Bilhassa 1600-1639 seneleri için temel bir kaynak olan577 Tarih-i Peçevî’de müellif, aralarında Âlî, Celâlzâde Mustafa, Cenâbî, Hadidî, Hoca Sa’dettin, Hasan Beyzâde ve Nişancı Mehmed Paşa’nın da bulunduğu pek çok yerli578 ve Heltai, İstvanffy579 gibi bazı Macar târihçilerinin eserlerinden faydalanmış, böylece aynı zamanda yabancı kaynakları kullanan ilk Osmanlı târih yazarı olmuştur. Baykal, Peçevî’nin târih anlayışının belirgin herhangi bir özelliği bulunmadığı ancak hâdiselerin anlatımında gerçekçilik ve samimiyet olduğu görüşündedir. Fleischer ise süssüz bir üslûbu580 olan Peçevî’nin, Gelibolulu Mustafa Âlî hakkında belirttiği bazı ifâdelere dayanarak,581 çokça uydurmalarda bulunduğunu savunmaktadır582.
576 Peçevî, Peçevî Tarihi I, s. XIX.
577 Yolalıcı, “a.g.m.”, s.
479.
578 Peçevî, Peçevî Tarihi I,
s. XX.
579 Babinger, a.g.e., s. 212.
580 Fleischer, Tarihçi
Mustafa Âli, s. 244.
581 Fleischer’a göre Peçevî, Gelibolulu Mustafa Âlî Künhü’l
Ahbâr’da, dayısı Ferhad Paşa’ya hakaret etmiştir ve bu sebeple Âlî’yle
ilgili muhtemelen aslı olmayan iddialarda bulunmuştur. Bkz. Fleischer, a.g.e., s. 54, 149.
582 Fleischer, a.g.e., s. 150.
Peçevî İbrahim Efendi’nin ölüm târihini Kâtip Çelebi
1650 senesi olarak verirken, 1649
târihli bir kayıt kendisinden “merhûm” olarak bahsetmektedir. Dolayısıyla bu
konu hakkında kesin bir târih belirtmek mümkün değildir.
2.1.1.
Peçevî’nin Kaleminden Malta
Muhâsarası
Peçevî, Malta Muhâsarası’nı aktarmaya, seferin
gerekçelerini esgeçerek, doğrudan donanma ve serdârlar hakkında bilgi vererek
başlamıştır. Müellife göre içinde Rumeli, Anadolu583 ve Karaman584
timarlarından sayı belirtilmemekle berâber çokça askerin bulunduğu kadırga,
kalite, barça ve baştardadan müteşekkil üç yüz gemilik bir donanma hazırlanmış
ve Kaptân-ı deryâ Piyâle Paşa ile serdâr Kızılahmetli Mustafa Paşa idâresinde
Malta’ya doğru yelken açılmıştır. Donanmanın mevcûdu hakkında müellifin,
Selânikî’nin zikrettiği net sayıyı kullanmış olmasına rağmen, daha önce de
belirtildiği gibi bu konu hakkında muhtelif görüşler vardır. Malta bahsinde
detaylı olarak verildiği gibi, Kâtip Çelebi yüz elli gemilik bir donanmadan bahsederken, Solakzâde de donanma
mevcûdunu üç yüz olarak kaydetmiştir. Pek çok kaynaktan yararlandığı
çalışmasında Turan ise, hatırlanacağı gibi, iki yüz otuz yedi sayısını
vermiştir. Bununla berâber Peçevî, Malta bahsini anlatmaya başlarken, 1562
târihini zikretmiştir. Oysa her ne kadar Akdeniz hâkimiyetinin kapısını açacak
olan adanın fethi plân dâhilinde olsa da, sefer hazırlıklarına 1564 senesinde
başlanmıştır. Müellif muhtemelen, 1560 Cerbe Zaferi sonrasından Malta
Muhâsarası’na kadar geçen sürede meydâna gelen küçük çarpışmaları göz önünde
bulundurarak bu târihi vermiştir. Zîra Cerbe’nin ardından Avrupa’da, Türklerin
kısa sürede mühim İspanyol üslerine saldıracağı söylentileri dolaşmaktadır ve 1561’de elliye yakın Osmanlı gemisi Adriyatik’e ilerlemiş, 1562’de
583 BOA, MD, no. 6-I, s. 326-328, hüküm no: 594. İlgili mühimme defterinde
yer alan 594 numaralı hüküm, silahlarıyla birlikte askerlerini hazırlaması
buyrulan sancakbeyleri kaydedilmiştir.
Buna göre Mora, İlbasan, Çirmen, Selânik, Rodos, Midillü, İnebahtı, Ağrıboz,
Hamîdili, Karesi, Tekeili, Aydın, Burusa, Sultânöni, Kastamonı, Biga, Menteşe, Anatolı,
Niğde, Aksarây ve Kırşehir beylerinden asker talep edilmiştir.
584 BOA, MD, no. 6-I, s. 248, 328, hüküm no: 454, 595.
Heredura Körfezi’nde bir çarpışma meydâna gelmiş, peşinden Oran’a bir
saldırıda bulunulmuştur585. İspanyolların yüz elli gemiden oluşan
bir donanmayla Velez’i ele geçirdiği 1564 senesinde büyük bir donanma
hazırlığına girilmiş, ertesi sene ise Malta seferine çıkılmıştır.
Daha önce Târih-i
Selânikî’de rastladığımız Semiz Ali Paşa detayı, Peçevî Târihi’nde de kendisine bir yer bulmuştur. Peçevî’nin
belirttiğine göre “güler yüzlü ve şakacı” bir mizâcı olan Ali Paşa, donanmanın
İstanbul’dan ayrılmasının ardından, donanmanın başına getirilen isimlerden
duyduğu tereddütlerini, “ikisi de
keyiflerine düşkün kimseler diye bilinir; iki kafadarı adalar seyrine
gönderdik, herhalde bereş586 ve kahve ile gemileri doludur. Bilmem
ne hizmet görürler, hele bereş ve kahve ile iyice sefa sürerler”587 diyerek
dile getirmiştir. Peçevî’ye göre Ali Paşa bu sözlerle, Mustafa Paşa ve Piyâle
Paşa’nın kalplerinin temiz olmadığına işâret etmiş ve yaşanacak yenilginin
haberini vermiştir.
Peçevî’nin üzerinde durduğu bir diğer husûs da, Selânikî’nin esgeçmeyi tercih
ettiği Turgut Reis’tir. Müellife göre pâdişâh, Mustafa Paşa ve Piyâle Paşa’ya,
Turgut Reis’in görüşlerine başvurulmasını ve onun sözünün hilâfına hareket
edilmemesini emretmiştir. İlgili mühimme defterinde yer alan hükümler588
ise daha ziyâde Turgut Reis’in âcilen donanmaya dâhil olması ve fethin başarılı
olması için dikkat edilmesi gibi husûslarda tafsîlâtlı görüş bildirmesinin
istendiği yönündedir. Bununla berâber bilindiği gibi Turgut Reis donanmaya
vakitlice dâhil olmamış, daha önce belirtildiği üzere Kâtip Çelebi’ye göre
yedi, Turan’a göre on dört gün sonra Malta’ya gelmiştir. Peçevî ise Turgut
Reis’in, metnin ilerleyen bölümlerinde yedi gün geciktiğini bildirmekle
berâber, sadece bir kaç gün geciktiğini
belirterek, burada da kabahati diğer paşalara yüklemiş ve “Kaptanpaşa ile serdar da onu birkaç gün beklemediler”589 ifâdesini
kullanmıştır. Müellife göre paşaların hataya düştüğü husûs, Saint Elmo’nun muhâsarasının Malta’nın fethini
585 Clot, a.g.e. s. 155.
586 Keten tohumundan yapılan
afyonlu bir içki.
587 Peçevî, Peçevî Tarihi I, s. 288.
588 BOA, MD, no. 6-I, s. 233, 307, hüküm no: 429, 561, 562.
589 Peçevî, Peçevî Tarihi I,
s. 289.
kolaylaştıracağını düşünmeleri olmuştur. Zîrâ bahsi geçen kale en az
Malta kadar sağlamdır ve zaten yedi gün sonra gelen Turgut Reis Saint Elmo’nun
muhâsarası sebebiyle büyük üzüntü yaşamış ve Malta alınmadıkça bahsi geçen
kalenin alınmasının hiç fayda getirmeyeceğini belirtmiştir. Nitekim on yedi gün
sonra kale alınmış ancak, “seçkin askerler” yaralanmış, çokça asker yitirilmiş
ve geriye kalanların da motivasyonları kaybolmuştur. Bununla berâber Peçevî
metnin bir cümlesini, hiçbir getirisi olmayan bu kuşatma boyunca savaş araç ve
gereçleri ile erzâkın çoğunun harcandığı detayına da ayırmıştır.
Donanmanın durumu bu hâldeyken esas Malta kuşatmasına
başlandığını belirten Peçevî’ye göre, fethin henüz zamanı değildir ve askerin
“nasîbinde” fetih yoktur. Yine müellife göre sefer sırasında pek çok engelle
karşılaşılması da, fethin nasîpte olmamasından kaynaklanmıştır.
Selânikî ve Kâtip Çelebi’nin aksine Peçevî, Turgut
Reis’in şehît olduğu haberini Saint Elmo kuşatması bahsinde vermek yerine, bahsi
geçen kalenin ardından başlatılan esas Malta kuşatmasından bahsederken
vermiştir. Bununla berâber yine de Turgut Reis’in Malta kuşatması esnâsında
öldüğüne dâir net bir ifâde de kullanmamıştır. Müellifin, fethin nasîp
olmayağını ispât edercesine bir takım aksiliklerin yaşandığını belirttikten
sonra bahsi geçen paşanın şehâdetini bu aksiliklere bir örnek olarak vermesi,
gelişmelerin aktarılış sırasının ister istemez bozulmuş olabileceği kanaatini
uyandırmıştır.
Malta bahsi boyunca gerek Osmanlı, gerekse düşman
askeri için abartılı ifâdelerden uzak durmayı tercîh eden Peçevî, bir kereye
mahsûs olarak “tecrübeli yiğitler” ve “seçkin askerler” olarak nitelediği İslâm
askerinin yenilgide herhangi bir kabahatinin olmadığını, Piyâle Paşa ve Mustafa Paşa arasındaki husûmetten
etkilendiklerini belirtmiştir. Selânikî’nin hissedilir ölçüde Mustafa Paşa
tarafgirliği içinde ele aldığı Malta Muhâsarası’nı Peçevî, herhangi bir isme
iltimas geçmek kaygısı taşımadan anlatmış, yeri geldikçe her iki ismin
hatalarını da gündeme getirmiştir. Müellifin aktardığına göre sefer sırasında
Piyâle Paşa top atışı yapıldıkça askere, Mustafa Paşa’nın rahatsız olabileceğini ve top atılmamasını tenbîh etmiştir. Zîra İstanbul’a
dönüldüğünde Piyâle Paşa, Mustafa Paşa’nın o durumdayken bile öğle
uykusunu ihmâl etmediğini müstehzî bir üslûpla dile getirmiştir. Müellife göre
donanma halkı, paşalardan bu yönde direktifler aldıklarını ve hâl böyleyken
ellerinden birşey gelemeyeceğini
belirtmiş, sorumluluğu daha ziyâde paşalara yüklemişlerdir. Bundan başka,
müellif Saint Reme olarak zikrettiği
Saint Elmo kuşatmasının ardından Mustafa Paşa’nın kendi kolundaki askerlere
“dil dökerek vaatlerde, ikram ve ihsanlarda bulunmak” sûretiyle onları
şevklendirdiğini, ancak en az Turgut Reis kadar tecrübeli olduğunu vurguladığı
Piyâle Paşa’nın ise, Mustafa Paşa’nın uyarısına rağmen askerin moralini takviye
etmek lüzûmunu duymadığını da söz konusu etmiştir.
Müellife göre daha ziyâde Mustafa Paşa ve Piyâle Paşa
sebebiyle “yüz kızartıcı”590 bir netîcenin alındığı Malta
Muhâsarası’nda “yok yere bu kadar mal ve
para”591 harcanmıştır. Uzunca bir süre defterdârlık hizmetinde
bulunmasına ve mâli konulara uzak olmamasına rağmen Peçevî, tahminî de olsa
muhâsaranın mâli boyutu hakkında her hangi bir detay vermediği gibi, alınan
netîcenin yarattığı etkiden de bahsetmemiştir.
Peçevî İbrahim Efendi Selânikî’ye kıyasla Malta
Muhâsarası’nı, tıpkı Baykal’ın belirttiği gibi, kasıttan uzak bir üslûpla
aktarmıştır ancak yenilginin müsebbîbi olarak gördüğü
isimlerden bahsederken, Ortaylı’nın “zehirli” olarak
nitelediği dilini kullanmaktan çekinmemiştir.
2.1.2.
Peçevî’nin Kaleminden İnebahtı Savaşı
Peçevî Tarihi’nin
İnebahtı bahsi, “eşsiz vezir” Lala Mustafa Paşa’nın Magosa kuşatmasında
bırakılarak, geri kalan donanmanın Kıbrıs’tan dönüp, devlet tersanesinde savaş
gereçlerinin tamamlanmaya başlandığını ve bu esnâda Uluç Ali Paşa’nın da yirmi
parça gemiyle tersaneye geldiğini haber vererek başlamaktadır. Peçevî’ye göre
1571 Haziran ayının sonlarına denk gelen bir Cuma günü, üç yüzden fazla gemi,
İstanbul limanından harekete geçmiştir. Daha sonra taşrada bulunan
gemilerin de katılmasıyla bu sayı, dört
590 Peçevî, Peçevî Tarihi I,
s. 290
591 Peçevî, a.g.e., s. 290.
yüzü geçmiştir. Müellif, bir araya gelen donanmanın hep berâber Kıbrıs’a
varıp oradaki orduya gereken yardımı yaptığından ve sonra bunların “denizleri
gözetlemek” amacıyla düşman adalarına doğru yol aldıklarını kaydetmiş olsa da,
bilindiği gibi gelişmeler biraz daha karışık ilerlemiştir.
Esâsen incelenen Osmanlı târihlerinde, donanmanın bir
araya gelme sürecine fazlaca yer verilmemiştir. Selânikî’nin İnebahtı bahsinde değinmediği bu detay, Âlî ve Peçevî’de de
kısa ifâdelerle verilmiştir. İlgili mühimme defterinde yer alan târihsiz bir
hükümde592, Ali Paşa komutasında Kıbrıs’a gönderilen donanmanın
Kıbrıs’a vardığında cenkçi ve kürekçileri bozmamasını, silah ve mühimmatlarıyla
ada etrafında muhâfaza hizmetinde bulunmalarının sağlanması bildirilmiştir. 27
Nisan 1571 târihli bir diğer hüküm593, düşman donanmasıyla savaşmak
üzere denize çıkacak donanmanın başına Vezîr Pertev Paşa’nın tayin edildiğiyle
ilgilidir. Pertev Paşa’nın denize açılmasının ardından Ali Paşa’ya gönderilen
ilgili bir diğer târihsiz hükümle594, Ali Paşa’nın Kıbrıs’ta yirmi
gemi bırakarak acilen Pertev Paşa’nın donanmasıyla birleşmesi buyurulmuştur. 11
Haziran 1571 târihli bir diğer hükümde de, Uluç Ali Paşa’nın sefere hazır
olduğunu bildirdiği, Pertev Paşa’nın da donanmanın durumu ve nerede olduğu ile
Kıbrıs’tan gelecek gemilerin gelip gelmediği ve düşman donanmasının durumu
hakkında bilgi vermesi istenmiştir. Uzunçarşılı’ya göre, Magosa muhâsarasında
olan Lala Mustafa Paşa’nın yardım talebi üzerine Kapudan Müezzinzâde Ali Paşa
komutasında donanmanın bir kısmı Magosa’ya gönderilmiş, diğer kısmı ise Pertev
Paşa komutasında Akdeniz’e çıkarılmıştır. Magosa’nın alınmasının ardından yirmi
gemiyi orada bırakan Müezzinâde Ali Paşa, 10 Mayıs 1571’de adadan ayrılmış ve
1571 senesinin Haziran ayında Pertev Paşa ile birleşmiştir. Daha sonra bunlara,
biri Barbaros’un oğlu Hasan Paşa idâresinde, diğeri Uluç Ali Paşa idâresinde
olmak üzere yirmişer gemilik iki kuvvet dâhil olmuştur.
592 BOA, MD, no. 12-I,
s. 149, hüküm no: 206.
593 BOA, MD, no. 12-I, s. 207, hüküm no: 314.
594 BOA, MD, no. 12-I, s. 258, hüküm no: 396.
Her hâl u kârda görülmektedir ki, netîce itibâriyle
1571 senesinin yazında donanma yelken açmıştır. Peçevî, donanmanın bu sene her
zamankinden daha erken harekete geçmiş olması sebebiyle, tıpkı Selânikî ve Âlî gibi, cenkçi ve kürekçi eksiğinin
bulunduğunu, bu hâldeyken Kefalonya ve Korfu’nun yağmalanıp, Preveze ve oradan
da İnebahtı’ya gelindiğini kaydetmiştir. Esâsen donanmanın diğer senelere
oranla bu sene daha erken bir târihte sefere çıktığını müellif, Magosa
muhâsarası sebebiyle uzayan Kıbrıs seferi üzerine acilen o bölgeye yardım
gönderilmiş olmasına ve sonrasında hâdiselerin hızla cereyân etmiş olmasına
istinâden belirtmiş olmalıdır. Selânikî ve Âlî bu durumu, o sene donanmanın
denizlerde fazlaca oyalanmış olduğunu belirtmek sûretiyle dile getirmişlerdir.
İnebahtı’ya gelindiğinde düşmanın “İslâm donanması”
üzerine gelmekte olduğunun haberinin alınması üzerine paşaların toplanıp ne
yapılması gerektiği hakkında “söyleştikleri”, Peçevî Tarihi’nde de fazlaca yer bulmuştur. Peçevî, tıpkı Âlî gibi,
Pertev Paşa için “kuruntulu” nitelemesinde bulunmuş ve onun, isminin kötüye
çıkmasından endişe duyarak tüm ihtimâlleri göz önünde bulundurmaya çalıştığını
bildirmiştir. Buna göre Pertev Paşa, donanmanın her bakımdan eksiği olduğunu,
hâl böyleyken yapılması gereken en doğru hareketin İnebahtı Limanı’nda
kalınması, “kâfirin” saldırması hâlinde savaşılması olduğunu görüşünü
savunmuştur. Kendisine İstanbul’dan gelen “tehditkâr” buyruklar sebebiyle “can
korkusu” yaşayan Müezzinzâde Ali Paşa ise böylesi bir tutumun, “Müslümanlık
gayreti” ile “cihân pâdişâhının namûs
ve şerefine” sığmayacağını savunarak, “Tanrı isterse” asker eksiğine rağmen
donanmanın başarılı olabileceğini söylemiştir. Pertev Paşa’nın görüşünü
destekleyen Uluç Ali Paşa’nın hiddetten “sakalını yolduğunu” ve Turgut Reis’le
berâber savaşlara katılmış olan askerlere yönelerek, donanmanın karaya yakın
yerde kalması gerektiğini savunduğunu yazan Peçevî, Müezzinzâde Ali Paşa’nın
düşüncesi yönünde karara varıldığını bildirmiştir.
Müellif, “hoyrat bahâdırlık” gösteren tecrübesiz Ali
Paşa’nın gemisindeki alâmetleri kaldırmadığını ve bu sebeple düşman
donanmasının
Kapudan gemisine yüklendiğini, netîcede Ali Paşa ile oğullarının şehît
olduğunu yazmıştır. Bu gelişmenin bir netîcesi olarak diğer gemilerdeki
askerler ile Pertev Paşa da “karaya dökülmüş”, paşa, türlü sıkıntılardan sonra canını kurtarabilmiştir. Savaşın cereyân ettiği bölgeyi
görme şansı bulduğunu yazan Peçevî, bölgenin konumu hakkında da tafsîlâtlı
bilgi vermiş, düşman elinden kurtulanların buradaki sarp bir dağa “sığındığını”
ileri sürmüştür.
Daha sonra Uluç Ali Paşa’nın gösterdiği başarıya da
değinen Peçevî, Uluç Ali Paşa’nın “bir çok kâfiir” öldürdüğünü, paşanın
gemilerine ise sadece düşmanın bir iki topunun dokunmakla kaldığını
vurgulamıştır. Netîcede Uluç Ali Paşa hiç bir kayba uğramamanın ötesinde
düşmandan da bir iki gemi alarak İstanbul’a dönmüş ve lakâbı “Kılıç”a
çevrilmiştir.
Tıpkı Âlî gibi Peçevî’ye göre de İnebahtı Savaşı kadar
“uğursuz” bir savaş ne bir İslâm devletinde, ne de Nûh Peygamber gemiyi icât
ettiğinden beri dünyada görülmüştür. Yüz doksan parça gemi, “din düşmanlarının”
eline geçmiş, mühimmat ve asker kaybı da aynı oranda büyük olmuştur. Peçevî,
her gemide en az üç yüz askerin bulunduğundan yola çıkarak, kaybedilen asker
sayısının yirmi bini bulduğunu yazmıştır.
Böylesine beklenmedik bir netîcenin alındığı savaşın
ardından yaşananlar, Peçevî Tarihi’nde
de fazlaca yer bulmamıştır. Müellif, o esnâda Edirne’de bulunan pâdişâhın
haberi alır almaz İstanbul’a döndüğünü ve kaybedilenlerin telâfisi için acilen
çalışmaları başlattığını belirtmiştir. Bu doğrultuda tersane yakınında bulunan
saray bahçesinin bir bölümüne, sekiz gemi yapılabilecek genişlikte bir tersane
kurulmuştur. Peçevî, Kılıç Ali Paşa ile vezîr-i azâm arasında geçtiği
kabûl edilen konuşmayı da, akrabası Sokollu
Mehmed Paşa’yı rahmetle anarak aktarmayı ihmâl etmemiştir. Peçevî Tarihi’nde
İnebahtı bahsinin tamamına bakıldığında, Kılıç Ali Paşa ve Sokollu Mehmed Paşa
arasında geçtiği varsayılan ve devletin gücünün vurgulandığı konuşmaya oldukça
geniş bir yer verilmesi, kuşkusuz tesâdüfî değildir. Müellif, başlatılan çalışmalar netîcesinde nevrûzdan önce, “tamamen devletin kendi imkânlarıyla” iki yüzden
fazla gemiden oluşan “mükemmel bir donanma” meydana getirildiğini kaydetmiştir. Devletin böyle büyük bir
yenilgiden sonra kendini kolay kolay toparlayamayacağını, yeterli sayıda gemi inşâ edilse bile kalifiye eleman
ihtiyâcının karşılanamayacağını düşünen
“kâfirlerin” bu büyük başarı karşısında “hayranlık ve hayret” içinde
kaldıklarını dile getirerek İnebahtı bahsini kapatan Peçevî, İnebahtı Savaşı
sonrasında yaşanan gelişmelere şahâdet etmiş olmasına rağmen yenilgiyi
gerçekten “kesilen sakal” olarak görmeyi tercîh ettiği izlenimini vermiştir.
2.2. HASAN
BEYZÂDE AHMED PAŞA VE HASAN BEYZÂDE TÂRİHİ
XVII. yüzyılın mühim târihçilerinden biri olan Ahmed
Paşa’nın ne zaman ve nerede dünyâya geldiği hakkında bilgi bulunmamakla berâber595,
babası reisülküttâb596 Küçük
Hasan Bey597 sebebiyle Hasan Beyzâde olarak tanındığı bilinmektedir.
Hakkındaki bilgilerimizi daha ziyâde Şevki Nezihi Aykut’tan edindiğimiz Hasan
Beyzâde, iyi derecede medrese tahsîli gördükten sonra, daha yüksek gelir
sağlayabilmek amacıyla ilmiye sınıfını terk etmiş, 1590-1591 senelerinde
Divân-ı Hümâyûn hizmetine girmiştir.
Hasan Beyzâde’nin, meslek hayâtı boyunca katıldığı pek
çok seferden ilki, III. Mehmed’in 1596’daki Egri Seferi’dir. Bu sefer sırasında
teslimâtçılık ve vezîr-i azâm İbrahim Paşa’nın tezkireciliğini598 yapan Hasan Beyzâde, iki sene sonra
Varad, bundan bir sene sonra da ikinci tezkireci olarak Uyvar Seferi’ne
katılmıştır. Uyvar Seferi sırasında baştezkirecilik görevine getirilen müellif,
bu sıfatla bulunduğu 1600 senesindeki Kanije Seferi sırasında geçici olarak
reisülküttâblığa getirilmiştir. 1604 senesinden itibâren baştezkirecilik
görevinden azledilmiş, ancak tezkirecilik hizmetini sürdürmeye devam etmiştir. 1605 senesinde mâliye hizmeti başlamış
olan Hasan Beyzâde,
595 Hasan Bey-zâde
Ahmed Paşa, Hasan Bey-zâde
Târîhi I: Tahlil-Kaynak Tenkidi, haz. Şevki Nezihi Aykut, Ankara, TTK, 2004, s.
30.
596 XVII. yüzyıl sonuna kadar divan-ı hümâyûn kâtiplerinin ve kalemlerinin
başıdır. İlk başlarda nişancının maiyetinden olmakla
berâber divan-ı hümâyunun
ehemmiyetini kaybetmeye başlamasıyla reisülküttâblığın yetki alanı
genişlemiştir. Ayrıca bknz. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinin Merkez ve Bahriye Teşkilâtı, Ankara, TTK, 3.
Baskı, 1988, s. 242-248.
597 Babinger, a.g.e., s. 192.
598 Divân-ı Hümâyûn’da vezîr-i azâmın yanında
bulunmak sûretiyle konuşulacak ve karara bağlanacak konuları sırasıyla söyleyen
kişi. Ayrıca bkz. Zekeriya Bülbül, Osmanlı
Müesseseleri ve Medeniyeti Tarihi, Ankara, Nobel, 2. Baskı, 2000, s. 101.
bundan sonra da aralarında Anadolu Defterdârlığı, Kefe ve Karaman
Beylerbeyilikleri’nin de bulunduğu pek çok mühim görevde bulunmuştur. İki kez
bulunduğu Tuna Defterdârlığı’ndan azledilmesinin ardından, Usûlü’l- hikem fî Nizâmi’l-âlem isimli eserini dönemin vezîr-i
azâmına sunarak haksızlığa uğramış
olduğunu bildirmiş ve yeni bir hizmet talep etmiştir599. Son olarak IV. Murad’ın Revan Seferi’e
katılmış olan ancak buradaki görevi hakkında bilgi bulunmayan Hasan Beyzâde,
1636 senesinde ölmüştür.
Müellifin, devrin
ulemâsının teşvîkiyle kaleme almış olduğunu600 bildiğimiz
Osmanlı târihi, iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümün, Hoca Sadeddin’in Tâcü’t-Tevârîh’inin özetini
arz ettiğini yine Aykut’tan öğrendiğimiz eserde Kânûnî dönemi için
başta Kemâl Paşazâde olmak üzere pek çok târihçiye başvurulmuştur. İkinci
bölümün büyük bir kısmı ise müellifin kendi gözlemlerine dayandığından büyük
ehemmiyet arz etmektedir. Peçevî, Solakzâde ve Nâimâ gibi bazı târihçiler de
Hasan Beyzâde târihinden faydalanmıştır601. Eserde yer alan II.
Selim ve III. Murad dönemlerine dâir bilgilerin hangi kaynağa dayandırıldığı
bilinmemektedir. Ancak Hasan Beyzâde Târîhi’nin kaleme alındığı dönemde Osmanlı
Devleti’nde başta Celâlî isyanları olmak üzere pek çok sıkıntının yaşanmışlığı
göz önünde bulundurulursa, yakın geçmişi aktarmadaki bakış açısını
yakalayabilmek açısından müellifin –Malta Muhâsarası’nı da eserine dâhil
etmediği düşünülecek olursa- İnebahtı yenilgisini ne şekilde ele aldığını
görmek mühimdir kanaatindeyiz.
2.2.1.
Hasan Beyzâde’nin Kaleminden İnebahtı Savaşı
1571’i “tuhaf hâdiselerin meydâna geldiği bir sene” olarak kaydeden müellif,
İnebahtı Savaşı’nın bir hezîmet olduğunu belirterek başlamıştır. İki yüz elli
gemiden oluşan İslâm donanmasının başında olan Pertev Paşa ile Müezzinzâde Ali
Paşa’nın denize açıldığını ve düşmana âit bazı limanlarda yağma yapıldığını belirttikten sonra doğrudan
paşalar arasındaki ihtilâf
ve
599 Hasan Bey-zâde,
Hasan Bey-zâde Târîhi I,
s. 45.
600 Hasan Bey-zâde, a.g.e., s. 83.
601 Babinger, a.g.e., s. 192.
tartışma husûsuna değinmiştir. Müellife göre Ali Paşa deniz savaşları
hakkında bilgisizdir, Pertev Paşa ise savaşta takip edilecek taktik husûsunda
görüş bildirmekten geri durmuştur. Bahsi geçen isimler denizde bir süre beyhûde gezinmişler, daha sonra Mora
yakınlarında Venedik ve İspanya keferesinin
üç yüz gemilik donanmasıyla karşılaşmışlardır. Hâl böyleyken mecbûren savaşmak durumunda kalan
Osmanlı donanmasının esâsen fazlaca asker ve mühimmât eksiği olduğunu
vurgulamıştır.
Yaşanan bu hezîmetin Sıngun-donanması olarak bilindiğini belirten müellif, geçmiş zamânı
naklediyor olmaktan mütevellit, kişiler üzerinde fazlaca durmamayı tercih etmiş
olabilir. Dolayısıyla bahsi geçen hâdiselerle ilgili olarak Selânikî ve Âlî’de
rastlanabilecek türden bir tarafgirliğe rastlanamamış olması tabiîdir. Bununla
berâber, bilhassa Pertev Paşa için ağır ifâdeler kullanmaktan da geri durmamış
olan müellif, bahsi geçen paşanın halk arasında rezîl bir duruma düştüğünü, isminin karalandığını, azledilmek
sûretiyle itibârının sıfırlandığını belirtmiştir. Bu bilgilerin akabinde Hasan
Beyzâde, hezîmetten sonra yapılanlar üzerinde durarak o seneyi “Allah’ın
yardımıyla sonlanan sene” ya da “üstünlükle sonlanan sene” olarak kaydetmeyi
tercih etmiştir. Zîrâ müellife göre Sokollu Mehmed Paşa ve Kılıç Ali Paşa’nın geceyi gündüze katarak gösterdikleri
gayret sebebiyle 250 parçalık yeni bir donanma meydâna getirilmiştir. Yeni
donanma, müellife göre, İslâm donanmasından kaçanların peşine düşmüş ancak
başlangıçtaki niyetin aksine, geçen senenin intikâmını almak cihetine
gidilmemiştir. Osmanlı donanması yenilmiş olsa da, Fransa aracılığıyla Venedik,
-her ne kadar fırsat buldukça
düşmanlık etmekten geri durmasa da- elçiler vâsıtasıyla türlü hediyeler göndermek sûretiyle Osmanlı’dan
bir ahidnâme talep etmiştir.
Hasan Beyzâde İnebahtı ile ilgili bahiste
alışılageldiği gibi düşman için “kefere, küffâr-ı li’âm, a’dâ-i dîn” gibi
ifâdeler kullanmış, herhangi bir aşırılığa kaçmamıştır. İslâm askerini ise,
bilhassa paşaların isimlerinin yanına eklediği “harp âletleriyle donatılmış
askerin serdârı”, “asker saflarını süsleyen paşa”, “İslam askerinin serdârı” ya
da “zaferin habercisi olan askerlerin en büyüğü” gibi tamlamalarla övmüştür.
Daha önce bahsedildiği gibi müellifin, II. Selim
döneminin hâdiselerini aktarırken hangi kaynaklardan faydalandığı bilinmemekle
berâber, Âlî ya da Selânikî’nin başvurulan kaynaklar arasında olmadığı
bilinmektedir602. Hasan Beyzâde’nin kaleminden yansıyan bu yenilgi,
ne bir Nûh tûfânı, ne de bir kıyâmettir. Müellifin, Celâlî isyanları
başta olmak üzere pek çok iç ve dış meselenin, mesleği gereğince bir şekilde
içinde bulunmuş olduğu düşünülürse, İnebahtı yenilgisini kıyametle
özdeşleştirmeyi pek de uygun bulmamış olması da muhtemeldir. Hâdisenin,
müellifin faydalanmış olduğu kaynaklar tarafından da bu şekilde görülüp
görülmediği hakkında da kesin bir hükme varmak mümkün değildir zîrâ Hasan Beyzâde Târîhi’nde ifâdeyi
basitleştirebilmek amacıyla müellif tarafından fazlaca kısaltma yapıldığı
bilinmektedir603. Müellifin faydalandıklarından ziyâde
faydalanmamayı tercîh ettiği eserler üzerinden hareketle daha sağlıklı
netîceler elde edilebileceği kanaatindeyiz.
2.3. KÂTİP ÇELEBİ
VE TUHFETÜ’L KİBÂR FÎ ESFÂRİ’L-BİHÂR
XVII. yüzyılın en mühim isimlerinden biri olan Kâtip
Çelebi, Cihannümâ’da verilen
bilgilere göre 1608 senesinde604, annesinin kendisine bildirdiğine
göreyse 1609’da605 İstanbul’da dünyâya gelmiştir. Asıl ismi Mustafa
olan Kâtip Çelebi’nin, askerî sınıfa dâhil olan babasının ismi Abdullah’tır606.
Oğluna bıraktığı yüklü miras göz önünde bulundurularak, annesinin de
İstanbul’un varlıklı ve meşhûr ailelerinden birine mensûp
olduğu tahmin edilmektedir607. II. Osman hâdisesinin cereyân
ettiği sene olan 1622’de608 Anadolu muhâsebe kalemine giren Kâtip
Çelebi, 1624 senesinde Tercan ve bir sene sonra da Bağdat seferinde bulunmuştur609.
Sefer dönüşü
602 Hasan Bey-zâde,
Hasan Bey-zâde Târîhi I,
s. 58.
603 Hasan Bey-zâde, a.g.e., 52.
604 Gottfried Hagen,
“Kâtip Çelebi”, (Erişim), http://www.ottomanhistorians.com, haz. Cemal
Kafadar, H. Karateke, Cornell Fleischer, 2009, s. 1.
605 Kâtip Çelebi, a.g.e., s. 1.
606 Kâtip Çelebi, a.g.e., s. 1.
607 Hagen, “a.g.m.”, s. 1.
608 Hagen, “a.g.m.”, s. 1.
609 Kâtip Çelebi, a.g.e., s. 1.
babasının ölmesi sebebiyle muhâsebe hizmetinden ayrılan Kâtip Çelebi,
Kadızâde Mehmed Efendi’nin610 derslerine katılmaya başlamış ve bu, kariyeri için bir dönüm noktasını teşkîl
ederek611, yeniden ilim yoluna girme fikrine sempati duymaya
başlamıştır.
1629-1630’daki Hemedan ve Bağdat seferlerine
katılmasının ardından612 Kâtip Çelebi, Kadızâde ile birlikte kelâm
ve fıkıh üzerine çalışmaya başlamıştır613. Fakat bu çalışma, yeni
bir askerî hizmet sebebiyle Halep’e gitmesi üzerine kesintiye uğramıştır. Bu
sırada Mekke’yi ziyâret etme fırsatı da bulan Kâtip Çelebi, daha sonra IV.
Murad’ın Revan seferine katılmıştır614. 1635’ten itibâren ilim hayâtına
aktif bir dönüş yapan Kâtip Çelebi, askerî hizmetleri dolayısıyla bizzat şâhit
olduğu pek çok tecrübe edinmiş olmasına rağmen, eserlerini bunlardan ziyâde
yazılı kaynaklara dayandırmaya özen göstermiştir615. Dönemin meşhûr
ulemâsından dersler alarak medrese açığını kapatan Kâtip Çelebi, bir yandan da
kendisi kelâm, fıkıh, tefsir başta olmak üzere matemik ve astronomi alanlarında
ders vermiştir. Bu faaliyetleri esnâsında kitaplara büyük paralar harcamaktan
imtinâ etmemiş, bu sâyede o dönem İstanbul’unun en büyük kütüphânelerinden
birine sâhip olmuştur616. 1645-1646’daki Girit seferi dolayısıyla
da, Tuhfetü’l-Kibâr fî Esfâri’l-Bihâr’ı
yazmasının yolunu açacak olan haritacılık ve denizcilik ilgisi başlamış olan
Kâtip Çelebi, Osmanlı bürokrasisinde çok mühim bir kademede bulunmamış olmasına
rağmen, pek
610 Kâtip Çelebi Mizânü’l-Hakk fî
İhtiyâri’l-Ahakk’ta Kadızâde Mehmed Efendi’den şu şekilde bahseder: “Balıkesirli Doğancı Şeyhi Mustafa Efendi
adında bir kadının oğlu Şeyh Mehmed Efendi’dir. Memleketinde Birgili Mehmed
Efendi’nin öğrencilerinden, türlü konuların ilk bilgilerini okuduktan sonra bu
da yine İstanbul’a gelip Dursunzâde Abdullah Efendi müderris iken muîdi
olduktan sonra şeyhlik semtini seçti, bir zaman Tercüman Tekkesi’nde şeyh Ömer
Efendi hizmetinde içini arıtmaya bakarken tasavvuf meşrebine uygun görünmeyerek
nazar yolunu tuttu. Nice zaman Aksaray’da Murad Paşa Camii’nde ders verip Birgilizâde Fazlullah Efendi
yerine Sultan Selim vâizi oldu. Ve evinin yakınındaki mescitte va’z ve ders
vermekle ün salmıştı”. Ayrıca bknz. M. Hulusi Lekesiz, “XVI. Yüzyıl Osmanlı
Düzenindeki Değişimin Tasfiyeci (Prütanist) Bir Eleştirisi: Birgivî Mehmed Efendi
ve Fikirleri”, Hacettepe Üniversitesi, SBE, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Ankara, 1997, s. 235-246.
611 Hagen “a.g.m.”,
s. 1.
612 Kâtip Çelebi, a.g.e., s. 1.
613 Hagen, “a.g.m.”, s. 1.
614 Kâtip Çelebi,
a.g.e., s. 1.
615 Hagen, “a.g.m.”, s. 2.
616 Hagen, “a.g.m.”, s. 2.
çok üst düzey isimle yakın ilişki içinde olmuştur. Ancak yaygın olarak
düşünülenin aksine, Evliyâ Çelebi ile tanışıklığına dâir her hangi bir delîl yoktur617.
Hıristiyanlıkla özdeşleşmiş Avrupa’nın, dinî
kimliğinden soyutlanmaya başlarken her
nasılsa güçler dengesinin de kendi lehine değiştiği, bununla paralel olarak
İslâm medeniyetinin çöküşün son
aşamalarını yaşadığı bir döneme şâhitlik etmiştir Kâtip Çelebi. Belki de bu
sebeple, kâh devletin güçten düşmesine yol açan etkenleri irdeleyerek, kâh pek
çok yabancı eseri tercüme ederek ya da Osmanlı’nın dışındaki dünyâyı devletin
ayağına getirerek kaleme aldığı eserlerinin amacı, “Müslümanları gaflet
uykusundan uyandırmak” olmuştur. Ne var ki Kâtip Çelebi bunları yaparken, “yazdıklarının devrin
büyüklerinin kulaklarına gitmeyeceğini” de daha baştan bilmiş, hiç değilse tarafını belli ederek şahsî
sorumluluğunu yerine getirmek istemiştir. İlim hâricinde en büyük meraklarından
birisinin çiçek yetiştirmek olduğu ve katmer salkımlı mavi bir sümbül
yetiştirdiği bilinen Kâtip Çelebi, muhtemelen 1657 senesinin sonlarında hayâta
vedâ etmiştir.
Kısa ama ilmen verimli bir hayat sürerek Osmanlı ilim
târihinde bir dönüm noktasını teşkîl eden618 Kâtip Çelebi, yukarıda
da bahsedildiği gibi arkasında, tamamlanmış ve tamamlanmamış pek çok eser
bırakmıştır. Bunlar arasında bugün en
meşhûr olanlar; “Kadızâdeliler hareketi
ve tarîkâtler arasındaki ihtilâfa
gecikmiş bir müdahele”619 olan Mizânü’l-Hakk fî İhtiyari’l-Ahakk, devletin içinde bulunduğu
sıkıntının sebepleri ve bunların çâreleri üzerine yazılmış olan Düstûrü’l-amel li ıslâhi’l-halel, dünyâ
coğrafyası mâhiyetindeki Cihannümâ ve
deniz savaşlarını anlatan Tuhfetü’l-Kibâr
fî Esfâri’l-Bihâr. Bahsi geçen son eserin kaleme alındığı târih olan 1656,
Osmanlı târihi açısından pek çok mühim hâdiseyi de berâberinde getirmiştir. O
sene hem Vak’a-i Vakvakiye620 diye
meşhûr olan Çınar vakası yaşanmış,
617 Hagen, “a.g.m.”, s. 2.
618 Hagen, “a.g.m.”, s. 3.
619 Hagen, “a.g.m.”, s. 10.
620 Yeniçeri nüfûsunun hızla artması ve yaşanan mâlî buhran sebebiyle asker
aylıkları verilememektedir. Bir kısım yeniçeriye züyûf ve kızıl
akçe üzerinden verilen
aylık ise esnaf tarafından
kabûl görmemekte, bu sebeple her gün pek çok vukuat yaşanmaktadır. Bu hâl
üzerine yeniçeriler
hem
Köprülüler dönemi başlamış ve hem de Osmanlı donanması Venedik donanması
tarafından “fecî bir saldırıya”621
uğrayarak, Bozcaada ile Limni kaybedilmiştir.
Böyle bir ortamda bahsi geçen eseri kaleme alarak, Orhan Şaik Gökyay’ın
ifâdesiyle “pek uzakta olmayan eski
günlerin göğüs kabartan hikâyelerini anlatan”622 Kâtip Çelebi,
zaten ertesi sene vefât etmiştir.
2.3.1.
Kâtip Çelebi’nin Kaleminden Malta Muhâsarası ve İnebahtı
Savaşı
Pek de uzak sayılmayacak bir geçmişte yaşanmış yenilgileri
sorumluluk duygusuyla sâhiplenmiş bir bakış açısı hâkimdir Kâtip Çelebi’de.
Müellife göre içinde bulunulan dönemde “düşmânlar
azmıştır, bunun sebebi de çekilen para kıtlığı, hazîne ile reâyâ işlerinin
bozukluğu ve bunların giderilmesi için gereken
yolların arayıp bulunmasındaki eksikliktir”623.
Devletin içine düştüğü duruma kayıtsız kalamayan Kâtip Çelebi kitabının
birinci bölümüne başlarken, “Geçmişte olan donanmalar, fütûhat ve denizle
ilgili savaşlardır ki örnek olsun diye târih kitaplarından toplanıp özetlendi”
diyerek, niyetini de ortaya koymuştur.
Kâtip Çelebi’den yansıyan Malta Muhâsarası ve İnebahtı
Savaşı’nda, yukarıda zikredilen târihçilere nispeten verilen teknik bilginin
fazlalığı dikkat çekmektedir. Kuşkusuz bunda, müellifin eseri yazmaktaki amacı belirleyici rol oynamıştır. Yine bundan
mütevellit, Kâtip Çelebi’nin şahıslar üzerinde, tarafgirlik olarak nitelenebilecek
her hangi bir yorumu yoktur. Müellif daha ziyâde, savaşların netîcelerine etki
etmiş olabileceğini düşündüğü noktalar üzerinde durmayı uygun görmüştür. Bunun
örnekleri gerek Malta Muhâsarası’nda, gerekse İnebahtı
Savaşı’nda paşalar arasındaki ihtilâfların
Atmeydanı’nda toplanarak, öldürülmesini istedikleri otuz kişinin
ismini pâdişâha iletmişlerdir. İsyânın yatıştırılması için bir takım aziller yapılmış ve pek
çok yol denenmişse de asker kararından dönmemiştir. Bunun üzerine Dârü’s-saâde
Ağa’sı Behram, Kapıağası Bosnalı Ahmed, Raca İbrahim Ağa boğdurulmuş ve
maktullerin cesetleri Atmeydanı’ndaki çınar ağacına asılmıştır. Meyvesi insan
olan bir ağaç olduğuna inanılan Vakvak’a izâfeten, Vak’a-i Vakvakiye diye
meşhûr olmuştur. Bkz.
Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi
III / I, s. 293-294.
621 Uzunçarşılı, a.g.e., s. 339.
622 Kâtip Çelebi, a.g.e., s. 9.
623 Kâtip Çelebi, a.g.e., s.
201.
aktarıldığı
kısımlarda görülmektedir. Kâtip
Çelebi, her ne sebeple yapılmış olursa olsun, hatalar
üzerinde durmayı uygun
görmüştür. Malta’da Saint
Elmo kalesi sebebiyle yaşanan ihtilâf sırasında Piyâle Paşa, “Turgutça gibi bir deniz eri”624 olduğu hâlde Turgut Reis’in
görüşüne meyletmemiş olması sebebiyle eleştirilirken, İnebahtı’daki Müezzinzâde Ali Paşa’nın esâsen “yarar ve gayretli”625 olduğu ancak deniz savaşları
hakkında yeterli tecrübeye sâhip olmaması sebebiyle, Uluç Ali Paşa’yı dinlemek
yerine, tehditkâr fermânda
buyrulanlara uymayı seçtiği vurgulanmıştır. Müellif, Saint Elmo’da yaşananlar
karşısında, hakkında kimi târihlerde “Malta
Adası’nın her hâlini çok iyi bilir, sakın onun dediğinden aykırı gidilmeye”626
yazılı olduğunu belirttiği Turgut Reis’in görüşünün haklılığına katılmakla
berâber, bahsi geçen paşanın Malta’daki hizmetine geciktiğini ve o gelinceye
kadar diğer paşaların kendi görüşleri üzerine bir karara varmak durumunda
kaldıklarını bir detay olarak vermiş olması da dikkatten kaçmamıştır. İnebahtı
Savaşı esnâsında Ali Paşa ve Pertev Paşa’nın düştüğü durumu görüp, tecrübesinin
verdiği öngörüyle tedbir almakta gecikmeyen Uluç Ali Paşa ise net ifâdelerle
desteklenmiş, “Bozgun olup umut
kesildikte ister istemez bir tarafa çıkmak da hünerdir. Bütün askerin
kırılmasından bir serdârın alınması zararı artuktur”627
çıkarımına varılmıştır.
Kaleme aldığı zafer ve yenilgilerin bazısının sonuna kıssadan
hisseler eklemiş olan Kâtip Çelebi, geçmişte yaşanmış hâdiselerin bugün ve
gelecek açısından değer taşıdığına inanmış ve târihi, bir ilim olarak kabûl ettiğini
ifâde etmiştir. Malta Muhâsarası’nın kıssadan hisse kısmında, târihin
sadece masaldan ibâret görülmesini eleştirerek, geçmiş tecrübelerin ehemmiyeti
üzerinde durmuştur. Kâtip Çelebi’ye göre, “Bir
işi alınyazısına havâle, yoluyla sebebe yapışup çalıştıktan sonra ele girmediği
zaman olur, eksik tedbîrle tamâm olmayanı takdîre havâle suç ve kusurdur”628.
Buradan da anlaşılabileceği gibi, Kâtip Çelebi hâdiselere gerçekçi gözlerle
bakmayı yeğ
624 Kâtip Çelebi, a.g.e., s.
102.
625 Kâtip Çelebi, a.g.e., s.
115.
626 Kâtip Çelebi,
a.g.e., s.
101.
627 Kâtip Çelebi, a.g.e., s.
117.
628 Kâtip Çelebi, a.g.e., s.
103.
tutmuştur. Bunun bir örneğine, İnebahtı yenilgisinin ardından yeni
donanmanın inşâ sürecinden bahsedilmesi esnâsında da rastlanmaktadır. 1572 senesinin
baharına kadar, “bir önceki seneyi aratmayacak bir donanma”
meydâna getirildiğini kaydetmiş olan müellif, o zamanlara şâhitlik etmiş olan
bazı ihtiyâr kaptanların sözlerine de yer vermiştir. Bahsi geçen kaptanlar,
daha önce üzerinde durulduğu gibi hem Gelibolulu Mustafa Âlî’nin ve hem de
Peçevî’nin aksine, “devletin bazı sayılı
adamlarına ve ileri gelenlerine, herkese hâlince gemi salındığından”629
bahsetmişlerdir. Müellif, bu iddianın doğruluk derecesinin hazîne
defterlerinden anlaşılabileceğini de eklemiştir.
Eserini, sıkıntıların çözümüne hizmet edecek bir
sorumluluk hissederek kaleme almış olan Kâtip Çelebi, hâfızası nisyân ile malûl olan beşere
ciddiyet ve gerçekçilik penceresinden, geçmiş yenilgilerin gelecek için nasıl yapıcı bir niteliğe büründürülebileceğini göstermiştir
kanaatindeyiz.
629 Kâtip Çelebi,
a.g.e., s.
118.
101
SONUÇ
101 |
XVI. yüzyıl Avrupa ve Osmanlı Devleti özelinde
dünyânın geneli için, tâbiri câizse hareketli bir dönem olmuştur. Baş döndürücü
bir süratle meydâna gelen hâdiseler, bahsi geçen dönemi âdetâ bir panayır
havasına büründürmüş, bir önceki yüzyıldan aldığı güçle yeni yüzyılın en
azâmetli siyâsî yapısı konumuna gelen Osmanlı Devleti, Kânûnî Sultân
Süleyman’la berâber panayır yerinde “ride operator” hüviyetini de elde
etmiştir. Avrupa ise o esnâda, Habsburg İmparatorluğu’nun
hegemonyası altına girmiş ve dünyâ hâkimiyeti husûsunda Osmanlı Devleti’ne
karşı iflâh olmaz bir gayretle mücâdele vermeye başlamıştır. İki büyük gücün en
mühim meşrûiyyet dayanağını ise din unsuru teşkîl etmiştir. Bu iki
imparatorluğun sonu gelmezcesine ve zamana kör bakarak mücâdelelerini sürdürdüğü
sırada, modern dünyânın altyapısını hazırlayacak olan değişikler yaşanmaya başlamıştır.
XVI. yüzyılda yaşanan gelişmelere kadar siyâsî güçler
kendi kimliklerini daha ziyâde bağlı
bulundukları dinler üzerinden açıklamış ve dünyâ bu bağlamda iki kutuplu bir
mâhiyet arz etmiştir. Ortaçağ Avrupasının karanlık zihniyetinde, Hıristiyan
Batı’dan Müslüman ve zengin Doğu’ya
din kisvesi altında pek çok tacizde bulunulmuş, XIV. yüzyılın sonlarından
itibâren Osmanlı Devleti’nin belirgin bir güç olarak Batı’ya doğru önüne
geçilmez ilerleyişi, Doğu’yu hayranlıkla karışık korku ve saygı duyulan bir
konuma yükseltmiştir. Egzotik Doğu masallarından çıkmışçasına büyüyen bu
“Yenilmez Türk”, İslâmiyet’i de kendi bünyesine iliştirmiş hâlde Hıristiyan
dünyâsını tehdît etmeye başlamıştır. Avrupa’nın bu büyük güce karşı, hemen
hemen XVI. yüzyıl otalarına kadar daha ziyâde din temelinden kalkış alan
mücâdelesi, yüzyılın ilk çeyreğinde başlayan Reform hareketi ile bir önceki
yüzyılda başlayan coğrafî keşiflerin sağladığı imkânlar ve kazandırdığı
vizyonla başlayan teknolojik ve ilmî faaliyetler sâyesinde, daha somut
dinamiklere dayandırılmaya başlanmıştır.
Osmanlı Devleti
için ise siyâsî
bağlamda zirve döneminin
yaşandığı
XVI. yüzyıl, esâsen dilemmalar çağının
başlangıcıdır. Devlet, mükemmelen işlediği düşünülen tüm kurumlarıyla berâber
yüzyıla büyüleyici bir gelişimin olası tüm kazanımlarıyla girmiştir ancak
etrâfındaki dünyâda da köklü değişiklikler meydâna gelmeye başlamıştır. Devlet
iç hâkimiyetini daha ziyâde vâr olan
düzeni korumakla sağlarken, bilhassa yüzyılın sonlarına doğru bu sistem
zaafiyet göstermeye başlamıştır. XVI. yüzyılla açığa çıkan yenilikler
gelişimin, vâr olan düzeni muhâfaza etmek yerine, değişimle kâim kılınmaya
başlandığı bir sistem üretmiş, Osmanlı Devleti ise bu sistemi mevcûdiyetine
adapte edememiştir. Askerî başarıları giderek yavaşlayan devletin ekonomik
bağlamda da zayıflamaya başlamasına paralel olarak etkileri yıkıcı olan
toplumsal çözülmelere marûz kalınması, iktisâdî, teknolojik ve ilmî
çalışmaların müspet getirileriyle yükselen ve Hıristiyanlık kimliğinden
sıyrılarak Avrupalılık bilincini oluşturmaya başlayan Batı dünyâsı karşısında
tâbiri câizse eli kolu bağlanmıştır.
XVI. yüzyılı Osmanlı Devleti için dilemmalar çağına dönüştüren en mühim etkenlerden biri de
denizlerin önüne geçilmez yükselişi olmuştur. Kuruluş senelerinden itibâren
denizlerin sağlayabileceği avantajlar göz ardı edilmemiştir ancak deniz
hâkimiyeti, devletin zirve dönemini yaşadığı Kânûnî saltanâtı sırasında bile
daha ziyâde II. Mehmed’le belirginleşen cihân hâkimiyeti ideali çerçevesinde
değerlendirilmiştir. Eski dünyâ düzenine göre tasarlanmış olan cihân hâkimiyeti
fikri XVI. yüzyılla birlikte rasyonelliğini yitirmiş olmasına rağmen devlet bu mefkûreyi, zamana kör bakarak, yeni
düzene adapte edememiş ve siyâsî eylemlerini bu eski tasarı üzerinden
sürdürmeye devâm etmiştir. Bu düzlem üzerinde kendisine bir yer verilen
denizciliği de dolayısıyla gereken önem atfedilememiştir. Devletin Altın
Çağı’nı yaşadığı kabûl edilen bir dönemde alınan Malta ve çözülmenin başlangıcı
kabûl edilen II. Selim döneminde yaşanan İnebahtı yenilgileri, böyle bir
anlayışın doğrudan netîceleridir.
Zirve-çözülme ikileminin yaşandığı bir dönemin bu iki
büyük deniz yenilgisi, ne o döneme doğrudan
şahâdet etmiş olan Selânikî ile Âlî, ne de
Peçevî, Hasan Beyzâde ve Kâtip Çelebi tarafından detaylarıyla
görülmüştür. Târihçiler hâdiseleri daha ziyâde gelenekselleşmiş bir şablon
üzerinden aktarmayı tercîh ederek, teferruatlı anlatımlardan uzak durmuşlardır.
Üslûplarında belirleyici olan en mühim üç unsûrun; devlet ideolojisi, din ve
şahsî konum olduğu dikkat çekmektedir. Bu çerçeveden bakılarak kaleme alınan
Malta Muhâsarası ve İnebahtı Savaşı’na târihçilerin yaklaşımı aşağıdaki gibi
genellenebilir:
·
Sefer gerekçesi: Meşrûiyyet ve ideolojinin savunulması
adına daha ziyâde din düşmanlarının İslâm
gemilerine saldırması, bunun halk ve devlet ileri gelenlerinde yarattığı üzüntü
sebebiyle İslâm’ı temsîl eden pâdişâhın
kâfire karşı mücâdele etme azmi ile gazâ
ve cihâd hevesi olarak gösterilmiştir.
·
Yenilgi gerekçesi: Belirgin sûrette kişi odaklı
yaklaşımlarda bulunulmuş, bu doğrultuda gerek Malta Muhâsarası’nda, gerekse
İnebahtı Savaşı’nda paşalar arasındaki ihtilâflara ve bu sebeple yapılan taktik
hatalarına geniş yer verilmiştir. Bundan başka târihçilerin çoğu erzak ve
haberleşme sıkıntısını, motivasyon eksikliğini, asker ve mühimmat eksikliğini
ve donanmanın bakımsızlığını belirtmeden geçmemişlerdir. Ancak bu husûslara
yeterli önem atfedilmeyerek kullanılan silahlar, top mevcûdu, zırhlı ve zırhsız
asker sayısı gibi mühim noktalarda detay verme gereği duyulmamış olması, var olan gerçekleri yansıtma amacından ziyâde
yenilgileri müsbet gerekçelere bağlama kaygısı taşındığı izlenimi
uyandırmıştır. Bunun gibi, savaşlara katılan asker mevcûdunun yanı sıra,
yenilgilerde uğranılan asker kayıpları da “pek çok, binlerce” gibi muğlak
ifâdelerle geçilmiştir. Düşman gücü hakkında da aynı şekilde detaylı bilgilere
rastlanmamıştır. Yer yer düşman gemilerinin sayısı zikredilmişse de, düşman
askerinin sayısı “askerle dolu gemiler” gibi yine muğlak bir ifâdeyle verilmiş,
kuşatılan kaleler hakkındaysa iyi tahkîm edilmiş olmasının hâricinde her hangi bir detay kaydedilmemiştir. En
dikkat çekici yenilgi gerekçelerinden biri Âlî tarafından gösterilen, asker
eksiğini gidermek amacıyla cebren Osmanlı donanmasında istihdâm edilmek üzere alıkonanlardan “âh alınması” ve
Peçevî tarafından gösterilen “zaten fethin nasîpte olmaması sebebiyle pek
çok aksaklığın başarısızlığa vesîle” olmuş olmasıdır. Son tahlilde en çok
başvurulan yenilgi gerekçesi ise, sefer mevsiminin geçmesidir.
· Kişi odaklı
yaklaşım: Hâdiselerin yaşandığı döneme şahâdet etmiş olan târihçilerin, bu
ihtilâflardan bahsederken, şahsî hayatlarında yakınlıklıkları bulunan isimleri
korumak gibi bir görev benimsemiş oldukları müşâhade edilmiş, hatta kimi zaman
yenilgiler ve sebepleri bile şahısların gölgesinde bırakılmıştır.
·
Savunma mekanizmaları:
■
Alınan beklenmedik yenilgilerin etkisiyle yer yer
düşman askeri, komutanı ya da rüşvet vererek donanmadan ayrılmak ve savaştan
kaçmak sûretiyle yenilgiye sebep olduğu düşünülen Osmanlı askeri kötülenmiş ya
da küçümsenmiştir.
■
Bir şahsı savunmak
adına yenilginin sorumluluğu bir başka isme ya
da sebebe mâl edilebilmiştir.
■
Pâdişâha ya da üst kademedeki her hangi bir devlet
adamına yöneltilemeyen öfke, dil
uzatılabilecek bir başkasına yöneltilebilmiştir.
■
Yenilgilerin ağırlığını hafifletmek ya da onu rasyonel
bir sebebe bağlamak isteyen Selânikî ya da Âlî gibi târih yazarları, rüzgârın
düşmandan yana olduğu, Osmanlı askerinin düşük motivasyonla savaştığı ya da
yenilgi sonrası alınan tedbirlerle eski başarıları aratmayacak başarılar elde
edildiği gibi gerçeklik payı olabilecek gerekçeleri öne çıkarma eğilimi
göstermişlerdir.
·
Yenilgiler sonrası yaşananlar: Çalışmamıza dâhil
edilen târihçiler tarafından en fazla göz ardı edilen husûslardan birisi,
yenilgilerin ardından yaşanan gelişmelerdir. Bilhassa yenilgilerin yaşandığı
döneme şahâdet etmiş târihçiler olan Selânikî
ve Âlî bile bu husûsta
son derece yetersiz
kalmışlardır. Selânikî, yenilgi sonrası yaşananlardan yeni donanmanın
kısa sürede inşâ edilmesinden gururla bahsetmekle yetinmişken Âlî biraz daha
cömert davranarak yenilgi dolayısıyla büyük bir şaşkınlık yaşayan Müslüman
halkın
gam ve kedere düştüğünü, Osmanlı donanmasından düşman eline geçen
parçaların çeşitli Avrupa şehirlerinde sergilendiğini kısaca belirttikten
sonra, mühimme kayıtlarının aksine, tıpkı Peçevî gibi kimseye muhtaç olunmadan
altı ayda yeni bir donanma inşâ edildiğinin altını çizmiştir.
· Gözardı
edilen mühim detaylar: Çalışmamıza dâhil edilen Kâtip Çelebi hâricindeki
târihçiler, Malta ve İnebahtı yenilgilerine, deniz savaşı penceresinden
bakmamışlardır. Daha önce bahsedildiği gibi, XVI. yüzyılın ikinci yarısında
Avrupalı devletler denizcilik alanında hızlı bir ilerleme kaydetmeye
başlamışlar ve bu doğrultuda hem donanmaları modernize edilmiş, hem kaleler
yeni yöntemlerle tahkîm edilmiş, hem de ateşli silah kullanımını
artırmışlardır. Osmanlı donanmasında ise ateşli silah kullanan asker sayısının
kısıtlı olmasından başka, askerlerin çoğu zırhtan bile yoksundur. Bu detayları
göz önünde bulundurmayan târih yazıcıları kimi zaman Osmanlı askerini acımasızca eleştirebilmişlerdir. Bundan
başka, Avrupa donanmasına kıyasla zaten demode kalmış olan Osmanlı donanması, yenilgiler sonrasında bir de
tecrübeli denizcilerini kaybetmiştir. Hatırlanacağı gibi bu husûs, Avrupalı
uzmanlar tarafından fark edilmiş ve İnebahtı
sonrasında Osmanlı Devleti’nin donanmayı toparlayabilme ihtimâline karşın kaybedilen denizcilerin
telâfî edilemeyeceği görüşünde mutâbık kalmışlardır. Oysa târih yazarları hem
bu husûsu atladıkları gibi, hem de yeni donanmanın asker ihtiyâcının ne sûrette
giderildiği hakkında tatmîn edici bilgiler vermemişlerdir.
Son söz olarak denebilir ki; Osmanlı târih yazarları
eserlerini bir gelenek üzere kaleme almayı tercîh etmişlerdir. Söz konusu
devletin şahsını ilgilendiren
yenilgiler olduğunda dahî bu gelenekçilik korunmuş, genel manzaranın eski
ahenginin muhâfazasına itinâ gösterilmiştir. Bunda daha ziyâde, devlet
bünyesinde edindikleri konumların ya da ulaşmayı ümit ettikleri
makamların da etkisi olmuştur. Osmanlı geçiş dönemine doğrudan şâhit olmuş olan
Selânikî ve Âlî’nin, yenilgileri ele alırken kullandıkları üslûp göz önünde
bulundurularak, hâlen Osmanlı Devleti’nin “ride operator” olduğu zamanların etkisi altında oldukları
fark edilmektedir. Malta Muhâsarası ve
İnebahtı Savaşı’nda alınan yenilgilerden dolayı büyük bir hüsrân ve
şaşkınlık yaşanmış ancak istisnâî bir durum olarak telakkî edilerek, devlete
duyulan/duyulması gereken güven
vurgulanmıştır. Bu hâliyle, geçmiş başarısızlıkları şimdiki zaman ve gelecek adına
yapıcı kılmak amacı taşımış olması hasebiyle Kâtip Çelebi hâricindeki
târihçilerin üslûplarında, daha ziyâde “şimdiki zaman” kaygısının hâkim olduğu
söylenebilir.
Târih ilmi, ideal olduğu varsayılanı kurgulamak ve bu
uğurda manipülasyona marûz bırakılmak yerine, ideal olana ulaşabilmek amacıyla
yapıcı bir hedefle gerçeğin peşine düşülmesi hâlinde değer kazanacaktır. Bunun
için, içinde yaşanılan dünyânın genel gidişâtının farkında olmak ve hangi amaca
ne için hizmet
edildiğini anlamak zarûrîdir. İlgili dönem hakkında kapsamlı bir inceleme
yapılmasının ardından, şahıslar ve eserlerinin mercek altına alınarak, devâm
eden senelerde, giderek küçülen dünyâda beliren toplumsal, teknolojik, siyâsî,
iktisâdî ve ahlâkî değişimlerle bağlantılı olarak bir netîceye varılması, yapıcı târihçilik adına daha sağlıklı
olacaktır.
KAYNAKLAR NEŞREDİLMİŞ OSMANLI
KRONİKLERİ
ÂŞIKPAŞAZÂDE,
Âşıkpaşaoğlu Tarihi, haz. Atsız,
İstanbul, MEB Yay., 1992.
HASAN
BEY-ZÂDE AHMED PAŞA, Hasan Bey-zâde
Târîhi I: Tahlil- Kaynak Tenkidi, Haz. Şevki Nezihi Aykut, Ankara, TTK,
2004.
HASAN
BEY-ZÂDE AHMED PAŞA, Hasan Bey-zâde
Târihi II: Metin (926- 1003 / 1520-1595), Haz. Şevki Nezihi Aykut, Ankara,
TTK, 2004.
HOCA SADETTİN EFENDİ, Tacü’t-Tevarih
I, Haz. İsmet Parmaksızoğlu, Ankara, Kültür Bakanlığı Yay., 4. Baskı, 1999.
HOCA SADETTİN EFENDİ, Tacü’t-Tevarih
IV, Haz. İsmet Parmaksızoğlu, Ankara, Kültür Bakanlığı Yay., 3. Baskı,
1999.
KÂTİP
ÇELEBİ, Deniz Savaşları Hakkında
Büyüklere Armağan – Tuhfetü’l-Kibâr Fî Esfâri’l-Bihâr, Haz. Seda
Çakmakcıoğlu, Çetin Sarı, İstanbul, Kabalcı Yayınevi, 2007.
KRİTOVULOS, İstanbul’un Fethi, Çev. Karolidi, İstanbul, Kaknüs, 2005.
PEÇEVÎ İBRAHİM EFENDİ, Peçevî
Tarihi I, haz. Bekir Sıtkı Baykal, Ankara, Kültür Bakanlığı, 3. Baskı,
1999.
PEÇEVÎ İBRAHİM EFENDİ, Peçevî
Tarihi I, Haz. Bekir Sıtkı Baykal,
Ankara, Kültür Bakanlığı, 1992.
SELÂNİKÎ
MUSTAFA EFENDİ, Tarih-i Selânikî I,
haz. Mehmet İpşirli, Ankara, TTK, 1999.
SELÂNİKÎ
MUSTAFA EFENDİ, Tarih-i Selânikî II,
haz. Mehmet İpşirli, Ankara, TTK, 1999.
SOLAKZÂDE
MEHMED HEMDEMÎ, Solak-zâde Tarihi,
haz. Vahid Çabuk, Ankara, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1989.
ZEKERİYYAZÂDE,
Ferah (Cerbe Fetihnâmesi), Haz.
Orhan Şaik Gökyay, Ankara, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1988.
NEŞREDİLMİŞ ARŞİV BELGELERİ
Başbakanlık Osmanlı
Arşivi, 5 Numaralı Mühimme
Defteri (973/1565-1566):
Özet ve İndeks , O.A.D.B. Yayınları, Ankara, 1994.
Başbakanlık Osmanlı
Arşivi, 6 Numaralı Mühimme
Defteri (972/1564-1565):
Özet-Transkripsiyon ve İndeks I, O.A.D.B. Yayınları, Ankara, 1995.
Başbakanlık Osmanlı
Arşivi, 6 Numaralı Mühimme
Defteri (972/1564-1565):
Özet-Transkripsiyon ve İndeks II, O.A.D.B. Yayınları, Ankara, 1995.
Başbakanlık
Osmanlı Arşivi, 12 Numaralı Mühimme
Defteri (978-979/1570- 1572): Özet-Transkripsiyon ve İndeks I, O.A.D.B.
Yayınları, Ankara, 1996.
Başbakanlık
Osmanlı Arşivi, 12 Numaralı Mühimme
Defteri (978-979/1570- 1572): Özet-Transkripsiyon ve İndeks II, O.A.D.B.
Yayınları, Ankara, 1996.
ARAŞTIRMA İNCELEME
ESERLERİ
ADALIOĞLU, Hasan Hüseyin; “Osmanlı
Tarih Yazıcılığında Tevârih-i
Âl-i Osman Geleneği”, Osmanlı,
Cilt 8, Ankara, 1999, s. 471-484.
AFYONCU, Erhan; “Avrupalılar’ın Günahlarının Cezası”, Osmanlı’nın Hayaleti, İstanbul,
Yeditepe, 2005, s. 53-54.
AFYONCU, Erhan; Sorularla Osmanlı İmparatorluğu IV, İstanbul, Yeditepe, 2004.
AFYONCU, Erhan;
“Osmanlı’nın Denizlerdeki Gücü: Prof. Dr. İdris Bostan’la Röportaj”, Popüler Tarih, Sayı 60, Ağustos 2005,
s. 54-61.
AGOSTON,
Gabor; “Avrupa’da Osmanlı Savaşları 1453-1826”, Top, Tüfek ve Süngü: Yeniçağda Savaş Sanatı 1453-1815, ed. Jeremy
Black, Çev. Yavuz Alogan, İstanbul, Kitap, 2003, s. 128-153.
AGOSTON,
Gabor; Guns For The Sultan: Military
Power and The Weapons Industry in The Ottoman Empire, Cambridge, Cambridge
University Press, 2005.
AKBULUT, Uğur; “Osmanlı Tarih Yazıcılarına Göre Tarih ve Tarihçi”,
Atatürk Üniversitesi, SBE, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Erzurum, 2006.
AKSUN, Ziya Nur; Osmanlı
Tarihi, cilt I, İstanbul, Ötüken,
1994.
ARCHER, Christon
I., FERRIS, John R., HERWIG,
Holger H., TRAVERS,
Timothy
H. E.; World History of Warfare,
Nebraska, University of Nebraska Press, 2002.
ARCHER, Christon
I., FERRIS, John R., HERWIG,
Holger H., TRAVERS,
Timothy
H. E.; Dünya Savaş Tarihi, çev. Cem
Demirkan, İstanbul, Tümzamanlar, 2006.
ARNOLD, David; The Age of Discovery 1400-1600, New York, Routledge,
2. Baskı, 2002.
ATSIZ,
Yağmur; Cervantes: İnebahtı’nın Tek
Kollusu, İstanbul, Boyut, 1997.
BABINGER,
Franz; Osmanlı Tarih Yazarları ve
Eserleri, Çev. Prof. Dr. Coşkun Üçok, Ankara, Kültür Bakanlığı Yayınları,
3. baskı, 2000.
BARTON, Edwarde, PEARS, Edwin; “The Spanish Armada and the Ottoman
Porte”, The English Historical Review,
Cilt 8, Sayı 31, Temmuz 1893, s. 439-466.
BAUMER,
Franklin L.; “England, The Turk and The Common Corps of Christendom”, The American
Historical Review, cilt 50, Sayı 1, Ekim 1944,
s. 26-48.
BAYRAKDAR,
Mehmet; Bitlisli İdris (İdris-i Bitlisî),
Ankara, Kültür Bakanlığı Yay., 1991.
BELACHEMI, Jean-Louis; Barbaros
Kardeşler, çev. Nihan Önol, İstanbul, Milliyet Yayınları, 1995.
BLOUET,
Brian W.; “The Impact of Armed Conflict on the Rural Settlement Pattern of
Malta (A.D. 1400-1800)”, Transactions of
the Institute of British Geographers, New Series, Cilt 3, Sayı 3,
Settlement and Conflict in the Mediterranean World, 1978, s. 367-380.
BONAVITA, Helen Vella; “Key to Christendom: The 1565 Siege of Malta, Its
Histories and Their Use in Reformation Polemic”, The Sixteenth Century Journal, Cilt 33, Sayı 4, Kış 2002, s.
1021-1043.
BOSTAN, İdris; “Simancas Arşivi’ndeki Osmanlı-Belgelerle Kanuni’nin
Akdeniz Politikası”, Toplumsal Tarih,
Sayı 137, Mayıs 2005, s. 84-90.
BOSTAN, İdris; Osmanlılar
ve Deniz: Deniz Politikaları, Teşkilat,
Gemiler,
İstanbul, Küre Yayınları, 2007.
BOSTAN,
İdris; “Beylikten İmparatorluğa Osmanlı Denizciliği”, Osmanlı Denizciliği: Beylikten İmparatorluğa, İstanbul, Kitap, 3.
Baskı, 2008, s. 13- 31.
BOSTAN,
İdris; “İnebahtı Deniz Savaşı”, Türkiye
Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, Cilt 22, İstanbul, Ali Rıza Baskan Güzel
Sanatlar Matbaası A.Ş., 2000, s. 287-289.
BOSTAN, İdris;
“Malta”, Türkiye Diyanet Vakfı
İslâm Ansiklopedisi, Cilt 27,
İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı Yayın Matbaacılık ve Ticaret İşletmesi, Ankara,
2003, s. 538-542.
BOVER, August; “Conflict and Culture in the Mediterranean: Catalonia and
the Battle of Lepanto (1571), Mediterranean World, Sayı 17, Tokyo,
The Mediterranean Studies Group Hitotsubashi University, 2004, s. 65-70.
BRAUDEL,
Fernand; The Mediterranean and the
MediterraneanWorld in the Age of Philip II, Cilt II, Berkeley, University
of California Press, 1996.
BRAUDEL, Fernand;
“Akdeniz: Sonuç”, Tarih ve Tarihçi: Annales
Okulu
İzinde, haz. Ali Boratav,
İstanbul, Kırmızı, 2007,
s. 173-185.
BRUMMETT, Palmira; “The Overrated Adversary: Rhodes and Ottoman Naval
Power”, The Historical Journal, cilt
36, Sayı 3, Cambridge, Cambridge University Press, 1993, s. 517-541.
BRUMMETT,
Palmira; Ottoman Seapower and Levantine
Diplomacy in The Age of Discovery, Albany, State University Press, 1994.
BUSBECQ, Ogier Ghislain de; Türk
Mektupları, Çev. Derin Türkömer, Doğan Kitap, İstanbul, 2005.
BÜLBÜL,
Zekeriya; Osmanlı Müesseseleri ve
Medeniyeti Tarihi, Ankara, Nobel, 2. Baskı, 2000.
CASSAR,
Carmel; “Malta Kuşatması Hakkında 1565’te Yazılmış Bir Şiir: O Melita Infelix”,
çev. Akif Erdoğru, Tarihin İçinden –
Doğumunun 65. Yılında Prof. Dr. Ahmet Özgiray’a Armağan, ed. Akif Erdoğru,
İstanbul, IQ Yayıncılık, 2006, s. 107-115.
CASSAR,
P.; “1565 Malta Kuşatmasının Psikolojik ve Tıbbî Yönleri I-II”, çev. Akif Erdoğru,
Tarihin İçinden – Doğumunun
65. Yılında Prof.
Dr. Ahmet
Özgiray’a Armağan, ed. Akif
Erdoğru, İstanbul, IQ Yayıncılık, 2006, s. 116- 156.
CLARK, Harry; “The Publication of the Koran in Latin Reformation Dilemma”,
The Sixteenth Century Journal, Cilt 15, Sayı 1, Bahar 1984,
s. 3-12.
CLOT,
André; Muhteşem Süleyman: Osmanlı’nın
Altın Çağı, Çev. Turhan Ilgaz, İstanbul, Epsilon, 5. Baskı, 2005.
COŞAN,
Leyla; Tanrım bizi Türklerden Koru: 16.
Yüzyılda Almanların Türklerden Korunmak İçin Yazdığı Dualar, İstanbul,
Yeditepe, 2009.
ÇERÇİ,
Faris; Gelibolulu Mustafa Âlî ve
Künhü’l-Ahbâr’ında II. Selim, III. Murat ve III. Mehmet Devirleri, Kayseri,
Erciyes Üniversitesi Yayınları, 2000.
DEVELLİOĞLU,
Ferit; Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik
Lûgat, Ankara, Aydın Kitabevi, 19. Baskı, 2002.
DeVRIES, Kelly; “The Lack of a Western European Military Response to the
Ottoman Invasions of Eastern Europe from Nicopolis (1396) to Mohacs (1526)”, The Journal of Military History, Cilt 63, Sayı 3, Temmuz 1999, s.
539-559.
EMİR,
Ali Haydar; Kılıç Ali ve Lepanto:
Lepanto Deniz Muharebesinin Üçyüz Altmışıncı Yıl Dönümü Dolayısile ve Resmi
Vesikalara Göre Yazılmıştır – 322 Numaralı Deniz Mecmuasının Tarih Kısmı
İlâvesi, İstanbul, Deniz Matbaası, 1931.
ERAVCI,
H. Mustafa; “Gelibolulu Mustafa Âlî’nin ‘Nushatü’s-Selâtînde 1578- 1579 Trans-Kafkas Seferine Dair Eleştirileri ve Bunların Tarihi
Önemi”, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 3, Sayı
1, 2001, s. 31-
40.
FAROQHI,
Suraiya; Osmanlı İmparatorluğu ve
Etrafındaki Dünya, çev. Ayşe Berktay, İstanbul, Kitap Yayınevi, 2007.
FINKEL,
Caroline; “Suleiman”, The Reader’s
Companion to Military History, ed. Robert
Cowley vd., New York, Houghton
Mifflin Company, 2001.
FINKEL,
Caroline; “Battle of Mohacs”, "The
Reader’s Companion to Military History, ed. Robert Cowley, Geoffrey Parker,
New York, Houghton Mifflin Company, 2001.
FLEISCHER,
Cornell H.; Tarihçi Mustafa Âli: Bir
Osmanlı Aydın ve Bürokratı, çev. Ayla Ortaç, İstanbul, Tarih Vakfı Yurt
Yayınları, 3. Baskı, 2009.
GENÇ,
Mehmet; “İdeal ‘Osmanlı’ Yok: Açıkoturum”, Cogito:
Osmanlılar Özel Sayısı, sayı 19,
İstanbul, YKY, Yaz 1999, s. 232-258.
GOFFMAN,
Daniel; Osmanlı Dünyası ve Avrupa 1300-1700, İstanbul, Kitap Yayınevi, 2.
Baskı, 2008.
GÖLLNER,
Carl; “XVI. Yüzyılda Avrupa’da Türklere Dair Matbuat”, Çev. Doğan Gün, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya
Fakültesi Tarih Araştırmaları Dergisi, Cilt 23, Sayı 36, 2004, s. 263-267.
GÖLLNER, Carl;
“İstanbul’un Düşüşünden Sonra
Haçlı Seferi Planları”, çev. Doğan Gün, Ankara
Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü Araştırmaları Dergisi,
Cilt 22, Sayı 35, t.y., s. 251-257.
GÖYÜNÇ, Nejat; “Osmanlı Devleti Hakkında: Kuruluşunun 700. Yılı
Münasebetiyle”, Cogito: Osmanlılar Özel
Sayısı, Sayı 19, İstanbul, YKY, Yaz 1999, s. 86-92.
GÖYÜNÇ, Nejat; “16. Yüzyılda
Avrupa’da Türklerle İlgili
Yayınlar”, Cogito: Osmanlılar Özel Sayısı, Sayı
19, İstanbul, YKY, Yaz 1999, s. 313-319.
GUILMARTIN,
John F.; “Ideology and Conflict: The Wars of the Ottoman Empire 1453-1606”, Journal of Interdisciplinary History,
Cilt 18, Sayı 4, Bahar 1988, s.721-747.
HAMMER,
J. Von; Osmanlı İmparatorluğu Tarihi
I-II, İstanbul, İlgi Kültür Sanat, 2007.
HAMPTON, Timothy; “Turkish Dogs: Rabelais, Erasmus and the Rhetoric of
Alterity”, Representations, Sayı 41,
Kış 1993, s. 58-82.
HARDING,
Richard; “Deniz Savaşları 1453-1815”, çev. Yavuz Alogan, Top, Tüfek ve Süngü-Yeniçağda Savaş Sanatı 1453-1815, Çev. Yavuz
Alogan, İstanbul, Kitap Yayınevi, 2003, s. 104-127.
HESS,
Andrew C.; “The Ottoman Conquest of Egypt (1517) and the Beginning of the
Sixteenth-Century World War”, International
Journal of Middle East Studies, Cilt 4, Sayı 1, Ocak 1973, s. 55-76.
HESS, Andrew C.; “The Evolution of Ottoman Seaborne Empire
in the Age of the Oceanic
Discoveries, 1453-1525”, The American
Historical Review, Cilt 75, Sayı 7, Aralık 1970, s.
1892-1919.
HESS, Andrew C.; “The Battle of Lepanto and Its Place in Mediterranean
History”, Past and Present, Sayı 57,
Kasım 1972, s. 53-73.
HOURANI,
Albert; “Modern Ortadoğu’nun Osmanlı Geçmişi”, Osmanlı ve Dünya: Osmanlı Devleti ve Dünya Tarihindeki Yeri, Haz.
Kemal Karpat, Çev. Mustafa Armağan vd., İstanbul, Ufuk Kitap, 5. Baskı, 2006,
s. 93-117.
IMBER,
Colin; Osmanlı İmparatorluğu 1300-1650,
İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2006.
IMBER,
Colin; “İlk Dönem Osmanlı Tarihinin Kaynakları”, Söğüt’ten İstanbul’a: Osmanlı
Devleti’nin Kuruluşu Üzerine
Tartışmalar, haz. Oktay Özel, Mehmet Öz, Ankara, İmge, 2. Baskı, 2005, s.
39-71.
İNALCIK,
Halil; Devlet-i ‘Aliyye: Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar I,
İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2009.
İNALCIK,
Halil; Fatih Devri Üzerine Tetkikler ve
Vesîkalar, Ankara, TTK, 1995.
İNALCIK,
Halil; Osmanlı İmparatorluğu Klâsik Çağ
(1300-1600), çev. Ruşen Sezer, İstanbul, YKY, 4. Baskı, 2004.
İNALCIK, Halil; “Osmanlı Tarihi Üzerine Kamuoyunu İlgilendiren Bazı
Sorular”, Doğu Batı: Makaleler I,
Ankara, Doğu Batı Yayınları, 2005, 197- 211.
İNALCIK, Halil; “Türkiye ve Avrupa:Dün Bugün”, Doğu Batı: Makaleler I, Ankara, Doğu Batı Yayınları, 2005, s.
215-240.
İNALCIK,
Halil; “Türk Korkusu”, Doğu Batı:
Makaleler II, Ankara, Doğu Batı Yayınları, 2008, s. 246-260.
İNALCIK,
Halil; Osmanlı İmparatorluğu’nun
Ekonomik ve Sosyal Tarihi: 1300-1600, I. cilt, ed. Halil İnalcık, Donald
Quataert, Çev. Halil Berktay, İstanbul, Eren, 2. baskı, 2004.
İNALCIK, Halil; “Osmanlı-Rus Rekabetinin Menşei ve Don-Volga Kanal
Teşebbüsü (1569)”, Belleten, Cilt
XIII, Sayı 46, Ankara, 1948, s. 349-402.
İNALCIK,
Halil; “Batı Anadolu’da Gâzî Beylikler, Bizans ve Haçlılar”, Osmanlılar: Fütûhat, İmparatorluk, Avrupa
ile İlişkiler, İstanbul, Timaş, 2010, s. 11-47.
İNALCIK, Halil; “The Question of the Black Sea under the Ottomans”,
Archeion Pontou, 1979, s. 74-89.
İNAN, Kenan; “Sade Nesirden Süslü Nesire: Fatih’in Tarihçisi Tursun Bey
ve Tarih Yazma Tarzı”, Osmanlı, Cilt
8, Ankara, 1999, s. 293-300.
İNCİ, Tevfik; “Lepanto ve Uluç Ali Paşa”, Resimli Tarih Mecmuası, Cilt 3, Sayı 38, İstanbul, Nisan 1952, s.
1389-1391.
İPŞİRLİ, Mehmet; “Osmanlı Tarih Yazıcılığı”, Osmanlı, Cilt 8, Ankara,
1999,
s. 247-256.
JONES,
W. R.; “The Image of the Barbarian in Medieval Europe”, Comparative Studies in Society and History, Cilt 13, Sayı 4, Ekim
1971, 376-407.
JORDAN, Jenny; “Imagined Lepanto: Turks, Mapbooks, Intrigue and
Spectacular in the Sixteenth Century
Construction of 1571”, PhD
Dissertation of UCLA, 2004.
KABASAKAL,
Hüseyin; Kıbrıs’ın Fethi (1570-1571) –
Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Türk Asker Büyükleri ve
Zaferleri Serisi, Ankara, Günkur, 1986.
KAFADAR,
Cemal; İki Cihan Âresinde – Osmanlı
Devleti’nin Kuruluşu, Çev. Ceren Çıkın, Yay. Haz. Mehmet Öz, Ankara,
Birleşik, 2010.
KARPAT,
Kemal H.; “Türkçe Çeviriye Önsöz”, Osmanlı
ve Dünya: Osmanlı Devleti ve Dünya Tarihindeki Yeri, Haz. Kemal Karpat,
Çev. Mustafa Armağan vd., İstanbul, Ufuk Kitap, 5. Baskı, 2006, s. 9-14.
KARPAT,
Kemal H.; “Giriş”, Osmanlı ve Dünya:
Osmanlı Devleti ve Dünya Tarihindeki Yeri, Haz. Kemal Karpat, Çev. Mustafa
Armağan vd., İstanbul, Ufuk Kitap, 5. Baskı, 2006, s. 15-31.
KINROSS,
Lord; Osmanlı: İmparatorluğun Yükselişi
ve Çöküşü, çev. Meral Gaspıralı, İstanbul, Altın Kitaplar, 3. Baskı, 2009.
KISBY,
Fiona; Music and Musicians in
Renaissance Cities and Towns, Cambridge, Cambridge University Press, 2.
Baskı, 2002.
KONSTAM,
Angus; Lepanto 1571: The Greatest Naval
Battle of the Renaissance, Oxford, Osprey Publishing, 2003.
KUMRULAR, Özlem; “Köpekler ve Domuzlar Savaşında Kanuni’nin Batı
Siyasetinin Bir İzdüşümü
Olarak Türk İmajı”,
Dünyada Türk İmgesi, İstanbul, Kitap Yayınevi, 2. Baskı, 2008,
s. 109-125.
KUNT, Metin; “Süleyman Dönemine Kadar Devlet ve Sultan: Uç Beyliğinden
Dünya İmparatorluğuna”, Kanuni ve Çağı:
Yeniçağda Osmanlı Dünyası, ed. Metin Kunt vd., Çev. Sermet Yalçın,
İstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2002, s. 4-29.
LABIB, Subhi; “The Era of Suleyman
the Magnificent: Crisis of Orientation”,
International Journal of Middle East Studies, cilt 10, Sayı 4, Kasım 1979,
s. 435-451.
LAMARTINE, Alphonse de; Osmanlı
Tarihi, çev. Serhat Bayram, İstanbul, Kapı Yayınları, 2008.
LANZA, Fernando Fernandez; “Habsburg-Osmanlı Rekabeti Bağlamında 16.
Yüzyılda İspanya’da Türk İmajı”, çev. Kıvanç Ulusoy, Dünyada Türk İmgesi, İstanbul, Kitap Yayınevi, 2. Baskı, 2008, s.
87-107.
LEKESİZ, M. Hulusi; “XVI. Yüzyıl Osmanlı Düzenindeki Değişimin Tasfiyeci
(Prütanist) Bir Eleştirisi: Birgivî Mehmed Efendi ve Fikirleri”, Hacettepe
Üniversitesi, SBE, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Ankara, 1997.
MAKDISI,
Ussama; “Ottoman Orientalism”, The
American Historical Review, Cilt 107, Sayı 3, Haziran 2002, s.768-796.
MANTRAN,
Robert; XVI-XVIII. Yüzyıllarda Osmanlı
İmparatorluğu, Çev. Mehmet Ali Kılıçbay, Ankara, İmge, 1995.
McNEILL,
William H.; “Dünya Tarihinde Osmanlı İmparatorluğu”, Osmanlı ve Dünya: Osmanlı Devleti ve Dünya Tarihindeki Yeri, Haz.
Kemal Karpat, İstanbul, Ufuk Kitap, 5. Baskı, 2006, s. 57-78.
MENAGE,
Victor L.; “Osmanlı Tariyazıcılığının İlk Dönemleri”, Söğüt’ten İstanbul’a: Osmanlı
Devleti’nin Kuruluşu Üzerine
Tartışmalar, haz. Oktay Özel, Mehmet Öz, Ankara, İmge, 2. Baskı, 2005, s.
73-91.
MITCHELL,
Nathan D.; The Mystery of the Rosary:
Marian Devotion and Reinvention of Catholicism, New York, NY University
Press, 2009.
MURPHEY,
Rhoads; Osmanlı’da Ordu ve Savaş
1500-1700, çev. M. Tanju Akad, İstanbul, Homer, 2007.
NOSTRADAMUS,
The Complete Prophecies of Nostradamus,
ed. Ned Halley, Wordsworth Editions Ltd., 1999.
O’BRIEN,
Patrick Karl; Atlas of World History:
Concise Edition, NY, Oxfor University Press, 2002.
ORGUN, Zarif; “Selim II.nin Kapudan-ı Derya Kılıç Ali Paşa’ya Emirleri”, Tarih
Vesikaları, İkinci Cilt On birinci Sayıdan Ayrı Basım, Maarif Matbaası,
1943, s. 1-9.
ORLIN,
Lena Cowen; Center or Margin: Revisions
of the English Renaissance in Honor of Leeds Barroll, Cranbury, Rosement
Publishing & Printing Corp., 2006.
ORTAYLI, İlber; “Fatih Sultan Mehmed ve Otranto Seferi”,
Üç Kıtada Osmanlılar, İstanbul, Timaş, 2007, s. 17-23.
ORTAYLI,
İlber; Tarihimiz ve Biz, İstanbul,
Timaş, 3. Baskı, 2008. ORTAYLI, İlber; Tarih Yazıcılık Üzerine, Ankara, Cedit Neşriyat, 2009.
ÖNALP, Ertuğrul; “Cervantes’in Türklere Esir Düşmesi ve Esaretinin
Eserlerine Yansıması”, OTAM, Sayı 3,
1990, s. 297-321.
ÖZTUNA,
Yılmaz; Kanuni Sultan Süleyman,
İstanbul, Babıali Kültür Yayıncılığı, 2. Baskı, 2008.
ÖZTUNA,
Yılmaz; Osmanlı Devleti Tarihi I: Siyasî
Tarih, İstanbul, Ötüken, 2006.
ÖZTUNA, Yılmaz; Tarih Sohbetleri I, İstanbul, Ötüken Neşriyat, 1998.
PAGDEN,
Anthony; Worlds at War: The 2500-year Struggle Between East and West, New York, Oxford
University Press, 2008.
PHILPOTT, Daniel; “The Religious
Roots of Modern International Relations”,
World Politics, Cilt 52, Sayı 2, Ocak 2000,
s. 206-245.
ROTHMAN, Tony; “The Great Siege of Malta”, History Today, Cilt
57, Sayı 1, Ocak 2007, s. 12-19.
SATTERFIELD,
George; “Suleyman”, Berkshire
Encyclopedia of World History, Cilt IV, ed. William H. McNeill,
Massachusetts, Berkshire Publishing Group, 2005.
SCHWOEBEL, Robert; “Coexistence, Conversion and the Crusade Against the
Turks”, Studies in Renaissance, Sayı
12, 1965, s. 164-187.
SERVAINTE, Alain; “Batılıların Gözünde Türk İmajının
Geçirdiği Değişimler”,
Dünyada Türk İmgesi, İstanbul, Kitap Yayınevi, 2. Baskı, 2008,
s. 27-85.
SICKER,
Martin; Islamic World in Ascendency:
From the Arab Conquests to the Siege
of Vienna, Connecticut, Greenwood Publishing Group, 2000.
SMITH,
Andrea L.; Colonial Memory and
Postcolonial Europe – Maltese Settlers in Algeria and France, Bloomington,
Indiana University Press, 2006.
SOLA, Emilio; “Cervantes Döneminde Magripli, Mürtet ve İspanyol Gizli
Ajanları”, Çev. Paulino Toledo, OTAM,
Sayı 4, Ankara, Ocak 1993, s. 687- 695.
SOUCEK, Svat; “İnebahtı Savaşı (1571) Hakkında Bazı Mülâhazalar”, Tarih Enstitüsü Dergisi, Sayı 4-5,
İstanbul, 1974, s. 35-48.
TABAKOĞLU, Hüseyin Serdar; “The Reestablishment of Ottoman-Spanish
Relations in 1782”, Turkish Studies,
Sayı 2/3, Yaz 2007, s. 496-524.
TİMUR, Taner; Osmanlı
Kimliği, Ankara, İmge, 4. Baskı,
2000.
TİMUR, Taner; Osmanlı Toplumsal
Düzeni, 4. Baskı, Ankara, İmge, 2001. TOYNBEE, Arnold J.; “Osmanlı
İmparatorluğu’nun Dünya Tarihindeki Yeri”,
Osmanlı ve Dünya: Osmanlı Devleti
ve Dünya Tarihindeki Yeri, Haz. Kemal Karpat, Çev. Mustafa Armağan vd., İstanbul,
Ufuk Kitap, 5. Baskı, 2006, s. 33-49.
TRISCHITTA,
Marcello Maria Marrocco; The Knights of
Malta – A Legend Towards the Future, Roma, Association of the Italian
Knights of the Sovereign Military Order of Malta, 2000.
TURAN, Namık Sinan; “Kanuni’nin Macaristan Siyâseti: Macaristan’da
Osmanlı Kültüründen İzler”, Toplumsal
Tarih, Sayı 138, Haziran 2005, s.46- 53.
TURAN,
Şerafettin; Rodos’un Zaptından Malta
Muhasarasına – Kanunî Armağanı 1970’den ayrıbasım, Ankara, TTK, 1970.
TURAN,
Osman; İstanbul’un Fethinden Önce
Yazılmış Tarihî Takvimler, Ankara, TTK, 1984.
UNAN, Fahri; “XV ve XVI. Asırlarda İslâm Dünyasında Osmanlı Gücü”, Türk Yurdu, 23/190, Ankara, Haziran
2003, s. 37-43.
UZUNÇARŞILI,
İsmail Hakkı; Osmanlı Tarihi II –
İstanbul’un Fethinden Kanuni Sultan Süleyman’ın Ölümüne Kadar, Ankara, TTK,
2006.
UZUNÇARŞILI,
İsmail Hakkı; Osmalı Tarihi III / I.
Kısım – II. Selim’in Tahta Çıkışından 1699 Karlofça Andlaşmasına Kadar,
Ankara, TTK, 6. Baskı, 2003.
UZUNÇARŞILI,
İsmail Hakkı; Osmanlı Devletinin Merkez
ve Bahriye Teşkilâtı, Ankara, TTK, 3. Baskı, 1988.
VATIN, Nicolas; “Soylu Misafir Cem Sultan”, Popüler Tarih, Sayı 74, Ekim 2006, s.32-34.
WILLIAMS,
Ann; “Akdeniz Çatışması”, Kanuni ve
Çağı: Yeniçağda Osmanlı Dünyası, ed. Metin Kunt, Christine Woodhead,
Çev. Sermet Yalçın, İstanbul, Tarih Vakfı Yurt
Yayınları, 2002, s. 39-55.
WOODWARD, Geoffrey; “The Ottomans in Europe”, History Review, Sayı 39, Mart 2001, s. 1-4.
YAPP,
M. E.; “Europe in the Turkish Mirror”, Past
& Present: The Cultural and Political Construction of Europe, Sayı 137,
Kasım 1992, s. 134-155.
YILDIRIM,
Hikmet; Karşılaştırmalı Kronolojik Dünya
Tarihi, Ankara, Maya Akademi, 2007.
YÜCEL,
Yaşar, SEVİM, Ali; “Kanunî Sultan Süleyman Devri”, Türkiye Tarihi II: Osmanlı Dönemi (1300-1566), Ankara, TTK, 1990,
s. 259-305.
İNTERNET KAYNAKLARI:
AKŞİN, Sina; “Batı’da Türk İmgesi”, Mülkiye,
cilt 29, Sayı 245, Kış 2004, (Erişim)http://www.mulkiyedergi.org/index.php?option=com_rokdownloads&vi
ew=file&Itemid=63&id=1020:batida-tuerk-imgesi-sina-akin, 14 Ocak
2010.
HAGEN, Gottfried; “Kâtip Çelebi”, (Erişim) http://www.ottomanhistorians.com,
haz. Cemal Kafadar, H. Karateke, Cornell Fleischer, 2009.
MİLLİYET GAZETESİ İNTERNET SİTESİ,
(Erişim)
http://www.milliyet.com.tr/italya-da-hacli-seferi-
cagrisi/dunya/sondakikaarsiv/03.04.2010/1179629/default.htm?ver=00.
VATİKAN RESMÎ İNTERNET SAYFASI, (Erişim)
http://www.vatican.va/holy_father/john_paul_ii/angelus/2002/documents/hf_jp
-ii_ang_20020929_en.html
YOLALICI, Emin; “Türk Tarihinin Kaynaklarına Genel Bir Bakış”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi:
The Journal of International
Social Research, cilt 1, sayı 3, Bahar 2008, s. 471-484, (Erişim) http://www.sosyalarastirmalar.com/cilt1/sayi3/sayi3_pdf/yolalici_memin.pdf, 06 Mayıs 2010.
EK I - TÂRİH-İ
SELÂNİKÎ’DE MALTA MUHÂSARASI
Cezîre-i Malta’da
vâki’ kal’a-i metîn-i
küffâr-ı haksârı almağa
niyyet-i âli-himmet ile Donanma-yı Hümâyûn tedârük olunup Serdâr-ı
âlî-şân Mustafa Paşa ile Kapudan Piyâle Paşa asâkir-i mansûre ile gitdükleridür.
Ve târih-i
hicretün dokuz yüz yetmiş ikisinde deryâ seferin iden ehl-i İslâm gemilerinün
her-gâh arkurı güzergâhlarına gelen Malta’nun dört pâre kadırgalarına sâbıka Rüstem Paşa karındaşı
neheng-i lücce-i deryâ Kapudan Sinan Paşa mevsim ile çıkup bi-inâyeti’llâhi
ta’âlâ kuvvet-i kâhire darbet-i şemşîrin gösterüp merdân-ı kâr-zâr ile kırup
geçürüp keşân ber-keşân akdarmaların yedüp Âsitân-ı âsumân-nişânda Tersâne-i
Âmire’ye sancakları ma’kûs gelüp bağlamışlardı. Nice ruzgâr idi ki rûy-ı
deryâdan şerr ü şûrları def’ olmışdı. Ol zamândan berü melâ’in-i hâsirîn
kal’a-i metînlerine istihkâm virmekde ve donanmaların arturmakda olup üsâra-i
Müslimîn mihnet ile âh u enînde kalmışlar idi.
Ve bu
esnâda Bostancı-başı barçası tüccâr u hüccâc ile mâl-â-mâl gelürken ceng-i azîm
ile üşüp aldukları haberi gelüp şâyî’ olmağla mesâ’ib-i Müslimîne giryân
olmaduk kimse kalmadı. Ve ayak-dîvânı olup, vükelâ-i devlet ü saltanat,
vüzerâ-i izâm hazretleriyle kal’a-i Malta müzâkere olur, her biri ile
söyleşilen re’y-i ber-savâb üzre hazret-i Pâdişâh-ı melâ’ik-sipâh hazretleri
sarâya gelüp karâr buyurduklarında Sadrıa’zam Ali Paşa hazretlerine mufassal
tezkire-i hümâyûn gönderüp “Tersâne-i Âmire’ye varup Kapudan Piyâle Paşa ile
eski korsanları ve rü’esâyı getürdüp âlî dîvân eyleyüp, azîm donanma gemileri
tedârükin eylesin” diyü fermân buyurduklarında ve başka bir tezkire-i
şerîfelerin dahî Kapudan Piyâle Paşa hazretlerine gönderüp “Seni Donanma-i
Hümâyûnumla bu def’a yine gazâya göndermeğe niyyet ü azîmetüm mukarrer
ü muhakkardur, fikr ü re’y-i rezîn ile esbâb u âlât-ı mühimmât tedârükinde
bezl-i makdûr eyleyüp müstevfâ barut ve yat u yarak getürmekde
ikdâm u ihtimâmda dakîka fevt itmeyesin, hâzır u
müheyyâ olasın, umarım Allâh ta’âlâ dergâhından a’dâ-i
dîn üzerine gâlib ü zâfir olup asker-i İslâm mansûr u muzaffer olalar” diyü
buyurmışlardı.
Gurre-i
şehr-i recebde penç-şenbîh günü Sadrıa’zam Ali Paşa pür- haşmet ü şevket ile
Tersaneye gelüp, âli dîvân eyledi. Deryâ fenninde fâ’ik, fenar çeker, kadîmî,
mahmiye-i Galata’da ocak-erleri nâmdâr korsanlar ve kurnazlar söz yerinde
cevâhir derc eyleyüp söylediler: “Üç yüz pâreden eksik gemiyle çıkılmamak
gerektür. Ve kal’ayı döğmeye yigirmi ikişer vakıyye atar yigirmi pâre yarak ve
yüz yigirmi pâre kolonborna ve şâhî darbuzen ve beş kıt’a havâ’i top ve yigirmi
bin kantar bârût-ı siyâh ve kırk bin aded yuvalak ve onar bin kazma ve kürek ve
külünk ve elli pâre barça ve top gemileri ve at gemileri ve asker-i İslâma
lâzım olan zâhire, beksimed ve kumanya ve sâ’ir levâzım u mühimmâtda taksîr
olunmayup getürülmek gerekdür, istedüğümüz denlü virün yüklenelüm, zahîreden bunalmayalum, virmek Allâh
ta’âlânundur” didiler “Eskâl ü ahmâl-i ceng ü cidâl ve harb u kıtâl ne denlü
murâd üzre uydurulsa guzât u mücâhidîne ol denlü kuvvet-i kalbdür” diyü
söylediler. Her husûsda dikkat u ihtimâm eyleyüp kusûr itmediler. Ez-în-cânib
gereği gibi mühimmât u âlât u esbâb görilmekde ve Pâdişâh-ı âlem-penâh
hazretleri “Gazâ vü cihâd ecr ü sevâbına tâlib ü râgıb olanlardan ve kapum
kullarından yararlık idüp her kimse ki terakkî ve mertebe isterse varsunlar,
rızâ-yı hümâyûnum vardur” diyü fermân olınmağla Âsitâne-i sa’âdet kullarından
her sınıfdan çok kimse şevk u zevk ile yazılup donanmacı oldılar. Vezîr-i
mukarreb-i kâm-gâr Kızıl Ahmedlü Şemsi Paşa karındaşı Mustafa Paşa-yı nâm-dâr
hazretleri dahî Serdâr-ı asâkir-i mansûre olmak isteyüp bî-tereddüd “Mahall ü
münâsibdür” diyü serdâr ta’yîn buyurılup, inşâe’llâhu ta’âlâ envâ’-ı fütûhât-ı
celîleye mukarîn olup, a’dâ-i dîn makhûr u muhakkar ola. Hemîşe leşker-i İslâm
mansûr u muzaffer olmak içün âmme-i âlem du’âlar ve senâlar eylediler.
Sene-i
merkûme şa’bânınun nevrûz-ı Hârezimşâhî şeref-i âfitâbda serdâr-ı zafer-şi’âr
ile asâkir-i mansûre bâ-şevket ü haşmet müretteb ü müzeyyen südde-i
sa’âdet-medâra gelüp vüzerâ-i
izâm hazretleri cümle
erkân-ı sa’âdet ile ikbâl ü
istikbâl eyledüklerinde vakâr u izzet üzre selâmlayup içerü Pâdişâh-ı
gerdûn-cenâb hazretlerine gitdiler. Eğlenmeyüp hil’ât-ı fâhire ve murassa’
şemşîr-i zerrîn ile çıkup râyât-ı feth-âyât-ı İslâm açılup, debdebe-i tabl ü
nakkâre-i saltanat çalınup, a’yân-ı sa’âdet önine düşüp Emîn İskelesi’ne baştardaya
gelüp vüzerâ-i izâm hazretleri kânûn üzre bile girüp Beşiktaş İskelesi’ne ma’an
gitdiler ve Donanma-yı Hümâyûn gemileri leşker-i merdân-ı kârzâr ile bir
vechile pür-haşmet ü şevket müzeyyen idiler ki halk-ı âlem seyr ü temâşâda
tahsîn ve şâbâşlar okuyup dilâverânun her biri bebr ü peleng-mânend mehâbet ü
salâbet ile pür yat u yarak, sâz u seleblerin geyüp, zîb ü zînet ile
göründiler, ki “Allâhu ta’âlâ yavuz
gözden saklayup niyyetlerin dürüst eyleyüp, şerr işlerin hayra tebdîl
eyleyü-vire” didiler. Allâhümme eyyid ve unsur
du’âların dest-i niyâz ile mele’- i a’lâya çıkardılar. Ve heman ol gün
Beşiktaş’dan lenger koparup, tamâmen çıkup Sarây-ı Âmire Burnı’nda alaylar
bağlayup toplar sekdirüp tâk-ı ayyûka tarrâka koyup âleme velvele saldılar.
Sadrıa’zamn hazretleri çıkmayup Yedi- Kulle’ye dek bile gidüp, umûra müte’allik
meşkûk ü müştebeh maslahat komayup söyleşdiler. Vedâ’ idüp çıkduklarında
dimişlerdi ki “Bizim bengî paşalarımuz Malta kal’asın helvâdan sanup yimek
isterler. Tutumların ve kılınışların kalbüm tutmadı, hâtıruma hoş gelmedi ve
söylemedik söz kalmadı. Anladım ki
nasîhatüm kulaklarına girmedi. Allâh tebârek ve ta’âlâ sonunı hayr eyleye.
Bolay ki perişânlıkların ben görmeyim, yetişeceğim Allâh bilür. Hele göresiz
bunlar nice ser-encâm görecekdür” diyüp vâfir göz yaşları dökmişdi. Ve
Donanma-yı Hümâyûn harcına Hazîne-i Âmire’den mübâlaga mâl virilüp, “Kifâyet
itmez” diyü Serdâr hazretleriyle Kapudan Paşa tekrâr be- tekrâr Hazîne-i
Enderûn’dan akçalar taleb eylediler. Sa’âdetlü Pâdişâh-ı sa’âdet-destgâh
hazretlerinün mübârek hâtır-ı âtırlarına keder ü kelâl gelüp bi’z-zarûre
sözlerin redd itmeyüp Hazîne-i Enderûn’dan kîseler ile altunlar irsâl ü îsâl
buyurmışlar ki “Senün kayın-atan tekrâr hazîne istedüğinde nefsüm darılup
beşeriyyet vâsıtasıyle ağzumdan aceb kelâm sâdır oldı. Anlayamam ki işleri rast
gele. Sonra muhkem peşîmân oldum, ne
fâ’ide, peşîmanlık ıssı itmez. Ceddüm Sultân Mehmed Han’a da ol söz vâki’
olmışdur. Nice idelüm hele göresin”
diyü hikâyet buyurmışlar ve “Ben darbî
söyletdi” dimişler. Fakîr-i hakîrûn
hak semâ’ıdur. Hikâyet eyledüklerinde “Aceb buyurdukları ne ola” didükte beyân
itmedilerdi. Bir nice gün âsâyiş ü ârâmişden sonra dergâh-ı mu’allâ
çavuşlarından Yügrük Abdî Çavuş ki Malta üstüne giden Serdâr-ı bâ-vakâr
Mustafa Paşa hazretlerinün selâm çavuşu idi, Âsitâne-i sa’âdete müjde haberiyle
gelüp ve müstakil, karındaşı Mîrimîrân Şemsî Paşa hazretlerine mektûb ile
göndermişler idi. Vitoş nâm yaylakda ashâb ve ahbâb ile hüsn-i mu’âşeret üzere
ulûm u ma’ârif musâhabetinde iken gelüp vusûl buldı. Ve haber istihbâr
olundukda, “Donanma-yı Hümâyûn ile cezîre-i Malta’ya sıhhat u selâmet üzre
yanaşup iskele urılup, bîmâni’ ü müzâhim çıkılup metrisler kurmağa şurû’
olunup, birkaç günde evvel liman zabt olundı, ba’dehû Sent-Erme (St. Elmo) nâm
mustahkem kal’a döğülüp rûz u şeb
muhkem ceng ü âşûb oldı. Bi’l-âhire ittifâk ile göz karardup bî-sabr u karâr
umûm üzre hucûm idüp yürüyüş oldukda bi-inâyeti’llâhi ta’âlâ kal’a alındı
velâkin nice kal’alar değer, asker-i mansûreden benâmlar şerbet-i şahâdet nûş
eyleyüp müstes’ad oldılar. Cümleden, Trablusgarb Beğlerbeğisi Turgud Paşa ve
Sinan Paşalu Koca-ili Beği süheyl Beğ ve dahi niceler” diyü haber virüp ve
“Şimden girü ihâta olunup toplar kurulmışdı. İnşâe’llâhu ta’âlâ feth ü zafer haberleri
an-karîb mute’âkıben gelecekdür” diyü i’lâm-ı hâl eyledi.
Ve mektûb
okunup hâl u mekâl ma’lûm olduktan sonra Şemsî Paşa hazretleri “Çavuş
Ağa! Yâ karındaşum dahi ne hâl
üzredür” didiler. “Sultânum karındaşunuz bir vechile dilîr ü bahâdır, server
dilâverdür ki kâbil-i vasf u beyân değildür” didi. “Âşikâren top ve tüfeng
atılduğı yerlerde göğsin gerüp turur, hây Sultânım neylersin didiğümüzce
mukadder ise sakınmanun ne fâ’idesi var, mukadder degülse hod ne zarar ider
diyüp kemâl mertebe teveccüh ü tevekküldedür ki şerh olunmaz” diyicek “Siz anun
murâdın anlamamışsız” didi. “Bolayki şehîd olam kurtulam” dimek ister.
Sa’âdetlü Pâdişâhumuzun küçükden rikâb-ı hümâyûnında hâsıl olmış emekdâr u
hidmetkârı, cümleden makbûl sevgilü vezîri iken nesine yarar idi, serdâr olup
gözünden ve gönlinden dûr u mehcûr olmak dimişdi.
Ve bu
esnâda evâhir-i sene 973 zilhiccesinde Malta kal’ası cenginde olan asker-i
İslâma feth müyesser
olmayup, ekâvîl ü rivâyât u hikâyât
muhtelif, mevsim mürûr eyleyüp
zamân az kalmağla, toplar çekdirilüp gemilere alınup göçüp gitmek mukarrer
olmak tedârük olundukda sâbıkâ Cerbe kal’ası fethinde donanmasıyle esîr ü
dest-gîr olan Donaryo (Don Alvaro) nâm la’în, ki Kapudan Piyâle Paşa hazretleri
i’âneti ile bahâsı alınup amâm virilmişdi, bir gice deryâ cânibini, ağyârdan
hâlî fursat düşürüp cezîre-i Malta’nun hilâf semtinde Medîne nâm kal’aya
gemiler ile yanaşup, atlu ve yaya soltat döküp, deryâ muhâfazasında nigehbân
olan Kapudan Paşa gaflet idüp, mukadderât-ı İlâhî olsa gerek, serdâr-ı
âli-mikdâr hazretleri kâfirün geleceğinden haberdâr olup, niyyet-i gazâ, kast-ı
kâfir darbet-i şemşîrin göstermek azîmeti üzre “Asker-i İslâma yoklama vardur”
diyü çok kimseyi kendüziyle cezîrede eğleyüp seherden kuşluk vaktine değin
turup, alayın bağlayup, ceng tedârükinde iken küffâr-ı hâksâr dahi bu tedbîr-i
şecâ’at- şi’ârdan âgâh olup, tersân u lerzân çıkduklarında peşîmân yine
girüsine nigerân kaçmakda hayrân iken leşker-i İslâm içinde olan tâ’ife-i cebân
ve kaltaban “Bire kâfir geldi basdı” diyü feryâd u figâna başlayup ve huzûr-ı
melâ’in ve hâsirîn alayınun karaltısı göründükde asker cengden yüz dönderüp,
kimse ardına bakmayup, serdârı tenhâ koyup, küffâr-ı haksâr dahi alayların
perîşân olduğın görüp, hücûm ile yürüyüp kaçan tâ’ifenün gemilerine yetişince vehmden zehresi çâk olup kaldılar. Ve deryâ
kenârına gelenler dahi gemisin bulmağa kâdir olamayup, canluca gelüp tâkatı
olanlar halâs olup, mâ’adâsın a’dâ-i dîn yetişüp helâk eyleyüp, serdâr-ı
bâ-vakâr hazretleri dahi “Böyle bed-ahd u bîkarâr, firâr eyleyen leşkere levm u
serzenişden ne hâsıl ola” diyüp nâm u nâmûs eksikliği ve hezâr gayret ü âr ile baştardasına girüp hâ’ib ü hâsir avdet
itdüğü muvahhiş haberler gelüp Âsitâne-i sa’âdetde dinildi ve işidildi. Ahâli-i
İslâm ve enâmun hüsrân u hırmânlarına bâ’is oldı.”
EK II - TÂRİH-İ
SELÂNİKÎ’DE İNEBAHTI SAVAŞI
“Âmeden-i ahbâr-ı
düşmen-i dîn ve mülâkât-ı donanma
ve vukû-ı inhizâm bi-emrri’llâhi ta’âlâ.
Sene 979
rebî’ulevvel gurresinde deryâdan ba’zı ümerâ mektûblarıyle haberler gelüp
tahkîk itdilerki Venedik Dojları İspanya la’în ile dostluk üzre ittifâk ü
ittihâd eyleyüp, küllî donanma tedârükine harc-ı mâl-i ferâvân idüp, azîm
cengci cem’ eylemeğe bu def’a deryâ yüzine çıkan ehl-i İslâm donanmasıyle
buluşmağa âyîn-i bâtılaları üzre eymân idüp ahd ü mîsâk eylemişlerdür:
“Cezîre-i Kıbrıs intikâmın aluruz” didiler. Yine diller gönderüp tenbîhât ile
“Gaflet câ’iz değüldür” dimişlerdi.
Hazret-i
Pâdişâh-ı âlem-penâh deryâya giden Serdâr hazretlerine ve Kapudan Paşa cânibine
hatt-ı hümâyûnlarıyle tezkire-i şerîfelerin gönderüp “Elbette Zaklise ve Çuka
adaların urup, asker-i İslâma ganîmet itdüresin. Ve küffâr-ı hâksârun donanması
haberin alup üzerine varasın” diyü tenbîh ü te’kîd buyurmışlar imiş. “Hikmet-i
İlâhî ile zikr olınan cezîrelere uğranup el virdüğince urılıp, Venedik
mukâbelesine varılup, karada olan Serdâr Ahmed Paşa hazretleriyle haberleşüp
mülâkât olundukda ekser cengci gemilerden çıkup ve gemilerin çoğu askerden hâlî
olup ve adalarda toyumluk iden Yeniçeri ve Sipâhî serdârlarına pîşkeşcik çeküp
şefâ’atle, “Sılaya yakın geldüm” diyü icâzetle karaya çıkup ve ol zemânda dahi
tezkire-i Pâdişâhî gelmiş olmayup, donanma dahi deryâda buluşmağa muntazır olduğı
mukarrerdür” diyü haber-i
sahîh alınup ceng muhakkak olıcak
zarûrî zor u zâr
ile kılâ’dan cengci hisâr-eri ve azeb alınup, gemilere ancak bir kat âdem
tedârük idüp sene 979 cumâdelûlâsınun on sekizinci ahad güni cezîreler öninde
kara görünür mahalde Serdâr Pertev Paşa ve Kapudan Ali Paşa ve merhûm Hayreddin
Paşa-oğlı Hasan Paşa ve Cezâyir-i Garb Beğlerbeğisi Uluc Ali Paşa bir yere
gelüp meşveret ü tedbîr eyleyüp, Uluç Ali Paşa “Gelün deryâya çıkalum, kara
görünüyor, adalar arasında ceng olmaz” dimiş. Kapudan Ali Paşa düşmeni hor
görüp, “Kâfir ne kelbdür” diyüp, “Gemilerde cengcü yokdur” didükleri sözi
eslemeyüp, kendüzi mukaddem çekdirüp pür-
yarak bir kâfirün mavunasına çatup,
ceng-i azîm eyleyüp, tüfeng ile şehîd olup ve asker-i İslâm dahi ber-dest çatup
cenge şurû’ eyledüklerinde kara cânibin gözedüp ven cengden ibâ gösterüp, ekser
karaya oturup, içinde olan leşker suya dökilüp Pertev Paşa dahi bu esnâda bir
furkateye girüp, kenâra çıkup ve Uluç Ali Paşa yiğirmi iki pâre Cezâyir
gemileriyle deryâ tarafından çatduğı gemileri alup, mansûr u muzaffer olup ve bu
cânibde karaya oturup leşkeri kaçup sahtullâh cânibine mübtelâ olan tâ’ife-i
hazele hezâr mihnet ü meşakkate giriftâr olup yabanda bulunup halâs olan birkaç
pâre gemiler ile Pertev Paşa İstanbul’a mahzûl münhezim gemisin aldırmış ve
dahi erbâb-ı mesâ’ibün bed-du’âsın alarak evine geldi...
...Ve
bi’l-cümle eğer Pertev Paşa’nun ve eğer Kapudan’un sû-i tedbîrleriyle düşmen-i
dîn bâbında mukâbele vü mukâteleleri sahîfe-i rûzgârda bu vechile sebt
olundı...
...Sultân
Selim Han...Edirne kışlasına teveccüh buyurup... Mahrûsa-i Edirne’ye varılduğı
günde donanmanun haber-i muvahhiş eseri tevâtüren ve te’âkuben gelüp küllî
kelâle sebeb oldı. Gâlibâ inhizâm vâki’ olduğı yevm-i ahadde İstanbul’dan
çıkılmış imiş...
...Ve
Cezâ’ir Beğlerbeğisi Ali Paşa kapudan olmak fermân olunup, “Kimse Uluç dimesün,
Kılıç Ali yazsun” diyü buyuruldı. Kapudanlık müjdesi Re’îs-i Dîvân Feridun
Beğ’e virildi. Ve şehîd olan Kapudan Ali Paşa’nun küffâr elinde esîr ü giriftâr olan oğulları kendü mallarıyle
alınmak fermân olundı. Ve Pertev Paşa ma’zûl-ı ebed buyuruldı. Vâki’ olan
hasâret ü inhizâm sû-i tedbîr ve tema’-ı hâm ile olup kazâ-i mâ-fât içün
müdebbirân-ı umûr-ı memleket yek-dil ü yek-cihet olmakla gazâ-i ekber niyyetine
azîm donanma tedârükine şurû’ emr olundı, fî gurre-i cumâdelâhire...
...Fî sene
979 gurre-i şâ’bânında müşârun-ileyh kapudan olan Kılıç Ali Paşa kırk iki pâre
kadırga ve baştarda ve kaleyte ile mahrûsa-i İstanbul’a gelüp dâhil olduğı hînde toğrı Tersâne-i
Âmireye çıkup, ikdâm-ı
tâm ve
ihtimâm-ı malâ-kelâm ile donanma
gemileri yapdurmak tedârükine başlayup etrâf u eknâfda kadîmden kadırgalar ve
sâ’ir nev’ gemiler yapulı-gelen ocaklarda dörder ve beşer baştardeler ve
kadırgalar ziyâde yapdırılmak içün bezl-i mâl ve sarf-ı makdûr idüp ve dahi
ocak kurdurmak kâbil olan yerlerde ocaklar ihdâs itdirilüp ve vüzerâ-i izâm
hazretlerinün her biri kudretleri yetdükce fî-sebîli’llâh gazâ ve cihâd içün ve
i’ânet-i dîn-i mübîn kasd idüp, dörder ve beşer baştardalar yapdırmak içün agaç
denizünün her cânibinden kerestisi kesilüp indirilmek içün reâyâ-yı memlekete
çavuşlar ve ulaklar ile mü’ekked ahkâm-ı şerîfe gidüp ve memâlik-i mahrûsadan
avârız akçası ve kürekçi ihrâc olunmakda ihtimâmlar olunup, kullar gönderildi.
Bi-inâyeti’llâhi ta’âlâ ve tevfîkıhî gayret-i dîn-i mübîn bâbında dakîka fevt
olunmayup, yüz yiğirimi gün diyince nevrûz-ı hümâyûna dek deryâ yüzine
müceddeden yüz otuz dört pâre kadırga ve baştarda ve mavnalar ki kaluçe kürek
çekdürür tamâmen merdân-ı kâr-zâr ile ve âlât-ı harb ü kıtâl mâl-â-mâl olup,
Yeniçeri ve Bölük-halkı dilâverleri yarar ve güzîde asker ile Donanma-yı
Hümâyûn bu def’â bir vechile haşmet ü şevket tutup, meydâna geldi ki kâr-âzmûde
olan âkil ü kâmiller vasf u beyânda kâsır u lâl oldılar. El-hamdü li’llâhi
ta’âlâ vezîr-i kâm-dâr vâsıtasıyle ve hüsn-i re’y ü tedbîr
ile bir maslahat
görüldi ki a’dâ-i
dîn ü millet hayrân kalup, engüşt ber-dehân eylediler. Allâh subhânehû
ve ta’âlâ eğerçi ehl-i İslâma küffâr-ı hâksâr eliyle gûşmâl eyledi, ma’nâda
terbiye idi. Ke-ennehû asker-i ehl-i îmân u İslâma virdüği kuvvet ü kudreti
ızhâr u i’lân eylemeğe irâdet-i ezeliyyesi ve meşiyyeti ta’alluk eyleyüp, sene
979 ramazânında merhûm Sultân Selîm Han hazretleri mahsûsa-i Edirne’den
İstanbul cânibine azîmet-i hümâyûn itmek üzre olup...”.
EK III - KÜNHÜ’L-AHBÂR’DA İNEBAHTI SAVAŞI
Sekizinci Hâdise-i Garîbe: İki senede vâkı’ olâsı hezîmet ile şâyi’ tonanmalar
husûsıdır ki Cezîre-i Kıbrıs feth olunduğı senede henüz Ser-dâr Mustafa Paşa
Magosa fethine mukayyed idi. Vezîr-i sânî Pertev Paşa tonanma ile varub
Memâlik-i Firengistân tahrîbine ser-leşker ta’yîn olunmuşidi. Sâbıku’z-zikr Ali
Paşa ki Müezzin-zâde şöhretiyle müsemmâdır. Anlar Kapudân ve Cezâyir
Beglerbegiligile zî-şân olub sene-i semân ve
seb’in nevrûzunda ki rûz-ı cum’a idi. Üçyüz pâre kadırga ve mavuna ve
kalyete ile Konstantiniyye limânından çıkıldı. Akdeniz’e çekdürilüb ummâna
varıldıkda ümerâ-i sevâhil
kadırgaları ve levend gemileri
inzimâmı ile dört yüz oldı. Ammâ
ol târîhde Cezâyir-i Garb Beglerbegisi olan Kılıç Ali Paşa ki sene-
i seb’un ve seb’în şevvâlinde Emîr Ahmed Hafsiman’ın elinden Tunus’ı feth idüp
müstakil Beglerbegilik kıldıktan sonra ol şehr-i saferde ki sene-i tis’a ve
tis’în hudûdında dâhildür. Deryâya çıkub Cezîre-i Malta gemileriyle mukâbil ve mukâtil olub hattâ bir kaç pâresin alub
Tunus’a avdet itdükden sonra deryâ
beylerinden nâm-dâr korsân, kehayyâli’l-fursân anılan Kara Hocayı Ser-dâr
Mustafa Paşa cenâbına gönderüb
Tunus fethini ve Malta
gemilerinün ahzini i’lâm itdükden gayri Cezâyir gemileri ile cem’an yigirmi
pâre idi. Gelüb tonanma-i hümâyûna kavuşdı. Ba’dehû ittifâkla Kefelonya
Cezîresini gâret u hasârâta düşürdi. Andan sonra Cezîre-i Kürfüs’e varıldı.
Nice günler muhâsara kılındı. Ve etrâf u cevânibdeki ziyâ ve nevâhîsi ve bağ u
bağçeleri tahrîb olundı. Ba’de-zâlik ba’zı Cezâyire dahi varıldı. Her birinde
ki küffâra gâret u hasâret âteşleri salındı. Ve bi’l-cümle niçe zamânlar rûy-ı
deryâda gezdiler. Küffârın tonanmasında mukâbele vü mukâtele cür’etini fehm
itmediler. Eyyâm-ı şitâda dahi yaklaşdı. Levend gemileri ve etrâf beyleri
Pertev Paşa’dan mürâca’ata icâzet
istedi. Bu tarîkle tefrika ve şıtâb vâkı’ oldı.
Cenkçi de ve kürekçi de nısfından ziyâdesi tagılub tonanma-i hümâyûn az cüzvî
âdemle kaldı. Pes bakıyye-i sefâyin-i nusret-defâyin ki İnebahtı Limanı’na
geldi. Küffâr cânibinden mütâbe’atla kendüyi adû leşkerine bildürmemek ve ol
makûle mahalde haberler alındı ki gemilerini cenkciler ile memlû kılmışlar
deyu her hâl asâkir-i müslimînle mukâbele ve mukâteleyi
mukarrer itmişler. Vaktâ ki ser-dâr
Pertev Paşa ve Kapudan Ali Paşa ve sâyir ümerâ ve melik’i-ümerâ bir yere cem
olub meşveret olundı. Gemilerimizün cenkcisi ve kürekcisi kâmil degüldür.
Pertev Paşa mukâbil olmamak semtini sevk itdi ve hadd-i zâtinde vehhâm ü havt ü
haşyetle ma’lûm-ı havâss olmağın hem muktezâ-yı tab’ına rağbet ve hem iktizâ-i
zamân-ı ri’âyet kast eyledi. Lâkin Ali Paşa celâdet ü celâlet ile engüşt-nümâ
oldıkdan mâ-‘adâ kendüye vârid olan evâmir-i aliyyede ve vüzerâdan gelen mekâtib-i seniyyede elbette ve
elbette küffâr-ı hâk-sâr tonanmasına mukâbil olasın. Hılâfına zâhib olduğın
takdîrce mes’ûl-ı ma’zûl u me’âtib olmanı mukarrer bilesin buyrulmış olmağın
tekâbül ü tekâtül ve tezâvül ü tesâvül semtini mukarrer itdi. Pertev Paşa ise
semt-i evc-i vezâret iken hilkatde ve cür’etde şem’-ı mürde gibi Pertev Paşa ve
Ali Paşa burc-ı devletde necm-i sühâ makûlesi iken mirh-i nur-efzâ gibi envâr-ı
celâlet ü celâdetle pür-nûr ve pür alevv olmağın cidden
muhâlefete kâdir olamadı.
Siz bilürsiz deyu Ali Paşa’nın re’yine mütâbe’at gösterdi. Pes
sene-i mezbûre cemâzi’l-ûlâsının on yedinci güni ki yevmü’l-ihdâ idi. Preveze
mukâbelesinde tonanma-i hümâyûn ve küffâra müte’allik sefâyin-i dalâlet-makrûn birbirine mukâbil
oldı. Rüzgâr onlar tarafına müsâ’id ve dâire-i
ricâlu’llâha nazar kılındıkda onların zahrında vâkı’ ve vârid olmağın tülû’-ı
şemsden vakt-ı gurûba dek kıtâl-ı ekîd ve cidâl-ı şedîdden sonra Kapudan Ali
Paşa maktûl ve ogulları ve niçe beyler esîr ü mahzûl ve yüz toksan pâre ehl-i
İslâm gemileri küffârın ahz u tasarrufına makrûn ve nihâyetsiz âlât-ı ceng ve
edevât tob u tüfeng-a’dâ-i dîn ü devlet kabzalarında mahzûn, husûsâ niçe bin
guzât ü mücâhidin esîr alınub kayd u bend-ile magmûm ü mahzûn husûsâ niçe bin
müslimîn ü müsellemîn maktûl ü mecrûh ve gark-ı hûn bir hasâret-i kıyâmet-eser
vâkı’ oldı ki, mâ-lâ aynün reet ve-lâ-üzünün semi’at ve lâ-hatara alâ-kalbi
beşerin ma’lûm degildür ki dünyâ turalı ve Hazret-i Nûh Nebi sefîneyi îcâd idüp
rûy-i deryâda merâkib ü sefâyin nakl ü hareket ideli ol gûne müsîbet-i uzmâ ve
fetret-i garîbe-i kübrâ vukû bulmış degildir. Meşâyih-i izâmdan birini bu hakîr
ol esnâlarda ziyârete vardım ve gumûm ü teessüfle ol hezîmet-i nâdirei zikr
idüb vâfir yaş dökdüm. Cevâbında “Hazret-i sâni’-i semâvât ü arzın mücerred
hâlıkı müslimîn değildür. Fi’l-hakîka rezzâk-ı
âlemîn idüginde şübhe yokdur” deyu buyurdular.
Ammâ bu hezîmete sebeb-i zâhirî
Kapudan Ali Paşa’nın nâ-mahal cür’eti ve üç fânusla zîb ü zînet-i direng
cihetinden vaz-ı mahsûsla müşârün-ileyh-i bi’l- benân bi’z-zât cenge mübâşereti hattâ çekdürüb a’dânın
cümle kadırgaları ve mavnaları mâ-beynine girüb hoyrâd
bahâdırlığıyla nehzatı evvelâ kendünün katl ü hasâretine, sâniyen Tonanma-i
Hümâyûnın hezîmet-i hasâretine bâdî düşmişdür. Fi-nefsi’l-emr ser-dâr olanlara
esnâ-i ma’rekede miyândan kenârı râcihdür. (Husûsâ ki, el-harbü hud’âtün
fehvâsına mütâbe’atla kendüyi adû leşkerine bildürmemek ve ol makûle mahalde)
üç fânûsun birisi ile iktifâ idüb ayn-ı a’dâya girmemek münâsib idügi vâzıhdır.
Fe-emmâ bir azîzden menkûl ve esahh rivâyetle mervî ve makbûldür ki tonanma-yı
hümâyûn ol senede rûy-ı deryâya
mukaddemce makrûn olmağın kürekçiler nâ-tamâm iken çıkdı ve Gelibolıya ve sâyir
kenâr-ı deryâda vâkı’ kasabâta gelindikce erbâb-ı hirefden kendü kârına, kimi
müslim ve kimi kâfir-i mahzûl niçe fakîr-i zarîr-i nâ-ma’kûl cebren tutılurdı.
Mücrimler gibi kürek hizmetine koşılub kaçmasunlar deyu ayaklarına kadana
urılub ba’zı fukarâ-yı belâ-yı nâ-gehânî gibi kapmışlar. Evine varmağa ve
tedârükin görmege koyuvirmeyüb anbarlara
kapamışlar. Anlar mahbûs-ı giryân, ehl-i iyâlları fakr u fâka ile ser- gerdân
rûzân ü şebân işleri Cenâb-ı vâcibe tazarru’-ı bî-kerân ve nefrîn ü bed-du’âya
müte’allik nâle vü figân olmakda iken, hiç olur mıydı ki tonanma-i hümâyûna
fursat u nusret müyesser olaydı ve bunca göz yaşları deryâya karışub Tûfân-ı
Nûh beliyyâtını âfâka zâhir ü nümâyân itmeye idi. El-kıssa tonanma sındı.
Gemiler alındı. Kapudân Kadırgasının fânûsları meksûr ve sancakları ser-nigûn,
dîb ü Frengistâna gönderilüb leb-i deryâdaki ma’berler ve kasabalarında
gezdürildi. Pertev Paşa Kapudân-ı engüşt-nümâ olmaduğı berekâta binâ’en
bilinmeyüb halkı ile kenâra dökildi.
Bin belâ ile sâhil-i necâta yol buldı. Âmme-i müslimîn ve
kâffe-i mücâhidîn ve vüzerâ-, izâm-i celâlet- karîn magmûm ü endûh-gîn oldılar.
Fe-sübhâne’llâhi’l-Kâdir’l-Hakîm. “İnne zelzelete’s-sâ’ati şey’ün azîm” deyu
istigrâb u ta’accübinden hâlî olmadılar. Pes vekîl-i celîl Muhammed
Paşa-yı Tavîl var kuvveti
bâzûya getürdi. Pes altı
ayın içinde iki yüz pâre kadırga ve mavna tedârükin gördi. Hâlâ ki ne ekâbir ü
mâldârlara gemi yaptırıldı ne teklîf olındı. Ve ne hizâne-i âmirede akça
kılleti çekildi. Ve bunca tob u tüfeng âlât-ı neberd ü ceng ki alınmışidi. Kemâ fi’l-
evvel bel-etemme ve ekmel hüsn-i tedârikle
tekmîl kılındı. Fe-emmâ
Cezâyir-i Garb Beglerbegisi Uluç Ali Paşa, Cezâyir gemilerine reh-nûmâ
ve cümlesi yek-dil u yek-cihet ve bi-pervâ birbirine kafâ-dâr olmağın anlardan
bir gemi alınmadı. Cümlesi kapudânlarını der-miyân idüp her kenârdan tedârükle
cengle meşgûl oldı. Ve küffârın niçe gemilerin aldıkdan sonra yine baş
kurtardı. Bu Hidmeti ve hüsn-i tedbîr ve şecâ’ati mukâbelesinde kendüye
kapudanlık virildi. Ve Uluç lakâbı Kılıç lafzına tebdîl kılınub her kes Kılıç
Paşa söylemege ve ana yazılan evâmir-i aliyyede dahi ol elkâba ri’âyet olunmak
buyruldı. Ammâ evâil-i hucûm u peygâr ve mukaddemâ(t-ı işti’âl-ı) âteş-i harb-i kâr-zârda ehl-i İslâm gemileri
gâlib ve küffâr-ı füccâr sefâyini maglûb-ı şekl olub ba’zı gemilerimiz birer
ikişer gemi söyündürmüşler iken rûzgârın zâhiren ve bâtınen anlar tarafına
müsâ’adesi (ve Kapudân Ali Paşa’nın gemisinin azâmet ü celâdetle ortaya atılub
miyân-ı mübâ’adesi) âhır-kâr hezîmetle târ u mâr (olmalarına) sebeb oldı. Ve
kenâra dökilen sipâh u mellâhân-ı bî-günâh kat’-ı siyâset ve bevâdî ile
nâ-suvâr u piyâde, zâd ü zevâdeleri derd ü gam ve sirişk-i dem (be) dem
tarîkında amâde bin belâyla şehirlü şehrine vusûl buldı. Ve sene-i semânînde ki
(980 H./1572 M.) saferde pây-ı taht limânından çıkub Avarna mukâbilindeki
gemilere mukâbil olan tonanma-i hümâyûn ki yüz elli pâre sefâyin-i nusret-karîn
idi. Egerçi ki mukâbil olındı. Lâkin
tekâdüm ü tehâcüme tarafeynden cür’et olınmayub küffâr-ı liâm geçen sene
itdükleri igtinâm behresiyle iktifâ itdiler. Ve dilirân-ı ehl-i İslâm sene-i
sâbıkdaki hezîmet-i uzmâyı hâtıra itdükçe kulûb-ı mergûb-ı pür-hirâslarında
ahz-ı intikâmda çokluk cür’et müşâhede itmediler. Husûsâ ki Kapudân-ı zî-şân
dahi korkıtmış sınugından halâs olmış, askerine ceng u cidâla cür’eti müşkil
bilinmegin ol mıkdâr arz-ı kudret ve salâbeti evlâ gördi. Elbette mukâbil ü
mukâtil olurın deyu sâbıkdaki Ali Paşa gibi gaflet ü sefâhete rızâ göstermedi. Ve ol şeb küffâr-ı hâk-sâr firâr
ihtiyâr idüb asâkir-i İslâmın havf u haşyetleri zümre-i melâ’ini târ ü mâr
kıldı.
EK IV - PEÇEVÎ
TÂRİHİ’NDE MALTA MUHÂSARASI
Yıl 969
(1562). O sırada Derya kapudanı olan Piyale Oaşa ile serdarlığa atanan
Kızılahmetli Şems Paşa’nın ağabeyisi Mustafa Paşa, kadırga, kalite, barça ve
baştardadan oluşan üç yüz gemi ile ve Rumeli, Anadolu ve Karaman timarlarından çok sayıda tecrübeli yiğitlerle, yeniçeri,
cebeci ve topçudan binlerce tüfenkendaz ile Malta’ya doğru yelken açtılar.
Güler yüzlü ve şakacı olan zamanın sadrâzamı Semiz Ali Paşa, öteki vezirlerle
birlikte, geleneğe uygun olarak Kaptanpaşa’nın baştardasına binip donanmayı uğurladılar.
Ayrıldıktan
sonra Ali Paşa, öteki vezirlere şaka yollu “İkisi de keyiflerine düşkün
kimseler diye bilinir; iki kafadarı adalar seyrine gönderdik, herhalde bereş ve kahve ile gemileri doludur.
Bilmem ne hizmet
görürler, hele bereş
ve kahve ile iyice sefa sürerler” diyerek ikisinin de kalpleri temiz
olmadığına işaret ederek bir çeşit uğursuzluk haberini verdi.
O sırada
Turgutça Paşa, Tarabulusgarp Beylerbeyi idi. “Malta adasının her bakımdan
durumunu, kalesinin dövülerek noktalarını ve metrisler kurulacak yerlerini
herkesten daha iyi o bilir, sakın onun düşüncelerine karşı çıkmayın” diye
padişah tarafından tembih edilmişti. Fakat bunlar Malta’ya vardıkları zaman
Turgutça Paşa, Tarabulus donanmasını henüz tamamlayamamıştı ve bu sebeple
Malta’ya beraber gidemedi. Kaptanpaşa ile
serdar da onu bir kaç gün beklemediler. “Malta’yı kuşatmak için onu bekleyelim,
ama Malta’ya hakim ve sağlam bir burç olan St. Reme Kalesi’ni gayret edip ele
geçirelim, o zamana kadar Turgutça da gelir ve ondan sonra hep beraber Malta’ya
yükleniriz” diye kararlaştırdılar. Böylece metrisler kurup St. Reme’ye sıkıca
sarıldılar.
Ama adı
geçen kale sağlamlık bakımından hiç de Malta’dan aşağı kalmıyordu. Yedi gün
sonra Turgutça geldiği zaman, St. Reme’ye yapıştıklarına çok üzüldü. “St.
Reme’nin alınması bize ne yarar sağlar, on St.
Reme daha inşa etseniz Malta
alınmadıkça adanın zaptı mümkün değildir” diye çok yandı yakındı. Bununla
beraber Turgutça’nın da yardımı ile on yedinci günü St. Reme fetolundu. Fakat
neye yarar, seçkin askerler yaralanmış, çok kimseler şehit olmuştur. Kısacası,
kılıca gelen askerin kılağısı bozulmuştu. Turgutça Paşa’nın da beli incinmişti.
St. Reme fethinde savaş araç ve gereçleri ile yiyeceğin de çoğu harcanmıştı.
Böyle
olmakla birlikte sonunda yine Malta üzerine yüklendiler ve metrisler kurup
kaleyi dövmeye başladılar. Fakat fethi, zamanını bekliyormuş ve o sırada nasip
değilmiş ki, birtakım engeller ortaya çıkmaya başladı. Turgutça Paşa top
serpintisinden yaralandı. Kimi kimseler bu serpintinin düşman toplarından,
kimileri ise bizim toplarımızdan geldiğini söylerler. Her nereden olursa olsun,
sonucunda Turgutça Paşa aldığı yaralardan şehitlik şerbetini içerek bu gurur
dünyasını unuttu. Yüce Tanrı’nın rahmeti üzerine olsun.
Serdar,
herhalde bir iş görülmelidir düşüncesiyle askere yüreklendirici diller dökerek
vaatlerde, ikram ve ihsanlarda bulundu; maaşlarını artırdı. Fakat Turgutça
Paşa’ya denk bir tecrübeli savaşçı olan Kaptanpaşa tarafına hiç önem vermedi;
onun kolunda görev yapan gazilerle donanmadaki leventlere hiçbir ihsanda
bulunmadı. Kaptanpaşa da bu tutumu pek önemsemedi ve serdarı pek sayıp
dinlemedi. Böylece aralarına soğukluk girdi
ve en sonunda kaleyi almaktan vazgeçtiler; başarısızlıkla ve büyük kayıplara
uğramış olarak İstanbul’a döndüler.
İstanbul’da
birbirini suçladılar. Kaptanpaşa top atıldıkça “serdar öğle uykucuğundadır, top
atılmasın” diye topçulara tembih ettirdi. Donanma halkı “böyle tembihli olan
topçu ne yapsın, İslâm askeri ne kadar dikkat gösterip çaba harcasın” diyerek
suçu serdara yüklediler. Yok yere bu kadar mal ve para harcandı, bu kadar gazi
canlarını yitirdi. Böyle yüz kızartıcı bir durumda İstanbul’a geldikleri zaman,
bu suçundan dolayı serdarın vezirliği üzerinden alındı.
EK V - PEÇEVÎ
TÂRİHİ’NDE İNEBAHTI SAVAŞI
Osmanlı Donanmasının Bozguna
Uğraması
17 Cemâziyelevvel 979 Osmanlı
donanması Kıbrıs’tan dönüp devlet tersânesinde savaş gereçleri tamamlanmakta
iken Uluç Ali Paşa da kendine has yirmi parça çektiri gemisiyle gelip tersâneye
girdi. Eşsiz vezîr Mustafa Paşa, İslâm askerinin başında henüz Magosa Kalesinin
fethiyle uğraştığından, olmaya kâfir donanması bizden daha önce davranıp orada
olan askerimiz üzerine gelir düşüncesiyle, Osmanlı donanmasının bir gün önce
Kıbrıs’a gönderilmesine çalıştı. İkinci Vezîr Pertev Paşa serdârlığa atandı ve “Müezzinzâde” diye ün kazanan
Kapudan Ali Paşa ile Uluç Ali Paşa da yanına verildi.
Aynı yıl safer ayının başına
rastlayan Cuma ve nevruz günü üç yüzden fazla gemi ile İstanbul limanından
hareket etti. Taşrada bulunan ümera gemileri ve levent kayıtlarının da
katılması ile donanma gemilerinin sayısı dört yüzü aşarak varılmak istenen yere
doğru yelken açıldı. Lakin bu yıl donanma her zamankinden daha erken harekete
geçirildiğinden, kürekçi ve savaşçıları eksik kalmıştı. Bununla birlikte hepsi
Kıbrıs’a vardı ve oradaki orduya gerekli yardımı yaptılar. Sonra denizleri
gözetlemek ve korumak üzere düşman adaları yönüne doğru yollandılar. Kefalonya
adasına asker çıkarılıp
yağma ve talan edildi. Kimi
başka adalara levent gemileri gönderilip bir miktar ganimet alındı. Oradan
Korfu ve Preveze Limanı’na gelindi. Sonunda dönüp İnebahtı Limanı’na demir
salındı.
Düşmanın
donanmasını hazırladığı ve İslâm donanması üzerine gelmekte bulunduğu
haberi burada alındı.
Bunun üzerine komutanlar toplanıp ne yapılması gerektiğini söyleştiler. Kuruntulu bir
yaradılışta olan Pertev Paşa, tüm ihtimalleri hesaba katarak; adının kötüye
çıkmasından dikkatle kaçındı ve şöyle konuştu: “Savaşçı ve kürekçilerimiz
eksiktir diye her zaman sızlanır durursunuz; özellikle bu kıyı boylarındaki
sancakların timarlı askerlerinin birer bahane ile izin alarak gittikleri
anlaşılmıştır. Her bakımdan
donanmamızda eksiklik olduğu
gerçektir. Bu durumda İnebahtı Limanı’nda kalmamız ve eğer kâfir üzerimize gelirse savaşmamız
yerinde olur.” Kapudan Paşa ise “Elbette ki Müslümanlık
gayreti ile cihan padişahının namus ve şerefi bu yolda bir tutumu gerektirmez.
Diyelim ki her gemide beşer, onar adam eksiktir –ki bu apaçıktır- ama unutulur
ki, eğer yüce Tanrı isterse, bu yüzden bize bir zarar gelmez.” Diyerek düşmana
karşı çıkmanın daha doğru olacağı düşüncesini ileri sürdü. Uluç Paşa da savaşa
atılmayı, hele kâfirler üzerine yürümeyi uygun bulmadı. Fakat Kapudan Paşa
“bana İstanbul’dan üst üste gelen buyruklarda pek çok tehditlerle karşılaştım,
ben değil, mevkiimden başımdan korkarım” diye ısrar edince, öteki komutanlar
karşı çıkmadılar. Sonunda düşman üzerine gitmeye karar verildi.
Karardan
sonra Uluç Paşa deniz yanının Osmanlı donanması tarafından tutulması gereğini
ileri sürdü. Kapudan Paşa ise kıyı yanının tutulmasının daha doğru olacağı
görüşünde direndi. Bu mesele üzerinde çetin
ve inatçı tartışmalar oldu. Sonunda Uluç sakalını tuttu ve yoldu. “Hani
Hayrettin Paşa ile ve Turgut Reis ile savaş görenler, niçin söylemiyorlar, top
yarası alan bir geminin batmak ihtimali yüzünden karaya doğru gitmesi gerekir,
bu ise ötekilerin bozguna uğramasına yol aöar” diye feryat etti ise de
dinletemedi. Böylece bizi donanmamız kıyıdan ve kâfir donanması denizden olmak
üzere karşı karşıya geldiler.
Kapudan
Paşa hemen hoyrat bahadırlığını göstererek ilk hamlede düşman gemileri
üzerine atıldı. Kâfir
de gelen geminin
üç fanuslu olmasından Kapudan gemisi olduğunu tanıdı
ve donanmasının çoğunu onun üzerine sürdü. O anda Kapudan paşanın kendisi şehit
ve oğulları baştarde ile esir düştüler. Öteki teknelerdeki asker ve gemiciler
karaya döküldüler. Pertev Paşa da karaya çıktı ve yaya olarak dağlara düşüp
türlü sıkıntı ve tehlikelerden sonra canını kurtarabildi.
Bu fakir,
bu savaşın yapıldığı yeri gördüm. İnebahtı’nın aiağısında Karlıili sancağında denizi sığ olan bir yerde,
padişah haslarından Anatoikoz
adını taşıyan büyük bir köyün alt
yanında, yeni Karlıili sancağına bağlı Ergili Kasrı denen ufak bir kasabanın
karşısındadır ve sarp, kayalık bir dağın dibinde bulunmaktadır. Kurtulanlar o
dağa sığınabilenler olmuştur.
Uluç Paşa
ise, kendine ait yirmi parça gemiyi toparlayıp yeni bir düzene girdi ve
düşmanın sol kanadına düştü, Osmanlı donanmasının sağ yanından üzerine gelen
kâfir gemileri ile savaşarak birkaçını yaraladı ve birçok kâfir öldürdü. Kendi
gemilerine de düşmanın bir, iki topu dokundu. Sonunda düşman yönünden esen rüzgâr kendisi
için elverişli olduğundan sağ salim kurtuldu. Düşmandan bir, iki gemi almasına karşılık
kendisi hiçbir kayba uğramadan İstanbul’a geldi.
Kaptanlığa getirilerek Uluç adının Kılıç’a çevrilmesine ferman buyuruldu. Hatta
kendisine yazılan buyruklara da Kılıç sözcüğü kaydedildi.
Böyle
uğursuz bir savaş, değil bir İslâm devletinde, Hz. Nuh Peygamber gemi icat
edeli beri dünya denizlerinde bile görülmüş değildir. Yüz doksan parça gemi din düşmanlarının eline geçti. Top, tüfek
ile daha başka savaş araç ve gereçleri, forsa kürekçileri ve İslâm savaşçıları
gibi uğranılan başka kayıplar da bununla orantılı idi. Gemilerin her birinde en
az üç yüz adam bulunurdu. Buna göre hesap edilse yitirilen insan sayısı yirmi
bini bulur.
O sırada
padişah hazretleri –yüce Allah onu yüceltsin ve yardımcısı olsun- Edirne’de
bulunuyordu. Olayı duyunca hemen İstanbul’a döndü ve yeni savaş gemileri yapılması çabalarını hızlandırdı. Tersâne
yakınında bulunan saray bahçesinin bir parçasını ayırarak sekiz gemi
yapılabilecek genişlikte bir tersâne meydana getirildi. Anlatıldığına göre
Kapudan Kılıç Ali Paşa her zaman sadrâzam Mehmet Paşa’ya “tekne yapmak imkânı
vardır, ama sözgelişi iki yüz gemi için beş, altı yüz demir ve buna göre
eshâb-ı sefîne denen aletler, yani
halat, ip ve her gemiye yelken gibi donatım takımları tamamlamak imkânı yoktur”
dermiş. Rahmetli Mehmet Paşa da şöyle karşılık verirmiş:
“Paşa hazretleri, sen henüz bu Osmanlı devletini
tanımamışsın! Allah aşkına şuna
inan: Bu devlet öyle bir devlettir ki, isterse bütün donanmanın demirlerini
gümüşten, halatlarını ibrişimden ve yelkenlerini
atlastan yapmakta güçlük çekmez. Herhangi bir geminin gerekli alet ve
yelkenlerinin yetiştirmezsem, dediğim biçimde benden al.” Bunun üzerine Ali
Paşa kalkıp sadâzamın elini öpmüş ve “kesin olarak inandım ki, bu donanmayı
siz tamamlarsınız” demiş. Gerçekten
de iki yüzü aşkın kadırga ve baştarde
Nevruz’dan önce hazırlandı, tümünün araç ve gereçleri, kürekçisi ve savaşçısı, bunca top ve
tüfek, bütün savaş silahları ve aletleri eksiksiz tamamlandıktan sonra tam
zamanında mükemmel bir donanma meydana getirip Akdeniz’e çıkardılar. Hiç
kimseden ne bir gemi, ne de bir akçe ve yardım aldılar.
Kâfirler
ise bütün bunların beş, altı ayda meydana getirilmesine imkân bulunmadığı,
tekneler yapılabilse bile bunları kullanacak adam bulunmayacağı fikrinde
idiler. Ama yine mükemmel bir Osmanlı donanması denize açıldığını görünce
hayran oldular ve hayretten şaşa kaldılar. “Hâlâ bunlar o budundur ki, bir anda
bu kadar gemi kaydı verdiler ve aradan altı ay geçmeden eskisi gibi, belki
ondan da öte dört başı mamur bir donanma yerine
koydular” derlermiş
EK VI - HASAN BEYZÂDE TÂRİHİ’NDE İNEBAHTI SAVAŞI
Zikr-i
İnhizâm-ı Donanma-yı hümâyûn ve şehîd geşten-i Kapudan Ali Paşa
Târih-i
Hicret’ün tokuzyüz yetmiştokuz sâl-i acîbü’l-ahvâlinde, Cezîr-i sânî Pertev
Paşa, serdâr-ı seriyye-i İslâm ve sipehsâlâr-ı cünûd-ı zafer-i’lâm olup, ikiyüz
elli pâre kadırga
ile Kapudan-ı erkân olan Ali Paşa, (bile, koşılup,)
deryâya çıkarılup, (sevâhilde olan) memâlik-i küffârı gârete ve (sefâ’in-i
füccârı buldukları limunlarda,) emvâl ü erzâklarını hasârete gönderilmiş idi.
Mûmâ-ileyh Kapudanun deryâ ilminde vukûfı olmaduğından kat’-ı nazar, Serdâr-ı
asker-i cerrâr olan Pertev Paşa-yı saffârâyun dahı umûr-ı harb u kıtâlde,
kemâl-i mertebe, ihmâli ve korsanlar re’y ü ilkâsına adem-i imtisâli olmağın,
(rûy-ı deryâda, bir mıkdâr zamân-ı bî-hûde, deverân itdükden sonra,)
Mora-kal’ası mukâbelesinde, Venedik (ve İspanya) keferesinün bî- kem ü kâst,
üçyüz pâre kadırgalarına rast gelinüp, (zarûrî,) kıtâle mübâşeret itdüklerinde,
sefâ’in-i ehl-i İslâmda olan zu’amâ ve erbâb-ı
tîmâra mukaddem, icâzet virilmiş
olup, kadırgalarun ekseri askerle mâlî olmayup, âlât-ı harb u kıtâlden ve
guzâtdan hâlî bulınmağla, asker-i İslâma küffâr-ı li’âmdan kesr ü inhizâm târî
ve cümle-i Donanma’ya sârî olup, Kapudan Ali Paşa, şehîd ve Serdâr Pertev Paşa,
kadırgasiyle Donanma içinden kaçup, nâ-pedîd olup, sâ’ir-i sefâ’in dahı,
perîşân ve ekseri, deryâyı ummânda, bî-nâm u nişân olup; ancak içlerinden Cezâyir
beylerbeyisi olan Kılıc Ali Paşa, otuz, kırk pâre, sefâ’in-i Cezâyir ile halâs
ve ba’zı mîrî kadırgalar dahı, anlara mülhak olmağla, semt-i rehâ vü menâs
bulup, dârü’l-İslâma ve sevâhil-i tahtgâh-ı Pâdişâh-ı enâma gelmişdür. Zikr
olan Donanma seferine “Sıngun- donanması” diyü nâm konılup, beyne’l-havâss ve’l
avâm, iştihâr-ı tâmm bulmışdur. (Serdâr nâmına olan Pertev Paşa, beyne’l-enâm,
müftazıh u bed- nâm olup, taraf-ı Pâdişâh-ı İslâmdan te’bîd-i azl ile rüsvâ-yı
âmm kılınup, ömri âhır olınca,
mesned-i vezârete vaz’-ı akdâm itmek müyesser olmamışdur.
Ve
Kapudanlık, Kılıc Ali Paşa’ya tevcîh olınup,) gerçi adû-yı dînden intikâm almak
kasdı ile sene-i âtiye olan âm-ı nusret-fercâm donanmasına cell-i himmet-i
Pâdişâh-ı İslâm, masrûf olup, Vezîr-i a’zâm Mehemmed Paşa’nun ikdâmı ve
Kapudan-ı cedîd Kılıc Ali Paşa’nun ihtimâm-ı mâ-lâ- kelâmı ile ol kış, bî-işret
ü ayş ve dağdağa vü teşvîş, (etrâf u eknâfdan kârâste ve sâ’ir-i mühimmât u
levâzımı getürdüp, müceddeden, sefâ’in-i zafer-karâ’in binâsına) bezl-i gayret
idüp ve giceyi gündüze katup, (a’dâ-yı dîn
ü devlet, muhâl add iderler iken,) evvel-bahâr-ı ferhunde-âsâra değin,
tersânelerde, ikiyüz elli pâre kadırga (ve ana göre mavna ve sâ’ir-i keştîleri)
binâ itdürüp, (Kapudan-ı cedîd Kılıc Ali Paşa ile) cânib-i deryâya gönderdiler;
hattâ Vezîr-i a’zâm mezbûr, “Lâzım gelürse, her kadırganun resenlerini
ibrişimden ve tente vü yelkenlerini atlas u dîbâdan iderin” diyü kelimât idüp,
a’dâ-i dîne kuvvet ü kudret gösterdiler (ve her kadırgayı gerek, esbâb-ı kıtâl
ve gerek, asker-i zafer-nevâl ile bir vechile, memlû vü mükemmel eylediler ki,
her kadırga, bir hisâra ve her mavna, bir kûhsâra döndi;) lâkin melâ’in-i
hâsirîn, havfa karîn düşüp, Donanma-yı mislimîn’den gürîzân ve deryâda nâ-
ma’lûm semtlere revân olup, üstlerine varılup, mukâbele ve ahz-ı intikâm içün,
mukâtele müyesser olmayup; ancak deryâ yüzini muhâfaza ve Memâlik-i İslâmiyye’ye zarar def’ini
hıdmet mülâhaza idüp, deryâ zamânı mürûr idince, ataları ve cezîreleri devr
idüp, fasl-ı şitâ’ irişdükde, Halîc-i İstanbul’a vusûl ve Tersâne-i âmire önüne
duhûl eylediler.
Sâl-i
âyende içre, bu tedârük, pâyende olmayup, Fırance vesâtatı ile Venediklü, dostluğa
tâlib ve sulha
râgıb olup, ilçileri
hedâyâ’-i kesîre ile gelüp,
Pâdişâh-ı âlî-şândan istîmân eylemeğin, musâlaha ve terk-i mükâfaha olınmışdur
ve tarafeynden ahid-nâmeler yazılup, ile’l-ân, Venediklü olan ehl-i tuğyân,
dostlık da’vâsın nümâyân iderler; lâkin tebdîl-i alâ’im idüp, yine, deryâda,
sefâ’in-i ehl-i İslâma ta’arruza âzim ve fursat buldukda, Donanma-yı
Osmâniyân’ı hazîm olmakdan hâlî degüllerdür.
EK VII - TUHFETÜ’L-KİBÂR’DA MALTA MUHÂSARASI
Malta Seferi ve Turgut Paşa’nın
Şehit Olması
Dokuz yüz
altmış sekizde (1560/61) adı geçen Paşa donanma-yı hümayunla korumaya çıkup
geldikte Malta seferi içün gemiler hazırlanması buyuruldu. Dördüncü vezir
Kızılahmetlü Mustafa Paşa serdar oldu.
Dokuz yüz
yetmiş iki şabanı sonlarında (Mart 1565 sonları) Anadolu ve Rumeli askeri ve
yüz elli parça kadırga ve kalitesi olan donanma-yı hümayunla Kapudan
Piyale Paşa Akdeniz’e
salup şevvalin on dördüncü günü (15 Mayıs 1565) Avarin Limanı’ndan
kalkarak Malta’ya doğru yöneldiler.
Üç gün
enginde gidüp dördüncü günü Malta Adası’nın batı yanına demir attılar. Ertesi
gün Marsaşolok Limanı’na girüp danışık olunduktan sonra bu limanın iki yanına
tabur çevrildi. Toplar ve biraz yarar tüfekçi konup korunması işi bütünledi.
Sonra bu ayın yirmibirinci günü (22 Mayıs) yıldızlar sayısınca asker çadırıyla
bu adaya çıktı, hisar yakınında Bey Bahçesi diye bilinen bahçeden akan su
üzerine vardıklarında yedi sekiz yüz kadar gök demürlü atlu kâfirler sayısız
piyade çıkup İslam askeriyle karşılaştılar. Bir iki saat savaştan sonra kâfirler
bozulup çok kâfir kırıldı. Kılıç artıkları hisara kaçtı. O gece söylediğimiz
gönül açıcı Bahçe Suyu üzerinde kalındı.
Santarma
Burcunun Kuşatılması: Ordunun ileri gelenlerinin düşüncesiyle limanı korumak içün yapılan Santarma Burcu’nun
fethi önemli görülüp ertesi gün yirmi dört parça topla dört yerden dövülüp her
iki üç günde bir büyük yürüyüşler oldu. Sonunda o yılın zilkadesinin yirmi
dördüncü gününde (28 Haziran 1565) Müslüman gazileri tekbir getirüp yürüdüler.
Tanrı’nın yardımıyla girdiler ve içinde bulunan kâfirlerden bin kadar kötünün
kötüsü, parlak kılıcın lokması oldu.
Turgut
Paşa’nın Şehit Olması: Tanrı’nın rahmeti üzerine olsun. Bundan önce kuşatmanın yedinci gününde Turgut Paşa, Tarabulusgarp’tan on üç
parça kadırgayla gelüp yarar
adamlarıyla bu burcun kuşatılmasına çalışub dürişürken başına top serpindisi
dokunup ağzından, burnundan, kulaklarından kan gelmişti. Dört gün dört gece kendini
bilmeden yatup beşinci günde –ki bu kalenin
fethedildiği gündür- çin sabah vaktinde
göçüp kendisinin beş parça
kadırgasıyla cenazesi Tarabulus’a götürülerek orada gömüldü.
Santarma
Hisarı’nın Kuşatılması: Bundan sonra, bu ayın yirmi altıncı günü (25 Haziran)
bu burcun yakın yerlerine metrisler ve tabyalar kurulup içine yarar tüfekçiler
girdi. Ve o burçtan hisar hendeği dileğince korunup elde tutulmuştu. Bu hendek
çok derin olup doldurulması kolay olmadığından bir elverişli yerinden yarılup
iki top kuruldu. Hisar duvarını temelinden dövüp adam saklanacak kadar açıldıktan
sonra içine nakkablar girüp istedikleri gibi söktüler. Ve on tane kadırga
sereni getirüp hendek üzerine köprü kurulan yerin üzerini toplarla dövüp gedik
açtılar ve kimi mümkün olan yerlerden yürüyüş içün merdivenler konulup
zilhiccenin on yedinci günü (16 Temmuz 1565) İslam askeri köprüden ve
merdivenlerden yürüyüş ettiler. Kovakuşluktan ikindiye değin büyük vuruş ve
kırış olup iki taraftan çok adam düştü. Sonunda o taraftan zafer mümkün olmayup
İslam askeri çekildiler.
Sonra kara
tarafından sekiz yerden otuz pare top kurup metrise girdiler. Bir nice yerden
hendekler yarılup toplarla gedikler açıldı. Gece gündüz dürişilüp o ayın yirmi
üçüncü günü (23 Temmuz 1565) gaziler yine yürüyüş ettiler. O gün de akşama dek
savaş ve uğraş olup denizde yüz parça kadırga Malta Hisarı’ndan gelen yardım
yolunu kestiğinden içinde olan kâfirler zabun olduktan sonra Santarma Hisarı
alındı. Kuleleri ve surları üzerine İslam bayrakları dikildi. Kırılandan başka bin dört yüz kâfir
tutsak zincire vurulup
ulu Tanrı’nın yardımıyla bu kale halkı bütün yöresi ve çevresiyle ele
geçti, bundan sonra asıl Malta
kuşatmasına dürişildi.
İslam
gazileri buna çalışup metrise girdiler. Lakin deniz zamanı geçmeye
yakın olduğundan zahire
azlığından İslam askeri
sıkıldılar ve kaleye çevreden donanma ve zahire
gelmekteydi, hisar berk olduğu gibi durmadan
yardım geldiğinden ötürü yakın
zamanlarda ele geçirilemeyeceği bilindi. Söz birliğiyle vazgeçmek yeğ görüldü.
Bu ada köyleri yakılup yıkılarak ve yağma edilerek kalkup Rûm tarafına
döndüler. Sağ esen ve doyum olmuş olarak gelüp Tersâne-i Âmire’ye girdiler.
Kimi
tarihte yazılıdır ki Turgut Paşa, Malta Adası’nın her halini çok iyi bilir tanır, metris yerlerini ve
kuşatmanın kolayını bilir, sakın onun dediğine aykırı gidilmeye, diye âlemin
sığınağı olan padişah sıkı sıkı ısmarlamıştı. Donanma-yı hümayun Malta’ya
vardıkta Turgut Paşa daha donanmasını tamamlayup henüz gelmemişti. Serdar ve
adı geçen kapudan, Turgut Paşa gelinceye kadar bir maslahat görelim, diye Malta
Hisarı’na yapışmayı onun düşüncesine bıraktılar. Santarma Burcu, Malta
Hisarı’na havaledir, önceden alınması gerektir, o zamana dek Turgutça da gelir,
sonra Malta’ya yapışmak kolay olur, dediler. Bu burç da berklikte Malta
benzeriydi.
Yedi günden
sonra Turgutça gelüp Santarma’ya yapıştıklarında üzüldü. “Santarma fethinin
yararı nedir? On Santarma yapılsa Malta Hisarı alınmayınca bunları elde tutmak
mümkün müdür?” diye çok söyledi. Ama ne fayda?
Başlamış olmak susturucudur. Dürişüp on yedinci
günde aldılar. Lakin çok kimse kırılup kılıca gelen
askerin kılağısı orada bozuldu. Turgutça da düşüp barut ve başka gereçlerin
çoğu orada tüketilip artanıyla ister istemez Malta Hisarı’na yapıştılar.
Serdar kapu
askerine terakkiler ve ihsanlar edüp Kapudan Piyale Paşa da Turgutça gibi bir
savaş eriyken onun tarafına iltifat etmedü; kolunda olan gazilere ve leventlere
bakmadı. Kapudan Paşa da o kadar aldırmayup serdara çokluk başvurup uymadı.
Aralarına soğukluk düşüp kalktılar, yok yere
bu kadar harç ve sarf, bu kadar gazi boşa gitti. Baştan ayağa utanç içinde,
yüzleri kıpkırmızı İstanbul’a gelüp birbirini suçladılar. Top atıldıkça “serdar
uyur, sabredin” derlerdi; topçu ve asker neylesin. Donanma halkı suçu serdara yüklettiler ve bu suçla adı
geçen serdar vezirlikten çıkarıldı.
Lakin kâfir
tarihlerinde yazılıdır ki İspanya Anabolusu kaptana yardıma gelüp karaya
çıktıkta asker savaş edüp kâfirler üstün geldiğinden hisardan el çektiler ve
gemilere girüp döndüler. Toplar yerinde kaldı. Bugün de Malta’dadır, diye çok
böbürlenirler.
Kıssadan
hisse budur: bir vilayetin önce hükümet merkezine yapışmak gerek; fethi mümkün
olursa öteki yerler kolaylıkla ele gelür, yoksa ona bağlı olan yerlerde
uğraşmak boşunadır.
Hüsrev Paşa
Şehrizûl’ü Hille’ye asker kodu; bu denlü kayıba uğradı, Bağdat alınmadıkça
onları elde tutmak mümkün olmadı. O zaman asker ve serdar Malta kıssasını
bilseler ona göre davranırlardı ve Kapudan Yusuf Paşa, Girit’e vardıkta ilkin
Kandiye Hisarı’nı alırdı.
Lakin dünya
halkının çoğu tarih ilmini masal yerine koyup “Varak-ı mihr ü vefayı kim okur, kim dinler?” atasözünü
söylerler, ondan ötürü böyle olur. Bu yolda yazılan buymuş, demek söz değildir.
Çünkü bir işi alınyazısına havale yoluyla sebebe yapışup çalıştıktan sonra ele
girmediği zaman olur, eksik tedbirle tamam olmayanı takdire havale suç ve
kusurdur. Çünkü asker ve halk tevekkül-i surf erbabından olan keramet sahibi
şeyhler gibi olmayup İnsanların Efendisi –Tanrı’nın salat ve selamı üzerine
olsun- “bağla da sonra tevekkül et” buyurduğu Arabî yerindedir. Bir işe yolunda
başlayarak elde edilmezse, o zaman, mukadder değilmiş demek gerek.
EK VIII - TUHFETÜ’L-KİBÂR’DA İNEBAHTI SAVAŞI
İnebahtı Yenilgisi: Önceleri başkumandan Pertev Paşa ile kapudan Ali Paşa
Kıbrıs’tan Rodos’a gelüp birkaç gün o çevrede dinlendiler. Düşman donanmasından
eser ve haber belirmeyüp Girit Adası’na saldılar. Kıyılarını yağma edüp
gezerken Cezayir beylerbeyi Uluç Ali Paşa da yirmi parça gemiyle gelüp onlara
katıldı. Söz birliğiyle varup Kefalonya Adası’nı yağma edip yıktılar. Sonra
Rumeli kıyısında Venedik kalelerinden Sobut, Ülgün ve Bar adındaki hisarları
aldılar. Nice zaman denizde gezüp kâfir donanmasından eser ve haber belirmedi.
Kış mevsimi
yaklaştığı içün levent gemileri derya beyleri gemilerinde tımar erbabı az kalup
birer bahaneyle gitmişlerdi. Savaşçı ve kürekçi kısmının birazı dağılup
askerin gerisi donanma
gemileriyle İnebahtı Limanı’na gelüp demir attılar. Orada yere
batası düşman gemilerinin mutlaka gelüp donanma-yı hümayunla karşılaşarak
vuruşmalarının kesin olduğu haber alındı.
Kâfir
Gemileri: Yüz kadırga Venedik’ten ki her birinde yüz savaşçı vardı. On iki de
Papa’dan, dört Marine’den, dört Malta’dan, otuz İspanya Anabolusu’ndan, on da
Ceneviz’den ki İspanya’ya bağlı olup başları olan Oğlan Kapudan dedikleri
Anderya idi. On da dukadan ki Florensiya ülkesinin dukası ve Ligorna hâkimidir.
Dört Kalavri’den, on iki Çiçilye’den, dört Portokal’dan, on iki de gönüllü gemisi,
hepsi iki yüz parça çekdirir, yirmi dokuz
ve yirmi sekiz oturak, en aşağısı dörder oturaktır, yedi mavuna da Venedik’ten
ki her birinde üçer yüz savaşçı vardı. Ve yine iki kalyon Venedik’ten ki her
birinde biner cenkçi vardı. Yirmi barça da Venedik’ten, her birinde yedişer yüz
nefer konmuştu.
Bu
gemilerin serdarı Roma kapudanı Marko Anton ve İspanya kapudanı Cevan
Osteryako, yani Avusturyalı Beşinci Karlos İmparatorun zinadan olma
oğluydu. Venedik kapudanı
Sebastiyano Verniyo ki Venedik beylerindendi; Duka kapudanı, Ceneviz
kapudanı ve Tiranda adında gönüllü kapudanıydı.
Venedik
gemilerinin azığa çok darlığı olup İspanya gemileri biraz çürümüş peksimet
vermişti; o da bulunmuyordu. Bunlar Mesine’de toplanup çıktılar ve on yedinci günde
Holumuç önüne geldiler. Venedik’ten feryatçı vardıkça “daha sabredin, zebun
olsunlar” diye avuturlardı. İspanya’dan savaşa gücü yeten yirmi bin kişi
toplanup Ceneviz’de gemilere girmişlerdi. Alaman’dan dokuz bin, Malta’dan ve
Cicilye’den bir o kadar daha, hepsi yirmi beş bin, öncekiyle kırk elli bin
kâfir defter olunmuştu.
İslam
Askerinin Danışığı: Serdar Pertev Paşa, Kapudan Ali Paşa, Cezayir beylerbeyi
Uluç Ali Paşa, Tarabulus beylerbeyi Cafer Paşa, Hayreddin Paşaoğlu Hasan Paşa,
on beş sancak beyi ve askerin başka ileri gelenleri bir yere gelüp danışık
eylediler.
Uluç Ali
Paşa savaşa rıza vermeyüp “donanmamız eksiktir, altı ay kadar denizde gezmekle
gemiler bozgundur. Eskiden Körfez’den İnebahtı’ya dönüldükte, dönüştür diye
sipah ve yeniçeri, izinli izinsiz dağılmışlardır. Boğaz Hisarları’ndan kâfir donanması içeri giremez, çıkılmak
korkuludur” dedikte Pertev Paşa ona uydu. Kapudan Paşa “İslam gayreti,
padişahın şerefi yok mudur? Her
gemiden beşer onar kişi eksik olmağla ne olur?” dedikte başkaları da yer yer
karşı çıkup savaş yanlısı oldular.
Ali Paşa
“düşman üzerine yürümeği kararlaştırdığınıza göre, hiç olmazsa deniz tarafına gidelim” dedi. Kapudan Paşa “kıyı tutmak
yeğdir” dedi.
Bu yolda
çok kavga olup Uluç Ali Paşa, “hani Hayreddin Paşa ile, Turgutça Paşa ile savaş
görenler, niçin söylemezler? Bir gemiye top dokunduğu gibi batması ihtimalinden
karaya dönse gerek, ötekilerin bozgununa yol açar” diyegördü, ama olmadı. “Gemilerden fanusları, büyük
bayrakları ve flandıraları giderin” diye öğüt verdi. Kapudan
Paşa alaya kalkışınca o da
vazgeçti.
Bu Kapudan
Paşa aslında yarar ve gayretliydi; ama deniz savaşlarını görmeyüp korsanlık
fennini bilmez, tanınmış, sert bir kimseydi ve kendisine gelen buyruklar da
“elbette kâfirin donanması her nerdeyse üzerine varup karşılaşasın, yoksa
öfkeme uğrar, azar yersin” diye ferman olunduğundan bütün askeri kendi
düşüncesine uydurup savaşa karar verdiler.
İslam
Gemilerinin Çıkışı ve Bozgun: Adı geçen Kapudan Paşa büyük öfke ve
böbürlenmeyle dokuz yüz yetmiş dokuz cumadelûlâsının on yedinci pazar günü (7
Ekim 1571) kalkup Pertev Paşa sol kola ve Ali Paşa sağ kola, kendi ortaya girüp
hepsi yüz seksen parça gemiyle alay bağladılar. İnebahtı Boğazı’ndan çıktılar,
Mora’da Holumuç kıyısında, bu boğaza yakın bir burun vardı, o zamandan beri
Kanluburun derler, kâfir donanması o burun ardında yaturdu.
O yerde Ali
Paşa, kapudana haber gönderüp “kâfirlerin barça ve mavunası, kale ve metristir;
ilkin önünden savulup sonra dönüp ya ardından ya böğründen girelim” dedikte
Kapudan Paşa “ben padişahın donanmasına kaçtı namını komazam” deyüp yürüyüp
karşı vardı.
Hemen
kâfirin elli parça gemisi seçilüp Kanluburun’dan taşra gelüp kalan gemileri burun ardında saklanup
görünmezdi. İslam gemileri o elli gemiye çatup tamam ellisini söyündürmekle
uğraşırken öteki gemileri burun ardından çıkup donanmayı çevirerek topa
tuttular.
Beri yandan
da, durum gereği, bir yerde toplaşurken Kapudan Paşa hemen baştardayla alaydan
seçilüp önce bir gemiye çatarak sçyündürmeye uğraşırken kâfirler üç
fenerlerinden bilerek üşündü ettiler. İki parça barça, baştardayı araya alup
kapudanı şehit ettiler; iki oğlu ve içinde olanlar tutsak oldu. Pertev Paşa gemisini
de topla vurup batardılar; kendisi
denize düşüp
yüzerken Hasan Paşaoğlu Mahmud Bey
rast gelüp kancayla gemisine aldı. Baş gidince ayak kalmaz, öteki askere tam
bozgun olup herkes başının kaygısına düştü.
Uluç Ali
Paşa, ne zaman ki bu durumları gördü, eski korsandı, gemisine bir alamet
koymayup deniz tarafına açılmıştı. Kapudan Paşa gemisinin girdaba düştüğünü
görünce çektirirken Malta kapudanının üzerine gelüp çatup aldı ve bu kapudanın
başını kendi eliyle kesüp birkaç gemi daha söyündürdükten sonra;
kâfirler üstün geldiklerinden Cezayir gemileri birbirinin ardına düşüp savaşarak Moton
tarafına doğru çektirüp gittiler.
Askerin
çoğu kâfirlerle savaşta şehit oldu. Savaş yeri olan Anatokola, Mora kıyısına
yakın topuklu sığ yer olduğundan on beş parça gemi oturup halkı suya döküldü;
bunların birazı karaya çıkup kurtuldu. Kalanından kimisi alınup kimi boğulup
gitti. Ağriboz beyi Salih Paşazade tutsak olmuşken Hasan Paşa gemisiyle kurtuldu; Pertev Paşa da Mahmud Bey
gemisiyle Preveze’ye çıkarak karadan İnebahtı’ya geldi.
Şehitler:
Çorum beyi Gülâbi, Karahisar-ı Şarkî beyi Ahmed, Engürü beyi Mimarzade,
İnebahtı beyi Firdevz, Sakız beyi Abdülcebbar, Midilli beyi Hızır, Sığacık beyi
Karabatak, Biga beyi Ali, Mısır İskenderiyesi beyi Şolok ve bir bey daha, hepsi
onbir sancak beyi, tersane emini ve kethüdası; kapudanlardan Dumdum Memi, Ali
Müslüman ve başkaları ve bu sancakların sipahileri hepsi şehit olup az kimse
kurtuldu. Kâfir hepsi altmış parça kadırga alup halatını ve gereçlerini Venedik
Cebehanesi’ne kodu.
Kıssadan
hisse budur ki serdarlar düşmanın durumunu yoklayup iyice anlayup bildikten
sonra, eğer karşı koymaya gücü yetse bile, barış mümkünken savaşa kalkışılmaya.
Kalkışılırsa iyice araştırılup kanun üzere savaş ola. Serdar olanlar kendileri
savaşa başlamayalar, yerinde durup öteki askeri gereğine göre kullanalar.
Bozgun olup umut kesildikte ister istemez bir tarafa çıkmakta hünerdir. Bütün
askerin kırılmasından bir serdarın alınması
zararı artuktur. Hele deniz savaşlarını kara savaşına
benzetmeyenler, savaş kanunlarını tarihlerde ve hükema kitaplarında göreler.
Mansıplar Verilmesi ve Kılıç Ali Paşa’nın Kapudanlığı:
Âlemin sığınağı olan padişah
Edirne’deyken cumadelâhirenin üçünde (23 Ekim
1571) Uluç Ali Paşa’nın bür adamı gelüp bu korkunç haberi getirdi. Bütün
Müslümanlar tasalanup bu kıyameti andıran bozgunun olmasına “sübhân el- Kadir
el-Hakîm, inne zelzeleti’s-sâate şey’ün azîm” diye şaşarak istircâ eylediler.
O sırada
kapudanlık mansıbı yiğitliği ve güzel tedbiri karşılığı adı geçen Uluç Ali
Paşa’ya verildi, Uluç lakabı Kılıç ile değiştirildi. Ona yazılan yazılarda bu
lakap yazılup herkes bundan böyle Kılıç Ali dediler.
Düşen sancak
beylerinin yerleri verilüp
Murad Reis’e de Sığacık sancağı verildi.
Veziri Âzam Mehmed Paşa’nın Hazırlığı ve Tedbiri: O sırada Cem güçlü padişah yeniden gemiler yapılmasını
ferman etti, tersane yakınında olan Hasbahçe’den biraz yer ayırdı ve Sekiz
Kemerli Tersane yaptılar. Veziri âzam Mehmed Paşa da var gücü bazuya getirdi; o
kış içinde yüz elli parça kadırga ve sekiz mavuna kurdurdu.
Kapudan
Kılıç Ali Paşa hep derdi ki “tekne yapmak kolaydır, iki yüz parça gemiye beş
altı yüz demir ve ona göre halat, yelken ve başka gereçlerini tamamlamak güç
görünür.”
Koca Mehmed
Paşa karşılığında “Paşa
Hazretleri, yüce devletin
gücü ve kudreti öyledir ki
bütün donanma demirlerini gümüşten, iplerini ibrişimden yelkenlerini atlastan
etmek ferman olunsa yapmak mümkündür. Herhangi geminin yat ve yarağı yetişmezse bu minval üzere benden al” dedikte Ali
Paşa el arkasını yere koyup
alkışlayup dua eyledi. “Gerçi bildim ki bu donanmayı tekmil edersiz” dedi.
Gerçekte de
ilkyaza dek bütün tedariklerini görüp bu kadar top, tüfek, dövüş ve savaş
araçları ki geçen yıl alınmıştı, eskisi gibi, belki daha çok tekmil etti.
Kavga:
Burada şu kaldı: Bu gemileri bütün beylikten verilen mal ile mi yaptı; yoksa
devlet adamları ve belli kişiler mi yardım etti? Peçevî aydur: “Ne kimseye gemi
saldılar ve ne akçe yardım aldılar.”
Ama Tersane-i Âmire’de kimi yaşlı
kapudanlar, yetiştikleri o devir devlet adamlarından işiterek anlatırlar ki
devletin sayılı adamlarına ve ileri gelenlerine, herkese halince gemi saldılar.
Yalansa söyleyenin üzerine, bunun doğru olup olmadığı hazine defterlerinden
belli olur.
EK IX – GÖRSEL MALZEMELER
“İnebahtı Savaşı”
– Paolo Veronese
(1528-1588)
“İnebahtı” – Matthaeus Guenther
(1705-1788)
“İnebahtı Savaşı”
– Venedikli Tomasz
Dolabella (1570-1650)
“İnebahtı Savaşı’ndan Bir Detay” – Venedikli Tomasz
Dolabella (1570-1650)
“İnebahtı Savaşı”
– Venedikli Tomasz
Dolabella (1570-1650)
“İnebahtı Savaşı
1571” –Don Juan ve Kardinaller
“İnebahtı’nın Kahramanları” - Anonim
“İnebahtı Savaşı” – Vatikan
Müzesi’ndeki Coğrafi Haritalar
Galerisi’ndedir.
“İnebahtı Savaşı,
7 Ekim 1571” XVIII. Yüzyılın
ikinci yarısına ait bir eser.
“İnebahtı Savaşı”
– Londra National
Maritime Museum’da
“İnebahtı Savaşı”
– Andrea Vicentino
(1542-1617)
İnebahtı Savaşı’nı anlatan bir fresk.
“Monument to Don Juan de Austria” – Don Juan de Austria’nın Messina’daki Anıtı.
Sevilla Santa Maria Magdalena
Kilisesi’nde bulunan bir fresk. Bakire Meryem’in
İnebahtı Savaşı’nda İspanyol gemilerini koruması.
Kral Philippe II’ye Tanrı’nın bir lütfû olarak erkek bir mirasçı
gönderilirken. Kral’ın ayaklarının dibinde bir Osmanlı askeri ve bir köpek
görülmekte. Arka plânda ise İnebahtı Savaşı resmedilmiş. İtalyan Titian’ın XVI.
yüzyılın sonlarına ait bir çalışması.
Malta Muhâsarası 1565
Malta
savunmasına katılmış olan Hospitalier Şövalyesi Ulrich von Rambschwang’ın XVII. Yüzyılın başında
yapılmış mezar taşı. Bugün Münih’te Bayerisches Ulusal Müzesi’ndedir.
Charles Philippe Lariviere (1798-1876) tarafından XIX. Yüzyılın ilk
yarısında yapılmış bir çalışma.
“Malta Muhâsarası – Türklerin Kaçışı” – Matteo Perez d’Aleccio tarafından
yapılmış bir fresk. Malta – Valetta’daki Grandmaster’s Palace’ın büyük
salonunda bulunmaktadır.
“Malta Muhâsarası – Saint Elmo’nun Zaptı” Matteo Perez d’Aleccio tarafından yapılmış bir fresk.
“Malta Muhâsarası- Türk Donanmasının Gelişi”
Matteo Perez d’Aleccio tarafından yapılmış bir diğer
fresk.
Maltalı Heykeltraş Antonio Sciortino (1879-1947) tarafından yapılmış Malta Muhâsarası Anıtı.
ÖZET
GÖRGEL, Zehra. XVI. Yüzyılın İkinci Yarısındaki Osmanlı Yenilgilerinin
Osmanlı Tarih Yazarları ve Eserlerindeki Yansımaları, Yükseklisans Tezi,
Ankara, 2010.
XVI. yüzyılın ikinci yarısı, dünyâda olduğu kadar
Osmanlı Devleti’nde de pek çok değişim ve dönüşümün meydâna geldiği bir
dönemdir. XIV. yüzyılın ikinci ve XV. yüzyılın ilk yarısından itibâren hızla
gelişen Osmanlı Devleti, XVI. yüzyılda dünyâ siyâsetinin en mühim güçlerinden
biri olarak, döneme damgasını vurmuştur. Ne var ki aynı yüzyılın ikinci yarısında
mühim iktisâdî, siyâsî, teknolojik, toplumsal vb. değişim ve dönüşümlerin
yaşanması Osmanlı Devleti’nde de etkisini göstermiş ve devlet, pek çok bakımdan
zirve- çözülme ikilemine girmiştir.
Bu ikilem döneminin iki mühim yenilgisinin alındığı Malta Muhâsarası ve İnebahtı Savaşı,
denizler üzerinden değişmekte olan güçler dengesinin ve
“Yenilmez Türk” efsânesinin bitişinin habercisidir. Osmanlı yenilgilerinin
Osmanlı târih yazar ve eserlerindeki yansımalarının incelendiği, iki bölümden
oluşan bu çalışma, değişen dünyâ ve devlet düzenine rağmen târihçilerin
yenilgileri kimi zaman ısrarla ezberlenmiş doğrular üzerinden yaklaşarak, kimi zaman şahsî menfaat, devlet
ideolojisi ve gerçekçilik
çıkmazına düşerek, kimi zaman da yapıcı bir üslûpla kaleme almış olduklarını göstermeye
çalışmaktadır.
Anahtar Sözcükler
1. Osmanlı yenilgileri
2. XVI. yüzyıl
3. Târih yazıcılık
4. Malta
5. İnebahtı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder