17 Şubat 2014 Pazartesi

TÜRK KÜLTÜR TARİHİ

TÜRK ADI

“Türk” adının anlamı ile ilgili olarak çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Adları “Türk” sözcüğüne benzediği iddia edilen bazı toplulukların “Türk” milleti ile herhangi bir ilişkisi olmadığı bilimsel çalışmalarla ortaya konmuştur. Bu çalışmalara göre, “Türk” sözcüğü; “güç, kuvvet, güçlü, kuvvetli, cesur, türeli (kanun ve nizam sahibi) ve türeyen, çoğalan” anlamlarına gelmektedir. 
Tarihte “Türk” adıyla adlandırılan ilk devlet “Gök-Türk Devleti” olmuştur. Coğrafî ad olarak “Türkiye” kavramı, tarihte ilk kez Bizans kaynaklarında yer almaktadır. VI. yüzyılda “Türkiye”, Orta Asya’yı ifade etmek üzere kullanılmıştır. IX. ve X. yüzyıllarda Volga’dan Orta Avrupa’ya kadar olan alana “Türkiye” adı verilmiş (Doğu Türkiye = Hazar ülkesi; Batı Türkiye= Macar ülkesi); XIII. yüzyılda Mısır ve Suriye de “Türkiye” olarak adlandırılmıştır. Anadolu ise XII. yüzyıldan itibaren “Türkiye” olarak tanınmıştır. 


kaynak: Turizm Bakanlığı

Selçuklu Müzesi sona yaklaştı

Selçuklu medeniyetine ait tarihi eserlerin yanı sıra şaşırtıcı dijital uygulamaları ile büyük ilgi görmesi beklenen Selçuklu Müzesi'nde sona gelindi.

Şubat ayında hizmete girmesi planlanan müzede su üzerinde yürüme hissi uyandıracak bir teknoloji de ziyaretçilere farklı duygular yaşatacak. 

Anadolu Selçuklu hükümdarlarından Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından kardeşi Gevher Nesibe Sultan'ın vasiyeti üzerine 1206 yılında yapımına başlanan Gevher Nesibe Medresesi, Kayseri Büyükşehir Belediyesi tarafından Türkiye'nin ilk Selçuklu Müzesi olarak açılacak. Gevher Nesibe Medresesi'nin bir kısmı Selçuklu Medeniyeti ile ilgili uygarlığı ön plana çıkaran bir müze, diğer kısmı ise şifahiye özelliğini taşıyan tıp müzesi olarak düzenleniyor. Selçuklu Uygarlığı ile ilgili olan kısımda; 'Selçuklu Kenti', 'mimarisi', 'sanatı', 'bilimi', 'giysisi' gibi unsurlar ile ''Kayseri'de Selçuklular'', ''Anadolu'da Selçuklular'' gibi bölümler yer alacak. Şifahiye ile ilgili kısımda ise; 'hastalıklar', 'tedavi yöntemleri ve aletleri', 'bilginler', 'ecza', 'su ve sağlık', 'müzik ile tedavi', 'renk ile tedavi' gibi bölümler bulunacak. Müze içerisinde sergilenecek Selçuklu etnografik eserlerinin yanı sıra, etkileşimli ve teknolojik görsellik içeren alanlar yer alacak. Böylece ziyaretçilerin; dinleyerek, deneyerek, uygulayarak ve teknolojik aletleri kullanarak bilgilenmeleri sağlanacak.

Müzede, dünyadaki ender müzelerde yer alan holografik üç boyutlu görüntüler, arttırılmış gerçeklik için bilgisayar donanımları yer alacak. Bu donanımlar sayesinde müzedeki ziyaretçiler suyun üzerinde yürüyebilecek ya da Selçuklu sultanları gibi giyinebilecek.
Gevher Nesibe Medresesi'nin anıt yapı özelliği dikkate alınarak yapılan ve Şubat ayında hizmete açılması planlanan müze, dijital müzeciliğin geldiği son nokta olarak kabul ediliyor.

26 Aralık 2013 Perşembe

Çifte Minareli Medrese (Erzurum)

Çifte Minareli Medrese (Hatuniye Medresesi), Türkiye'de Erzurum İlinde bulunmaktadır. Selçuklular dönemine aittir. Bu tarihi eser günümüze kadar varlığını koruyabilmiş ve bulunduğu Erzurum ilinin sembolü haline gelmiştir. Her yıl binlerce yerli ve yabancı turist tarafından ziyaret edilir. Anadolu Selçuklu Sultanı I. Alaeddin Keykubad'ın kızı Hüdâvent Hatun tarafından 1253 yılında yaptırılmış olan bu tarihi yapı, Anadolu'nun en büyük san'at şaheserlerinden biridir. Hüdâvent Hatun'dan dolayı "Hatuniye Medresesi" olarak da adlandırılır.

Kümbeti Erzurum' da bulunan kümbetlerin en büyüğüdür. Her biri 26 metre yüksekliğindeki rengarenk çinilerle süslü çift minare, bu tarihi esere isim olmuştur. Avlulu, 2 katlı, 4 eyvanlı olup, 37 oda ve bir camiye sahiptir.1.824 m2 (38m x 48 m) lik bir alan üzerine kuruludur. Açık avlulu medreselerin Anadolu 'daki en büyük örneğidir. Kuzey cephedeki taçkapı tam bir sanat eseridir. Taçkapı formundan ziyade çeşme nişleri ile yarım yuvarlak iki payanda vardır. Günümüzde kısmen tahrip olmuş görünümlü, 16 oluklu, firuze renkli çini kakmalı tuğladan yapma minarelerin kürsüleri de dikkat çekicidir. Taçkapının iki yanından yükselen silindirik minareler, tuğla ve mozaik çiniler ile süslenmiştir. Çinilerle süslü minarelere “Allah", "Muhammed" ve "ilk dört büyük halife" nin isimleri de işlenmiştir. Taç kapıyı çeviren bitki süslemeleri, kalın silmeli panoların içindeki "ejder", "hayatağacı", "kartal" motifleri cephenin en gösterişli bölümüdür. Taç kapının sağında ve solunda iki yönlü olmak üzere dört adet kabartma bulunmaktadır. Sağdakinde çift başlı kartal panosu yer almaktadır. Çifte Minareli Medrese mimarisinin ilk öne çıkan unsuru özelliğindeki geometrik süslemeler; en fazla avludaki sütun gövdelerinde, öğrenci odalarının kapı silmelerinde, eyvanların ön cephelerinde yer alır. Taç kapıda, avlu sütunlarını birbirine bağlayan kemerlerin yüzeylerinde ve kümbetin iç kısmında bitkisel süslemeler mevcuttur. Ön dış cephede yer alan tamamlanmış hayat ağacı ile kartal motiflerinin bir arma olmaktan çok, Orta Asya, Türk inanışı kapsamında, güç ve ölümsüzlüğü dile getirdiği düşünülür. Taçkapıdan avluya girilir. Zemin katta on dokuz, birinci katta ise on sekiz oda bulunmaktadır. Avlu 26x10 m. ölçülerinde dört yönden revaklarla çevrilidir. Girişin batısındaki kare mekânın vaktiyle mescid olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır. Zemin katın revakları kalın sütunlar üzerine oturmaktadır. Sütunların çoğu silindirik, dördü de sekizgen gövdeye sahiptir. Odalar beşik tonozla örtülüdür. Medresenin ikinci katı dört eyvan arasında, dört bağımsız gurup şeklinde dizayn edilmiştir. Birinci kata inilmeden bir diğer bölüme geçmek mümkün değildir. İkinci kattaki hücreler (odalar) da alt kattakiler gibi dikdörtgen şeklindedir. Kırma taşlarla yapılmış, beşik bir tonuzla örtülüdür. Alt kattaki kapıların üst kısmında yer alan değişik şekiller üst kat kapılarında yoktur.

3 Kasım 2013 Pazar

50 Bin Fotoğrafla Selçuklu Mirası

“Büyük Selçuklu Mirası” projesinin ilk etabı tamamlandı. Selçuklu dönemi eserlerinin tespit edildiği proje kapsamında belgesel ve fotoğraf albümü hazırlandı

Konya Selçuklu Belediyesi, Konya Aydınlar Ocağı ve TİKA işbirliğiyle “Büyük Selçuklu Mirası” projesini hayata geçirdi. Çankaya Köşkü’nde tanıtımı yapılan ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün himaye ettiği projeyle, Anadolu Selçuklu döneminden günümüze ulaşan eserler tanıtılıyor. Proje kapsamında öncelikle, Selçuklu döneminde kurulan şehirlerdeki han, kervansaray, hastane, medrese, cami, kümbet ve türbeler ile saray ve köşklerin bugünkü durumları tespit edildi.


Yapılan belgeleme çalışmasının ardından da 320 eseri anlatan 3 saatlik bir belgesel hazırlandı. 2 ciltlik Büyük Selçuklu Mirası fotoğraf albümü de çalışmaya eklendi. Projeyle ilgili bilgi veren Konya Selçuklu Belediye Başkanı Uğur İbrahim Altay, Büyük Selçuklu Devleti’nin Türklerin tarih sahnesine çıkarttığı en önemli medeniyetlerden biri olduğunu belirterek, “Gittikleri her yere adalet ve hürriyet götüren Selçuklular, birlikte yaşama pratiği açısından ayrıca incelenmesi gereken bir medeniyettir. Çünkü Selçuklu’yu yücelten birlikte yaşama kültürüne sahip olmasıdır. Günümüz dünyası bu açıdan en çok Büyük Selçuklu tecrübesini yeniden okumalıdır. Bu kadim medeniyetle ilgili çalışma yapmayı bir vazife addediyoruz” dedi.
Proje koordinatörü İbrahim Yavaş da, Ermenistan’dan Azerbaycan’a Suriye’den Filistin’e 12 ülkede çalışma yürüttüklerini belirterek, “Proje kapsamında 120 bin kilometre karayolu kat edilerek, 50 bin kare fotoğraf ve onlarca saat video kaydı yapıldı.
Proje sonucu 320 eserin envanter çalışması yapıldı. Sadece mimari eserler değil müzelerde de çekimler yaptık. Proje sonucunda 3 ciltlik bir eser ortaya çıkardık” diye konuştu.

Büyük Selçuklu Mirası Belgelendi

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün himayesinde gerçekleştirilen Büyük Selçuklu Mirası projesinin ilk etabı tamamlandı. Projede 320 Selçuklu eseri fotoğraf ve video ile belgelendi, 180 dakikalık belgesel hazırlandı.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün himayesinde, Selçuklu medeniyetine ait mimari eserlerin ve müzelerde bulunan taşınır kültür varlıklarının belgelenmesi amacıyla gerçekleştirilen ‘Büyük Selçuklu Mirası’ projesi törenle tanıtıldı. Çankaya Köşkü’nde gerçekleştirilen tanıtım toplantısına siyaset ve sanat dünyasından çok sayıda davetli katıldı. Sunuculuğunu Tarihçi Yazar Talha Uğurluel’in yaptığı program proje kapsamında hazırlanan 180 dakikalık filmin kısa gösterimi ile başladı. Proje kapsamında 120 bin km karayolu kat edildi. 50 bin kare fotoğraf ve onlarca saat video kaydı yapıldı. 12 ülke bir muhtar cumhuriyet olmak üzere 250’yi aşkın şehir, belde ve köye gidildi. 320 Selçuklu medeniyeti eseri fotoğraf  ve video ile belgelendi. 
12 ülkede Selçuklu izleri
Çalışmanın sonucunda Büyük Selçuklu mirasını anlatan 180 dakikalık belgesel hazırlandı. Ayrıca 2 ciltlik Büyük Selçuklu Mirası fotoğraf albümü ve 3 ciltlik bir mimari eser hazırlandı. Proje koordinatörü İbrahim Yavaş, Büyük Selçuklu Devleti’nin eserlerinin bugüne kadar ulaşan eserlerinin belgelenme çalışmasının yapılmaması nedeniyle çalışmayı yaptıklarını söyledi. Ermenistan’dan Azerbaycan’a Suriye’den Filistin’e 12 ülke ve bir muhtar cumhuriyetinde çalışmalar yürüttüklerin belirten İbrahim Yavaş, “Proje sonucu 320 eserin envanter çalışması yapıldı” diye konuştu.  
Medeniyetimizin temeli 
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de konuşmasında, geniş bir coğrafyada çok önemli bir çalışmanın yürütüldüğünü söyledi. Bir devletin çatısı altında olan bir coğrafyada bugün onlarca devletin bulunduğunu belirten Gül, “Emeği geçen herkese teşekkür ediyorum. Büyük Selçuklu devletinin Orta Asya’dan Anadolu’ya uzanan kültürel hayat çizgimize önemli bir katkısı vardır. Horasandan başlayan büyük Türk göçü Yemen Mısır ve Akdeniz’ e Selçuklular tarafından uzandı ve tüm buralarda Türk rüzgarı esti” dedi.
Selçuklunun vakıf üzerinden kendine has bir mimarı tarz benimsediğini anlatan Gül, “Büyük Selçuklu devleti şanlı tarihimizde kendisinden daha sonra kurulan Osmanlı ve Türkiye cumhuriyetine temel taş olmuştur. Selçuklu Türk medeniyetinin temel taşlarından birisidir. Tarihimizde geniş geniş sayfalarla anlattığımız Selçuklu medeniyeti geçmişten günümüze etkileri hala süren pek çok önemli alim ve şairin, sanatçının yetişmesine vesile olmuştur” şeklinde konuştu.
Avrupa'nın ortaçağ karanlığında yaşarken Selçukluların insani değerlere önem veren, ilme ve alimi koruyan yüksek bir anlayış sahibi olarak kuvvetli bir tük İslam medeniyetinin ortaya çıkmasını sağladığını söyleyen Gül, "Büyük Selçuklu devleti şanlı tarihimizde kendisinden sonra kurulan Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti'ne temel taşı olmuştur" dedi.
SELÇUKLU - OSMANLI VE TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN TEMEL TAŞI OLMUŞTUR


Selçuklu Belediyesi, Konya Aydınlar Ocağı ve TİKA'nın ortaklığı Büyük Selçuklu Mirası Projesi'nin gündeme gelmesiyle himayelerine aldığını ifade eden Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Selçuklu Devleti zamanında insanlık ve tarihin büyük bir medeniyetin doğup yaşadığına şahit olduğunu belirterek, Horasan'dan başlayan büyük Türk göçünün Yemen, Mısır ve Akdeniz'e kadar Selçuklular sayesinde uzandığını ve bütün bu coğrafyada Türk rüzgarının estiğini söyledi.
SELÇUKLU MEDENİYETİ BİRÇOK ALANDA ZİRVEDİR
Selçuklular döneminin mirası olan eserlerin aynı zamanda o dönemin mimarlarının, ustalarının ve sanatçılarının yeteneklerini, bilgi ve birikimleri ile ruh hallerini yansıttıklarını ifade eden Cumhurbaşkanı Gül, "Bu kadar zarif, güzel mimariyi iyi yapan insanların muhakkak ruhları ve kişilikleri de çok zarif ve çok duygusal olması gerekir. Selçukluda devlet idarecilerinin sanatçılara ve mimarlara hep himaye vermiş olması ve onları koruma altına aldığını da biliyoruz. Bu anlayış sayesinde Selçuklular; edebiyattan mimariye, eğitimden musikiye, astronomiden tıbba, ordu ve devlet yapılanmasına kadar birçok alanda zirveye ulaşmışlardır. Selçuklu medeniyetinin dikkat çeken bir diğer özelliği ise, bugün insanlığın ortak problemleri olan birçok soruna asırlar öncesinde çözüm bulmalarıdır. Farklı kültürlerden, dinlerden, inançlardan insanları beraber yaşamayı ve bir arada tutmayı başarmış olmalarıdır" dedi.
Yurt dışını da kapsıyor
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün himayelerinde 2009 yılı Kasım ayında başlatılan ‘Büyük Selçuklu Mirası Projesi’, Anadolu topraklarıyla sınırlı kalmayıp, yurtdışındaki müzelerde bulunan eserleri de kapsayan bir envanter çalışması niteliğini taşıyor. Yaklaşık 36 ay süren projeyi, Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı (TİKA) denetiminde Konya Aydınlar Ocağı Derneği yürüttü. 

10 Ağustos 2013 Cumartesi

İlk tıp fakültesi Selçuklu Müzesi olacak

Kayseri Büyükşehir Belediyesi, Anadolu'daki ilk tıp fakültesi olarak bilinen Gevher Nesibe Medresesini, Selçuklu Müzesi'ne dönüştürecek.
Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Özhaseki, Kayseri'nin binlerce yıllık tarihe sahip bir şehir olmasına rağmen kente gelen yerli ve yabancı misafirleri nereye götüreceklerini, hangi tarihi eserlerin sunumunu yapacaklarını tam olarak bilemediklerini söyledi.

Bu eksiği gidermek için Kültür Yolu Projesi'ni hazırladıklarını ifade eden Özhaseki, şöyle devam etti:
"Gevher Nesibe Medresesi'nden başlayan, Cumhuriyet Meydanı'ndan Yoğunburç'a doğru devam eden sonra Kiçikapı'dan Kayseri Mahallesi'ne uzanan bir hatta yollar yeniden yapılıyor. İnsanların dinlenecekleri yerler, etrafı seyredecekleri yerler ve kent mobilyaları baştan sona elden geçiyor. Bunlar içerisinde 7 noktaya önem veriyoruz. Bunlardan birincisi Kaleiçi Projesi. Kaleiçi Projesi için 5 yıl önce bir yarışma düzenledik. İstanbul'dan bir grup kazandı.
Şimdi burada kültür sanat merkezi oluşturacağız. İçerisinde Arkeoloji Müzesi oluşturulacak. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile anlaştık, eski müzedeki eserleri buraya taşıyacaklar ama onların yardımıyla burayı biz işleteceğiz. Üst tarafta da çeşitli kültür sanat aktivitelerinin yapılabileceği, el sanatları ürünlerinin sergilenebileceği sanatçı sokakları, kafeteryaların, müzik dinleti alanlarının olduğu bir mekan ortaya çıkacak. Ancak tarihe esere gölge düşürmeyecek, hiçbir çirkinlik oluşturmayacak."

Yapılacak her şeyin kalenin ihtişamına uygun olacağını dile getiren Özhaseki, "Önce Müze Müdürlüğü yetkililerinin nezaretinde hafriyat başlayacak, alttan tarihi eser çıkar mı diye bakacağız. En geç 2 yıl içinde buraya açmayı planlıyoruz" diye konuştu.

"Selçuklu'nun müzesi yok"
Özhaseki, ikinci önemli projenin müzeler olduğuna dikkati çekerek, Selçuklu ile iftihar ettiklerini ancak şanssız bir medeniyet olduğunu kaydetti.
Selçuklu Devleti'nin ömrünün Haçlılarla mücadele ile geçtiğini, taht kavgalarının da bu medeniyeti bitkin bıraktığını belirten Özhaseki şunları anlattı:

"Yaklaşık 300 yıl süren, Hint yarım adasından Anadolu'nun ortasına kadar gelen gerek Büyük Selçuklu Devleti'nin gerekse Anadolu Selçuklu Devleti'nin bir müzesi yok. Biz de bir Selçuklu kenti olarak övünüyoruz, bize iz bırakan geçmişteki en önemli olgunun Selçuklu olduğuna inanıyoruz. O gün yaşayan insanların etkilerinin hala üzerimizde olduğuna da inanıyoruz. Kayseri'nin Selçuklu kenti olduğunu bir kere daha vurgulamak adına Selçuklu Müzesi yapıyoruz. Gevher Nesibe Şifahanesini Vakıflar Genel Müdürlüğünden devraldık, projeyi hazırlattık. Sadece üzerinde akıntılar var, onları kesmek için uğraşıyoruz. En geç Ekim ayında, içinde Selçuklu'nun anlatıldığı, elde kalan eserlerin sergilendiği, olmayanların da sanal olarak anlatılacağı bir müze olacak."

Kayseri'ye gelen konukları Gevher Nesibe Şifahanesi'ne götürdüklerinin anlatan Özhaseki, "Dört tane yonu taştan başka gösterilecek bir şey yok. 'Bu Selçuklu diyoruz, ilk tıp fakültesi' diyoruz ama ortada bir şey yok. İnsan taşlara bakıyor han mı hamam mı bilemiyor, bırakıp gidiyor. Burası zamanının tıp fakültesi, zamanın doktorları burada okumuşlar, dersler verildiği gibi ameliyatlar da yapılmış. Bu medeniyetin en önemli eseri olduğu için müzeyi burada kuracağız" dedi.
Mehmet Özhaseki, Kültür Yolu Projesi kapsamında Kayseri Mahallesi, Cumhuriyet Meydanı, Kiçikapı Meydanı ve Hunat Medresesi ile Camii Kebir Camisi çevresindeki çalışmaların da sürdüğünü sözlerine ekledi.

"Türkiye'nin en zengin Selçuklu koleksiyonu oluşturuldu"

Büyükşehir Belediyesi Etüt ve Projeler Daire Başkanı Hamdi Elcüman da medresenin daha önce Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından restore edildiğini anımsattı.

Binanın belediyeye devredilmesinden sonra Doç. Dr. Emre Madran'a yeniden restorasyon ve onarım projeleri hazırlatıldığını ifade eden Elcüman, "Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül'ün eşi Hayrünnisa Gül Hanımefendinin kamuoyuna yansıyan açıklamalarında bahsettiği gibi bazı laminat parkeler sökülmüş diğerleri ise restorasyon kapsamında sökülecektir. Bina hem restorasyonunun tamamlanması hem de müze projelerinin tamamlanmasının ardından Selçuklu Medeniyeti Müzesi olarak hizmet vermeye başlayacak" diye konuştu.Elcüman, yaklaşık 700 Selçuklu eseri topladıklarını ve Türkiye'nin en zengin Selçuklu koleksiyonlarından birini oluşturduklarını dile getirerek, şunları söyledi:

"Müzede tarihi eserlerin yanı sıra interaktif çok sayıda uygulama da olacak. Hologramlar, bilgi panoları, su üzerinde yürüyormuş hissi veren teknolojik uygulamalar, renk ve müzikle tedavinin canlandırılacağı odalar... Çocukların müzeyi sevmesi için çocuk oyun alanları da olacak. Kültür Yolu Projesi kapsamında şehir içerisinde ziyaret edilecek 20 eserden biri olacak bina, hem bir anıt yapı olarak ortaya çıkarılacak hem de Türkiye'nin tek ve en büyük Selçuklu müzesi olacak."

Gevher Nesibe Medresesi

Geçmişte önemli bir bilim ve sanat merkezi olan Kayseri'de Selçuklu döneminde 15 kadar medrese olduğu belirtiliyor. Bunlar arasında tıp medresesi ve şifahane olarak yapılan Çifte Medrese, Anadolu'daki ilk tıp merkezi olarak biliniyor.
Çifte Medrese 1206 yılında Selçuklu hükümdarı 2. Kılıçarslan'ın kızı Gevher Nesibe Sultan adına kardeşi 1. Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından yaptırıldı.

1. Gıyaseddin Keyhüsrev, kız kardeşinin hastalığına kendisinin neden olmasından büyük üzüntü duyar. Onun son isteğini yerine getirir ve 1204'de şifahanenin yapımını başlatır.Şifahane iki yılda tamamlanarak, 1206'da hizmete açılır. Daha sonra şifahanenin doğusuna Gevher Nesibe Sultan'ın ikinci kardeşi İzzeddin Keykavus tarafından 1210-1214 yıllarında tıphane (tıp medresesi) yapılmıştır.
Bu çift yapının 1890 yılına kadar amacına uygun bir biçimde kullanıldığı bazı kaynaklarca belirtiliyor.
Medrese 2 bin 800 metrekare alanı kaplayan iki bölümden oluşuyor. Her iki bina açık avluları ile tipik Selçuklu plan şemasına sahip. Batı bölümde şifahane, doğuda ise tıp medresesi yer alıyor.

Halının kökü Anadolu Selçuklu Devleti'nden gelmiştir.

Halının kökü Anadolu Selçuklu Devleti'nden gelmiştir.

Kilimle halı bir birinden farklıdır: Kilim ince bir halı tipidir. Dünyada bilinen ilk halılar Orta Asya'da Türkler tarafından dokunmuştur. Bu halıların günümüze kadar ulaşabilmiş en esk
 i örneğinin M.Ö. 6-5. yüzyıllarda yapılmış olduğu ve halen Leningrad Müzesi'nde saklandığı bilinmektedir.

Halı insanların rahat ve sıcak bir zemin arayışı sonucu ortaya çıkan ve ev dekorasyonunda önemli bir yer tutan bir malzemedir.

Tarihi ise insanlık tarihi kadar eskidir. İnsanlar önce sıcak bir zemin yaratmak amacıyla hayvan postlarını kullanıyorlardı.

21 Temmuz 2013 Pazar

"ANADOLU' DA SELÇUKLU" BELGESELİ

Konya Büyükşehir Belediyesi ile TRT'nin ortaklaşa hazırladığı "Anadolu'da Selçuklu" belgeseliyle, Selçukluların Anadolu'ya yerleşmesi, eserleri ve izlediği politikalar anlatılıyor.

Yaklaşık 8 ay önce çekimlerine başlanan belgesel için Anadolu Selçuklu Devleti'ne başkentlik yapmış Konya'nın yanı sıra yaklaşık 20 ilde çekimler yapıldı. Anadolu Selçuklu Devleti'nin mimari yapılarının ön plana çıkarıldığı belgeselde, özellikle cami, kervansaray ve medrese kavramları anlatılıyor. Anadolu Selçuklu Devleti'nin en önemli eserleri arasında yer alan Konya'daki Alaaddin Camisi, Karatay Medresesi ve İnce Minare Müzesi, Beyşehir ilçesindeki Eşrefoğlu Camisi ile Aksaray'daki Sultan Han'ı çekimi yapılan eserlerin başında yer alıyor.
"Anadolu'da Selçuklu" belgeselinin yönetmeni Hadi Şenol, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Anadolu Selçuklu Devleti'ne ilgisinin 1988 yılında "Anadolu'nun Başkentleri" belgeselinin çekimleri sırasında başladığını söyledi.
"1988 yılından beri Selçuklu'nun Anadolu'yu yurt tutmasını belgelemek istedim. Konya Büyükşehir Belediyesi'nden yetkililer, Anadolu'da Selçuklu isimli belgeseli yapmamı önerince, hemen hazırlık çalışmalarına başladık" diyen Şenol, Konya'da çekimlerine başladıkları belgeselin tamamlanmak üzere olduğunu ifade etti.
Metin yazımı, seslendirme, montaj işlemleri ve özel müzik yapımından sonra belgeselin tamamlanacağını dile getiren Şenol,"Bu aşamalardan sonra belgeselimizi bu yılın sonunda yayına teslim etmeyi hedefliyoruz. Belgesel ilk olarak TRT'nin HD kanalında, ardından TRT 1 ve TRT Anadolu kanallarında yayınlanacak" diye konuştu.
Kale ve saray kalıntıları animasyonla canlandırılacak
Şenol, görüntü yönetmenliğini Sarper Hokna'nın yaptığı belgeselin 30'ar dakikalık 2 bölümden oluştuğunu belirterek, şöyle devam etti:
"Anadolu'da Selçuklu, HD çekilen bir belgesel. HD progressive, yani 1920/1080 çözünürlükte ilk çekilen belgesel. Animasyonlarımız olacak. Örneğin Alaaddin Tepesi'nin Selçuklu dönemindeki animasyonu yapılacak. Buradaki kale ve saray kalıntısı animasyonla canlandırılacak. Elbette iki 30 dakikada Anadolu Selçuklu anlatılmaz. İlk 30 dakikada Anadolu'nun ne olduğunu anlatıyoruz. İkinci 30 dakikada ise Anadolu Selçuklu Devleti buraya yerleşirken nasıl bir politika sergiledi de kendisinin 20 katı olan insan varlığını kendisiyle birlikte hareket etmeye yönlendirdi Bunu anlatmaya çalışacağız. O dönemde inançlar, gelenekler, dostluk, hoşgörü ve eğitim açısından neler yapıldı Burada daha önce var olan insanların yaşamında nasıl değişiklikler oldu Bunları anlatmaya çalışacağız."
Kavramlar öne çıkarılacak
Anadolu Selçuklu eserlerinin çekimleri sırasında bazı zorluklar yaşadıklarına işaret eden Şenol, şunları kaydetti:
"Örneğin Sinop Kalesi, görüntü kirliliğine uğramış, özelliğini yitirmiş. Böyle birçok alana rastladık. Biz eserleri teker teker tanıtma yerine, daha çok kavramları öne çıkaracağız. Cami kavramı, medrese ve kervansaray kavramı belirli bir açıdan öne çıkacak.Selçuklu bu topraklara geldiğinde üç şey yapmış. Kendi tebaası için camisini, yetişecek nesillerin eğitimi için medrese, ticaret yapacak insanların güvenliğini sağlayan kervansaraylar yapmış. Bu üç temel şeyin yanında, Anadolu Selçuklu Devleti'nin herkesin görüş ve inançlarına olan saygısını anlatacağız."

11 Haziran 2013 Salı

İlk Tıp Fakültesi Selçuklu Müzesi Olacak

Kayseri Büyükşehir Belediyesi, Anadolu'daki ilk tıp fakültesi olarak bilinen Gevher Nesibe Medresesini, Selçuklu Müzesi'ne dönüştürecek.
Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Özhaseki, Kayseri'nin binlerce yıllık tarihe sahip bir şehir olmasına rağmen kente gelen yerli ve yabancı misafirleri nereye götüreceklerini, hangi tarihi eserlerin sunumunu yapacaklarını tam olarak bilemediklerini söyledi.

Bu eksiği gidermek için Kültür Yolu Projesi'ni hazırladıklarını ifade eden Özhaseki, şöyle devam etti:
"Gevher Nesibe Medresesi'nden başlayan, Cumhuriyet Meydanı'ndan Yoğunburç'a doğru devam eden sonra Kiçikapı'dan Kayseri Mahallesi'ne uzanan bir hatta yollar yeniden yapılıyor. İnsanların dinlenecekleri yerler, etrafı seyredecekleri yerler ve kent mobilyaları baştan sona elden geçiyor. Bunlar içerisinde 7 noktaya önem veriyoruz. Bunlardan birincisi Kaleiçi Projesi. Kaleiçi Projesi için 5 yıl önce bir yarışma düzenledik. İstanbul'dan bir grup kazandı.

Şimdi burada kültür sanat merkezi oluşturacağız. İçerisinde Arkeoloji Müzesi oluşturulacak. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile anlaştık, eski müzedeki eserleri buraya taşıyacaklar ama onların yardımıyla burayı biz işleteceğiz. Üst tarafta da çeşitli kültür sanat aktivitelerinin yapılabileceği, el sanatları ürünlerinin sergilenebileceği sanatçı sokakları, kafeteryaların, müzik dinleti alanlarının olduğu bir mekan ortaya çıkacak. Ancak tarihe esere gölge düşürmeyecek, hiçbir çirkinlik oluşturmayacak."

Yapılacak her şeyin kalenin ihtişamına uygun olacağını dile getiren Özhaseki, "Önce Müze Müdürlüğü yetkililerinin nezaretinde hafriyat başlayacak, alttan tarihi eser çıkar mı diye bakacağız. En geç 2 yıl içinde buraya açmayı planlıyoruz" diye konuştu.

"Selçuklu'nun müzesi yok"
Özhaseki, ikinci önemli projenin müzeler olduğuna dikkati çekerek, Selçuklu ile iftihar ettiklerini ancak şanssız bir medeniyet olduğunu kaydetti.
Selçuklu Devleti'nin ömrünün Haçlılarla mücadele ile geçtiğini, taht kavgalarının da bu medeniyeti bitkin bıraktığını belirten Özhaseki şunları anlattı:

"Yaklaşık 300 yıl süren, Hint yarım adasından Anadolu'nun ortasına kadar gelen gerek Büyük Selçuklu Devleti'nin gerekse Anadolu Selçuklu Devleti'nin bir müzesi yok. Biz de bir Selçuklu kenti olarak övünüyoruz, bize iz bırakan geçmişteki en önemli olgunun Selçuklu olduğuna inanıyoruz. O gün yaşayan insanların etkilerinin hala üzerimizde olduğuna da inanıyoruz. Kayseri'nin Selçuklu kenti olduğunu bir kere daha vurgulamak adına Selçuklu Müzesi yapıyoruz. Gevher Nesibe Şifahanesini Vakıflar Genel Müdürlüğünden devraldık, projeyi hazırlattık. Sadece üzerinde akıntılar var, onları kesmek için uğraşıyoruz. En geç Ekim ayında, içinde Selçuklu'nun anlatıldığı, elde kalan eserlerin sergilendiği, olmayanların da sanal olarak anlatılacağı bir müze olacak."

Kayseri'ye gelen konukları Gevher Nesibe Şifahanesi'ne götürdüklerinin anlatan Özhaseki, "Dört tane yonu taştan başka gösterilecek bir şey yok. 'Bu Selçuklu diyoruz, ilk tıp fakültesi' diyoruz ama ortada bir şey yok. İnsan taşlara bakıyor han mı hamam mı bilemiyor, bırakıp gidiyor. Burası zamanının tıp fakültesi, zamanın doktorları burada okumuşlar, dersler verildiği gibi ameliyatlar da yapılmış. Bu medeniyetin en önemli eseri olduğu için müzeyi burada kuracağız" dedi.
Mehmet Özhaseki, Kültür Yolu Projesi kapsamında Kayseri Mahallesi, Cumhuriyet Meydanı, Kiçikapı Meydanı ve Hunat Medresesi ile Camii Kebir Camisi çevresindeki çalışmaların da sürdüğünü sözlerine ekledi.

"Türkiye'nin en zengin Selçuklu koleksiyonu oluşturuldu"

Büyükşehir Belediyesi Etüt ve Projeler Daire Başkanı Hamdi Elcüman da medresenin daha önce Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından restore edildiğini anımsattı.

Binanın belediyeye devredilmesinden sonra Doç. Dr. Emre Madran'a yeniden restorasyon ve onarım projeleri hazırlatıldığını ifade eden Elcüman, "Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül'ün eşi Hayrünnisa Gül Hanımefendinin kamuoyuna yansıyan açıklamalarında bahsettiği gibi bazı laminat parkeler sökülmüş diğerleri ise restorasyon kapsamında sökülecektir. Bina hem restorasyonunun tamamlanması hem de müze projelerinin tamamlanmasının ardından Selçuklu Medeniyeti Müzesi olarak hizmet vermeye başlayacak" diye konuştu.Elcüman, yaklaşık 700 Selçuklu eseri topladıklarını ve Türkiye'nin en zengin Selçuklu koleksiyonlarından birini oluşturduklarını dile getirerek, şunları söyledi:

"Müzede tarihi eserlerin yanı sıra interaktif çok sayıda uygulama da olacak. Hologramlar, bilgi panoları, su üzerinde yürüyormuş hissi veren teknolojik uygulamalar, renk ve müzikle tedavinin canlandırılacağı odalar... Çocukların müzeyi sevmesi için çocuk oyun alanları da olacak. Kültür Yolu Projesi kapsamında şehir içerisinde ziyaret edilecek 20 eserden biri olacak bina, hem bir anıt yapı olarak ortaya çıkarılacak hem de Türkiye'nin tek ve en büyük Selçuklu müzesi olacak."

Gevher Nesibe Medresesi

Geçmişte önemli bir bilim ve sanat merkezi olan Kayseri'de Selçuklu döneminde 15 kadar medrese olduğu belirtiliyor. Bunlar arasında tıp medresesi ve şifahane olarak yapılan Çifte Medrese, Anadolu'daki ilk tıp merkezi olarak biliniyor.
Çifte Medrese 1206 yılında Selçuklu hükümdarı 2. Kılıçarslan'ın kızı Gevher Nesibe Sultan adına kardeşi 1. Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından yaptırıldı.

1. Gıyaseddin Keyhüsrev, kız kardeşinin hastalığına kendisinin neden olmasından büyük üzüntü duyar. Onun son isteğini yerine getirir ve 1204'de şifahanenin yapımını başlatır.Şifahane iki yılda tamamlanarak, 1206'da hizmete açılır. Daha sonra şifahanenin doğusuna Gevher Nesibe Sultan'ın ikinci kardeşi İzzeddin Keykavus tarafından 1210-1214 yıllarında tıphane (tıp medresesi) yapılmıştır.
Bu çift yapının 1890 yılına kadar amacına uygun bir biçimde kullanıldığı bazı kaynaklarca belirtiliyor.
Medrese 2 bin 800 metrekare alanı kaplayan iki bölümden oluşuyor. Her iki bina açık avluları ile tipik Selçuklu plan şemasına sahip. Batı bölümde şifahane, doğuda ise tıp medresesi yer alıyor.

27 Ocak 2013 Pazar

Yunus Emre


Türk milletinin yetiştirdiği en büyük şairlerden biri olmasına rağmen hayatı hakkında yeterli bilgi mevcut değildir. Bu durum biraz da hayatının efsaneleşmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Onun destanî hayatı Hacı Bektaş-ı Velî Velâyetnâmesi'nde şöyle anlatılmaktadır:

Hacı Bektaş-ı Velî Horasan diyarından Rûm'a (Anadolu) gelip yerleştikten sonra velîliği ve kerametleri etrafa yayıldı. Her taraftan mürit ve muhipler gelmeye, büyük meclisler kurulmaya başlandı. Fakir halli kimseler gelir, nasip alır giderlerdi. O zaman Sivrihisar'ın şimal tarafında Sanköy denilen yerde Yunus derler bir kimse var idi. Gayet fakir halli olup ekincilik ederdi. Bir vakit kıtlık oldu, ekinden bir nesne hasıl olmadı. Yunus, erenlerin bu güzel vasfını işitti. Hiç kimsenin bu kapıdan boş dönmemesi dolayısıyla bir bahane ile gidip kifaf edecek kadar bir şeyler istemeyi düşündü. Eli boş gitmemek için öküzüne dağdan alıç yükleyip Sulucakarahöyük'e doğru yola koyuldu.

Karahöyük'e varınca, Hacı Bektaş-ı Velî huzuruna Çıktı, armağanım sunup "Ben fakir bir kimseyim, bu yıl ekinimden bir nesne alamadım, ümiddir ki şu yemişi kabul edip karşılığında buğday veresiniz, aşkınıza kifaf edelim" dedi. Hacı Bektaş-ı Velî "Öyle olsun" diyerek abdallara işaret etti, alıcı alıp paylaşıp yediler. Yunus birkaç gün orada eğlendi. Gidecek olunca, Hacı Bektaş'a haber verdiler. O da, "Sorun bakalım ne ister, buğday mı, nefes mi verelim?" dedi. Sordular, Yunus "Ben nefesi neyleyeyim, bana buğday gerek" diye cevap verdi. Yunus'un cevabını Hacı Bektaş'a bildirdiler. Hünkâr "Varın Yunus'a söyleyin, alıcının her tanesi için bir (iki) nefes verelim" buyurdu. Yunus dedi ki: "Ehl ü ayalim var, nefes karın doyurmaz. Lütfederlerse buğday versinler, kifaf edelim". Bu sözü Hacı Bektaş'a arz eylediler. Bu defa "Varın söyleyin, alıcının her çekirdeği başına on nefes verelim" dedi. Yunus bu söze karşılık yine "Ben nefesi neyleyeyim. Gölüğüm çocuğum var, bana buğday gerek" diye ısrar etti, razı olmadı. Hacı Bektaş dilediği kadar buğday verilmesini emretti, öküzüne yüklediler.

Yunus veda edip yola koyuldu. Köyün aşağı ucunda olan hamamın öte başındaki yokuşu çıkınca aklı başına geldi, şöyle düşündü: "Velâyet erine vardım, bana nefes sundular, atıcımın her çekirdeği başına on nefes verdiler, kail olmadım. Ne olmayacak iş ettim, gafil oldum. Imdi buğday bir nice gün içinde tükenür, nefes ise ölünceye dek tükenmez, o nasipten mahrum kaldum. Geri döneyim, erenlerin eşiğine varayım, ola ki himmet ettikleri nasibi vereler." Yunus dönüp tekkeye geldi. Buğdayı öküzün arkasından indirdi. Halifeler bu hali görüp Yunus'a "Niçün geri geldün? " diye sordular. Yunus "Bana buğday gerekmez, o himmet olunan nasibi versinler" dedi. Yunus'un ahvali Hacı Bektaş'a arz edildi. Hacı Bektaş buyurdu ki "O iş şimdiden sonra olmaz, biz o kilidin anahtarını Tapduk Emre'ye verdik, varsın nasibini ondan alsın."

Yunus'a bunu duyurdular. Bu söz üzerine Yunus yola koyuldu, Tapduk Emre'ye geldi. Hacı Bektaş'ın selâmını söyledi, vaki olan hali anlattı. Tapduk Emre "Safa geldin, halin bize malum olmuştu. Hizmet et, yemek getir, nasibini al" dedi. Yunus dedi ki: "Ne hizmet varsa yapalum."


Tapduk'un tekkesinin ardında dağ vardı. Tapduk, Yunus'u dağdan odun getirme hizmetine koştu. Yunus her gün dağdan odun getirir oldu. Odunu sırtına vurup getirirdi, amma yaşını ve eğrisini kesmezdi. "Erenler meydanına eğri yakışmaz" derdi. Tam kırk yıl bu hizmeti gördü.

Günlerden bir gün Anadolu (Rum) erenleri Tapduk Emre'nin tekkesine geldiler. Büyük topluluk oldu, meclis kuruldu. O mecliste Yûnus-ı Gûyende derler bir kimse vardı. Yunus da orada idi. Tapduk Emre cezbelenip hallenince Gûyende'ye "Yûnus söyle" dedi. Gûyende işitmedi. Tekrar "Yûnus, şevkimiz var, sohbet eyle, işitelim" dedi. Gûyende yine işitmedi. Üçüncüsünde de Yûnus-ı Gûyende'den haber çıkmayınca, bu sefer ikinci Yunus'a (bizim Yunus) dönüp "Yunus vakit oldu, o hazinenin kilidini açtık, nasibini alıverdin. Sen söyle, bu mecliste sohbet eyle. Hünkâr varlığının nefesi yerine geldi" dedi. Yunus'un gönlü açıldı, gözlerinden perde kalktı, şevk denizine düştü.

Ağzını açıp inci ve cevahir saçtı. İlâhî hakikatlerin sırlarından, inceliklerinden öyle bir sohbet eyledi ki işitenler hayran kaldılar. Sonra o ne söylediyse hepsini kaleme aldılar. Muteber bir divan oldu. Hâlâ mezarı Sivrihisar civarında doğduğu yere yakındır.

Yunus Emre hakkında anlatılan menkıbelerden biri de onun şiirleriyle ilgilidir. Bu rivayete göre Yunus üç bin şiir söylemiş. Bunlar bir divan halinde toplanmış. Bu divan Molla Kasım adlı mutaassıp bir hocanın eline geçmiş. Molla Kasım bir su kenarında oturup divanı okumaya başlamış. Şeriata uygun görmediklerini okudukça yakmış. Bu şekilde şiirlerden bin tanesini yakınca usanmış, bin tanesini de suya atmış. Üçüncü bine başlayınca

Derviş Yunus bu sözi eğri büğrü söyleme
Seni sığaya çeker bir Molla Kasım gelir

beytine rastlayınca Yunus'un kerametine inanmış, erenlerden olduğunu anlamış, divanı öpüp başına koymuş. Ne çare ki elde bin şiir kalmış. Yunus'un o yakılan bin şiirini gökte melekler, denize atılan bin tanesini balıklar, kalan bin şiirini de insanlar okumaktadır.

Yunus feyiz alamadım diye şeyhinden kaçtıktan sonra, karşılaştığı dervişlerle başından geçen macera üzerine kendi mertebesini anlamış, şeyhinin büyüklüğünü tasdik ederek dergâha dönmüş ve eşiğe yatarak kendini affettirmişti. Fakat Tapduk "Mertebeni öğrendin, artık burada duramazsın. Asamı attığım yere gider, orada ruhunu teslim edersin" demiş ve asasını atmış. Yunus bu asayı tam beş yıl aramış. Sonunda Sarıköy'de bulmuş, orada ölmüş (halk rivayeti).