Hassa Mimarlar Ocağı’ndan mimarlar konseyi şeklinde söz etmekte ve bu konseye başkanlık eden mimarbaşının bayındırlık bakanıyla benzerliğine dikkat çekmektedir. White, Osmanlı şehrinde anayolların temizliği ve bakımı noktasında eksiklikler olduğunu, ancak evlerin inşasıyla ilgili zorunlu kanunlar uygulandığını ve yeni sokakların yapımında, evlerin inşasında mutlak itaati sağlamak için II. Beyazıd tarafından bir mimarlar konseyi oluşturulduğunu, bu konseye mimarbaşının başkanlık ettiğini söylemektedir (Aktaran: Necipoğlu, 2017: 207). Mimarbaşından sonra yetkili olan ikinci isim Mimar-ı Sânî’dir. Bu mimar, mimarbaşı olmadığı zaman onun yerine bakmakta ve gerekli durumlarda mimâr-ı evveliğe tayini yapılmaktadır (C.BH. 118, 5707). Mimar başından sonra gelen bir diğer isim subaşı olmuştur. Sinan’ın, 1584 yılında hacca giderken görevini Subaşı Mehmed Ağa’ya bıraktığı belgelenmiştir (A.DVNSMHM.d, 58,779).
Ocakta bir hiyerarşinin olduğu, mimarbaşının etkin rolü ve diğer mimarların iş tanımıyla birlikte anlaşılmaktadır. Bu kurumun teknik işlerinin yürütülmesi ise Hassa mimarları tarafından gerçekleştirilmiştir. Mimarbaşının yönetiminde çalışan, kendi içerisinde hiyerarşik bir yapıya sahip olan Hassa mimarları, ihtiyaç halinde göreve mimarbaşı tarafından çağrılmışlardır (Dündar, 1999: 160). Usta mimar ve halife mimar şeklinde bir ayrıma tabi tutulmuşlardır. Bu ayrıma göre, usta mimar henüz Hassa mimarlığına atanmamış ancak her an atanmaya aday olan mimardır. Daha doğru bir ifadeyle halife mimar olmaya yakın bir unvandır (Dündar, 2000: 39). Genel olarak Hassa mimarları saraya bağlı binalar ve imparatorluk içerisindeki tamirat işlerinden sorumludurlar. Bu sebeple Hassa Mimarlar Ocağı’nın üstlendiği işler doğrultusunda farklı
7Hassa Mimarbaşıların görevlerine sırasıyla şu belgeler aracılığıyla ulaşılmıştır. (A. {DVNSMHM.d, 7, 1417), (C.SM., 28, 1406), (C.BLD.,57, 2825), (A. {DVNSMHM.d, 4, 1293).
47
mimar kimlikleri ortaya çıkmıştır. Bu kurumda görev yapanların faaliyetleri sadece başkentle sınırlı kalmamış, seferler sırasında da mimarlar görev yapmışlardır. Bu durum sefer mimarları kimliğini ortaya çıkarmıştır. Ordu için çalışan bu mimarlar hem sefere çıkmadan önce hem de sefer sırasında ordunun ihtiyacı olan yolların, köprülerin inşası ve tamirini yapmış, su kuyusu gibi ihtiyaçları gidermek için görevlendirilmiştir. Bu kurumda tersane-i amire mimarı ise bir mühendis gibi çalışmış, gemi inşası ve gemilerin yanaşması için iskele rıhtım gibi inşa faaliyetlerinde bulunmuştur. Mimar Sinan, İran Seferi’ne katıldığı sırada Van Gölü’ndeki düşman askerlerinin durumunu öğrenmek için keşif amaçlı üç gemi inşa etmiştir (Sai, 2003: 42). Gemi inşasını gerçekleştiren kişiden mimar diye söz edilmesi gemi inşasının teknoloji barındırmasına kadar yani buharlı gemilerin inşasına kadar devam etmiştir. Hem teknolojik gelişmeler hem de eğitimdeki dönüşümler neticesinde bu görevlerin icrasını mühendis gerçekleştirmiştir. Mimarlar Ocağı’nda kale mimarları da yer almaktadır. Ne zaman ortaya çıktığı tam bilinmemekle beraber Osmanlı’nın toprak kayıpları yaşadığı, savunma durumuna geçtiği dönemlerde böyle bir mimara ihtiyaç duyulduğu tahmin edilmektedir. Ancak, Arnavutluk’taki en büyük Osmanlı kalesi olan Avlonya Kalesi, 1537-1539 yıllarında yani Sinan’ın mimarbaşılık yaptığı dönemde Hassa Mimarlar Ocağı tarafından tasarlanmıştır (Nicolle,2019: 14). Bu bakımdan kale mimarına ilişkin belgeler 17. ve 18. yüzyılda ortaya çıktığını gösterse de bu mimar profiline Sinan döneminde rastlanmıştır.
Bölgelerin birbirine bağlanmasında önemli yapılar olan köprü inşası da imparatorluk sınırlarının genişlemesiyle beraber ihtiyaç duyulan bir yapı halini almıştır. Bir bölgede köprü yapılabilmesi için o bölgede köprüye şiddetle ihtiyaç duyulması gerekmektedir. Köprü ihtiyacının kadıya bildirilmesinin ardından bu ihtiyaç merkeze aktarılmaktadır. Uygun bulunması durumunda ise mimarbaşıya havale edilmektedir. Böylece mimarbaşı o bölgede köprü inşası için keşif çalışmalarını başlatmakta ve deneyimli mimarları görevlendirmektedir (Dündar, 2000: 50). Klasik dönem köprü inşası
48
ve sayıları hakkındaki bilgilere seyahatnameler ve arşivde yer alan kayıtlar aracılığıyla ulaşılmaktadır. Bu dönemdeki köprü inşası askeri seferler ve ticaret amaçlı yapılmıştır. Savaş sırasında bataklıkta inşa ettiği köprüyü Sinan subaşı iken tasarlamıştır (Sai Çelebi, 2003: 46).
Osmanlı Devleti’nin şehircilik faaliyetleri arasında şehirlere su temini de yer almaktadır. Bu durum özel bir mimar kimliğini gerektirmiş ve su mimarı Hassa mimarları içerisinde görev yapmıştır. Suyoluna dair çalışmaların da ilm-i hendeseye uygun şekilde yapılması gerekmiş, bu sebeple ilme vakıf olanlar bu göreve atanmıştır. Mekke’de inşa edilen su yoluna Mısır müteferrikalarından Mehmed’in atanmasının gerekçesi bu ilme vakıf olması olarak gösterilmiştir (DVNSMHM.d, 7, 990).
Yapı faaliyetleri uzun yıllar başkent odaklı olmuştur. Ancak değişen yaşam koşulları ve genişleyen sınırlar başkent dışı yapı faaliyetlerinin başlamasını gerektirmiştir. Osmanlı Devleti’nde 14. yüzyılın sonlarında toprakların genişlemesi neticesinde idari yapı boğazlar esas alınarak ikiye ayrılmıştır. Rumeli ve Anadolu’da kurulan beylerbeyliklerin ardından Rum beylerbeyliği ve çeşitli vilayetler ortaya çıkmıştır. I. Selim’in gerçekleştirdiği fetihlerden sonra 1515 yılında Arap vilayeti, 1517’de Diyarbakır vilayeti kurulmuştur (İnalcık,1995: 548-49). Vilayetlerin/eyaletlerin ilk kuruluşu 14.yüzyılın sonlarına tesadüf etmiş olsa da vilayetlerin inşası için vilayet mimarlarının ne zaman görevlendirildiğine dair kesin bir tarih saptanamamıştır (Dündar, 2000: 55). Ancak 16. yüzyıl itibariyle vilayetlerde görev yapan mimar isimlerinde artış olmuştur. Zaman içerisinde Osmanlı İmparatorluğu’nda kırsal bölgelerden kentlere göçlerin başlamasıyla birlikte şehirlerin inşası problemi ortaya çıkmıştır. Şehirleşme olgusuyla birlikte şehirlerdeki inşa faaliyetleri artmış, bu faaliyetler şehir mimarları tarafından üstlenilmiştir.
49
Mimarlar Ocağı’nın dışında yer alan bu ocağa kayıtlı olmayan mimarlar da bulunmaktadır. Özellikle hayır için inşa edilen yapıların bakım ve onarım işlerinin yapılmasında görevlendirilen ustalar, meremmetçiler (tamirci) bulunmaktadır. Ancak bazı vakıf yapılarının onarım ve tamirinde mimarlar görevlendirilmiştir. Vakıfların emrinde çalışan bu mimarlar tıpkı meremmetçiler gibi vakıf yapılarının inşasında görev yapıp, ücretleri vakıflar tarafından karşılanmıştır (Dündar, 2000: 70).
Yapı işlerinin aksamaması için ocaktaki yardımcı ve idari eleman olarak mimar kethüdaları ve mimar katipleri görev yapmaktadır. Mimar kethüdaları, inşaattaki görevli ekip ile bina sahipleri arasında problem yaşanmaması, işlerin aksamaması için görevlendirilmişlerdir (Erdenen, 1996: 18). Mimarbaşı ile çalışan, yapıları denetleyen bu görevlilerin Hassa mimarbaşılığa tayin edildikleri de görülmektedir (C.SM., 80,4015). Mimar katipleri ise inşaata dair yazışmaları sağlayan görevlilerdir.
Osmanlı Devleti yapı faaliyetlerinin merkezinde yer alan Hassa mimarlarının nasıl bir eğitim aldıkları konusu eldeki verilerin yetersizliği nedeniyle tam olarak açıklanamamaktadır. Ancak klasik dönem mimarlık eğitiminin usta çırak ilişkisine yönelik olduğu kabul edilmektedir. Arşiv belgeleri de mimarlık eğitimindeki usta-çırak ilişkisini doğrulamaktadır. Kalelerin keşif ve tamiri için görevlendirilen Hassa mimarlarından Hüseyin bin Ömer, hastalığı nedeniyle bu göreve gidememiş yerine fenn-i mimaride yetiştirmiş olduğu Abdullah Halife’nin görevlendirilmesini istemiştir (İET, 2525).
Osmanlı Devleti’ndeki sultanların ve vezirlerin yaptırdığı inşaatların bir kısmında devşirmeler çalıştırılmaktadır (Dündar, 1999:168). Hayat öyküsünden dinlediğimiz kadarıyla, devşirme olan Sinan’ın da marangozluktan başlayan mesleki kariyeri yapı ustalığı, ardından tersane mimarlığı, kale mimarlığı ve mimarbaşılığa kadar devam etmiştir (Sai Çelebi, 2003). Başkentte görevli mimarbaşılar, diğer eyaletlerde
50
görevlendirdikleri mimarları denetlemiş, bu durumda bir tür eğitimden geçirmişlerdir. Böylelikle mimarbaşı, görevlendirdiği mimara bir öğretici vasfıyla yaklaşmıştır. Sinan dönemini düşündüğümüzde onunla çalışan mimarların, ustaların, kalfaların onun deneyiminden yararlanmış olacakları açıktır. Kendisinden sonra gelen mimarbaşı Davut Ağa, onun mimarlık öğretisini en yakından izleyen kişi olmuştur. Tasarladığı Yeni cami’nin şematik olarak Şehzade Paşa Cami’yi izlemesi Sinan’ın yetiştirdiği mimarların aynı ilkelere bağlı kalarak inşaat yaptıkları olgusunu güçlendirmektedir (Kuban, 2007: 351). Sinan’la yirmi yıl birlikte çalışan ardından mimarbaşılık yapan Sedefkâr Mehmet Ağa Sinan’dan mimarlık ve geometri sanatını öğrenmiştir (Cafer Efendi, 2005: 27). Bu durumlara benzer sayısız örnek klasik dönem mimarlık eğitiminin usta- çırak ilişkisi bağlamında gerçekleştiğini göstermektedir. Askeri ve sivil meslekler için yetişen elemanların usta-çırak ilişkisi içerisinde yetişmesi Batılı tarzda eğitim kurumlarının kurulmasına kadar devam etmiştir (İhsanoğlu, 1998: 251).
Yapı faaliyetlerinin Hassa Mimarlar Ocağı’yla gösterdiği gelişim düşünüldüğünde mimarlık eğitiminde de bu ocağın etkisi saptanabilir. Yeniçeri Ocağı’nın bir parçası olan, bir askeri ocak olan, Hassa Mimarlar Ocağı aynı zamanda mimarlık ve yapı okuludur. Uygulamalı bir eğitim sistemi sağlayan bu okuldaki mimarların seferlere katılması, dış ülkelere gitmesi ülkenin ihtiyacı olan yapıların üretiminde aktif rol almalarını ve pratik çözümler sunmalarını sağlamıştır. Ortaylı (1976: 57), bu okulun mesleki açıdan üretime yönelik rasyonel eğitim sağladığını söyler. Hassa Mimarlar Ocağı’nın bağlı olduğu Yeniçeri Ocağı da eğitim verilen bir kurumdur. Yeniçerilikten gelen Sinan’ın, bu ocakta aldığı eğitim askeri mimari çalışmalarına katkı sunmuştur.
Klasik Osmanlı düzeninin idari mekanizmasının devamını sağlamak maksadıyla eleman yetiştirmek için saray içerisinde kurulan Enderun Mektebi klasik dönem Osmanlı mimarların yetişmesinde önemli rol oynamıştır. Enderun’da okutulan dersler medrese eğitiminde verilen dersler ile paralellik gösterse de dört bakımdan farklılaşmaktadır. Bu
51
farklılığa mimarlık derslerinin de dahil edilmesi buranın mimarlık eğitimde önemli bir kurum olduğunu göstermektedir. Sarayda yetişen mimarlar arasında Sedefkâr Mehmed Ağa bulunmaktadır. Sedefkârlar karhanesinde geometri öğrenen Mehmed Ağa, Sinan’ın saraydaki mimarlık derslerini izlemiş ve mimarlık eğitimi almıştır (Tekeli, İlkin, 1993: 20). Saraya bağlı olan bu mektepte verilen derslerin yüksek düzeyde kuramsallık içerdiğini düşünmek yanıltıcı olabilir. Her ne kadar mimarlığa dair dersler verilmiş olsa da bu durum söz konusu mektebin ve ocağın fen mektebi ya da mühendislik mektebi olduğunu düşündürmemelidir. Klasik dönemin sonlarına doğru yapı faaliyetlerinde görülen eksikliklerin Batılılaşma döneminde dile getirilmesi klasik dönem eğitiminin eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Bu sebeple 19. yüzyılın başında Hassa Mimarlarının eğitimden geçirilmesi ihtiyacı doğmuştur. 1801 yılına gelindiğinde ise Hassa mimarlarından olan halifeler Mühendishanede öğrenim görmeye başlamıştır.
2.3 Klasik Dönem Mimarlık- Mühendislik Yazını
İlk kent ve kentleşmeye dair yapılan araştırmalar başlangıçta Yunan ve Roma dünyası ile sınırlı kaldığı için ilk inşaat pratiklerinin bu uygarlıklarda yapıldığı kabul edilmiştir. Oldukça Batı odaklı bir söylem olan bu kabul, Yakındoğu kentlerinin araştırmalara dahil edilmesiyle birlikte değişmeye başlamış ve ilk inşaat faaliyetlerinin başladığı yerin Mısır ve Mezopotamya bölgesi olduğu görülmüştür. Ancak aynı durum yazılı literatür için geçerli olmamıştır. Her ne kadar Mısır ve Mezopotamya uygarlıkları inşaat faaliyetlerinde Yunan ve Roma uygarlıklarını öncelemiş olsalar da bu uygarlıklarda mimarlık-inşaata dair belgeye rastlanamamıştır. De Architectura adlı çalışma dönemin ve uygarlığın mimarlık ve mühendislik çalışmalarına dair ilk yazılı belge olmasının yanı sıra mimarlık ve inşaata dair kuramsal metinler hakkında da bilgiler içermektedir. Vitruvius
52
(2005: 149), Silenus’un Dor yapıları, Hermogenes’in Diana tapınağı, Theodoros Dorik tapınağı hakkında kitap yayınladığı bilgisini vermektedir (Vitruvius, 2005: 149). Mimarların, mühendislerin inşaat ve mimariye dair kaleme aldıkları çalışmalardan başka dönemlerinin yapı faaliyetleri hakkında bilgi sunan kaynaklar arasında “syngraphai” de bulunmaktadır. Bir nevi sözleşme, şartname olan bu metinler de belli bir mesleki terminolojinin oluşmasını desteklemiştir (Tanyeli, 1990: 52). Söz konusu metinlerin ortaya çıkmasında belli dinamiklerin hatta inşaat faaliyetlerinde rol alan öznelerin etkisi olmuştur. Mısır ve Mezopotamya uygarlıklarındaki yapılarda etkin öznenin tek kişi olması, mimar-müteahhit-mühendis gibi bir kimliğin olmaması böyle bir yazılı alanın doğmamasına neden olmuştur. Orta Çağ’da ise durum daha farklıdır. Orta Çağ mimarının lonca sistemi içerisinde çalışması mimarlık/inşaat bilgisinin sözlü bir şekilde aktarılmasını gerektirmektedir. Bilindiği üzere Orta Çağ’a dair çoğu kavramsallaştırma Rönesans döneminde yapılmıştır. Aynı durum Orta Çağ’ın yapı faaliyetleri için de geçerli olmuş, dönemin mimarisi Rönesans döneminde “gotik” ismiyle ifade edilmiştir. Rönesans ve sonrasında ise mimarlık ve inşaat faaliyetlerine dair pratik bilginin yanında kuramsal bilgi de yer almıştır. Alberti’nin De Re Aedificatoria (Yapı Sanatı Üzerine) adlı çalışması mimarlık alanında yazılmış kuramsal bir kitap olup çalışma sadece perspektif ve çizim ile sınırlı kalmamış, Alberti, malzemelere (tuğla ve harç) matematiksel oranlarla yaklaşmıştır (Leach, 2021: 29). Bu türden metinler mimarlık-mühendisliğe dair tarih yazımını ve terminolojiyi oluşmuştur.
Klasik dönem Osmanlı inşaat ve mimarlık pratiklerine bakıldığında, Osmanlı’nın yapı faaliyetlerinde gösterdiği duyarlılık, bu alanların tarih yazımına yansımamıştır. Klasik Yunan döneminden beri politik gücün göstergesi olan yapılar, Osmanlı İmparatorluğu’nda da aynı gücü simgelemiştir. Yapı faaliyetleri ve inşaat pratikleri belli dinamiklere bağlı olarak şekillense de Osmanlı Devleti her dönemde bu faaliyetlere duyarlı olmuştur. Ne var ki; bu duyarlılık mimarlık ve mühendisliğe dair bir literatürün,
53
söylemin, terminolojinin oluşturulmasında gösterilmemiştir. Bu durumun nedeni Osmanlı’nın maddi dünyayla ilişkisi bağlamında yeniden gözden geçirilmelidir. Böylece maddi dünyanın betimlenmesinin belli sınırlar dahilinde kalma nedeni anlaşılabilir.
Yaratan- yaratılan ilişkisi Osmanlı’nın siyasi, sosyal ve hukuki yapısına, bilimsel faaliyetlerine sirayet etmiştir. Bu ilişkide insan, Allah’a ve onun yeryüzündeki gölgesi olan sultana hizmet eder. Yaratan- yaratılan- sultan ilişkisi; Osmanlı’nın dış dünya ya da maddi dünyayla arasındaki bağı şekillendirmiş, böylelikle dış dünya ile ilişki onu kullanmaya yönelik olmuştur. Böylesi bir ilişki Osmanlı’nın dış dünyaya yönelik söylemini/yazınını etkilemiştir. Yazı enerjisi Osmanlı’da sultanı övmeye harcanmış ve dış dünyanın betimlenmesi Evliya Çelebi anlatıcılığı boyutunda gelişme göstermiştir (Kuban, 2007: 19). Bu durum mimarlık- mühendislik yazınına da yansımış, bu alandaki pratiklerinin yazılı anlatımı gelişmemiştir.
Mimarlık-mühendislik tarih yazınına dair kuramsal yapıtların ortaya çıkmamasındaki başka neden ise böylesi bir yazınsal alana ihtiyaç duyulmamasıdır. Osmanlı mimarlık-mühendislik faaliyetlerini gerçekleştiren Hassa Mimarlar Ocağı’ndaki inşaat pratiklerinin sözlü bir şekilde iletilmesi bu pratiklerin yazıya dökülmesine engel olmuştur. Ocak dışında görev yapan mimarlar ise, “vernaküler” olarak adlandırılan halk mimarisi, yerel mimarlık, geleneksel mimariye dair yaptıkları çalışmalarda bilgi aktarımını paylaşabilecekleri bir yazılı literatürün oluşmasını gerekli görmemişlerdir (Tanyeli, 1990: 53). Bütün bu sebepler mimarlık ve mühendislik faaliyetlerinin tarihine dair yazılı kaynakların ortaya çıkmamasına neden olmuştur. Bu durum elbette bu faaliyetlere dair kuramsal bilginin oluşmasını engellemiştir.
Osmanlı tarihini anlatan kitaplarda yapılara dair verilen bilgiler sadece sultanların ve vezirlerin yaptırmış oldukları yapıların isimleriyle sınırlı kalmıştır. Yapının özellikleri boyutuyla sınırlı tutulmuş, yapılara dair teknik bilgiye yer verilmemiştir. Bu bağlamda
54
14. ve 15. yüzyıllarda Osmanlı tarihi olaylarının anlatıldığı Neşri Tarihi ve Aşıkpaşazade Tarihi gibi çalışmalar sultanların fethettikleri bölgelere yönelik başlattıkları inşa faaliyetleri hakkında bilgi sunmaktadır. Aşıkpaşazade Tarihi’nde İstanbul’un alındıktan sonra nasıl imar edildiği sadece yapılan binaların sayısı ve halkın nasıl yerleştirileceği şekliyle anlatılmıştır. Sultan Mehmed Han’ın fetih sonrası İstanbul’da sekiz medrese, bir ulu cami, caminin karşısında yüksek bir imaret ve darüşşifa yaptırdığına dair sınırlı bilgi verilmiştir. (Aşıkpaşazade,2003: 219). Neşri’de İstanbul’un fethi sonrasındaki yapı faaliyetleri Aşıkpaşazade’de olduğu üzere yapıların sayısı ve olağanüstülüğü üzerinden anlatılmıştır. Ayasofya’nın yeniden inşası sadece “meremmet edildiği” şekliyle yazılmıştır (Neşri, 1957: 713). II. Murad’ın Edirne’de yaptırdığı yapılar bir cami, bir cami-i azam, bir dâr‘ül fakr, bir dâr‘ül hadis, bir medrese, bir Mevlevihane şeklinde niceliksel olarak verilmiştir (Neşri, 1957: 679). Her iki anlatıda da kuramsal bilgi sunulmamış ve betimsel bir anlatıdan öteye gidilmemiştir. Görüldüğü üzere 16. yüzyılda Osmanlı tarihine dair yazılanlar mimari ve yapı faaliyetleri hakkında kuramsal bir bilgi sunmadığı gibi bu çalışmalarda bir terminolojiden de söz etmek mümkün görünmemektedir.
Osmanlı tarih kitaplarında yer alan yapı faaliyetlerinin, daha doğrusu yapı isimlerinin yanı sıra mimarların hayat öyküsünün anlatıldığı çalışmalarda mimarlık ve yapı faaliyetlerine dair kısıtlı bilgi sunulmaktadır. Bu çalışmalardan biri Mimar Sinan’ın hayat öyküsünün anlatıldığı Tezkiret’ül Bünyan ve Sinan’a ait yapı listesinin tafsilatlı bir şekilde verildiği Tezkiret’ül Ebniye adlı eserlerdir. Sai Çelebi, Tezkire’nin, Sinan’la yapılan bir hasbihal olduğunu yapıtın başında bildirir. Bu bakımdan eserdeki teknik bilginin kısıtlı olduğu tahmin edilebilir. Ancak yukarıda bahsi geçen çalışmalara göre bu eserde yapılara dair mimari ve teknik söylem daha fazladır. Sultan Süleyman zamanında inşa edilen köprünün anlatımında teknik bilgi verilmiştir. Sinan, Büyük Çekmece’de inşa edilecek olan köprünün yapımına başlamadan önce “kâfir” zamanında yapılan köprünün
55
neden yıkıldığını analiz etmiş ve tasarlayacağı köprünün resmini çizip Sultan’a sunmuştur.
“Padişah’ın kutlu emriyle, dülger ve taşçılarla işe sarılıp, her ayağa birer kalyon benzeri sandıkçalar çakıldı; Süleyman devleri deniz suyunu tulum ve tulumbalarla çekip boşalttılar. Güzel, sağlam sütunlardan iki üç adam boyu kazıklar şahmerdanlarla (büyük tokmak) temellere çakıldı; onun üstüne döşenen arşın taşları, sağlam demir kenetlerle kenetlenip aralarına kurşun akıtılarak tek parça haline getirildi.” (Sai Çelebi, 2003: 75).
Mimarlık tarihinde Bizans ve Türk mimarisinin örnekleri olan Ayasofya ve Süleymaniye’ye dair karşılaştırma günümüz mimarlık yazınının gelişmesine katkı sunan bir mukayese olmuştur. İki farklı kültür içerisinde inşa edilmiş olan bu yapılara dair ilk kıyasın Tezkire’de yer aldığı görülmektedir. Sinan, Süleymaniye’nin kubbesi ile Ayasofya’nın kubbesini karşılaştırmış, Süleymaniye’nin yükseklik ve çevre bakımından daha fazla olduğunu söylemiştir (Sai Çelebi, 2003: 81). Böylelikle mimarlık tarihinde iki yapıya dair yapılacak olan mukayeseli söyleme zemin hazırlamıştır. Bu eserin Sai tarafından yazıldığı, Sinan’ın anlatımı dahilinde olmadığı yönünde iddialar bulunmaktadır. Eserdeki teknik anlatımın yetersizliği saptandığında bu iddianın doğruluğu güçlenmektedir. Çünkü bu eserde Sinan’ın mimariye ve yapılara dair uygulamış olduğu tekniği kavramamız mümkün değildir. Bu perspektiften bakıldığında, tezkireleri teknik el kitabı olarak dahi değerlendirmek doğru olmayacaktır. Bu anlamda Osmanlı’nın büyük mimarı-mühendisi olan Sinan’ın anlatıldığı bu çalışma, Antik dönemde Alberti, Vitruvius, Serlio, Palladio’ın çalışmalarının aksine yapıların kuramsal temellerini vermeyi amaçlamaz.
Osmanlı mimarlık tarihinde ikinci bir biyografik eser ise Risale-i Mi‘mariyye’dir. Cafer Efendi tarafından kaleme alınan bu eserde Sultan Ahmed Camii’nin mimarı olan
56
Mehmed Ağa’nın hayat öyküsü ve çalışmaları anlatılmaktadır. Bu çalışmada da dönemin mimarlığına dair kısıtlı teknik ipuçları bulunmaktadır. Biyografik bir yapıt olan bu çalışma ayrıca dönemin mimarlık sözlüğü olarak da değerlendirilmelidir. Yapı türleri ve mimarlık ölçü birimleri Türkçe- Farsça ve Arapça karşılıklarıyla verilmiştir. Ancak bu eserde de Mehmed Ağa’nın yapıları hakkında teknik bir bilgiye rastlanamamaktadır. Sultan Ahmed Camii gibi oldukça önemli bir yapının anlatımında dahi eserde herhangi bir teknik bilgiye rastlanmamış, bu yapı bir kaside üzerinden betimlenmiştir (Cafer Efendi, 2005: 69). Klasik dönem yapı faaliyetlerine dair literatürü oluşturan bu eserler Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde yer alan yapı betimlemelerinden farksızdır. Çelebi de kendi beğenilerini göz önünde tutarak yapılara dair bir betimlemede bulunmuştur. Hatta Mimar Sinan tarafından yapılan Haseki Sultan Camii’nin Çelebi tarafından anlatımı Tezkiretü’l Ebniye’deki anlatımdan daha detaylıdır. Çelebi’nin diğer camilere göre daha küçük ama benzersiz olarak anlattığı bu camii tek minareli, tek katlıdır. İmaret, tımarhane, medrese, aşevi gibi bölümlerin bulunduğundan söz etmiş, en azından camiinin yapısı hakkında genel bir bilgiye ulaşılabilmektedir (Çelebi, 2008: 123). Ayasofya Camii’in inşasını ise Çelebi daha teknik sayılabilecek bir şekilde anlatmıştır.
“Kırk bin işçi, yedi bin hamal, üç bin yapı ustası bu yapının inşası için toplanmıştır. Ayasofya’nın kurşun temeli üzerine 3.000 yüksek sütun üzere taklar ve toloz kubbeler inşa ettiler ki altı su sarnıcı olup depremden etkilenmeyip korunmalı olması düşüncesiyle ilk temeli bu şekilde tamamladılar.” (Çelebi, 2008: 83).
Seyahatname’de Çelebi tarafından anlatılan birçok yapı sayısal veriler ve boyutlarıyla verilmiştir. Çelebi’nin bir gezgin olduğunu düşündüğümüzde yapılara dair vermiş olduğu verilerin doğruluğu konusunda şüphe duyulabilir. Ancak yapıları sayısal verilerle ve inşa süreçleriyle anlatması bu konuda duyarlı olduğunu göstermektedir. Osmanlı yapı faaliyetlerinin anlatıldığı bu eserlerin hiçbirinde matematik, plan, proje,
57
gibi yapı sürecini anlatan teknik verilere rastlanılmaması, mimarların yapılarına dair bir söylem üretmemelerinden kaynaklanmaktadır. Bu durum Osmanlı mimar-mühendislerinin hünerlerinin açıklanmasını zorlaştırmış, yapılarda kullanılan teknik gizli kalmıştır. Bu sebeple Osmanlı mimar ve mühendislerinin teknik bilgisinin ölçüsü açığa çıkmamıştır. Bu durum Osmanlı yapı faaliyetleri için bir terminolojinin oluşmasını da engellemiştir. Yapı literatürüne dair bahsi geçen çalışmaları teknik eserden ziyade edebi eser olarak nitelendirmek yanlış olmayacaktır. Kuramsal bir bilgiye rastlayamadığımız bu eserlere ait terminolojide de bir kısıtlılık söz konusudur. Bahsi geçen kaynakların dilinin mesleki olmaktan çok edebi olması terminolojinin oluşmasını engellemiştir. Yapı faaliyetlerine dair yazışmaların olduğu arşiv belgeleri ve keşif defterlerinin daha fazla terminoloji içerdiği görülmektedir.
Terminolojinin oluşması belli bir bilgi birikimini gerektirmektedir. Sinan ve Cafer Efendi hakkındaki eserler karşılaştırıldığında Risale-i Mi‘mariye’nin kısmen daha teknik bir eser olduğu ve belli bir terminoloji barındırdığı görülmektedir. Bunun sebebi bu eserin müellifinin bilgi birikimiyle de alakalıdır. Cafer Efendi hakkında herhangi bir bilgiye ulaşılamasa da Necipoğlu, Cafer Efendi’nin bir geometri risalesi yazdığından söz eder. Bu risale henüz gün yüzüne çıkmamış, ancak Cafer Efendi yazmış olduğu risaledeki pratik geometriyi ve arazi ölçmede kullanılan yöntemlerin bilgisini Risale-i Mi‘mariye’de vermiştir (1995: 153-154). Bu çalışmadaki literatür geometri ile sınırlı tutulmuş, ölçü birimleri, şekiller, mimar ve mühendis tanımı geometri üzerinden verilmiştir. Mi‘mar mamur edici, şenlendirici, mühendis(z) ise ölçen, oranlayan şeklinde tanımlanmıştır (Cafer Efendi, 2005: 2021). Geometri ve ölçme ilimlerinde maharetli olmak, hendese ilminden haberdâr olmak, bina yapmayı ve ölçmeyi biliyor olmak mimarlık görevi için şart olmuştur (Orhonlu,1981: 16-17). Mimarlığın tanımı hala kısıtlı bir geometri bilgisi ile sınırlandırılmıştır. Terminolojideki boşluklar Osmanlı mimari pratiğine yansımıştır. Osmanlı mimarisine dair arşiv belgeleri bu dönemde çizilen plan, proje ve krokilerin ortak
58
bir isimle, “resm” sözcüğü ile adlandırıldıklarını göstermektedir. Osmanlı çizim tekniğini ifade eden kullanımın bir nedenini Tanyeli (1990: 54), yapı faaliyetlerinin bürokratik nitelikte olmasına bağlar. Bu durum bürokratik ifadelerin yapı terminolojisine girmesine, mimarlığın spesifik bir terminoloji oluşturmamasına neden olmuştur.
2.4. Klasik Dönem İnşaat Teknikleri
Klasik dönem Osmanlı yapılarının teknolojik bir boyutunun olup olmadığı, dönemin yapıları hakkındaki güncel çalışmalar ve bu yapılara dair belgelerle saptanabilir. Klasik dönem yapılarının incelenmesiyle yazılacak olan yapı tarihi ve malzemesi Osmanlı inşaat faaliyetlerini birçok boyutuyla açıklayacaktır. Çünkü bu açıklama sadece yapının tasviriyle sınırlı kalan bir yazım olmayacak, inşaat faaliyetine izin veren ekonomik bağlam, bu faaliyetlerde yer alan işçi sınıfı, dönemin teknik altyapısı gibi birçok boyut açığa çıkmış olacaktır. Böylelikle dönemin inşaat tekniğini açıklama girişimi sadece yapı, sanat ve mimarlık tarihi bağlamında değerlendirilmemelidir. Bu sebeple klasik döneme dair bir yapının anlatısı sadece betimsel kalmamalıdır. Yapının inşa sürecinin, alt yapısının (su yolu, kanalizasyonu...), görevlendirilen kişilerin çalışma koşullarının ve ücretlerinin bir bütün olarak değerlendirilmesiyle birlikte çalışma teknoloji tarihinde bir yere sahip olabilir.
Osmanlı yapılarına dair araştırmalar ve belgeler göstermiştir ki Osmanlı inşaat süreci üç aşamadan oluşmaktadır. İlk aşamayı inşaata başlamadan önce verilen kararlar ve bürokratik izinler oluşturmaktadır. İkinci aşamada plan ve proje çizilmekte, malzeme ve iş gücünün temini sağlanmakta ve ücretler belirlenmektedir. Bir inşaatın maliyetinin hesabı bu aşamada gerçekleştirildiğine göre o halde inşaata dair keşif defterlerinin bu
59
aşamada oluşturulduğuna dair bir çıkarım yapılabilir. Üçüncü aşamayı ise inşaatın bittiğini gösteren kitabelerin hazırlanması oluşturmaktadır.
Klasik dönem yapılarına ait plan ve projelerin günümüze ulaşmaması dönemin projelendirme sistemi hakkında bilgi sahibi olmamızı engellemektedir. İnşaatın başında tasarlanan plan ve proje Osmanlı’daki kârname ile ifade edilmektedir (Barkan, 1972: 52). Kârnümâ sözcüğünde gelen kârname, çırakların usta olmak için sundukları örnek tasarıdır (Devellioğlu,2013:565). Bu bakımdan kârname günümüz proje kavramından daha basit bir tasarım gibi görünmektedir. Barkan (1972:51); Süleymaniye Camii’nin inşa sürecini anlattığı çalışması için ulaştığı belgeler ışığında bu camiinin inşasında “kârname-i mimar”, “kârname-i medrese”, “resm-i bina” gibi ifadelerin kullanıldığının bilgisini vermektedir. Mühimme defterleri incelendiğinde ise birçok yapının planının kârname ile ifade edildiği görülmektedir. 1558 tarihinde Edirne kadısına gönderilen bir hükümde Mustafa Paşa köprüsünün yakınında yapılacak olan binanın kârnamesinin gönderildiği bilgisi verilmektedir (MD, 1954: 60).
Osmanlı Devleti’nde planı çizilen, daha doğru bir ifadeyle kârnamesi hazırlanan yapılar için sonraki aşama malzeme ve işgücü teminidir. Osmanlı’da bugünkü anlamda teknik aletlere, büyük vinçlere, makinelere, yol şebekesine sahip olunmaması malzeme ve işçi tedariğini güç ve masraflı kılmaktadır. Aynı güçlük Orta Çağ’ın devasa yapıları için sağlanan malzeme ve işçi temininde de yaşanmaktadır. Orta Çağ’daki katedrallerin, kiliselerin yapımında kullanılan malzemenin tedarik masrafı üzerinde çalışma yapan Colombier adlı tarihçi tedarik işinin bir inşaatın maliyetini dört ile altı kat arttırdığını söylemektedir (Aktaran: Barkan, 1972: 331). Osmanlı topraklarındaki malzeme temini ve nakil masrafı da farklı değildir. İnşaat için gerekli taşların tedarik ve nakil bilgisini mühimme defterleri göstermektedir.
60
Beş numaralı mühimme defteri aracılığıyla ulaştığımız Varadin’de yapılacak köprü inşasına dair birçok belge Osmanlı Devleti’ndeki inşa sürecinin nasıl gerçekleştiğinin bilgisini vermekte ve bu köprünün nasıl kurulduğunun hikayesini oluşturmamızı mümkün kılmaktadır. 1556 yılında Varadin’de kurulacak köprünün yerinin saptanması ve o bölgedeki nehirlerin taşıp taşmadığının araştırılması için Sirem Bey’ine bir hüküm gönderilmiştir (MD, 1994: 282). Bu hüküm köprü inşasının ilk aşamasını içermektedir. Ardından 1831 numaralı bir başka hükümle köprü planının hazırlanması ve Öseki’deki gemilerin bölgeye sevkinin gerçekleştirilmesi istenmiştir (MD, 1994: 288). Bu tedarik sadece gemi ile sınırlı kalmamış, Öseki’den köprü inşası için gerekli malzemenin, döşeme ağaçlarının ve geminin tedarik edilmesi de istenmiştir (MD, 1994: 288-289). Bu tedariğin nasıl gerçekleşeceği bilgisine de yer verilmiş, iş gücü ve malzeme tedariğini sağlayacak gemilerin önce Belgrad’a, ardından Varadin’e ulaştırılması emredilmiştir (MD, 1994: 298). Varadin köprüsü inşası örneğiyle Osmanlı’daki inşa sürecinin inşaatın yerinin belirlenmesi, ardından planın hazırlanması, iş gücü ve malzeme tedariğinin sağlanması şeklinde bir sıralaması olduğu görülmüştür.
Osmanlı’da inşaatta kullanılacak malzeme ve işgücünün tedariği farklı bölgelerden sağlanmıştır. Üç numaralı mühimme defterinde yer alan 514 numaralı kayıt, Boğdan Prensine Özi Kalesi’nin tamiri için gerekli ağaç, tahta ve kerestenin tedariğinin sağlanması hükmündedir (MD, 1993: 227). Malzeme temininin başka vilayetlerden ulaşımı genellikle deniz yoluyla gemiler aracılığıyla yapılmıştır. 1567 tarihli bir belge Mehmed Paşa’nın Edirne’de yaptırmakta olduğu bir hamam için gerekli olan kireç ve taşların Çirmen kadısı tarafından tedarik edilmesi hükmünü içermektedir. Bu hamam için kireç ve kerestenin temininin sağlanması hususu ise Dimetoka kadısına iletilmiştir (MD, 1998: 546). Bu belgeler Osmanlı yapı faaliyetlerinde malzeme temininin kadı tarafından sağlandığını göstermektedir. Malzeme dışında inşaatta çalışacak olan ustalar da farklı vilayetlerden çağrılmaktadır. Sultan Süleyman Türbesi’nin inşaatı için mermer işine
61
hâkim olan usta taşçılar Bursa, Amasya ve Merzifon’dan çağrılmıştır (MD, 1998: 341). Osmanlı hakimiyetinin Mekke, Medine ve Kudüs gibi kutsal topraklara yayılmasıyla birlikte bu bölgelerdeki inşaat işlerine önem verilmiştir. Özellikle su yolu inşasında kullanılan malzemelerin temini konusunda yöneticiler hassas davranmıştır. Mekke’de inşa edilecek olan suyolu için kullanılması gereken demir ve çeliğin İstanbul’dan tedarik edilmesi, bu malzemelerin gemi aracılığıyla Mısır’a kadar ulaştırılması sağlanmıştır (MD, 1998: 351). Mekke’de yapılacak olan su inşasında taş ustasına ihtiyaç duyulmuş, bu ihtiyaç ise Şam ve Halep beylerbeyine iletilmiştir. Bu inşa için taş ustalarına İstanbul’dan ustabaşı ataması yapılmıştır (MD, 1994: 235). İnşaatlarda taş ustası dışında marangoz gibi işlerde hünerli olan kişiler de farklı bölgelerdeki inşaat alanlarına gönderilmiştir. 1565 tarihli bir belge Trabzon’a varıncaya kadar sahildeki bütün kazalarda bulunan yetenekli marangozların Dersaâdet’e sevk edilmesi hükmündedir (MD, 1994: 7). Malzeme ve işçi dışında aletlerin temini de farklı bölgelerden sağlanmıştır. Tımışvar (Romanya’da bir şehir) beylerbeyinden, Göle Kalesi’nin çevresindeki inşaat için barut, kazma ve küreğin tedarik edilmesi istenmiştir (MD, 1994: 193).
Malzeme temini masraflı bir süreç olduğu için Osmanlı inşaatlarında izlenen bir başka yol, eski yapıların yıkılması ve bu yapılardan çıkan malzemenin yeni inşa edilecek olan yapıda kullanılmasıdır. Osmanlı yapı literatüründe devşirme malzeme olarak bilinen bu türden malzemeler klasik dönem yapılarının birçoğunda görülmüştür. Devşirme malzemeler klasik dönem Osmanlı yapılarında iki şekilde kullanılmıştır. Bu malzeme ya hiçbir değişikliğe uğramadan kaba malzeme şeklinde ya da ufak değişiklerle işlenmiş bir hale getirilerek kullanılmıştır (Tanyeli, 2018: 40). Osmanlı mimarlığında sütun yerine 1400 yıllarından önce çoğunlukla taşıyıcı bir sistem olarak ayak kullanılmıştır. Sütunlu yapılar genellikle devşirme malzemenin temin edilmesi ile sağlanmıştır. Mimar Sinan’ın, Süleymaniye Camisi’nin inşasında böyle bir yol izlediğini, devşirme malzeme kullanıldığını Tezkiret’ül Bünyan aracılığıyla öğrenmekteyiz. Süleymaniye’nin planını
62
tasarlarken kullanacağı taşları, mermerleri ve sütunları Osmanlı İmparatorluğu’nun farklı bölgelerindeki harabe yapılardan tedarik etmeyi düşünmüştür. İskenderiye’den iki sütun, Ba’albekten bir sütun, İstanbul’daki Kıztaşı Mahallesi’nden bir sütun olmak üzere Süleymaniye’nin inşasında kullanılacak olan dört adet sütunu tedarik etmiştir (Sai Çelebi, 2003: 61). Bu sütunlar Osmanlı mimari kültürü içerisindeki ilkeler dahilinde kullanılmıştır ki Süleymaniye Cami’nin taşıyacağı Osmanlılık kimliği zarar görmemiştir. Devşirme malzemenin tedariği ise devlet kanalıyla gerçekleşmiştir (Barkan, 1971: 336-344). Oldukça zahmetli ve masraflı olan bu tedariğin devletin haricinde yapılabilmesi pek mümkün görünmemektedir. Bu durum devşirme malzemenin büyük oranda devlet yapılarında kullanıldığı çıkarımını yapabilmemizi sağlamaktadır. Bu bağlamda yapı malzemesinin devletin tekelinde olduğu söylenebilir.
Osmanlı Devleti’nde inşaat malzemelerinin temininin bir diğer yolu taş ocaklarından sağlanmasıdır. Süleymaniye Cami’nin inşasında kullanılan taşların bir kısmı taş ocaklarından temin edilmiştir. Taş ocaklarından taşın nasıl bir teknikle çıkarıldığı bilgisine ulaşılamasa da Süleymaniye inşası için, İstanbul, İzmit, Mihaliç, Ereğli gibi ocaklardan yararlanılmıştır (Barkan, 1972: 246-356).
Küfeki, odtaşı (belgelerde ödtaşı şeklinde yer almakta) ve mermer gibi yapıların temel malzemeleri taş ocaklarından çıkarılmaktadır. Doğal kalker taşı olarak bilinen küfeki Edirne ve İstanbul’daki taş ocaklarından temin edilmektedir. (A.} MKT.NZD., 100,70). 16. yüzyıl Osmanlı yapılarının birçoğunda görülen bu taşın tercih sebebi kolay işlenebilirliğidir. (Tanyeli, 2018: 30). Küfeki taşı klasik ve modern dönem birçok yapının inşasında yer almıştır. Klasik dönemde bu malzeme Sultan Ahmed Camii inşasında kullanılmıştır (A. DVNSMHM.d., 78,2061) Batılı tarzda inşa edilen Mekteb-i Tıbbiye-i Mecidiye binasının inşasında da küfeki taşının kullanıldığına dair belge bulunmaktadır (A.} MKT.MHM., 2, 100). Kulanım alanı sadece yeni bir bina inşasıyla sınırlı kalmamış, Edirne’deki Selimiye Camii’nin tamirinde de bu malzemeden yararlanılmıştır
63
(A.DVNSMHM.d, 80, 294). Özellikle İstanbul yapılarının temelinde kullanılan bir başka taş ise, Karamürsel bölgesinden çıkarılan od taşıdır (MD., 26,280). Osmanlı literatüründe bu taş seng-i ateş (ateş taşı) olarak kayıtlıdır (Devellioğlu,2013: 1095). Belgeler bu malzemenin daha çok fırın, hamam gibi ısının yüksek olduğu yapılarda kullanıldığını göstermektedir. Saray-ı Amire’de yapılacak olan hamam için derhal od taşının tedariğinin sağlanması ve uygun ölçülerde kestirilmesi Karamürsel kadısına iletilmiştir (A. DVNSMHM.d, 26, 280). Tophane’de yeniden yapılacak olan top ocakları için gerekli olan 568 tane od taşının kestirilip hazırlanması istenmiştir (C..AS., 417, 17309).
Klasik dönem yapılarında sıkça kullanılan mermer, 16. yüzyılda iki farklı şekilde temin edilmektedir. Bu malzeme ya ocaktan çıkarılarak ya da eski yapı kalıntılarından devşirilerek tedarik edilmiştir. Osmanlı yapılarında genellikle beyaz mermer tercih edilmiştir. Bunun nedeni Marmara Adası’nda yer alan beyaz mermer ocaklarından bu malzemenin kolaylıkla temin edilmesidir (Tanyeli, 2018: 33). Tuğlanın tedariği de farklı yollardan sağlanmıştır. Sözgelimi, Süleymaniye Cami’nin inşasında kullanılan tuğla ya doğrudan ocaktan ısmarlanmış ya müteahhit veya tüccarlardan satın alınmış ya da devlet tarafından işletilen tuğla fırınlarından imal ettirilmiştir (Barkan, 1972: 381).
Yapıların temel malzemesi olan demirin temini ve Osmanlı topraklarındaki demir üretimi klasik dönem için henüz tam anlamıyla aydınlatılamamıştır. Klasik dönem demir üretiminde adı geçen yer bugün Bingöl sınırları içerisinde kalan Kiğı’dır. Belgeler Kiğı’nın Erzurum’da yer aldığı bilgisini vermektedir. 1939 tarihli bir arşiv belgesi Erzurum’un Kiğı kazasında bir demir madeni bulunduğuna dair Hazine-i Evrak’ta 1232 tarihli bir belge mevcut olduğunu göstermektedir (CA., 176,216). Kiğı’daki demir gemi yapımı, kale tamiri gibi işlerde kullanılmıştır. 1585 tarihli bir belgede Van’da yapılacak olan on adet gemi için elli kantar demir tedariğinin sağlanması istenmiştir (A.DVNSMHM.d, 53,881). Osmanlı Devleti’nde Anadolu’ya nazaran Rumeli’de demir üretimi daha ağırlıklı olmuştur. Bunun nedeni Rumeli maden ocağının daha rahatlıkla
64
çalışmasını sağlayan bileşenlerin bulunmasıdır. Osmanlı demir teknolojisi için gerekli olan cevher, odun kömürü ve debisi sabit kalan suyun Rumeli bölgesinde bulunması bu bölgeyi bu konuda elverişli hale getirmiştir (Tanyeli, 2018: 67). Özellikle bu bölgede yer alan Samako demiri Osmanlı yapılarında sıklıkla kullanılmıştır. Barkan (1972:367), Süleymaniye Camisi’nin demirlerinin Samako’dan tedarik edildiği bilgisini vermektedir.
Osmanlı inşaatlarında malzeme tedariğinin ardından inşaata ilk olarak temel inşasıyla başlanmaktadır. Bir yapının üzerine oturtulacağı alanın iyileştirilmesi için ilk olarak temel inşası yapılmaktadır. Zemin yapısının her tarafının eşit olmaması zeminin her tarafını eşit duruma getirmeyi gerekli kılmaktadır. Bu durumda kullanılan yöntem kazıklı temel inşasıdır. Eğer tasarlanan yapı bir köprü ise temel inşası farklı bir yolla yapılmaktadır. Köprü inşasında suyun inşaat alanına girmesini önlemeli ve inşaat boyunca kuru kalması sağlanmalıdır. Geçici olarak yapılan bu işlem bir baraj görevi görmekte ve batardo olarak adlandırılmaktadır. (Tanyeli, 2018: 85-87). Sinan’dan önce Büyükçekme’de yapılan köprünün harap olma ve yıkılma nedenini Sinan, köprünün bataklık üzerine kurulmasına ve ıslak zeminde inşasının gerçekleşmesine bağlar (Sai Çelebi, 2003: 75). Zemindeki düzensizliği giderecek kazık işlemi bittikten sonra kazıklar birbirine bir ızgara görüntüsü oluşturacak şekilde bağlanmaktadır. Aksoy (1982:52), Süleymaniye Cami’sinin inşasında bu tür bir temel inşası olduğu bilgisini vermektedir. Yapının zemini iyileştirildikten ve kazık sistemi oturtulduktan sonra üstyapı elemanları olan duvarlar, sütunlar ve ayaklar inşa edilmektedir. Ancak öncesinde yavaş yavaş yükselecek olan inşaat için iskeleler kurulmaktadır. Bu aşamada öncelikle kerestenin temini sağlanmalıdır. Çünkü kereste yüksek inşaatta çalışabilmek için gerekli olan iskele yapımında kullanılmaktadır (Barkan, 1972: 385). Üst yapıdaki taşıyıcı sistemler duvar ve tekil taşıyıcılar olarak adlandırılan ayaklar ve sütunlardan oluşmaktadır. Duvarlar bir inşaata ayrılan bütçeye göre değişkenlik göstermektedir. Taş duvarlara dair örgü sisteminde kullanılan horasan harcı moloz ve kaba duvar olarak bilinen ekonomik duvar
65
inşasında kullanılmıştır (Tanyeli, 2018: 95-96). Külliye gibi yapılarda tercih edilen bir başka duvar türü ise almaşık duvar olmuştur. Batur (1970:135), bu duvar türünün görsel bir çeşitliliğe sahip olduğunu ve Romalılarda örgü sisteminin kullanıldığı bilgisini vermektedir. Osmanlı prestij yapılarında kullanılan, yanaşık derzli kesme taş duvar sisteminde ise taşlar arasındaki harç görünmeyecek şekilde sıkı bir örgü sistemini içermektedir (Tanyeli, 2018: 96).
Taşıyıcı sistemin tekil elemanlarından olan sütunlar ve kemerler Osmanlı klasik yapılarındaki birçok sorunu çözmüştür. Devşirilen yapı elemanları arasında bulunan sütunların zemindeki inşası Osmanlı mimarisinde Antik dönemden farklı bir yolla sağlanmıştır. Bağlantı bileziği adı verilen bu sistem sütun ve zemini birbirine bağlamak için kullanılmaktadır (Tanyeli, 2018: 104).
Taşıyıcı sistemlerin ardından yapının örtü sistemi inşaata dahil edilmektedir. Bu sistemin elemanlarını kubbe ve tonozlar oluşturmaktadır. Örtü sistemlerinin inşasında ise ahşap ve demir kullanılmaktadır. Demir kullanımı Sanayi Devrimi sonrasında olduğu kadar yaygın olmasa da 16. yüzyıldan itibaren klasik dönem yapılarında görülmüştür. Tanyeli (2018:131-143), demirin yapılarda uzun çubuklar ve kenet, zıvana gibi yapı malzemeleri şeklinde işlenip kullanıldığı bilgisini vermektedir. Kenetler; taşın taşa, taşın mermere ve ahşabın taşa bağlanmasını sağlayan malzemelerdir. Osmanlı yapılarında bir diğer bağlayıcı malzeme ise zıvanadır. Eğik düzlemde taşlar arasındaki bağlantıyı sağlamaktadır. Örtü sistemleri içerisinde yer alan çatı ve kubbelerde de demir kullanılmıştır. Çatılarda ve kubbelerde yaygın bir şekilde demirin kullanımı 19. yüzyılda artmış olsa da ilk demir kubbe örneğiyle 1661 yılında vefat eden Köprülü Mehmed Paşa’nın gömüldüğü türbede karşılaşılmaktadır.
Demir sınırlı olmasına rağmen klasik dönem inşaat yapılarında onarım amaçlı da kullanıldığı görülmektedir. Yapı malzemesi olarak güvenilirliği ve sağlamlığının o
66
dönemde fark edilmiş olmasının en belirgin örneği 1509 yılında yaşanan depremin ardından yüksek miktarda ham demir ısmarlanmış olmasıdır (Orgun, 1940: 166). Dolayısıyla bu dönemden itibaren demir onarım malzemesi olarak yapı faaliyetlerinin içerisinde yer almıştır. İnşaatın en son aşamasını ise altyapı işleri, ısıtma sistemleri, cam ve marangozluk işleri oluşturmaktadır. Duvarların boyanması ve sıva gibi son dokunuşlar yapılmaktadır.
Osmanlı inşaat tekniğine dair yukarıda serimlenen süreç göstermiştir ki klasik dönemden itibaren Osmanlı inşaat süreci bir sisteme sahiptir. İnşaat alanının yerinin saptanmasıyla başlayan süreç, kârnamenin hazırlanması ve ardından işgücü ve malzeme temini ile devam etmiştir. İnşaata dair hazırlık evresinin tamamlanmasının ardından inşaat süreci temel ile başlamış, ardından taşıyıcı ve örtü sistemlerinin inşasıyla devam etmiştir.
67
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
OSMANLI BATILILAŞMA GİRİŞİMLERİNİN İNŞAAT FAALİYETLERİ ÜZERİNDEKİ ETKİSİ
Büyük bir imparatorluk olan Osmanlı’yı mekânsal boyutları ile düşündüğümüzde; yayıldığı geniş coğrafyadan birçok etki aldığını tasavvur edebiliriz. Geniş bir coğrafyaya hâkim olan Osmanlı, farklı kültürlerle karşılaşmış olsa da ağırlıklı olarak Türk-İslam kaynaklarından beslenmiş ve klasik düzenini oluşturmuştur. Uzun yıllar mevcut düzenini koruyan imparatorlukta zaman içerisinde görülen bozulmalar düzendeki değişikliği zaruri kılmıştır. Osmanlı bilginlerinin zihnini meşgul eden bu çözülmelerin sebeplerine ilişkin Kâtip Çelebi ve Koçi Bey tarafından yapılan çalışmalarda başlangıçta ıslah fikri makul görünse de devlet düzenindeki bozulmanın giderilmesi için daha köktenci değişimlere ihtiyaç duyulduğu fark edilmiştir. Bu farkındalıkta ise 1683 yılında başarısızlıkla sonuçlanan Viyana Kuşatması, 1699 yılında ciddi itibar ve toprak kaybına uğradığı Karlofça Antlaşması ve artık kendini korumak durumunda kaldığı yani taarruz durumundan savunma durumuna geçtiği 1718’de yapılan Pasarofça Antlaşması’nın etkisi büyük olmuştur. Söz konusu kayıplar ve çözülmeler Osmanlı Devleti’nin değişen dünyaya ayak uyduran, gelişen bilim ve teknolojiyi benimseyen ayrıca bilim ve teknolojiye katkı sunan Batı dünyasının farkına varmasını sağlamıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun karşısında ekonomik, kültürel, siyasal ve bilimsel anlamda bir otorite olarak yer alan Batı’nın söz konusu alanlardaki çalışmalarından Doğu’nun da yararlanması iki dünya arasındaki ayrılığın giderilmesi için önem taşımaktadır. Batı’da yaşanan düşünsel, toplumsal yenilenmenin ve bilimsel gelişmenin Osmanlı toplumunda da yaşanması için siyasi, kültürel ve düşün düzeyinde değişimler yaşanmalıdır.
68
Osmanlı tarihine bakıldığında; Lale Devri (1718-1730), III. Selim (1761-1808), II. Mahmud (1785-1839) dönemlerinde Batılılaşma adımları atılmış olsa da resmi iradenin yenilikler konusunda göstermiş olduğu en kararlı duruşun, 1876’da Sultan II. Abdülhamid’in tahta çıkışı ve ardından Birinci Meşrutiyet’in ilan edilişini kapsayan, Tanzimat Dönemi’nde gerçekleştiğini söylemek doğru olacaktır. Çok boyutlu değişimlerin yaşandığı bu dönemde eğitim, hukuk, vergi sistemi gibi alanlarda devlet tarafından atılan yenilikçi adımlara bu çalışmanın konusu olan inşaat pratikleri de dahil edilmiştir. İnşaat ve mimarlık alanındaki bilgiler ithal edilmiş, yeniden üretilmiş ve bu alanda yeni aktörler ortaya çıkmıştır. Bu değişimler yeni epistemeden de beslenerek Osmanlı inşaat pratiklerine yansımıştır. Ayrıca, inşaat ve mimarlık alanındaki değişimler eğitimde yaşanan dönüşümlerle desteklenmiştir. Batılılaşma girişimlerinin Osmanlı Devleti’nin inşaat faaliyetleri üzerindeki etkisini araştırdığımız bu bölümde bu girişimlere birçok boyutuyla yer verilmiştir.
3.1. Osmanlı İnşaat Faaliyetlerinde Batılılaşma Aşamaları
Batılılaşma, en genel tanımıyla Osmanlı Devleti’nin Avrupa’yı anlamaya ve aktarmaya çalışırken yaşadığı sürekli değişimdir. Kaynağını Batı’dan alan bu değişim hareketi modernleşme ile eş görülmektedir. Bir kavram olarak modernite epistemolojik ve ontolojik çatışmanın sonucu olarak Batı Avrupa’da yaşanmış olan Aydınlanma düşüncesinin ürünüdür. Bu kavram toplumun yapıları üzerinde giderek kendini göstermiştir (Özay, 2022: 111). Gelenekten kopuşu ifade eden modernite, genellikle Batılılaşma ile eş görülmektedir. Söz konusu kavramlar arasındaki bu bağ ise modernitenin Batı kaynaklı bir kavram olmasından kaynaklanmaktadır. Bu sebeple Osmanlı batılılaşması imparatorluğun modernleşme hareketi şeklinde okunabilir.
69
Osmanlı devlet sisteminde yaşanan aksaklıklar değişimin gerekliliğini göstermiş, Avrupa ile temasın artması ise bu süreci daha da hızlandırmıştır. Bu etkinin görüldüğü aşamalar, Osmanlı Batılılaşma girişimlerini oluşturmaktadır. Girişimler neticesinde birçok alanda yaşanacak olan değişime inşaat faaliyetleri de dahil edilmiş, böylelikle inşaat faaliyetlerindeki batılılaşma aşamaları, Osmanlı Devleti’nin batılılaşma serüvenine yakın bir çizgide olmuştur. Bu serüvenin ilk aşamasını Lale Devri oluşturmaktadır. 1718-1730 yıllarında yaşanan bu dönem, kendisinden sonra yaşanacak olan Batılılaşma girişimlerine nispeten daha az etkili olsa da yenileşme politikasının ve sivil reformların başlangıç dönemi olarak kabul edilmektedir. Sivil reformlar arasında gösterebileceğimiz sivil mimarinin ilk örnekleri bu dönemde görülmüştür. Sosyal yaşantıdaki değişim dini mimariden, sivil mimariye doğru yönelmeyi mümkün kılmış; Boğaz ve Kâğıthane gibi mekânlarda sivil yapılar ortaya çıkmıştır (Bakır, 2002: 524). Lale Devri yapılarının sivil mimari örnekleri arasında yer alan meydan çeşmeleri, kent kavramı için önem arz etmektedir. Kuban (2007:510), meydan çeşmelerini Osmanlı’nın kent planlama olgusunun başlangıç noktası olarak görmektedir. Ancak padişahlar tarafından kendileri ve aileleri adına inşa ettirilen bu çeşmeler kamusal alanda devletin varlığının göstergesi olmuştur. Kâğıthane’de yapılan düzenlemeler, Sadabad’a hayran olan III. Selim’in Batılı tarzda inşa ettirdiği köşkler, bugüne kadar yerleşmemiş bir kentsel tasarım düşüncesinin İstanbul’daki ilk uygulaması sayılabilir (Can, 2020: 18).
Osmanlı batılılaşmasının ilk aşaması olan Lale Devri, inşaat faaliyetlerinde Batı modeline uygun tekniklerin ve yeni tasarımların başlangıcı olmuştur. Serim Denel (1982: 19), Lale Devri mimarlığını Batılılaşma olarak değil, Batı etkisinde şekillenen bir tasarım olarak görmektedir. Batılılaşmanın ilk aşaması olan Lale Devri’ndeki inşaat faaliyetleri hem geçiş dönemi hem de Osmanlı’nın Batılılaşma karşında alacağı tavırlara ilişkin ipuçları veren bir dönem olarak görülebilir. İnşaat faaliyetleri bakımından da bu dönem, tam olarak Batılılaşmanın yaşanmadığı, ancak Batı etkisiyle şekillenen Osmanlı inşaat
70
faaliyetlerinin olduğu bir dönemdir. Lale Devri yöneticilerinin Batı’ya açılışı Osmanlı’nın, Batı’yı bilinçli bir şekilde izlemesinin ilk adımıdır. Avrupa standartlarına uygun bir ordu için getirtilen mühendisler ve onlarla gelen uygulamacılar sayesinde ordudaki yenilik hareketinin yanı sıra yapı faaliyetlerine de birçok yeni veri dahil olmuştur (Kuban, 2007: 507). Osmanlı İmparatorluğu’na gelen yabancıların dışında, Avrupa’ya giden idareciler de bu süreci etkilemiştir. 1720-1721 tarihlerinde Paris’te elçi olarak görev yapan Yirmisekiz Mehmet Çelebi sayesinde Osmanlı İmparatorluğu, Fransa’daki birçok gelişmeden haberdar olmuştur. Ahmet Hamdi Tanpınar (1998:43); Çelebi’nin, Paris gezisini milli bir şuur ve devlet adamı ciddiyetiyle gerçekleştirdiğini söyler. Bu ifade Batı ile temasımızın ilk yazılı ürünü olan sefaretname okunduğunda daha net bir şekilde anlaşılmaktadır. Bu çalışma şehirlerin inşaat faaliyetleri ve imar planlarında da etkili olmuştur. Çelebi gibi Hariciye Nezareti’nde görev yapan isimlerin çeşitli görevlerle gittikleri Avrupa seyahatleri neticesinde kaleme aldıkları deneyimleri Osmanlı’nın batıyı tanıma sürecine yardımcı olmuştur. Mustafa Sami Efendi’nin “Avrupa Risalesi”8, Sadık Paşa’nın “Avrupa Ahvaline Dair Risale”si Batılılaşma döneminin tarihyazımsal literatüründe önem arz etmektedir.
Tanzimat dönemine gelinceye kadar yapılar bağlamında Batılılaşmanın bir diğer aşamasını Nuruosmaniye Camii oluşturmaktadır. Bu cami klasik mimari tasarımından ve üslubundan farklı, yenileşmenin doruğu olarak görülmektedir (Kuban, 2007: 526). I. Mahmud döneminde başlayan, III. Osman döneminde tamamlanan bu yapının Osmanlı inşaat teknolojisi yazımında önemli bir yeri vardır. Bina kâtibi Ahmed Efendi’nin caminin
8 1838 yılında Paris Sefareti Başkâtipliğine atanan Mustafa Sami Efendi bu görevi sırasında Avrupa Risalesi’ni kaleme almıştır. Çeviri için; Demir, 1996.
71
inşaatına dair her aşamayı detaylı bir şekilde anlattığı risalesi9 klasik dönem inşaat yazılı literatürünü oluşturan çalışmalardan oldukça farklıdır. Bu çalışma klasik dönem inşaat faaliyetleri hakkında bilgi veren “Tezkiretü‘l Bünyan” ya da “Risâle-i Mî’mariyye’” adlı çalışmalardan farklı olarak Osmanlı inşaat teknolojisinin kuramsal ve pratik boyutlarını gösterdiği için Osmanlı inşaat teknolojisine dair tarihyazımsal alanda da değişimlerin başlangıcıdır.
Osmanlı Devleti’ndeki en yenilikçi adım olan Tanzimat Dönemi’nde ortaya çıkan gelişmelerin bir anda olmadığı ve yukarıda kısaca serimlenen gelişmelerin Tanzimat dönemini öncelediği görülmektedir. Söz konusu dönemlerde görülen yenileşme çabaları Batılılaşmaya dair girişimleri oluşturmaktadır. Bu çabalar inşaat faaliyetlerine de yansımıştır. 1876 yılında Sultan II. Abdülhamid’in tahta çıkışıyla başlayan II. Meşrutiyet’in ilan edilişi ile sonlanan, Osmanlı tarihinde siyasi dönüm noktası olarak bilinen, Tanzimat dönemi resmi irade tarafından birçok yeniliğin yapıldığı dönemdir. Bu dönemde aydın bürokrat grup Osmanlı İmparatorluğu’nun hem işlevini yitirmiş kurumlarını düzenlemek hem de sarsılan otoriteyi yeniden kurmak maksadıyla egemenlik dizginlerini ele geçirmiştir (Ortaylı, 2020: 16). Sultan II. Abdülhamid’in iktidarda olduğu bu dönemde reform yanlısı birçok isim vardır. Tanzimat’ın en etkili ismi olan Mustafa Reşid Paşa (1800-1858), Hariciye Nazırlığı görevinde bulunan Emin Âli Paşa (1815-1871) ve Fuat Paşa (1814-1868) gibi bürokratların yaşamış oldukları yurtdışı deneyimi yapılacak olan reformlarda etkili olmuştur. Batı ile temas neticesinde ortaya çıkan Namık Kemal’in kendisi de önemli bir aktör olmuş ve Terakki10 adlı makalesini kaleme almıştır.
9 Ahmed Efendi’nin Tarih-i Cami-i Şerif-i Nur-u Osmani adlı çalışması Tarih-i Osmani Encümeni Mecmuası’nın 49. sayısında ek olarak basılmıştır.
10 “Terakki” makalesi için; Yeni Türk Edebiyatı Antolojisi II, 1993, s.193-202.
72
Dönemin Londra’sını kütüphanelerinden adalet sistemine, eğitiminden mimarisine, şehirdeki altyapıdan köprülere kadar çok yönlü şekilde anlatmıştır. Hem Tanzimatı mümkün kılan bürokratların hem dönemin aydınlarının Batı ile teması Avrupa ziyaretleri sırasında gördükleri Osmanlı’nın bu değişim hareketinin çok boyutlu olmasını sağlamıştır. Böylelikle hukukî, siyasi, kültürel ve sosyal alanda birçok değişim yaşanmış, Osmanlı Devleti’nde hukuk sisteminden vergi sistemine, eğitimden gayrimüslimlerin eşitliğine dair birçok yenilik hareketi başlamıştır. Hukuki, kültürel, siyasal ve sosyal alanda yaşanan değişmeye inşaat pratikleri de dahil edilmiştir. Osmanlı modernleşmesinin en somut örneklerini oluşturan inşaat pratikleri de batılılaşmanın simgesi olarak görülmüştür. Ortaya çıkan yeni yapı türleri, ahşap yapıdan kâgir yapıya geçiş, kamu binalarının kentlerdeki görünürlüğü modern devletin temel bileşenlerinden sayılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nda her alanda olduğu gibi Tanzimat’a kadar uzanan dönem inşaat faaliyetleri alanında da bir geçiş dönemi olarak tanımlanabilir. Tanzimat öncesinde Batılılaşma, Batı ile benzerlik kurma şeklinde ise de Tanzimat ile her alanda yaşanan daha köktenci değişimler Osmanlı inşaat faaliyetlerinde de görülmüştür. Bu dönemde inşaatta kullanılan malzeme, inşaat tekniği, sivil mühendislik eğitimi, inşaat örgütlenmesi gibi alanlarda değişimler yaşanmıştır.
Batılılaşma dönemi inşaat faaliyetlerinin şekillenmesinde etkili bir isim arayacaksak bu kişinin Mustafa Reşid Paşa olduğunu söyleyebiliriz. Kendisi Osmanlı yapılarında kâgir inşaata geçişin ve yapı faaliyetlerinde yabancı mimar ve mühendisin kullanılması gerekliliğinin önemini Londra elçiliği yaptığı sırada vurgulamıştır. Osmanlı’da çıkan yangınlar sebebiyle Avrupa gazetelerinde Müslümanlara dair aşağılayıcı ifadelerden rahatsızlık duyan Reşid Paşa, Osmanlı’daki inşaat faaliyetlerinde Avrupa’nın izlenmesi noktasında ısrarcı davranır. Avrupa’dan mütefennin mimarların davet edilmesi ve Avrupa’ya mühendislik eğitimi için öğrencilerin gönderilmesini önerir (Baysun, 1960: 124-125). Reşid Paşa’nın telkinleriyle birlikte yeni kent planlamaları
73
yapılarda kullanılan malzemenin değişimi, yabancı mühendis mimar istihdamının gerçekleşmiş olması Osmanlı inşaat teknolojisine dönüm yaşatan bir isim olduğu yönündeki tezimizi doğrulamaktadır.
Tanzimat ile ekonomik, toplumsal ve idari değişim şehirlerin yapısına yansımış, bu durum yapılarda kendini çok boyutlu bir şekilde göstermiştir. Siyasi değişimin yapılara yansıması kamu binalarını ortaya çıkarmıştır. Osmanlı klasik döneminde devlet ve sultanın birbirinden ayrı düşünülememesi, resmi işlerin devlet dairesi yerine sultanın dairesinde görülmesine neden olmuştur. Devlet ve sultan kavramlarının bu denli birleşmiş olmasından dolayı idarenin, devlet işlerinin sultan ya da vekilinin sarayında görüşülmesi olağan karşılanmıştır (Kuban,2007:661). Bu sebeple 19. yüzyıla gelinceye kadar Osmanlı Devleti’nde kamu hizmetine tahsis edilmiş binaların varlığından söz edilememektedir. 19. yüzyıl itibariyle yönetimdeki değişimler kentlerde somut örneklerini bulmuştur. Bu yeni sistemin gereği olarak inşa edilen binalar arasında hükümet konakları yer almaktadır. II. Abdülhamid (1842-1918) döneminde yetmiş yedi hükümet konağı yapılmış ve elli hükümet konağı tamir edilmiştir (İzgöer, Tuğ, 2017: 137). Bu dönemde Selanik, Nasliç gibi çeşitli vilayetlerde hükümet konakları inşa edilmiştir (İŞD., 5, 255). Hükümet konaklarının inşası vilayetlerin yetki bakımından farklı bir statüye bağlandıklarını göstermenin yanı sıra şehirdeki hareketliliğin de yön değiştirmesini sağlamıştır. 18. ve 19. yüzyıllarda bürokratik ve ticari burjuvazinin doğması, bu alanlarda yeni aktörlerin varlığını ve yeni yapıların ortaya çıkmasını sağlamıştır. Külliye ve dini yapılar etrafında yaşanan hareketlilik hükümet binası yakınında gelişme göstermeye başlamıştır. Böylelikle ticari hayat da hükümet konakları etrafında şekillenmiştir (Cezar, 1971: 84). Tanzimat döneminde dış ülkeler ile artan ticari ilişkiler beraberinde batılı tarzda yapıları getirmiştir. Bedesten adı verilen ticari yapılar 19. yüzyıl itibariyle yerini iş hanlarına ve bankalara bırakmıştır. Vallaury tarafından Osmanlı Bankası tasarlanmış ve bankanın kuruluş nizamnamesi ve teferruatı belgelenmiştir (AMD., 19, 85). Yeni yapı türlerinin
74
görüldüğü Galata- Pera bölgesi batılı ticari yapıların olduğu merkez haline gelmiş, imparatorluğun ticari faaliyetlerindeki dış ilişkilerinin neticesi olarak ticari yapılar Osmanlı’da görülmeye başlamıştır (Kuban 2007: 669).
Tanzimat döneminde ortaya çıkan aydın grubun bir kısmı Tanzimat dönemi muhalefetini oluşturmuştur. Tanzimat’a karşı gösterilen siyasi tepki Osmanlı devletindeki çağdaşlaşma sorununun onu Batı devletlerinin baskısı altına soktuğu ve yapılan reformların halka yarar sağlamadığı yönündedir (Berkes, 2022: 271). Bu muhalif grup, Yeni Osmanlılar olarak bilinmektedir. Aynı muhalif söylem Osmanlı inşaat pratiklerine de yansımıştır. Avrupa ile artan ilişkilerin inşaat faaliyetlerine yansıması bu dönemin mimarlık tarihyazımı açısından karanlık çağ olarak adlandırılmasına, Osmanlı mimarisinin yabancılaşmasına yönelik söylemlere neden olmuştur (Ersoy, 2000:260). Osmanlı, mimarlık ve yapı faaliyetlerinde ulusal kimlik arayışına girmiş, böylelikle 19. yüzyılda yaşanan siyasi ve düşün düzeyindeki değişimlere yönelik tartışmalara mimarideki değişim de dahil edilmiştir. Bu yüzyılda Doğu ve Batı ilişkisinin somut örneklerini teşkil eden yapılar iki toplum arasındaki ilişkinin kurgulanmasında etkili olmuştur. İki kültür arasında artan temas ötekine ait sanat ve mimarinin yorumlanmasını güçleştirmiştir (Çelik, 2005: 192). Bu güçlük yapılardaki kimlik sorununu açığa çıkarmaktadır. Her ne kadar Batı’dan etkileşim söz konusu olsa da Osmanlı kendi mimari kimliğinin temsil yollarını da aramaktadır. Bu sebeple kendi kimliğini sergileyebileceği 1873 yılındaki Viyana Sergisi’ne katılmış, kendi yapı faaliyetlerini “Usûl-i Mi ‘mâri Osmâni” adlı çalışmayla göstermeyi amaçlamıştır. Osmanlı mimarlık tarihine ilişkin ilk yazılı eser olması bakımından önem arz eden bu çalışma aslında Vitruvius’un Roma mimarlığını belgelediği Mimarlık Üzerine On Kitap adlı çalışmasıyla aynı amacı taşımaktadır. Vitruvius’un bu çalışması belgeleme ile savunuculuğun karışımından oluşan mimarlık yazarlığını ortaya koymaktadır (Leach,2021: 29). Dolayısıyla mimarlık tarihine dair bu çalışmalar yapıların bir araçsallık taşıdığını göstermektedir. Osmanlı’da
75
bu dönemde yapı faaliyetlerinde Batı’dan her ne kadar beslense de kendini gösterme çabasını bu sergi ile amaçlamıştır. Çeşitli mimarlık usullerinin ve Osmanlı mimarisinin kurallarının anlatıldığı bu çalışmada Bursa, İstanbul, Edirne’de yer alan yapı örnekleri seçilmiş, mimari kimliğinin kendiliğini Batı kültürüne göstermek istemiştir. Osmanlı’nın bu çabası yapıların bir devletin var olma biçimindeki rolünü göstermektedir.
3.2. İdari Reformlar ve İnşaat Pratikleri
İmparatorluğun son yüzyılı olan Tanzimat Dönemi’nde klasik düzendeki çözülme neticesinde idari anlamda da reformların gerekliliği ortaya çıkmıştır. Bu durum Osmanlı yöneticilerinde farkındalık oluşturmuş ve onları idari meseleler hakkında düşünmeye teşvik etmiştir (Findley, 1980: 115-116). Böylelikle Tanzimat döneminde, Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşanan sosyal ve kurumsal reformlar idari sisteme yansımış, Osmanlı düşünürleri ve devlet adamları politik dengenin restorasyonu çabalarında girişimlerde bulunmuşlardır (Findley, 1980: 224). İlber Ortaylı (2020: 18) Tanzimat döneminin idari reformlarını ülkemizde yerel yönetimin doğuşu olarak görmektedir. Ancak yerel yönetim merkeziyetçi devlet felsefesini benimsemiş olan Osmanlı İmparatorluğu gibi devletler için alışılması kolay bir sistem değildir. Tanzimat yöneticilerinin Batı ile teması, değişmesi zor olan idari sistemin dönüşmesinde büyük etmen olmuştur. Bunun neticesinde bir dizi sosyal ve kurumsal reform gerçekleştirilmiş, devletin idari sisteminde dönüşümler başlamıştır. Bu dönüşümler neticesinde ortaya çıkan yeni kurumlardan bazıları Osmanlı inşaat faaliyetlerine doğrudan etki etmiştir.
Tanzimat yöneticilerinin yeni imar faaliyetleri ve Osmanlı şehirlerindeki değişiklik taleplerinde Avrupa’da bulunmalarının büyük etkisi vardır. Tanzimat’ın öncü ismi Reşid Paşa; Avrupa şehirlerine, binalarına duyduğu hayranlığı ve Osmanlı
76
Devleti’nde özellikle şehirlerin yeniden düzenlenmesi gerektiğini, binalarda kullanılan malzemede ahşaptan kâgire geçmenin önemini raporlarında sürekli vurgulamıştır (Aktaran: Baysun, 1960: 124). Reşid Paşa gibi Batı ile temasta bulunan Tanzimatın diğer önemli aktörleri de imar faaliyetlerinde değişiklik yapılmasını önemsemişlerdir.
İ’mâr, sözlük anlamıyla şenlendirme, bayındır hale getirme demektir (Devellioğlu, 2013: 498). Osmanlı şehirlerinde imar faaliyetlerinin değişimi uzun süreçte gerçekleşmiştir. İlhan Tekeli, Osmanlı’nın kent dönüşümünü üç aşamada inceler. Birinci aşama, artan nüfus yoğunluğunun yerleşme yapısında oluşturduğu değişimdir. İkinci aşama 16. yüzyılda Osmanlı şehirlerinin geçirmiş olduğu değişim, üçüncü aşama ise 16. yüzyılda dönüşen şehirler için 19. yüzyıl itibariyle gerçekleşen nizam planları ve imar faaliyetleridir (Tekeli 1985: 878).
Osmanlı kentlerinde 16. yüzyıldan itibaren yaşanan değişim, 19. yüzyılda bambaşka bir boyut kazanmıştır. 19. yüzyılda farklılaşan ekonomik ilişkiler, siyasi değişim, gelişen bilim, yeni teknikler gibi etmenler farklı yapıların ortaya çıkmasına zemin hazırlamış, böylelikle kentler yeniden inşa edilmeye başlanmıştır. 19.yüzyıl Avrupası’nda yapılardaki değişimde en önemli etken sanayileşmedir. Makinalı hayat ile yeni koşullara cevap verecek yeni yapı malzemeleri ve yeni yapı türlerine ihtiyaç duyulmuştur. Makinalı yaşama uygun fabrikalar, ambar ve depolar, köprüler, demiryolları, tüneller, garlar gibi yeni yapı türleri ortaya çıkmıştır. Yeni yapılar yeni imar faaliyetleri demektir. Aynı durum Osmanlı devleti için de geçerlidir. Osmanlı Devleti’nde yeni imar faaliyetlerine olan ihtiyacın nedeni yeni yapı türlerinin ortaya çıkmasını sağlayan etmenlerin neler olduğu ile ilişkilidir. Yeni yapı türlerinin görülmesinde artan nüfus, değişen ekonomi, 19. yüzyılın bilimsel gelişmeleri, yaşanan yangınlar ve depremler, Osmanlı inşaat faaliyetlerini doğrudan etkilemiştir. İnşaat faaliyetlerinin belli standartlarda yapılmasını mümkün kılacak imar planlarına ihtiyaç vardır. Bu durum
77
kentlerde büyük dönüşümlere yol açmış, kentsel planlamanın yeniden yapılmasını zaruri kılmıştır.
Bu etmenler neticesinde değişim kentlerin panoraması ile sınırlı kalmamış, kent yönetiminde de yenilikler başlamıştır. Tanzimat sonrası; kadının gücünün sınırlanması ve Yeniçeri Ocağı’nın kapanmasıyla birlikte ocağın kent hizmetlerinden sorumlu birimleri de ortadan kalkmıştır. Bu sebeple geleneksel şehir yönetimi ve beledi hizmetlerde sıkıntılar görülmeye başlanmıştır. Bu durum yönetimdeki değişimleri beraberinde getirmiştir. Ortaylı (2020: 121); modern belediye kuruluşunu, şehir yönetimindeki evrimin bir sonucu olarak görmemekte, modernleşme yanlısı yönetimin şehirlerin ıslahı için gerçekleştirdiği bir reform olduğunu söylemektedir. 19. yüzyıldaki bu reform hareketinde yönetim arayışları başlamıştır. Başkent odaklı bu yönetim arayışında İstanbul’un imarını da içeren bir dizi görev için 1854 yılında Şehremaneti kurulmuştur. Uzun ömürlü olmayan kurumun ardından 1855 yılında İntizam-ı Şehir Komisyonu kurulmuştur. Bu komisyon tüm şehri on dört bölgeye ayırmış ve Pera, Galata ve Tophane bölgelerini Altıncı Daire’ye bağlı kılmıştır (A.}DVN. MKL. 74, 24). Bu yeni kurumların ardından imar hareketleri ve kent planlamasına dair ilk adımlar atılmıştır.
Osmanlı Devleti’nin siyasi, kültürel ve ekonomik açıdan merkezi olan İstanbul, imar faaliyetlerinin başladığı ilk yer olmuştur. İlhan Tekeli, kent planlama pratiğinin ilk aşamasının harita olduğunu söyler (Tekeli, 1985: 884). Osmanlı’da ölçüme dayalı ilk harita Fransız askeri mühendis Kauffer tarafından 1776’da hazırlanan ve 1786’da yenilenen “İstanbul şehri ve banliyölerin planı” adlı haritadır. İstanbul için tasarlanan bu haritanın yapım süreci farklı dinamiklerden etkilenmiştir. Araştırma yöntemlerinde ve yerinde ölçme yöntemlerindeki teknolojik gelişmeler, teleskop ve açı ölçüm aletlerinin kullanımı Kauffer’in İstanbul için tasarladığı haritada etkili olmuştur (Pedley, 2012: 39). Kauffer dışında, İstanbul planı hazırlayan bir diğer isim Pierre Aznavour’dur. Kendisi
78
hakkında bir bilgiye ulaşılamasa da devlet arşivinde renkli İstanbul planı hazırladığına dair belge vardır (HR.,SFR. 290, 35).
Tanzimat yöneticilerinin Avrupa ile teması İstanbul için hazırlanan planlara da yansımaktadır. 1836-1837 yıllarında Moltke tarafından yapılan plan Reşid Paşa’nın işaret ettiği birçok noktaya çözüm niteliğinde olmuştur. 1848 yılında imar faaliyetlerine dair denetimlerin tek merkezde toplanması amacıyla Nafıa Nezareti (Bayındırlık Bakanlığı) kurulmuş, bu nezaret, kendinden önceki kurumların görev ve sorumluluklarını üstlenmiştir. Aynı yıl hazırlanan Ebniye Nizamnamesi, 1842 yılında tamamlanan Moltke raporuyla benzer maddeler taşımaktadır (Tekeli, 1985: 885). Hem nizamname hem de Moltke’nin raporuyla şehrin tasarımında; kentlerde geniş sokakların açılması, yangın tedbirleri alınması hususu önemsenmiştir. Örneğin; Selanik’te sokakların dar olması çıkan yangınların şiddetli olması sebebiyle bundan sonraki inşaatlarda bu hususun göz önünde bulundurulması ve buraya bir mühendis ve Ebniye Nizamnamesi gönderilmesi kararı alınmıştır (A.}AMD.12, 68).
19. yüzyıl inşaat faaliyetlerine yönelik kanunların birçoğu yangınlara yöneliktir. Osmanlı’da 1866 yılındaki büyük Hocapaşa yangını, afete yönelik karar alınmasında ve uygulanmasında büyük önem taşımaktadır. İstanbul’un bu büyük yangını dönemin bürokrat ve aydınlarının söylemlerine yansımıştır. Akyürek (2008: 154), Hocapaşa yangınının ardından Namık Kemal’in “İstanbul Yangınları” başlıklı bir makale kaleme aldığını ve bu makalede yangınlara yönelik tedbirlerden söz ettiği bilgisini vermektedir. Yangınlar, Osmanlı imar faaliyetlerini şekillendirici, nizamnamelerin maddelerinde belirleyici bir etmen olmuştur. Bu büyük yangınlar bir dönemeç olarak kabul edilebilir. Şenyurt (2011:112), Hocapaşa yangını sonrasında tadilatlar ve düzenlemeler konusunda en iyi çözümün gerçekleştiği ve müteahhitlik hizmetlerine ihtiyaç duyulduğunu söyler. 19. yüzyılın bir diğer büyük yangını yüzyılın sonunda Beyoğlu’nda çıkmıştır. Bu yangın sonrasında mimar ve mühendislerden oluşan bir ekip kurulmuş, bölgenin yeniden imarı
79
için düzenlemelere başlanmıştır. Bu yangın sonrasında da Fransız gazetelerinde alaycı söylemler görülmüş, bu safsatalara karşı gazeteci Bolak Bey tarafından yazı yazılmış, İstefenaki tarafından bu yazı tercüme edilmiştir (İ.HR.. 332, 21361).
İnşaat faaliyetlerinde denetleyici bir kurumun varlığı yapı sahasındaki aksaklıkları gidermeye yönelik atılmış adımlardır. Böylelikle her türlü imar faaliyetinin fenn-i inşaata/mimariye uygunluğu sorgulanmış ve denetlenmiştir. Osmanlı arşivinde bu denetlemeye dair birçok belge yer almaktadır. Bu durum Osmanlı yapılarında bir standart arama çabasıdır. Haçin hükümet konağının tamirinin fenn-i mimariye uygun olup olmadığının Şehremaneti’ne bildirilmesi (DH. MKT., 1846,29), Dersaadet ve bilad-ı selasede yapılacak binanın keşfinin fenn-i mimariye uygun olması (C.NF., 40,1979) gibi arşiv belgeleri yapıların fenn-i inşaat/mimariye uygunluğu noktasında hassas davranıldığını göstermektedir. Yapıların mimarlık ve inşaat tekniğine uygunluğunun önemsenmesi bu alanlara dair bilginin sistematize edilmesi ile mümkün olacaktır. Bilginin bu konudaki sistematikliği ise fenn-i inşaat ve mimariye dair formasyon dahilinde sağlanacaktır.
3.3. Fenn-i İnşaat Bilgisi
Tanzimat dönemi ile doğru bilgiyi elde etme girişimi başlangıçta askeri alanla sınırlı olsa da sonrasında birçok alana sirayet etmiştir. Doğru bilgiye dair iktidarın da Batı’da olduğu gerçeği Batı’dan eğitim konusunda faydalanılmasına dair girişimleri başlatmış, bu girişimler Osmanlı devletinin bağlı bulunduğu epistemoloji üzerinde etkili olmuştur. Sınırları katı bir şekilde çizilmiş olan Osmanlı’nın bağlı olduğu episteme, süreç içerisinde Avrupa’daki bilimsel gelişmelerden haberdar olunmasıyla değişime uğramıştır.
80
16. yüzyıl Doğu ve Batı’nın bilim anlayışlarında farklılıkların görülmeye başlandığı dönemdir. Doğu dünyasındaki “ilim”, Batı dünyasındaki bilim (science) kavramı ile karşılaştırıldığında bu kavramın çok daha geniş bir ifade olduğu görülmektedir. Bu ifade, dini ilimlerin yanı sıra deneysel yöntemi dışlayan her türden doğa dışı ve doğa içi örüntüleri kapsamaktadır (Demir, 2015: 62). Franz Rosenthal, ilim kelimesinin etimolojik çözümlemesini yaparak bu kavramın İslam düşüncesindeki yerini saptamıştır. Çoğulu ulûm olan bu kelime felsefe ve spekülatif teoloji dilinde malûm, malûmat gibi ifade şekliyle de bilinenlerin çokluğunu ifade etmektedir (Rosenthal, 1970: 45). Bu bağlamda ilmin Batı’daki science ifadesinden çok daha geniş bir karşılığının olduğu görülmektedir. Doğu dünyasındaki yerleşik bilim algısı ilim sınıflandırılmasına da yansır. Taşköprülüzade, Kâtip Çelebi gibi ilim sınıflandırması yapan isimler, sınıflandırma girişimlerinde kendilerinden önceki İslam düşünürlerine bağlı kalmışlardır. Bu sınıflandırmalarda teorik ve pratik şeklinde bir ayrıma rastlanamaması ilim kavramının kapsayıcılığından kaynaklanmaktadır. Mevcut bilim algısının Avrupa’daki epistemolojiyi takip etmeyi zorlaştırdığı da aşikârdır. Bu sebeple iki toplumun bilgiden ne anladıkları, onu nasıl anlamlandırdıkları benimsemiş oldukları epistemolojiden bağımsız değildir.
18. yüzyıl faydalı bilginin saygınlaştığı ve buna bağlı olarak mühendislik ve uygulamalı bilimin ön planda olduğu bir dönemdir. Fransız Bilimler Akademisi, bu dönemde mühendislik ve uygulamalı bilimlere ağırlık vermiş, Zanatkarların ve Uğraşların Betimlenmesi adlı çok ciltli bir kitap yazmıştır (Burke, 2001:111). Thomas Bray’ın 1697’de Bütün Zorunlu ve Faydalı Bilgileri Geliştirme Yönünde Deneme adlı çalışması teknik ve pratik bilginin geliştirilmesinin önemine vurgu yapan bir çalışma olmuştur (Burke, 2001: 110). “Uygulaması olmayan kuram yararsızdır” anlayışı pratik bilgiyi ve tekniği ön plana çıkarmıştır. Aynı durum modernleşme çabası içerisinde olan Osmanlı topraklarında da görülmüştür. Osmanlı’nın Batı ile teması; Avrupa’ya gönderilen
81
devlet adamlarının hazırladığı raporlar, modern bilimlerin Osmanlı toplumunda yaygınlaşmasının amaçlandığı yeni eğitim kurumları ve Batı dillerinden yapılan tercümeler aracılığıyla olmuştur (İhsanoğlu,1985: 79). Batı ile karşılaşma sonrasında ortaya çıkan yeni eğitim kurumları, beraberinde yeni bir bilim kültürünü getirmiş, Osmanlı bilim algısı üzerinde etkili olmuştur. Osmanlı’nın tarihsel süreç içerisindeki bilim algısı iki temel aşamadan geçmiştir. 14. ve 18. yüzyıllar arasındaki bilim anlayışı geleneksel ilim anlayışından beslenmiş ve bilim iki amaca hizmet etmiştir. Birinci amaç yaratılanın bilgisinden yaratıcının bilgisine ulaşmak, ikinci amaç dini ve dünyevi ihtiyaçları karşılamaktır. 18. ve 20. yüzyılları kapsayan ikinci aşamada ise bilim fen olarak adlandırılmakta, teknolojiyle bağdaştırılmaktadır. Bu aşamada iki safhadan oluşmaktadır. Birinci safhada teknolojik yeniliklerin aktarımı yeterli görülmüş ve eğitim de dahil olmak üzere yatırımlar bu çerçevede yapılmıştır. İkinci safha ise Batı’nın başarısı üretim teknolojisi ile bağdaştırıldığından bu alandaki teknolojik yeniliklerin aktarımı makul görülmüştür. Bu bakımdan Osmanlı’nın bilim algısı kılgısal bilimlerin gelişimine hizmet eden bir algıdır (Demir, 2016:190).
Osmanlı’da mevcut epistemolojinin değişmesi yönündeki telkinler, atılan adımlar sayesinde Osmanlı Batı’daki yeni epistemolojiyi tanımıştır. Bu farkındalıkta yurtdışında görev yapan devlet adamlarının raporlarında yer alan ulûm ve fünûn söylemi Batı’daki yeni bir epistemolojinin haberini vermektedir. Mustafa Sami Efendi’nin, risalesinde söz ettiği, Avrupa eğitim sistemi, hîkemi ilimler ve matematiksel fenlere ilişkin kitaplar dönemin Avrupası’nı başka boyutuyla Osmanlı’ya göstermiştir (Aktaran: Demir, 1996: 43). Osmanlı Devleti’nde, Batı’daki bilgi transferinde önemli paya sahip olan askeri teknik kurumlarda ortaya çıkan yenilik hareketleri teknik ve pratik bilginin gelişmesine yönelik ilk adımı oluşturmaktadır. Osmanlı Devleti’nin askeri eğitimdeki pragmatist yaklaşımı inşaat pratiklerine de yansımıştır. Asker sınıfının eğitim işlerinin yanı sıra topçuluk, istihkâm, inşaat gibi alanlarda yabancılardan yararlanması inşaat tekniğinde
82
yeni bir düzenlemeyi beraberinde getirmiştir (Cezar,1971: 61-62). Mühendislik ve mimarlık alanındaki tekniklerin yetersizliği ise yapılarda ortaya çıkan problemlerle görülmüş, bu durum devletin önde gelenlerinin söylemlerine yansımıştır. Sultan III. Selim, Avrupa’dan mimar ve mühendisin çağrılmasını istemiştir. “Re’is Efendi'ye söyle, Françe'den mühendis mi’mâr ve Ofiçiyal gözetmeğe sa’y eylesün. Mi’mâr celbeylesün, kalelerimiz mühendissizdir, olmaz.” (HAT, 240, 13414). III. Selim’in girişimleri sadece yabancı mimar ve mühendis istihdamı ile sınırlı kalmamış, yabancı memleketlerde eğitim görmek üzere Osmanlı’dan öğrenciler de gönderilmiştir. Osmanlı’daki yapıların yetersizliği Mustafa Reşid Paşa’nın da söylemlerine yansımıştır.
“Bizim mi'marlarımız ve dülger kalfaları fenn-i mi'marinin dekayıkından bi haber olmaları cihetiyle Avrupa'dan birkaç nefer mütefennin mi'marlar celb olunduğu halde giderek ehven masarifle vücuda geleceği derkar ve daima frenk mimarları istihdamı ilerisi içün dahi şimdiden on beş kadar müsta'id çocuklar bu tarafa gönderilip fenn-i mi' marinin ilmi ve amelisini layıkıyla tahsil etlikleri halde sekiz on sene geçtikten sonra Freng mi‘mârlarının maaşı masârifi dahî ber-taraf olacağı aşikârdır.”
(Aktaran; Baysun, 1960: 124-125)
Kırk yılı aşkın süreyle Sultan Selim ve Reşid Paşa’nın yukarıdaki ifadeleri inşaat pratikleri ve eğitiminde Batı’dan yararlanılması konusunda hemfikir olduklarını gösterir. Ortak söylemleri inşaat eğitiminde doğru bilginin Batı’da olduğunu göstermektedir. İnşaat faaliyetlerindeki önceki yöntemlerin, eğitimin ve yapıların yetersizliği üzerine kurulan bu söylemler bu problemlerin görünür kılınmasını ve devletin bu konuda yeni adımlar atmasını sağlamıştır. Ancak her ne kadar inşaat pratiklerinde Batılı tekniklerden yararlanılması noktasında ısrarcı davranılmış olunsa da Osmanlı kültürünü gözeten bir tavır sergilediklerine de şahit olmaktayız. Özellikle Mustafa Reşid Paşa, yurtdışından
83
getirtilecek olan mimar ve mühendis seçiminde Osmanlı kültürünü gözeten bir tavır sergilemiş, Avrupa’dan getirilecek olan uzman mimarların, mühendislerin seçiminde apartman tarzı konutların Müslümanlar için pek uygun olmadığını, bu sebeple mühendis ve mimar seçiminde Fransa’dan değil, Müslümanlar gibi tek ailelik evlerde yaşayan İngiltere’den yararlanılmasını uygun görmüştür (Baysun, 1960: 125). Osmanlı yapılarındaki eksiklikler Osmanlı’ya gelen yabancılar tarafından da görülmüştür. Moltke’nin hazırladığı raporda11 yer alan İstanbul’daki yapıların ve sarayların baraka olarak tasviri ve Avrupa gazetelerinde Osmanlı yapılarına dair alaycı söylemler mühendis eğitimini önemli bir tartışma konusu haline getirmiştir. İnşaat tekniklerinde Avrupalı mühendis ve teknik elemandan yararlanma girişimi eğitimde de dönüşüm yaşanacağının habercisi olmuştur. 18. yüzyılın son çeyreğinde, Türk mimarları Avrupa’dan getirilen teknik ekibin gözünde mimardan ziyade duvarcı olarak görülmüştür (Cezar, 1971: 60). Bu durum teknik bilginin gerekliliği noktasında önem arz etmektedir. Batı tekniğinden yararlanma çabaları hem yeni bilgiler edinilmesinin hem de uzmanlaşmanın gerekliliğini göstermiştir. Çünkü klasik dönemdeki yapı faaliyetlerinde mimarların bina, şehircilik hizmetleri, köprü, kale, gemi inşası gibi birçok alanda hizmet etmesinden dolayı dönemin mimarından mimar-mühendis şeklinde söz edilmektedir. Bu iki alan arasındaki ayrım hem mimarlık hem mühendisliğe dair bilgilerin eğitim yoluyla verilmesi ve görev tanımlarının belirlenmesiyle mümkün olacaktır. Ortaya çıkan mimar- mühendis kimliğinin ayrışması daha doğru bir ifadeyle mimar ve mühendis kimliğinin belirlenmesine yönelik girişimler teorik ve pratik eğitim ile gerçekleşecektir. Dönemin Ebniye müdürü Abdülhalim Efendi mimarlık eğitiminde değişim yaşanmasının
11 Moltke’nin hazırladığı plan kaybolmuştur. Moltke’nin raporu hakkında bakınız: Çelik, 1993, s.104-107.
84
gerekliliğini fark etmiş ve II. Mahmud’a bir takrir sunmuştur. Otuz mimar kalfasından on tanesinin yeterli bilgiye sahip olduğundan ve diğerlerinin yetersizliğinin ortada bulunduğundan söz eden Abdülhalim Efendi iki öneride bulunur: Birincisi mühendishanede mimarlık eğitimin verilmesi ikincisi ise; mühendishanenin uzman mühendis ve mimarları tarafından Ebniye-i Hassa müdürünün konağında ders vermesidir (Cezar, 1971: 63). Abdülhalim Efendi’nin bu yöndeki girişimlerinin ne kadar gerçekleştiği hakkında pek bilgi sahibi olamasak da geleneksel bir eğitimden geçmiş olmasına rağmen eğitimdeki eksikliklerin farkına varmış olması dönemin yenilikçi ruhuna sahip olduğunu göstermektedir.
Maarif, fen, nafıa gibi terimlerin Tanzimat sonrası Osmanlı epistemolojisinde yer alması bu kavramların eğitim kurumlarına da yansımasını sağlamıştır. II. Mahmut döneminde (1785-1839) yeni bilgi ve teknikler yerine fen terimi ve fenlerle ilgili işler için nafıa terimi kullanılmaya başlanmıştır. Dönemin bir diğer yeni kavramı olan maarif de geleneksel medrese ilmine karşın yeni bilgiler anlamına gelmektedir. (Berkes, 2022: 179). Pozitif bilimleri, teknolojiyi, fenni içerisine alan bu ifade hem dönemin aydınlarının yazılı metinlerinde yer almış hem de yeni açılan eğitim kurumlarındaki müfredatta görülmüştür. Söz konusu bu kavramların karşılığı Osmanlı’daki eğitim kurumlarında anlam kazanacaktır ki; bu durum Osmanlı’da açılan yeni eğitim kurumlarının isimlerine de yansımıştır. Tanzimat döneminde medreseler dışında yeni yüksek eğitim merkezlerinin kurulma girişimleri arasındaki ilk teşebbüs Darülfünûn’dur. “Fenler Evi” anlamına gelen bu ifade bu kurumun medreseden ayrı bir müessese olduğunu ortaya koymaktadır (İhsanoğlu, 1990:699). 1845 yılında kurulmasına karar verilen üniversite için Darülulûm’un yerine Darülfünûn tercih edilmiştir (Akyürek, 2008: 42). Bu durum Batı kaynaklı eğitim yapılmasının amaçlandığını göstermektedir.
Tanzimat döneminin yenilikçi ideolojisi, yeni bir eğitim sistemini gerekli görmüş, bu bağlamda siyasi ideoloji eğitim aracılığıyla yeniden üretilmiştir. Bu sebeple eğitim
85
sistemi ve kurumlarında bir dizi yenilikler başlamıştır. Osmanlı’da Tanzimat hareketi ile başlayan köktenci değişim hareketinde sultanın, bürokratların ve dönemin aydınlarının yönlendirmeleri ve telkinleriyle çok aşamalı değişim hareketine eğitim kurumları da dahil edilmiştir. Mustafa Reşid Paşa’nın, Osmanlı inşaat pratiklerinde değişime gidilmesi yönündeki telkinleri sadece yapı malzemeleri ve yabancıların istihdamı ile sınırlı kalmamıştır. Eğitim konusunda da önemli girişimlerde bulunulmasının gerekliliğini görmüştür (Somel, 2001: 37). II. Abdülmecid (1868-1944) ise memleketin imarı için alınması gereken tedbirlere eğitimi de dahil etmiş, okulların yeniden düzenlenmesi noktasında telkinlerde bulunmuştur. Öncelikle sivil ıslahat için, ne yapılması gerekiyorsa devletin önde gelenlerinin tek bir düşünce etrafında birleşerek müzakere ve mütalaa etmelerini, sonrasında ise cehaletin ortadan kaldırılması için “ilim ve fenlerin menbaı ve sanayinin kaynağı” olacak mekteplerin inşasını emretmiştir (Aktaran: İhsanoğlu, 1990: 700-701). Bu sebeple 1845’te ulema, asker ve bürokratlardan oluşan Meclis-i Muvakkat adı verilen geçici bir Maarif Meclisi kurulmuş ve eğitim planlamaları yapılmıştır. İki aşamalı olan bu planlamada her birey dini farizalarını öğrenip başkasına muhtaç olmayacak derecede tahsil görmeli, faydalı ilim ve fenleri kazanmalıdır (Aktaran: İhsanoğlu, 1990: 701-702). Ancak eğitim sistemindeki planlamalar 1846’da Meclis-i Maarif-i Umumiye adında kalıcı bir meclisin kurulmasını gerektirmiş, Sadık Rıfat Paşa ve Mustafa Reşid Paşa bu meclise başkanlık yapmıştır (Akyıldız 1993: 233). Tanzimat’ın ilanının ardından kurulan meclisler, yapılan eğitim planlamaları askeri alanda başlayan eğitim reformlarının sivil eğitim için de gerekli olduğunun göstergesidir.
Osmanlı İmparatorluğu’nda 18. yüzyılda başlayan özellikle askeri sahadaki reform hareketlerinin yanı sıra modern mühendislik eğitimlerinin gerçekleştirilebilmesi için düzenli mühendislik eğitimi veren kurumlarla karşılaşmaktayız. 1773’te açılan Mühendishane-i Bahrî-i Hümayûn ve 1795’te Mühendishane-i Berrî-i Hümayûn gibi kurumlarda verilen mühendislik eğitimi askerlik sanatının bir parçası olarak verilmiş ise
86
de eğitimde yaşanacak dönüşümün ilk büyük adımlarıdır. Mühendishane-i Berrî Hümayûn klasik dönem inşaat faaliyetlerinden sorumlu olan Hassa mimarlarının da eğitim aldığı bir kurum olmuştur. İnşaat faaliyetlerinde etkili olan mimarların bu okulda eğitim almalarına yönelik girişimler dönemin gerektirdiği teknik bilgilerden haberdar olmaları için atılmış bir adım olarak görülebilir. Ancak zaman içerisinde Osmanlı’nın karşılaştığı modern teknolojiler beraberinde sanayi kuruluşları, karayolları, sivil inşaatlar gibi etmenleri getirmiş, böylelikle imparatorluğun sivil mühendis ihtiyacı artmıştır. Bu ihtiyacı karşılayan ilk girişim Turuk-u Maabir Mektebi olmuştur. Bu okul Osmanlı İmparatorluğu’nda kurulan ilk sivil mühendislik okulu olarak bilinmektedir. 1278/1862 tarihli “İhdas ve tesisi lazım gelen Turuk ve Maabir Mektebi’ne dair Meclis-i Maabir’in Nizamnamesi ve Ticaret nazırının tezkeresi” adlı belge bu mektebin açıldığı tarih hakkında bilgi vermekte ve Meclis-i Maabir’in öngörüsü ile açıldığını göstermektedir (MVL, 848,1). “Dersaadet’te açılması kararlaştırılan Turuk ve Maabir Mektebi’ne dair Türkçe ve Fransızca kanunname ile bir adet Fransızca rapor” okulun yapısı hakkında bilgi vermektedir (A.}DVN. MKL. 75,20).
“Böyle bir mektep tesis olunursa bunun mülk ve milletçe pek çok faydası görülecektir. Bunun için gösterilecek fedakârlıkların elde edilecek menfaatler düşünüldüğünde çok cüzi kalacağı açıktır. Osmanlı ülkesindeki yollar hiçbir şekilde bu kötü hâlde bırakılamaz. Yolların ıslah ve tesviyesi gerekmektedir. Bu cihetle zikr olunan yolların ıslahı/tesviyesi ve harap halde bulunan köprülerin tamir ve inşası, bazı nehirlerin mecrasının değiştirilmesi ve bu gibi işlerin icrası için iki yüz-üç yüz mühendis istihdamına ihtiyaç olacağına binaen bir Turuk ve Maâbir Mektebi tesisi icab etmektedir.” (MVL, 848,1) (Aktaran: Keklik, 2022: 223.)
Okulun kuruluş gerekçesinin net bir şekilde aktarıldığı bu belge, Osmanlı’nın inşa ve tamir faaliyetlerini gerçekleştirmek için sivil mühendislik eğitiminin başlangıcında bu
87
okulun önemini göstermektedir. Mektebin ders programında üçüncü ve dördüncü sınıfta inşaat mühendisliğine dair malzemenin mukavemeti, inşaatın statiği, baraj ve köprü inşaatı, sivil yapılar, keşif ve projelerin hazırlanması gibi dersler mühendislik eğitiminde önemli adımlar atıldığını göstermektedir.12 1884 yılında açılan Hendese-i Mülkiye Mektebi ise sivil mühendislik eğitimi veren bir diğer okuldur. Askeri idareye bağlı olan bu okulda yalnızca Türk asıllı mühendisler okuyabilmiştir. Yol ve köprü inşası için mühendis yetiştirme amacı taşıyan bu okul Fransa’daki Ecole Des Pontes et Chaussees’ten örnek alınarak tasarlanmış ve oradan birçok hoca getirtilmiştir. 1888 yılında bu okuldan mezun olan mühendisler devletin sivil projelerinde istihdam edilmiştir (Kaçar vd... 2012: 156).
Osmanlı Devleti’nde batılılaşma çabalarına dair atılan her adım bir diğerinin önünü açmıştır. Yeni bürokrasi ve yeni ordu istihdam alanında değişimi mecbur kılmış ve bunun sonucunda eğitimde ciddi değişiklikler yapılması zaruri hale gelmiştir. Osmanlı bu dönemde mühendislik eğitiminin yanı sıra mimarlık ve güzel sanatlar eğitiminde de yenilikler yapmıştır. Fransa ile sıkı ilişkiler içerisinde olan Osmanlı Devleti, Avrupa’ya özellikle Paris’e öğrenci göndermiş, bunun neticesinde Paris’teki okullar Osmanlı için örnek teşkil etmiştir. 1 Ocak 1882 tarihinde kurulan Sanayi-i Nefise Akademisi bu örneklerdendir. 1882-1911-1924 yıllarına ait üç adet talimatname bu okulun eğitim programı hakkında bilgi vermekte ve eğitimde yaşanan değişimleri serimlemektedir.
12 Osmanlı mühendislik ve teknik eğitimi veren kurumların ders programları hakkında bakınız: Mustafa Kaçar, Tuncay Zorlu vd., 2012.
88
Özellikle 1911 tarihli yönetmelikte13 yer alan “Mimari-i Osmanî” ve “İlm-i Âsar-ı Atika-i İslamiyye” adlı dersler milli mimari ruhunun ders programına yansıdığının göstergesi olmuştur. Eğitim programına yansımış olan ulusalcı tavır mimarinin kültürel üretimin önemli parçası olduğunun göstergesidir. Maarif Vekâleti Mecmuası’nda yer alan “Sanayi-i Nefise Akademisi Mimari Kısmı Talimatnamesi14” adlı metin bu mektep hakkında birçok bilgiye ulaşmamızı mümkün kılmaktadır. Mektebe alınacak mimarlık öğrencisinin başvuru koşulları, alacağı dersler, sınavlar ve puanlama sistemi, mezuniyet koşulları gibi bilgilerin yer aldığı talimatname mimarlık eğitiminin de sistemli bir yapıya büründüğünü göstermektedir. 19. yüzyılda değişen bilim algısı ve eğitim kurumları fenn-i mimari, fenn-i inşaat gibi kavramların mühendislik literatüründe görülmesini sağlamıştır. Bu durum inşaat ve mimariye dair faaliyetlerin belli ilkeler çerçevesinde yapılmasını mümkün kılacaktır. Bahsedilecek olan kitapların birçoğu Mekteb-i Harbiye öğrencilerinin okuması için hazırlanmış olması, Osmanlı’da yenilen askeri eğitimin inşaat pratiklerini yönlendirdiği tezini güçlendirmektedir.
Osmanlı Devleti’nin batılılaşma girişimleri neticesinde değişen bilim algısı ve dönüşen eğitim kurumları fenn-i inşaat ve mimariye dair yazılı literatüre de yansımıştır. Mimarlık ve inşaat alanına dair telif ve çeviri eserlerde yer alan bilgiler inşaat pratiklerindeki standartlaşma çabasını göstermektedir. Yapılan katalog taramaları neticesinde; 1288/1871 tarihli “Usûl-i İnşa-i Tarik” adlı eser alanında yayımlanan en
13 Bu yönetmeliğin transliterasyonuna Hacettepe Üniversitesi Sanat Tarihi Anabilim Dalı’nda Seçkin Naipoğlu tarafından hazırlanmış olan doktora tezinde yer verilmiştir. Naipoğlu, 2003: 443-353.
14 Maarif Vekaleti Mecmuası, Cilt: 4, Sayı: 16, s. 196-199. (Talimatnamenin transliterasyonu yapılmış, tezin sonunda ek olarak verilmiştir.)
89
erken tarihli çalışma olarak saptanmıştır. Hüseyin Rıfkı Tamâni tarafından kaleme alınan bu çalışma Mühendishane-i Berr-i Hümayûn matbaasında basılmış 102 sayfalık bir çalışmadır. Bu çalışmada yolların inşası, arazinin tarifi ile ilgili bilgiler yer almakta, hesaplamalarla eser teknik bir nitelik kazanmaktadır.
Bir diğer çalışma, Le Clerc’in “Fenn-i Mimari” adlı çalışmasıdır. Mimarlığın fen olarak tanımlandığı daha doğrusu mimarlık tekniğinin temel unsurlarıyla alakalı bilgilerin yer aldığı bu eser Mehmet Rıfat tarafından tercüme edilmiş, 1875 yılında basılmıştır. Eserin önsözünde Le Clerc’in, Mekteb-i Fünûn-u Harbiye hocalarından Belçika Devleti istihkâm yüzbaşılarından olduğu bilgisi yer almaktadır. Bu eserde yer alan “inşaatta istihkâm olunmaya gelen piyade ve süvari zabıtına mahsus kavaid-i umumiye ait risaledir” (Le Clerc, 1875:8) ifadesi askeri teknik eğitiminde kullanıldığını göstermektedir. Eserin girişinde “mükâfat nizamnamesinin üçüncü derecesinin ikinci sınıfından mazhar-ı mükâfat olmuştur” ifadesi bu eserin ödüllü bir kitap olduğunu göstermektedir (Le Clerc, 1875:9). Mukaddime, beş fasıl ve hatimeden oluşan bu eserin içeriği incelendiğinde, mimarlığın teknik özelliklerine dair bilgiler verilmiş olması bu disiplinin bir bilim haline geldiğini göstermektedir. İnşaatta kullanılan malzemeler, bir binada yer alan aksam-ı asliye olarak adlandırılan temel bileşenler, mimarideki stiller, süslemeler, binanın bir arsa üzerine nasıl inşa olunacağına dair bilgiler ve inşaattaki keşif çalışmaları hakkındaki bilgiler inşaat pratiklerinde bir standart oluşturma çabasını göstermektedir.
Le Clerc tarafından yazılan, Ahmed Şükrü tarafından çevrilen “Fenn-i İnşaat ve Mimari” adlı bir başka esere daha rastlamaktayız. Kitabın nerede ve hangi tarihte basıldığına dair herhangi bir bilgiye ulaşılamamaktadır. Üç bölümden oluşan bu çalışmanın ilk bölümü inşaatta kullanılan malzemeye ve onların mukavemetlerine ilişkindir. Çeşitli malzemelerin tanıtımının yapıldığı bu bölümde bu malzemelerin dayanıklılığına dair bilgiler de yer almaktadır. İkinci kısım “Tatbikattan Mimari” başlığını
90
taşımakta, mimarlık kuralları, mimarlık tarihi, askeri binalar (kışla, hastahane), mimari stiller, tavanlar, döşemeler, kapı ve pencere gibi unsurların inşası anlatılmaktadır. Üçüncü kısım ise kârgir köprülerin inşası, temel çeşitleri hakkında bilgi vermektedir. Le Clerc’in iki ayrı eserini karşılaştırdığımızda “Fenn-i Mimari ve İnşaat” adlı çalışmasının “Fenn-i Mimari” adlı çalışmasına göre daha fazla matematiksel işlem içerdiği görülmektedir.
İnşaat faaliyetleri hakkında bilgi veren kaynaklar arasında “Fenn-i İnşaat” adlı eser Osman Nuri ibn Ömer Şevki tarafından Mekteb-i Harbiye’de öğrenim gören piyade ve süvari öğrencileri için yazılmıştır. Ömer Şevki hakkında pek bir bilgiye ulaşılamasa da kitabın kapağında verilen bilgilerden kendisinin Erkân-ı Harbiye binbaşılarından olduğunu öğrenmekteyiz. İç kapağında ise bu eserin ilk baskısının Meclis-i Maarif-i Askeriye kararıyla 1309/1892 yılında Mekteb-i Funûn-u Harbiye-i Şahane Matbaası’nda basıldığı bilgisi yer almaktadır. Yapılan katalog taraması neticesinde bu eserin 1312/1895 yılında aynı matbaada tekrar basıldığı görülmüştür. İki ayrı baskı karşılaştırıldığında; içerik olarak pek bir değişiklik olmadığı, ancak eserin ikinci baskısında çizimlere yer verildiği saptanmıştır. “Fenn-i inşaat”; mukaddime, fihrist, üç fasıl ve usûl-i keşf adlı bölümlerden oluşmaktadır. İnşaat mühendisliği için temel bir kaynak niteliğinde olan eserin mukaddimesinde fenn-i inşaatın tanımı “her nev ‘i ebniye inşasıyla imâlat-ı nâfıanın usûl-i tatbiki ve icrasından bahseden fenne fenn-i inşaât tabir olunur” şeklinde verilmiştir. Bu tanımın ardından fenn-i inşaatın, inşaat-ı beriyye ve inşaat-ı ceriyyy olmak üzere iki ayrı kısma ayrıldığı bilgisi yer almaktadır. İnşaat-ı beriya, karada yapılan inşaatları kapsarken, inşaat-ı ceriyye su inşasını içermektedir. Bu eserin inşaat-ı beriyye ilişkin olduğunu yazar önsözde belirtir. Mukaddimenin ardından eserde yer alan fihrist bu eserin Mekteb-i Harbiye’nin ikinci sınıfında okutulduğunu ve öğrencilerin ders programını göstermektedir.
“Fenn-i İnşaat” başlığını taşıyan birinci fasılda inşaatta kullanılan malzemeler ve bunların imaline dair bilgilere rastlıyoruz. Özellikle inşaat malzemesinden olan taşların
91
kullanım alanı, nasıl imal edildiği anlatılmaktadır. Yerli mermeri, tuğla, kiremit imali, harçlar, keresteler, direkler, madenler, tahtalar ve bütün bunların çeşitlerine detaylıca yer verilmiştir. Birinci fasılda yer alan “Ebniye’nin Usul-i İnşası” adlı bölümde bir binanın nasıl inşa edildiği, planı, projesi, inşaata kullanılacak malzemenin çeşidinin belirlenmesi anlatılır:
“Binâ olunacak kavâid-i mi‘mâriyye ve mütâlaât-ı tertîbiyye ve tersîmîyeye muvâfık surette resm ve planları yapılmış ve keşfi mucibince malzemesi ihzâr olunmuş bir binanın duvarlarının inşâ olunacakları mahaller arsa üzerinde kazıklar ile işaret olunur. Veyahut zeminden bir miktar yüksekte münasip mahallerde rekzedilen sırıklar ile ebniyenin planı zemin üzerine nakl-i tatbik ile temel mahalleri ârâne-i tahdid olunduktan sonra usûl-i kavâidi mucibince sırasıyla icrâ olunur” (Ömer Şevki, 1309: 43)
Bu bölümün alt başlıkları; temel, kuru arazide temel inşası, arazinin muayenesi, suni temeller, kazık temeller, kazık rekzi gibi bölümlerden oluşmakta ve birçok teknik bilgiye yer verilmektedir. Duvarlar hakkında tafsilatlı bilgiler anlatılarak, inşa olundukları malzemenin cinsleri taş duvar, tuğla duvar, kireç duvar, toprak duvar, kaplama duvar, moloz taşından duvar inşası, muntazam kesme taşından duvar inşası gibi bilgiler yer almaktadır. Ayrıca duvarların, muhafaza, istinat ve temel gibi kullanım şekilleri de anlatılmıştır. Bu bölümlerden sonra kemerler, kubbeler, kirişlemeler, çatıların usul-i inşası, merdivenler, merdivenlerin eğimleri, doğramalar, tavanlar, örtüler, döşemeler gibi inşaatın temel kavramları üzerine detaylı bilgilere ulaşılmaktadır. Ahşap binaların inşası, boya, sıva, hamamların inşası, çilingirlik gibi konulara da yer verilmiştir.
Eserin ikinci faslı Fenn-i Mimariye dairdir. Bu bölümde fenn-i mimari, “usul-i inşaları bina olunan her nev-i ebniyenin tezyinât ve tertibâtı kavâid-i kavânînden
92
bahseden fen” şeklinde tanımlanmıştır (Ömer Şevki, 1309: 154) Bu fen mütehassıslarına ise mimar denir. Bu bölümde mimar dışında insanların ihtiyacına cevap veren inşaat, maden, orman, elektrik gibi mühendislerin vazifelerinin farklı olduğundan ve bunların hiçbirinin mimar olmadığından söz etmektedir. Klasik dönemde mimarın, mimar-mühendis olarak adlandırılmasına karşın 18. yüzyılın sonlarında mimar- mühendis kavramının geçerli olmadığı, bunların iki ayrı meslek olduğu Ömer Şevki’nin eserinde saptanmıştır. Mimarideki Bizans ve Arap usulleri anlatılmıştır. “Bizantin usûl Miladın 4. asr-ı iptidailerinde ve Konstantin zamanında icâd edilmiş ve Roma İmparatorluğu prenslerinden Bizans’ın namına nispetle Bizantin usûl tesmiye olunmuştur.” şeklinde tanıtılmış, bu usulün temel parçaları ve sonrasında Arap mimarisi hakkında bilgiler verilmiştir. Arabesk mimari olarak adlandırılan usulün tarihsel boyutu, mimaride kullanılan kemerler ve süslemeler anlatılmıştır.
“Ebniye-i Askeriyenin Tertip ve Teşkili” başlığı eserin üçüncü bölümünü oluşturmaktadır. Piyade kışlalarının tertibi, süvari kışlaları, topçu kışlası, karakolhaneler, hastahaneler gibi askeri yapıların anlatıldığı bu bölümün diğer bölümlerden farkı inşaat ile ilgili hesaplamalara yer verilmiş olmasıdır. Usûl-i Keşf adlı son bölüm ise; inşaat masraflarının hesaplarının nasıl yapıldığını göstermektedir. Usul-i keşf nedir? Kaç çeşittir? sorularının yanıtına bu bölümde ulaşmakta, Osmanlı’da kullanılan keşif yöntemleri hakkında bilgi sahibi olmaktayız. “Umûmen inşaât masârifinin takdir ve tahmini usulüne usul-i keşf tesmiye olunur. Yapılacak olan inşaat için sarf edilecek meblâğın takdir ve tahmini keşf-i cedid ve tamir olanacak aksamın masarifat-ı tamiriyesi tahminine keşf-i tamir tabir olunur” (Ömer Şevki, 1892:192).
Osmanlı keşif usulünün iki şekilde olduğunu; yeni yapılacak bir bina için uygulanan keşif yönteminin tamir olunacak bir bina için yapılan keşif yönteminden farklı olduğunu görmekteyiz. “Keşif Defteri” adlı bölüm incelendiğinde üç ayrı keşif defterinden söz edilmektedir. Birincisi; mülkiye mühendis ve mimarlarının kullandıkları
93
eşgâl-i keşif defteri, ikincisi; Avrupalıların oluşturdukları cetvel tarzındaki mesahalı keşif defteri, üçüncüsü; inşaat-ı askeriye dairesinin tertip etmiş olduğu keşif cetvelidir. Bütün bu keşif defterleri eserde örnekleriyle verilmiştir. Eser askeri mühendis tarafından, Mektebi Harbiye’de okuyan öğrenciler için yazılmış olduğundan askeri inşaata ve askeri inşaat keşif usulüne dair bilgiler daha tafsilatlıdır. Ömer Şevki’nin bu eseri inşaat mühendisliği eğitimi için temel bir kaynak niteliğinde olup bir nevi inşaat mühendisliğine giriş kitabı olarak değerlendirilebilir.
Mühendishane-i Berr-i Hümayûn hocalarından Hasan Tevfik tarafından yazılan “Usûl-i Keşf-i İnşaat” adlı eser 1303/1885 yılında Mühendishane-i Berr-i Hümayûn matbaasında basılmıştır. Eserin iç kapağında Hasan Tevfik’in Hendese-i Berr-i Hümayûn fen muallimlerinden olduğu, hendese-i resmiye ve tatbikatı dersleri verdiğinden söz edilmektedir. 335 sayfa, altı bölümden oluşan bu eserin önsözünde eserin kimler için yazıldığı, nerelerde okutulduğu hakkında bilgiler yer almaktadır. Bu eser, Mühendishane-i Berr-i Hümayûn’da inşaat mühendisliği ve mimarlık okuyan öğrencilerin eğitimi için yazılmıştır. Osmanlı ve yabancı inşaat keşif yöntemleri hakkında bilgi veren bu eser tespit edebildiğimiz kadarıyla alanında telif olan tek eserdir. “Kitab-ı mezkûr inşaat, mimariyye ve nafıanın hem memleketimizde icrâ olunan usulüne hem de efrenci imâl-i keşfi mübeyyen iki kısım altı fasıl üzeredir.” Feza Günergun, Belçikalı bir mühendis olan Le Clerc tarafından yazılan, Ahmed Şükrü tarafından tercüme edilen “Usûl-i Keşfi Mi‘mari” adlı eserin alanında ilk müstakil eser olduğu bilgisini vermektedir (Günergun, 2005: 156). Osmanlı’daki keşif yöntemlerine dair ilk yazılı eserin 1870’li yıllarda tercüme edildiği, yaklaşık 15 yıl sonra bu konudaki telif çalışmanın Hasan Tevfik tarafından yapıldığı görülmektedir.
Eser hem Hendese-i Mülkiye öğrencilerinin, hem de Mühendishane-i Berr-i Hümayûn Harbiyesi’nin askeri inşaat okuyan öğrencileri için yazılmıştır. “Usûl-i Keşfin Tarif ve Aksamı” başlığını taşıyan Fasl-ı Evvel adlı bölüm altı başlıktan oluşmaktadır.
94
“İnşaat, mimariye ve imalat-ı nafıanın gerek müceddeden gerekse tamir suretiyle inşasına dair usûl ve kavaidden bahseder” (Hasan Tevfik, 1886: 2). Böylelikle Osmanlı’daki hem yeni inşa olunacak yerin hem de tamiri yapılacak olan yerin keşif bedellerinin nasıl hesaplandığına dair oldukça geniş bilgilere yer verilmektedir. İkinci fasılda, “umûmen hafriyât işleri ve malzeme-i imalât-ı nafıa ve inşaat-ı mimariye” dair bilgiler yer almaktadır (Hasan Tevfik, 1885: 11). Hem malzeme bilgisinin hem mimarlığa dair bilgilerin yer aldığı bu fasıl yirmi üç alt başlıktan oluşmaktadır. Üçüncü fasıl keşif defterlerinin düzenlenmesine dair tarifler içermekte ve muhtelif defterlerin nasıl kaydedildiğine dair bilgiler vermektedir. Dördüncü bölüm cetvellere ilişkin bilgiler vermektedir. Eserde hem hesaplara hem de malzemeye dair hazırlanan bu cetvellere ilişkin birçok örnek sunulmuştur. Hem yeni yapılacak olan hem de tamir edilecek olan yol ve köprülerin keşif usullerine dair bilgilerin verildiği beşinci bölüm dört alt başlıktan oluşmaktadır. Oldukça tafsilatlı bir şekilde yol ve köprülerdeki keşif bedellerinin nasıl yapılacağı matematiksel işlemlerle verilmiş ve cetvellerle örnekler sunulmuştur. Altıncı fasıl tamir gerektiren, harap olmuş yapının inşaatına dair keşif usullerini içermekte ve bölüm beş alt başlıktan oluşmaktadır. Osmanlı Devleti’ndeki tamir ve yeni inşa edilecek yerlerin keşif bedelleri hakkında bilgiler, daha doğru bir ifadeyle inşaat işlerinin nasıl finanse edildiğine ve bu işler hakkındaki teknik bilgilere arşivde yer alan keşif defterleri aracılığıyla ulaşılmaktadır. Bu defterler genel olarak bina eminleri tarafından kaleme alınmaktadır. Ancak dönüşen eğitim sistemi inşaat sahasındaki bu ihtiyacın karşılanmasına olanak tanımış ve keşif bedellerine ilişkin eserler kaleme alınmıştır. Böylelikle matematiksel hesaplar ve inşaat tekniğine dair bilgilerle Usûl-i Keşif adlı yöntem daha sistemli hale gelmiştir. Hasan Tevfik’in çalışması bu bakımdan önem arz etmektedir.
Askeri inşaatın anlatıldığı, Mühendishane-i Berr-i Hümayûn’nun fen, inşaat ve askeri inşaat dersleri hocası Hamdi ibn Mahmud Celaleddin tarafından kaleme alınan bir
95
başka eser Rehber-i İnşaât-ı Askeriye’dir. 1324/1906 yılında basılan bu eserde inşaatta kullanılacak olan malzemeler levâzm-ı inşâiye başlığında anlatılmaktadır. Killi, kalker granit gibi taşlardan baş taşlar olarak söz etmekte ve taşların inşaatın temel bileşeni olduğunu söylemektedir (Celaleddin, 1906: 3). Artuvaz taşı ve mermer gibi kaygan taşlar ve kullanım yerleri anlatılmıştır. Taşlar için kullanılan çekiç, bir tarafı keskin, bir tarafı dişli ağızlı taraklar, bugün keski diye bildiğimiz murç, dişli kalem, ince tarak gibi aletlerden söz etmektedir.
(Hamdi ibn Mahmud Celaleddin; 1906: 6)
Tuğla, kiremid ve döşeme kiremitlerinin anlatıldığı bölümde bu malzemelerin inşaatta nasıl kullanıldığı, nasıl istiflendiği hakkında görseller yer almaktadır. “……tuğlalar, tabaka tabaka veya tabir-i diğerle ber veçh-e ati istif olunur”
(Hamdi ibn Mahmud Celaleddin, 1906: 14/21)
96
Bu eser, Roma’da kullanılan bir tür volkanik atığın öğütülüp toz haline getirilmesi yoluyla elde edilen çimento türü olan pozolan adlı madde ile su kireci, çimento, kumlar, harçlar hakkında bilgiler vermektedir. Sönmüş kireç için kum ve çimento için kum başlıklarında kumun kulanım alanlarından söz etmiştir. Alçı ve beton anlatılmıştır. Ahşap inşaat için gerekli olan malzemeler ise üçüncü bölümde verilmiştir. Bu eserde bir inşaatın tüm temel bileşenleri tafsilatlı bir şekilde verilmiştir.
Son dönem Osmanlı inşaat literatüründe ciddi bir artış görülmektedir. Klasik dönem inşaat ve mimarlık literatürünü genellikle tekniğin sınırlı, daha çok mimarların hayat öykülerinin anlatıldığı eserler oluşturmaktaydı. Ancak Osmanlı’nın batılılaşma döneminde inşaat mühendisliğine dair çeviri ve telif eserleri artmıştır. Ali Talat ve Mimar Kemaleddin tarafından yazılan “Fenn-i Mimari” (1911), Mehmed Fevzi’nin kalem aldığı “İnşaatın Usûl-i Umûmiyesi” (1902), Mühendis İbrahim Fikri’nin “Usûl-i Umumiye-i İnşaat” (1921) adlı eseri, Mimar Kemaleddin tarafından yazılan “Demir İnşaat” (1911) ve Ali Talat’ın yazdığı “Ahşâb İnşaat” (1911) adlı eserleri inşaat pratiklerinde standartlaşma yolundaki adımlar olarak görülebilir. Mühendishanelerde okutulan bu eserler inşaat mühendisliği eğitiminde belirli yöntemler sunmaktadır. Fenn-i mimari/ fenn-i inşaat terimi bu eserleri teknik eserler literatürüne taşımış, böylelikle mimarlığın ve inşaat mühendisliğinin teknik boyutları açığa çıkmıştır. Fen, ulûm, fünûn kavramlarına kitap ya da mecmua isimlerinde yer verilmesi yeni bir bilimsellik arayışının sinyalleri olarak okunmalıdır. Akyürek’in çalışması (2009), Tanzimat dönemindeki mimarlık bilim algısının gazetelere nasıl yandığını göstermektedir. Fenn-i mimari kavramı tarihsel serüveni ile ele alınarak fen ifadesinin dönemin bilgiye yönelik taleplerinde nasıl araçsallaştığı saptanmıştır (Akyürek, 2009, 93-120).
Tanzimatla birlikte, modern bilim anlayışını tanıtmak üzere yayım organları olarak bazı dergiler çıkartılmıştır. “Mecmua-i Fünûn” (1862), “Mecmua-i Ulûm” (1879), “Mühendis ve Mimar Cemiyeti Mecmuası”(1909), “Genç Mühendis Dergisi” (1909) gibi
97
dergilerle yeni bilgilerden haberdar etme girişimi başlamıştır. Dergi isimleri yerleşen yeni bilim algısını göstermektedir. Yeni bir bilginin Osmanlı bilim anlayışına yerleştirilmek istenmesi yayın organlarına da yansımış, bu algı yayın organları ile yeniden üretilmeye çalışılmıştır.
3.4. İnşaat Faaliyetlerindeki Yeni Özneler
Batılılaşma döneminin yapı faaliyetlerini ele alırken yapılardaki panoramanın ciddi bir değişikliğe uğradığına şahit oluyoruz. Bu yapılar, yaşamın gittikçe farklılaşan etmenleriyle şekillenen, zamanın zevk ve tarzına cevap vermeye çalışan Batılılaşma hareketleri paralelinde bir manzaraya sahip olmuştur. Bu durum inşaat faaliyetlerinde yeni aktörlerin görülmesini sağlamış ve böylelikle klasik dönem inşaat örgütlenmesi işlevsiz hale gelmiştir. Tanzimat dönemi yapılarının artık eğitim görmüş mimar ve mühendisler tarafından yapılmasına yönelik telkinler, inşaat faaliyetlerindeki aktörlerin yabancılar, Levantenler ve gayrimüslimler tarafından üstlenilmesinde önemli bir etken olmuştur (Can, 2020: 41).
Değişen siyasi ideoloji de inşaat pratiklerinde yeni aktörlerin ortaya çıkmasında etkilidir. Birçok konuda eşitliği dile getiren Tanzimat süreciyle birlikte Müslüman hâkimiyetini savunan Osmanlılık düşüncesi yerini Yeni Osmanlılık adı verilen bir ideolojiye bırakmıştır. Bu ideoloji milletlerin eşitliği ilkesini mümkün kılmıştır. Bu bakımdan Tanzimat dönemi yapı faaliyetlerinde yabancıların etkin rol oynaması değişen ideolojinin yansımasıdır. Bu durum birçok bürokratın söylemine de yansır. Örneğin; Sadık Rıfat Paşa (1807-1857) imar düzeninde serbestliği savunmuş ve yabancıların yapacağı konut, fabrika, ahşap, taş gibi her türlü yapı kentin bayındırlığına yardımcı
98
olacağı için izin verilmesi ve teşvik edilmesi yönünde telkinlerde bulunmuştur (Aktaran: Can, 2020: 33). Bu dönemde yapı faaliyetlerinde birçok yabancı mimar ve mühendisin istihdamı, sultanlar tarafından desteklenmiştir. 18. yüzyılda sarayda görev yapan mimar, sanatçı, ressam olarak bilinen ilk isim Antoine- Ignace Melling’dir. Birçok bahçe düzenlenmesinde görev yapan Melling’in, İstanbul’da bilinen ilk görevi, Hatice Sultan’ın kullanımda olan Defterdarburnu Yalısı için yaptığı bahçe düzenlemesi olmuştur. III. Selim, Melling’in yapı işlerinde aktif olarak yer almasını istemiştir ki; ona Beşiktaş’taki sarayın genişletilmesi işini ve Sarayburnu’nda yapılması için bir bina siparişi vermiştir (Solnon, 2020:323).
15. yüzyılın sonlarında kurulduğu tahmin edilen Hassa Mimarlar Ocağı için idealize edilmiş olan çalışma şeması o dönemin ihtiyaçlarına cevap vermiş olsa da son dönemde ortaya çıkan beklentilere cevap vermesi beklenemez. Bu sebeple saraya bağlı mimarlık ve mühendislik örgütü olan bu ocak 18. yüzyıl itibariyle yapı faaliyetlerindeki gücünü kaybetmiştir. 1831 yılına gelindiğinde ise Hassa Mimarlar Ocağı kapatılmış, yerine Ebniye-i Hassa Müdürlüğü kurulmuştur. Uzun yıllar imparatorluktaki inşaat faaliyetlerinde söz sahibi olan mimarlar ocağının kapatılma gerekçesi şu şekilde ifade edilmektedir:
“Avrupa'dan ilham alarak imparatorluğun merkez teşkilâtını yeniden düzenlemeğe başlayan Mahmud II. Şehreminliği ile Mimarbaşılık vazifelerinin birbirine karıştığını, esâsen Şehremaneti hizmetinin müstakil bir memuriyeti gerektirecek kadar işi bulunmadığını ve Şehreminlerinin "fenn-i mimâriye vâkıf olmamaları cihetiyle bütün umûr-ı ebniye Mi'marbaşı bulunanlar ma'rifetiyle görülmekde" olduğunu göz-önüne alarak, 1831 de bu iki memuriyetin birleştirilmesini uygun görmüştü.” (Turan, 1963: 178).
99
Geleneksel, sınırları çizilmiş bir kurum olan Hassa Mimarlar Ocağı, sosyal, politik, ideolojik bir reformun yaşandığı bu döneme ayak uyduracak kadar elverişli bir kurum olmadığından inşaat pratiklerini bu dönemde layıkıyla gerçekleştirememiştir. Bu sebeple ocağın kapatılmasıyla birlikte gayrimüslim kalfalar inşaat faaliyetlerine daha çok dahil edilmiş ve yabancı mimarlar bu faaliyetlerde söz sahibi olmuştur. Kapatılan Hassa Mimarlar Ocağı’nın ardından kurulan Ebniye-i Hassa Müdürlüğü başlangıçta Nafıa Nezareti’ne bağlı iken daha sonra Ticaret Nezareti’ne bağlanmıştır (Şenyurt, 2006: 56). Böylelikle hem yeni yapılacak bir bina hem de tamir olunacak yapı için inşaat izinlerinin merkezden alınması gerekli kılınmıştır (Akyıldız, 1993: 142). Öyle görünüyor ki; inşaat hizmetlerinin gerçekleştirilmesinde ortaya yeni aktörler çıkmış ve bu aktörler inşaat alanının daha fazla hareketlenmesini sağlayıp rekabeti artırmıştır. Bu durum da Osmanlı yapılarında etkili olan mimarbaşıların statülerinde değişiklik yaşanmasına neden olacaktır. Osmanlı Devleti’nin son döneminde kalfalar, inşaat faaliyetlerinde etkin rol oynayan aileler (Balyan ailesi, Fossati kardeşler), yabancı mimarlar, kurulan serbest mimarlık ve müteahhitlik büroları, açılan inşaat şirketleri dönemin inşaat faaliyetlerini hareketlendirip, rekabeti artırmıştır. Bunun yanı sıra Osmanlı imar faaliyetleri için Avrupa’dan getirtilen uzmanların ve askeri modernleşmeyi gerçekleştirmek için gelen mühendislerin de Osmanlı mimarlık ve mühendislik işlerinde etkili olduğu unutulmamalıdır.
Hassa Mimarlar Ocağı’nın kapatılmasıyla birlikte gayrimüslim kalfaların inşaat faaliyetlerinde daha fazla yer alması yabancı mimarlardan daha fazla yararlanılmasını sağlamıştır (Şenyurt, 2011: 90). Özellikle sultanlar için saray inşa eden gayrimüslim kalfalar 18. yüzyılın sonlarından itibaren inşaat faaliyetlerinde etkin bir şekilde rol almışlardır. Kalfaların iş tanımlarının da zaman içerisinde değişime uğradığı görülmektedir. Bugün en genel anlamıyla kalfa; usta yardımcısı olarak bilinirken, mimarlık sözlüğünde ustalıktan yetişme mimar yardımcısı şeklinde tanımlanmaktadır
100
(Hasol,1979:254). Verilen tanımlar dışında kalfaların Osmanlı inşaat faaliyetlerinde birçok görev yaptıkları görülmektedir. İnşaat taahhütleri, proje çizimleri, inşaat kontrolörlüğü gibi görevler onların inşaat alanında önemli aktörler olmasını sağlamıştır (Şenyurt, 2011:214). Arşiv belgeleri kalfaların hangi görevlerde bulunduğu hakkında çıkarımlar yapabilmemizi mümkün kılmaktadır. Darülaceze binalarının inşaatını Andon Kalfa, Ohannes Kalfa ve Vasilaki Yanko Efendi taahhüt etmek istemiştir (Y..MTV, 67,37). Anastas ve Yorgi Kalfa’ya bir idadi binası yaptırılmıştır (MF.MKT, 53,102). Bab-ı Seraskeri’de bulunan kışlalar Yenidünya isimli bir kalfa tarafından tamir edilmiştir (MKT. NZD. 382, 25). Nevşehir’de Veziriazam Damat İbrahim Paşa tarafından bina ve tamirine başlanan cami, medrese, imaret, mektep gibi eserlerin Serkis Kalfa tarafından kontrol edilip, onun uygun gördüğü şekilde bina ve tamir olunmuştur (A. DVNSMHM. d., 134, 36). Tamir, inşa kontrolörlük gibi birçok inşaat faaliyetlerinden sorumlu oldukları görülmektedir.
Son dönem Osmanlı yapılarında bireysel olarak görev yapan kalfalar dışında adeta bir marka halini alan Balyan ailesi olarak bilinen aile de Osmanlı başkentinin yapılarında önemli rol oynamıştır. Dört kuşak mimarlık mesleğinde rol oynayan bu aile bu mesleği başlangıçta geleneksel modelle icra etse de geleneğin 19. yüzyıl ile çözülüşü, Balyan ailesinde görülmektedir. Uzun yıllar Osmanlı inşaat sahasında hizmet eden bu ailenin ilk üyeleri Osmanlı devletinin yapı işlerinden sorumlu olan Hassa Mimarlar Ocağı’nda yetişmiş, sonraki üyeleri Paris Güzel Sanatlar Akademisi’nde eğitim görmüştür.15 Zanaatkâr aile geleneğinin hala canlı olduğunu gösteren bu aile Batur’un ifadesiyle (1994: 1089), Orta Çağ’ın zanaatkâr ailelerini anımsatmaktadır. Dolmabahçe Sarayı’nın mimarı olan Garabet Amira Balyan, ailenin akademik eğitimden geçen ilk üyesi olan
15 Balyan ailesinin üyeleri hakkında bkz: Pars Tuğlacı, 1993. Selçuk Batur, 1994.
101
Nikoğos Balyan, başmimarlık yapan ve Osmanlı’da elliye yakın yapının müellifi olan Sarkis/Serkiz Balyan gibi isimlerin yaşadıkları dönemler düşünüldüğünde ailenin üyelerinin bir süreklilik içinde çalışmalar yaptıklarını gözlemleyebiliriz.
Osmanlı Devleti’nde yeni aktörlerin ortaya çıkmasındaki bir diğer neden inşaat faaliyetlerinin ihaleler yoluyla gerçekleştirilmeye başlamasıdır. Münâkasa adı verilen ihale sistemi alışveriş ve ihale gibi işlerde diğer adıyla eksiltme olarak bilinmektedir (Devellioğlu, 2013:847). Münâkasa sistemi, Osmanlı’daki yapılacak yeni inşaatta ve inşaat tamiri işlerinde kullanılan bir ihale yöntemi olmuştur. Münakasa ihaleleri; açık eksiltme ve kapalı zarf usulü olmak üzere iki türlü yapılmaktadır. İnşaat işini isteyenlerin tekliflerini kapalı şekilde bildirdikleri şekil kapalı zarf usulüdür. Açık eksiltme yöntemi ise tarafların karşı karşıya gelerek indirim yaparak ihaleyi kazandıkları sistemdir (Şenyurt, 2011: 125). Osmanlı’nın son döneminde birçok münakasa ihalesiyle inşa ve tamir faaliyetleri gerçekleşmiştir. Bâbıâli’nin yanan kısımlarının yeniden keşf inşası için münakasa ihalesi yapılmıştır (MV., 174,95). Maarif Nezareti’nin yaptırdığı inşaatın münakasa usulüne uygun yapıldığı görülmektedir (BEO., 4118, 314039). Münakasa; Osmanlı inşaat faaliyetlerine bir hareketlilik kazandırmıştır. Bu ihale sistemi inşaat faaliyetlerine talip olanlar arasındaki rekabeti artırmıştır. İhalelere kimlerin katılabileceği noktasında genel bir bilgiye ulaşılamasa da arşiv belgeleri bu noktada aydınlatıcı olmaktadır. Örneğin; Darülmaarif civarında yapılacak mektep binası münakasa yoluyla Yorgi Kalfa’ya verilmiştir (MF.MKT., 126, 52). Belgeler ışığında Darülaceze binasının inşasında da münakasa usulünün kullanıldığına ve bu binanın inşasına Andon Kalfa’nın yedi milyon kuruş verdiği bilgisi yer almaktadır (Y. MTV., 66, 38). Ancak bir başka belge Andon Kalfa’ya ihale edilmediğini, binanın inşası için yeniden münakasa yapıldığını göstermektedir (MV.,71, 66). Münakasa sonrası bu binanın inşası Ohannes Efendi’ye ihale edilmiştir (Y.. MTV., (67, 81).
102
Osmanlı yapı faaliyetlerindeki hareketlilik Batılı mimar ve mühendislerin de dikkatini çekmiştir. 1841 yılında İngiliz Elçilik Binası’nın yapımı için görevlendirilen James Smith saraydan büyük ilgi görmüştür. Sultan Abdülmecid’in mimarı olarak bilinen bu isim İngiliz Seferati, Mekteb-i Fünûn-u Tıbbiye, Selimiye Kışlası’nın ek yapılarını tasarlamıştır. Rus Sefareti’ni inşa etmek için Osmanlı topraklarına gelen Gaspare Fossati de, Darülfünûn Binası’nın inşası için görevlendirilmiştir. Binanın inşasının kendisine nasıl verildiği hakkında bir bilgiye ulaşılamaması bu işin ihale olmadan Fossati’ye verildiğini düşündürmüştür (Akyürek, 2008:86). Gaspare Fossati, arşiv belgelerinde Kasbar Fossati şeklinde yer almaktadır. Hazine-i Evrak binasının yangına dayanıklı bir şekilde yapılması hususunda Fossati’nin görevlendirilmesine dair 1268/1851 tarihli belge (A.} DVN.MKL., 63, 10) ile 1263/1847 tarihli belge Ayasofya Camii’nin tamirinin Fossati’ye verildiği, kalfa olarak da Yanni Kalfa’nın görevlendirildiğini göstermektedir (D.MSM.672, 18). Fossati’nin İstanbul’da yaptığı işler arasında önemli bir yere sahip olan Ayasofya Camii tamirinin Balyan ailesi yerine Fossati’ye verilmesi, II. Abdülhamid’in Batılı bir mimar arayışında olduğu şeklinde yorumlanmaktadır (Eyice, 1996: 171). Dönemin yabancı mimar ve mühendislerinin devlet tarafından görevlendirilmesi ve ödüllendirilmesi devletin yapı faaliyetlerinde izlediği bir politika olarak görülebilir. Bunun yabancı mimar ve mühendis istihdamını artıracak bir politika olduğunu arşiv belgelerindeki yabancılara verilen nişanlar, atiyeler göstermektedir. 1259/1843 tarihinde Fossatiye atiyye verilmesi, 1262/1845 tarihinde Rus Elçiliği binasının mimarı Gaspar Fossati’ye nişan verilmesi ve 1278 /1861yılında Mösyö Fossati ile biraderine mecidiyye nişanının verildiği bilgisi devletin yabancı mimar ve mühendisi desteklediğinin göstergesidir.16
16 Bahsi geçen belgeler şu şekildedir: (İ..HR..23, 1091), (İ..HR. 33,1481)], (İ..HR..188,10475).
103
III. Selim’in askeri gücü ıslah etme çabalarını devam ettiren II. Mahmut devrinde, Osmanlı Devleti bir dönüşüm evresine girmiştir. Bu evrede pek çok yeni yapı türünün yanında kale inşası da Osmanlı’nın askeri sahada değişen rolüne bağlı olarak gerekli görülmüştür. Şartların değişmesiyle askeri inşaat faaliyeti başlamıştır. Kale inşası bu faaliyetlerdendir. Osmanlı’nın Batılılaşma sürecindeki girişimleri ve III. Selim’in orduyu ıslah etme çabası, askeri inşa faaliyetlerine de yansımıştır. Genellikle kale inşasına ağırlık verilmiş, savunma yapıları ya yeniden inşa edilmiş ya da tamir edilmiştir. Arşiv incelendiğinde kale inşasına dair birçok belgeye ulaşılabilmektedir. Ancak asıl dikkati çeken, kale inşasında yer alan yabancı mimar ve mühendislerdir. Savunma yapıları olan kalelerin inşası için yabancı isimlerin görevlendirilmesinde elbette kaybedilen topraklar neticesinde Batı’nın ileride olduğu gerçeğinin kabulü vardır.
“1828 tarihinde Tümgeneral Valentini surlar, hatlar veya dış istihkâmlar ve örtülü yollara dair nizami hendese hakkında hiçbir fikirleri yok. Bir yapının öndeki arazinin doğasına nispetle yüksekliğini de nizami bir şekilde hesaplayamazlar. Bir Türk kalesinde böyle bir şeyle karşılaşırsak o kalenin bir Avrupa gücünün denetiminde kalıp modernleştirildiğine veya sıfırdan inşa edildiğine emin olabiliriz.” (Nicolle, 2019: 53).
Osmanlı arşiv belgelerinde mühendis Kofer şekliyle rastladığımız Kauffer hakkındaki belgeler Akkirman, Kili, Bender kalelerinin inşasına yönelik çalışmalar yaptığını göstermektedir. Kauffer, Bender Kalesi’nin durumuna yönelik bir rapor hazırlamıştır (HAT., 1458,16). Bu kalenin tamiri Kauffer ve bina emini Hasan Ağa’nın üstün gayretleriyle tamamlanmıştır (HAT., 1456, 24). III. Selim döneminde kale inşasında karşılaştığımız bir diğer önemli isim ise Gabriel Monnier’dir. Belgeler Monnier ve Kauffer’in Karadeniz Boğazı kalelerinin inşasında görüş ayrılıkları yaşadıklarını gösterir.
104
Karadeniz Boğazı Kaleleri inşasında Fransız Mühendis Monnier’in gönderdiği resimler Reşid Paşa tarafından Kauffer’e gösterilmiş ve Kauffer birtakım eleştiriler getirmiştir (HAT., 202, 10374).
Teknolojik gelişmelere bağlı olarak ortaya çıkan yeni yapı ihtiyacı da yabancıların Osmanlı yapı faaliyetlerinde yer almasını şekillendiren bir diğer etmen olmuştur. Yabancı mimar ve mühendisler ile gayrimüslim kalfaların Tanzimat döneminde inşaat alanındaki hâkimiyetleri açıkça görülmektedir. II. Meşrutiyet sonrasında ise Türk- Müslüman gruplar inşaat işlerini kendileri yürütebilmek için birtakım girişimlerde bulunmuşlardır. Özellikle 1908 yılından sonra, İttihat ve Terakki Partisi’nin iktidarıyla bürokratik kadrolarda Türk mimar ve mühendisler görev yapmaya başlamıştır. Bu durumun bir örneği Tanzimat döneminin Yeni Osmanlılık anlayışında da görülmüş, milletlerin eşitliği ilkesi yabancı mühendislerin istihdamını kolaylaştıran temel etmen olmuştu. İki ayrı ideolojinin yansıması olan bu örnekler inşaat faaliyetlerinde etkili öznelerin değişmesine neden olmuştur. Tasvir-i Efkâr gazetesinde çıkan, Bâb-ı alî yangınına ilişkin haber dönemin ideolojisinin inşaat sahasına yansıdığının en çarpıcı örneklerindendir. Bâb-ı Ali’nin yanan kısımlarına dair yapılacak olan münakasaya, Holsman adında bir inşaat şirketi, Adamantis isimli bir mimar ve Aleaddin Bey katılmıştır. Münakasayı muktedir mimarımız Aleaddin Bey’in kazandığı gazetelerde yer almıştır (Tekeli, İlkin, 1997: 270-71). Bu dönemin inşaat faaliyetlerini hareketlendiren bir diğer etmen mimarlık ve müteahhitlik hizmetlerinin verildiği bürolardır. Bu bürolar özellikle Galata, Beyoğlu ve Eminönü’ndeki hanlarda yer almaktadır. Devletin mimarı ve mühendisinin büro kurmasına izin verilmesi ile büroların sayısında artış gözlenmiştir (Şenyurt, 2011: 264). 19. yüzyılın sonlarına doğru görülen inşaat şirketleri de inşaat ortamının hareketlenmesini sağlamıştır. Arşivde Fives Lille adlı bir inşaat şirketinin Osmanlı’nın inşaat işlerine talip olduğuna dair birçok belge bulunmaktadır. Bu şirket İskenderun’dan Diyarbakır’a kadar yapılacak olan tren hattı inşasının kendisine verilmesini istemiştir (Y..PRK.,KOM, 7, 85).
105
Şirketin demiryolunda yapılacak olan köprülerle ilgili hazırladığı bir plan da bulunmaktadır (TFR. I.M., 1,90). Bu dönemde Türk inşaat şirketleri de kurulmuştur. 1312/1913 tarihli belge “Türkiye Milli İnşaat Anonim Şirketi” adında bir şirketin teşkiline ilişkindir (BEO., 4285, 321333).
II. Meşrutiyet’in getirdiği yenilikler Osmanlı’da birleşme fikrini doğurmuş ve meslek grupları arasında milli bir ruhla cemiyetleşme girişimleri başlamıştır. İnşaat alanındaki ilk cemiyetleşme girişimini “Osmanlı Mimar ve Mühendis Cemiyeti” oluşturmaktadır. Sadece Osmanlı tâbiiyetinden olan mühendis ve mimarların cemiyet içerisinde yer alabilmesi, Osmanlı inşaat faaliyetlerinde yabancı aktörlerin baskın rolünden duyulan rahatsızlığı göstermektedir. İnşaat alanında cemiyetleşme girişimlerinde bulunan bir diğer grup Osmanlı’nın son dönem kalfa ve ustalarıdır. Bununla ilgili “Dersaadet ve Bilâd-i Selâse Umûm İnşaat Usta ve Kalfaları Cemiyeti Nizamnâme-i Dâhilîsi” adlı bir metin (bundan sonra nizamname) hazırlanmıştır. Nizamname 1340/1921 tarihli olup 24 sayfadan oluşmaktadır. Bu nizamnamenin ilk bölümü cemiyetin ismi, merkezi ve maksadı hakkında bilgiler içermekte ve üç alt bölümden oluşmaktadır. İkinci bölümde cemiyetin üyelerinden ve teşkilatından söz edilmektedir. Teşkilatın anlatıldığı bu metinde cemiyete dahil olacak dülger, duvarcı, sıvacı gibi elemanların Türk asıllı olması ibaresi bulunmaktadır (Nizamname, 1340: 4). Bu durum II. Meşrutiyet’in milliyetçi havasının cemiyetleşme girişimlerindeki etkisidir. Osmanlı’daki yabancı ve gayrimüslim kalfa ve ustaların inşaat sahasındaki hâkimiyetlerinden duyulan rahatsızlık nizamname maddelerine yansımıştır.
Üçüncü bölüm “Cemiyetin Münasebet-i Salahiyeti” başlığını taşımakta, cemiyete ilişkin yetkilerden söz edilmektedir. Dördüncü bölüm Cemiyetin Vâridâtı hakkındadır. Cemiyete kaydolacak kalfalardan yüz kuruş, usta ve çıraklardan bir defaya mahsus elli kuruş tahsil edileceği bilgisi yer almaktadır. Birinci, ikinci ve üçüncü sınıf kalfa ve ustalardan farklı ücretler tahsil edilmektedir (Nizamname, 1340: 12-13). Beşinci bölümde
106
hiyerarşik bir yapıya sahip olan cemiyetin üyelerinin terfisi anlatılmaktadır. Altıncı bölümde cemiyet içerisindeki memurların görevlerinden yani idari yapıdan, yedinci bölümde cemiyetin şube ve teşkilatlarından, sekizinci bölümde ise masraflarından ve nasıl karşılanacağından söz edilmektedir. Cemiyetin ne kadar süre varlığını koruduğu hakkında bilgi sahibi olamasak da bu nizamname ile kurulan cemiyetin sistematize olma çabası görülmektedir.
Osmanlı Devleti’nin son döneminde geleneksel inşaat, mimarlık örgütünün -Hassa Mimarlar Ocağı- işlevini yerine getirememesi, dönemin ihtiyaçlarına cevap verememesi neticesinde inşaat alanında yeni aktörler ortaya çıkmıştır. Bu durum mimarbaşının mevcut pozisyonunun değişmesine neden olmuştur. Böylelikle son dönemin yeni aktörleri, Osmanlı’nın inşaat sahasındaki dinamiklerini oluşturmuş, yapı faaliyetleri hassa mimarının egemenliğinden çıkmıştır. Ortaya çıkan yeni öznelerin konumunun dönemin ideolojisi bağlamında değişkenlik gösterdiği görülmüştür.
3.5. Yapı Teknolojisindeki Değişim
Osmanlı yapı teknolojisine dair çalışmalar genel olarak tekil yapılar üzerinden yapılmıştır. Çalışmayı yürüten araştırmacı, Osmanlı yapı teknolojisini anlatabileceği bir örnek seçmiş, bu örnek üzerinden Osmanlı yapı teknolojisini açığa çıkarmayı amaçlamıştır.17 Bu türden çalışmalar; Osmanlı inşaatlarındaki yapım aşamalarına tanıklık etmemizi sağlamaktadır. Bu eserler incelendiğinde Osmanlı yapı faaliyetlerinin aşamaları
17 Tekil örnekler hakkında bkz:, Ömer Lütfi Barkan, 1972, Gülsün Tanyeli, 1994.
107
genel olarak şu şekildedir: Osmanlı inşaatların ön aşamasını; bir inşaatın temel malzemelerinin temin edilmesi, işgücünün sağlanmasına yönelik hazırlıklar oluşturmaktadır. Daha sonra inşaatın yapılacağı alana dair Osmanlı mimarlık terminolojisinde mesaha denilen ölçüm işlemleri yapılmaktadır. İnşaat alanına dair ölçümler yapıldıktan sonra inşaat alanı için proje hazırlanmaktadır. Proje ve planın Osmanlı terminolojisindeki karşılığı resm ve tasvirdir. Yani mesaha işleminden sonra alanda yapılacak olan binanın resmi ya da tasviri yapılmaktadır. Osmanlı inşaatlarında plan çiziminde kullanılan modüler bir sistem bulunmaktadır. Proje çizilecek kâğıt yatay ve düşey eş aralıklı çizgilerle karelenmektedir. Mıstar tahtası adı verilen bir araçla belirlenen bu çizgiler kâğıt üzerine uygulanmaktadır. Mıstar; satırları doğru gösterebilmek için gerekli çizgileri yapmaya yarayan alettir (Devellioğlu, 2013:747). Mıstar tahtası üzerine eşit aralıklarla ince iplikler gerilmiştir. Karelenecek kâğıt bu tahta üzerinde bırakılıp, avuç içi ile bastırıldığında ipliklerin oluşturduğu çizgiler kâğıt yüzeyine çıkmaktadır (Tanyeli, 2018: 29). Böylelikle mıstar tahtası sayesinde karelenen kâğıt çizim yapılabilecek bir hale gelmiştir.
Bu aşamadan sonra malzeme ve işgücünün temini sağlanmaktadır. Malzeme fiyatlarının belirlenmesi, inşaatta çalışacak elemanların, mimarların ücretlerinin belirlenmesiyle birlikte inşaat yapılacak alanda faaliyetler başlamaktadır. İnşaat alanındaki ilk uygulama temele aittir. Temel inşaatının başlamasıyla birlikte yapının zemin üzerindeki aşamaları başlamaktadır. İnşaat iskeleleri hazırlandıktan sonra bir inşaatın taşıyıcı sistemleri olan duvarlar, ayaklar ve sütunların inşasına başlanmaktadır. Daha sonraki aşamada kubbe ve tonoz gibi örtü sistemlerinin inşası yapılmaktadır. Aşama aşama tamamlanan inşaatta son olarak yapının kullanıma hazır hale gelmesini sağlayan marangozluk işleri, su işleri, ısıtma sistemleri gibi teknik işler yapılmaktadır. Klasik dönemde ve batılılaşma sürecindeki yapı faaliyetleri yukarıda anlatıldığı gibi aynı
108
evrelerden oluşmuş olsa da söz konusu dönemlerdeki tekniğin ve kullanılan malzemenin farklılaşması Osmanlı inşaat teknolojisinin değişim evrelerini ortaya çıkarmaktadır.
Osmanlı inşaat faaliyetlerinde Tanzimat dönemi ile teknolojik gelişmeler gittikçe artan bir şekilde uygulama alanı bulmuştur. Teknolojiyi yapılara uygulama gerekçesi hiç kuşkusuz daha güvenilir yapılarla yangın ve depremler gibi afetlerden korunmak isteğidir. Batılı tarzda yeni binalar ve yeni stiller şehirlerdeki manzarada büyük değişiklikler sağlamış olsa da değişimin sadece mimari ile sınırlı kalmamasının gereği anlaşılmıştır. Daha güvenilir, daha modern yapı isteği ve ihtiyacı yeni teknolojinin benimsenmesi ile hızlanmıştır. Daha önce bahsedildiği üzere, Tanzimat döneminde mimarlık ve mühendislik mesleğinde yaşanan dönüşüm ile ortaya çıkan müteahhitlik ve inşaat firmalarının varlığı da bu süreci hızlandıran bir diğer etmen olmuştur. 18. yüzyılın sonlarına kadar Osmanlı’daki inşaat süreçlerinde kalfaların, mimar ve mühendislerin görev tanımlarında belirsizlik bulunmaktadır. Bina yapımlarına ilişkin çıkan nizamnamelerle inşaat faaliyetlerinde bir standart yakalama çabası bulunsa da bu standardı uygulayacak kurumlar oldukça yeni olduğu için uygulamalarda aksaklıklar yaşanmıştır. Bu sebeple, kârgir inşaata geçiş, demirin inşaat alanında kullanımı, betonarme gibi modern inşaat pratiklerinin hem denetlenmesi hem de daha doğru uygulanabilmesi öyle görünüyor ki; inşaat mühendisi kimliğinin mimardan ve kalfadan ayrılması ile mümkün olmuştur. Yeni teknolojinin yapılara daha doğru bir şekilde uygulanabilmesi ise mühendis ve mimar eğitimindeki dönüşümün yanı sıra inşaatın temel maddelerinin üretiminin sağlanması -çimento ve demir fabrikalarının kurulması- ve inşaat şirketlerinin ortaya çıkması ile mümkün olmuştur.
Yapıların, bilimi ve teknolojiyi içerecek şekilde yeniden düzenlenmesi gerekliliğini Osmanlı’daki deprem ve yangınlar göstermiştir. Böylelikle bilim Osmanlı yapılarına dahil edilmiş, kavaid-i hendese’ye uygun kentler inşası için girişimlerde bulunulmuştur (Kuban, 2000: 352). Ahşap yapıdan kârgire geçiş ise yeni yapı
109
malzemesinin temel bileşenlerinden olan çimento ve betonun üretiminin önemini göstermiştir. 19. yüzyılın yapım tekniği olan betonarme, demir ve çimento bileşiminden oluştuğu için bu iki malzemenin gelişim serüveni inşaat faaliyetleri için önemlidir. İlk örnekleri Antik Roma yapılarında görülen çimentonun bağlayıcı işlevi yapıların temel bileşeni olmasını sağlamıştır. 18. yüzyılın sonlarında kendisini ilk inşaat mühendisi olarak duyuran John Smeaton, Eddystone Deniz Feneri’ndeki çalışmaları (1956-59) ile modern anlamda kullandığımız çimentoya ulaşmış, onu 1818’de Josep Vicat izlemiş, onun çalışmalarıyla doğal çimento yerini üretilebilir çimentoya bırakmıştır. Fabrikalarda üretilebilen bir madde olan çimento ile yapay taş üretimi gündeme gelmiş, yapay taşlar ise mühendislik yapılarında kullanılmıştır (Batur, 2009: 40).
İnşaatın temel malzemesi çimento Osmanlı yapılarındaki değişiklik sebebiyle Osmanlı’nın da ihtiyaç duyduğu bir malzeme haline gelmiştir. Başlangıçta çimento ihtiyacını Fransa ve Belçika gibi ülkelerden karşılayan Osmanlı Devleti, çimento kullanımının artmasıyla birlikte dışa bağımlılığa son vermek istemiş, 1906-18 yılları arasında ilk çimento şirketleri kurulmuştur (Sey, 2003: 23). 1328/1910 tarihli belge ise, ilk çimento fabrikasının adının Arslan Çimento fabrikası olduğunu, Darıca civarında kurulduğunu göstermektedir (İ.TNF., 22,31).
Yapı teknolojisinde dönüm yaşanmasında etkili bir diğer faktör demirin inşaatta kullanımı olmuştur. Demir ilk dönemlerde eşya ve silah için kullanılmıştır. Demirin inşaatlarda sınırlı kullanımı bir başka teknolojik gelişme aracılığıyla yaygınlaşmıştır. 1709 yılında bir demir ustası olan Abraham Darby’in fırınlarda kok kömürü kullanması ile ergimiş demir elde edilmesi, demire rahat şekil verilmesini sağlamıştır (McClellan, Dorn, 2018: 326-27). Bu gelişmenin etkisi hızlı olmuş, inşaatlarda demir eğilme ve çekmeye karşı kullanılmaya başlamıştır. Başlangıçta köprü ve fabrikalarda kullanılmaya başlayan demir bugün her yapının içinde yer almış, yapılarda büyük dönüşüm sağlamıştır. Demir sadece eğilme ve çekmeye karşı değil, 18. yüzyılın sonlarına doğru ahşap ve kirişin
110
yerine taşıyıcı malzeme olarak da kullanılmaya başlamıştır (Batur, 2009: 41). Bu yapım tekniği Osmanlı’da da çok geçmeden kullanılmış ve Osmanlı inşaat teknolojisinin değişim serüveninde önemli bir yer tutmuştur.
Osmanlı’nın betonarmeyi yapı faaliyetleri içine dahil etmesi çok uzun sürmemiştir. Betonarme yapı tekniği Osmanlı’da ilk olarak; İstanbul limanlarının yenilenmesi ve rıhtımlarının düzenlenmesinde kullanılmıştır. Gelişmekte olan uluslararası ticaret için daha elverişli koşullar yaratma çabası ve daha saygın bir görünüm kazandırma arzusuyla rıhtımlardaki antrepo ve gümrük binaların yenilenmesi gerekliliği ortaya çıkmıştır. Bu gereklilik bu alanın mimarını-mühendisini ortaya çıkarmıştır. Rüsumat (gümrük) ile ilgili arşiv belgeleri incelendiğinde “Rüsumat Emaneti Mimarı” şeklinde birçok belgeye rastlanmaktadır. Osmanlı’nın bu konudaki uzman mimarı Vallaury’dir. Gümrük antrepolarına ait hususların müzakeresi için Nafıa Mühendisi Leclerc, Ebniyye-i Aliyye Müfettişi Rasmus, ve Rüsumat Emaneti Mimarı Vallaury 1308/1890 yılında devlet tarafından toplanacak komisyona davet edilmiştir (DH. MKT., 1779, 33). Rüsumat Emaneti’nde inşa olunan antrepolara dikilecek sütunların demirden yapılması ve yangın ihtimaline karşın üzerlerinin çimento ile kaplanması veya binalarda köşelere su borularının yerleştirilmesi kararı alınmıştır (DH. MKT., 1782,62). Gümrük binalarına uygulanacak olan yeni teknolojilerle binaların daha güvenilir hale getirilmesi amaçlanmıştır. Bu amaç doğrultusunda yeni şirketler de ortaya çıkmıştır. Arşivde Rıhtım, Dok ve Antrepoları adlı bir şirket ismine rastlanmaktadır. Yeni bir yapım tekniği olan betonarmenin; gümrük binalarına uygulanması beraberinde yeni bir mimar-mühendis kimliğini ve bu alana dair yeni bir şirketi getirmiştir.
Betonarme tekniğinin uygulandığı bir başka yapı türü köprülerdir. Arşivde betonarme köprü inşası ve planına dair birçok belge bulunmaktadır. Saptayabildiğimiz kadarıyla betonarme köprü inşasına ait en erken belge 1300/1882 tarihlidir. Bu belge Üsküdar- Şile yolundaki betonarme köprü planına aittir (PLK.p 2550). Bir diğer
111
betonarme köprü Bursa- Atranos yolunda Kocasu Nehri üzerinde yapılmıştır (PLK.p. 2082). Betonarmenin kullanım alanı sadece bu yapılarla sınırlı kalmamakta, Pera bölgesi için betonarme inşasına dair girişimlerde bulunulmakta, bu yapı tekniğinin avantajları anlatılmaktadır (HR., SFR. 3.., 165,38). Bâb-ı Âli’de yanan kütüphanenin inşasında da betonarme tekniği kullanılmıştır (Y. A.. HUS., 279,105). Osmanlı’nın son dönem yapı tekniğinde yer alan Hennebique firması dönemin önemli beton üreticisidir. Osmanlı inşaat piyasasında yer alan bu firma Osmanlı’da bazı betonarme uygulamaları gerçekleştirmiştir. Firmanın Osmanlı topraklarındaki uygulamalarına yer verilmesi bu firmanın birçok mimar ve mühendis ile temas kurmasını sağlamıştır. Sanayi-i Nefise mezunlarından olan mimar Vuccini, Kemaleddin Bey, Vedat Tek, Mongeri gibi mimarlar yapım işlerinde bu şirketle çalışmışlardır.
Osmanlı’nın son dönemi yapı teknolojisine dair değişimlerin görüldüğü bir dönemdir. Yapılara dair yenilenme hareketi bu dönemde sadece mimari tarzla sınırlı kalmamış, modern teknolojinin de yapıların içine uygulanması gerekliliği fark edilmiştir. Bilim ve teknolojideki gelişmelerin ardıllığı inşaat pratikleri için de geçerli olmuştur. Teknolojinin inşaat faaliyetleri içinde yer alması, mühendis kimliğinin ön plana çıkmasını sağlamıştır. Bu durum mimar-mühendis kimliğinin mimar ve mühendis şeklinde ayrışmasını sağlamıştır. Böylelikle yapılardaki teknik yeterlilik görüntünün önüne geçmiştir.
112
SONUÇ
İnşaat faaliyetlerinin tarihçesi, yapı pratikleri üzerinde toplumlara ve dönemlere göre değişkenlik gösteren birçok dinamiğin varlığını ortaya çıkarmaktadır. Söz konusu dinamikler arasında siyasi ve sosyal yapı, ekonomik durum, bilim ve teknolojideki yeterlik gibi birçok faktör bulunmaktadır. Bu sebeple bu faaliyetleri yönlendiren dinamikler bir sınıflandırmaya tabi tutulmalıdır. Son yıllarda toplumların/devletlerin bilim ve teknoloji algısında etkili olan dahili ve harici nedenlerin belirlenmesi, bu alanlara dair bütünsel bir tasvir sunmaktadır. Bu sebeple inşaat faaliyetlerini yönlendiren iç ve dış dinamiklerin belirlenmesi bütünsel bir açıklama modeline ulaşmamızı sağlayacak ve teknoloji tarih yazımına katkı sunacaktır.
İnşaat faaliyetlerinin gelişim serüveninin anlaşılabilmesi ve açıklanabilmesi için oluşturulan tarihi arka plan göstermiştir ki; ilk dönemlerden itibaren, devasa yapılardan en ilkel yapılara kadar, tüm yapı faaliyetleri belirli dinamikler etrafında şekillenmiştir. Ancak dinamiklerin inşaat faaliyetlerine etkisi, faaliyetler ve dinamikler arasında öncelik sonralık ilişkisi sorunsalını ortaya çıkarmaktadır. Bu çalışmada ilk uygarlıklardan Osmanlı’nın son dönemlerine kadar ele alınan yapı pratikleri ve bu pratiklerde etkili olan dinamikler bu ilişkiselliğin karşılıklı olduğunu göstermiştir. Yapı faaliyetlerinin başlangıç serüvenine dair anlatı genelde tarım faktörü üzerinden kurulmaktadır. Ekonomik bir faktör olan tarım klasik anlatıya göre, yerleşik yaşam ve inşaat pratiklerinin Mısır ve Mezopotamya coğrafyasındaki başlatıcı gücü olmuştur. İlk yapıların görüldüğü bu coğrafyada bu dinamiğin etkisinden şüphe edilmemiştir. Ancak tarihsel bir araştırma dinamiklerin sadece ekonomik temelli olmadığını göstermiştir. Toplumsal yapı, toplumun dünya görüşü, kültürel etmen ve siyasi faktör yapıları şekillendiren dinamikler arasında yer almıştır. İlk dönemlerdeki Çin yapıları, Çin’in kapalı toplum algısından bağımsız olarak şekillenememiştir. Bu sebeple yapılar büyük duvarlarla çevrelenmiştir. Yunan ve
113
Roma dünyasındaki yapılar dönemin statüko algısından bağımsız tasarlanmadığı için bu coğrafyalarda anıtsal yapılar ortaya çıkmıştır. Söz konusu bu örnekler ilk dönemlerden itibaren yapılar üzerinde etkili olan harici dinamikleri göstermektedir. İlk dönemlerdeki sınırlı bilim ve tekniğin yapı faaliyetlerine uyarlandığının en belirgin örnekleri Mısır piramitleri ve Çin Seddi’dir. Dönemin bilim ve tekniğinin bu yapı türleri içerisinde yer alması pratiklerde etkili olan dahili unsurlardan bilim ve tekniğin varlığını göstermiştir.
“Osmanlı Teknoloji Algısına Aykırı Bir Örnek: Osmanlı İnşaat Teknolojisi Tarihi” adlı tezimizde üç farklı sav temellendirilmiştir.
Birinci sav; Osmanlı’daki dinamiklerin yapı faaliyetlerini etkilediği savıdır. Osmanlı Devleti’nin siyasi ve sosyal yapısının, ekonomik durumunun, bilim ve teknolojideki yeterliliğinin/yetersizliğinin yapı faaliyetlerinde etkili olduğu savı klasik ve Tanzimat dönemi bağlamında açıklanmıştır. Her iki dönemde de yapılar, Osmanlı Devleti’nin siyasi ve sosyal yapısı, ekonomik durumu, bilim ve teknolojisi algısı hakkında bilgi sunan somut veriler olmuştur. Klasik dönemde imparatorluk hüviyeti kazanan Osmanlı Devleti, topraklarının genişlemesine bağlı olarak başlattığı imar ve inşa faaliyetlerinde klasik dönemin siyasi, sosyal ve ekonomik yapısından bağımsız, bilim ve teknoloji algısından ayrı bir inşaat süreci yönetememiştir. Devletin patrimonyal yapısı, ülkenin topraklarının “mülk” olarak görülmesi imar ve inşa pratiklerinde etkili öznenin sultan olmasını gerektirmiştir. Bu durum klasik dönemde Osmanlı inşaat pratiklerinin yazılı literatürüne de yansımıştır. Yaratan- yaratılan ve sultan ilişkisi yazılı literatürün bu ilişki bağlamında oluşmasına neden olmuş, Osmanlı inşaat pratiklerinin yazımı sadece bir yapının betimsel tasviri veya yapının tamamlandığı dönemdeki sultana yapılan övgü ile sınırlı kalmıştır. Bu durum dönemin kuramsal bilgisinin ortaya çıkmasına engel olmuştur. Osmanlı Devleti’nde yapı tarihi ya da malzeme tarihine dair yapılan bir araştırma maddi şartları, teknik unsurları da araştırmayı gerekli kılmaktadır. Klasik dönemin ekonomik yapısı tarım temelli olduğu için, imar ve inşa faaliyetleri ekonominin izin verdiği ölçüde
114
gerçekleşmiştir. Askeri bir imparatorluk olan, Osmanlı’nın bütçesinin büyük bir bölümü askeri tesis ve savaş giderleri için kullanılmıştır. Bütçenin büyük bir kısmının askeri harcamalara ayrılması Osmanlı yapı faaliyetlerinin vakıf odaklı bir etkinlik olmasında önemli bir etmendir. Bu bakımdan imar ve inşa faaliyetleri için sınırlı bir bütçe ayrılmış, bu işler daha çok vakıflar ve padişahlar aracılığı ile gerçekleşmiştir. Padişahların imar ve inşa işlerinde kullandığı bütçenin iç hazineden karşılanması ise yapının bireyselliği sorunsalını oluşturmuştur. Padişaha ait bir yapının inşaat masrafının devlete ait bütçeden karşılanması devletin “mülk” olarak görülme anlayışının bir sonucudur. Bütün bu etmenler klasik çağın ruhuna uygun yeni bir mimari paradigma ortaya çıkarmıştır. Merkezde sultanın olduğu bu paradigmanın klasik dönemdeki uygulayıcısı Mimar Sinan ve Hassa Mimarlar Ocağı’nda yer alan teknik ve idari ekip olmuştur. Bu paradigma ile Sinan ve dönemin mimarlarının tasarımı padişah hakimiyetinin varlığını gösteren yapılara yönelik olmuştur.
Osmanlı Devleti siyasi tarihinde birçok batılılaşma girişiminde bulunmuş olsa da Batılılaşmaya dair en kararlı adımı Tanzimat döneminde atmıştır. Tanzimatla birlikte başlayan siyasi anlamdaki dönüşüm hareketi Batı ile temasın neticesinde gerçekleşmiştir. 18. yüzyıldan itibaren dış dünyaya açılan Osmanlı bürokratlarının Batı’da gördüklerine, tanık olduklarına dair söylemleri Batı’nın Osmanlı için model olmasını sağlamıştır. Bu sebeple yaşanacak çok yönlü değişim hareketi Batılı unsurlardan beslenmiştir. Tanzimat dönemiyle birlikte değişen siyasi, toplumsal, ekonomik, hukuksal dinamiklerin her biri şehirlerin yapısına ve inşaat pratiklerine yansımıştır. Bu sebeple Tanzimat dönemi değişim rüzgarına inşaat faaliyetlerinin de dahil edildiği ve bu faaliyetlerde de modelin Batı olduğu saptanmıştır.
İdari reformların inşaat faaliyetlerine etkisi imar faaliyetleri, yeni yapı türleri, inşaat faaliyetlerini denetleyici mekanizma etrafında şekillenmiştir. Bu şekillenmede önemli etki Tanzimat dönemi yöneticilerinin hazırlamış oldukları raporlardaki inşaat
115
faaliyetlerinin değişmesine yönelik telkinleri olmuştur. Bu telkinlerle Osmanlı, Batılı tarzdaki yapılardan haberdar olmuş, ahşaptan kargire geçişin gerekliliğini anlamıştır. İdari reform neticesinde değişen siyasi yapı devlet işlerinin görüşüleceği yeni yapı türünün gerekliliğini ortaya çıkarmıştır. Kamu binaları ve hükümet konakları gibi yeni yapı türleri şehirlerdeki hareketliliğin de yön değiştirmesini sağlamış, ticari faaliyetler hükümet konakları etrafında gerçekleşmiştir. Yerel yönetim sisteminin beraberinde belediyecilik anlayışını getirmesi inşa faaliyetlerinin denetlenmesini de mümkün kılmıştır. Bu denetleme mekanizması inşaat faaliyetlerinde bir standart oluşması için nizamnamelerle desteklenmiştir.
Batı ile temas doğru bilginin kaynağının Batı’da olduğu gerçeğinin görülmesine de zemin hazırlamıştır. Bu sebeple Osmanlı, bilim anlayışını şekillendiren epistemenin değişmesi gerekliliğinin farkına varmıştır. Çünkü 18. yüzyıl faydalı bilgi arayışının arttığı ve buna bağlı olarak da mühendislik ve uygulamalı bilimlerin saygınlık kazandığı bir dönemdir. Yenilikçi ideolojinin değişim hareketlerinde eğitim sistemine de yer vermesi Osmanlının batılı tarzdaki eğitim kurumlarını takip etmesini ve bu doğrultuda girişimlerde bulunmasını sağlamıştır. Doğru bilgiye ulaşmaya dair atılan adımlar inşaat bilgisinin de yeniden kurulması gerekliliğini göstermiş, bu gereklilik hem yabancı mimar-mühendisler ile, hem batılı tarzdaki eğitim kurumları ile hem de bu kurumlarda görev yapacak hocalar ve okutulacak derslerle şekillenmiştir. Böylelikle inşaata dair bir “fen” bilgisinin oluşması sağlanmıştır. Klasik dönemde Osmanlı İmparatorluğu’nun bilgi üretim ve eğitim sisteminin temeli “askeri” bağlama dayanmaktadır. Bu sebeple mimar-mühendis eğitimi askeri ocaklarda, Hassa Mimarlar Ocağı’nda verilen eğitimden ibarettir. Genellikle usta-çırak ilişkisi bağlamında gelişme gösteren mimar ve mühendis eğitimi Tanzimat döneminde Batılı unsurların (kurumlar, yabancı mimar ve mühendisler, kitaplar) etkisiyle büyük bir dönüşüm yaşamıştır.
116
Klasik dönem mimarlık ve inşaat mühendisliğine dair sınırlı dağarcık ve geleneksel episteme mimar ve mühendis ayrımını mümkün kılmamaktadır. Her iki kimlikten de geometriye daha doğrusu ameli geometriye hâkim olunmasına dair beklenti mimar ve mühendis kimliklerinin ayrışmamasına neden olan önemli bir faktör olmuştur. Mimar Sinan’ı anlatan kaynakların birçoğunun mühendis-mimar şeklindeki tasvirini klasik dönemin sınırlı bilgisi ve terminolojisinden bağımsız açıklamak mümkün değildir. Sinan’ın mesleğine dair klasik dönem tanımı günümüzde Sinan hakkında yapılan çalışmaların onun mesleki kimliğine yönelik araştırmalar olmasına neden olmuştur. Ancak Sinan’ın günümüze ulaşan yapıları hakkındaki güncel çalışmalar onun teknik bilgisinin açığa çıkmasını sağlamıştır. Mimarlık ve inşaat mühendisliğinin eşleştirildiği kavramlar olan form ve strüktürün Sinan’ın çalışmalarında görülmesi onun multidisipliner bir tanımlamaya layık olduğunu göstermiştir. Bu bakımdan Sinan için bu çalışmada yeni bir kimlik önerisinde bulunulmuştur. 1983 yılında Billington’ın ortaya attığı yeni bir kavram olan “yapı mühendisliği sanatçısı” kimliğinin 16. yüzyıldaki temsilcisinin Sinan olduğu saptanmıştır. Tanzimat döneminde mühendishanelerde okutulan eserler, verilen dersler mimar ve mühendis ayrımının bu dönemde gerçekleştiğini göstermektedir. Bu dönemde mühendislik ve mimarlık “fen” kavramıyla yeniden inşa edilmiştir. Fenn-i mimarinin, fenn-i inşaattan farkı gerek telif eserlerde gerekse tercüme edilen eserlerde anlatılmıştır.
Osmanlı’nın klasik ve batılılaşma döneminde inşaat sürecinde aynı aşamaları izlemesi temellendirilen ikinci sav olmuştur. Her iki dönemde de inşaat süreci aynı aşamalardan oluşmaktadır. İnşaatın yerinin saptanması, plan ve proje hazırlanması, malzeme ve işgücü tedariğinin giderilmesinin ardından inşaatın teknik süreci başlamaktadır. İki dönemi birbirinden farklı kılan kullanılan teknik ve malzemenin farklılaşmasıdır. Tanzimat döneminde teknolojik gelişmeler inşaat faaliyetlerinin içinde yer almaya başlamıştır. “Kavaid-i hendeseye” uygun kent inşası Tanzimat döneminde
117
yapı faaliyetlerini şekillendiren önemli bir faktör olmuştur. Kârgir yapıya geçiş beton ve çimentonun üretimi ve tedariği noktasında girişimlerde bulunulmasını gerektirmiştir. Bu bağlamda Osmanlı bu malzemelerin tedariği için üretim tesisleri kurma çabasında bulunmuştur. İnşaat odaklı bu girişim yeni tesisleri beraberinde getirmiştir. Özellikle demir kullanımı Osmanlı’nın inşaat teknolojisindeki evrimsel süreci açıklamada önemli bir yer tutmaktadır. Sanayileşme ile demirin yapıların birçok aşamasında yer alması klasik dönemde olduğu gibi sadece kenet ve zıvana ile sınırlı kalmamıştır. 18. yüzyıl itibariyle demirin taşıyıcı malzeme olarak kullanılması ve betonarmenin yapı faaliyetlerine dahil edilmesi ile yapılar daha güvenli bir şekilde tasarlanmaya başlamıştır.
Osmanlı inşaat faaliyetlerini tek bir köken üzerinden açıklamanın mümkün olmadığı savı, temellendirilen üçüncü sav olmuştur. Bu sav hem klasik dönem hem batılılaşma dönemi inşaat pratikleri için geçerlidir. Klasik dönemde gerçekleşen İstanbul’un fethinden önce Bizans’a ait yapıların, su yollarının Roma kökenli olduğu ve Osmanlı’nın su inşasında bu modeli kullandığı bilinmektedir. İstanbul’un yeniden inşasında görev yapan esirlerin yapı faaliyetlerindeki rolü de yapıların homojen bir kaynaktan ortaya çıkmadığını göstermektedir. Klasik dönemde İmparatorluğun yayılmış olduğu geniş coğrafya da düşünüldüğünde farklı toplumların inşaat pratikleri üzerinde etkisinin olacağı aşikardır. Yapılar için tedarik edilen devşirme malzeme kullanımının Osmanlı yapılarına işlenmesi yapıların tek bir kökenden oluşmadığını göstermektedir. Tanzimat Dönemi ile yaşanan batılılaşma girişimlerinde inşaat faaliyetlerini yöneten özneden, bu faaliyetlerin bilgisine kadar yabancılardan yararlanılması Osmanlı inşaat faaliyetlerini tek bir köken üzerinden açıklamayı zorlaştırmaktadır. Tanzimatla birlikte Osmanlı’nın inşaat serüvenine Batıda dahil olmuş, yapıları ve tekniği şekillendirici misyonlar yüklenmiştir.
Osmanlı teknoloji tarihine inşaat teknolojisi üzerinden katkı sunan çalışmamız göstermiştir ki; teknoloji toplumların/devletlerin dinamiklerinden bağımsız değildir. Bu
118
sebeple teknoloji tarihinde açıklanmaya muhtaç alanların bu dinamikler göz önünde bulundurularak değerlendirilmesi teknolojiye dair bütüncül bir tarih yazımını mümkün kılacaktır. Sorumluluk bilinciyle Osmanlı teknoloji tarihinin tüm boyutlarıyla yazılması ise araştırmacıların önünde bir ödev olarak durmaktadır.
119
KAYNAKÇA
3 Numaralı Mühimme Defteri, 966–968 / 1558–1560, Yay. Haz: Nezihi Aykut, Cevdet Küçük, vd., Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Yayın No: 12, Ankara, 1993.
5. Numaralı Mühimme Defteri, 973 / 1565–1566, Yay. Haz: Hacı Osman Yıldırım, Vahdettin Atik, vd., Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, 1994.
7 Numaralı Mühimme Defteri, 975-976 / 1567–156, Yay. Haz: Hacı Osman Yıldırım, Vahdettin Atik, vd. Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, C.2. 1998.
Acun, Fatma, “A Portrait of the Ottoman Cities”, The Muslım World, S.92, 2002, s.255-281.
Aksoy, İ., Hakkı, İstanbul'da Tarihi Yapılarda Uygulanan Temel Sistemleri, İstanbul Teknik Üniversitesi Yayınları, 1982.
Akşin, Sina, Kısa Türkiye Tarihi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2021.
Aktüre, Sevgi, “Osmanlı Devleti’nde Taşra Kentindeki Değişimler”, Tanzimattan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, İletişim Yayınları, C.4, 1985, s. 891-904.
_________, Anadolu’da Demir Çağı Kentleri, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2003.
Akyıldız, Ali., Tanzimat Dönemi Osmanlı Merkez Teşkilatında Reform, Eren, İstanbul, 1993.
Akyürek, Göksun, Bilgiyi Yeniden İnşa Etmek: Tanzimat Dönemi Osmanlı Mimarlığı, (Doktora Tezi), Yıldız Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, 2008.
Alova, E., Türkçe Latince Sözlük, Sosyal Yayınları, İstanbul, 2013.
120
Âşık Paşazade Osmanoğulları’nın Tarihi, Çev: Kemal Yavuz, Yekta Saraç, K Kitaplığı, 2003.
Bakır, Betül, “XVIII. Yüzyıl Osmanlı Mimarisinde Sivil Mimarinin Etkinliği”, Türkler Ansiklopedisi, C.15, s. 522-544.
Barkan, Ö., Lütfi, “Osmanlı İmparatorluğu Bütçelerine Dair Notlar”, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, 1953, s. 238-250.
___________, Süleymaniye Cami ve İmareti İnşaatı 1550-1557, Türk Tarih Kurumu Basımevi, C.1., 1972.
__________, Süleymaniye Cami ve İmareti İnşaatı 1550-1557, Türk Tarih Kurumu Basımevi, C.2., 1979.
Batur Afife, “Geç Osmanlı Mimarlığında Betonarme Yapım Tekniği”, Mimarlıkta Malzeme, TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Yayını, S.3, İstanbul, 2009, s. 39-44.
___________, “Batılılaşma Döneminde Osmanlı Mimarlığı”, Tanzimatta Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi, C.4.,1985, s. 1038-1048.
___________, “Osmanlı Camilerinde Almaşık Duvar Üzerine”, Anadolu Sanatı Araştırmaları,1970, S.2. s.135-208.
Batur, Selçuk, “Balyan Ailesi”, Tanzimatta Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi, C.4.,1985, s. 1089-1090.
Bayartan, Mehmet, “Osmanlı Şehirlerinde Vakıflar ve Vakıf Sisteminin Şehre Kattığı Değerler”, Osmanlı Bilimi Araştırmaları, C. 10., s.157-175.
Bayrakçı, Halil, Osmanlı Toprak Sistemi- Mirî Hukuk, Marifet Yayınları, 1990.
121
Baysun, M.Cavid, “Mustafa Reşid Paşa 'nın Siyasi Yazıları”, Tarih Dergisi, Cilt 11, Sayı.15, 1963, s.175-190.
Berkes Niyazi, Türkiye’de Çağdaşlaşma, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2002.
Bilgin, Hüseyin, “Mimar Sinan Yapılarında Kubbeli Örtü Sistemlerinin Yapısal Analizi”, Selçuk Üniversitesi Mühendislik ve Mimarlık Fakültesi Dergisi, 2006, C.21., s. 119-128.
Burke, P., Bilginin Toplumsal Tarihi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul. 2001.
Cafer Efendi, Risale-i Mi ‘mariyye, Yay. Haz: İ. Aydın Yüksel, İstanbul Fetih Cemiyeti, 2005.
Can, Cengiz, İstanbul’un Yabancı ve Levanten Mimarları, Arketon, 2020.
Cezar, Mustafa, Sanatta Batı’ya Açılış ve Osman Hamdi Bey, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları 1971.
________, Tipik Yapılarıyla Osmanlı Şehirciliğinde Çarşı ve Klasik Dönem İmar Faaliyetleri, Mimar Sinan Yayınları, 1985.
Childe, Gordon, “The Urban Revolution” Ancient Cities of the Indus, 1979.
________, Kendini Yaratan İnsan, Çev. Filiz Ofluoğlu, Varlık Yayınları, 6. Basım, İstanbul 2001.
Çeçen, Kazım. "Sinan'ın Yaptığı Köprüler." Mimarbaşı Koca Sinan: Yaşadığı Çağ ve Eserleri, 1, Vakıflar Genel Müdürlüğü Yayınları, 1988, 429-438.
Çelebi, Sai Mustafa, Yapılar Kitabı, Tezkiretü’l Bünyan, Tezkiretü’l Ebniye, Haz: Hayati Develi, K Kitaplığı, 2003.
Çelik, Zeynep, Şarkın Sergilenişi: 19. Yüzyıl Dünya Fuarlarında İslam Mimarisi, Tarih Vakfı Yayınları,2015.
122
__________, The Re-making of Istanbul: Portrait of An Ottoman City in the Nineteenth Century, University of California Press, California, 1993.
Çevik, Özlem, Arkeoloijk Kanıtlar Işığında Tarihte İlk Kentler ve Kentleşme Süreci Kuramsal Bir Değerlendirme, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2005.
Deans, William, History The Ottoman Empıre, Edınburgh, 1984.
Demir Remzi, Nerede Hata Yaptık? -Doğu’da Bilimin Gerileyişinin Harici ve Dahili Nedenleri Üzerine Bir Tartışma- Lotus Yayınevi, 2015.
__________, Bilim ve Felsefe, Lotus Yayınevi, 2016.
__________, Osmanlı’da Bilimsel Düşüncenin Yapısı, Epos Yayınları, 2014.
Demir, Remzi, G., Dosay, Melek, Osmanlılar Dönemi’nde Teknoloji, Nobel Akademik Yayıncılık, 2023.
Denel, Serim, Batılılaşma Sürecinde İstanbul’da Tasarım ve Dış Mekanlarda Değişim ve Nedenleri, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Yayınları, 1982.
Dersaadet ve Bilâd-i Selâse Umûm İnşaat Usta ve Kalfaları Cemiyeti Nizamnâme-i Dahilisi, Kadir Matbaası, İstanbul, 1340.
Devellioğlu, Ferit, Osmanlıca-Türkçe Lûgat, Aydın Kitabevi, 2013.
Dündar, Abdülkadir, “Osmanlı Mimarisinde Hassa Mimarları”, Dini Araştırmalar, 1999, C.2, S.5, 159-176.
__________, “Osmanlı Mimarisinde Yapıların İnşa Süreci Üzerine Bir Araştırma”, Kök Sosyal ve Stratejik Araştırmalar, Osmanlı Özel Sayısı, Ankara 2000, s. 155-184.
___________, Arşivlerdeki Plan ve Çizimler Işığı Altında Osmanlı İmar Sistemi, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, 2000.
123
Ebu’l-Feth Sultan Mehmed Han Vakfiyesi (Ayasofya Vakfiyesi), 1463.
Ekinci, Sevil Enginsoy, Faırbaırn İstanbul'da: 19. Yüzyıl Osmanlı Endüstri Yapılarından İki Örnek Üzerine Notlar, Tmmob Mimarlar Odası Ankara Şubesi, 2006.
Erdenen, Orhan, “Osmanlı Devri Mimarları, Yardımcıları ve Teşkilâtları”, Mimarlık, C.4, S.1. 1996, s. 15-18.
Ersoy, A., On the Sources of the “Ottoman Renaissance:”: Architectural Revival and Its Discourse During the Abdülaziz Era (1861-76), (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Harvard University, 2000.
Eser, Elvan Kılıç, Yusuf, “Mezopotamya’nın İlk Kent Binaları (Tapınaklar) ve İşlevleri”, Akademik Tarih ve Düşünce Dergisi, 2017, C: IV, S. XIII, s. 412-438.
Evliya Çelebi, Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Yay. Haz: Seyit Ali Kahraman, Yücel Dağlı, Yapı Kredi Yayınları, C.1., 2008.
Farabî, İlimlerin Sayımı, Çev: Ahmet Arslan, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2019.
Findley, C. V. Bureaucratic Reform in the Ottoman Empire: The Sublime Porte, 1789 – 1922, New Jersey, Princeton University Press, 1980.
Gündüz, Altay, Mezopotamya ve Eski Mısır Bilim-Teknoloji-Toplumsal Yapı ve Kültür, Büke Yayınları 2003.
Günergun, Feza, “Mekteb-i Harbiye’de Okutulan Mimarlık ve İnşaat Bilgisi Dersleri İçin 1870’li Yıllarda Yazılmış Üç Kitap”, Afife Batur’a Armağan Mimarlık ve Sanat Tarihi Yazıları, Literatür Yayınları, 2005, s.151-163.
Hamdi ibn Mahmud Celaleddin, Rehber-i İnşaat-ı Askeriye, Mühendishane-i Berr-i Hümayûn Matbaası, 1096.
Harari, Yuval Noah, Sapıens, Çev. Ertuğrul Genç, Kolektif Kitap, İstanbul 2015.
124
Hasan Tevfik, Usûl-i Keşf-i İnşaat, Mühendishane-i Berr-i Hümayûn Matbaası, 1885.
Hasol Doğan, Ansiklopedik Mimarlık Sözlüğü, Yapı-Endüstri Merkezi Yayınları, 1979.
https://www.britannica.com/technology/civil-engineering/Construction
Hüney, Dilay, Yürekli Hülya, “Mimarlığın Tanımı Üzerine Bir Deneme”, İTÜ Dergisi Mimarlık, Planlama, Tasarım, 2004, C.3, S.1, s. 31-42.
Hüseyin Rıfkı Paşa et Tamâni, Usûl-i İnşa-i Tarik, Mühendishane-i Berr-i Hümayûn Matbaası, 1871.
İhsanoğlu, E. “Darülfünun’un Tarihçesine Giriş: İlk İki Teşebbüs,” Belleten, 1990, C.210, s. 699- 745.
_________ “Osmanlı Devleti’ne 19.yy.’da Bilimin Girişi ve Bilim-Din İlişkisi Hakkında Bir Değerlendirme Denemesi,” Toplum ve Bilim, 1985, C. 29, S.30, s. 79-102.
_________, “Osmanlı Eğitim ve Bilim Müesseseleri”, Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi 1, 1998, C.II., 223-361.
İnalcık Halil, Osmanlı İmparatorluğu'nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi 1300-1600, Derleyen:Donald Quataert, Çev: Halil Berktay,Eren Yayıncılık, 2000.
_________ “Eyalet”, İslam Ansiklopedisi, C.11, 1995, s.548-550.
_________, Devlet-i Aliyye Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar -I, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2021.
_________, The Ottoman Empire The Classical Age, 1300-1600 Phoenix, 1994.
İstanbul Teknik Üniversitesi ve Mühendislik Tarihimiz, Editör Mehmet Karaca, Haz: Mustafa Kaçar, Tuncay Zorlu, Burak Barutçu, Atilla Bir, C. Ozan Ceyhan ve Aras Neftçi, 2012.
125
Kanuni Sultan Süleyman’ın Su Vakfiyesi, Yay. Haz: İbrahim Ateş, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1983.
Kitâb-ı Cihan-Nümâ Neşrî Tarihi, Yay. Haz. Faik Reşid Unat, Mehmed A. Köymen, Türk Tarih Kurumu Yayınları, C. II. ,1957.
Koçi Bey, Koçi Bey Risalesi, Yay. Haz. Zuhuri Danışman, Türk Kültürü Kaynak Eserleri Dizisi, 1972.
Köroğlu, Kemalettin, Eski Mezopotamya Tarihi, İletişim Yayınları, 2021.
Kritovulos, İstanbul’un Fethi, Çev: Muzaffer Gökman, Kapı Yayınları, 2013.
Kuban, Doğan, İstanbul Bir Kent Tarihi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2000.
__________, Osmanlı Mimarisi, Yem Yayınları, 2005.
__________, Sinan’ın Sanatı ve Selimiye, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2017.
Küçükkalay, Mesud, “Osmanlı Toprak Sistemi”, Tübitak Ansiklopedisi, edt: Yekta Saraç, 2002, s.202.
Landels, J.G., Eski Yunan ve Roma’da Mühendislik, Tübitak Yayınları, 2004.
Landsberger, Benno “Sümerlerin Kültür Sahasındaki Başarıları”, A.Ü. Dtcf Dergisi, Çev: Mebrure Osman Tosun, 1945, C.3, S. 2, s.137-149.
Le Clerc, Fenn-i Mimari, Çev: Mehmed Rıfat, Mekteb-i Fünûn-u Harbiye Matbaası 1875.
Leach, Andrew, Mimarlık Tarihi, Çev: Hayrullah Doğan, İstanbul, Koç Üniversitesi Yayınları, 2021.
Lewis, Bernard. Hata Neredeydi? Doğu’nun 300 Yıldır Cevabını Aradığı Soru, Kronik Kitap, İstanbul 2020.
126
Lubenau, Reinhold , Reinhold Lubenau Seyehatnamesi Osmanlı Ülkesinde 1587-1589, Çev: Türkis Noyan, Kitap Yayınevi, 2016.
Maarif Vekaleti Mecmuası, Cilt: 4, Sayı: 16, s. 196-199.
Mariot, Emma, Bir Nefeste Dünya Tarihi, Çev: Egemen Yılgür, Maya Kitap, 2015.
McClellan, James, Dorn, E. Harold, Dünya Tarihinde Bilim ve Teknoloji, Çev: Haydar Yalçın, Akılçelen Kitaplar, Ankara, 2018.
Mustafa Sami Efendi, Avrupa Risalesi, hazırlayan: Remzi Demir, Ankara, Gündoğan Yayınları, 1996.
Namık Kemal, “Terakki” Yeni Türk Edebiyatı Antolojisi II, 1993, s.193-202.
Necipoğlu, Gülru, Sinan Çağı- Osmanlı İmparatorluğu’nda Mimari Kültür, Çev: Gül Çağalı Güven, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2017.
__________, “Plans and Models in 15th and 16th Century Ottoman Architectural Practice”, Journal of the Society of Architectural Historians, 1986, C.45 S. 3 s.224-243.
__________, The Topkapı Scroll: Geometry and Ornament in Islamic Architecture, The Getty Center for the History of Art and the Humanities, Santa Monica, 1995
Nicolle, David, Osmanlı Kaleleri, Çev: Kahraman Şakul, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2019.
Okay, Bülent, “Çin Seddi'nin Yapılış Nedeni Hakkında Değişik Bir Görüş”, Belleten, 1993, C.57, S.218, s.27-40.
Orgun, Zarif, “1509(Hicri 1915), Senesinde İstanbulu Baştanbaşa Harab Eden Zelzele Şehri Tamir İçin Alınan Tedbirler”, Arkitekt,1940, S.7-8., 164-167.
Orhonlu, Cengiz, “Şehir Mimarları” Osmanlı Araştırmaları, C.2, S.2,1981, s.1-30.
127
Ortaylı, İlber, “Tarihsel Evrimi İçinde Mimarlar” Mimarlık Dergisi, 1976, S.14, s. 56-58.
____________, Tanzimat Devrinde Osmanlı Mahalli İdareleri, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2020.
Osman Nuri ibn Ömer Şevki, Fenn-i İnşaât, Mekteb-i Funûn -u Harbiye-i Şahane Matbaası, 1892.
Özay, Mehmet, “Modernite ve Modernizim” Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, 2022, C.3, s. 111.
Pedley, M. “Enlightenment Cartography at the Sublime Porte: François Kauffer and the Survey of Constantinople”, Osmanlı Araştırmaları, C.39, 2012, s. 29-53.
Perez-Gomez, A. Architecture and the Crisis of Modern Science, MIT Press, Cambridge, Massachusetts, London, 1983.
Rosenthal, F., Knowledge Trıumphant -The Concept of Knowledge in Medieval Islam- E.J.Brill, 1970.
Sayılı, Aydın, Mısır ve Mezopotamyalılarda Matematik, Astronomi ve Tıp, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Kültür Merkezi Yayını, Sayı :47, Ankara 1991.
Schmidt, Klaus, İki Nehir Arasında, Batıya Doğru Akan Nehir, Edt: Bekir Karlığa, Bahçeşehir Üniversitesi Medeniyet Araştırmaları Merkezi Yayınları, İstanbul 2012.
Sey, Yıldız, Türkiye Çimento Tarihi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2003.
Solnon, Jean- François, Osmanlı İmparatorluğu ve Avrupa, Çev: Ali Berktay, İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2020.
128
Somel, S. A., The Modernization of Public Education in the Ottoman Empire: 1839- 1908 The Islamization, Autocracy and Discipline, Brill, Leiden 2001.
Şenyurt, Oya, “III. Selim Dönemi’nde İnşaat Ortamını Yönlendiren İki Fransız Mühendis ve Kale Tamirleri”, Tarih İncelemeleri Dergisi, C. XXVIII, S.2, 2013 s.487-521.
___________, Osmanlı Mimarlık Örgütlenmesinde Değişim ve Dönüşüm, Doğu Kitapevi, 2011.
__________, Osmanlı Mimarlık Örgütlenmesinde Değişim ve Dönüşüm, Doğu Kitapevi, 2011.
Tanilli, Server, Yüzyılların Gerçeği ve Mirası İnsanlık Tarihine Giriş- İlkçağ, Cem Yayınevi, 1994.
Tanpınar, Ahmed Hamdi, 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, Çağlayan Kitabevi, 7. Baskı 1988.
Tanyeli, Gülsün, Hiçbir Üstad Böyle Kar Etmemiştir: Osmanlı İnşaat Teknolojisi Tarihi, Akın Nalça Yayınları, 2018.
___________, “18. Yüzyıl Osmanlı Mimarlığında Yapım Süreci: Laleli Külliyesi Örneği”, Celâl Esad Arseven Anısına Sanat Tarihi Semineri Bildirileri, Türkiye, 7- 10 Mart 1994, ss.317-326.
Tanyeli, Uğur, “Mimarlık Terminolojilerinin Doğuşu Üzerine Gözlemler,” Mimarlık, 1990, S. 241, s. 52-55.
Tebrik name-i Milli, Sultan II. Abdülhamid’in İlk Yirmi Beş Yılı, yay haz: Ahmet Zeki İzgöer, Ramazan Tuğ, Sağlık Bilimleri Üniversitesi Yayınları, 2017.
Tekeli, İlhan, “Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Kentsel Dönüşüm”, Tanzimattan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, İletişim Yayınları, C.4, 1985, s. 878-890.
129
Tekeli, İlhan, İlkin Selim, Mimar Kemaleddin’in Yazdıkları, Şevki Vanlı Mimarlık Vakfı, 1997.
___________, Osmanlı İmparatorluğu’nda Eğitim ve Bilgi Üretim Sisteminin Oluşumu ve Dönüşümü, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Kurumu Yayınları, 1993.
Uludağ, Süleyman, “Murakabe”, İslam Ansiklopedisi, 2020, C.31, s. 204.
Unat, Faik Reşit, Osmanlı Sefirleri ve Sefaretnameleri, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1992.
Usul-i Mi ‘mârî Osmânî, Editör: Selman Soydemir, Osman Doğan Çamlıca Yayınları, 2015.
Uzunçarşılı, İ., Hakkı, “Osmanlı Devleti Maliyesinin Kuruluşu ve Osmanlı Devleti İç Hazinesi”, Belleten, C.42., S.165., s. 67-94.
Vitruvius, Mimarlık Üzerine On Kitap, Çev: Suna Güven, Şevki Vanlı Mimarlık Vakfı Yayınları, 2005.
Yılmaz, İbrahim, “Klasik Yunan ile Roma Dönemlerinde Yapım Süreçleri ve Yönetimi; Bir İnceleme Çalışması”, Turkish Studies, 2020, C.15, S.5, s. 1-24.
130
ARŞİV BELGELERİ
BOA, A.} AMD. Dosya No: 19 Gömlek No:85.
BOA, İ..HR. Dosya No:33, Gömlek No: 1481.
BOA, İ.. HR.., Dosya No: 188, Gömlek No:10475.
BOA, İ.. HR.., Dosya No:23, Gömlek No: 1091.
BOA, MF.MKT, Dosya No: 53, Gömlek No:102.
BOA, MKT. NZD. Dosya No:382, Gömlek No: 25.
BOA, MV., Dosya No: 174, Gömlek No: 95.
BOA, Y.. MTV, Dosya No:67, Gömlek No:37.
BOA. , A.DVNSMHM.d, Dosya No:58, Gömlek No: 779.
BOA. ,C.AS. Dosya No: 417, Gömlek No: 17309.
BOA. ,PLK.p.Dosya No: 2082.
BOA. A. DVNSMHM.d, Dosya No:26, Gömlek No: 280.
BOA., . DVNSMHM.d., Dosya No:78, Gömlek No: 2061.
BOA., A. }MKT.NZD., Dosya No: 100, Gömlek No:70.
BOA., A. DVNSMHM. d., Dosya No: 134, Gömlek No: 36.
BOA., A.}AMD. Dosya No: 12, Gömlek No: 68.
BOA., A.}DVN. MKL, Dosya No: 74, Gömlek No:24.
BOA., A.DVNSMHM.d, Dosya No:80, Gömlek No: 294.
BOA., A.DVNSMHM.d., Dosya No:7, Gömlek No:1417.
131
BOA., BEO., Dosya No: 4118, Gömlek No: 314039.
BOA., BEO., Dosya No: 4285, Gömlek No: 321333.
BOA., C.BH. Dosya No: 118, Gömlek No: 5707.
BOA., C.NF., Dosya No: 40, Gömlek No: 1979.
BOA., CML, Dosya No: 96, Gömlek No: 4318.
BOA., DH. MKT., Dosya No: 2196, Gömlek No:15.
BOA., DH. MKT., Dosya No:1779, Gömlek No: 33.
BOA., DH. MKT., Dosya No:1846, Gömlek No:29.
BOA., DVNSMHM.d, Dosya No:7, Gömlek No: 1417.
BOA., DVNSMHM.d, Dosya No:7, Gömlek No: 990.
BOA., HAT., Dosya No: 1456, Gömlek No: 24.
BOA., HAT., Dosya No:1458, Gömlek No:16.
BOA., HR., SFR.3.., Dosya No: 165, Gömlek No: 3
BOA., HR.,SFR., Dosya No: 290, Gömlek No: 35.
BOA., İ..ŞD. Dosya No: 5, Gömlek No: 255.
BOA., İ.HR.. Dosya No: 332, Gömlek No: 21361.
BOA., İ.TNF., Dosya No: 22, Gömlek No: 31.
BOA., İE.AS.Dosya No: 5, Gömlek No: 441.
BOA., MF.MKT. Dosya No: 126, Gömlek No: 52.
BOA., MV., Dosya No:71, Gömlek No: 66.
132
BOA., PLK.p Dosya No: 2550.
BOA., TFR. I.M., Dosya No: 1, Gömlek No: 90.
BOA., Y..MTV., Dosya No: 66, Gömlek No: 38.
BOA., Y..MTV., Dosya No: 67, Gömlek No: 81.
BOA., Y..PRK.,KOM, Dosya No:7, Gömlek No: 85.
BOA.,A. {DVNSMHM.d, Dosya No: 4, Gömlek No:1293.
BOA.,C.BLD. Dosya No: 57, Gömlek No: 2825.
BOA.,C.SM., Dosya No: 28, Gömlek No:1406.
CA., 30-10-0-0., Dosya No: 176, Gömlek No: 216
133
EKLER
Ek 1: Osman Nuri bin Ömer Şevki’nin “Fenn-i İnşaat” adlı eserinin dış kapağı.
134
Ek 2: Osman Nuri bin Ömer Şevki’nin “Fenn-i İnşaat” adlı eserinin dış kapağının transliterasyonu.
FENN-İ İNŞAAT
Mekteb-i Fünûn -u Harbiye-i Şahane piyade ve süvari şâkirdanı için tertip olunmuştur.
*****
Eser
Erkân-ı harbiye binbaşılarından Osman Nuri bin Ömer Şevki
*****
Meclis-i Maarif-i Askeriye kararıyla birinci defa olarak Mekteb-i Fünûn-u Harbiye-i Şahane matbaasında tab‘ olunmuştur.
Sene 1309.
135
Ek 3: “Fenn-i İnşaat” adlı eserin mukaddimesi
136
Ek 4: “Fenn-i İnşaat” adlı eserin mukaddimesinin transliterasyonu
Mukaddime
Her nev ‘i ebniye inşasıyla imâlat-ı nâfıanın usûl-i tatbik ve icrasından bahseden fenne “fenn-i inşaat” tabir olunur.
İhtiyâcat-ı beşeriyye berrî ve cerrî iki nev ‘i ebniyye -i vesâil-i imâl ve inşasını müstelzim olduğundan fenn-i inşaat dahi “inşaat-ı beriyye” ve “inşaat-ı ceriyye” namlarıyla iki şubeye münkasımdır.
İnşaat-ı beriyye karada bina edilen her nev ‘i imalâta, inşaat-ı ceriyye dahi suları matlub edilen tesviyeden ceryân ettirmek usulüyle derûnunda yapılan amelîyât-ı inşaiyeden ve süfün-u merâkib ceriyenin imâl ve inşasından ibaret olup, bu ise su mühendisleriyle ceriyye-i inşaiye mühendislerinin vazifesinden olup her biri ayrı ayrı bir takım fünûna aid olduğundan işbu risalede onlara dair hiçbir şey zikredilmeyecektir.
Zaman-ı sad iktarân hilâfet penahlarından devle-i mütemeddin ordularıyla rekabet edecek bir derece-i mükemmeliyete vâsıl olmuş ve maarif-i askeriye teşvikât ve taltifât-ı müessir cihandârları sayesinde kesb-i terraki edilmekte bulunmuştur.
Kulları dahi nâil olduğum avatıf-ı celile Hazret-i Zıllullahın tahmil ettiği vecibe-i şükrâniyyet ve mahmidetin cüz‘ü lâyetecezzası ifâ edebilmek imâliyle inşaat-ı askeriyye ve fenn-i mimari ile usûl-i keşfi muhtevi bulunan işbu ( fenn-i inşaat) kitabını mekteb-i fünûn-u harbiye-i şâhâneleri şâkirdan şâkir âlâ Hasan kullarının ders programlarına muvafık bir surette telif ile tab ‘ına cüret eyledim.
Muterif olduğum cihetle tesâdüf edilecek hatayatın fikr-i hidmet ve hüsn-ü niteme bağışlanmış kariîn-i kiramdan temenni eder, vird-i zeban müsâdakat beyanım olan
137
(padişahım çok yaşa) dua ve ecbaladasını bu vesile ile dahi tezkâr ederek hatm-i makâl eylerim ve min- Allah el- Tevfik.
Mekteb-i Fünun-u Harbiye-i Şahane-i
Fen Muallimi Erkân-ı Harbiye Binbaşılarından
Osman Nuri bin Ömer Şevki
138
Ek 5: Hasan Tevfik’in “Usûl-i Keşf-i İnşaat” adlı kitabının tanıtıldığı bölüm
139
Ek 6: Hasan Tevfik’in kitabının tanıtıldığı bölümün transliterasyonu.
USÛL-İ KEŞF-İ İNŞAAT
(Eser)
(Kaim-makam Hasan Tevfik)
İşbu kitabın imâlat-ı nafiaya mütalik kısmı nafia-ı nazariyat celîlesinin turûk-u maâbir arasında inşaat-ı mi’mâriyeye dair kısmı dâhi ser-mimârı askeri tarafından tetkik olunarak memleket-i mahruse-i şahanede ittihâz ve icrâ olunan usûl-i ameliye-i harbiyeye muvafık kavaid-i müessese-i nazariyeden ibaret olub askeri ve mülki mühendislerin müstefid olacakları surette mertebe ve şayan kabul olduğu tasdik buyrulmuştur.
Mühendishane-i Berri fenn-i mi’mâri ve inşaat-ı askeriye okuyan sınıflarına tedris edilmek üzere meclis-i maarif tarafından kabul olunmuş ve makam-ı celîl müşîriyyetinden el‘araz tab ve neşrine irâde-i seniyye hazret-i padişahı şerefsadir buyurulmuştur. Hukuk-u tab‘-ı ve neşriyesi mekteb-i mezkur kütüphanesine teberru olunmuştur.
İlk tab‘ı Mühendishane-i Berr-i Hümayun matbaasında tab‘ olunmuştur.
Sene 104, Cemâdiye’l-Âhir
140
Ek 7: Hamdi b. Mahmud Celaleddin’in “Rehber-i İnşaat-ı Askeriye” adlı eserinin
dış kapağı
141
Ek 8: Rehber-i İnşaat-ı Askeriye adlı eserin dış kapağının transliterasyonu
Rehber-i İnşaat-ı Askeriye
Mütercimi
Şahâne-i Berr-i Hümâyun fenn-i mimari ve fenn-i inşaatı askeriye ve istihkâm-ı inşaat muallimi topçu kai-makamı Konyalı Hamdi bin Mahmud Celaleddin.
Şahâne-i Berr-i Hümâyun meclis-i maarif askerisi tarafından ba‘del- tedkik teba‘i hususuna iradesiyle hazret-i Padişahı şerafsâdir olmuştur.
Mühendishane-i Berr-i Hümâyun Matbaası
8 Nisan 1322
142
Ek 9: Mehmed Rıfat’ın tercüme ettiği Le Clerc’in “Fenn-i Mimari” adlı eserinin dış kapağı.
143
Ek 10: Mehmed Rıfat’ın tercüme ettiği Le Clerc’in “Fenn-i Mimari” adlı eserinin dış kapağının tercümesi.
Fenn-i Mimari
İnşaatta istahdâm oluna gelen piyade ve süvari topçu zabıtına mahsus kavaid-i umumiye-i hâvi risaledir.
Mütercim
Erkân-ı harbiye yüzbaşılarından ve Mekteb-i Fünûn-u Harbiye-i Şahâne muavini ve piyade süvari topçu sınıflarının inşaat hocası Mehmed Rıfat.
144
Ek 11: “Fenn-i Mimari” adlı eserin tanıtıldığı sayfa.
145
Ek 12: Fenn-i Mimari” adlı eserin tanıtıldığı sayfanın transliterasyonu.
Fenn-i Mimari
İnşaatta istahdâm oluna gelen piyade ve süvari topçu zabıtına mahsus kavaid-i umumiye-i hâvi risaledir.
Mekteb-i Fünûn-u Harbiye-i Şâhâne’de taksim-i arazi ve mimari muallimi olup Belçika Devleti istihkâm yüzbaşılarından Mösyö Le Clerc’in Fransızca yazmış olduğu eserden mekteb-i mezkurde taksim-i arazi muavini ve piyade şâkirdanı inşaat hocası erkân-ı harbiye yüzbaşılarından Rıfat Efendi’nin tercümesidir.
Mükâfât-ı nizâmnamesi üçüncü derecesinin ikinci sınıfından mazhar-ı mükâfât olmuştur.
146
Ek 13: Fenn-i Mimari” adlı eserin mukaddimesi.
147
Ek 14: Fenn-i Mimari” adlı eserin mukaddimesinin transliterasyonu.
Fenn-i Mimari
(Mukaddime)
(Makâlat-ı Umumiye)
Mimari: Hâsıl ettiği eserlerin enzâr-ı umumiyete makbul olması mültezem ve kendisi elzem olup tahsili dahi ulum-u riyaziyenin bilgisine muvafık olduğundan hem sanat hem ilimdir.
Mimari lafızanın umumiyeti cihetiyle her biri envai malumata muhtaç birkaç kısmı câmi‘dir ki; veçhe atî beyân olunur:
Birincisi: Alelumûm mesâkin-i teferru'âtın imâl ve inşasından bahseder.
İkincisi: Gemi mimarlığıdır ki; sefâin inşasıyla teçhizatından bahseder.
Üçüncüsü: Turuk-u muabir mimarlığıdır ki; envai turuk-u cetvel ve köprülerinin inşasından bahseder.
Dördüncüsü: Mimar-ı askeriyedir ki; mühaceme ve müdafaanın muhtaç olduğu şeylerin imalinden bahseder.
Adi bir şeyin imaline mübaşiret etmezden zihince bir tertibât icrâ olup ba‘dehu imaliyata başlanmak her hususta kaideden olmağla mimaride de tertibat ile imalat-ı muhtelif olarak ilk evvel tertibat sonra imalat icra olunur.
Tertibat: Bâlade tarif olunduğu gibi imâl olunacak şeyin muhazarat-ı zihniyesidir ki; fenn-i mimaride harita tanzimi keşf-i defteri tertibi mülâhazât-ı tahriri gibi mukaddemattan ibarettir.
İmâlât: Her türlü inşaattır ki; kaideleri değişmeyip her halde sabittir.
148
Ma'mulatın heyet ve eşgali isti'mâl olunacak malzemenin cinsine göre tehallüf ettiğinden sadede şürû etmezden evvel malzemenin takriben beyanı lâzım gelmekle sairlerine beyanı münasip görüldü.
149
Ek 15: Sanayi-i Nefise Akademisi Mimari Kısmı Talimatnamesi18
Fasıl-1
Madde 1: Sanayi-i nefise akademisi mimari şubesi talebeyi bir mimara lâzım olan fennî, amelî ve bedî‘ malumât ile teçhiz etmeyi istihdâf eder. Tedrisat beş sene imtidâd eder.
Madde 2: İkmâl-i tahsil ederek imtihanlarını muvaffakiyetle veren efendilere kendilerine mimar unvânını istimale sâlahiyet veren mimar şahâdetnamesi verilir.
Madde 3: Mimari şubesinin ilk iki senesinde bilcümle fen, nazari ve ameli dersler gösterilir. Mütebâki üç sene ihtisas-ı atölyeleri mesaisine mahsustur.
Birinci sene dersleri ber-vec-i âtîdir:
1-Hendese-i tersimiye
2-Mebâdî-i riyâziyât-ı âliye
3-Tatbiki hikmet ve kimya
4-Mukâvemet
5-Malzeme-i inşaiye
6-İnşaât
7-Ebniye (Mebâninin fârıka-i hususiyetleri ve tertibatı)
8-Tarih-i mimari
9-Tarih-i sanat
10-Hüsn-ü hat (Hutût-u tezeyyüniye ve latin hurufâtı)
18 Maarif Vekaleti Mecmuası, Cilt: 4, Sayı: 16, s. 196-199.
150
11-Resm (Modellere tevfikân hendese-i eşkâl)
İkinci sınıf dersleri
1-Münâzır
2-Demir inşaat ve betonarme
3-İnşaat
4-Ebniye
5-Usûl-u keşif ve ebniye kanunu
6-Ansiklopedi teknik (fenn-î malumâtı umûmiye)
7-Şehircilik
8- Tarih-i mimari
9-Tarih-i sanat
10-Uslûb-u tezeyyünat
11-Modelaj
Madde 4: Bâlâda muharrer derslerden mâada bedîiyât, tarih-i umûmi ve edebiyat gibi umûmi ve akademi için müşterek konferanslar mimari talebe için ihtiyâridir.
Madde 5: Birinci ve ikinci sınıf dersleri bir kez addedilmiş olduğundan talebe bu dersleri talimâtında gösterilen tertip dahilinde ikmal etmek mecburiyetinde değildir. Mesela bir veya müteaddit ders imtihanlarında muvaffak olamayan bir efendi bu dersleri müteakip senelerde aşağıda gösterileceği tarzda ikmal edebilir. Herhalde bütün derslerin ikmal
151
müddeti dört seneyi tecavüz edemez. Bu müddetin hitamında muvaffak olamayan efemdiler akademiyi terk etmek mecburiyetindedirler.
Madde 6: Talebenin sene içinde her derse tahsis olunan saatlerin lâakal dörtte üçünde bulunmak ve o derse aid tatbikat mesaisini de ikmal etmiş olmak mecburiyeti vardır. İmtihana kabul olunmak için o derse muayyen müddet devam ve tatbikat mesaisini de ikmal etmiş olduğunu müşâr mektep malumunun imzasını havi bir tasdikname ibrazı zaruridir. Aksi takdirde talebe o derse bir sene daha devam etmek mecburiyetinde kalır. Muvaffak olanlara ayrıca bir tasdikname verilir.
Birinci sınıfta adım muvaffakiyetle neticelenen bir dersin ikinci sınıfta mütemmem olan derse girilemez. Mütemmem dersler ber veçhe zirdir:
Tarih-i sanaat, tarih-i mimari, inşaat.
Bu derse muayyen müddet muntazaman devam ettiği ve tatbikat mesaisini ikmal etmiş bulunduğu tasdikname ile ispat eden talebe o derse tekrar girmek mecburiyetinde değildir.
Madde 7: Yukarıda izah edilen şerâit dâhilinde talebesine nihayetinde arzu ettiği derslerin imtihanına dâhil olabilir. Muvaffak olamayanlar lâakal iki ay sonra yine aynı muallim tarafından ikinci bir defa daha imtihan olurlar. Yine ihrâz-ı muvaffakiyet edemezlerse iki ay sonra üç muallim huzurunda bir üçüncü imtihana tabi olurlar. Bu defa da netice yine menfi çıkarsa talebe mektebe devamdan men olunur.
Madde 8: İkinci seneyi muvaffakiyetle bitiren talebe her biri bir tahsis-i muallim tarafından idare edilen ihtisas atölyelerinden birine girmeye talep olabilir.
Madde 9: İhtisas atölyelerine kabul edilecek efendilerin talimatnamede münderiç bütün ders ve mesaiyi ikmal etmiş olmaları şarttır.
Madde 10: Talebenin ihtiyarîyle intihap ettiği atölyeye devamı muallimin muvafakatine vabeste olduğu gibi intihap ettiği atölyeye üç sene takibe de mecburdur.
152
Madde 11: İhtisas atölyelerinin gayesi nazarı malumatı ikmal etmiş olan talebenin fennî malûmatını tevsi etmekle beraber bedi terbiyesinin inkişafını temin etmektir.
Madde 12: İhtisas atölyelerinde bir seneden diğer seneye terfi için devam ve mesainin muallim tarafından kâfi görülmesine mütevakkıftır. Devam ve mesaisi sene nihayetinde kâfi görülmeyen efendi muvafık olamamış ad olunur. İkinci sene gayesinde de muvaffakiyeti görülmediği takdirde mektebi terk etmek mecburiyetinde kalır.
Madde 13: Atölye muallimleri sanat tedrisatını atölyelerinde konferanslarla ikmal ederler. Ve talebenin projeleri üzerinde tenkidat ve tashîhât eylemezleri ve ehemmiyet-i hususiyeyi haiz binaları, abideleri talebeye ziyaret ettiriyorlar.
Madde 14: İhtisas atölyelerinde yapılması mecbur olan mesai-i fazl mahsusunda zikredilmiştir.
Madde 15: Bu mesaiden mâada ihtisas atölyeleri muallimleri bizzat kendi kanaat ve telkiyelerine göre talebeye münasip görecekleri vazifeleri verirler. Talebelerin mesailerine nazaran sene gayesinde muvaffakiyetlerini kendi kanaatlerine göre bizzat takdir ederler.
Madde 16: Atölyelerde ikmal tahsil eden talebeye muallimleri tarafından bir tasdikname verilir. Mimari şehâdetnâmesi olmak üzere talebinin tabi olacağı imtihana talep olabilmek için bu tasdiknameyi almış bulunmak lazımdır.
Madde 17: Şehâdetnâme imtihanı fazl-ı mahsusunda zikredilmiştir.
Madde 18: Tatbikat ve el işleri atölyeleri için hususi bir talimatname yapılacaktır.
Fasıl 2
Mimari Şubesine Kayıt ve Kabul Şartları
153
1: Akademi mimari şubesine lise tahsilini bitirmiş olanlardan üç saatlik bir imtihan esnasında resm ve bir mimari eskizle istidâd sanaatkarânesini ispat edebilenler alınır.
2: Bu imtihan neticesinde namzedin kabul veya reddine akademi müdürünün riyasetinde ve mimari atölye muallimlerinden mürekkep bir komisyon ekseriyetle hüküm eyler.
İstisnalar
1: İstidad sanatkâranesi fevkalade olup da lise tahsilini ikmal etmemiş bulunanlar veya vesaiki olmayıp da o derece tahsil görmüş olduğunu ispat edenler kabul komisyonunun ittifak ârâ‘sıyla ve maarif vekâletinin tasdik ve mesaidesiyle mimari şubesine kayıt edilebilirler.
2: Mimari diploması haiz olmayıp hariçten icra-i meslek etmekte nazari ve ameli malumat ve kabiliyeti ihtisas atölyeleri müdavimini derecesinde bulunduğu kabul heyeti tarafından bilâ- mütehân sabit bulunanların ihtisas atölyelerinde çalışmasına ve atölye mimarları tarafından verilecek tasdikname üzerine diploma imtihanına girmelerine müsâade edilir.
Fasıl 3
İmtihanlar
1: Mimari şubesinin imtihanları Haziran onda başlar ve Haziran nihayetinde biter. Mimari şubesinin talebesi kısm-ı mahsusunda zikredilen sene mesaisi Haziran bir de idareye teslim etmiş bulunurlar.
Mimari şubesinin talebesi kısm-ı hususunda zikr edilen sene-i mesaisini Haziran birde idareye teslim etmiş bulunmalıdır.
154
Birinci ve İkinci Sınıf İmtihanları
Birinci sınıf talebeleri imtihana girebilmek için zirdeki mesaiyi itmâm etmiş olmalıdırlar.
1-Hendese-i tersimiyye: 60/40 santimetre ebadında muhtelif mevzii üzerine on plan.
2-Mukavemet-i ecsam: Muhtelif mevzialar üzerine lazım gelen hesabatıyla beş plan.
3-İnşaat: Tafsilatı muhtevi ve münasip ebatta beş plan.
4-Ebniye: 1/200 mikyasında muvafık ebatta muhtelif mebaniye ait dört eskizi, plan, mukadda, cephe ve teferruatı:
5-Tezeyyini hat: Sene-i dersiye tarzında doldurulacak defterlerle yapılacak vazifeler.
6-Tarih-i mimari: Sene-i dersiye tarzında yapılan bütün resim krokileri
7-Resm: Kurşun kalem, mürekkepli kalem ve fırçayla tabiattan, alçı modelden yapılmış her birinden asgari iki resim.
İkinci sınıf talebeleri imtihana girebilmek için zirdeki mesaisi itmam etmiş olmalıdırlar:
1-Menazır: Muhtelif mevzia üzerine muhtelif metotla yapılmış beş plan.
2-Demir ve betonarma inşaat: Bütün hesabat ve tafriatıyla dört proje.
3-İnşaat: Bütün tafsilatıyla muhtelif muhtelif mevzi üzerine üç plan.
4-Ebniye: Münasip ebatta 1/ 200 muhtelif mebaniye aid tafsilatlı dört eskizi, plan, mukadda cephe ile tafsilatı- mikyas.
155
5-İnşaatın sevk ve idaresi: 1/100 mikyasında bir projede müteahhitlere ait bir şartname, fiyat cetveli, mütehib binaya ait kavaninin başlıcaları.
6-Ansiklopedi teknik: Talebenin malum idaresinde alet-i lazıma ile yapacağı saha-i tesviye arazi tatbikatı neticesinde istihsal edilecek tersimat.
7-Şehircilik: Eski şehirciliğe ait tahriri izahatlı dört eskizi.
Yeni şehirciliğe ait taharri izahatlı altı eskizi.
1-Mimari tarihi: Sene zarfında yapılan resim krokileri.
2-Üslûp ve tezyinât: Tekmil ve tezyinat dahiliyesiyle bir takım döşeme tavan tezeyyinatı, duvar sütunları, türâbi ve tezyinatı tahriri izahatıyla birlikte yapılacaktır.
3-Modelaj: Üç adet mücessim tertibatı, modelajı, üç adet ebniye modeli kadim mimariye ait bir resim veya modellik modelajı.
4-Zikredilmemiş ebad ile ve resm ve krokiler için zikredilmemiş adet mevzular o ders mimarları tarafından tespit edilir.
İmtihanlar
1-Hendese-i tersimiyye: Tahriri ve şifahi. Tahriri imtihan resim dört saat.
2-Riyaziyat: Yalnız tahriridir. Bir saat.
3-Hikmet-i kimya: Yalnız şifahidir.
4-Mukavemet-i ecsam: Tahriri ve şifahidir. Tahriri resm dört saat.
5-Malzeme-i inşaiye: Şifahidir.
6-İnşaat: Taharri ve şifahi. Taharri resm dört saat.
7-Ebniye: İnşaat imtihanı gibidir.
8-Mimari tarihi: Şifahidir.
156
9-Sanat tarihi: şifahidir.
10-Menâzır: Tahriri ve şifahi. Tahriri resm dört saat.
11-Demir inşaat ve betonarma: Tahriri ve şifahi. Tahriri resm dört saat.
12-İnşaat sevk ve idaresi: Tahriri ve şifahi. Tahriri resm iki saat
13-Ansiklopedi teknik: Şifahidir.
14-Şehircilik: Şifahidir.
15-Üslup ve tezeyyinat: Tahriri resimlerle iki saat.
Numerolar ve İkmal-i İmtihanları ve Devamı
1-İmtihanlarda tam numero ondur. Muvafık olmak için beş almış bulunmak lazımdır. İkmal imtihanları teşrin-i evvel bir de başlar. Onda biter. Üç dersten ikmale kalan talebe ikmal imtihanına kabul edilmez. Mimari birinci ve ikinci sınıf için bütün gün devam mecburidir. Üç, dört ve beşinci sınıf için mecburi devam saatleri kadardır
İhtisas Atölyeleri Mesaisi
İhtisas atölyeleri için müşterek ve mecburi mesai:
Üçüncü sınıf: Atideki mevzulardan intihap edilen üç proje yapılacaktır.
Ve ilk şehir ve köy dâhilindeki küçük meskenler, kasaba istasyonları, köy mektepleri, lokanta, otel.
Ayrıca atölye mualliminin arzu talebi dâhilinde 1/100, 1/50, 1/20, mikyasında tafsilat resimleri yapılacaktır. Dördüncü sınıf: atideki mevzulardan müntehip üç proje.
Kiralık hane, apartman, büyük otel, sinema, hamam, spor kulübü idarehane mikyasat dâhilinde tafsilat resimleri.
157
Beşinci sınıf: atideki mevzulardan müntahap iki proje. Tiyatro konser salonu, müze, şehir emaneti binası ve kilitler, bankalar, âli mektepler, sanatoryum, merkezi istasyonlar, büyük fabrikalar, cami ve kilise, aynı mikyaslarla tafsilatlı resimler.
1-Bunlardan maada son üç sınıf muallimlerinin verecekleri mevzualardan bir günde bitmek üzere ayda bir defa proje eskizleri yapacaklardır.
2-Atölye muallimleri bu mecburi mesaiden maada talebelerinin istidadlarına göre arzu ettikleri projeleri yaptırabilirler. Ve proje adedini tenkis edebilirler.
Mimari Şehadetnamesi İmtihanları
1-Şahadetname imtihanının proje mevzu her sene Şubat birde bu imtihana dâhil olan talebeye verilir.
2-Şahadetname imtihanına girmeye talep bulunan efendiler ber veçhe ati vesaik imtihandan on gün evvel akademi idaresine teslime mecburdurlar.
A-İhtisas atölyeleri bütün mesaisi
B-Atölye muallimi tasdiknamesi
1-Şahadetname imtihanı atideki aksamdan tertip eder:
A- Depolama projesi ( dört buçuk ay müddet)
B- Sekiz saat devam eden bir imtihan (resimlerle)
C- Şifahi imtihan bir saat
1-Akademi müdürünün riyaseti altında ve ihtisas atölye muallimleriyle müdürlük intihap edeceği bir ressam, bir heykeltıraş, muallimden mürekkep bir heyet imtihanının neticesini kati surette tespit eder.
158
2-Muvafık olan namzede heyetimize marif vekilinin imzasını havi bir mimarlık şahadetnamesi verilir.
Sergi
1-Bütün mimarlar ihtisas atölyeleri talebelerinin sene-i dersiye zarfında vücuda getirdikleri eser sene nihayetinde on gün mühletle umuma teşhir edilir.
2-Serginin en güzel eseri mükafat faslında zikredilen şekilde mükâfaten verilir.
159
Ek 16: Karadeniz Boğazı kaleleri ebniyesinde müstahdem Fransız mühendis Munye’nin gönderdiği kale ve tabyalara ait resimlerin Mustafa Reşid Efendi marifetiyle Mührndis Kofer (Kauffer)’e gösterildiği ve adı geçen tarafından yapılan tenkidler ile iki mühendis arasındaki münaferet ve mülahazata ait Mustafa Reşid Efendi’nin takririnin arzı.
160
Ek 17: Benim vezirim Kağıthane’ye vardı, yapılar acayip, miri ebniyesine dikkat olunmuyor. Hasköy Kışlası’nı gördüm, bütün ahşap bayağı bir konak gibi yapılıyor. Ben ise Tersane Kışlası gibi tenbih eylemiştim. Paşalar Nizamı yazılmadı. Ratib Efendi memur ile kaleme alsın. Gümrükçü Hasan Ağa’nın Zecriye hesabına Hakkı Bey baksın, Gümrükçü Mustafa Bey’de bulunsun. Reis Efendi’ye söyle, Fransa’dan mühendis, mimar ve Ofçiyal gözetmeye devam eylesin, mimar celbeylesin, kalelerimiz mühendissizdir, olmaz.
161
Ek 18: Harap olan Haçin Hükümet Konağı’nın tamiri ile ilgili Adana Vilayeti’nden gönderilen münakasa pusulasının resimle birlikte gönderilerek bunların fenn-i mimari ve usule uygun olup olmadığının Şehremanetince bildirilmesi.
162
Ek 19: Ünlü Mimarlardan Mösyö Fossati ile kardeşine Mecidiyye nişanı
163
Ek 20: Fives Lille adlı bir Fransız şirketin İskenderun’dan Diyarbakır’a kadar olan tren hatta inşası imtiyazının kendilerine verilmesi isteği.
164
Ek 21: Bab-ı Ser askeride bulunan kışlaların Yenidünya isimli kalfa marifeti ile tamiri.
165
Ek 22: Darülacaze binalarının inşaatını taahhüt etmek isteyen Andon Kalfa, Vasilaki Yanko Efendi ve Ohannes Kalfaların tekliflerine dair Dahiliye Nezaretinin istizanı.
166
Ek 23: Bâb-ı Âli’nin yanan kısımlarının yeniden keşf ve inşası için münakasa ile ihalesi ve bedelinin 1329-1330 yılları bütçesine konması.
167
Ek 24: Nafıa Mühendisi Le Clerc, Ebniye-i Aliyye Müfettişi Rasmus ve Rüsumat Emaneti Mimarı Vallaury’in gümrük antrepolarına ait hususların müzakeresi için toplanacak komisyona gelmelerinin tebliği.
168
Ek 25: Rüsumat Emaneti’nde inşa olunan antrepolara dikilecek sütunların, dövme demirden yapıldıktan sonra yangın ihtimaline karşı üzerlerinin çimento ile kaplanması veya binada köşelere su boruları yerleştirilerek masrafının tevsiyesine dair evrakın takdimi.
169
Ek 26: İhdas ve tesisi lazım gelen Turuk ve Maabir Mektebi’ne dair Meclis-i Maabir’in nizamnamesi ile Ticaret Nazırın’nın tezkeresi.
170
Ek 27: Hazırladığı renkli İstanbul planı hakkında Osmanlı tebaasından Pierre Aznavour tarafından Sefaret’e gönderilen mektup.
171
Ek 28: İstanbul’da cadde üzerinde cumba çıkarıp çardak ve dükkân konduranların Hassa Mimarbaşı Sinan marifetiyle engellenmesi.
172
Ek 29: Türkiye Milli İnşaat Anonim Şirketi namı altında bir şirket teşkili.
173
Ek 30: İstanbul ve öteki Osmanlı ülkelerinde emlak alım satım ve inşaatçılık işleri ile iştigal etmek üzere “Türkiye Milli İnşaat Anonim Şirketi” adı ile bir şirket kurulması için Askeri mütekaitlerden mühendis Mehmed Emin Bey’e ruhsat verilmesi.
174
Ek 31: Maarif Nezaretince yapılan inşaatın Münakasa Nizamnamesi’ne uygun yapıldığına dair belge.
175
Ek 32: Darülmaarif civarında yapılacak olan mektep binasının münakasa yoluyla Yorgi Kalfa’ya verilmesi.
176
Ek 33: Selanik’te sokakların dar olması sebebiyle çıkan yangınlar şiddetli olduğundan, bundan sonraki inşaatlarda bu hususun göz önünde bulundurulması için bir mühendis ile bir ebniye nizamnamesi gönderilmesi.
177
Ek 34: Antrepo binasının inşasının Ohannes Kalfa’dan alınarak Yasmond Efendi’ye ihalesi.
178
Ek 35: Avlonya Kalesi İnşası
179
Ek 36: Üsküdar-Şile Yolu betonarme köprü planı
180
Ek 37: Betonarme köprü inşası planı.
181
Ek 38: Bursa- Atranos yolunda Kocasu Nehri üzerinde yapılacak betonarme köprü projesi ve inşası.
182
Ek 39: Ahşap evler arasına kargir yangın duvarı yapılarak sokakların genişletilmesi ve yanan yerlerin haritalarının yapılması ve saireye bakmak üzere iki mühendis tayini.
183
Ek 40: Beyoğlu yangını dolayısıyla bazı Fransız gazetelerinde Devlet-i Aliyye aleyhinde çıkan safsatalara karşı, gazeteci Bolak Bey’in yazıp, İstenefaki’nin tercüme ettiği varakanın uygun görüldüğü ve basılmasına müsaade edildiğine dair belge.
184
Ek 41: Devair-i Belediye’den Altıncı Daire itibar olunan Beyoğlu ve Galata Dairesi’nin nizam-ı umumisi. (4 yaprak).
185
186
Ek 42: Pera’da betonarme bina inşa etmenin avantajlarına dair bir mektup.
187
Ek 43: Hamza, Budak diğer iki neferin, Mimarbaşı Sinan’ın arzıyla kağıthane su yollarında memur edildiklerine dair belge.
188
Ek 44: Sermimaran-ı Hassa El Hac Nurullah Efendi, Mühendis Kauffer ve Bina Emini Hasan Ağa’nın üstün gayretleriyle Bender Kalesi’ndeki tamiratın tamamlandığına dair belge.
189
Ek 45: Hassa Mimarları Kethüdası Mehmed Arif Ağa’nın Hassa Mimarbaşılığı’na tayin olunduğuna dair belge.
190
ÖZET
Yapılar; devletlerin siyasi, sosyal ve hukuki yapısı, ekonomik durumu, hakkında bilgi sunan somut verilerdir. Devletlerin yapı faaliyetleri bu dinamiklerden bağımsız değildir. Büyük bir imparatorluk olan Osmanlı’da da yapı faaliyetleri söz konusu dinamiklere bağlı olarak şekillenmiş, bu dinamiklerde yaşanan değişimler inşaat faaliyetlerine yansımıştır. Osmanlı siyasi tarihi bahsi geçen dinamiklerin etkisiyle klasik dönem ve batılılaşma dönemi şeklinde bir ayrıma tabi tutulmuştur. Bu iki dönemi birbirinden farklı kılan siyasi, sosyal, hukuki ve ekonomik ayrımlara bilim ve teknoloji de eklenmiştir. Böylelikle Osmanlı Devleti için klasik dönem ve batılılaşma dönemi şeklinde yapılan ayrım Osmanlı’nın sadece siyasi tarihi ile sınırlı kalmamış, bilim ve teknoloji algısı için de bu ayrım gerekli görülmüştür.
Osmanlı teknoloji tarihine inşaat teknolojisi aracılığıyla katkı sunmayı amaçladığımız tezimizde; Osmanlı’nın klasik ve batılılaşma dönemindeki inşaat faaliyetleri dönemlerin siyasi ve sosyal yapısı, ekonomik durumu, bilim ve teknoloji algısı bağlamında araştırılmıştır. Dönemlerin inşaat çalışmaları; imar faaliyetleri, dönemin inşaat pratiklerinden sorumlu özneleri, yazılı kaynakları ve teknik çalışmaları etrafında değerlendirilmiştir. Tanzimat döneminde atılan yenilikçi adımlara inşaat pratiklerinin de dâhil edildiği görülmüş bunun neticesinde yapı türlerinin, malzemelerinin ve mimar -mühendis eğitiminin yaşadığı dönüşümün klasik dönemden farkı tartışılmıştır. Böylece inşaat pratiklerinin söz konusu dinamiklerden bağımsız olmadığı Osmanlı örneği ile saptanmıştır.
Her iki dönemde de yapılan muhtelif inşaatlardaki süreçler arşivdeki belgeler aracılığıyla incelenmiş, süreçlerin aynı aşamalardan oluştuğu saptanmıştır. Hem klasik
191
hem de Batılılaşma döneminde inşaat pratiklerinin birçok kökenden beslendiği ve birçok dinamikten etkilendiği görülmüştür.
192
ABSTRACT
Buildings; they are concrete data that provide information about the political, social and legal structure, economic situation of the states. The building activities of states are not independent of these dynamics. In the Ottoman Empire, which was a great empire, the building activities were shaped depending on the dynamics in question, and the changes in these dynamics were reflected in the construction activities. Ottoman political history was subjected to a distinction between the classical period and the westernization period under the influence of the aforementioned dynamics. Recently, science and technology have been added to the political, social, legal and economic distinctions that make these two periods different from each other. Thus, the distinction made for the Ottoman Empire as the classical period and the Westernization period was not limited to the political history of the Ottoman Empire, but this distinction was deemed necessary for the perception of science and technology.
In our thesis, which we aim to contribute to the history of Ottoman technology through construction technology; The construction activities in the classical and westernization periods of the Ottoman Empire were investigated in the context of the political and social structure of the periods, the economic situation, and the perception of science and technology. Construction works of the periods; zoning activities were evaluated around the subjects responsible for the construction practices of the period, written sources and technical studies. It was seen that construction practices were included in the innovative steps taken during the Tanzimat period, and as a result, the difference between the building types, materials and the transformation of architect-engineer education from the classical period was discussed. Thus, it has been determined by the Ottoman example that construction practices are not independent of the said dynamics.
193
The processes in various constructions made in both periods were examined through the documents in the archive, and it was determined that the processes consisted of the same stages. It has been seen that construction practices were fed from many origins and influenced by many dynamics in both the classical and westernization periods.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder