GİRİŞ
Aşk bir hissetmedir. Yürekten hissedilengüçlü duygularıntoplamıdır.Dış
dünyanın tesirleri ile insandaduygu merkezi kalpolarak algılanır.Tüm duygu
yankılarının verdiği ızdırap da insanınvücudunu, ruhunu rahat bırakmaz..
“Aşk denen şey bazen yürür, bazen uçar; bazen koşar
biriyle birlikte; birbaşkasıyla ölümcül yürüyüşe çıkar; üçüncüyü buzdan heykele
çevirir;dördüncüyü atar alevlerin içine.Birini yaralar; öldürür ötekini.Aynı
andaçakıp sönen bir şimşeğe benzer.Geceleyin saklar şafakta zapt edilecekolan
kaleyi.Çünkü dayanacak güç yoktur karşısında.”
Karşılıksız aşkı için intihar eden kadınlar veerkekler, Magripli gibi
içini kemirirerek yiyip bitiren kıskançlık ataklarısonucunda aşık olduğueşini
elleriyle boğarak öldürenler, hapishaneye düşenler, katliam yapanlar, güzel
Helena uğuruna çıkanuzun süren büyük savaşda yok olanlar, düelloda ölenler,
işkencede sevgilisinin adınıaçığa çıkartmamak için dişlerini kullanarak
dilleriniparçalayıp atanlar, çıldıranlar,akıl hastahanesineyolu düşenler, ününü,şanını ayaklar altına
alanlar, aşk uğruna
sıfırlanan servetler.İntiharlar, cana kıymalar, aşk yüzünden İngiltere
Kralı Edward gibi taht’tan vazgeçenler, Puşkin gibi düelloda öldürülenler,
Oscar Wilde gibi hapse düşenler, ufak
bir macera için Bill Clinton gibi başkanlığını tehlikeye atanlar.
Tüm insanlara
o çılgınlıkları yaptıran
duygunun adı :AŞK.
Karasevda ile aşk birbirinden farklıdır. Tehlikeli olan da karasevdadır.
Araplar buna garâm der.Derinden aşık olmayan insanlar
kendilerini kıskançlığa kaptırır; sevdiğinin, bir başka bedenden zevk almasını istemez ama bu,
aşk ile sahip olmanın birbirine karışmış halidir. Efendi, sevdiği insanın mutlu
olacağınıbilse bile bunu bir başkasıyla yapmasınıistemez. Hatta bu durumda
sevdiğinin yok olmasınıyeğler.
Anna Karenina
da; Madam Bovary
de intiharlar hepaşk
yüzünden; Werther, o da
aynı şekilde; Othello, aşk yüzünden cinayet;
Fuzuli’den Leyla ile
Mecnun.
Günümüzde ise hayat’ı, aşk’ı, ölüm’ü, felsefe’yi, edebiyat’ı 140
karakterlik tweet’lerle ifade edilebilmeyi isteyen bir salgın var.
‘' Akıl almaz
son dakika: İstanbul’da cinayet.Yasak aşk!
Karşılıksız aşk cinayetnde3 ölü Bağcılar.
Aşkına karşılık alamayan
genç dehşet saçtı;İzmir,. Katili, sevgilisi çıktı.
Aşkına karşılık göremeyen adamsevdiği kızı 10 yerinden bıçakladı. Aşkı uğuruna cinnet geçirdi,
intihar etti.
Aşk intiharları: Konya,Adana, Samsundan’dan intihar
haberleri.
Sevdiği kadın evlenmek
istemeyincePolis memuru, silahını kalbine dayayıp ateşledi. ‘’
Aşk haberleriyle, cinayet ve intihar; günümüzde de birlikte anılıyor.
İnsanlığın tarihinde kim bilir ne kadar kişi aşk delirmesinden öldü.Aşk aniden
çarpar, onsuz yaşayamaz olursunuz, onu görmediğiniz an çıldırırsınız. Aynı
yerde nefes alıyor oluşunuz bile bir mutluluk kaynağıdır. Her an yüzü gözünüzün
önünden hiç gitmez. Yaşamınızın amacı: Onasımsıkı sarılmak, onu dünyanın tüm
kötülüklerinden korumak, o saf ve naif,ince ruhunu kimsenin zedelemesine izin
vermemek olur. Birbirine karışma, birbirinin içinde kaynaşıp yok olma
ihtiyacı.Aşktan korkarak, çekinerek, uzak kalarak geçen onca buz gibi yılların
birikmişbütün yağmurları yüreğinizden, gözlerinizden sessizce boşalır.
BİRİNCİ BÖLÜM
MİTOLOJİDE AŞK
1.1
APHRODİTE (VENÜS)
İnsanların, tanrıların,tanrıçaların gönüllerini çelen güzellik ve aşk
tanrıçası; Zihinlerine girdiği kişilerle alay eder, onlara güler, kahkaha
tanrıçasıdır.Öyle bir tanrıça ki ona asla karşı konulamaz.
Babası Zeus annesi Dione’dir. Şiirlerde denizlerin köpüklerinden
doğduğusöylenir. (Aphros’un, Yunanca karşılığı köpük demektir.)Aphrodite,
Kythera yakınlarında doğmuş, ardından Kipros yani Kıbrıs’ınsahillerine
ulaşmıştır. Doğduğu ada ve sahillerine ulaştığı ada sonraları kutsal
bilinmiştir.Aşk Tanrıçasına da Kipris Kythergia denilmiş.
‘’Güzellikler Aphrodite ile gelir. Fırtınanın kara bulutları,rüzgarlar, o
göründümü dağılır, çiçeklerintümü onun için toprak zemini süsle kaplar,
denizinlerdeki dalgalar kahkahalarla güler. O olmadanmutluluk ve sevinç olamaz.
Demirci ve ateşin tanrısı topal,çirkin Hephaistos’un eşidir. Kumrunun, kuğunun,
serçenin, mersin ağacınının koruyucusudur.‘’ 1
Aphrodite, Yunan ve Roma’nın en eski tanrıçalarından biri ve en
güzelidir. Işık tanrısı olarak da kabul edilen Aphrodite, gülü açtıran,
ormanları yeşillendiren bir ışıktı.
Daha sonraları dünya güzellik kraliçesi şeklini almıştır. Her güzel aşk
duygularını uyandırdığından, yaşayan her şeye güzellik veren tanrıça da
insanlara güzel görünen her şeyi sevdiren, güzelliğin de tanrıçası olmuştur.
Değişik rivayetlere göre o, gökte ve denizde güzellik, zevk tanrıçası olarak
tanınmıştır. Bir rivayete göre de içinde inci bulunan bir sedefte doğmuştur.
‘’Harikulade vücutlu, güzel yüzlü ve güzel gülüşlüdür. Gökte tanrılar
arasında hüküm sürmeyi kafi bulmayan
Aphrodite, insanların kalbine de hükmederdi.Alevlendirdiği arzu hisleriyle aşkı doğuruyor, saadete
eriştiriyor, yahut
1 Edith HAMİLTON,MİTOLOGYA,
Çev: Ülkü TAMER, Varlık Yayınları, 1994, ss:15-16.
onlara tahammül edilmez acılar çektiriyordu. Aşk her zaman karşılıklı
olmadığından saadet kadar felaket de getiriyordu. Hayatta mevcut her türlü
güzel ve neşeli şeylerin kraliçesi olan Aphrodite, altın kanatlı güzel bir
çocuğun annesidir. Bu çocuğun adı Eros ya daAmour’dur. O da annesi gibi
yeryüzünde hayat, neşe ve bereket dağıtırdı. Her tarafa uçarak gider, yolu
üzerindeki çiçekleri açtırırdı. O da Aphrodite gibi insanların ve tanrıların
kalbindeydi. Vahşi hayvanlar bile onun hükmü altındaydı. Çok defa arabasına
aslan veya kaplan koşardı. İnsanlar onun sayesinde dostluk zevkini, şevkatin
hazzını ve hakiki bir aşkın arkadaşı olan zevk kadar ızdırabı da tanırdı. Daima
bir ok ya da kızgın bir meşale ile gezen Eros gözyaşını kahkahalara, acıyı
saadete karıştırmaktan hoşlanırdı.’’2
Yunanistan’da
bireysel mükemmeliyetçilik kaçınılmaz olarak öyle bir sınırda saygı görüyordu
ki aşk (Eros) ilke ve gücü, yalnız tanrı olarak değil ama herşeye bilgi veren
tanrı olarak tanımlıyordu. Çünkü hiç kimse onu sevmeden kendisi için veya evini
sevmeden ailesi için yaşam görevinde mükemmellik kazanamaz. Aşk herşeye çiçek
getirir. Herşeye kendi gizil gücünde açıklık getirir. Özgür toplumun gerçek
pedagogudur. Dünya tarihindeki büyük şölende -Agathon-un ziyaret
konuşmasında- Eflatun’un ölümsüzleştirdiği gibi “Sevgi ne yaparsa
yapsın zorla yapmaz;
Çünkü her insan gönül
isteğiyle onun emrine girer. Devletin Kraliçelere olan kanunların doğru bulduğu
da isteye isteye yapılan anlaşmalardır.”3
Hesiod’un Thegony’sinde (İ.Ö. 750) aşk tanrısı Eros özgün adıyla anılan
dört tanrıdan biri olmuştur.Hesiod bu tanrı hakkında başka birşey söylemez.
Eros, Homeros’ta hiç görülmez. Eros mitolojik düşüncenin eski Hellen öncesi
tabakalarından kaynaklanır. Kesinlikle ve sıkı biçimde çocuğu olduğu
Aphrodite’ye bağlıdır. Daha sonra alegorik mitolojiler (Venüs’ün çocuğu Cupid)
yay ve zehirli oku, iyi yüreği kadar acımasız da olabilmesi; Zevkle
öldürebilmesi kadar sağaltması söz konusudur. 4
2M. Tahsin KOZANOĞLU, YUNAN MİTOLOJİSİ, Mitologya Yayınları, 1992, ss:22-26
3 Eflatun Şölen,PLATO SIMPOSIUM, Çev: Azra ERHAT S. EYÜBOĞLU,
Remzi Kitabevi, s.192
4Hesiod, THEGONY, ss:120 – 122
Alegori yerinde ve çekicidir. Sözsel biçimde aşkın, aşkın birey üstündeki etkisini
dile getirmiş. Fakat Ege tarih öncesi araştırmalarının gösterdiği gibi
tanrıça Aphrodite ve oğlu kesinlikle ulu kozmik anne ve ölümsüz, hep yaşayacak
oğludur. Eros mitoslarının değişkenliğinin kaynağı ana baba noktasıdır. Bu
değişkenlik ayrımsız, bu tür bir
geçmişi gösterir. O kaos’un eseridir. Gecenin yumurtasından çıkmıştır.
‘’Mitolojik kökenin sürekli değişmesi ayrımsız, şimdi tanık olduğumuz zamansız
temalar kataloğunu gösterir. Bu gönüllü kurbanın ölümü bizim yaşamımız, gövdesi
etimiz, kanı içkimizdir. Kurban ilkel aşk-ölüm ritüelinin vecd anında öldürülen
kutsanmış genç çiftin kızartılmasında ve yenilmesinde mevcuttur. Eros’un
(Cupid) ve kurbanın daha sonraki
alegorilerinde tanrı karanlık düşman rolündedir. Saldıran domuz, kara kardeş
Sth, Titan takımı ve aşık, vücud bulmuş ölen tanrıdır. Çok iyi bilindiği gibi
onlar aşkın yaşam-tüketim, yaşam kurtuluş yaratan ve doğrulayan karanlık
izidir.’’5
5 Joseph CAMPBELL,BATI MİTOLOJİSİ, Çev: Kudret EMİROĞLU,İmge Kitabevi, 1995 ss:197- 198 .
‘’Rönesans kelime anlamı olarak “Güzel”in sevdalılarına yeni bir sanatın
gelmekte olduğunu, hayal gücününözgürcecoşkusunu hatırlatır. Bilge insan için Rönesans, eski çağ öğretilerinin modernleşmesi,
adalet insanları için deeski karanlıkta kalmışkurallarınüzerinibir ışık gibi
aydınlatmasıdır.’’6
Onaltıncı yüzyıl doğal ilerleyişi vebüyük gelişimi içinde Galilee’denColomb’tan, Copernic’e,
gökyüzündenyerekadar olan keşif sürecindedir.İnsan bu yüzyılda kendi benliğini
tekrar bulmuştur. İnsandünyevi nimetlerin tadını çıkarırken bir yandan da
Luther, Dumoulin, Calvin, Rabellais, Cujaş,Cervantes, Montaigne, Shakespeare,
ile maneviyatınerdemine ulaşmıştır. ‘’Doğanınözünü algılamaya çalışmış, akılla,
bilimle,adaletlevarlığını korumaya çalışmıştır. Şüpheciler inançlarını
oluşturmayaçalışmış ve içlerindeki en cesaretlisi kendi arzu mabedinin kapısına
“İçeri girin ki gerçek iman kurulsun” cümlesini yazmış. Yeni imanın
dayandığı temel, gerçekte derindir. Çünkü tekrar meydana çıkarılan eski çağ,
kendini duygu bakımından yeni çağa benzetmekte, yeni yeni anlaşmaya başlayan doğu, bizim
batıya elini uzatmakta, nihayet zamanda ve mekanda insanlık ailesini
teşkil eden azaların mutlu kaynaşması başlamaktadır.’’7
‘’Yeniden doğuş anlamına gelen Rönesans’ın insan zihnindeki yansımasını
ilk kez isviçreli bilgin Jacop Burkhardt tespit etti. RönesansBurkhardt’a
göre,eski çağ kültürününyenilenmesi çağa uygun hale getirilmesiydi.
İnsanıinsanlaalgılanması ve maddi hayatın çekiciliği, zevki vurgulanıyordu. Rönesans’ın düşünce seviyesi Orta
6 J. MICHELET,RÖNESANS
, Çev: Kazım BERKER, M.E.B. Yayınları, 1996,
s.3.
7A.e., s. 4.
Çağ insanının ahlak yoksunu ve manevialemin yanında maddialemiyoksulkabul
eden düşünce değerine bir isyandı.’’8
İtalya’da başlayanRönesans’ın amacı hem düşünce hemde kültürseviyesinde
her türlü bağımlılıktan
temizlenmekti. Devlet de İnsan da kendine dayanmalıydı. Hümanist yazarlar alem
ve insan sorunlarıyla ilgilenmeye başladı. İnsanın manevi varlığı ile bu
dünyadaki yerinin ne olduğunu sorgulayanaraştırmalarabaşladılar. Tüm
araştırmalarınçıktığı yerdeney ve akıldı. Rönesans insanı doğruyusadecedeney ve
akılla bulabilirdi. Çağıninsanı arzu olduğu zaman insanın herşeyi
başarabileceğine inanıyordu. Sonraki düşünürlereyol açan Montaigne,temel olarak
insanın yaşantısını ve insanın özellikleriniesas alıyordu. “Ben kendimi araştırıyorum. Benim fiziğim de
metafiziğim de bu.”diyordu.9
‘’Tarihsel süreçdeki üç büyük dünya görüşünden ikinciMontaigne ile
meydana çıktı. Bireyci dünya görüşünün,Orta Çağdaki Hristiyan dünya görüşüne
karşıbir tepkisi oldu. Hristiyan dünya görüşünde
isekıymetlerin,çabaların,varlıkların, şekillerin ve bireylerinsabit bir düzen
içinde varolduğu savunuluyordu. Bu sıralamanın doruğunda da Tanrı
vardı. Bireyci dünya
görüşü Rönesans’ta ortaya
çıktı, bireyi bir düzen içinde değil, tek bir gerçek olarak
görüyordu. Evrensellik ile birey olma arasında bir ahenk vardı. Dünya görüşü
bireycilik olaninsan ile onun insana aityaptıklarının doğal ahengini temel alan
anlayış iyimser bir düşünce seviyesine çıktı. Burjuva sınıfının ve Liberalizmin gelişmesinebu dünya görüşü sebepdir.’’10
2.2 RÖNESANS’DA TİYATRO
DÜŞÜNCESİ
‘’Bu zamandaki tiyatro düşüncesi Latin ve antik Yunan tiyatro anlayışını
izler. Antik tiyatro kuralları Orta Çağ İtalyan yazarları tarafından
öğrenilmişti.Bunlar yaşayan tiyatro oyunlarından bağımsız olarak kabul
ediliyordu.’’11
8 Özdemir NUTKU,DÜNYA TİYATROSU TARİHİ
1, Remzi Kitabevi,1985, s. 131.
9 A.e., s. 132.
10 A.e., s.133.
11 Sevda ŞENER,DÜNDEN BUGÜNE TİYATRO
DÜŞÜNCESİ, Adam Yayıncılık , 1995, s. 63.
15. ve 16. Yüzyılda Avrupa’da tiyatro hareketi çok canlıdır. Bu zamanda
tiyatro, varlıklı orta sınıfın da küçük esnafın da soyluların da ilgisini
çekiyordu.Toplumun sınıfının isteğine cevap veren tiyatrofarklı farklı sanat
disiplinlerinden başarılı bir ölçü ve sentez yapmış,
anlamlı,eğlencelivehareketli bir sanat dalı olarak kabul görmüştür.’’12
‘’Rönesans dönemi tiyatrosu Orta Çağ tiyatrosundan ilk olarak sahne
biçimi açısından ayrıdır. Kilise oyunlarındaki eş görünüm (simultane) yan yana
dizilmiş olan sahne şeklinin yerine
ilgiyi,vurguyu tek bir alana çeken sahne biçimi gelmiştir. Oyunculuk gösterişli
veetkileyicidir. Birkısımrollerde biçimsellik şekilcilik ağır basarken
birtakımrollerin gerçekçi oynandığı görülür.’’13
Değişikmillet ve
kültürlerinegöre oyunlar her ülkede birbirine benzeyen toplum şartlarının
izleri vardır. Kentlere yerleşerekderebeylik düzeninden çıkan, ticaretle zenginleşen lonca esnafınınizlediği sahiplendiğibu tiyatro,
takipçisinindeğerlendirmeleriniakılve gerçeğe dayalı dünya görüşünü, bir
çıkar,bir yarar’a yönelik gayretleriniaktarır. Bu tiyatro anlayışı aynı zamanda
toplumda hala varlığını sürdüren orta sınıfın da beğenmektençekinmediği
geleneksel derebeylik niteliklerine saygısını sürdürmektedir. Bunlar sadakat,
cesaret,kahramanlık, mertlik, gibi, kişiyi yüce duruma getirenasillere özgü
değerlerdi. ‘’Buna seçilmiş saygın aydın
sınıfın Yunan ve Latin sevdalılığıyla kabullendiği idealizmi ve insan
sevgisini, ölçü, uyum ve denge bilincini de ekleyince Elisabeth dönemi
tiyatrosunda dinamik sentez meydana gelir. Shakespeare’ineserlerindegüçlü
olmak, öğrenmek ve sahip olmak isteyen orta sınıfamaçları ile
sadakat,fedakarlığın ağır bastığı geleneksel faziletdeğerleri çatışma
içindedir.’’14
Rönesans da güçlenen bireyin atılım gücü, yeni bir edim alanı bulmuştur
sahnede. Yanılsama da olsa, gücünü sınama, tutkularını gerçekleştirme olanağı
yaratılmıştır. Orta sınıfın zenginlik ve güçlülük tutkusu, oyunların ateşleyici
gücünü oluşturur. Artık önemini yitirmeye
başlasa da çekiciliğini koruyan geleneksel ahlak değerleri
12 A.e., s. 63.
13 A.e., ss: 63-64
14 A.e., s 64.
boşuna direnir. Bu yıkıcı tutkuya karşı karşıt güçler bir ölüm kalım
savaşına girmişlerdir. Güçlülük hayranlık uyandırır. Acımasızlık ise korku.
Seyirci acıma ve korku duyguları arasında yalpalanır.Bu oyunlarda düşle gerçek,
heyecanla sağduyu, coşku ile pratik düşünce iç içedir. Çağın en tipik oyunları
olan Traji – Komedilerde gerilim güldürücü etkilerle rahatlatılır.
Tragedyalarda ise sağduyu ve akıl ölçüsü karşıtları dengelemeye, aşırılıkları
törpülemeye çalışır. Aydınların salık verdiği orta yol, erdem yoludur.15
Rönesans tiyatrosunun gelişimi Shakespeare’de doruğuna ulaşmıştır. Onun
oyunlarında tiyatroyu besleyen toplum güçlerinin anatomisi yapılmış,
özeleştirisine gidilmiş, ilişkileri yeni gereksinmelere göre düzenleyecek değerler
aranmıştır. Kısaca bu tiyatro
değişmekte ve gelişmekte olan toplum bünyesinin gizli gücünü yansıtmaktadır.
Kent orta sınıfa açıktır ve seyircisi boldur. Rönesans döneminde bir tiyatro
anlayışına daha tanıklık ederiz. Saray ve akademik çevrelerde antik dönem
tiyatro eserleri ya da bu eserlerin taklitleri çok ilgi görmekteydi.Ne var
kiilgiyitatmin eden, özenli fakat yapay bir tiyatro doğdu. Çağın hareketli
tiyatrosundan çok farklıdır bu tiyatronun oyunları. Antik
tiyatronun bilinen öyküleri kullanılır. Yazarlar biçim bakımından da antik
yazarların oyunlarına öykünürler. Amaç antik tiyatro sanatını yeniden
canlandırmaktır.16
Rönesans tiyatro kuramcıları ve eleştirmenleri tiyatro sanatı konusunda
özgün görüşlü değildiler. Antik dönem kuramcılarının saptadığı tiyatro
kuramlarını benimsemişlerdi. Rönesans da filizlenen özgür düşünce kendini İlk
Çağ kültürünün temel yasalarıyla sınırlama eğilimindedir. Ortaya Aristocu,
Platon’cu okullar gibi eski
düşünürlere bağlı çeşitli okullar çıkmıştır. Bu uygulama pekişik bir düşün ve
sanat kuramı oluşturmaya elverişli değildir.17
Rönesans tiyatro düşünürleri Diomedes, Donatus gibi Orta Çağ yazarlarının
Aristotales, Theophratus, Oratius,
Çiçero, Quintilian gibi antik çağ düşünürlerinin
15 A.e.
16 A.e., s 65
17 A.e.
görüşlerini açıklamakla ve savunmakla yetinmişlerdir. İngiliz, Fransız,
İspanyol yazarlarının öncelikle İtalyan kuramcılardan etkilendikleri, onların
aracılığı ile antik yazarları tanıdıkları görülür.18
Rönesans tiyatro kuramcı ve eleştiricilerini en çok etkileyen iki büyük
yazarın Aristotales ve Horatius olduğunu görüyoruz. Bu konuda öteki Avrupa
ülkelerinin kuramcılarına öncülük etmiş olan İtalyan yazarları önce Horatius’un
Epistola Ad Disones (Ars Poetika) adlı eserini, sonra da Aristotales’in
Poetika’sını tanıdılar. Plato’nun Rönesans tiyatro kuramcıları üzerindeki
etkisi az oldu. Öte yandan Çiçero’nun komedya tanımı Çiçero ve Quintillian’ın
kurgu özellikleri hakkındaki görüşleri Donatus’un komedya ile ilgili
açıklamaları benimsendi.19
Aristotales’in oyun türleri olarak saptadığı tragedya, komedya ve satirik
dram ayrımı Rönesans da da benimsenmiştir. Tragedyanın ve komedyanın ayrı ayrı
tanımları yapılıyor. Bu türlerin, öykü, oyun kişileri, olay gelişimi ve seyirci
üzerindeki etkisi bakımından farklılıklarına değiniliyordu. Trajik ve komik
öğeleri yan yana kullanan halk oyunlarını eleştiren yazarlar türlerin
birbirlerinden ayrılmasını zorunlu saydılar.
Ciddi olanla hafif olanı, soytarılıkla ağır başlılığı birbirine
karıştırarak sunan trajik komedyalar doğa dışı yaratıklara benzetiliyor; Halkı
bu çeşit oyunlarla eğlendiren popüler yazarlar sağbeğeniye ters düşmekle
suçlanıyordu.20
Tragedya ve komedya tanımlarında şunlar belirtildi: Tragedya konusunu
tarihten ya da mitolojiden aldığı halde komedya konusunu günlük yaşamdan alır.
Tragedya kişileri bilinen, tanınmış kişilerdir. Komedyada ise uydurma insanlar
bulunur. Tragedya öyküsü mutlu başlayıp yıkımla sonuçlanır. Oysa komedyada
olaylar bunun tam tersi yönünde gelişir. Karışık başlayan öykü, mutlulukla
biter. Tragedya oyun kişilerinin soylu ve erdemli olmasına karşın komedya
ortalamadan aşağı kişileri, kusurlu ve eksikli olanları ele alır. Tragedya,
seyircide korku ve merhamet duyguları
18 A.e.
19 A.e., s 68.
20 A.e., s. 71.
uyandırarak seyirciyi bu duygulardan arıtır. Oysa komedya güldürerek
seyircinin bu gibi kusurlardan kaçınmasını sağlar.21
Giangiorgio Trissino tragedyada oyun kişisinin ahlak niteliklerinin daha
iyi gösterildiğini belirtir. Korku
ve acıma ilkeleri
üzerinde durarak tehlike
olasılığının ve acı verici
bir yıkımın korku, hak edilmeyen yıkımın ise acıma uyandırdığını söyler. Yazara
göre komedya kötü erdemleri taklit eder. Fakat bu kötülük aşırı olmamalı,
sadece çirkin olan, acı vermeyen, ölümü içermeyen ve gülüncü doğuran bir
kötülük veya kusur ele alınmalıdır. Komedya ahlak eğitimi, yapısal düzeni ve
anlatımı bakımından tragedyaya benzese de olayları ve kişilerin adlarını gerçek
yaşamdan almayıp uydurduğu için tragedyadan farklıdır. Daniello tragedyanın
üstün kralların ölümünü, büyük imparatorlukların yıkımını ele almasına karşın
komedyanın günlük ve sıradan olayları yansıttığını, Minturno tragedyanın soylu
kişileri ilgilendiren ciddi işleri, komedyanın ise köy ve kentin sıradan
insanlarını ele aldığını söylemiştir.22
Rönesans kuramcıları antik tiyatronun biçim kalıplarını benimsediler.
Denge, orantı ilkeleri, uzunluk ve yazı ile üç birlik kuralları, biçimsel
düzenleme için gerekliydi. Olayların gelişiminde neden sonuç ilişkisi
gözetiliyordu. Oyunlarda simetrik bölümleme, beş perde kuralı üzerinde duruldu.23
UZUNLUK: Bir tragedya uzunluğu
hakkında Aristotales’in esnek bir ölçü tanıdığını anımsıyoruz. Aristotales’e
göre bir tragedyanın belli bir uzunluğu olmalıydı. Oyunda büyüklük seyircinin
algılama gücü dikkate alınarak saptanıyor, ne fark edilmeyecek kadar küçük ne
algılanamayacak kadar büyük olana yer verilmiyordu. Ayrıca bir tragedyada
olayların mutluluktan mutsuzluğa dönüşmesi ya da ters yönde bir değişime
uğraması gerekiyordu.24
21 A.e.
22 A.e., ss: 71-72.
23 A.e., s. 72.
24 A.e.
ÜÇ BİRLİK: Aristotales’in
eylem birliği üzerinde önemle durmuş olduğunu anımsıyoruz. Aristotales öykünün
zaman sürecine ilişkin bir öneride de bulunmuş, olayların güneşin doğuşu ve
batışıyla sınırlanması gerektiğini söylemiştir.Rönesans da eylem
birliği kuralı olduğu
gibi benimsendikten başka,
zaman birliğine de kesinlik
kazandırıldı ve bu iki kurala Aristotales’in hiç değinmemiş olduğu yer birliği
kuralı eklendi.Böylece ortaya üç birlik dediğimiz ve uzun süre oyun yazarlarını
baskı altında tutan bir kural çıkmış oldu. Üç birlik kuralının önericisi
Lodvico Castelvetro’dur. Castelvetro bir tragedya konusunu sınırlı bir alan ve
sınırlı bir zaman süreci içinde ele
alınması gerektiğini ileri sürdü. Sir Philip Sidney yerli oyunları Latin
tragedyalarıyla karşılaştırmış ve İngiliz yazarlarını ustalık kurallarına
uymadıkları için kınamıştır.25
2.3 ELISABETH ÇAĞI TİYATROSU
‘’Shakespeare’in dahil olduğu Elisabeth Çağı, İngiliz Rönesansının
gerçekleştiği, uyanıp yenileme, güçlenip büyüme,canlanıp değişmezamanıdır.’’26
‘’ Yüzlerce saraylının ortasındaki Kraliçe Elisabeth oyun seyrederken
çağın ozanı Shakespeare hemen çevresinde binlerce yıldızın dansettiği yıldızı
düşleyebilir; aklı göklerin sistemi üzerindeyken biranda toplum sisteminegeri
dönebilir. Elisabeth çağı insanınınzengin vedolu yaşayışını bunlarla
açıklayabiliriz.’’27
Montaignekişiye kendini
inceleterek kendini buldurur, ‘’Tanrı veevrenibir tutanBruno bununla birlikte evrende evrenin parçası olan insana
kattığı tanrısallıktır. Erasmus aklın
ruhtaki yerini kralın toplumdaki yerine benzeterek kişiyebağımsızlık yolunu
gösterir, Machiavelli otoritenin amaca ulaşmak için her türlü yolukullanabileceğini dile getirince, düşüncesi yorumlanınca,
25 A.e., s. 73.
26 Turan OFLAZOĞLU,SHAKESPEARE , Cem Yayınevi, 1999 s. 5
27 A.e., s. 8.
kişisınırlarınızorlamayabaşlıyor; Erkli ve arzulu her birey kendini
otoriteye layık görür ve Elisabeth Çağı sahnesi Machiavelli’cilerle
dolar.III.Richard, Macbeth, Othello da Iago, Kral Lear da Edmund,Julius
Caesar’da Antonius, Roma’yı yönetenlerden biri için “Eşeğe yükü taşıtır, işi bitince dehleriz” der.’’28
‘’Büyük Britanya adasında yaşamını sürdüren İngilizler güçlendikçe adadan
dışarıçıkmak istiyorlar, ezeli düşmanları İspanya’nın ünlü filosuise
İngilizleribulundukları yerde baskı altında tutuyor; İspanyolların her daim
adaya çıkabileceğiher zaman var olan ortak bir korku; Lakin toplum dinç,genç ve
sağlıklı olduğu için bu endişe ve korku onların daha da kuvvetlenmesineneden
oluyor ve nihayeto yenilmez sanılan, büyükdonanmayı darma duman ediyorlar.
İngilizlerin kendine güvenleri öyle büyüyor ki neredeyse her İngiliz kendini
bir kahraman olarak görmeye başlıyor. Timurlenk misalitarihe geçmiş kişileri
kendi kahramanlarının,rol modellerinin bir sözcüsü, sembolü sayıyorlar.’’29
‘’Önceleri insan özgür
davranışının tadına doyamıyor. Hareketin en güçlühissedileni, benliği en doyuranı,
bilincin en uyarıcısı kural dışı olan şeylerdir. Kuralları hiçe sayıp,
sınırları zorlamak. İzleyiciyapamadığı ama yapmak istediği şeyleri oyundaki
kahramanların yaptığını görünce,
onlarıkendi yapmış gibi hissediyor. İzleyici
oyuncu aracılığıyla haram meyvanın lezzetine varıyor.’’30
İştah azgınlığı, zamanla umutları coşturuyor; İnsanı gücünü aşan şeylere
yönlendiriyor ve girdiği dolanbaçlı, tekin olmayan yollarda güçlü engellerle
karşılaştırıyor. Hedeflediğizirveye çıksa bile, orada uzun süre kalıcı
olamıyor, başı dönüyorbaşaşağı oluyor. Orta Çağda sınırlanmış boyutlar içinde
yaşayan insan, Rönesans ile birliktedörtnala bir açlıklasınırlarına yüklenince
ve kendini kaybedincefazla geçmeden anlıyor ki, sınırlar ne
kadargenişsesınırsızlık ondan çok daha geniş.
28 A.e., s. 10.
29 A.e.,s .11.
30 A.e., ss: 11-12.
Kendi dışında ve içinde yakaladığı başarılar ne kadargüçlü ve büyükse her
taraftankuşatan sınırsızlık onu sıfır noktasına indirecek kadar güçlü.Tabiatın
en ücrayerlerine sığınmış gizleri bilimiyle yakalayabilir, varlığın en zirve
yerlerine felsefesi ile birlikte ulaşabilir.
‘’Irmak selden sonra yerinegeri çekilmek zorunda kalıyor, her daim denize
akmak mecburiyetinde bulunduğunu ve hiçbir zaman denizleşemeyeceğini idrak
etmektenkazandığı hüzünle.’’31
‘’Elisabeth Çağı insanı, eksiklik barındıran varlığının farkındadır.
İdeal görüntüsünün eksikliğini taze
bir akılla duyumsaması, ona motive eden, hareketlendiren, coşkulandıran bir güç
ürettirir; O güç ile ideal görüntüsüne doğru yükselir. Onun potansiyelini mümkün
olduğunca arttıranbu gerilimdir. Sahnede büyük özlemleriyle,tutkularıylaboy
gösteren; düşlerine gündelik gerçekliğininandırıcılığını sağlayan, günlük
gerçeğine düşlerinin zenginliğini kazandıran o göz kamaştırıcı kişilerin
varlıkları başka türlü nasıl açıklanabilir ki?’’32
‘’Orta Çağ tiyatrosunun etkisi kadar Roma tiyatrosunun katkısı da 16.
yüzyılda Elisabeth Çağı tiyatrosunun oluşmasında büyük önem taşıyor. Bir yanda Morality’ler Mystery’ler ve daha sonra
oluşan yemek ya da dans aralarında oynanan Inter Lude’lar. Diğer
tarafdaSeneca’nın tragedyaları ise Plautus ile Terentius’un komedyaları. Temel
unsurların böyle zengin bulunması, gençlerle yaşlılara, soylularla soylu olmayanlara, okumuşlarla okumamışlara,
kadınlarla erkeklere, topluma açık bir tiyatronun doğmasına yol açıyor.’’33
Elisabeth Çağında Seneca, Terentius, Plautusyabancı veuzak ve oldukları
için ilgi, eskiden kalma oldukları için de saygı uyandırıyorlardı. Onlar bu
yüzden, örnek alınıyor.‘’Romalı yazarların sınırlı sahneleri, bu çağın genel tutkularına,
31 A.e., s. 12.
32 A.e., s. 14.
33 A.e., s. 18.
arzularınaeksik geliyor, çünkü Elisabeth Çağı seyircisi Orta Çağ
oyunlarının görkemli zamanlarına görkemli mekanlarına alışmış, Roma
tiyatrosunun kendi kendine yeten oyun anlayışı, Orta Çağ’ın zamanla mekanı
özgürce kullanmasıyla tamamlanınca Elisabeth Çağı tiyatrosu doğuyor. Kurucular
ise üniversite zekaları diye tanınan, Kyd, Lyly, Marlowe ve Green. Bu çağın ve
daha sonraki çağın en büyük oyun yazarı Shakespeare, kuruculara en öncede
Marlowe’a çok şey borçlu.’’34
2.4
ELISABETH ÇAĞINDA SAHNE
‘’Elisabeth Çağı tiyatrosu içindegerçek anlamda bir dekor bulunmadığı
için perde de bulunmaz. Her bir sahne ara olmadan, birbirinin ardısıra
oynanıyordu; oyun kesintisiz bir akış
ile ilerliyordu. Shakespeare Antonius ve Kleopatra’yı kırkiki sahne olarak tasarlamıştı. Bu sahnelerden
bazıları on, altı hatta dört satırlıktı. Bugün pek çok kişi bunu yadırgasada
Shakespeare’in çağdaşlarınca bu son derece olağan bir şeydi. Onlar tiyatroda
her şeyin varsayıma dayandığını biliyordu. Kleopatra konuşuyorsa Mısır’da,
Ceasar konuşuyorsaRoma’ya geçildiği anlaşılabiliyordu. Zaman, yer, durumlar,
davranışlarbunların tümünü belirleyen, kişilere can veren, onlardaki anlamı
yansıtan kısacası oyunun tümünü sırtlanan dildir. Bu şiirsel bir tiyatroydu.
Akılla, duyularla, sezgiyle ve düş gücüyle izlenebilen bir tiyatro;
Yaşananlarısadece dış özellikleri ile değil, iç zenginliğiyle,
lezzetiyle,özüyle veren, bütün varlığıyla seyircinin oyuna katılmasını
sağlayan, içdünyasında oyunu hissetmesini yaşamasına imkan veren bir tiyatro.’’35
2.5
ELISABETH ÇAĞINDA TRAGEDYA
Eski Yunandan sonra büyük tragedyaların ilk kez Elisabeth Çağı
İngiltere’sinde yazılmış olması ilginçtir. Çağların dinamizmi kendinden
önceki çağların yerleşik
34 A.e.
35 A.e., s. 19.
değerlerine karşı oluşanbir tepkiyle oluşur ve bu muhakeme sırasında
geçmişten alınan şeyler yeni olanın kurulmasında kullanılır.
‘’Montaigne,Bruno, Machiavelli,Erasmus gibi düşünürlee kuşkuculuk akımınıbaşlatır bu daOrta Çağ’ın yok olma
noktasına gelen, adeta donan varlığını buzlarından arındırarak canlandırıyor.
Geçmişten geleceğe olduğu gibi aktarılan dogmalardan her birinin karşısında bir“soru işareti”bulunuyor ve bu
sorgulamalar gerginliklere sebep oluyor, tragedyanın aniden
tomurcuklanıpyeşermesineuygun bir atmosferhazırlanıyor. Sadece inancın hakim
olduğu bir yerde tragedya oluşamaz. İnanca takılan, onu sorgulayan kuşkunun
varlığı da gereklidir. Sadece kuşkunun hakim olduğu alan da tragedya için
elverişli değildir. Her güç durumda Tanrı’ya güvenen bir İsa trajik olamaz, ama
çarmıha gerildiğindeyardıma hiç kimsenin gelmediğini görünce “Neden bıraktın beni Tanrım?” diye Golgotha gecesine kuyruklu yıldız gibi çığlık atanİsa, trajik bir kahraman olarak
o atmosferebürünmüş olacaktır.’’36
2.6
ANTİK YUNAN TRAGEDYALARI İLE SHAKESPEARE
TRAGEDYALARI ARASINDAKİ FARK
‘’Fransa’da da yazılan kuralcı tragedya ile Elisabeth Çağı tragedyası
arasında çok büyük bir ayrım var. İngiliz yazarlarşekillendirecekleri yaşantıya
önceden belirlenmiş kural veilkelerle
yaklaşmıyor, kuralları adeta yaşantının kendişekillendirirken yaratıcıya
fısıldıyor. Shakespeare ile Marlowe’un yazdığı
tragedyaların, Corneilleile Racine’in yazdıklarından daha etkileyici,canlı ve
daha zengin olması belki de bundandır. Hayatın kuralları baskı altında sınırlanmıyor.
Kurallar hayatındaha açık,
daha coşkulu dile gelmesi için kullanılan biraraç.Elisabeth Çağı tragedyasıda
kurallar neticesindegelişipbüyürken Fransız tragedyası kurallar sayesindesönük
ve ilgisiz kalıyor.’’37
36 A.e., ss: 19-21.
37 A.e. s. 20.
‘’Shakespeare’in eserlerindehayali bir atmosferde gerçek insanları
görürüz; Düşselortamkarakterlere geniş, ferahlatıcı bir perspektif sunarken
kişilerin gerçekçi ve düşselin gündelik yaşayışında tüm bozukluklar,
uyumsuzluklar düşsel bir atmosferde tamir edilir. Bütün sıkıntılar,tasalar,
sorunlar, belalar sanatın büyüsüyle çözümlenir.
Maldan mülkden olma,sürgünlük, saltanatını tahtını kaybetme, arka planda
ölüm tehlikesi gibi olaylaryer alırken ön planda sevişenler birlikte olmaya
çalışan çiftler göze çarpar. Onların birleşmesiyle kaybolanlar elden gidenlere
kavuşulur, ayrılıklar biter; çok güzel,çok iyi, çok sağlıklı geleceğe ümitle
bakanbir iyimserlik hüküm sürer. Güneş kara bulutlardan kurtulur, kış bahara
dönüşür. Kederyerini neşeye bırakır. Kent hayatı aksayan, kentte konaklama
olanaklarını yitiren kişiler genellikle doğaya sığınır; başlarına geleni her
bir şeyi orada düşünür hesaplaşır. Fazlalıklarını sivriliklerini orada giderip
orada arındırıp, tamamlanır ve geldikleri yere arınmış, sağlıklı,güçlü ve
yenilenmiş olarak dönerler.’’38
Antik Yunan tragedyalarında baş oyun karakterininsıradanlıktan üstün,
soylu ve erdemli kişi olması ve büyük işlere atılması onlara kahraman
denilmesine neden olmuştur.’’39
‘’Shakespeare gibi karmaşık karakter portreleri yaratmayı başaran
yazarlar ise karakterlerinde meydana gelen değişimi, bu değişimin nedenlerini
gösterereksahici ve inandırıcı olmayı
başarmışlardır.’’40
‘’Klasik kurgulamada oyun kişilerinin ilişkisi olaylarla; serim, düğüm,
çatışma, çözüm aşamaları biçiminde gelişir. Oyunun kahramanı oyun başında
sahnelenen duruma tepki göstererek harekete geçer. Genelde
oyunun başında bazen
de olayın
38 A.e., s. 23.
39 Sevda ŞENER,YAŞAMIN
KIRILMA NOKTASINDA DRAM SANATI , Yapı Kredi Yayınları,
1997, s. 15.
40 A.e., s. 16.
gelişme aşamaları sırasında içinde bulunduğu durumu hazırlayan koşullar
ile olay başlamadan önce geçmiş olan olaylar
anlatılır.’’41
‘’Shakespeare de tragedyalar da güçler dengelidir. Savaş, çatışma,haklı
ile haksız, iyi ile kötü, arasında geçer. Antik tragedyalarda ki karşı durma
hali, Shakespeare tragedyalarında karşı atakşeklindesunulur.’’42
‘’Olayların gelişimi Antik oyunlarda da Shakespeare oyunlarında da dram
yapısının iskeletini oluşturur, iç ve dış aksiyon seyircinin bu akışa duygu ve
düşüncesiyle katılmasını sağlar.’’43
Aristotales klasik dramaturji kuramının baş mimarıdır.OlaylarAntik
tragedyalarda güneşin doğuşuyla batışı
arasında yer alır.Ünlü zaman birliği kuramına
öncülük eder. Klasik dönem düşünürleri eylem ve yer birliği kurallarıyla birlikte üç birlik kuralı adı verilen bu sınırlamayıgeçerli
saymışlar, tüm uygulamalarda bu kurala uyum göstermişler. Shakespeare’in, romantik
dönem yazarlarının oyunlarında ne zaman ne de yer birliğine önem vermediği
açıkça görülür.44
‘’Kahraman;Shakespeare tragedyalarında seçimi ve eylemiyle toplumda var
olan bir değeri değil, bir değer bunalımını aktaran anlatan kişidir. Antik
tragedya kahramanı toplumun onayladığı bir seçim doğrultusunda davranırken yok
olur.
Shakespeare tragedyasının kahramanı ise değerler karmaşası içinde
kalakalmıştır. Seçiminidoğru yapamadığı için hezimete uğrar.Ne kendilerini ne
de içinde bulundukları çevreyi iyi tanıyamamışlardır. Onların davranış biçimi
durumu değiştirmez ya da çok az değiştirir. Onları
yücelten ise iyi niyetli,doğru değerlere
41 A.e., s. 17.
42 A.e., s. 18.
43 A.e., s. 24.
44 A.e., s. 27.
inanmış kişiler olmalarıdır. Fakat bu onları hata yapmaktan tuzağa
düşmekten koruyamaz.’’45
‘’Shakespeare’in kahramanları seçimleri ve davranış biçimleri ile değil
eylemlerinin nedenleri ve sonuçlarıyla onları uyaran,seyircinin gözünü açan
kahramanlardır.’’46
‘’Shakespeare tragedyalarında toplumun zayıf yanıkahramanın hatası olarak
karşımıza çıkar. İçinde bulundukları ortam tarafından zehirlenmiş
kişilerdir.Klasik tragedyada yıkımını hazırlayan trajik hatakahramanamal edilmiştir. Kahraman saygın bir kişi olduğu için bu hatanın
ahlak açısından bir zayıflık olmamasına önem verilir, olmamalıdır.’’47
‘’Shakespeare’in tragedyalarında dramatik olan toplumda bir değerler
karmaşasına düşülmüş, adalet duygusunun yitirilmiş olmasından kaynaklanır.Bu
ortamın insanı olan kahraman üstün nitelikler taşımasına rağmen yanılgıya
düşmekten, haksızlık etmekten, bu değer karmaşasını kendi içinde yaşamaktan
kurtulamaz. Olayları istediği gibi yönlendiremez. Düş kırıklığına ve yıkıma
uğrar. Yıkımını karşısındaki güçler kadar kendi de hazırlamış olur. Çünkü
tragedyanın kahramanı hem moral bir değer taşıyıcısı, hem tutkulu bir varlık
olarak ele alınmıştır. İçinde bulunduğu duruma
tepkisi, razı olmama, kabullenmeme ve karşı saldırıya geçme biçiminde ortaya
çıkar. Yıkımı hem değerini, hem yanılgısını kanıtlar.’’48
‘’ Shakespeare, oyunlarında dramatik anlamı üretmek için klasik dram
yapısından yararlanmakla beraber, malzemesini saptanmış kurallara uydurmak için
zorlamamıştır. Oyunlarında eyleme,
sürükleyici harekete ağırlık
verdiğinden klasik
45 A.e., s. 28.
46 A.e., s. 29.
47 A.e.
48 A.e., ss: 44-45.
dram yapısının yer ve zaman birliği kuralını dikkate almamış, sırasında
çift olay zinciri geliştirerek eylem birliği kuralının da dışına çıkmıştır.’’ 49
15. ve 16. yüzyıllarda gelişen Elisabeth dönemi oyunlarında Shakespeare
tragedyalarında mantıklı bir olay kurgusu yanında anlaşılmaz güçlere, fantastik
olaylara da yer verildiği görülür. Antik tiyatro anlayışının öngördüğü biçimsel
birlik ve yalınlık ölçülerine uyulmamış, trajik olanın yanında komik olan yer
almış, bazen çift olay zinciri birarada geliştirilmiştir.
‘’Şiirsellik ve gerilim yaratan olay kurgusu,yapı sağlamlığı
yöntemi,Shakespeare tragedyalarının en önemli özelliğidir. Yazar bir yandan
insanın sosyal kişiliğine damga vuran kişilik nitelikleriniince ince işler,
kahramanlarına kişilik derinliği kazandırır,
insanın tutkularını,arzularını, hırslarını, karışık ruh halini,
ve fazlalıklarını onun doğal
vasıfları olarak aktarırken, diğer yandasadakat, adalet, sevgi gibi toplum
ilişkilerini sağlıklı kılan değerlerin önemi üzerinde durmuştur.Shakespeare,
tragedyalarında özel bireylerin büyüklüğüne, soyluluğuna, sorumluluk duygusuna
olan inancını belirtirken insan doğasının tutkulu, kötücül, şeytani yanına da
dikkati çekti.’’50
49 A.e., ss: 47-48.
50 A.e., ss: 106-107.
26 Nisan1564 Stratford upon Avon 23 Nisan1616. İngiliz oyun yazarı,
şairWilliam, tüccar John Shakespeare ile Mary Arden'ın en büyük oğlu, sekiz
çocuğun üçüncüsüydü (iki ablası vardı) Shakespeare'ler saygın bir aileydi. William
doğduktan bir yıl sonra John (eldiven
yapar ve deri ticaretiyle uğraşırdı) Stratford-upon-Avon'ın meclis üyelerinden biri, dört yıl sonra
da kentin belediye başkanı oldu.
William'ın çocukluğu hakkında az şey biliniyor. Okuma yazmayı yerel
ilkokulda öğrendiğine, daha sonra yerel liseye gittiğine ve burada Latin ve
ingiliz Edebiyatı okuduğuna inanılır.1582'de,on sekiz yaşındayken bir çiftçi
kızıyla,Anne Hathaway'le evlendi.Anne ondan sekiz yaş büyük ve üç aylık
hamileydi.Evlilikleri boyunca üç çocukları daha oldu: 26 Mart l583'te doğan
Susanna, 2 Şubat 1585'te doğan ikizler, Hamnet ve Judith.Hamnet (William'ın tek
oğlu) 1596 yılında, on bir yaşındayken hıyarcıklı vebadan öldü.
Evlendikten beş yıl sonra, I587'de, William karısı ile çocuklarını
Stratford'da bırakarak Londra'ya gitti. The Theatre/Tiyatro'da (ingiltere'nin
ilk kalıcı tiyatrosu) aktör olarak sahneye çıkıp halka kendi şiirlerinden
resitaller sundu;ama en fazla ilgi toplayan yanı oyun yazarlığıydı.
Ünü çok geçmeden her tarafa yayıldı. 1603'te Kraliçe Elizabeth ölünce
yeni Kral 1. James (ki zaten İskoçya Kral'ı 6. James'ti) Shakespeare'in
Mabeyinci Başı'nın Adamları adını taşıyan oyunculuk kumpanyasına, sarayı
eğlendirmeleri karşılığında Kralın Adamları diye anılma izni verdi. Bu ilişki,
İskoçya Kralı'nı hoşnut etmek için yazılan Macbeth gibi birkaç oyunun ortaya
çıkmasına yol açacaktı.
William Shakespeare'in 38 oyun, 154 sone ve 5 şiir’i, sadece yirmi üç
yılda, 1590 ile 1613 arasında yazdığına ve katkıda bulunduğuna inanılır.
Oyunları için hiçbir özgün metin bulunmayışı, onları doğru bir şekilde
tarihlemeyi zorlaştırır. O tarihlerde matbaacılık henüz çocukluk dönemindeydi,
üstelik oyunları sahneye konduklarında değiştirme eğilimi vardı. Shakespeare
oyuncular için metni yazar ve birkaç performans boyunca üzerinde rötuş yapardı.
Şimdi bildiğimiz oyunlar, her birinin çeşitli aşamalarında yazılmış nüshalardan
kalmıştır, çoğunlukla da oyuncular tarafından ezberden yazılmıştır.
‘’Shakespeare'in meşhur Globe Tiyatrosu ile sıkı bağları vardı.
Kumpanyası tarafından 1599’da inşa edilen ve her performansta küçücük yere
binlerce insanın sıkıştığı bu tiyatro, onun "ruhsal yuvası" haline
gelmişti. 1613'te VIII. Henry performansında bir top ateşi saz damı ateşe
verdiği ve bütün tiyatro yanıp kül olduğunda içeride 3,000 kişi vardı. Gerçi
bir yıl sonra yeniden inşa edildi ama bu Shakespeare'in yazışının ve Londra'da
kalışının sonu oldu. Globe'daki 1613 kazasından kısa süre sonra Shakespeare baş
kenti bırakarak ailesiyle yaşamak üzere Stratford upon Avon'a döndü. 23 Nisan
1616'da öldü, iki gün sonra da Baba Oğul ve Kutsal Ruh Kilisesi'nde (elli iki
yıl önce vaftiz edildiği kilise de) gömüldü.Ölüm nedeni bilinmiyor.Shakespeare
öldüğünde ailesine ve tiyatrodaki arkadaşlarına bırakacak hatırı sayılır bir
mal mülkü vardı.Servetinin varisi olacak oğlu yoktu, elindekilerin büyük
kısmını büyük kızı Susanna'ya bıraktı. Tuhaftır ki, karısı Anne'e bıraktığı tek
şey, ikinci en iyi yatağı oldu ama Anne, onun ölümünden sonra aile evinde
kalmayı sürdürdü.Shakespeare'in soyundan gelen tek kişi, 1670'te öldü. Bu kişi,
torunu,Elisabeth’ti.’’51
51William SHAKESPEARE,ROMEO VE JULIET, Çev: Sevin Okyay,
NTV Yayınları, 2011.
Elisabeth dönemi İngiliz
tiyatrosunun önde gelenlerindenolmasının yanı sıra dünyada adından en çok söz ettiren, en çok
sahnelenen ve yorumlanan, yabancı dillere en çok çevrilen oyun yazarı olarak
tarihe geçti.Bu önemi çağının toplumsal, kültürel bileşimini çok yönlü
yansıtabilmiş, yapıtlarıyla ulusal tiyatronun kuruculuğunu yapmış, kendinden
önceki kültürel mirası özümleyen Rönesansinsancıl felsefede ürünler vermiş ve
bütün bunların bir sonucu olarak çok yönlü bir sunum dilini zenginleştirmiştir.
Oyunlarında Orta Çağ ve halk tiyatrosu özelliklerini taşıyan açık oyun
biçimi ile Rönesans klasik burjuva tiyatrosu özellikleri taşıyan kapalı oyun
biçimi birlikte varoldu. Tragedya ve komedyanın birbirini tamamlayan bir şekil
alması ile birlikte, oyun dili hem
manzume hem de düz yazı şekliile birlikte kullanılır.Bu da çok yönlü ve çok zengin bir sunumun
gerçekleştirmesinde önemli rol oynar.
‘’Kişilerin çok yönlü karmaşık bireysel yapısı, gerek komedya gerekse
tragedya yapısının çok boyutlu hale gelmesine, bu arada karakter komedyası ve
karakter tragedyasının gelişmesine yol açtı. Tümünde alındığından ulusal
bilinci yoğunlaştıran tarih
oyunlarının sarayla bütünleşmesinin yanı sıra halk geleneğinin canlılığı ve
oluşumunun gelişmesinde katkı sağladı.Rönesansın evrensel değerleriyle de
bütünleşmesi sonucunda yepyeni bir ulusal halk
tiyatrosunu oluşturdu. Oyunları genelinde üç öbekte toplanır. Ülke tarihi
(önemli olayları ele alan tarih oyunları, farsları, romantik komedyaları,
pastoral romansları), sorunsal komedyaları içeren komedyalar ve tragedyalar.’’52
3.2 SHAKESPEARE OYUNLARININ KAYNAKLARI
52Aziz ÇALIŞLAR,TİYATRO ADAMLARI SÖZLÜĞÜ, Mitos Boyut yayınları, 1993. ss: 240-241.
1) HOLINSHED CRONICLE: Günlük olayları
kaydeden belge.İngiliz ve
İskoç tarihini
içeren oyunlar.
2) PLUTARKHOS: Koşuş, paralel yaşamlar. Roma ve
Yunanlıları karşılaştırıyor. Bunlar birer biyografi gibi. Edebiyatın ilk
biyografisini veren kitap.
Plutarkhos: Yunanlı yazar. Varlıklı bir ailenin çocuğuydu. Atina’da
retorik, felsefe ve fen bilimleri
okudu. Mısır ve Roma’yı dolaştı. Roma edebiyat çevrelerinde konuşmalar yaptı ve
Delphoi Rahipler Kuruluna katıldı. Ancak daha çok Khaironeia’da yaşadı ve yapıtlarının
çoğunu orada yazdı. Bunlar geleneksel olarak
iki guruba ayrılır.
Ethika (çok değişik konularda ve farklı dönemlerde yazılan 78 inceleme,
derleme ve yaşam öyküsü) ve yurtseverliği, ahlaki amaçları, kişilikleri ortaya
koyan fıkralara karşı duyduğu eğilim,
bilgisinin çeşitliliği ve tarihsel ya da efsanevi
olayların pitorest betimlemesi
sayesinde ona ün kazandıran Hayatlar (Bioparelleloi). Dört ayrı yaşam öyküsü
dışında ikişer ikişer guruplandırılmış 46 almaşık Yunanlı ve Romalı yaşam
öyküsü. Filozof ya da tarihçiden çok ahlakçı olan Plutarkhos Helenizmin son
günlerini yaşadığı bir dönemde bu akımın son büyük temsilcilerinden biriydi.
Bioparelleloi:Putarkhos’un yapıtı (İ.S. I. yy.). 42 tanesi ikişer ikişer
ve bir Romalı karşısında bir Yunanlı olacak şekilde. 4 tanesi iki Romalı
karşısında iki Yunanlı ve dördü tek başına olmak üzere 50 kişiyi içeren bir
yaşam öyküleri derlemesidir.Antik çağ, Yunan Latin uygarlığının önemli
kişilerinin tanınmasında değerli bir kaynak oluşturan yapıt, edebi açıdan da
şanslıydı ve özellikle Fransa’da Amyot’un çevirisiyle
(1559) ün kazandı. Ahlaksal ve yurtsever bir bakışla kaleme alınmış olan yapıt
bir yandan bir gelenek yaratmaya, öte yandan Yunanlılar ile Romalıların aynı
ölçüde değerli olduklarını göstermeye çalışır.
Küçük gerçek olayların, ruhun belirtilerinin en anlamlı olaylar gibi
değerlendirildiği psikolojik yaşam öyküsünü amaçlar, türün yapaylığına rağmen, Plutarkhos
ayrıntıların
bolluğu ve anlatı yetenekleri sayesinde şaşırtıcı derecede canlı portreler
çizmeyi başarmıştır.
3) İTALYAN ROMANSLARI: Rönesans İtalya’da başladı,
İngiltere’ye çeviri şeklinde geldi. Shakespeare, Plutarkhos’tan bir çok oyunun
kaynağını almıştır.
3.3
SHAKESPEARE’İN
OYUNLARI
İLK KOMEDYALARI YANLIŞLIKLAR KOMEDYASI VERONA’LI İKİ CENTİLMEN AŞKIN
BOŞA GİDEN EMEĞİ HIRÇIN KIZ
BİR YAZ DÖNEMİ GECESİ RÜYASI
OLGUN DÖNEMİNİN
KOMEDYALARI
VENEDİK TACİRİ
WINDSOR’UN ŞEN KADINLARI KURU GÜRÜLTÜ
ONİKİNİCİ GECE
NASIL HOŞUNUZA
GİDERSE İYİ BİTEN HERŞEY İYİDİR KISASA KISAS
İNGİLİZ TARİHİ
İLE İLGİLİ OYUNLARI
KRAL JOHN
RICHARD II HENRY IV HENRY V HENRY VI RICHARD
III HENRY VIII
TRAGEDYALARI
TITUS ANDRONICUS ROMEO VE JULIET OTHELLO
KRAL LEAR MACBETH
ESKİ YUNANİSTAN VE ROMA
TARİHİ İLE İLGİLİ OYUNLARI
JULIUS CAESAR
ATİNALI TIMON CORIOLANUS TROLIUS
VE CRESSIDA
ANTONIUS VE KLEOPATRA
SON OYUNLARI PERICLES CYMBELINE
KIŞ MASALI FIRTINA
3.4
SHAKESPEARE’DE
DİL
‘’1557’de Henry Howard(Surrey kontu)Shakespeare’ineserlerindeilk defa
Aeneidtercümesinde kullandığı ve Marlowe’un dram dilinigeliştirip olgun bir
hale getirdiği Blank Verse (Onlu) ismini koyduğuölçüyü kullanmıştır. Gerçi
oyunlarında zaman zaman şiir dilini kullandığı gibi, düz yazı kullandığı da
olmuştur. Ancak soyluların manzum, soylu olmayanlarınsa düz konuştuğunu
söylemek yanlış bir gözlem olur. Soylu olmayanlar da manzum konuştuğu gibi,
soylular da bazan düz konuşur. Shakespeare’de bunu belirleyen kişinin hangi
toplum katına bağlı olduğu değil, o anda nasıl bir ruh durumunda olduğudur.’’53
53William SHAKESPEARE, ROMEO
VE JULIET, Çev: Özdemir NUTKU, Remzi Kitabevi,
1993. ss: 10,11.
‘’Shakespeare oyunlarının şiirle
yazdığı bölümlerde; Blank
Verse: Beş vurgulu
ve on heceden oluşan uyaksız
ölçüyü kullanmıştır. Genellikle tarihsel oyunlarında ve trajedilerinde şiir
daha hakimdir.Düzyazısında da ritim,esneklik ve kapsadığı değişik stiller
açısından neredeyse şiiri kadar ilginçtir.’’54
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
SHAKESPEARE’DE AŞK ÜZERİNE
ÖNEMLİ OYUNLAR
4.1 ROMEO VE JULIET
4.1.1 KAYNAK
Shakespeare1563’te boğularak ölen ( Arthur
Broke ) ozanın 1562 de kaleme aldığı
’’ Romeus and Juliet ‘’adlı şiiridenesinlenmiş. Arthur Broke da şiire
kaynak olarak Boisteau’nun Fransızca öyküsünü almış. Boisteau ise bu öyküyü
Bandello’nun İtalyanca öyküsünden aktarmış. Oyununun Luigi Groto’nun La
Hadriana oyununa benzer özelliği de bulunur. Broke’un şiirinden
esinlenenShakespeare olay kurgusunda birçok
yeri kendine göre değiştirmiş; Broke’un
şiirinde Mercutio diye bir
karakteryoktur. Romeo hırçın ve agresiftir. Tybalt’ı öldürür. Shakespeare
deRomeo dövüşmek istemez, arkadaşı Mercutio’yu, Tybalt öldürüro da dövüşmek
zorunda kavga sonucu Tybalt’ı öldürür.
‘’Romeo Broke’un şiirinde, sabit fikirlisevimli bir gencin çılgınlığa
varan davranışlarını sergilerken, Shakespeare de Romeo karakteri daha insancıl
ve nesnel olarak görülür.Juliet Broke’un
şiirinde ailesini ve dadısını aldatan,
günahkar bir genç kız. Shakespeare, Juliet’ikurgu
içinde mantıklı bir yere oturtmuştur.’’ 55
4.1.2 KONU
54 A.e., ss: 10-11.
55 A.e.
Verona’da iki önde gelen aile olan Montague’ler ile Capulet’ler arasında
“ezeli düşmanlık” sürmektedir. Bu
nedenle, Prens Escalus, kentte güçlükle sağladığı barışı bozacak eylemleri ağır
cezalandırma kararı almıştır. Bir Montague olan Romeo, arkadaşı Mercutio ile
birlikte Capulet’lerin verdiği bir maskeli baloya gider. Ancak Romeo orada
Capulet’lerin kızı olan ve Prens Paris’le evlendirilmek istenen Juliet’le karşılaşır.
İki genç birbirlerine aşık olurlar. Birbirlerini sonsuzca seveceklerine
ant veren iki genç, ailelerine karşın evlenmeye karar verirler ve bir Frasisken
papazı olan Peder Lorenzo, iki aileyi barıştırabilme umuduyla, iki genci
gizlice evlendirir. Sokakta Romeo, Juliet’in kuzeni Tybalt’la karşılaşır.
Tybalt, Romeo’ya hakaret ederek kışkırtır. Romeo’nun alttan alması karşısında
Mercutio kılıcına davranır. Ancak Romeo’nun araya girerek bir hata işlemesiyle
öldürücü bir darbe yer. Öfkeye kapılan Romeo da Tybalt’ı yaralar. Olayı öğrenen
Verona Prensi, Romeo’yu Verona’dan sürer. Romeo Montova’ya gitmeden önce son
geceyi, evlilik gecesini Juliet’le geçirir.
Bu arada Juliet, ailesi tarafından Prens Paris’le evlenmeye zorlanmaktadır.
‘’Kaygıya kapılan Peder Lorenzo bir çözüm bulur. Juliet kendisine
vereceği uyutucu ilacı içtikten sonra ölü uykusuna dalacak, kabirde uyandıktan
sonra Romeo’yla birlikte Mantua’ya kaçacaklardır. Ancak Peder Lorenzo’nun
yazdığı mektup Romeo’ya ulaşmaz. Romeo, Juliet’in ölüm haberini alır almaz
Verona’ya gelir. Juliet’in kabri yanındaki zehri içerek Juliet’in ayakları
dibinde can verir. Uyanan Juliet, sevgilisini ölmüş görünce kendisini izler.
Çocuklarının ölü bedenleri başında biraraya gelen aile babalarına Peder
Lorenzo’nun gerçeği açıklaması sonunda bütün bu ölümlere iki aile arasındaki
düşmanlığın neden olduğu anlatılır.’’ 56
4.1.3 BİÇİM
Tipik bir Rönesans oyunu olanRomeo ve Juliet deuyum, denge, simetri anlayışı hüküm sürer ki bu özellikler, Rönesans
sanatçılarının, düşünürlerinin, resim,
yontu,
56Aziz ÇALIŞLAR, TİYATRO OYUNLARI
SÖZLÜĞÜ, Mitos Boyut
Yayınları, 1993, s. 248.
mimarlıkta ve felsefede ortak özelliği olarak karşımıza çıkar.
Shakespeare, derin bir perspektif ile karakterlerindünyasını hem tiyatral hem
de psikolojik açıdan inandırıcı bir biçimde kurabilmiştir. Sahneler insani ve
inandırıcıdır.Mekanik bir perspektifle odaklanmaz.Şiirsel bir tükenmişlik ile
tıpkı gözden uzakta dağların bulutlardan ayırt edilemeyişi gibi şeyleri küçük
ve sisli biratmosfere sokar.
Rönesans perspektifi kesin ve yapay bir tekniğe sahip değildir, dünyada
olmanın ayrıcalığının bilinciyle dramatik bir biçimde yaşatılan insanlık
yazgısıdır. Shakespeare oyunlarının kendine özgü bir havası ve atmosferi, hakim
ve perspektif bilinciyle tekrarlanan simgeleri vardır.Bu da bir kıvılcımı gibi
yanıp sönerek kendine özgü dramatik anlam taşır.
Romeo ile Juliet’te ölçülünetsınırlarla belli olan az sayıda sahneye
orantılanmış mekanik bir sınırlama gözlenir. Rönesansın başlangıcında görülen
geometrik oran oyunun çevre tasarımında dahissedilir.Verona’nınsokakları, alanları, evleri,bahçeleri,
şekilseldengelerleorantılanmış, İtalyan ressamların resimlerindeki derinlik gibi ölçülü
ve biçilidir.
Hikayeninakışındaki karşıt hareketler
ölçülüdür.Dramatik atmosfer ise oldukça saf bir
biçimde perspektifi irdeyelerek ve dolayısıyla orta alanı zayıflatarak
kurulmuştur. Romeo, Mercutio veParis ve ile oranlanmış.‘’Juliet, Dadı ve Lady Capulet,Rosalindeile,Benvolio,Tybaltile ölçümlendirilmiştir. Geometrik oranlamadailişkilerbulunur.
Romeo’nun aşkı ve yarı kahramanduruşu, Paris’in aristokratik sevgi sunumu
ile karşıtlanmıştır; Romeo’nun aşırıtalepleri Rahip’in sağduyusu ve bir saray
adamının dingin çabalarıyla dengelenmiştir. Mantua’ya sürülenRomeoRönesans resimlerindeki bir tablonun
manzarayıyansıtması gibidir. Zaman kırkiki saatin içine sıkıştırılmıştır.’’57
57 William SHAKESPEARE,ROMEO VE
JULIET, Çev: Özdemir
NUTKU,Remzi Kitabevi, 1993, ss: 5,6,7 .
4.1.4 DEĞERLENDİRME
Romeo ve Juliet Shakespeare’in ilk ünlü tragedyası olmakla birlikte daha
sonraları yazdığıHamlet, Machbeth, Othello, Kral Lear, Julius Caesar, Antonius
ve Kleopatra gibi büyük tragedyalarının değerinde değildir elbet.
‘’Bunun başlıca nedeni 1595 ya da 1596’da yazılan bu gençlik oyununda
tragedya öğelerinin kişilerden değil, kişilerin içinde bulundukları dış
koşullardan kaynaklanmasıdır. Romeo ile Juliet’in kendi ruhsal yapılarında
hiçbir çelişki yoktur; Birbirleriyle de çatışma halinde değildirler. Hatta ansızın
kapıldıkları sevdaya bile karşı koymazlar. Onları ölüme sürükleyen olaylar
kişiliklerinden değil, ancak ailelerinin öteden beri düşman olmalarından, yani bir rastlantıya bağlı dış koşullardan doğar. Motegue ve Capulet
aileleri iyi geçinse Romeo ve Juliet tragedyası diye bir şey olmayacaktı. İşte
bu yüzden kimi eleştirmenler gerçekten trajik bir oyun olarak değil, acıklı bir
oyun olarak tanımlarlar Romeo ve Juliet’i. Oysa gene bir aşk öyküsünü ele alan
Antonius ve Kleopatra’da tragedya sadece dış koşullardan yani Antonius’nin bir
Romalı general, Kleopatra’nın da Mısır kraliçesi olmalarından değil, bu aşıkların
kendi benliklerindeki çelişkilerden, kişiliklerinin karmaşıklığından
ve birbirleriyle kıyasıya çatışmalarından kaynaklanır. Bu sayede de çok daha
ilginç ve çok daha derin bir anlam kazanır. Gerçekten trajik boyutlara varır.’’58
‘’Romeo ve Juliet’i
Shakespeare’in daha sonraları
yazdığı tragedyalarla aynı düzeyde
saymamamızın başka bir nedeni, yatsınmaz şiirsel güzelliğine karşın, bu oyunun
dilinin doğal ve sade olacağına zaman zaman gereğinden fazla süslü oluşu,
58 Prof. Dr. Mina URGAN,SHAKESPEARE VE HAMLET , Altın Kitaplar
, 1984, ss: 198,199.
sözcüklerle fazlasıyla oynanarak yer yer yapmacık izlenimini vermesidir.
Oyunun en acıklı ve gergin anlarında bile sözcüklerle aşırıya kaçan
cambazlıklar yapılmaktan vazgeçilmez. Örneğin Juliet,
Romeo’nun öldüğünü sandığı
sırada bile “Ay” sedasının üç ayrı anlamıyla “Aye” (Evet), “I” (Ben), “Eye” (Göz)
sözcük oyunları yapar. Zamanla bu gençlik kusurundan kurtulmuştur.’’ 59
4.1.5 SEVGİNİN GÜCÜ VE BİZ
Romeo ile Juliet’in eninde sonunda onları
felakete sürükleyecek olan belirli kusurları yoktur. Çektikleri tüm acılar
birbirini izleyen kötü rastlantılardan kaynaklanır.Ailelerinin arasındaki
düşmanlık yetmiyormuş gibi rastlantılar her zaman
bu genç aşıklara kötü oyunlar oynar. Örneğin Romeo ile Juliet’in gizlice
nikahlarını kıyan Rahip Lawrence bu evlilik sayesinde düşman ailelerin zamanla
barışacaklarını umar.
‘’Ne var ki Romeo yakın arkadaşı Mercutio ile Juliet’in akrabası
Tybalt’ın kavga ettikleri yere salt bir rastlantı sonucu gelir ve istemeyerek
Tybalt’ı öldürüp Verona’dan Mantua’ya sürülür. Juliet başka bir delikanlıyla,
yani Paris ile evlendirilmemek için düğünden bir gece önce kendisini kırkiki
saat süreyle sanki ölmüş gibi uyutacak
olan bir ilaç içer. Kızlarını gerçekten ölmüş sanan
ailesi onu aile mezarlığına koyacaktır. Rahip bir
haberci gönderip durumu Romeo’ya bildirecek, Romeo da Verona’ya gece gizlice
geri dönecek, Juliet’i alıp kaçacaklardır. Bu plan kusursuzdur aslında.
Gelgelelim Rahibin habercisi bir veba salgınından ötürü karantinaya alınıp bir
eve kapatılır. Juliet’in ölmediği haberini Romeo’ya iletemez. Verona’ya gelen
Romeo, ölü sandığı sevgilisinin mezarında zehir içip canına kıydıktan bir iki
dakika sonra Juliet uzun uykusundan uyanır veölen Romeo’sunu öptükten sonra
kendi yüreğine bir hançer saplar.
Bu bir iki dakikalık gecikme
kaderin genç sevdalılara oynadığı kötü oyunların en acımasızıdır; Juliet
biraz önce uyansaydı ya da Rahip Lawrence mezara bir iki dakika daha önce
gelseydi bu gençler ölümden kurtulacaklardı.’’60
59 A.e., s. 199.
60 A.e., ss: 199-200.
Tragedyanın başındaki prologun bildirdiği gibi kader yani ölümden başka
çıkar yol yoktur Romeo ve Juliet için. Gerçi iş işten geçtikten, onlar yok
olduktan sonra Capulet ile Montague’ler barışacaklardır.
Ama Romeo ile Juliet nedeni çoktan unutulmuş eski kan davaları ve
gereksiz kinler üzerine kurulu sevgiyi yatsıyan bir düzende yaşamışlardır.
Onları evlendiren yaşlı rahip bir yana hiç kimse sevgiye inanmıyordur.
Varlıklı Capulet’lerin gözünde kızları en iyi alıcıya verilmesi gereken bir
maldan başka bir şey değildir. Evlilik duygularla ilişkisi olmayan, sadece
ailenin çıkarları uğruna yapılar bir iş kontratıdır. Onun için Juliet’in
annesiyle babası uygun buldukları bir talip ortaya çıkar çıkmaz kızlarını ona
vermeye kararlıdır.
‘’Juliet’in yalvarıp yakarması, canına kıyacağını söylemesi boşunadır.
Annesiyle babası salt kendi istedikleri olsun diye kızlarını sokağa atmaya
hatta öldürmeye razıdırlar. Juliet’i bebekliğinden beri büyüten kendi evladı
gibi seven dadısı da sevda söz konusu olunca kaskatı bir duyarsızlık içindedir. Juliet’in Romeo ile evlendiğini, geceyi
birlikte geçirdiklerini bildiği halde bu ikinci kocayı birincisinden de daha
parlak bulur. Romeo artık sürüldüğüne, koca olarak bir işe yaramayacağına göre
Juliet’in Paris’le evlenmesini salık verir hiç utanmadan.’’61
Yoğun bir şiirsellikle dile getirilen acıklı olayların ağır bastığı bu tragedyada Juliet’in dadısı başarıyla canlandırılmış
bir güldürü kişisidir. Aynı şeyi her sözü nükteli, ölürken bile şakalaşan pırıl
pırıl bir Rönesans adamı olan Mercutio için de söyleyebiliriz.’’ 62
Aşıklara gelince, onları, kişilikten yoksun, sadece birer sevda simgesi
olarak görmek çok yanlış olur. Romeo, Juliet ile karşılaşıncaya dek belirli bir
kadından çok aşk kavramına tutkun olduğu için oyunda hiçbir zaman görülmeyen
Rosaline isimli bir kıza aşık sanır kendini.
61 A.e., ss: 200-201.
62 A.e., ss: 201.
O çağın geleneksel aşık davranışlarını benimseyip basmakalıp sözler
söyler. Ama gerçek aşkın ne olduğu anlayınca Romeo’nun tüm tutumu değişir. Hele
Juliet’in öldüğü yanlış haberini
aldıktan sonra Romeo
birden bire olgunlaşır daha bir gün önce
evlendiği karısından ayrılmak zorunda kaldığı için bir çocuk gibi kendini yere
atıp hüngür hüngür ağlayan genç, bu haber üzerine acısını gizleyerek büyük bir
sessizlik içinde kendini öldürmeye karar verir.
Juliet ise insan olarak Romeo’dan kat kat daha ilginçtir. Shakespeare,
oyunlarındaki kişilerin yaşlarını genellikle söylemediği halde, Juliet’in
ondört yaşını bitirmediğini özenle belirtir. Ne var ki bu kız çocuğu Romeo’yu
sever sevmez olgun bir kadına dönüşür.
Romeo’yu ilk gördüğü sırada onun kimliğini, evli mi yoksa bekar mı
olduğunu bilmez.Bu gencin kim olduğunu öğrenmesini dadısından isterken,“Eğer evliyse benim düğün döşeğim mezarım olacaktır her halde”der.Boşuna
söylenen bir söz değildir bu. Nitekim daha sonraları Romeo’yu yitirince hiç
duraksamadan kendi canına kıyacaktır. Bir çocuk olan ve bir çocuk gibi her
zaman doğal davranan Juliet’te geleneklere uygun genç kız tutumlarının, aşığına
nazlanmak gibi yapmacık tavırların en küçük bir izi görülmez. O kadar ki
birbirlerini sevdiklerine göre hemen evlenmelerini öneren Romeo değil
Juliet’dir. Romeo aşık olmasına aşıktır ama Juliet’in sevgisinde bu sevgiden
kaynaklanan tüm davranışlarında, tüm sözlerinde insanı gerçekten saygı ve
hayranlık içinde bırakan bir içtenlik ve kesinlik vardır.’’ 63
‘’Romeo ile Juliet, dram diliyle bir övgüdür sevgiye. Gençlik oyunudur.
Gençlerin oyunudur daha çok; ama sanki yaşlılar için yazılmıştır. Gençlere
neler yaptıklarını görsünler de katı görüşleri allak bullak olsun, duyguların
şaşmaz bildirisi ta yüreklerine işlesin diye.’’ 64
Romeo ile Juliet Baudelaire’in sözleriyle
63 A.e., ss: 201-202.
64 Turan OFLAZOĞLU,SHAKESPEARE, Cem Yayınevi, 1999, s. 46 .
“Hiçe sayan şahane gönüller gerçeği”öyle
kişilerle çevrilidirler ki, bunlardan Juliet’in babası Capulet için kız
dediğiniz ancak babanın istediği erkekle evlenmelidir; annesi de babası gibi
düşününce, büsbütün yalnız kalır Juliet; Önce sevgilisiyle kendisi arasında
habercilik eden, Romeo’yu öylesine öven dadısı bile koşullarla birlikte ağız
değiştirip, sağ duyunun soğuk bir sözcüsü olup çıkar. Romeo’ya gelince,
delikanlının biricik dayanağı Rahip Lawnence bile ona “Ölçülü sev de uzun sürsün sevgin” demekte, kuru bir bilgelik
sunmaktadır. Oysa Romeo için, seven
için hiçbir önemi yoktur sürenin; Önemli olan uzun sevmek değil, yoğun
sevmektir. Çünkü yüreğin gücü uzun severken değil yoğun severken büyür ölümden öte.
“Ne dert gelirse gelsin başıma, onu gördüğüm
kısacık bir anın sevincine denk olamaz. O aşk yutan ölüm elinden geleni geri
komasın. Yeter ki benim diyebileyim ona.”65
Romeo daha başlarda oyunun bildirisini dile getirir. İki aile arasında
patlak veren sokak kavgasının geçtiği yere geldiğinde arkadaşı Benvolio ile
konuşurken:
“Nefretten neler doğuyor,
ama daha çoktur sevgiden doğan”der.
Daha sonra kendi yaşayışıyla ispatlayacaktır bunu. İki ailenin o kuşaktan
kuşağa aktarılan kini, nice kavgalara, nice ölümlere yol açmıştır. Ama daha
ince çalışan sevgi, kavgaları doğuran nefreti kökünden söküp atacaktır.
Büyüklerin kinini toprağa gömecektir iki gencin sevgisi. Evet daha ince çalışan
sevgi hem dışarıda etkilidir (büyüklerin kinini silahsızlandırıp barışa yol
açar) hem de içeride, sevenlerin öz varlığında. Juliet, Romeo’yu tanıdığında ondört yaşında bir kızdır daha. Düşünde bile görmediği bir şereftir evlenmek. Ama
evlerindeki eğlencede kime gönül verdiğini anlayınca“Biricik sevgim doğdu biricik nefretimden” der.
65 A.e., s. 47.
Körpe ruhu trajik
bir adım atarak
olgunluk katına yükselir
birden. Gözünü kırpmadan benimser yazgısını. Romeo,
Juliet’i tanımadan da aşıktır. Onun olağanüstü sevme yetisi tuhaf, yadırganacak
tavırlar takınmasına yol açacaktır. Henüz oynamaktadır aşkı. Ama daha
Juliet’lerin evindeki eğlenceye giderken neler olacağını sezer ruhu
“İçimde bir önsezi
var: Sanki daha yıldızlara asılı
bir olay, bu gecenin cümbüşleriyle başlayacak o korkunç
mevsimine.”Trajik uyanışın başlangıcıdır bu. Romeo, Juliet’i görür görmez,“Gönlüm hiç sevdi mi şimdiye dek!”der.
Bir tapınağa yaklaşır gibi yaklaşır ona. Kızın kim olduğunu öğrenince de“Düşmanıma borçluyum yaşamımı”der. Bu
birden parlayan sevgiyle kabuğunu kırar ruhu. Eski dar benliğinin çerçevesinden
taşarak, boyutları daha büyük bir benliğe yükseltir genci.
“Aşk de bana, yeniden vaftiz edileyim, ben
Romeo değilim bundan böyle.” Juliet kendisine “Nasıl geldin buraya? Bahçenin duvarları yüksek, bir de kim olduğunu
düşün, bizden biri görürse bu yer mezar olur sana.” dediğinde “Aşkın hafif kanatlarıyla aştım bu duvarları.
Aşkın girişip de başaramadığı ne var ki?”diye karşılık verir Romeo.
Sevgiyle öyle korkusuzlaşır ki hiçe sayar başına gelecek belaları. Sevgiyle
öyle güçlenir ki yazgısını alteder.
“Dünyanın yorduğu bedenini yıldızların boyunduruğundan
kurtarabilecek” duruma yükselir; Sevgiyle öyle olgunlaşır ki
Juliet’le, öz karısıyla evlenmek isteyen Paris’in dileğini yerine getirir, onun
ölüsünü Juliet’in yanına yatırır.’’66
4.2
ANONIUS VE KLEOPATRA
4.2.1
KAYNAK
‘’Konularını Roma’nın tarihinden alan üç oyun Julius Caesar, Coriolanus
ve Antonius ve Kleopatra tragedyaları;Sir Thomas North’un Plutarhos’un Hayatlar
66 A.e., ss: 47-49.
çevirisinden esinlenerek yazılmıştır.Antonius ve Kleopatra tarihi
olayları sırasına göre Julius Caesar’ın devamıdır.Ama havası
Coriolanus’unkinden farklı olduğu gibi Julius Caesar’ınkiyle de her hangi bir
alakası yoktur. İki oyuna hakim olan siyasal olaylar Antonius ve Kleopatra da
ikinci plana düşmüştür, ön plana geçenMısır Kraliçesiile Romalı generalin büyük
aşkıdır.’’67
4.2.2
KONU
‘’Julius Caesar’ın yeğeni ve varisi Octavius Caesar’ ve Mark
AntoniusPompey tarafındantehdit altındadır.Romalı general, Mısır’dan ve,
Kleopatra’dan ayrılarak Octavius Caesar ile barışmak zorundadır. Antonius,
Octavius Caesar’ın kız kardeşi Octavia ile barışmayı pekiştirmek için evlenmek
durumundadır. Nevar ki bir müddet sonra yeni eşini bırakıp Kleopatra’ya Mısır’a
döner. Octavius Caesar da Antonius’asavaş açar ve Antonius yenilgiye düşer.
AntoniusveKleopatra intihar ederler. Shakespeare öyküyü anlatırken ana
temadanuzaklaşmamaya özen göstererek aktarmıştır. Oyunda bulunan tüm kişiler,
söylenen her dizeGranville–Barker’in dediği
gibi sadece ve sadece bu konuyla ilgilidir.’’ 68
4.2.3
BİÇİM
Olayların geçtiği yerler sürekli değişir. Beş perdelik oyun kırkiki sahnedir.
Kırkiki sahnenin yirmidördü, yetmişbeş dizedendaha azdır.Bazıları dört, altı,
dokuz ya da on dizedir. 1623 Folio baskısındaki ilk metninde Antonius ve
Kleopatra’nın perde veya sahneye bölünmesi diye birşey yoktu. Nicholas Rowe 18.
Yüzyılın başlarında Shakespeare’in derli toplu ve bilimsel bir edisyon kritik’ini hazırlamak
67 Willam SHAKESPEARE, ANTONIUS VE KLEOPATRA, Çev: Sabahattin EYÜBOĞLU,
Remzi
Kitabevi, 2002, s. 5.
68 Prof. Dr. Mina URGAN,SHAKESPEARE VE HAMLET, Altın Kitaplar, 1984. s. 339.
isteyerekkendi zevkine uygun bölünmeler yaptı ve Rowe’den sonra gelen
düzeltmenler de bu planlamayı benimsediler.
‘’Antonius ve Kleopatra kırkiki kere dekor değişimli kırkiki perdeli kısa
ya da uzun aralarla sahneye konulsaydı oyun tiyatro tekniği bakımından fiyasko
olacaktı. Elisabeth çağı tiyatrosunda bilindik bir dekor olmadığı gibi perde
diye de bir şey yoktu. Sahneler hiçbir araolmadan hızla birbirinin peşi sıra
oynanıyordu.’’69
4.2.4
DEĞERLENDİRME
‘’Öyküsünün geçtiği yer, bir tek kent, bir tek ülke değil Akdeniz’i tüm
kıyılarıyla tamamen kaplayan Roma İmparatorluğu; yani M.Ö. I. yüzyılda bilinen
tüm dünyadır. Mutsuz aşk
öyküsünde Shakespeare sürekli sahne değişimleri ile seyircilerine sadece
Roma’yı ve İskenderiye’yi değil Missenum’u, Messina’yı, Actium’u, Atina’yı,
Suriye’de bulunan çöl, Tyrrhene denizinde bir kalyon, projeksiyon makinesi
sunumunda olduğu gibi gibi birbirinin sıraile ve baş döndürücü bir süratle göstermek durumundadır.’’70
Antonius and Kleopatra’nın tarihsel bir tragedya mı yoksa bir aşk
tragedyası mı olduğu sürekli tartışılmıştır. Julius Caesar’ı devam ettiren
siyasal bir konu işleyen bir oyun olduğu söylensede. Burada ki tarihsel olaylar
Antonius ile Kleopatra’nın kişiliklerini iyice belirtmeye yarayan bir fondan
başka bir şey değildir. Oyun Roma’nın tragedyası değil Antonius ile
Kleopatra’nın tragedyasıdır. Antonius ve Kleopatra hem aşk tragedyasıdır hem de
tarihsel tragedyadır. Mısır Kraliçesi ile Romalı generalintutkusu Romeo ve
Juliet de ki aşk tragedyalarında olduğu gibi
yalnız iki aşığı mahvetmekle kalmaz koskocaman bir dünyanın yıkılmasına neden olur. Antonius sadece kendini
yok eden bir sevdalı değildir.
Müthiş bir komutan,
69Willam
SHAKESPEARE, ANTONIUS
VE KLEOPATRA, Çev:Mina
URGAN, Remzi Kitabevi, 1993, s. 6.
70 A.e., ss: 319-320.
onurlu bir devlet adamıdır. Kleopatra’ya olan tutkusu görkemli bir
imparatorluğuelinin tersi ile itmesi yıkımı getirir.
‘’Aşkını kucaklarken ülkeleri ve eyaletleri kaybeder ya da ona aşk
armağanları verircesine yeni devletler bağışlar. Bu oyunda aşkla siyaseti
ayırmanın bile anlamıyoktur. Siyasal olaylar Antonius ile Kleopatra’nın
ilişkisini etkileramasevgililerin davranışları da siyasal olayları etkiler.
Antonius’un tüm dünyayıneden kaybettiğini, nasıl bir dünya olduğunu,
kimlertarafından venasıl yönetildiğini,Shakespeare bize ayrıntılı olarak
sunar.’’71
Kleopatraya duyduğu aşkı içinkoskoca imparatorluğu yerlebir ettiğine göre bu imparatorluk ne denli yüce olursa
gözümüzde aşıkların tutkusu da o denli yücelecektir. Shakespeare Antonius’un
gücünü, ününü ve şanını, tüm dünyayı kaplayan imparatorluğun görkemini sürekli
vurgular.
‘’Dünyanın en büyük askeriAntonius’tur. Yeryüzünün yarısını iki omuzunda
taşır. Dünyayı ayakta tutmakta olan üç sütundan biridir. Gemileriyle okyanusun
üzerinde kentler kurmuş, kılıcı ile dünyayı bölmüştür.Sadece Kleopatra’nın
değil herkestarafından yeryüzünün tacı, askerliğin bayrağı kabul edilir,
kusurları bile karanlıktaışıldayan yıldızları andırır. Can düşmanı Octavius
Caesar bile dünyanın yarısını kaplayan bu insanüstü varlığın ölümünü duyunca
yeryüzünde kıyamet kopmayışına şaşar.’’ 72
Kleopatra’nın gözünde Antonius öldükten sonra büsbütün tanrılaşır.
Yeryüzünü aydınlatan güneşli ve aylı bir gökyüzüdür,onun yüzü.Bacaklarıyla
okyanusları aşabilir, yükselen kolu dünyanın zirvesidir. Sesi doğaüstü uyumuyla
öfkelenince gökgürültüsünü andırır. Ülkeler ve adalar onun cebinden düşen gümüş
akçeler gibidir.’’73
71 A.e., s. 320.
72 A.e., ss: 320-321.
73 A.e.
‘’Kleopatra’nın da Antonius kadar insanüstü olmamakla birlikte eşsiz bir
yüceliği vardır. Görkemli prensler soyundan gelen bir kraliçedir. Güneş bile
ona tutkundur. O yeryüzünün ayıdır. Doğunun yıldızıdır.
Octavius Caesar’ın gözünde bile Antonius ile Kleopatra dünyanın en ünlü
çiftidir. Onların aşkı bu dünyanın sınırlarına sığmayacak kadar uçsuz
bucaksızdır.’’74
‘’Shakespeare’in ışıldattığıdünyaAntonius ve Kleopatra’da birbirine
tamamen aykırı, birbirine ölesiye düşman iki ayrı uca bölünmüştür. Doğu veBatı.
Mısır ve Roma. Roma’da ön planda olan; siyaset ve savaş, yükselme ve güçlü olma
hırsı, devlete ve imparatorluğa hizmet etmek görevidir. Roma erkekler
dünyasıdır. Mısır kadınlar dünyasıdırön plandaolan aşk ve duygular, keyifle
yaşamak, sevmek ve sevilmektir. Asıl tragedya bu iki dünyanın çatışmasından,
Roma’ya sadık kalması, imparatorluğun
emirlerineuyması gereken Antonius’un Mısır Kraliçesine tutkusununesiri
olmasından kaynaklanır.’’75
Shakespeare, Roma’nın gücünü ve Mısır’ın çekiciliğini vurgularken her
ikisinin olumsuz yanlarını, iki ayrı dünyayı sürekli gözlerimizin önüne serer.
Aklın ve dürüst bir siyasal düzenin temsilcisi olması gereken Roma, ahlak
açısından çürümektedir. Shakespeare, Roma’yı yöneten üçlü yönetimi, yapıyı ayakta tutan üç sütuna benzetir.
‘’Bu sütunların üçüde, Antonius da Octavius Caesar da Lepidus da gerçek değer
ölçülerine göre pek sağlam değildirler.Zerre kadar kişiliği olmayan Lepidus
silik bir gölgeyi andırır. Öteki ikisi sadece bir süre bu güçsüz adamı kullanır.
Octavius Caesar güçlüdür ama
acımasızdır, soğuktur, fazlasıyla hesaplıdır. Tam anlamıyla temsil ettiği imparatorluğun çıkarlarından ve
dolayısıyla kendi çıkarlarından başka bir şey düşünmeyen dümdüz, tatsız bir
adamdır. Bir insandan fazla bir politika makinesini benzer. Bradley’nin dediği
gibi henüz genç olmasına karşın bir çelik parçası kadar sert ve pürüzsüzdür.
Ellisini aşmış Antonius aşk yüzünden yok olup gideken politik bir gücü
simgeleyen bu delikanlı önce Antonius’dan yararlanıp Pompey’yi ortadan
kaldırır. Sonra Lepidus’u bir kenara atar, ardından
da Antonius’u yener. Yücelikten
74 A.e., s. 322.
75 A.e.
tümüyle yoksun olduğu halde mutlak bir başarı elde
eder.NihayetindeAugustus unvanını alarak Roma’nın ilk imparatoru olur.’’76
Mısır dünyası da erdemli değildir.‘’Mısırlılar hiç çekinmeden yalan
söyerler, çeşitli hilelere başvururlar, başlıca amaçları hoşça vakit
geçirmekmiş gibi yaşarlar.
Mısır dünyası Roma’nın yoksun olduğu o sıcak duygularla, coşkuyla,
sevgiyle, canlılıkla doludur. Çevresine bereket saçan Nil nehrinin güneşten
ılınmış suları bu dünyanın bir simgesi sayılır. Mısır’ın gerçek simgesi ise
Kleopatra’nın kendisidir. Kleopatra’nın kişiliğiyle Mısır’ın tüm kusurları, o
akıllara sığmaz çekiciliği özdeşleşmiştir. Antonius, sevgilisine Kleopatra
demez. Her zaman, ölürken bile ona Mısır diye seslenir.’’77
Öldükleri sırada Antonius 53,Kleopatra 38, yaşındadır. Shakespeare bize
onların genç olmadıklarını
hatırlatır. Antonius sık sık ağaran saçlarına, yaşlılığına değinir. Oyunun en
ilginç kişilerinden biri olan arkadaşı Enobarbus onunyaşlanmış bir aslana
benzediğini söyler. Kleopatra dabulunduğu yaştan daha ihtiyar gibi konuşur.
Antonius ile Kleopatra yaşamlarındayaşlılıkla ölümün kaçınılmaz bir
gerçek olduğunukabul etmişlerdir.Onları birbirine bağlayan tutkunun gücü ve
acımasızlığı da bundan
kaynaklanabilir.Birbirlerine müthiş keyif verirler, birbirlerimden çok
hoşlanırlaraynı zamanda dabirbirlerine sürekli işkence edip ızdırap
verirler.Huzur ve anlayış içinde birlikte
yaşamak imkanı olmadığı
gibi, birbirlerinden kopmaimkanı da yoktur.
Her ikisi de şüphe içindedir ve birbirlerinden şüphelenmekte de
haklıdırlar.Antonius Kleopatrayı akıl almaz derecede kurnaz bulur.Her zaman
yalan söyleyebilir.Octavius Caesar’ın hizmetkarlarına bile cilveler yapabilir.
Bu şüphelerinin yersiz olduğunu savunmanın da herhangi bir yolu yoktur.
76 A.e., ss: 322-323.
77 A.e., s. 323.
Kleopatra, Antonius’un serinkanlı düşününce kendisinden kopmaya, Roma’ya
gitmeye can attığını bildiği için onu Mısır’da tutmak amacıyla kurnazca planlar
yaparak, çeşitli oyunlar yapmak zorunda kalır. İkisi de birbirinden daha fazla kıskançtır.
‘’Çeşitli şüpheler onları kemirdikçe onlar da birbirlerini yerler. Ama
çılgınca ortaya çıkan öfkeleri kısa sürer. Birbirlerinin günahlarını çabuk bir
şekilde bağışlarlar.İlk karısı öldükten sonra sevgilisinden habersiz Roma’da
Octavius Caesar’ın kızkardeşiyle evlenen Antonius;hasrete dayanamayıp Mısır’a
dönünce, Kleopatra onu hiç bir şey
olmamış gibi koynuna alır. Antonius da Kleopatra’nın çeşitli dolapları karşısında en ağır küfürler
vehakaretler ettikten sonra Kleopatra’yaaşık olmaya devam eder.’’ 78
‘’Antonius ile Kleopatra’nın ilişkilerizaman zaman öylesine yırtıcı,
öylesine huzursuz, neredeyse kin diyebileceğimiz bir duyguya öyle yakındır ki
bu tutkunun sadece cinsellikten kaynaklandığı sanılabilir. Romalılar
bakışındabu ilişki pis bir şehvet düşkünlüğünden başka bir şey değildir. Bir
Romalı oyunun başında, Antonius’u bir çingenenin şehvetinin kurbanı olarak
görür. Pompey de şehvetten hiçbir zaman bıkmayan Antonius’dan sözeder.’’ 79
Aralarındaki tutkuda cinsel tutkunun önemli bir payı olduğu elbette ki
doğrudur. Aralarında cinsel tutkudan bile daha olumsuz nice bencil kaygılar
nice garezler vardır.Aslında bu tutku aşkın ta kendidir.
‘’Shakespeare aşkı burada bir bütün olarak,yani gerçekte olduğu gibi
bedeni, yüreği ve dimağı saran bir duygu olarak görüyor. Cinsel isteği
kötülemez.Tam tersine tüm kaba ve çirkin sayılabilecek yanlarından temizler.
Aşkın sularında tertemiz bir şekilde
arındırır, iyice yükseltir.
78 A.e., s. 324.
79 A.e., s. 325.
Eserinbitimindeaşıklar ölümle yüzyüze gelince bu yokedici tutkunun
bembeyaz ışıl ışıl bir sevdaya dönüştüğü de net bir şekildeortaya konur.’’80
‘’Tragedya Roma İmparatorluğu ile aşkın çatışmasından doğmuştur.
Çatışmanın asıl kızıştığı yer, savaşın asıl alanı Antonius’un yüreğidir.
Tragedyanın Mısır Kraliçesinden çok Romalı Generalin tragedyası olduğu
aşikardır. Kleopatra’nın içinde bir ikilik bir bölünme yoktur. Antonius gibi
iki tanrıya birden, hem askerlik şerefine hem de sevdaya değil, mutlak aşka tapar.
İki ayrı alemin değil, bir tek alemin; Mısır’ın insanıdır artık. Oyunda
Antonius’un tragedyası işlenildiği halde başlıca kişi Antonius değil
Kleopatra’dır.’’81
Sahnede bulunsun ya da bulunmasın kişiliği ile oyuna tamamen hakimdir.
Shakespeare’in Kleopatra’yı canlandırırken neredeyse gözle görünür bazı
ayrıntılara tek tek değindiği söylenir. Enobarbus Kleopatra’nın sokakta kırk
adım hopladıktan sonra soluk soluğa nasıl konuştuğunu anlatır. Kleopatra ile
sonelerdeki esmer kadın arasında bir çok bakımdan yakın bir benzerlik vardır.
Shakespeare’in bu iki kişiyi aynı kadından esinlenerek dile getirmesi de
mümkündür.
‘’Kleopatra’nın çekiciliğinin bir nedeni etkileyici dişiliği, insanı
şaşkınlıklar içinde bırakacak kadar karmaşık benliği, birbirine tümüyle aykırı
farklı farklı özelliklerle doludur. Hem dürüsthem de yalancıdır. Özverili ve
bencildir. Akıllı ama aynı zamandamantıksızdır. Hem atılgandır hem de
korkaktır. Mahalle karısı kadar bayağı, kraliçelerin en görkemlisi kadar
asildir. Cinsel isteklerinin kölesidirama sevgilerin en gerçeğini de duyabilir. Baştan
çıkarıcıdırama erkeğine ölesiye bağımlıdır.
Antonius ona koca Nil’in yılanı der. Kleopatra’da Zaman zaman yılanlara
özgü gizemli hainliğin izleri görülür. Onun tüm olumsuz yanları gözümüzün önüne
serilsede Kleopatra aşığını
da bizi de büyüleyen o eşsiz çekiciliğinden hiçbir şey
80 A.e., s. 326.
81 A.e.
kaybetmez.
Antonius’nin onun için ’’ Sanki en kötü şeyler bile ona yakışır, onu daha
da güzelleştirir bizim gözümüzde. ‘’ der ‘’ 82
‘’Kleopatra’nın sürekli değişken olması halinde her zamanaynı kalan,
sabit bir tek şey vardır: Antonius’a
duyduğu sevgi ve aşk.Antonius’un onu sevmediği sevmek istemediği zamanlar olur.
Kleopatra ise onu hep sever. Çağının en ünlü en güçlü adamlarıyla büyük Pompey
ve Julius Caesar ile ilişkiyegirmiştir.Bununla övünür. Ama Antonius,
Kleopatra’nın son ve tek aşkıdır. Erkeklerin erkeğidir. Bu aşkın gerçekliği de
gücü tartışılmaz. Kleopatra döne döne renk renk camlardan ışıklar saçan bir fener ise bu fenerin merkezi
kaynağı Antonius’a beslediği aşktır.Eserin sonunda aşk yalnız Kleopatra için
değil Antonius için de ölümü alt eden bir güç olarak yükselir.’’83
82 A.e., ss: 327-328.
83 A.e., ss: 328-329.
BEŞİNCİ BÖLÜM IŞIK
5.1
ROMEO VE JULIET’TE
IŞIK
Rönesans ressamında olduğu gibiışık – gölge – düzen,atmosferinasıl
tamamlarsa; Shakespeare’in bu oyununda ışık kullanımı da böyle sunulur.
Tragedyada ışık sembolü anlamında iki karşıt yer vardır. İlki Romeo ile
Juliet’in birlikte olduğu yarı karanlık yıldızlı gece, ayın yansıttığı ışık,
meşalelerle aydınlanan salon, rahibin yarı karanlık hücresi, Capulet’lerin meşaleyle
aydınlatılmış mezarı gibi.İkinci de aşıkların birlikte
görünmediği Romeo’nun ya da Juliet’in diğer karakterlerle birlikte olduğu
mekanlardaki gün ışığı. Bu sahneleraydınlık
yerlerde canlanır.
‘’Romeo,
Rosalinde’in sevdası ilekavrulurken, Capulet’lerin balosunda Juliet’i görünce
çarpılır ve “Parıldamayı
öğretiyor bütün meşalelere”der“Gecenin
içinde günışığıdır”. diye sürdürür.
Aşıklar birbirlerini gözlerini kamaştıran bir ışıkmışgibi görür. Çünkü
onlaraslında yarı karanlıkta kalmışlardır.Romeo için Juliet“Doğudan yükselen güneş”tir.‘’
Juliet’in Romeo’ya bakışı da farklı değildir.Aşıklar ay ışığıyla
gümüşlenen bir gecede konuşmalarına
devam ederler. Evin balkonundaJuliet, balkonun altında daRomeo bulunur. Aşıklar
birbirlerine olan hislerini ışığa duydukları arzuyu dile getirerek
sembollerleaçığa çıkartırlar. Romeo,Juliet’inherzaman gecesiniaydınlatan, onu
karanlıklardan aydınlıklara çıkaran biridir.Romeo ile gizli bir şekildeRahibin
loş hücresinde evlenen Juliet, aşığını beklerken geceye seslenir.
Juliet, Romeo’yugüneşten daha parlayan bir ışık gibi görür.
DadısınıRomeo’ya gönderdikten sonrasabırsızlık içinde beklerken, ışıkla ilgili bir sembollerini sunmaya devam eder.
Sevgililerin birbirlerini rengarenk ışık imgeleriyletanımlamasıya da
ışığa duydukları arzunun coşkusuiçinde olmaları, aşıkların bir anlamda
yarı karanlıkta kalmalarının da sonucudur. ‘’Capulet’lerin sarayında bir balo
verilmektedir.Romeo, Juliet’i ilk gördüğünde, salon meşalelerle aydınlanmıştır.
Meşalelerin titrek ışığı duvara vurur yarı ışık. İkinci karşılaşmaları ise ay
ışığındadıryine yarı ışık. Aynı gece Romeo Capulet’lerin bahçesine habersizce
girer, Juliet balkonda hava
alıyordur.
Ardından karşılaşmaları rahibin yarı ışıklı loş hücresindedir.
Evliliklerinin ilk gecesi Romeo, Juliet’in bulunduğu odaya ip merdiven
kullanarak çıkar. Odayı mum ışığı aydınlatır. Pencereden ise ay ışığı süzülür
yine yarı ışık. Zaman akar olaylar gelişir ve
aşıklarbirbirlerinden habersiz olarak Capulet’lerin aile mezarlığında bir
meşalenin solgun ışığında tekrar kavuşurlar.Sonsuza kadar.Eser; yarı ışıkda
yaşanmış olup ve de
geleceklerindemutlu bir sona ulaşamayan genç sevdalıların tragedyasıdır.
Eserinzaman zamanışıldayıp sönen parıltılarına gelince onlar Mercutio, dadı ve
rahip’dir. Her karakter kendi dengeleri içinde bu hayatın dolaylı yoldan yorumlayıcılarındandır.
Rahip gerçekçiliği,aklıselim ve hassaslığı ile dünyevi alemde, insan
olmanın gerçekliğini içeren bir oyun karakteridir.Bulunduğu çağın ahlak
kriterlerine göredesuç işleyerek günaha girmiştir. Evrensel değerleri göz önünde
bulundurursakyapıcı, olumlu ve doğru olanıyapmıştır. Romeo ile Juliet
tragedyası,romantik atmosferine,güçlendirilmiş dilinin
yanında insan ilişkilerinin son derce gerçekçi bir anlamla ortaya çıkmasına neden
olanbüyüleyici bir şiir olarak karşımıza çıkıyor.’’ 84
5.2
ANTONIUS VE KLEOPATRA’DA IŞIK
Shakespeare’in benzetme ve eğretilemelerini araştıran ve eserlerdehangi
imgelerin güçlü olduğunu bulan Caroline Supurgeon’un tespitine göre diğer Roma
tragedyalarında: Julius Caesar ile Coriolanus’da onyedi ve ondokuz kez geçen
dünya sözcüğü Antonius ve Kleopatra’da kırkiki kez geçer. Gökyüzü,dünya,
okyanus ile alakalı ve sonsuzluk gibi büyüklük duygusu veren imgeler, bu oyunda
ayrıca belirginleştirilmiştir. Wilson Knight da aşağı yukarı aynı yere dikkat
çekerek yıldızları,ayı, güneşi, ele alan bu imgeler sayesinde Antonius ile
Kleopatra’nın aşkının büsbütün yüceldiğini ve tüm tragedyayı da ışığa boğduğunu
dile getirir.’’ 85
Eşi Fulvia’nın ölüm haberini alınca Antonius dizeleri dile getirir.Yaşam
ve ışıkla yapılan bir karşılaştırma.Ayrıca diyaloglara karanlık veya
aydınlık,gece veya gündüz olduğunu belirten dizeler koyarak ışık sorununu
metnin içinde çözdüğü de görülür.Tragedyada da barok üslupta bulduğumuz hemen
hemen bütün özellikler vardır: Enerji, yer imgesi, yer kavramı, görkem, coşku
ve ten ve ruh ikilemleri, ışık kavramı.
84 William SHAKESPEARE,ROMEO VE
JULIET, Çev: Özdemir
NUTKU, Remzi Kitabevi,
1993, ss: 7,8,9
85 Prof. Dr. Mina URGAN,SHAKESPEARE VE HAMLET, Altın Kitaplar, 1984, s. 322.
ALTINCI BÖLÜM KARŞILAŞTIRMA
6.1
ROMEO VE JULIET – ANTONIUS VE KLEOPATRAKARŞILAŞTIRMASI
Coleridge Antonius ve
Kleopatra’da bulunan ihtiras ve aşırı isteğin, Romeo ve Juliet’te ise saf sevgi
ve kirlenmemiş içgüdülerin hüküm
sürdüğünü anlamak için farklı iki aşk tragedyasını karşılaştırmalı olarak okunması gerektiğini söyler. Antonius ve
Kleopatra nın anakaynağı, North'un Plutarkhos'un "Soylu Yunan ve Romalıların Yaşamları" yapıtından
Antonius'un yaşamının çevirisine dayanır. Shakespeare, çeviriyi yakından
izlemiş, Plutarkhos'un Antonius'un son yıllarıyla ilgili kaydettiği hemen hemen tüm olayları kullanmıştır.
Plutarkhos'un Antonius'u
Shakespeare'inkinden daha acımasız ve sert olmakla birlikte, her ikisinde de
benzer yanlar yer alır. Ancak, Shakespeare, kimi eklemeler ve değişiklik de
yapmış; örneğin, Enobarbus'u oyun kişisi olarak eklemiş, oyunun son
sahnelerinde zaman aralığını kısaltmıştır. Sezar'ın kişiliğine
ilişkin ipuçları, Simon Goulart'in
"Sezar Octavius Augustus'un Yaşamı" (1603) yapıtının North tarafından
çevirisine dayanabilir.’’86
Romeo ve Juliet:Shakespeare'in bu oyun için anakaynağı Arthur
Brooke'un
‘’ The Tragical Historye of Romeus and Juliet‘’(1562, Romeus ve Juliet'in
Trajik Öyküsü) adlı anlatısal
koşuğu olmuştur. (Brooke'un yapıtı ise, M. Bandello'nun bir novella'sının Fransızca
çevirisine dayanır).
‘’Kız dikkatle düşündü, hangi yöntemden yararlanmak daha iyidir diye Adını öğrenmek için, kendisini onca
akıllıca oyalayanın,
Kalbini öylesine derinden, boylu boyunca yaralayanın, Yaşlı bir kadını çağırdı
yanına, kulağına fısıldadı.
Bu yaşlı kadın, çocukken
ona süt vermişti.
Narin iğnelerle dikmeyi, ipekle
dantel örmeyi öğretmişti. Kim o ikisi (diye sordu) kapı
önüne yığılmış,
Uşakları da ellerinde iki meşale tutuyor
hani. Ve her ikisinin de ailesinin adı ....
Genç ve kurnaz kız da onlann adını yeniden
saydı Ve söyle bana hadi elinde maske olanın adını.
Hani şu bitkinin arkasında saklı, pencere kenarında. Adı Romeus (dedi kadın) ve o bir Montegew.
Babası ikinizin de dahil olduğu
kavgayı ilk başlatandı. Montegew kelimesini duyunca
gözleri yerinden uğradı,
Ve mutlu umut yerine içinde umutsuzluk büyümeye başladı. Ben
ne yaptım, dedi kız, babamın düşmanını sevmek için? İyi halimden bıktım mı ne, kederi mi özledim?
Ama büyük acısı yumuşak kalbine el
koysa da, Dışından keyifli göründü, hüznünü içine gizledi. Ve aşkının
zarafetle eşlik ettiği zarif hammlardan
Hiçbiri onun bakışının aniden
değiştiğini fark etmedi. Romeus veJuliet’in Trajik Tarihi
ArthurBrooke 1562’’ 87
86 Aziz ÇALIŞLAR, SHAKESPEARE SÖZLÜĞÜ,
Mitos Boyut Yayınları, 1994, s. 87.
87William SHAKESPEARE,ROMEO VE JULIET, Çev: Sevin Okyay, NTV Yayınları, 2011.s. 123
"Romeo ve Juliet öyküsü",
Rönesans İtalya'sında çeşitli biçimler altında
yakından biliniyordu: Masuccio'nun il Novellino (1476) ve Luigi da
Porto'nun Istoria novellamente ritro vata di due Nobili
Amanti (1530 iki Soylu Aşığın
Öyküsü) adlı yapıtları. Shakespeare,
Brooke'un yapıtını yakından izlemiş, kimi değiştirmeler dışında, oyunun temel
öğelerini, eylem ve kişilerini bu yapıttan almıştır: öte yandan,
Brooke,öyküdeki ahlaki yönü öne çıkarırken, Shakespeare, Romeo ve Juliet'in
özverili tutkularını öne çıkarmıştır.‘’ 88
Antonius ve Kleopatra’da karşılaştığımız aşk Romeo ve Juliet’te
karşılaştığımız aşktan çok başkadır.Çünkü Romeo ile Juliet çok saf, çok sade,
pırıl pırıl gencecik iki çocuktur.Acı tecrübelerden geçmemişler, hatta henüz acı olaylar yaşamamışlardır. İki aile arasındaki düşmanlık aşklarına hiçbir huzursuzluk,
hiçbir şüphe katmamıştır.
GİRİŞ:
Her iki eserde ‘giriş’
bölümü olarak kabul edebileceğimiz süre, farklı şekillerde
işlenir.
‘’ROMEO VE JULIET’te ‘’KORO
Sahnemizi açtığımız şu güzel
Verona'da, Soylulukta birbirine denk iki aile,
Eski bir düşmanlıktan gelen yeni bir kavgada;
Yurttaş kanı yurttaş elini lekeler burada.
İşte ölümcül döllerinden bu iki
ailenin, Doğar yıldızları sönük iki
talihsiz sevgili, Yürek parçalayan acı yazgılarıyla bu iki genç Ölümleriyle toprağa gömer büyüklerin kinini. Ölümle mühürlenen aşklarının izlediği seyir Ve kimsenin
değiştiremeyeceği, çocuklarının
88 Aziz ÇALIŞLAR, SHAKESPEARE SÖZLÜĞÜ, Mitos Boyut Yayınları, 1994, s. 89.
Yok olmasıyla son bulan
ana babaların öfkesi, Sahnemizin iki saat sürecek
trafiğidir.
Söylediklerimizi dinlerseniz
sabırla Söylemediklerimizi de görürsünüz oyunda.’’
..........
Romeo ve Juliet oyunu kuran Koro ile başlar.Bu durum Shakespeare de pek
yeniydi, ve aslında Romeus ve Juliet, Shakespeare'in ilham aldığı şiirin Arthur
Brooke'un Trajik Tarihi yapısını yansıtıyor.Koro oyunun bazı anlarında içeriği
ve çelişkileri seyirciye tanıtır.Koro, şiirsel bir şeklinde konuşuyor.Oyuna
Koro ile başlamak Trajedilerin özelliğidir.
ANTONIUS VE KLEOPATRA da PHILO
Yoo, ama artık fazla ileri gitti
Bizim komutanın bu kadına
düşkünlüğü. Savaşta dizi dizi lejyonlara çevrilince Mars Tanrının zırhları
gibi ışıldayan
O yiğit bakışları Antonius'un
Şimdi, tanrılar önünde eğilir gibi,
Bir esmer yüzünden başka şey görmez oldular.
O kahraman yürek ki, savaşta hızlı atınca Şişip
gevşetirdi göğsündeki zırhları
Şimdi, vazgeçip
yiğitlikten,
Bir yelpaze oldu Mısırlı
bir kadının elinde Ateşli sevgisini soğutmak için.
Boru sesleri.Antonius ve Kleopatra girerler.
Önlerinde, arkalarında yelpazeler tutan kadınlı erkekli
saray uşakları vardır. Bak geliyorlar işte. Aç gözünü de
iyi bak;
Dünyanın üç direğinden biri bu
gördüğün adam, Bir fahişenin maskarası
olmuş bu adama iyi bak!
Antonius ve Kleopatra da Antonius’un adamlarından Demetrius ve Philo nun sahneye girişi ile Philo Koronun görevini
üstlenerek seyirciye Antonius’un o ana kadar neler yaşadığı ve hangi ruh halinde
olduğuna dair bilgi verir.
RÜYA:
Rüya, Romeo ve Juliet’te kapalı bir anlatımla işlenir.Rüyaya dair
konuşmalar Juliet’in evinde gerçekleşen maskeli baloya katılan Romeo ile
Mercutio arasında gerçekleşir.Romeo, Mercutio’ya ne gördüğünüsöylemedenyalnızca
rüya gördüğünü dile getirir. Mercutio’nun rüyayayapmış olduğufelsefi ve
mitolojik anlatımlardan sonra gördüğü rüyanın hala etkisinde kaldığı hissedilen
Romeo;
’’Bence henüz erken.İçimde bir önsezi
Yıldızlara asılı bir olay
Başlayacak bu gecenin cümbüşüyle O ürpertici dönemine sanki;
Zamansız ölmek gibi,alçakça bir cezayla
Durdurup bağrıma gömülü yüreğimi Son
verecek aşağılık hayatıma.
Ama ey hayatımın dümenini
tutan
Gemime sen yön ver.Gidelim soylu beyler! ‘’ S(27)
diye gördüğü rüyanın ilerleyen zamanlardagerçekleşecek şeylerin işareti
ve habercisi olduğunu söyler. Romeo, rüyasında adeta ölümünü, görmüştür. Eserde
gördükleri rüyalar, başına geleceklerin ve bunların sonucunda karşılaşacağı
durumların birer ön habercisidir.Rüyada görülenler Romeo ve Juliet’te açıkça
söylenmese de Mercuito’nun yorumlarından anlaşıldığına göre Kraliçe
Mab’dir.Shakespeare, Tragedyasında mitolojik ögelerden ve geleneksel öykülerden
sıkça faydalanır, zaman içinde göndermeler yapar. Thispe, O, Titan, Venüs, , Helen, Mab, Hera, Dido,Jüpiter, Phoebus ve Diana, Kraliçe
Phaetongibi Roma ya da İrlanda mitolojisine ait ögelere yer verir. Romeo ve
Juliet’de mitolojik ögeler, daha çok benzetme unsurlarıdır.
’’KRALİÇE MAB’ı MERCUTIO
NASIL ANLATIYOR:
’’MERCUTIO
Kraliçe Mab girmiş öyleyse
düşüne. Ebesidir o perilerin,
Bir belediye kurul üyesinin
Parmağındaki akik taşından
da
Küçük bir hale girip
Zerreciklerin çektiği arabasıyla
gelir. Uyuyanların burnu üzerinde gezinir; Uzun örümcek
bacaklarından tekerlekleri,
Körüğü çekirge kanadından;
Minik örümcek ağından dizginleri;
Koşumları ay ışığının nemli ışıltısından; Cırcır böceği kemiğinden kamçısının sapı Kamçının kendisi incecik zardan;
Gri üniformalı bir sinektir
arabacısı, Tembel bir kızın parmağından çıkan
Tombul bir kurdun yarısından da küçük bir sinek.
Arabası boş bir fındık kabuğu,
Eskiden beri peri arabaları ustası
Bir sincap ya da kocamış bir tahtakurdu
Yapmıştır büyük bir özenle bunu.
Böyle her gece dörtnala
geçer aşıkların kafasından Onlar da görürler sevda
düşleri;
Derken sarayadamlarının gezinir
dizlerinde Diz kırıp eğil me düşü görür onlar da; Gezinince avukatların
parmaklarında Görürler düşlerinde kaşındığını avuçlarının; Dudaklarında gezinince güzel bayanların Öpücüklede
dolar düşleri onların; Şekerleme
kokusu varsa soluklarında eğer
Çoğu kez öfkeli peri,
dudaklarını uçuklarla bezer. Dörtnala burnundan geçti mi bir
saraylının
O anda dilekçe kokusu
alır burnu adamın;
Bazen bir öşür domuzunun kuyruğuyla gelir,
Bumunu gıdıklar uyuyan bir papazın,
Papaz da sanır yeni bir adak aldığını;
Bir askerin ensesine sürer bazen
de arabasını, Asker de düşünde
boyunlarını keser düşmanların, Görür ya da pusular, palalar,
açılmış gedikler Şerefe kaldırılmış beş kulaçlık kadehler,
Sonra trampeder çalar kulağında, Birden uyanır asker korkuyla,
Bir iki dua okur, yine dalar uykuya.
İşte bu peri Mab'dır:
Atların yelesini karıştırır geceleri Büyülü bağlarla onları düğümler ki
Binbir felaket gelsin diye çözenin başına; Yine bu korkulu düşlerin perisi,
Abanır üstlerine sırtüstü yararken
genç kızlar, Öğretir onlara
ilk kez yük taşımayı,
Doğru dürüst kadın olmalarını sağlar.
Yine bu peri .’’S25-26
Romeo’nun rüyası aslında kendi ölümünü haber verir. Son ana kadar
oşöleninona uğursuzluk getireceğini söyler.
Ama ısrarında daha fazla dayanamayıp kaderinin kollarınakendini bırakır ve
arkadaşları ile gecenin tadını çıkarmaya çalışır. Rüya, gelecekte yaşanacakların
habercisidir. O geceyle Romeo’nun ve onunla beraber birbirine düşman iki
ailenin gelecekleri de değişecektir ve bu kadere teslim olanRomeo’nun rolü
“ölmek” de olsa. “Rüya sadece, bir önemi yok” deyip olacaklara inanmayarak şölenekatılıyor, o rüyanın uyarılarının
dikkati ile, sezgilerinden emin bir şekilde, kaderine boyun eğimiş gözüküyor.
Ölmek zorunda olmasaydı, yani yaşamındaki role boyun eğmemiş olsa, düşmanlığı,
nefreti yok eden bir aşkyaşanmamış olacaktı ve düşmanlık, nefret fark
yaratmadan daha nice nesiller boyu sürüp yitecekti. İşte Shakespeare’in
olağanüstü eserlerinin oynadığı rolü, bu oyunda çok güzel canlandırıyor. Daha uygun veyenibir düzenin inşa edilebilmesi için yıkım ve ölüm gereklidir. Romeo da buna cesurca itaat eden
bir kahramandır.
Antonius ve Kleopatra da ‘’Rüya‘’yerini Falcı’ya
ve Kahin’e bırakmıştır.
1.Perde sahne 2 de bir falcı gelmiş Kleopatranın hizmetlisi Kharmian’a fal bakar:
……. ’’FALCI
Ben hiçbir şeyi güzelleştiremem:
Bakar, ne görürsem onu söylerim. KHARMIAN
İyi bak öyleyse.
FALCI
Şimdikinden çok güzel olacaksın. KHARMIAN
Daha şişman mı olacağım
acaba? IRAS
Yok canım, yaşlandıkça, yüzünü
boyayacaksın. KHARMIAN
Eyvah! Yüzüm buruşacak olmasın
sakın! ALEKSAS
Karıştırmayın adamın falını; dinlesenize! KHARMIAN
Hişt! Susalım!
FALCI
Çok sevecek, az sevileceksin. KHARMIAN
Yüreğimi içkiyle kızıştırırım daha iyi.
ALEKSAS
Dur dinle canım. KHARMIAN
Peki hadi; ama güzel bir fal isterim.
…… FALCI
Sen hanımından daha çok yaşayacaksın.
KHARMIAN
Aman ne iyi; incirden
çok severim uzun ömrü.
FALCI
Görüp geçirdiğin günler Gelecek günlerinden daha iyi. KHARMIAN
Desene çocuklarımın soyadı olmayacak
öyleyse. Kuzum, kaç kızım,kaç oğlum olacak, onu söyle. FALCI
Her arzun bir rahim olursa,
Gebe de kalırsa, binlerce.
…… FALCI
İkinizin falı da bir. IRAS
Nasıl olur? Ne demek?
Anlat nasıl... FALCI
Söyleyeceğimi söyledim.
’’ S7-9
diyerek olacaklardan haber verircesine yorum yapar. Kahin ise:
’’KAHİN girer. ANTONIUS
Gel bakalım, serseri; Mısır’ı
özlemişsin, öyle mi? KAHİN
Keşke hiç ayrılmasaydık Mısır’dan: Ne ben, ne de sen.
ANTONIUS
Neden, söyler misin? KAHİN
İçime öyle doğdu, dilim anlatamaz neden: Hemen Mısır’a dönmeye bak.
ANTONIUS
Sen şunu söyle bana:
Kimin yıldızı daha parlak?
Benimki mi, Caesar’ınki mi?
KAHİN
Caesar’ınki.
Onun için yanında durma, Antonius.
Senin Daemon’un, yani seni koruyan
ruh Caesar’ın bulunmadığı her yerde
Soylu, yiğit,
yüksek, eşsiz;
Ama onun yanında
bir korku geliyor
seninkine,
Gücü üstünde bir güçle karşılaşmış gibi. Onun için uzaklarda ol Caesar’dan.
ANTONIUS
Bu lafı etme bir daha.
KAHİN
Edersem yalnız
sana, yalnız seninle
ederim. Onunla hangi oyuna girersen gir,
Hiç şaşmaz
yenilirsin. Bahtı açık olan
o, Sen üstün de olsan yenecek
ister istemez. Onun yıldızı
parladıkça seninki sönüyor. Bir daha söylüyorum: Seni koruyan
ruh
Onun yanında korkuyor seni korumaktan.
O yoksa ortada, aslan kesiliyor.’’
……..
İleride başlarınına gelecek olaylardan Antonius’u uyarır.
İLK GÖRÜŞME:
Romeo Juliet’i ilk gördüğünde Capulet’lerin evindedir.
......
’’ROMEO
Parıldamayı öğretiyor bütün meşalelere Bir Habeşin kulağındaki
pırlanta gibi, Asılmış gecenin yanağına sanki;
El sürülmeyecek kadar güzel,
Dünyaya fazla gelen değerli
bir taş bu, Akranlarından çok değişik ve başka, Ak bir güvercin kargalar arasında.
Durduğu yeri kaçırmayayım dans bitince,
Şu kaba elim kutsansın onunkine
değince. Gönlüm hiç sevdi mi bugüne dek?
Sevdiyse, yalanlayın gözlerim.Görmedim çünkü
Bu geceye dek gerçek güzelliği.’’S29
Romeo
Capulet’lerin evindeki şölene gizlice yüzünde maske ile katılmıştır; ne var ki
Juliet’in kuzeni Tybalt; Romeo’nun düşman Montauge olduğunu anlamış ve amcası
Capulet’e şikayet etmiştir.
Capulet ise Romeo’nun
tüm Verona tarafından övülen (erdemli,saygılı,yiğit)
özelliklerini sayarak kentin tüm servetini
verselerde evinde küçük
düşürülmesini istemez. Tybalt ise davetsiz kişinin; şimdi tatlı görünsede, acı bir zehre dönüşeceğini seyircilere
duyurur.
......... ’’ROMEO
Saygısızlık edersem
bu kutsal tapınağa
Şu değersiz elimle; razıyım
çekmeye cezamı: Dudaklarım, bu iki utangaç hacı,
yüz sürüp mihrabına
Hazırdır bu kaba teması
nazik bir öpüşle
yumuşatmaya. JULIET
İyi yürekli hacı! Haksızlık ediyorsun eline
Saygılı bir bağlılık var tutuşunda; Hacıların eline ermişlerin eli değer, Onlar
böyle avuç avuca öpüşürler, ROMEO
Dudakları yok mudur ermişlerle hacıların? JULIET
Vardır, ama Tanrı'ya yakarmada
kullanırlar. ROMEO
Öyleyse sevgili ermiş, dudaklar
yapsın ellerin yaptığını. Yakarıyorlar işte, inanç
dönmesin n'olur umutsuzluğa. JULlET
Kımıldamaz ermişler yakaranı dinlerken. ROMEO
Kımıldama öyleyse yakarım
gerçekleşirken,
{Onu öper.)
İşte senin dudaklarınla, dudaklarım arındı JULIET
Öyleyse şimdi günah dudaklarımda kaldı. ROMEO
Günah dudaklarımdan mı geçti?
Tatlı bir dürtüyle işlenen bir günah!
Ver bana günahımı geri.
{Tekrar öper.} JULIET
Kitabına uydurup
öpüyorsunuz beni.
.......... JULIET
Dadı, gel buraya. Kim o beyzade? DADl
İhtiyar Tiberio'nun oğlu ve tek mirasçısı. JULlET
Ya şu şimdi kapıdan
çıkan? DADI
O
mu, bilmem, genç Petruchio'dur belki. JULlET
Peki, ya onun ardı sıra giden, Hani şu hiç dans etmeyen?
DADI
Bilmem. JULIET
Git adını sor hemen. Eğer evliyse
Mezar olacaktır bana gelin döşeğim. DADI
Adı Romeo. Montague'lerden hem de
Biricik oğlu baş düşmanımızın.
JULIET
Biricik sevgim,
biricik nefretimden doğdu.
Erken görüp tanımadığım, tanımakta
geç kaldığım; Tiksinilen bir
düşmanı birden sevmemle
Harika bir sevgi doğdu
böyle.’’S31-34
Antonius ve Kleopatranın ilk karşılaşmalarını ENOBARBUS’un söyleminden dinliyoruz.
..............
’’ENOBARBUS
‘’Bakın anlatayım size olanları:
Üstünde yattığı gemi,yaldızlı bir taht gibi Pırıl pırıl yansıyordu sularda.
Döğme altındandı geminin puruvası.
Yelkenler kıpkızıl ve öyle kokuluydu ki
Sarhoş oluyordu esen yeller
içlerine doldukça. Gümüştendi
geminin kürekleri:
Flavta sesleriyle batıp çıkıyordu
suya, Su şıpırtılarıyla sarhoş
olup hızlanarak. Kendisine gelince,diller anlatamaz onu:
Sırmalı tenteler altındaki köşkünde Gerçekten güzel düşlerin
Yarattığı Venüslerden daha güzeldi.
İki yanında,güler yüzlü Kupidonlar gibi, Erkek çocuklar vardı gamzeli gamzeli; Renk renk yelpazeler
sallayan çocuklar.
Yelpazelerin yelleri,serin serin
Bir artırıyor bir azaltıyordu sanki
O güzelim
yanakların pembeliğini.
…………
Cariyeleri,birer su perisi gibi,
Gözlerinin içine bakıp Kleopatra’nın,
Buyruğunu bekliyorlar önünde iki büklüm.
Arkada,bir denizkızı var sanki dümende; Çiçek yumuşaklığındaki elleri
Öyle rahatlıkla kullanıyordu ki dümeni
Her dokunuşlarında kabarıyor ipek donatım.
Gemiden yayılan görünmez garip tütsüler Sarhoş ediyor yanaştığı rıhtım
boylarını.
Halk boşaltıp
şehri onu görmeye
gelmiş:
Antonius,meydandaki tahtında
yalnız kalmış. Islık
savuruyordu havaya karşı,
Ki hava bile,yerini boş bırakabilse
Kleopatra’yı görmeye gidecek, Bir
yokluk yaratıp varlık içinde.
…………
Karaya yanaşır yaraşmaz,Antonius’un habercileri Gelip yemeğe buyur ettiler
Kleopatra’yı.
Antonius bizim davetlimiz olacak
Diye dayattı Mısırlı.Bizim aşık Antonius,
Ki hiçbir kadının hayır
dediğini duymamıştır, Tıraş
üstüne tıraş olup gitti davete
Ve bu ziyafette,yüreğiyle ödedi
Yalnız gözleriyle yediği yemeği.‘’S43-44 shn2
‘’Antonius ve Kleopatra karakterlerikarmaşık orta yaşlı insanlardır;
yaşamalarını sürdürdükleri iki ayrı dünyanın çarpışması,onları sarmalayan
sistem ve ahlak bozukluğu onların aşklarınıkesinlikle etkilemiştir.’’ 89
89 Roland BARTHES,BİR AŞK SÖYLEMİNDEN PARÇALAR, Çev: Tahsin YÜCEL, Metis
Yayınları, 1993, s. 17.
AİLELER VE SOSYAL
ÇEVRE:
Romeo ve Juliet, Verona şehrinin zengin ve asil ailelerine mensuptur.
Antonius ise, Romalı bir askerdir. Dolayısıyla hem Romeo ve Juliet’te hem de
Antonius ve Kleopatra da kahramanlar; toplumun üst sınıfına mensup tabakadan
seçilmişlerdir. İkinci derecede kahramanların da hemen tamamı bu ailelerin
mensupları ya da yakınlarıdır.Antonius ve Kleopatra
oyunun başında Philo, Antonius’u “ Çingenelerin şehveti ”nin kurbanı
olarak görür; Octavius Caesar, onun “şehvetli
sefahat alemlerinden”, Pompeus “
şehvetten hiçbir zaman bıkmayan ”Antonius’dan söz eder;
EnobarbusKleopatra’nın Antonius için
vazgeçilmezve lezzetli bir Mısır yemeği
olduğunu söyler.
Romeo ve Juliet de aşıklarınilk görüşmesiningöz göze gerçekleşmesi dikkat
çeker. Bu görüşme aslındamaskeli baloda
ki gibi tam bir görüşme
ya da karşılaşma değildir.
Gerçekte Juliet’eRomeo’yu
dadısıtanıtır. Bundan sonra Romeo kendini tutamaz Capulet’lerin bahçesine
girer. Gecenin bitmesinden önce, birbirlerinin düşman iki ailenin çocukları
olduklarını başkalarından öğrenirler. Buna gösterdikleri tepki şaşkınlık
yarattığı kadar ve sorgulayıcıdır da.
...........
‘’Balkon sahnesi:
ROMEO:
Dur, şu pencereden süzülen
ışık da ne? Evet, orası doğu, Juliet de güneşi!
Yüksel ey güzel güneş,
öldür şu kıskanç
ayı,
Bak nasıl da sararıp
soluvermiş tanrıça kederden Sen ondan çok daha güzelsin diye.
Kıskandığı için vazgeç ona bağlılıktan,
Sayrılı ve toydur bakirelik giysisi.
Soytarılar giyer bunları ancak
Sen çıkar bu giysileri, at
üzerinden. Kadınım benim, ah benim sevgilim bu! Ne olur ah, bilseydi
sevgilim olduğunu! Konuşuyor,
ama bir şey de demiyor; Ne çıkar
anlatıyor ya gözleriyle
Karşılık vereceğim ben de!
Amma da yüzsüzüm, konuştuğu ben
değilim ki. Tüm göklerin en güzel yıldızlarından ikisi, Yalvarıyorlar onun gözlerine işleri olduğundan:
Biz dönünceye dek siz parıldayın, diye.
Gözleri gökte olsaydı, yıldızlar
da onun yüzünde; Utandırırdı yıldızları
yanaklarının parlaklığı, Gün ışığının kandili utandırdığı gibi tıpkı.
Öyle parlak bir ışık çağlayanı olurdu
ki gözleri gökte, Gece bitti sanarak kuşlar
Cıvıldaşırdı.
Bak, nasıl da dayamış
yanağını eline! Ah, eline
giydiği e1diven olaydım da Dokunaydım yanağına.
JULIET:
Aaah! ROMEO:
Konuşuyor. Ey parlak melek,
konuş yine!
Sen göz kamaştıran bir parlaklık veriyorsun geceyc; Cennetin kanatlı ulağısın başımın üstünde,
Tıpkı ölümlülerin hayretle açılan gözlerine
Tembel bulutlara binip uçarken
o havanın kucağında, Onu seyreden insanlar gibi
hayranlıkla,
Öylece bakıyorum ben sana. JULIET:
Ah, Romeo,
Romeo! Neden Romeo'sun sen?
İnkar et babanı, adını yadsı!
Yapamazsan, yemin et sevdiğine, Vazgeçeyim Capulet olmaktan
ben. ROMEO:(Kendi kendine:)
Daha dinleyeyim mi, yoksa açılayım mı ona?
JULIET:
Benim düşmanı m olan adındır yalnızca Sen sensin, Montague olmasan da.
Hem Montague nedir
ki? Ne eli bir erkeğin,
Ne ayağı, ne kolu,
ne yüzü, ne de başka
bir parçası. N'olur başka bir
ad bul kendine.
Adın ne değeri var? Şu gülün adı değişse
bile Kokmaz mı aynı güzellikte?
Romeo'nun da adı Romeo olmasaydı,
Kusursuzluğundan hiçbir şey kaybolmazdı.
Romeo, bırak, at bu adı!
Senin parçan olmayan
Bu ada karşılık al bütün varlığımı. ROMEO:
AIıyorum öyleyse sözünü
dinleyerek. "Sevgilim" de ki, vaftiz olayım
yeniden; Romeo değilim bundan böyle ben.
....... JULIET:
Neredeyse sabah olacak: Artık gitsen;
Yine de şımarık bir çocuğun kuşu gibi uzağa gitme;
Yaramazın, elinden bir parça salıverip de
Sonra da verdiği özgürlüğü kıskanıp İpek bir iplikle geri çektiği Bukağıya vurulmuş bir tutsak gibi. ROMEO:
Keşke kuşun olsaydım! JULIET:
Ne iyi olurdu, tatlım!
Ama çok seveyim
derken öldürürdüm seni.
İyi geceler!
Romeo'm elveda! Ayrılık Öyle tatlı bir keder ki, Sabaha dek iyi geceler sana! (Çıkar.)
ROMEO:
Uyku barınsın gözlerinde, barış da gönlünde,
Uyku da ben olsam, barış
da, ne tatlı bir dinlenme
olur!
Şu bizim kutsal pederin varayım
hücresine
Anlatıp bu mutlu olayı,
yardımını dileyeyim.’’S:38-45
Tiyatro tarihinin en ünlü, en şiirsel, en etkili, en romantik sahnelerden
biridir. Shakespeare’in genç aşıkların karakterlerini derinliklerinden gün
yüzüne çıkarıdığı sahnedir. Shakespeare, balkon sahnesinde,bu oyunun en önemli
olduğu kabul edilen tiradın da, Juliet’e düşmanlığı ve nefret’i sorgulatarak;
insanın özüne hiç de ait olmayannefreti,gözümüze, kulağımızaatılası, üstümüze yapışmış
bir leke ya da unvan
gibi gösteriyor, dinletiyor. Juliet nefretin isme yapışmış bir leke
olarak atılmasını istiyor. Romeo ise bu tiradı gizlice dinliyor veRomeo
olduğunu inkar ediyor.’’Güle gül
demeseydik, güzelliği kokusu aynı kalırdı.’’ İnsan için nefret sanki
sonradan takılmış bir isim gibi, aşk ve sevgi ise zaten özümüzde var ve bizi
insan yapan şey. Kokusunungülü gül yaptığı gibi. İki genç ailelerinin onlara“öğrettiiği” nefreti bir anda
redederler; onlar için sadece güzelliğe duyulan “aşk” vardır.
Burada Juliet Romeo’nun neden onun düşmanı olduğunu sorgular. Sahnenin
gece geçmesinin ayrıca bir özelliği vardır. Gece herşeyin üstünü gizlediği gibi
aşıkların birbirini bir yıldız, bir ay, bir güneş, bir ışık; gibi görmesini
sağlar.
Afrodite Aşk tanrıçası aynı zamanda Işık tanrıçasıdır.Antonius ile
Kleopatra, ölümün veyaşlılığınkaçınılmaz bir son olduğunun, yaşamlarını sürdürmek için önlerinde fazla zaman kalmadığınınbilincinde olduklarının bir döneme
girmişlerdir. Sevgilerindekigerginliğin ve yoğunluğun nedeni de budur zaten. Antonius
ile Kleopatra, hem birbirlerine müthiş bir zevk verir, hem de devamlı olarak
birbirlerine karşılıklıacılar çektirp ızdıraplar verir. Anlayışlı bir
şekildesakin ve huzurlubirlikte yaşamaları mümkün olmadığı gibi, birbirlerinden
ayrılmaları da mümkün değildir.
’’KLEOPATRA
Gerçekten seviyorsan beni,
Söyle ne kadar seviyorsun, ne kadar? ANTONIUS
Sevgide ölçü mü aranır?
Dilencilerin olsun öyle sevgi.
KLEOPATRA
Bilmek istiyorum nereye kadar
gidebilir Beni sevenin sevgisi.
ANTONIUS
Yeni gökler, yeni bir dünya düşün öyleyse.’’ s4
Aşıklar birbirlerine yalan söylemeye devam ederederkendeyalan
söylediklerinin bilincindedirler. Bununla birlikte
çeşitli şüpheler, kıskançlıklar onları yiyip bitirdikçe, sevdalılarda birbirini
kemirir. İçinde bulundukları durumun farkında olduklarından kızgınlıkları
kinleri çabucak geçer, birbirlerinin kusurlarını hemen bağışlarlar.
‘’ROMEO
Ona de ki: Günah çıkartmaya gitmek
için Bir çare düşünsün bugün öğleden sonra; Orada, hücresinde Rahip
Lawrence’ın
Hem günah çıkartacak, hem nikâhlanacak.’’
EVLİLİK:
Aşıklar birkaç gün içinde Rahip Lawrence tarafından gizlice
evlendirilsede de bu toplum tarafından onaylanmış ve duyurulmuş bir evliliğe
dönüşmez.Sevgililerin kavuşmasını engelleyen iki faktör vardır.Bunlardan biri
ailelerin düşmanlığı.
Bir diğeride, Juliet’in ailesi
tarafından bir prens ile evlendirilmek istenmesidir.
Antonius ise Romada ki eşi
Fulvia ile resmi olarak evli, Kleopatra ile sevgilidir. Antonius; Kleopatranın
sarayında yaşamaktadır.Her iki aşık da sevgililerine hitaplarında onların
fiziki unsurlarından gözü ön plana çıkarırlar.Antonius için, sevgilinin gözü
ahunun gözlerine benzer. Lakin Antonius karısı
öldükten sonra, Roma’ya gidince Kleopatra’ya haber vermeden yeniden evlenir.
……….
‘’AGRIPPA
İzin verirsen Caesar… CAESAR
Konuş, Agrippa. AGRIPPA
Aynı anadan bir kız kardeşin var senin,
Herkesin sayıp sevdiği Octavia.
Yiğit Antonius da bir dul artık şimdi…
CAESAR
Aman sus Agrippa:
Kleopatra duyarsa
Hak edersin
azarlanmayı bu densizliğin için. ANTONIUS
Ben evlenmiş
değilim, Caesar;
Bırak dinleyelim Agrippa’yı ne söyleyecekse.
AGRIPPA
Hep dost kalmanız, kardeş olmanız
için, Yüreklerinizi çözülmez bağlarla
bağlamak için Octavia’yla
evlenin Antonius.
Güzelliği kocaların en iyisine
layık; Temiz ahlaklı, kibarlığı
kimselerde yok. Bu evlenme
kökünden siler süpürür
Bugün büyük görünen küçük kıskançlıkları,
Her şeyi tehlikeli gösteren bütün
korkuları. Bugün masalımsı şeyler gerçek sayılırken Gerçekler masal olur
o zaman.
…….
ANTONIUS
Bu kadar güzellikle ortaya konan
Hayırlı bir tasarının önünde durmak
Aklımdan bile geçmez benim. Ver elini, Caesar;
Uğurlu say bu işi. Bu andan sonra da,
Bir kardeş
yüreği sevgimizi beslesin
Ve büyük işlerimize ışık tutsun!’’
Romeo için Juliet’in gözleri
yıldızlardan daha güzeldir.
Hem Antonius hem de
Romeo, tabii olarak kendilerini ve aşklarını ifade etmeye çalışırlar.
AYRILIK:
Tybalt Capuletlerin yeğenidir, Romeo ve
Mercutio ile karşılaşırlar. Onları görünceTybalt; Romeo’ya sataşmaya,tahrik
etmeye başlar, Romeo, Juliet’e olan aşkındandolayı cevap vermezhatta duymazdan
gelip alttan alır. Mercutio ise bu duruma hiçbir anlam veremez ve bu duruma
daha fazla tahammül edemez Tybalt’a bir karşılık
verir. Mercutio ile Tybalt düelloya
girerler.Mercutio Tybalt tarafından öldürülür.Romeo bunu kabullenemez ve o da
Tybalt ile duello eder ve onu öldürür.Prens olayı duyar ve askerlerine
Romeo’nun yakalanmasını emreder.Romeo bir anlamda nefsi müdafaa ile ölüme sebebiyet verdiği için başka bircezaya
çarptırılmak yerine bölgenin prensi
tarafından Verona dışına Mantua’yasürgün edilir.
Sevgililer gizlice evlenmiştir, hatta Romeo’nun sürgünegideceği günün
öncesindeki geceyi Juliet’in odasında birlikte geçirirler.
‘’JULIET:
Gitmen mi gerekiyor? Daha sabah olmadı. Ürkek kulaklarının az önce
işittiği Tarlakuşunun değil, bülbülün sesiydi;
Her gece şuradaki nar ağacında öter. ROMEO:
Öten,sabahın habercisi
tarlakuşuydu; Bülbül değil. Bak sevgilim, doğu bulutlarını
Menevişleyen şu hain ışıklara bak.
Gecenin kandilleri sönmüş, neşeli günse
Parmak uçlarına basmış bekliyor
dumanlı tepelerde. Ya gidip
yaşamalı,ya kalıp ölmeliyim.‘’
………………..
Octavius Caesar’ın ısrarlı çağrılarına rağmen, Antonius, aşığı
Kleopatra’yı bırakıp Roma’ya dönmeye hiç istemez; lakin karısı Fulvia’nın
öldüğü ve Sextus Pompeius’un başkaldırdığı haberi gelince, Roma’ya gitmek
zorunda kalacaktır.
…. ‘’ANTONIUS
Beni yalnız
bırak.
İkinci haberci çıkar.
Bir yanan ışık söndü gitti, Bense istiyor, özlüyordum bunu. Hor görüp başından attığını
Yok olunca yeniden bulmak istiyor
insan. Bugün en çok sevdiğimiz şey dönüp dolaşıp En az sevdiğimiz şey oluyor yarın.
Fulvia ölünce bilmeye başladım
kadrini: Onu iten ellerim
okşamak istiyor onu şimdi.
Bu büyücü kadından ayrılmam gerek Bildiğim kötülüklerin bin beterini
Getirecek başıma bu aylak düşkünlüğüm.
…..
Çoktan gitmeliydim buradan.’’
……
Antonius ile Kleopatra’nın ilişkisi huzursuzdur ve zaman zaman
yırtıcıdır, zaman zaman da kin diyebileceğimiz bir duyguya yakındır, bu
tutkunun sevgiden çok şehvetten geldiği zannedilir. Romalılar içinbu, pis bir
şehvet tutkusundan başka bir şey değildir. Aşk burada bir bütün olarak, bedeni,
yüreği ve dimağı saran bir sarmaşık
gibidir. Burada cinselliğe bakış açısı ise Kral Lear’daki gibi değildir. Orada
tiksinme, ve bulantı vardır.
Shakespeare Antonius ve Kleopatra’da cinsel arzuyu bütün basitlik ve kabalıktanayrı
tutarak, aşkın kollarında iyice arındırır, temizler.
Tragedyanın sonunda, aşıklar ölümle karşı karşıya kalınca da , bu yıkıcı
tutkunun, tertemiz ışıl ışıl bir sevgiye döndüğü de çok saf ve net bir şekilde
gözlerimizin önüne sunulur.
AŞK SEVGİLİLERİN KAVUŞMA
İSTEĞİ VE ENGELLER:
Juliet ve Kleopatra sevgililerinden ayrılırken benzer endişeler taşırlar;
onlar gidecek olan sevgililerinin bir daha kendilerine dönmeyeceklerini
düşünürler. Antonius ve Kleopatra da, sevgililerin kavuşmalarının önünde önemli
iki engel vardır. Birincisi; Roma da Antonius’un karısı vardır. İkinci engel
ise; Roma yönetimidir. Aşk ve cinsellik söz konusu olduğunda Antonius ve
Kleopatra da aşk tutku ihtiras cinsellik kavga
hep birliktedir. Esasında
hikayenin anlatıldığı toplumun
ahlak anlayışı da bunu
gerektirir. Antonius ile Kleopatra’nın ilişkilerinde tutkunun ve şehvetin çok
önemli bir payı olduğu kabul görür. Hatta zaman zaman aralarında şehvetten çok
daha eksik nice bencilce kaygular, nice kinlergörülür.Antonius ile
Kleopatra’nın sevecenbir tatlılıkla, şefkatleve rahat değil de, yokedici ve acı
bir şehvetle seviştikleri de bir gerçektir. Ama bu tutku aslında aşkın ta
kendisidir. Hem Antonius ve Kleopatra da hem de Romeo ve Juliet’te sevgililer
arasındaki aşk macerasını aşıkların dışındaki unsurlar belirler. Bu unsurlar; Romeo ve Juliet’te
ailelerin düşmanlığı, Antonius
ve
Kleopatra’nın Romaya karşı savaş da yenik düşmesidir.
YOL’A ÇIKMA YA DA YAŞANILAN ŞEHİRDEN
UZAKLAŞMA; SÜRGÜN:
Her iki eserde de gurbete çıkma ya da yaşanan şehirden uzaklaşma önemli
bir yere sahiptir. Romeo’nun yaşadığı şehirden Mantua’ya gitmesinin sebebi
işlediği cinayetten (Juliet’in yeğeni Tybalt’ı öldürmüştür) dolayı aldığı
sürgün cezasıdır. Romeo’nun sevgilinin bulunduğu
yerden ayrılışı çok kısa bir zaman dilimini
içerir ve tek bir şehirle
sınırlıdır. Her iki eserde de sevgiliden ve yaşanılan yerden uzaklaşma,
hikayenin dönüm noktalarından biridir. Antonius da ise Roma gerçek evi olduğu
halde Mısır da Kleoptra’nın yanında yaşadığı için evi Mısır olmuştur.
Sonunda karısı öldüğü için Roma ya yola çıkar
Roma artık onun için gurbettir.
‘’Antonıus girer.
...... ‘’ANTONIUS
Dinle beni, kraliçem; çok önemli sebepler Bir süre iş başına dönmemi
gerektiriyor.
Ama bütün yüreğim burada,
buyruğunda kalacak. Bir iç
savaşın kılıç parıltıları var İtalya'da.
Sextus Pompeius
Roma kapılarına dayanmış;
İki karşı gücün birbirine denk
oluşu Halkın ikiye bölünmesine yol açıyor. Dün
sevilmeyenler güçlendikçe Sevilir olmaya başlamışlar bugün. Sürgün edilmiş
Pompeius, Babasının şanlı adından
yararlanıp Kalbini kazanıyor günden güne
Bugünkü
yönetimden çıkar sağlamayanların. Korkulacak
kadar da çokmuş
bunların sayısı. Durgunluğun
paslandırdığı yürekler
Belalı da olsa bir değişiklik özlüyor.
Ama gitmemi
gerektiren daha özel bir sebep Fulvia'nın ölümü.’’
.............
KAYGI:
Aşık özne
rastlantıya göre bir tehlike, bir incinme, bir bırakılma, bir değişme korkusuna kapılır. Bu duyguyu kaygı
sözcüğüyle dile getirir.
‘’JULIET:
Ah, Romeo, bir daha görüşebilecek miyiz, dersin?
ROMEO:
Hiç kuşkum
yok; bu çekilen acılar
İleride konuşacağımız tatlı anılar olacak. JULIET:
Tanrım, ne kötüye yoran ruhum var benim!
Aşağıya indin ya şimdi,
Mezarın derinliğinde bir ölü gibi görüyorum seni.
Ya gözlerim yanılıyor ya da sen solgun duruyorsun.’’
Kleopatra , Romaya gidecek
olan Antonius’un başka bir sevgili
bulmasından endişe
eder:
Her ikisi de şüpheler içindedir ve birbirlerinden şüphelenmektede da
haklıdırlar. Antonius’n gözünde, Kleopatra her an yalan söylemeye hazırdır;
aklın alamayacağı kadar kurnazdır; öylesine ki, Octavius Caesar’ın uşaklarına
karşı cilveler yapabilir..
…. ‘’KLEOPATRA
Hangi kraliçe
uğramıştır böyle bir ihanete?
Ama çoktan görmüştüm bu ihanetin tohumlarını.’’
…….
Antonius’un
serinkanlı düşündüğü zaman kendisinden kopmaya, Roma’ya kaçmaya can attığını
sezen Kleopatra, onu tutmak amacı ile sürekli
kurnazca planlar kurar, hilelere başvurur, sevgilisinin “Roma’’lı düşünceleri karşısında sürekli
tedirginlik ve şüphe duyar. Antonius onu ne kadar kıskanıyorsa, o da Antonius’u
o derce kıskanır. Genç aşıklardan farklı olarak, Antonius ile Kleopatra
birbirleri içinherhangi bir hayal
kurmazlar; her ikisi de bütün acı gerçekleri olduğu gibi büüyük bir cesaretle
kabullenirler.
KISKANÇLIK:
Aşkta doğan ve sevilen kişinin başka birini yeğlemesi korkusunun ürünü
olan duygu. Kıskanç dört kez acı çeker: Kıskanç olduğu için, kıskançlığından
dolayı kendini suçladığı için, kıskançlığının ötekini incitmesinden korktuğu
için, bir bayağılığın onu tutsak etmesine boyun eğdiği için: Dışarıdan
bırakıldığında, saldırgan olduğu, deli olduğu ve sıradan olduğu için acı çeker.
Antonius Octavius Ceasar ile barışmak zorunda kalır bu barışmayı pekiştirmek
için Kleopatrayı terk eder ve Octavius un kardeşi Octavia ile evlenir.
……… ‘’KLEOPATRA
Cezasını gördüm işte. Götürün
beni: Bayılacağım.
Ah Kharmian, İras! Yok, bir şeyim
yok. Canım Aleksas, git haberciyi sorguya
çek:
Öğren nasılmış
Octavia’nın kaşı, gözü,
Yaşı başı, huyu suyu;
Saçlarının rengini de sor, unutma.
Hemen git, öğren gel.
Aleksas çıkar.
Bırakalım gitsin, hayır bırakmayalım Kharmian.
Bir yüzü Gorgon gibi çirkin gözümde, Ama öbür yüzü Mars tanrı gibi güzel.
Mardian’la çıkarlar.
Koş söyle
Aleksas’a; boyunu bosunu
da sorsun. Acı bana, Kharmian
ama bir şey söyleme.
Odama götürün beni.’’
……..
YENİLGİ: Antonius Kleopatradan
ayrılığa daha fazla dayanamaz ve Mısır’a sevgilisine geri döner. Bunun üzerine
Octavius Ceasar ikisinede savaş açar. Kleopatra’nın ordularını geri çekmesiyle
Antonius yenilir. Antonius seferden
döndükten sonra kendini aldatılmış ve terk edilmiş hisseder.
SAHNE XI
’’İskenderiye. Kleopatra'nın sarayı.Antonius adamlarıyla girer. ANTONIUS
Kulak verin! Üstüme basma, diyor
toprak bana! Utanıyor beni sırtında
taşımaktan. Gelin dostlar; Ben çok geç kaldım bu dünyada,
Yolumu yitirdim artık bir daha bulmayasıya. Bir gemim var, altın yüklü;
alın, paylaşın; Gidin anlaşın Caesar'la.
HEPSİ BİRDEN
Kaçıp gidelim ha?Gitmeyiz! ANTONIUS
Ben kendim kaçtım; kendim verdim
korkaklara Tabanları yağlamanın örneğini. Gidin, dostlar! Ben
öyle bir yola gitmeye karar verdim ki
Bir yardımınız olamaz bana o yolda. Gidin, hazinem limanda; alın
gidin.
Ah, ben bakmaktan utandığım bir şeyin ardına
düştüm.
Saçlarım bile ayaklandı başımda;
Aklar taşkınlıkla suçluyor karaları; Karalar
akları korkaklık, bunaklıkla.
Gidin, dostlar; beni sevenlere
yazacağım Mektuplar da olur elinizde;
Onlar açar size tutacağınız yolu. Yalvarırım, bırakın bu yaslı yüzleri;
Yapamayız der gibi bakmayın bana. Dinleyin
size umutsuzca verdiğim öğüdü; Ben kendimi bırakmışım, bırakın siz de beni;
Koşun deniz kıyısına: Gemim de altınlarım da sizin. Bırakın
beni, ne olur, biraz yalnız bırakın beni.
Haydi, yalvarırım size; ne olur,
yapın dediğimi; Komutan değilim artık ben, değilim gerçekten; Onun için dinleyin beni: Gün gelir görüşürüz yine. Oturur.’’
ÖLÜM HABERİ ROMEO
VE JULIET:
Romeo sürgündeyken, Juliet’i anne ve babası
Paris isimli bir soylu ile evlendirmek istemektedirler. Ancak Juliet, bu
evliliği kesinlikle reddeder. Juliet, kendisine yol göstermesi için nikahlarını
kıyan Rahip Lawrence’e gider. Rahip Lawrence, Juliet’e son bir kavuşma umudu
olduğunu söyler.Ona bir iksir verir. Bu iksir onu 2 gün ölü gibi gösterecektir.
Böylece öldü sanılan Juliet düğün günü istemediği bir evlilikten kurtulacaktır.
Rahip Romeo’ya da Juliet ile hazırladıkları bu taktiği anlatan bir mektup yazar
ancak mektup Romeo’ya ulaşamaz. Romeo,
Juliet’in öldüğünü, bedeninin Capuletler’in mezar evinde olduğunu Mantua’ya
ziyaretine gelen uşak Balthazar’dan öğrenir. Romeo Verona’ya döner.
’’ROMEO
’’Ne haber Veronada? Ne var ne yok Balthasar? Rahipten mektup getirmedin mi
bana?
Karım nasıl?
İyi mi babam?
Juliet'im ne yapıyor? Bir daha soruyorum, O iyiyse hiçbir şey kötü olamaz
çünkü.
BALTHASAR
İyi öyleyse, hiçbir şey de kötü
olamaz artık, Capulet 'lerin mezarında
dinleniyor vücudu, Meleklerle birlikte
ölümsüz ruhu.
Aile mahzenine indirilirken gördüm,
Hemen at kiralayıp döndüm
bunu anlatmak için. Bağışlayın, getirdiğim için bu kötü
haberi.
ROMEO
Demek böyle ha! Yıldızlarım, alacağınız olsun sizin! Evimi biliyorsun, kağıtla mürekkep
getir bana,
Sonra da at kirala: bu gece oraya gideceğim.’’ s117-118
ÖLÜM HABERİ ANTONIUS
VE KLEOPATRA:
Antonius sevgilisi
Kleopatra'nın Actium Deniz Savaşı'nda Mısır donanmasıyla gelip
ona yardım etmesini bekliyorken; sevgilisinin donanmasının çok zayıf
olduğunu görenKleopatra kendi donanmasını riske atmayarak onlara geri
çekilmelerini emrediyor.Antonius sevdiğinden böyle bir darbe beklemezken üstüne
bir de yenilgisinin ardından her şeyin sorumlusu
olarak Kleopatra’yı görüyor.
………….
’’KLEOPATRA
Koruyun beni, dostlar!
Çıldırmış,
Kalkanı elden giden
Aias’tan beter çıldırmış:
Teselya’nın yaban domuzları
Böylesine köpürmemiştir kıstırılınca. KHARMIAN
Anıt kabire
girip saklanın.
Öldünüz diye haber yollayın
kendisine. Büyüklüğün elden gitmesi
daha acı gelir Canın bedenden çıkmasından.
KLEOPATRA
Anıta, evet! Mardian git, öldürdü
kendini de. Son sözü Antonius oldu de; dokunaklı sözler bul. Koş,
Mardian, sonra anıta gel anlat bana Ölümünü nasıl karşıladığını.
Çıkarlar.’’
…………..
Hizmetçisi Kharmian’ın bu fikri üzerine
Kleopatra sahte ölüm haberini iletmesi için diğer hizmetlisi Mardian’ı
Antonius’a gönderir.Bekleyiş:Küçük gecikmelerin (randevu,mektup,dönüş)
akışına göre, sevilen varlığı beklemenin yarattığı kaygı kargaşası.
.....
‘’MARDIAN
İnsan can borcunu bir kez
ödeyebilir ancak, Kleopatra ödedi bitti.O
yaptı, seni beklemeden, Senin yapmak istediğini.Son sözleri
de: Antonius,yiğitler yiğldi Antonius! Oldu.
Bir hıçkırık
ikiye böldü Antonius
adını.
Yüreğiyle dudakları arasında.
Adını içine gömerek kapadı gözlerini.
ANTONIUS
Öldü demek? MARDIAN
Öldü. ANTONIUS
…..
Yetişeceğim sana Kleopatra;
ağlayarak da Bağışla beni diyeceğim
sana. Olmaz başka türlü,
Her soluk bır işkence bundan sonra.
Işık söndü, yat artık,
oyalanıp durma; Ne yapsan
kendini yıkar yaptığın;
Kendi gücünle kendi boğazını
sıkar durursun Bas öyleyse
mührü, olsun bitsin her şey, Eros! Geliyorum kraliçem.‘’
…….
Antonius da Kleopatranın (sahte)
ölüm haberini duyunca
kendi canına kıymaya
karar verir, bunu gerçekleştirecek olanın da sadık hizmetlisi Eros
olmasını ister.
Eros girer .
EROS
Buyurun, efendimiz? ANTONIUS
Kleopatra öleli, öyle şerefsiz
yaşıyorum ki Tanrılar
iğreniyor alçaklığımdan.
Ben ki, dünyayı kılıcımla dörde bölmüştüm,
Neptün'ün yeşil sırtında,
gemilerimle, Şehirler kurrmuştum; suçluyorum kendimi Bir kadın kadar bile yürekli olmamakla.
Ben daha az soyluyum
o kadından, o kadın ki, ölümüyle
"Kendimin fatihi benim!" diyebildi Caesar'a.
Eros, sen yemin etmiştin
bana ki, Sırası gelince,
ki geldi işte sırası,
Ben kurtaramaz olunca kendimi
Şerefsiz, iğrenç çamurlara
düşmekten,
Öldüreceksin beni. Öldür,
tam zamanı işte.’’
S131-133
ACIMA:
Özne, sevilen nesnenin
aşk ilişkisi dışında
şu ya da bu nedenle
mutsuz ya da tehlikede
olduğunu her gördüğü, sezdiği ya da bildiğinde ona şiddetli bir acıma duyar.
Yıkım: Aşığın aşk durumundaki kesin bir çıkmaz sokağı, içinden hiçbir
zaman çıkamayacağı bir tuzak gibi algılayarak kendini tam bir
yokolmayabırakılmış gibi gördüğü şiddetli buhran şekli.
….. ‘’ANTONIUS
Kuzum Octavia,
hangimize güvenin varsa
Sevgin ondan yana götürsün seni.
Şerefim yok oldu mu ben de yokum demektir. Kolsuz kanatsız kalıp senin
olmaktansa Senin olmamak daha iyi
benim için.
Ama, git aramızı bul, öyle istiyorsun madem.
Bu arada öyle bir savaş hazırlığı
yapacağım ki ben Gölgede kalacak kardeşinin
hazırlıkları.
Ne kadar çabuk gidebilirsen git;
İçinden ne geliyorsa
geldiği gibi yap.’’
GERİ DÖNÜŞ :
İlk karısı öldükten sonra, sevdiğine haber vermeden Roma’da hemen yeniden evlenen Antonius dayanamaz ve Mısır’a
döner.
’’Antonius ve Canidius girerler. ANTONIUS
Şaşılacak şey, Canidius;
Nasıl Tarentum’dan, Brindisium’dan
gelip Bu kadar çabuk İyonya denizlerini aşar da Toryne’yi alabilir?
Duydun mu sen de bunu,
sevgilim? KLEOPATRA
Çabukluk kimi şaşırtır en çok? Ağır davrananları.
ANTONIUS
Güzel bir uyarma
bu; en yiğit erkeğe de
Gevşekliğe çatmak yaraşır böyle.
Canidius, denizde savaşacağız onunla. KLEOPATRA
Denizde elbette, nerde olacak?’’
Hiçbir şey olmamışcasınaKleopatraonu bağrına basar. Kleopatra’nın çeşitli
entrikaları karşısında, fırtınalı kıskançlıklar ve öfke krizleri geçirdikten,
en ağır tacizler ve küfürlerden sonra, Antonius, Kleopatra’yı sevmeye devam
eder.
Romeo, suçlu olduğu için şehre (Verona) geç vakitte gizli girer. Antonius
ise haberli gelir. Romeo ve Juliet ile erkek kahramana yardım eden figürler
arasında dini özellikleri olan Rahip Lawrence dikkat çeker. Eserdeki fonksiyonu
sevgilileri kavuşturmaktır.
Rahip Lawrence, Shakespeare’in yarattığı bir tiptir. Rahip Laurence,
aşıkları kavuşturma konusunda yaptığı planın gerçekleşmesinde başarısız olur.
Bu başarısızlığın sebeplerinden biri de Romeo’nun Verona’ya zamanında dönüşünü
yapamaması vardır. Rahip Laurence’ ın dini bir kimlik taşımalsıçok önemlidir.
Bu olay sevgililerin aşkının Tanrı katında kutsandığı anlamındadır.
Rahip John ‘haberci’ olarak sunulur.Romeo ve Juliet’te Rahip Lawrence,
sürgündeki Romeo’yu gelişen olaylardan haberdar etmek ister.Bu amaçla Romeo’ya
bir mektup yazar.Rahip John’u da mektubu ulaştırmakla görevlendirir. Kaldığı
ev, veba salgınındandolayı karantinaya alınınca Rahip John, mektubu Romeo’ya
ulaştıramaz. Romeo ve Juliet’te mektubun Romeo’ya ulaşamaması eserin trajik
sonunu hazırlar.
............
‘’RAHİP LAWRENCE
Bu Rahip John'un sesine benziyor.
Mantua'dan hoş geldin!
Ne diyor Romeo? Düşüncesini yazdıysa, mektubu ver
bana. RAHİP JOHN
Bizim tarikattan yalınayaklı rahiplerden birini Aramaya gitmiştim bana yoldaşlık etsin diye; Birini kentte
hastaları ziyaret ederken
buldum. Onunla görüşürken sağlık memurları geldi,
Bulunduğumuz evin vebalı olduğundan kuşkulandılar, Mühürleyip kapıları bizi dışarı salmadılar.
Bu yüzden Mantua'ya gitmem
de gecikti. RAHİP LAWRENCE
Peki ya mektubu kim götürdü Romeo'ya? RAHİP JOHN
Gönderernedim ki - işte daha
burada. Mektubu size yollayacak birini de bulamadım. Öyle korkuyorlardı ki
salgından.
RAHİP LAWRENCE
Hayaksi şeytan! Rahipliğim üzerine
and içerim ki, Son derece önemli bir işle ilgili
Sorumluluğu olan bir konuya
dairdi. Felaket doğurabilir yerine varmaması - Rahip John, acele gidip
bir kol demiri
bul, Hemen hücreme getir.’’ s120-121
İNTİHAR GİRİŞİMİ:
Aşk alanında
intihar isteği çok sık duyulur.
En ufak şey bu isteği
getiriverir. Anne ve babası Juliet’i Paris
isimli bir soylu ile evlendirmek istemektedir. Ancak Juliet, bu evliliği
kesinlikle reddeder.
’’JULIET
Kutsal peder, bırak şimdi
duyduklarını Nasıl önlenebilir bütün
bunlar, onu söyle.
Aklınla bir çare bulamazsan buna,
Akıllıca olduğunu söyle de kararımın Ben bulayım
çaresini hemen bu hançerle.
Tanrı gönüllerimizi birleştirdi, sense ellerimizi
Ellerinle Romeo’ya bağladığın bu el
Başka bir halt karıştırmadan
Ya da bağlı gönlüm
alçakça bir isyanla
başkasına dönmeden Bu hançer
işini bitirsin elimin de,gönlümün de.
Onun için, uzun yılların
bilgisi ve görgüsüyle, Hemen bana akıl ver. Yoksa bak
Bu kanlı hançer, dertlerimle benim aramda Hakem
rolü oynayacak;
Uzun ömrünün ve derin bilginin
Şerefli bir sonuca götüremediği bu durumu Bir karara
bağlayacak.
Çabuk söyle. Sözlerin bu duruma çare bulamayacaksa,
Can atıyorum ben ölmeye.
RAHİP LAWRENCE
Dur, kızım. Bir umut görür gibiyim:
Ama bu önlemek istediğimiz şey kadar Güç ve umutsuz bir çaba gerektirecek. Evlenmektense Kont Paris'le
Kendi canına kıyacek istem gücü var içinde,
O zaman bu utancı defetmek için
Ölüme benzer
bir şeyi göze alabilirsin:
Ölümden kaçabilmek için ölümle
pazarlık edeceksin, Gözün
kesiyorse, açıklayayım çareyi sana.
JULIET
Paris'le evlenmektense, söyleyin
de Atayım kendimi şu kulenin tepesinden, Haydutlar yatağında
gezineyim,
Ya da gizleneyim yılan
kovuklarında; Zincire vurun beni homurdanan ayılarla
Ya da kapatın beni geceleyin mezarlık
mahzenine, Ölülerin takırdayan kemikleriyle,
Çürümüş bacaklar, çenesiz sarı kafalarla örtün
beni; Ya da emret, yeni kazılmış bir mezara girip
Kefeni içine saklanayim bir ölünün.
İşitmesi bile tüyler ürpertici olan bu şeyleri,
Ben yapmaya razıyım korkmadan, duraksamadan, Tek lekesiz bir eş olarak kalayım
Canım sevgilim için. RAHİP LAWRENCE
Tamam öyleyse.
Eve git neşeli görün,
Razıyım de Paris'le
evlenmeye. Yarın çarşamba:
Bir yolunu bul, yalnız
yatmaya bak yerın
gece, Senin odanda uyumasın dadın.
Bu şişeyi al. İçiver hemen yatağa
girdiğinde Bu damıtılmış şurubu:
O
anda damarlarından soğuk ve uyuşukluk
veren bir şeyin Aktığını hissedecekin; duracak doğal
atışı nabzının;
Ne sıcaklık, ne de soluk; yaşadığını gösteren hiçbir şey kalmayacak,
Bütün gülleri solup küle dönecek dudaklarının, yanaklarının; Hayatın gündüzünü
nasıl kaparsa ölüm,
Tıpkı onun gibi kapanacak
gözlerinin panjurları;
Bedenini yumuşak tutan o hayati güç kaybolup Soğuk ve kaskatı, ölüm gibi
görünecek
Ölümden ödünç alman bu durum, tam kırk iki saat sürecek; Derken kendine geleceksin tatlı
bir uykudan uyanır gibi.
Şimdi, güvey sebahleyin seni kaldırmaya geldiğinde, Yatağında ölü bulacaklar
seni.
Sonra ülkemizin töreleri uyarınca.
En güzel giysilerinin içinde,
yüzün açık, tabuta koyacaklar seni. Capulet'Ierin aile mezarlığı olan o
eski mahzene götürecekler. Ben uyanacağın zamanı hesaplayıp bu arada,
Planımızı bildireceğim mektupla Romeo'ya.
O
buraya gelecek; uyanmanı
bekleyeceğiz ikimiz birlikte, Romeo seni alıp Mantua'ya
götürecek aynı gece.
Gevşetmezsen yüreğini,
ancak bu yol kurtarır seni
Şimdiki bu utançtan.’’ S101-104
Juliet, Rahip Lawrence’ın kendisine verdiği kırkikisaat uyutacak
ilacı içerek geçici
ölüme yatar. Fakat eserde zehirle intihar
etmek isteyen asıl kişi Romeo’dur.
‘’ROMEO
Juliet'im benim, bu gece seninle
yatacağım,
Bunun yolunu bulmalı
şimdi
….
Kendime şöyle demiştim
bu yoksulluğu görünce:
"İnsana zehir gerekirse günün
birinde, Mantua'da bunu satmanın
cezası ölüm de olsa,
İşte bu zehri satacak
zavallı bir sefil
sana." .S117-119
Romeo, Mantua’da
bir eczacıdan aldığı
zehri, Verona da Juliet’in mezarı
başında
içerek ölmek
ister.
’’ROMEO
Al işte altınların - daha beter bir zehir insan ruhuna,
Şu satışı yasaklanan zavallı
karışımlardan, Daha çok cinayet işler şu rezil dünyada.
Ben sana zehir sattım;
sense bana hiçbir
şey. Hoşça kal! Yiyecek al kendine, semir biraz. Gel, sen panzehirsin,
zehir değil,
Gel benimle Juliet'in mezarına, Çünkü orada gereklisin bana. (Çıkarlar.)’’s119-120
Antonius Kleopatranın ölümünden sonra kendinin bu hayatta daha fazla
kalamayacağını düşünür. Hizmetkarı Eros dan kılıcı ile kendisini öldürmesini
ister.Eros efendisine kıyamaz bunun üzerine kendi canına kıyar.
’’ANTONIUS:
Sen üç kez daha soyluymuşsun benden.
Öğrettin bana, yiğit Eros, nasıl yapacağımı Senin yapamadığın işi. Kraliçem de
Eros da Verdikleri yiğitlik dersiyle
benden daha şanlı Bir yer alacaklar tarihte. Ama ben
de
Bir güvey gibi gidiyorum ölümüme, Bir sevgilinin yatağına koşar gibi.
Gel kılıcım;
bak Eros, senin
bir öğrencin
Olarak kendini öldürüyor efendin;
bunu yapmayı Kılıcın üstüne
atılır ’’
Başararılı olamayan Antonius yarım kalan işinin tamamlanmasını ister ama
gelen haber onu şaşırtır; çünkü Kraliçe Kleopatra yaşıyor ve kendisiyle
görüşmek istiyordur. Yaralı Antonius’u Kraliçe’nin yanına taşırlar.
..............
’’ANTONIUS
Ölüyorum, Mısırlım, ölüyorum;
Birazcık zaman dileniyorum yalnız öIümdcn
Binlerce öpüşümün zavallı sonuncusunu Kondurabilmek için dudaklarına.
ANTONIUS
Ölüyorum, Mısırlım, ölüyorum.
Şarap ver bana, konuşayım biraz seninle. ANTONIUS
Bir kelime, canım kraliçem;
Şerefini de, hayatını da Caesar'la kurtarırsın. ANTONIUS
Yanıp yakınmayı bırak bu acıklı sonuma
bakıp; Ne olur, yaşadığım şan ı günleri düşün yalnız. En büyük sultanı
oldum dünyanın, en soylusu:
Düşkünce ölüyorum
şimdi, korkakça değil ama,
Yurttaşımın önünde yerlere yatarak değil:
Bir Romalı kahramanca yıkılıyor
Bir başka Romalı zafer kazanırken.
Soluğum kesiliyor, konuşamıyorum artık.’’
Duyguların
dengesi bozulmuş, bedenin vezihninelektrik yükü iyice artmış, anlayış birliği
dağılmış, şiddet tırmanmaya başlamıştır. Aşk kişiye var olmanınuçnoktalarını
hatırlatır ve ölüm güdüsünü devreye
sokar. Gerçek de kansız aşk yoktur. Kanın akması
gerekmez, bir tek kaynama noktasına ulaşması gerekir.O noktadabedenin kimyasal
dengesi değişir ve zihin takılmaya başlar. Yoğunlaşmalar, takıntılar, artık
mantığın geçerliolmadığı karar politikası hakimdir.Antonius’un intihar haberini
alan Kleopatra zehirli yılan ile intihar etmeye karar verir.
ZEHİR:
ANTONIUS VE KLEOPATRA
’’KLEOPATRA
Giydirin beni, tacımı koyun başıma.
Ölümsüz dünyaya can atıyor içim.
Mısır asmalarının özü ıslatmayacak artık
Bu dudakları. Haydi, canım Iras,
haydi, çabuk; Antonius'un sesini duyar gibiylm, çağırıyor beni. Ayağa kalkıyor
bak, alkışlamak için ylğitliğiml. Caesar’ın parlayan bahtıyla
alay ediyor, duyuyorum. Tanrılar niçin yükseltir
insanları, diyor:
Bir gün onlara kızmaya hak
kazanmak için, Geliyorum sana, kocam benim; böyle
demeye Hakkım olduğunu gösterecek yiğit yüreğim. Ben artık ateş ve hava
olmak üzereyim:
Toprağı ve suyu daha aşağılık bir hayata bırakıyorum. Haydi artık, bitti mi işiniz?
Gelin öyleyse,
Son sıcaklığı
sizin olsun dudaklarımın.
Elveda, vefalı
Kharmian, Iras, gel öpeyim doyasıya.
İkisini öper. Iras düşüp ölür.
Yılan mı vardı dudaklarımda? Ne çabuk ölüm bu!
Böyle tatlılıkla aynlıyorsa can bedenden,
Bir sevgili çimdiği demektir
ölümün şamrı. Acıtan, ama özlenen
bir şey! Ne rahat yatış bu;
Böyle birden yok oluveriyorsa insan, ey dünya, Vedalaşmak bile gerekmez seninle.
KHARMIAN
Eriyin kara bulutlar, yağmurlar
yağın, Yağın da tanrılar
bile ağlıyor dlyebileylm! KLEOPATRA
Ölmekle küçük düşürdü beni:Ya
rastlarsa
Saçları büklüm büklüm Antonius’uma benden önce? Benden
haber sorarken sevgilim ona verirse
Benim cennetimm olacak öpüşüşü Gel, öldüren yaratık!
Bir yılan çıkarır;
göğsüne kor.
Çözüver keskin dişlerinle hayatın
kördüğümünü. Zehirli aptal ufaklık,
kudur öfkeden de tez gör işini.
Ah, konuşmasını bilsen de duysam koca Caesar’a Eşek, koca öküz, diye
bağırdığını.
KHARMIAN
Ah, güzelim Doğu yıldızı! KLEOPATRA
Sus, sus! Görmüyor musun bebeğimi göğsümde? Eme eme uyutacak süt ninesini.
KHARMIAN
Ah, yarıl, yarılsana yüreğim KLEOPATRA
Balsamler gibi tatlı, hava gibi
yumuşak, hafif .. Ah Antonius! Daha, daha .. , Gel, seni de alayım.
Bir yılan daha çıkarıp koluna korken:
Ne diye kalayım bu.Ölür.’’
Romeo Verona’ya döner.
Paris’i Juliet’in başucunda
görür ve onu öldürür.
Juliet’i son kez öperek bir eczacıdan aldığı zehiri içip intihar eder.
‚’ROMEO
Hakkın varmış
eczacı,
Bana verdiğin ilaç hakikaten keskinmiş!
İşte bir buse ile ölüyorum
(Shakespeare 1989: 166).’’
Romeo,
Juliet’in ölüm (sahte ölüm) haberini yardımcısı Balthasar’dan alır.Bu gerçek
olmayan haber, Romeo’yla birlikte Kont Paris ve Juliet’in de trajik sonunu
hazırlar.
RAKİPLE KARŞILAŞMA:
Aşık sevgilisinin gözünde hiç kimsenin kendisinden üstün ya da kendisine
eşit olmasına katlanamaz ve her türlü rakibi alçaltmaya çalışır; Sevgiliyi bir
yığın ilişkiden uzak tutar, sevgili yalnızca aşıktan geleni bilsin diye
incelikten uzak binlerce dolap çevirerek
onu bilgisizlik içinde tutmaya çabalar; gizliden gizliye sevgili için en değerli varlıkların babasının,
annesinin, akrabalarının, dostlarının yok
olmasını diler. Sevgilinin ne yuvası, ne çocukları olsun ister. Her gün
çevresinde dönmesi bıktırıcıdır. Ne gündüz bırakılmak ister ne gece. Yaşlı
olmakla birlikte bir zorba gibi davranır ve kendisi daha sonra sadakatsiz ve
nankör davranmaktan çekinmezken, sevgiliyi sürekli olarak kötü kuşkularla
gözetler. Öyleyse kendisi ne düşünürse düşünsün aşığın yüreği kötü duygularla
doludur.
Aşkı yüce gönüllülükten uzaktır. Romeo ile Kont Paris,mezarlıkta
Juliet’in sözde mezarının başında karşılaşır ve ölümüne bir kavgaya girerler.
Kont Paris, Juliet’in mezarı başında Romeo ile kavgaya girmekten çekinmez.Kont
Paris, Juliet’in uğruna ölümü göze alır. Hatta Kont Paris, aşkı uğruna canından
olur, Juliet’in mezarının yanında Romeo tarafından öldürülür. Dolayısıyla her
iki rakibin sevgilerine sadakatleri ve samimiyetleri mukayese edildiğinde Kont
Paris daha olumlu tavırlar sergiler.Romeo ve Juliet’te Kont Paris’in ve diğer
ölümlerin (Romeo ve Juliet’in ölümü) gerçekleşmesiyle olumsuz sonuçlanır.
’’ROMEO:
Çoğu kez ölüm yaklaşırken Amma da neşeli oluyor
insanlar! İdamlıkların gardiyanları buna,
Ölümden önce çakan şimşek
dermiş. Buna nasıl şimşek diyebilirim ama? Ah sevgilim! Karım benim!
Soluğunun balını
çeken ölümün gücü Yetmemiş güzelliğini almaya.
Sen yenilmemişsin; güzellik
sancağı
Hala kıpkızıl
duruyor dudaklarında, yanaklarında; Ve ölümün solgun bayrağı
çekilmemiş oraya.
Ah, sevgili Juliet,
Neden böyle güzelsin
hala? Yoksa
Ele avuca sığmayan
ölüm mü aşık oldu sana?’’
..........
ÖLÜM:
Romeo ve Juliet’te Tybalt, Mercutio, Kont Paris, Romeo ve Juliet’in
ölmesiyle birlikte beş ölüm gerçekleşir.Antonius ve Kleopatra da ise Fulvia
söylem olarak, sahnede gördüğümüz Enobarbus, Antonius, Iras, Kleopatra,
Kharmian 5 kişi ölür.
Sahte ölüm uykusundan uyanan Juliet sevgilisi Romeo yu canlı canlı
karşısında bulacakken uyandığında onun cansız bedeni ile karşılaşır ve
’’JULlET:
………………
Bu da ne? Canım sevgilimin
avucunda bir şişe! Demek ki, zehirden
sevgilinin bu vakitsiz
ölümü. Cimri! Hepsini içmiş; bir damla bile Bırakmadın demek
kavuşabilmem için sana?
Öyleyse dudaklarından öperim,
Orada bir parça zehir kalmıştır belki; Bir zamanlar hayat veren dudakların Bu kez son versin
hayatıma.
(Öper.)
Sıcakmış dudakların hala.
JULIET:
Gelen var! Elimi çabuk tutmalıyım.
Ey hızır gibi yetişen
hançer! (Romeo'nun hançerini kapar.) Senin kının burası. Orada paslan,
Ben de öleyim.’’
……………
Kleopatra ise, kullanacağı zehri önceden hazırlamıştır. Juliet, çeşitli
ihtimalleri aklından geçirerek kendisine hazırlanan iksiri içmekte tereddütlü
davranır. Oysa Kleopatra zehirli yılan ile intihar etme düşüncesini kesin bir
kararlılıkla söyler. Zehirle intihar etme, Antonius ve Kleopatra da Romeo ve
Juliet’te de ölümlesonuçlanır.
ESERLERİN ‘’SONUÇ’’ BÖLÜMLERİNİN KARŞILAŞTIRMASI:
‘’RAHİP LAWRENCE
Şiddetle başlayan hazlar,
şiddetle son bulurlar,
Ölümleri olur zaferleri,
Öpüşürken yok olan ateşle barut gibi.
ROMEO VE JULIET PRENS
Hüzünlü bir barış bu sabahın
getirdiği. Güneş, kederinden göstermiyor yüzünü. Gidip uzun uzun konuşalım bu üzücü şeyleri, Kimi bağışlanacak,cezalanacak
kimi.
Daha acıklı bir öykü yoktur,bunu
böyle bilin Bu öyküsünden,talihsiz Romeo ile Juliet’in.’’
Romeo ve Juliet sonuç bölümü aşıkların ölümüyle olumsuz neticelenmiş olsa da,
ailelerin barışması
bir anlamda eserin
olumlu neticelendiğini gösterir.
Eser de, çekilen ızdıraplar, çok ağır bir bedel karşılığı alınan
sukunetle noktalanır. Shakespeare’nin bazı komedilerinde olduğu gibi aşıkların
birleşmesi, yaşlı kuşağın kişileri arasındaki kırgınlıkların yok olmasınasebep
olur. (Wells
1992: 42) Shakespeare’in eserinde kahramanlar, trajedinin gerektirdiği
özelliklere sahiptir.(Hibrard 1973: 134).
’’ANTONIUS VE KLEOPATRA CAESAR
Evet, öyle öldürmüş
olacak kendini.
Hekimi söylüyordu: Bir sürü denemeler yaptırmış Kolay ölmenin yolunu bulmak
için.
Alın götürün
onu yatağı üstünde,
Kadınlarını da
çıkarın bu anıttan dışarı.Antonius'unun yanına gömülsün Kleopatra.Böylesine
ünlü bir çifti, hiçbir mezar Birleştirmemiştir yeryüzünde.
Sebep olanların da içini sarsan
Büyük olaylardan biri bu
yaşadığımız: Onların hikayesinin insanlara
duyuracağı AcıDaha küçük olmayacak
Onları acıyacak
hale düşürenin zaferinden.
Ordumuz bu ölüm törenine saygıyla
katılacak, Sonra Roma'ya döneceğiz. Gel Dolabella,
Bu töreni sen düzenleyeceksin bütün alaylarınla.’’
Sonuç ölmek ya da öldürmek olsa daRomeo kavgaya girmekten çekinmez,
girdiği kavgaların öncesinde mutlaka barış yolunu bulmaya çalışır.Romeo’nun
karakterinde görülen tek çelişki, Rosaline’e deliler gibi sevdalıyken Juliet’i
gördükten sonra bu sevdasından bir anda vazgeçmesidir. Halbuki, Romeo,
Rosaline’in yanında Helen, Thispe ve Diana gibi çağlar boyunca güzellik
ve aşkın sembolleriniküçümser. Her iki
kadın kahraman da zehiriçip ölümü göze alacak kadar cesur ve sevgilerine
sadıktır. Shakespeare dili her oyununda olduğundan çok daha etkili kullanarak
Kleopatra’ya kıvrak bir anlatım kazandırmış ama sonunda imparatorluğun
bölünmesine izin vermeyerek, sonunda Kleopatra’nın cesaretini ve aklını elinden
alarak, onu intihara sürüklemiştir.Önce ortaya cesur ve akıllı bir kadın
çıkarmış bu cesur kadının kendi kendini öldürmesini sağlamıştır.
Juliet, aşkı sadece sevgi ya da beraberinde gelen seks olarak değil,
yaşamın bir ışığı olarak görüyor. Juliet burada ailesinin tüm ısrarlarına
rağmen sevdiğinden vazgeçmeyen, bu konuda ödün vermeyen
biri.Ölmekten bile çekinmiyor Juliet. Ölüm o dönemde
aileye, otoriteye, kamusal
alanda ortaya çıkıp
itaat etmesi gereken
güçlere “hayır” diyebilmenin bir sonucu.Juliet on dört yaşını
henüz bitirdiği halde kendi kendine Romeo ile evlenme cesaretini gösterebilen
ama yanlış anlaşma yüzünden bile
olsa, sonu ölümle biten bir kahramandır. Çünkü kadın olduğu halde toplumun
değer yargılarını hiçe sayan, onlara kafa tutan biridir.
Romeo ve Juliet, iletişimsizliği, yanlış anlamaları simgeleyen bu çatışma
ortamı içinde, her şeye karşın birlik ve uyuma varmayı başaran sevgililer,
aşkın temsil ettiği değerler uğruna her şeyi göze alır ve her şeyi yitirirler.
YEDİNCİ BÖLÜM AŞK
7.1 GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE
AŞK ÜZERİNE SÖYLEMLER
Batmak: Umutsuzluk ya da ergi sonucu aşık öznenin kapıldığı yokoluş esintisi.
Werther: İster incinmeden
olsun, ister mutluluktan bazı bazı batma isteğine kapıldığım olur. Bu sabah
(kırda) hava kapalı ve yumuşak. Acı çekiyorum (hangi enedenle, bildiğim yok).
Bir intihar düşüncesi doğuyor içime, her türlü hınçtan uzak (hiç kimseye şantaj
yapmam söz konusu değil). Yavan bir düşünce bu; hiçbirşeyi koparmıyor
(hiçbirşeyi kırmıyor). Bu sabahın rengine (sessizliğine, bırakılmışlığına) çok
uygun.90
90 Roland BARTHES,BİR AŞK SÖYLEMİNDEN PARÇALAR, Çev: Tahsin
YÜCEL, Metis
Yayınları, 1993, s.17.
Yokluk:Nedeni ve süresi ne
olursa olsun sevilen nesnenin yitikliğini sahneleyen ve bu yokluğu
terketmişliktecrübesine dönüştürmeye yönelen her türlü dil oluntusu.
Hugo: ‘’Zamansal olarak
uzaklık söylemini kadın gerçekleştirir. Kadın oturgandır. Erkek avcıdır,
yol alır; kadın sadıktır (bekler).
Erkek hovardalık yapar (gezer, tavlar). Uzaklığa şekil veren, onun
düşlerinisüsleyen kadındır. Buna imkan tanır; örtüsünü serer şarkılar söyler;
iplik eğiren kadınların söylediği şarkılar hem durağanlığı (çıkrığın mırıltısı)
hem uzaklığı dile getirir (uzakta, yolculuğun uyumları, denizin dalgaları, nal
sesleri). Bunun sonucu olarak ötekinin mesafesinden söz açıldı mı her erkekte
dişilik görülür; Bekleyen ve bunun acısını yaşayan bu adam mucize bir şekilde
dişi olmuştur. Cins değiştirdiği için değil aşık olduğu için dişileşmiştir.’’ 91
Tapılası:Aşık özne, sevilen yaratığa duyduğu isteğin özgüllüğünü adlandıramayınca,
şu biraz budalaca söze başvurur: Tapılası.
Nietzsche:
‘’Tapılacak olana tapılır.
Sana tapıyorum. Çünkü tapılacak birisin.
Seni seviyorum çünkü sevilecek birisin ben de seviyorum. Aşk dilini
susturan şey onu kuran şeyin ta kendisidir: Büyüleyici. Büyülenmeyi betimlemek,
sonuçta hiçbir zaman şu sözcükten öteye gidemez: “Büyülendim”92
Bozulma: Aşk alanında, kısacık
bir sürede, sevilen nesnenin karşı imgesinin oluşması. Küçük olayların, incecik
çizgilerin akışına göre özne iyi imgenin birden bozuluvererek tersine
çevrildiğini görür.
Şölen: Phaidros’a bakılırsa
herkes ötekinin bakışı altında kendi imgesine dikkat etmek zorunda olduğundan,
bu utancın korkusu Yunanlı aşıkları iyinin yolunda tutmaktaydı.
Heine: Öteki, insanların aşkı
değerden düşürmek amacıyla savurduğu bayağılıklara uyarsa, bozulur: Öteki,
sürüden biri olur.93
91 A.e., ss: 20-21.
92 A.e., s. 27.
93 A.e., ss: 31-32.
Kaygı:Aşık özne rastlantıya
göre bir tehlike, bir incinme, bir bırakılma, bir değişme korkusuna kapılır. Bu
duyguyu kaygı sözcüğüyle dile getirir.
Winnicott: Ruh hastası çöküş
korkusu içinde yaşar (belki de saplantıları bu çöküşe karşı savunulardır
yalnızca). Ama klinik çöküş korkusu, daha önce yaşanmış bir çöküşün korkusudur
(Primitive agony). Bazen hasta, korkusu yaşamını yiyip bitiren çöküşün daha
önce yaşanmış olduğunun söylenmesine gereksinim duyar. Görünüşe bakılırsa aşk
kaygısı da böyledir. Daha önce, daha aşkın kaynağında, daha büyülendiğim anda
yaşanmış olan bir yasın korkusudur. Biri çıkıp“sıyrılın artık bu kaygıdan, onu çoktan yitirdiniz” diyebilmeli.’’94
Hiçleme: Öznenin sevilen
nesneyi aşkın kendisinin oylumu altında hiçleme durumuna geldiği dil esintisi:
Tümüyle aşka özgü bir sapmayla, özne nesneyi değil, aşkı sever.95
Çile:‘’Sevilen varlığa karşı kendini suçlu
hissettiğinden, mutsuzluğunu sergileyerek onu etkilemek istediği ile, aşık
çileci bir öz cezalandırım davranışını (yaşama düzeni, giyim, vb.) kabullenirr.‘’
96
Atopos:Aşık özne sevilen
varlığı “Atopos”(Sokrates’e
söyleştiği kişilerin verdiği nitelik) yani sınıflandırılmaz olarak, hep
beklenmedik bir özgünlük olarak benimser.97
Bekleyiş: Küçük gecikmelerin
(randevu, telefon, mektup, dönüş) akışına göre, sevilen varlığı beklemenin
yarattığı kaygı kargaşası.
Schönberg:‘’Bir geliş, bir
dönüş, vadedilmiş bir gösterge bekliyorum. Anlamsız da olabilir, alabildiğine dokunaklı da olabilir.
Bir kadın gece ormanda sevgilisini bekler;
94 A.e., s. 35.
95 A.e., s. 36.
96 A.e., s. 38.
97 A.e., s. 39.
Ben bir telefon beliyorum ama kaygı aynı kaygı. Herşey abartılı. Oran
duygusu yok bende.’’98
Gizlemek: Tartışı betisi; Aşık
özne, sevilen varlığa kendisini sevdiğini bildirmesi gerekip gerekmediği
sorusuna değil (bir açılma betisi değildir bu) tutkusunun sıkıntılarını
(kargaşalarını), arzularını, üzüntülerini, kısacası aşırılıklarını (Racine’in
diliyle taşkınlığını) ondan ne ölçüde gizlemesi gerektiği sorusuna yanıt arar.
Balzac: Tutkuma sıkı
ağızlılığın (duyarsızlığın) maskesini giydirmek. Tam anlamıyla bir kahramanlık değeridir bu.Balzac’ın kahramanı
Yüzbaşı Paz, en iyi dostunun ölesiye sevdiği karısından aşkını daha iyi
gizlemek için bir sahte metres uydurur. Bununla birlikte bir tutkuyu tümden
gizlemek tasarlanmaz bir şeydir.
İnsan zayıf olduğundan değil, tutku özü nedeniyle görülmeye adanmış
olduğundan gizleme görülmelidir.Bilin ki sizden bir şey gizliyorum, çözmem
gereken etkin çelişki budur. Aynı zamanda hem bilinmesi, hem bilinmemesi
gerekir. Bunu göstermek istemediğim bilinmelidir. İşte ötekine yönelttiğim bildiri. Her tutkunun
bir izleyecesi vardır sonunda. Yüzbaşı Paz öleceği sırada gizlice sevmiş
olduğu kadına bir mektup yazmaktan kendini alamaz. Gösterge her zaman baskın
çıkar.99
Yıkım:‘’Öznenin içinde bulunduğu durumu kesin bir çıkmaz
sokak, içinden hiçbir zaman çıkamayacağı bir komplo gibi algılayarak kendini
tam bir ortadan kaldırmaya adamış gördüğü şiddetli buhran.’’100
Yürek:‘’Her türlü ruh
durumundan başka bir ruh durumuna geçtiği gibiarzuları için gerekçesi vardır.
Ama değişilmez olan yürek bir sunakobjesidir. Kıymeti bilinmeyen ya da
rededilen bir sunak objesi.’’101
98 A.e., s. 341.
99 A.e., ss: 44-45.
100 A.e., s. 49.
101 A.e., s. 53.
Acıma:‘’Özne, sevilen nesnenin
aşk ilişkisi dışında şu ya da bu nedenle mutsuz ya da tehlikede olduğunu her gördüğü, sezdiği ya da bildiğinde ona
şiddetli bir acıma duyar.’’102
Anlamak: Aşk oluntusunu birden
bire bir açıklamaz nedenler ve tıkanmış çözümler düğümü gibi algılayınca özne
haykırır: Anlamak istiyorum başıma geleni.103
Bağımlılık: İnsanların
sevilen nesneye tutsak olmuş, aşık öznenin durumunun ta kendisi olarak gördüğü
beti.“Bağımlılığımı üstleniyorsam, benim
için isteğimi belirtme yolu olduğu için üstleniyorum. Aşk alanında saçmalık bir
zayıflık ya da gülünçlük değildir. Güçlü bir göstergedir. Ne denli saçmaysa o
denli anlam iletir ve o denli güç
olarak kesinlenir.”104
Dolaşı:‘’Her aşkın tek olarak
yaşanmasına ve öznenin onu ileride başka yerde yineleme düşüncesini yadsımasına
karşın, bazı bazı aşk arzusunun bir tür dağılışını sezinler birden kendi
kendine; o zaman ölünceye dek aşktan aşka dolaşmaya yargılı olduğunu anlar.Aşk
nasıl biter? Ne biter mi ki? Gerçekte hiç kimse, ötekiler dışında hiç kimse
hiçbir şey bilmez bu konuda. Bir tür günahsızlık. Bu sonsuzluğa göre tasarlanmış,
kesinlenmiş, yaşanmış şeyin sonunu gizler. Sevilen nesne ne olursa olsun ister silinsin, ister dostluk
bölgesine geçsin onun ortadan silindiğini görmem. Bitmiş aşk artık ışıldamayan
bir uzay gemisi gibi bir başka dünyaya uzaklaşır. Sevilen çın çın çınlıyordu,
işter birden bire boğuklaşıvermiştir. Öteki, hiçbir zaman beklendiği zaman ve
beklendiği gibi silinmez. Bu olgu aşk söyleminin bir zorunluluğundan
kaynaklanır. Ben kendim (aşık özne) aşk öykümü sonuna dek kuramam. Ancak başlangıç için ozanım (anlatıcıyım). Bu öykünün sonu tıpkı kendi
102 A.e., s. 56.
103 A.e., s. 58.
104 A.e., s. 79.
ölümüm gibi başkalarınındır. Onun dış, söylensel öyküsünü yazmak
başkalarına düşer.’’105
Kucaklaşma : Aşk kucaklaşması devinisi, bir süre,
özne için, sevilen
varlıkla tam bir birleşme düşünü gerçekleştirir gibi
olur.
Duparc: Çiftleşme dışında (o
zaman imgelik kimin umurundadır) şu öte kucaklaşma vardır. Kımıltısız sarılış.
Kendimizden geçmiş, büyülenmiş, uykudayız. Uyumadan uyuklamanın çocuksu şehveti
içindeyiz. Öyküler anlatmanın zamanıdır. Sesin zamanıdır. Gelip beni
kımıltısızlaştırır. Dondurur. Anneye dönüştürür bu.Bu yenilenen akraba
sevişmesinde herşey askıdadır. Zaman, yasa, yasak, hiçbir şey tükenmez. Hiçbir
şey istenmez. Bütün arzular yok olmuştur. Çünkü hepsi de kesinlikle doyurulmuş
görünür artık.
Sürgün: Aşk durumundan
vazgeçmeye karar verince özne hüzün içinde imgelikten sürgün olduğunu görür.
Hugo:“Sürgün bir tür uzun uykusuzluktur.” (Pierres
62)’’106
Bayram:Aşık özne sevilen
varlıkla her karşılaşmayı bir bayram gibi yaşar
Jean Louis Bouttes:‘’Bayram
aşık için bir sevinmedir. Bir patlama değildir. Yemeğin, konuşmanın, sevginin,
kesin haz vaadinin tadını çıkarırım.’’107
Deli:Aşık özne deli ya da delirmekte olduğu
düşüncesine kapılır.
105 A.e., s. 95.
106 A.e., s. 99.
107 A.e., s. 110.
Saint Augustin:‘’Deli her
türlü erkten arı olandır. Nasıl aşık erk kışkırtmasını bilmez mi? Oysa bağlama beniml işimdir. Bağlanmışım. Kendime
bağlamak isterim. Ben de kendime göre erk isteğini, libido dominandiyi duyarım.
Benim de siyasal dizgilere denk, iyi kurulmuş, yani güçlü, işlek, eklemlenmeli
bir söylemim yok mu? Şu var ki benim libidom tümden kapanmış durumda.
Benzersizliğim de burada. Aşk ikililiğinden başka hiçbir uzamda yaşayamam.
Dışarıda tek bir zerre yok. Öyleyse tek
bir sürüsellik zerresi de yok. Deliyim ben. Özgün olduğumdan değil. Her türlü
toplumsallıktan kopmuş olduğumdan.’’108
Kıskançlık:‘’Aşkta doğan ve sevilenin başka birini tercih etmesi
korkususonucu ortaya çıkan duygu. (Littré)Kıskançken dört defa acı çekerim:
Kıskanç olduğum için, kıskançlığımdan ötürüı kendimi suçladığım için,
kıskançlığımın diğerinii incitmesinden ürktüğüm için, bir basitliğin beni
tutsak etmesine boyun eğdiğim için: Dışarıda tutulduğum, agresif, çılgın ve
alelalade olduğum için acı çekerim.’’
Hölderlin: “Kederim gerçekten sınırsızdı. Uzlaşmak
zorunda kaldım.” Böylece iki kez acı çekerim. Bölüşmenin kendisinden, bir
de bunun soyluluğuna katlanamayışımdan.’’109
İğrenç:‘’Özne birden bire
sevilen nesneyi bir zorbalıklar ağında sıkıştırdığını anlar. Acıklı durumdayken
iğrenç olmaya başladığını duyar. Platon’un Phaidros’unda Sofist Lysias’ın söylemi de Socrates’in söylemi de aşığın
sevgili için (ağırlığıyla) katlanılmaz olduğu ilkesine dayanır. Sonra bıktırıcı
özelliklerin dökümü gelir. Aşık sevgilisinin gözünde hiç kimsenin kendisinden
üstün ya da kendisine eşit olmasına katlanamaz ve her türlü rakibi alçaltmaya
çalışır; Sevgiliyi bir yığın ilişkiden uzak tutar, sevgili yalnızca aşıktan
geleni bilsin diye incelikten uzak binlerce dolap çevirerek onu bilgisizlik
içinde tutmaya çabalar; gizliden gizliye sevgili için en değerli varlıkların
babasının, annesinin, akrabalarının, dostlarının yok olmasını diler. Sevgilinin
ne yuvası, ne çocukları olsun ister. Her gün çevresinde dönmesi bıktırıcıdır. Ne gündüz bırakılmak ister ne gece. Yaşlı olmakla
birlikte bir zorba gibi
108 A.e., s. 111-112.
109 A.e., s. 134-135.
davranır ve kendisi daha sonra sadakatsiz ve nankör davranmaktan
çekinmezken, sevgiliyi sürekli olarak kötü kuşkularla gözetler. Öyleyse kendisi
ne düşünürse düşünsün aşığın yüreği kötü duygularla doludur. Aşkı yüce gönüllülükten uzaktır.’’110
İntihar:
Aşk alanında intihar isteği çok sık duyulur. En ufak
şey bu isteği getiriverir.
Heine:“Mezara ineceğim. Koynuna
sokulmak için.”111
Karşılıklı hislerinölçüsükaçmış, akıl ve bedenin elektrik yükü iyiden
iyiye çoğalmış, anlayış terbiye çerçevesi dağılmış, kaba kuvvet tırmanmaya
başlamıştır. Aşk kişiye varlığınınsınırlarınıhatırlatır ve ölüm
dürtüsünüuyandırır. Çiftlerden biri, kendi(Pavese) eşini (Carmen), kendi ve
eşini (Kleist) yok etme noktasına gelmiştir.
‘’Belki nokta her zaman sonlanmaz; Ama sona doğru dayanılır. Kansız aşk
olmaz. Kanın akması gerekmez, sadec kaynama noktasına ulaşması yeterlidir. O
anda bedenin kimya dengesi değişir ve akıl takılmaya başlar. Sabit fikirler,
takıntılar, artık aklı ters yüz eden bir sonuç politikası hakimdir. Aşkın,
aşığın gözünün görmediği doğru değildir. Onun başka bir şey göremeyişi, başka
bir noktaya bakmadığındandır.’’112
‘’İktidar ilişkisinin en fazla sivrildiği, yıpratıcı yanlarının en
belirgin formları aldığı alanların başında gelir aşk. Görünüşte bir efendi-kul
kutuplaşmasında yol alınmaktadır, oysa efendinin her an kula, kulun her an
efendiye dönüşebileceği bir eksen üzerinde iniş çıkış eğrisini çizer
kahramanlar.’’113
110 A.e., s. 151.
111 A.e., s. 198.
112COGITO,AŞK,
Yapı Kredi Yayınları, 1995. s. 6.
113 A.e.
‘’Mutsuz aşkın tarihçesi, aşkın platonikliğine değil, engelleme ilekarşılıklılığının gerçekleşmemesinedayanır,
karşımıza kavuşamamanın, yanyana gelemeyişin,birlikte olamamanın, binbir
çeşitlemeleri çıkar. Eser her zaman
gerilim ister. Öykününsonuca eremeyişi, buluşmanının
ertelenmesi ya da kaybolması için durmadan yeni engeller sorular öne sürülür.
Bireyin hayat akışını iki trajik merkez belirler aşk ve ölüm. İkisinin de
ayırması beklenir. Bu yüzyıllarboyu aşka bakışın temel kuralı olarak
belirlenmiştir: Aşk biraraya gelindiğinde ölmeye başlar.’’114
‘’Mutlu aşk aşkın ölümünü hazırlar.Mutsuz aşk, aşk olarak yaşayıp gitme
şansını taşır; Mutsuz aşkın efsaneviliği özünde trajik gereklerle bağlantılı
biçimde öne çıkar. Gene da ayrıntıları atlamamak lazım. Ayrılık simgesi ağır
bastığına göre semboller etkili olacaktır (Mesafe aşkın en sağlam sigortasıdır.
).’’115
‘’Cinsellik boyutunda de erkek arayan, kadın da aranılanolmaktadır.
Beden(ler) çalışmaz, durdurulur. Zevk zamanı gelecektir. Arzulanma süreci
yaşanır; Kıskananakıl yanar, tutuşmaya başlar, an gelir kavrulur, ateşler.
İmgelem atlı karıncamisali hızlı bir şekildeetrafında etrafında dönmeye başlar.
Yorulur bitkin düşer. Burada da mesafe simgeleri işler. Aşık fetişlerden medet
umar. Saç teli, mendil, el yazısı mıknatıs gibi çeker onu.’’116
Enis Batur: Aşk erotizmi
gösterir. İsteğin istek olarak kalabilmesi için doyumdan mümkün olduğunca uzak
tutulur. Şüphesiz zor olan kişinin kendi içindeki aşkı yaşatabilmeyi
bilmesidir. En zorlu olanı da iki aşığın karşılıklı olarak günden güne tutku
ile aşkı büyütmeleri, tutkuya yaşama hakkı verebilmeleridir.117
Artun Ünsal:‘’Kırsalda aşk
yoktur; Cinsellik, akıl vardır. Aşk mitosu kentselleşmeyle ortaya çıkar. Ailelerden aayrılma ile birliktesınıfsal akışkanlık, gelir
114 A.e.
115 A.e., s. 7.
116 A.e.
117 A.e.
ve eğitim düzeylerinin yükselmesi, toplumsal hareketlilik, mesleksel
farklılaşma kişilerin arzularını özgürleştirir. Eşleşmenin ve sevmenin aklı
değişir, aşk olur. Artık kişi ön plandadır. Tabii kiözgür seçimler, aşklar, evlilikler
çok daha kolay bitebilir.’’118
Stendhal: Dört değişik aşk
vardır: Tutku aşkı- Zevk aşkı- Fiziksel aşk- Övünme aşkı119
Paul Eluard:‘’Güzelim,
taparcasına sevdiğim, özlüyorum seni ölesiye. Bedenini, gözlerini, ağzını,
bütün varlığını özlüyorum senin.’’120
Aşk dostluğu, dostluk da aşkı uzaklaştırır.Aşk, aşkla başlar. En güçlü
bir dostluktan sonra ancak zayıf bir aşk başlayabilir, Aşklar tiksinmeyle ölür;
Unutmakla da gömülürler. Aşk yalnızlık duygusuyla başlar. Sona erdiği zaman
gene yalnızsındır. Tutku, kolayca aşkı yener. En büyük başarısı da onun
çıkarlarından üstün olmasıdır.
Aşk denen şey
arzulanan varlıkta bulunan tada susamaktır.Venüs’ün insanlıağa verdiği şey
nihayet bir rahatlama hazzıdır. Tıpkı doğanın başka taraflarımızın
rahatalamasına kattığı haz gibi. Bu haz, aşırılık
ya dautanmazlık yüzünden
zarar verir hale
dönüşüyor.‘’Socrates‘’Aşk güzellik aracılığıyla çoğalma arzusudur.’’ der.İnsana
verdiği nedir bu hazzın tanımı nedir ? Zenon’u Kratippos’u düşürdüğü o haz
nedir?Budalaca, delice, saçma sapan
haller. Sürüklenilen münasebetsiz aşırılık, aşkın
en güzel en naif anında o ateş kusan, kudurmuş, zalim suret, sonra
birdenbireövünerek üstünlük taslama, bu kadar aşırı bir işin içinde o ağırbaşlı
bir şekilde kendinden geçme halleri? Hem ne diye pisliklerimizlehazlarımızısarmalayıpaynı
yere koymuşlar? Ne diye insan zevkin son anında acı çekercesine, ölecekmiş gibi
iniltili duruma düşüyor? ‘’121
118 A.e., s. 25.
119 A.e., s. 251.
120 A.e., s. 255.
121 La Bruyere,KARAKTERLER , Çev: Bedia KÖSEMİHAL, Sosyal Yayınları, 1985, ss: 80-89
‘İnsanın Palton’un dediği gibi, tanrıların insanı kendilerine oyuncak
diye yarattığına inanası geliyor. İnsanların en karışık işinin bu en bulanık,
en ortak işi olması da doğanın garip bir cilvesidir. Böylelikle akıllılarla
delileri, insanlarla hayvanları,bizi denkleştirmek birleştirmek istemiş. En
ağır başlı insanı malum hal içinde bir düşün, bütün ağır başlılığı bir
andasahtelişiverir. Tavus kuşuna haddini bildiren ayaklarıdır.’’122
7.2
BİLİMSEL AŞK
Bilim aşkın, beynimizde oluşan bir takım kimyasal değişimler sonucu
ortaya çıktığını söylüyor . Cinsel
arzular; acıkmak, susuzluk gibi yaşam güdüsüne bağlı bir duygu. Aşk ise tek
başına bir güdü olarak kabul edilmiyor. Aşk olmadan cinsellik yaşanabilir,
cinsellik olmadan da aşk dayaşanabilir. Nörologlar Aşk’ın bir hormon salgısı
olduğunu söylüyor, çok yönlü kimyasal değişimlerin etkisinde kaldığını
savunuyorlar. Bir bakıma Aşk insanda ruhsal bir şok yaratıyor. Psikologlar bir
depresyon hali olarak tanımlanabileceğini de kabul ediliyor.
İnsanı aşık olmaya iten kimyasallar ne? Beyin de, Dopamine, Liluberin, Serotonin adlı hormonal salgılar var. Aşkın
mimarlarıbunlar. Arzuları kamçılayan cinsel isteği arttıran:Dopamine. Sevişme içgüdüsü üzerinde
uyarılar yaratan:Libertin. Mutluluk
ve heyecanı arttıran da:Serotonin.
Eksikliği ise depresyona yol açıyor.
Psikolojik bozukluk belirtisi kabul edilen kalp çarpması, soluk
hızlanması, göğüs sıkışması, boğaz da yumruk tıkanması, ellerde terleme ve
titreme, yanakların al al olması psikonörotik hastalıklarda olduğu gibi
aşklarda da rastlanan işaretler.
Beyinde artış gösteren salgılar sonucu bunlar ile karşılaşıyoruz.
122 Montaigne,DENEMELER, Çev: Sabahattin EYÜBOĞLU,
Cem Yayınevi, 1999,
s. 47.
Aşkın yaşatmış olduğu sevinç, mutluluk, heyecan, çılgınlık hali,aşırı
sevinç; beyin tarafından üretilen hormonal salgıdan kaynaklanır. Organların
üzerinde etkili olan hipofiz bezleri bu aşamada önemli bir görev üstleniyor. Aşkın sembolü kalpgösterilse de aşkta kalbin pek bir
rolü olmadığı aşikar. Aşk dendi mi karşımıza tek söz sahibi olan organ beyin
çıkıyor.
SONUÇ
Tüm unutulmaz aşk öykülerinde kavuşamamak anafikirdir.
Aşık olduğumuz kişiyi gördüğümüzde ona büyük bir hayranlık ve ilgi
duyarız.Onu tanımaya çalışırız. Aşk ; aşık olunana kavuşamadığında yangın büyür. Aşık olunanve
aşıkyanıp kavrulur . Yangın ne kadar ateşli ve büyük olursa insanlar içinde
etkisi kalıcı olur.Zaman ilerlesede şairlerin dizelerine, yazarların eserlerine
tutkulu ve coşkulu bir şekilde konu olmaya devam eder. Tüm aşk hikayelerinde
ortak tek bir şeybulunur. Aşk ve ızdırapeleledir.Unutulmaz ve etkileyici tüm
eserlere konu olan aşk öykülerinde kavuşamayanların hikayesi anlatılır ,
sonunda kavuşulan aşklar ise unutulur
yada zamana yenilir.
Aşıkda duygular hakimdir, mantıkaranmaz. İhtiraslıtutkulu seven kişiler,
çıkarlarını terk eden kişilerdir. Tek arzusu aşığınımutlu etmektir. Fedakarlığa hazırdır.
Mantık
yok denecek kadar geri planda kalır, tutku ile başka bir boyut da
yaşanır.İçimizdeki sessizlikten sıyrılıp cesur bir kahraman gibi davranırız.
İnsan, aşığının parıdayan güzel gözlerinin yansıttığı ışığaaşık olur.
Dudaklara, gülümsemeye, gülüşe, sese, aşığının konuşma ahengine, düşüncelerine,
yürüyüşüne, oturuşunaaşık olur.Kendisinde bulunan veya bulunmayan meziyetleri
gördüğünde aşık olur.Yaşadığı aşkta tek bir ruh, tek bir beden olmak
arzusundadır. Her zaman yanında bulunmasını ister.
Günümüz koşullarında, Kerem ile Aslı, Romeo ve Julyet ve Leya ile
Mecnun'un yaşadığı aşklarda olduğu gibi, beyin sürekli hayallerle meşgul
edilirse ızdırap verir. Aşk yaşanılır. O zaman da aşkın ömrü kısalır.
Yaşandıktan bir süre sonra biter.
"Olgun Aşk" vardır. Bunun lezzeti bambaşkadır. Aşkhayat
tecrübelerinden kaynaklanan olgunlukla yaşanır. Bilinçli ve derin yaşanır ve yaşatılır.
Sevince,üzüntüye ortak olunur, çocuklaşılır. Ruhunu, duygularını,
düşüncelerini sen Konuşmadan duygular,düşünceler hisssedilir.Kimileri buna
sevgi de diyebilir. Aşk dengenin uyumun haz'ıdır.
Aşık olanlar da Serotonin miktarı, saplantılı (obsesif kompülsif
bozukluğu) kişilerinSerotonin miktarıile aynı seviyede bulunuyor.Bir yandan
kişiye huzur ve güven veren aşk, diğer yandan insanın ayaklarını yerden
kesiyor.
Aşk iktidar ilişkisinin en fazla hissedildiği, yorucu ve yıpratıcı
yanların en belirgin özelliklerini gösterdiği alanların başında gelir. Bir
efendi-köle resmi vardır, ama efendinin her an köleye, kölenin de her an
efendiye dönüşebileceği bir merkeziçinde, yaşayanlar inişli çıkışlıbir grafik
çizer. Aşkın cazibeli tarihi, karşılıklılığın gerçekleşmesinin engellenmesi
ilebeslenir, kavuşamamak, buluşamamak, yanyana gelemeyişin çokça çeşitleri ile
gözlerimizin önüne serilir.
Gerilimliolayların,
öykülerin askıda kalması, kavuşma zamanının ertelenmesi ya da yok olması,
durmadan sürprizlerle karşılaşılması sürekliliği sağlar.
İnsanın hayat
grafiğini iki trajik madde belirler: Aşk ve Ölüm. İkisinden de ayırması
beklenir. Bu tarihsel süreç boyunca aşk’ın temel
yasası olarak yazılmıştır.
Kavuşulduğunda, biraraya
gelindiğinde,yaşanıldığında aşk ölmeye
mahkumdur.
KAYNAKÇA
HAMİLTON, E.:1994MİTOLOGYA, Çev: Ülkü TAMER
İstanbulVarlık Yayınları.
KOZANOĞLU, M. T.: 1992YUNAN MİTOLOJİSİ, İstanbul
MitologyaYayınları.
EFLATUN: 1985. ŞÖLENPLATO SIMPOSIUM,Çev: Azra
ERHAT S. EYÜBOĞLU, İstanbul, Remzi Kitabevi.
HESIOD: THEGONY.
CAMPBELL, J.: 1995. BATI MİTOLOJİSİ, Çev:
Kudret
EMİROĞLU, İstanbul, İmge Kitabevi.
MICHELET, J: 1996 RÖNESANS.Çev: Kazım BERKER, Ankara
M.E.B. Yayınları.
NUTKU, Ö.: 1985. DÜNYA TİYATROSU TARİHİ 1,
İstanbul, Remzi
Kitabevi.
ŞENER, S.:1995. DÜNDEN BUGÜNE TİYATRO
DÜŞÜNCESİ, Ankara, Adam Yayıncılık.
OFLAZOĞLU, T.:
1999. SHAKESPEARE, İstanbul, Cem Yayınevi.
ŞENER, S.:1997. YAŞAMIN
KIRILMA NOKTASINDA
DRAM SANATI, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları.
SHAKESPEARE, W.:2011. ROMEO VE JULIET,Çev: Sevin
Okyay,İstanbul, NTV Yayınları.
ÇALIŞLAR, A.: 1993. TİYATRO ADAMLARI SÖZLÜĞÜ,
İstanbul, Mitos Boyut yayınları.
SHAKESPEARE, W.:1993. ROMEO VE JULIET, Çev: Özdemir
NUTKU, İstanbul, Remzi Kitabevi.
ÇALIŞLAR, A.: 1993 TİYATRO OYUNLARI SÖZLÜĞÜ,
İstanbul, Mitos Boyut
Yayınları.
URGAN, M.:1984. SHAKESPEARE VE HAMLET,
İstanbul,AltınKitaplar.
SHAKESPEARE, W.:2010. ANTONIUS
VE KLEOPATRA, Çev:
Sabahattin EYÜBOĞLU,
İstanbul, Türkiye İş
Bankası Kültür Yayınları.
ÇALIŞLAR, A.:1994. SHAKESPEARE SÖZLÜĞÜ, İstanbul, Mitos
Boyut Yayınları.
BARTHES, R.:1993. BİR AŞK SÖYLEMİNDEN PARÇALAR,
Çev: Tahsin YÜCEL, İstanbul, Metis Yayınları.
COGITO.:1995 AŞK,İstanbul, Yapı Kredi
Yayınları.
LA BRUYERE;,1985. KARAKTERLERÇev: Bedia KÖSEMİHAL,
Ankara, Sosyal Yayınları.
Montaigne, D.M.:
1999. DENEMELER,
Çev: SabahattinEYÜBOĞLU,
İstanbul, Cem Yayınevi.
SHAKESPEARE, W.:2002. ANTONIUS
VE KLEOPATRA, Çev:
Bülent BOZKURT, İstanbul, Remzi Kitabevi.
SHAKESPEARE, W.: 2013. ROMEO VE JULIET, Çev: Adli MORAN,
İstanbul, Sis Yayıncılık.
SHAKESPEARE, W.:2011. ROMEO VE JULIET, Çev: Safiye Gül
Avcı, İstanbul, Paraf Yayınları.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder