1912 SEÇİMLERİ’NDEN BAB-I ÂLİ BASKINI’NA OSMANLI
DEVLETİ’NDE İKTİDAR MÜCADELESİ (1912-1913)
vi
ABSTRACT
The basic objective of the thesis is to shed light on one of the most complicated periods
of Turkish political life. With this study it is aimed to give information, make analyses
and submit findings about:
I) The political order of the Ottoman Empire in the aftermath of the Second
Constitution and the Committee of Union and Progress in power,
II) The struggle of the Committee of Union and Progress against the political parties
and other opposition elements, especially the Freedom and Accord Party,
III) Military and political developments affecting the empire in Istanbul, Thessaloniki,
Albania, Tripoli and so on in distinct geographies,
IV) The relationship between military and civilian politics, their contradictions and
interactions.
At the beginning of the thesis, the developments that took place after the declaration
of the Second Constitutional Monarchy were given and the political environment in
which the Ottoman Empire entered was explained. Then the process leading to the
1912 elections was examined and it was shown which political and military reasons
caused the election. In the next part, the events of the summer of 1912, which is
decorated with military conspiracies and internal revolts, are explained
chronologically. Immediately afterwards the political and military reasons of the coup
d'état jointly carried out by the Committee of Union and Progress and the Unionist
officers and dated 23 January 1913, were analyzed and evaluated in all aspects. The
opposition-power relations were reflected in the perspective of the military-political
relationship and dialectics until the assassination of Mahmud Şevket Pasha after the
recapture of political power by the Unionists. The events of the 1912-1913 period were
chronologically examined and the links between the events and their successors were
examined based on the cause-effect relationship and the reader was given the
opportunity to understand and question the period.
Key Words: Committee of Union and Progress, The Savior Officers, Second
Constitution, Freedom and Accord Party, Raid on the Sublime Porte
vii
İÇİNDEKİLER
ÖZ ............................................................................................................................... V
ABSTRACT .............................................................................................................. Vİ
İÇİNDEKİLER ........................................................................................................ Vİ
ÖNSÖZ ...................................................................................................................... İX
KISALTMALAR ..................................................................................................... Xİ
GİRİŞ .......................................................................................................................... 1
I. BÖLÜM: 1328 (1912) İNTİHABATI (SOPALI SEÇİMLER) ........................... 9
1.1. YENİ MUHALEFET: HÜRRİYET VE İTİLÂF FIRKASI ......................................... 9
1.2. İSTANBUL’DA ARA SEÇİMLER ........................................................................ 12
1.3. SİYASAL ORTAM ............................................................................................. 17
1.4. SEÇİMLERE GİDEN YOL: 35. MADDE TARTIŞMALARI ................................... 19
1.5. 1912 İNTİHABATI (SEÇİMLERİ) ....................................................................... 25
1.5.1. Seçim Olayları .......................................................................................... 28
1.5.2. Seçim Sonuçları ....................................................................................... 33
II. BÖLÜM: SEÇİMLER SONRASI İKTİDAR MÜCADELESİ ...................... 36
2.1. YENİ MECLİS’İN İLK BUHRANI: ARNAVUTLUK İSYANI ................................. 38
2.2. ORDU İÇERİSİNDEKİ KOMPLO: HALÂSKÂR ZABİTAN’IN AYAK SESLERİ ..... 42
2.3. HALÂSKÂR ZABİTAN’IN ORTAYA ÇIKIŞI ....................................................... 47
2.4. İTTİHATÇILARIN İKTİDARDAN UZAKLAŞTIRILMASI ...................................... 50
2.5. MECLİS-İ MEBUSAN’IN YENİDEN FESHEDİLMESİ .......................................... 54
2.6. YENİ ARAYIŞLAR: İTTİHAT VE TERAKKİ’NİN TOPARLANMA ÇABALARI ..... 57
III. BÖLÜM: İKTİDARIN EL DEĞİŞTİRMESİ: BAB-I ÂLİ BASKINI’NA
GİDEN YOL ............................................................................................................. 63
3.1. BALKAN SAVAŞLARI ........................................................................................ 63
3.1.1. Savaş Öncesi............................................................................................. 63
3.1.2. Savaş ve Sonrası ....................................................................................... 67
3.1.3. Kâmil Paşa’nın Sadareti .......................................................................... 70
3.2. HÜKÜMET DARBESİNE DOĞRU ....................................................................... 73
3.2.1. İttihatçıların Tutuklanması ..................................................................... 73
viii
3.2.2. İttihatçılara Yönelik Suçlamalar ve Savunmalar ................................... 76
3.2.3. Mütareke ve Barış Görüşmeleri .............................................................. 78
3.3. KÂMİL PAŞA HÜKÜMETİ’NİN SONU: BAB-I ÂLİ BASKINI .............................. 86
3.3.1. İttihatçıların Hükümet Darbesi Hazırlığı ............................................... 86
3.3.2. Hükümet Darbesi: Bab-ı Âli Baskını ...................................................... 92
IV. BÖLÜM: MAKTUL SADRAZAM: MAHMUD ŞEVKET PAŞA’NIN
SADARETİ ............................................................................................................... 97
4.1. YENİ KABİNE, CEVABÎ NOTA VE YENİDEN BAŞLAYAN SAVAŞ ...................... 97
4.2. HÜKÜMET DARBESİ GİRİŞİMLERİ VE MAHMUD ŞEVKET PAŞA’YA SUİKAST
HAZIRLIKLARI ..................................................................................................... 103
4.2.1. Prens Sabahaddin Komplosu ................................................................ 103
4.2.2. Hürriyet Kahramanı’na Veda: Resneli Niyazi Bey Suikastı ................ 107
4.3. MAHMUD ŞEVKET PAŞA’YA SUİKAST .......................................................... 109
4.3.1. Suikast Hazırlıkları ................................................................................ 109
4.3.2. Suikast .................................................................................................... 112
4.3.3. Yargılamalar ve İdamlar ....................................................................... 115
SONUÇ .................................................................................................................... 119
KAYNAKÇA .......................................................................................................... 123
EKLER .................................................................................................................... 133
ix
ÖNSÖZ
1908 yılında ilan edilen II. Meşrutiyet Türk politik yaşamının önem açısından
en değerli olaylarından biriydi. Sultan’ın Sened-i İttifak’tan beri hakimiyet ve yetkesi
(otorite) kısılmakta olup sürecin sonunda parlamenter bir monarşinin tesisi sağlanmış
oldu. İlan edilen yeni siyasal düzen öncesinde yabancı olduğumuz pek çok politik
enstrüman ve kavramı hayatımıza soktu. Siyasal partiler, gensoru, padişahtan bağımsız
kabine değişiklikleri vb. birçok farklı ve çoğu batılı parlamenter düzenin araçları olan
tüzel özne siyasal hayatımıza girmiş oldu.
Meşrutiyet’in ilanını sağlayan siyasal örgüt İttihat ve Terakki Cemiyeti’ydi.
Cemiyet, pek çok farklı etnik ve siyasi unsuru bünyesinde barındırmış, farklı çıkarları
temsil eden grupları ortak paydada, parlamenter monarşik düzeninin geri getirilmesi
ülküsü etrafında toplamıştı. Siyasal açıdan gayet renkli olan bu örgüt, yeniden tesis
edilen meşruti monarşinin ardından yavaş yavaş bölünmeler ve kopmalar yaşadı. Eski
düzenin sevdalıları, Cemiyet’in yol ve yöntemlerini beğenmeyenler, gericiler, etnisite
milliyetçileri ve sair gruplar İttihat ve Terakki şemsiyesinin altından ayrıldı, muhalif
oldu. İlerleyen tarihsel süreçte hükümete ve dolayısıyla İttihat ve Terakki’ye karşı
askerî ve siyasi komplolar kurdu, siyasal parti olarak seçimlere girdi, suikastlara ve
darbelere iştirak etti. Söz konusu siyasal süreç de işbu çalışmanın giriş bölümünde
olabildiğince açıklayıcı ve kısa bir halde özetlenmeye çalışıldı.
Birinci bölümde Osmanlı Devleti’nin en debdebeli yıllarına giriş yapıldı. 1912
yılına gelindiğinde imparatorluğun farklı coğrafyalarında (Arnavutluk, Yemen)
isyanlar yayılmıştı, ayrıca İtalya ile Trablusgarp’ta devam eden şiddetli bir savaş
hüküm sürüyordu. Devletin kurum ve organları, askerî gücü, diplomasisi bu savaş ve
isyanlarda ağır yaralar almıştı. Bu koşullar altında gidilen 1912 Seçimleri hararetli
tartışmalara, kimi zaman şiddete varan olaylar dizisine sebep oldu. Birinci bölümde
1912 Seçimleri irdelenerek İttihat ve Terakki ile muhalefet arasındaki gerilim ve
mücadele aktarılmaya çalışıldı. İkinci bölümde, son dönem Osmanlı tarihinin en
dağdağalı yılları ele alındı. Çalışmanın en karmaşık kısmı olmasının yanında 1912
yazında yaşanan süreç, Halâskâr Zabitan hareketi, Nâzım Paşa, Kâmil Paşa ve İttihat
ve Terakki arasında süre giden iktidar mücadelesinin de en çalkantılı dönemiydi.
Üçüncü bölümde iktidardan uzaklaşan İttihat ve Terakki’nin mücadelesi ve iktidarı ele
x
alan Cemiyet muhaliflerinin siyasaları aktarıldı. Balkan Savaşı ve faciası ile politik
düzenin alt üst olduğu döneme rastlayan süreçte İttihatçıların yeniden iktidarı ele
almak için yapmış olduğu hazırlıklar ve meşhur Bab-ı Âli Baskını’nın hangi koşullar
altında ve nasıl gerçekleştiği incelendi. Dördüncü ve son bölümde siyasal gücü eline
geçiren Mahmud Şevket Paşa’nın İttihat ve Terakki ile ayrıca Paşa’yı canından edecek
olan suikastçılar ve suikast komplosunun tertipçileriyle olan mücadelesi aktarıldı.
Mahmud Şevket Paşa’ya düzenlenen suikast ve suikastın ayrıntıları irdelendi.
Suikastın devletin geleceğine olan etkisi, Cemiyet içindeki askerî unsurların politik
gücünü arttırması ve yeni devlet düzeni son bölümde incelenmeye ve aktarılmaya
çalışıldı. Sonuç bölümünde Osmanlı Devleti’nin son yılları tahlil edilerek İttihat ve
Terakki ve II. Meşrutiyet döneminin siyasal olayları analiz edildi, II. Meşrutiyet
sonrasında yaşanan süreçte devletin ve Cemiyet’in hangi aşamalardan geçerek nasıl
bir noktaya evrildiği aktarıldı. Cemiyet içerisinde Enver Bey başta olmak üzere
İttihatçı subayların önderliği ve politikaları üzerine analizler yapılmış olup devletin
oturduğu siyasal düzlem incelendi.
Araştırma sırasında Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivi’nden, TBMM Zabıt
Cerideleri’nden, Taha Toros Arşivi’nden, Taksim Atatürk Kitaplığı’ndan ve
hatıratlardan faydalanıldı. Ayrıca döneme dair farklı bir bakış açısı sunan Alman ve
İngiliz gazeteleri ile yerli gazeteler de mümkün mertebede kullanılmaya çalışıldı.
xi
KISALTMALAR
A.e. : Aynı Eser
BEO : Babıali Evrak Odası
Bkz. : Bakınız
C. : Cilt
DH. : Dahiliye Nezareti
DUİT : Dosya Usulü İradeler Tasnifi
EE. KP. : Kâmil Paşa Evrakı
HB : Harbiye
H.İ. : Hürriyet ve İtilâf Fırkası
İD : İdare
İ.T.C. : İttihat ve Terakki Cemiyeti
MB.HPS : Hapishaneler Müdüriyeti
S. : Sayfa
SYS : Siyasi Kısım
ŞFR : Şifre Kalemi
VB : Ve Benzeri
Y. : Yıldız
1
GİRİŞ
II. Meşrutiyet resmi olarak 24 Temmuz 1908’de ilan edildi.1 Türk
modernleşmesinin mihenk taşı olan yeni rejim -birincisinin aksine getirdiği nitelikler
sebebiyle bu sıfat kullanılabilir- temelde anayasal bir siyasal düzen olmakla birlikte
aynı zamanda yeni bir rejim ve iktidar sorununa da kapı açacaktı. Genç subaylar
önderliğindeki İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Ohri, Manastır ve Selânik’teki şubeleri
kısacası Rumeli’deki varlığı başat aktör olarak bu siyasal değişimin mimarlarıydı.
Cemiyet’in dayandığı güç Abdülhamid döneminin modern eğitim kurumlarından
yetişmiş, batılı düşünüş yapısına aşina olan genç subaylardı. 1889’daki2 askerî
tıbbiyeli öğrencilerden ve aynı öğrencilerin devamı olan Jön Türklerin Avrupa ve
Mısır’da girişmiş oldukları sivil-entelektüel mücadeleden farklı olarak bu yeni güç
odağı bir dizi askerî nitelikli eylem neticesinde Osmanlı Devleti’nin rejimini
değiştirmiş oldu.
II. Abdülhamid’in kendi tesis ettiği rejime karşı çıkan bu genç subaylar
Abdülhamid rejiminin kurmuş olduğu modern eğitim kurumlarında yetişmişti. Sultan,
anayasal bir yönetimin devletin yok oluşuna giden yolu hızlandıracağını düşünüyordu.
1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında kendi ilan ettiği meşrutiyeti bu düşünceyle ilga
etti. Yıldız Sarayı’nda tüm yönetim yetkilerini toplayarak Yıldız’ı askerî ve idari
merkez haline getirdi.3
Sultan, yalnızca teokratik ve otokratik özellikleri baskın yeni bir rejimin
inşasıyla yetinmedi. Modernleşme hamlesini sürdürmeden devleti ayakta
tutamayacağının farkındaydı. Eğitim bu amaçla modernleştirildi. 1867’den 1895’e
kadar rüştiyelerde okuyan öğrencilerin sayısı dört kat artmıştı.4 Bürokrasi ve kamu
yönetim sistemi kurumsallaştırıldı. Ancak bu modernleşme hamlesi tamamen II.
Abdülhamid’in damgasını taşıyordu. Eğitim kurumlarında ve bürokrasi içerisinde
sultana kişisel sadakat önemli bir ölçüt olarak kullanıldı. Sultan II. Abdülhamid’den
farklı olarak Jön Türkler, sadakati içeren modern teokratik-otokratik iktidara karşı
1 Fahir Armaoğlu, 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1789-1914), Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi,
1997, s. 602-603.
2 İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Fransız Devrimi’nin 100. yıl dönümünde kurulmuş olması ilginç ve
bir o kadar öğretici bir tesadüf sayılabilir.
3 Şerif Mardin, Jön Türklerin Siyasî Fikirleri 1895-1908, 21. Baskı, İstanbul, İletişim Yayınları, 2017,
s. 70-71.
4 Sina Akşin, Kısa Türkiye Tarihi, 22. Baskı, İstanbul, İş Bankası Kültür Yayınları, 2017, s. 46.
2
Osmanlı vatandaşlığının oluşturulması fikrindeydi. Onlara göre Osmanlı Devleti’ni
yaşatacak olan şey sultana sadık bir tebaa olmaktan ziyade modern bir Osmanlı kimliği
yaratılmasından ve anayasal düzenden geçiyordu.5
1908 İhtilali yukarıda özetlemeye çalıştığımız iktidar dizgesine son vererek
yeni bir siyasal zemin oluşturdu. Seçimler yapıldı, Meclis-i Mebusan teşkil edildi.
Yeni bir kabine ve yeni bir bürokrasi oluşturuldu. Bu yeni siyasal düzen kronik
sorunlara bir çare bulmayı vadediyordu. Ancak sorunları derinleştirerek bir rejim ve
iktidar bunalımına sebep olacaktı. İttihat ve Terakki Cemiyeti (İ.T.C.), Meşrutiyet’in
henüz başlarında yönetimi bizzat eline almayarak kendisini bir denetim mekanizması
rolüyle sınırlandırdı. Yönetimin hızlıca şekil değiştirdiği, toplumsal aktörlerin ve
siyasa yapıcıların farklılaştığı bu yeni dönemde siyasal yetke boşluğu doldurulamadı.
Rejim, iç isyanlar, savaşlar ve komploların iç içe geçtiği karmaşık bir siyasal yapıya
oturdu. Başlangıçta meşru siyasal partiler aracılığıyla yapılan bu siyaset yapma biçimi
iç ve dış gelişmelere bağlı olarak değişim geçirdi, sertleşti ve keskin bir hale geldi.
Meşrutiyetin ilk yıllarında eski rejim özlemindeki gayr-i memnunlardan ve ideolojik
farklılıklardan doğan siyasal fırkalar zamanla yerlerini meşru olmayan oluşumlara
bırakarak iktidar mücadelesinin önemli bir oyuncusu halini aldı. Bu gidişat yani meşru
siyasetin içine girmiş olduğu çıkmaz politika yapma biçiminin araçlarını değiştirmiş
oldu.
1908 hareketi eski mutlakıyetçi rejimi yıkmış yerine demokratik usullerin en
azından bir kısmının esas alındığı yeni bir yönetim sistemi getirmişti. Ancak bu sistem
temel demokratik mekanizmalardan yoksundu. Padişah’ın otoriter gücü, yetki ve
etkinliği ciddi ölçüde sınırlanmasına rağmen hâlâ mevcuttu. Meclis-i Mebusan,
İ.T.C.’nin ağırlığını hissettirdiği, genç, dinamik, meşrutiyetçi ve sivil ağırlıklı bir
oluşumdu. Buna karşılık Meclis-i Âyân eski düzen yanlılarının, yüksek rütbeli
paşaların kısacası eski rejimin bürokrasideki etkin isimlerinin sığınağı olmuştu.6
Osmanlı Devleti’nde erken 20. yüzyıl, devlet içerisindeki güç mücadelesinin
hız kazandığı yıllardı. Henüz seçimlerin hemen ertesinde, yeni Meclis-i Mebusan’ın
5 İlhan Tekeli, Selim İlkin, ‘‘Bir Başkaldırı Odağı ve Ortamı Olarak Selânik ve Makedonya’’, Tarık
Zafer Tunaya Anısına Yadigâr-ı Meşrutiyet, Ed. Mehmet Ö. Alkan, İstanbul, İstanbul Bilgi
Üniversitesi Yayınları, 2010, s. 217-218.
6 Aykut Kansu, 1908 Devrimi, Çev. Ayda Erbal, 8. Baskı, İletişim Yayınları, İstanbul, 2017, s. 231.
3
açılışında Padişah’a edilen bağlılık yemininde ölçüt olarak sunulan koşul, Padişah’ın
Meşrutiyet’e bağlı kalmasıydı.7 Padişah’a ancak Meşrutiyet’e sadık kalması koşuluyla
itaat edilecekti. II. Abdülhamid, tahtta kalmasına ve Meşrutiyet’e riayet edeceğine söz
vermesine rağmen devlet içerisindeki etkinliğini arttırmanın yollarını aramaktan hiç
vazgeçmedi. Yeni kurulan meşruti hükümette göreve gelen eski düzenin kudretli
bürokratı Kâmil Paşa, Padişah’ın gücünün taşıyıcısı rolünü üstleniyordu. Paşa, 10
Şubat 1909’da Bahriye ve Harbiye nazırlarını görevden aldı. Bu iki nezaret II.
Meşrutiyet’in hemen sonrasında Padişah tarafından özellikle istenen makamlardandı.
Meşrutiyet’i yeniden ilan eden iradeden sonra bile II. Abdülhamid, bu iki nezaret için
atama yetkisinin kendisinde olduğunu iddia etmiş ancak İ.T.C. ile yaşadığı
sürtüşmeden sonra bu iddiasından caymıştı. Kâmil Paşa, esasen Harbiye Nazırı’nı
Padişah’a bağlı birlikleri İstanbul’a getirme kararına direndiği için görevden almıştı.
Bu olay aslında 31 Mart’ta yaşanacak olan isyanın hazırlayıcı unsurlarından biri oldu.8
İttihatçılar bu görevden alma kararına sert karşılık verdi. 13 Şubat’ta Kâmil
Paşa ve hükümetini sekize karşı yüz doksan altı oyla düşürdü.9 Kâmil Paşa’nın düşüşü
ilerleyen günlerin sert geçeceğinin bir göstergesiydi. Meşrutiyet’in ilk muhalefet
partisi olan Ahrar Fırkası bu hükümet değişikliğinden son derece rahatsızdı. Fırka
gerçekte Kâmil Paşa tarafından perde arkasından yönetiliyordu. Henüz 26 Ocak’ta
Ahrar Fırkası’nın Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıl dönümü vesilesiyle verdiği yemeğe
başta Kâmil Paşa olmak üzere tüm İttihatçı karşıtları katılmıştı.10 Ahrar Fırkası, 1908
sonlarında İttihat ve Terakki’ye karşı seçimlerde mücadele ederek kurulmuştu.
Fırka’nın herhangi bir lideri olmamakla beraber Prens Sabahaddin’in maddi ve manevi
desteğini kazanmıştı. Fırka’nın resmen üyesi olmayan Kâmil Paşa da Ahrar
Fırkası’nda büyük bir etkiye sahipti.11
7 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, I. Devre, 1. Sene, 1. İçtima, 4 Kanun-i Evvel 1324 [17 Aralık
1908], s. 3-6.
8 Aykut Kansu, İttihadcıların Rejim ve İktidar Mücadelesi 1908-1913, Çev. Selda Somuncuoğlu
İstanbul, İletişim Yayınları, 2016, s. 42-43.
9 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, I. Devre, 1. Sene, 28. İçtima, 31 Kânunusani 1324 [13 Şubat 1909],
s. 610-614.
10 ‘‘Osmanlı Ahrar Fırkası ve Dün Geceki Ziyafet’’, İkdâm, 27 Kanun-i Sani (Ocak) 1909, s. 1; Ziya
Şakir Soko, Hürriyet ve İtilâf Nasıl Doğdu, Nasıl Yaşadı, Nasıl Battı, Haz. Serkan Erdal, İstanbul,
Akıl Fikir Yayınları, 2011, s. 30. [bundan sonra, Ziya Şakir Soko, Hürriyet ve İtilâf…]
11 Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, C.I, 2.Baskı, İstanbul, Hürriyet Vakfı Yayınları,
1988, s. 142-154.
4
Siyasal çekişmelerle boğuşan İstanbul, 6 Nisan 1909 gecesi yaşanan cinayetle
sarsıldı. İttihat ve Terakki’ye karşı en sert muhalefeti gerçekleştiren yayın
organlarından Serbesti’nin yazı işleri müdürü Hasan Fehmi Bey Galata Köprüsü
üzerinde şüpheli bir cinayete kurban gitti. Cinayet sonrası başta Tıbbiye ve Mekteb-i
Mülkiye olmak üzere öğrenci protestoları yapıldı. Cenaze töreni adeta İ.T.C. aleyhinde
yapılan bir mitinge dönüştü. Başta Ahrar Fırkası mebusları olmak üzere medrese
talebeleri ve Arnavutlardan oluşan binlerce kişi cenaze törenine katıldı.12 Bu gösteri
tarihe 31 Mart Vakası olarak geçecek olan ihtilal girişiminin ateşleyicisi oldu. Başta
İttihat-ı Muhammedi Cemiyeti’nin kurucusu olan Derviş Vahdeti olmak üzere din
adamlarının ve din adamı kılığındaki eski düzen taraftarlarının önderliğinde
İstanbul’un ve Anadolu’nun muhtelif yerlerinde şeriat lehine sloganlarla gösteriler
yapıldı. Bu kışkırtmalar sonucunda 13 Nisan’da ise İstanbul’da konuşlu bulunan Hassa
Ordusu’na bağlı üç bin askerin katıldığı silahlı isyan hareketi başladı. Hassa Ordusu
Kumandanı Mahmud Muhtar Paşa’nın aksi yöndeki telkinlerine itibar etmeyen avcı
taburları, alaylı askerler, medrese öğrencileri ve din adamlarından oluşan isyancı grup
Sultanahmet Meydanı’nda ve Meclis-i Mebusan etrafında toplanarak şeriat yasalarının
yürürlüğe sokulmasını talep etmekteydi. İsyancılar ayrıca Sadrazam Hüseyin Hilmi
Paşa ve Harbiye Nazırı Ali Rıza Paşa’nın görevden alınmasını, Meclis-i Mebusan
Reisi Ahmed Rıza Bey, Talât, Cavid, Hüseyin Cahid ve Bahaddin Şakir gibi önde
gelen İttihatçıların da sınır dışı edilmelerini istiyordu.13
Gerçekte şeriat yasaları yürürlükten kaldırılmamıştı ancak isyancılar için
seküler dünya görüşüne yakın ve yeni mezun mektepliler tahrik edici unsurlardı.
Alaylı-mektepli subaylar arasındaki çatışmanın ilk sahneye çıktığı yer 31 Mart
olmuştu. İsyancı askerler: ‘‘Mektepli zabit istemeyiz, alaylı zabit isteriz’’ sloganları
atıyordu.14 Ayaklanmanın ilk günü öldürülenlerin otuzdan fazlası kumandan ve
mektepli subaylardan oluşuyordu.15 Ayaklanmanın bir nedeni de uzun zamandır alaylı
subaylar arasında baş gösteren mesleki rahatsızlıklardı. Bu rahatsızlıkları besleyen en
12 ‘‘Turkey: Murder of an Editor in Constantinople’’, The Times, 8 April (Nisan) 1909, s. 5.
13 Erhan Afyoncu, Ahmet Önal ve Uğur Demir, Osmanlı İmparatorluğu’nda Askeri İsyanlar ve
Darbeler, 5. Baskı, İstanbul, Yeditepe Yayınları, 2016, s. 335.
14 Şevket Süreyya Aydemir, Makedonya’dan Orta Asya’ya Enver Paşa, C.II, İstanbul, Remzi
Kitabevi, 1971, s. 128.
15 ‘‘Die Opfer der Revolte’’, Pester Lloyd, 14 April (Nisan) 1909, akşam baskısı, s. 1.
5
büyük etken mektepli subaylara karşı duydukları rahatsızlıkla bir anlamda özdeşti.
Henüz 31 Mart öncesinde, Yıldız Sarayı’nda bulunan muhafız alayı İ.T.C. tarafından
Anadolu birlikleriyle yer değiştirilmek istendiğinde muhafız alayında bulunan yüzden
fazla asker İttihat-ı Muhammedi Cemiyeti’ne katıldıklarını duyuran bir mektup
yayınlamıştı.16 Dahası Mahmud Muhtar Paşa, II. Meşrutiyet’in ilanından itibaren bin
dört yüz alaylı subayı kadro dışı bıraktığını açıklamaktaydı.17 Hem kadro dışı
bırakılmaları hem de ideolojik farklılıklar alaylı askerlerin isyana katılımını
hızlandırmıştı.
III. Ordu’ya bağlı olarak İstanbul’daki isyan hareketini bastırmak için kurulan
Selânik merkezli Hareket Ordusu başkentteki başkaldırıyı haber alarak derhâl harekete
geçti. Mahmud Şevket Paşa ayaklanmanın yedinci günü bu ordunun komutasını bizzat
ele aldı. İstanbul’a isyanın bitirilmesine aksi halde şehre girileceğine yönelik tehditler
içeren bir muhtıra yolladı. Mahmud Şevket Paşa komutasındaki ordu, 24 Nisan’da
Edirnekapı ve Topkapı üzerinden İstanbul’a girdi. Taksim Taşkışla gibi bazı
birliklerde direniş görülse bile 25 Nisan’a gelindiğinde Hareket Ordusu tüm şehre
hâkim konumdaydı. Tutuklamalar ise hemen ertesi gün başladı, Sultan Abdülhamid
kurulan Meclis-i Umumi-i Milli tarafından isyana olan etkisi sebebiyle tahttan
indirildi. Ahrar Fırkası üyeleri ve Prens Sabahaddin tutuklanmıştı. Prens, bir süre sonra
serbest bırakılarak sürgüne gönderildi. Kâmil Paşa’nın oğlu Said Paşa, Mevlânazade
Rıfat, Rıza Nur ve Ahrar Fırkası genel sekreteri Nureddin Ferruh ise Mısır’a kaçtı.
İhtilal girişimi bastırılarak anayasal düzen tekrar tesis edilmiş oldu. Tevfik Paşa
hükümeti 5 Mayıs’a kadar Adliye, Harbiye ve Bahriye nezaretleri hariç aynı şekilde
göreve devam etti.18
31 Mart sonrası siyasal hayatın şekli de tamamen değişmiş oldu. Asker, artık
başkent İstanbul’un mutlak hakimiydi ve otoriter gücünü göstermekteydi. İ.T.C.’nin
karşısına rakip olarak çıkan oluşum bu kez siyasi bir fırka değil yüksek komutadaki
16 Ali Cevad Bey, İkinci Meşrutiyet’in İlanı ve Otuzbir Mart Hadisesi: II. Abdülhamid’in Son
Mabeyn Başkâtibi Ali Cevad Bey’in Fezlekesi, Haz. Faik Reşit Unat, Ankara, Türk Tarih Kurumu
Basımevi, 1960, s. 182. [bundan sonra, Ali Cevad Bey, Fezleke]
17 Sina Akşin, 31 Mart Olayı, Ankara, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1970,
s. 38-39.
18 Aykut Kansu, İttihadcıların Rejim ve İktidar Mücadelesi 1908-1913, s. 113-117; Sina Akşin, 31
Mart Olayı, s. 195-222.
6
bir subay, üstelik kahraman ve kurtarıcı bir subaydı. Mahmud Şevket Paşa, 31
Mart’tan sonra siyasal yaşama etki eden ordunun en kuvvetli subayıydı. Cemiyet bunu
engellemek için uğraşsa bile Mahmud Şevket’e etki etmek ise kolay değildi. Hem ordu
hem politika üzerindeki etkisini azaltmak için Mahmud Şevket Paşa, Hakkı Paşa
kabinesinde Harbiye Nazırı olarak atandı.19 Ancak bu atama bile Paşa’nın açıkça
Cemiyet ile çatışmasını engelleyemedi. Harbiye Nezareti’nin bütçesine yönelik
yapılan tartışmada Maliye Nazırı Cavid Bey ile Harbiye Nazırı Mahmud Şevket Paşa
arasında keskin bir fikir ayrılığı yaşanmıştı.20
31 Mart sonrası siyasal durum askerî egemenliğe bağlı olarak gelişiyordu.
Ahrar Fırkası 1910 yılında resmen kapatıldı. İttihatçı karşıtı muhalefet artık yeni bir
fırka arayışındaydı. İttihat ve Terakki’nin kurucuları dahi yeni siyasal yönelimlere
başvuruyordu. İ.T.C.’nin iki kurucusu Abdullah Cevdet ve İbrahim Temo modern ve
etkili bir muhalefet oluşturmak için Osmanlı Demokrat Fırkası’nı kurdu. Ancak
sıkıyönetim koşullarında bu parti fazla etkili olamadı. İbrahim Temo’ya göre fırka
bizzat Mahmud Şevket Paşa tarafından tehdit edilmişti. 31 Mart sonrası kurulan bir
başka fırka ise Mutedil Hürriyetperveran idi. Fırka’nın reisi 31 Mart’ta karşı-hükümet
kurulmasını sağlayan Berat mebusu İsmail Kemal Bey’di. Programı ve amaçları
bakımından Prens Sabahaddin’in etkisinde oldukları açıkça görünen Fırka, yerel
yasaların ve adem-i merkeziyet fikrinin savunucusuydu. Askerî yönetimin egemen
olduğu, seçimsiz geçen 1910-11 yıllarında bu fırka da fazla bir varlık gösteremedi.21
Şubat 1910’da bu kez Ahali Fırkası adıyla yeni bir siyasal parti kuruldu. İttihat
ve Terakki’den istifa eden altı mebusun kurucuları olduğu Ahali Fırkası muhafazakâr
eğilimler gösteren ulemâ sınıfına mensup kişilerce kurulmuştu. Programının dikkat
çekici maddesi alaylıların işe alımının kolaylaştırılmasıyla ilgiliydi. Fırka, bu açıdan
alaylı subayların sözcüsü konumundaydı. Muhafazakârlık ve alaylılık II. Meşrutiyet’in
en sık yan yana gelen iki özelliğiydi.22 Alaylı askerler ordudan tasfiye edildikçe askerî
eylemcilik ve buna bağlı olarak gelişen gizli muhalif hareketlerde artış oldu. İlk
19 Feroz Ahmad, İttihat ve Terakki 1908-1914, Çev. Nuran Yavuz, 5.baskı, İstanbul, Kaynak
Yayınları, 1999, s. 93.
20 “Siyasiyyat: Heyet-i Vükela’da İhtilaf”, Tanin, 18 Teşrin-i Evvel (Ekim) 1910, s. 1.
21 Sina Akşin, Kısa Türkiye Tarihi, s. 70.
22 A.e., s. 71.
7
örgütlü ve gizli hükümeti yıkma komplosu 1910 Temmuz’unda kuruldu. Cemiyet-i
Hafiye adıyla kurulan örgüt, 31 Mart benzeri, dini vurguları yüksek olaylar
tertipleyerek kabineyi düşürmeye zorlayacaktı. Ahrar Fırkası’ndan önemli isimlerin
yurt içinde farklı vilayetlerde örgütlendiği iddia ediliyordu. 9 Temmuz’dan itibaren
içerisinde bazı yüksek rütbeli memurların da bulunduğu gizli örgütle alakalı altmıştan
fazla tutuklama yapıldı. Örgütün gerçek lideri olarak Paris’e kaçmış bulunan Şerif
Paşa’nın adı veriliyordu. Paşa’nın eşi de dahil birçok isme sürgün, hapis ve kürek
cezaları verildi. Kasım ayı sonunda Cemiyet-i Hafiye davası son yargılamalarla
birlikte nihayete erdi.23
1911 yılının başlarında İttihat ve Terakki Cemiyeti bölünme tehlikesi
altındaydı. Hizb-i Cedid ismiyle İttihat ve Terakki içerisinde muhafazakâr ve muhalif
bir grup ortaya çıktı. Başını Miralay Sadık Bey ile Abdülaziz Mecdi [Tolun]
Efendi’nın çektiği grup, Cemiyet içerisinde muhafazakâr bir tarzda ıslahat yapılması
gerekliliğini “Mevadd-ı Aşere” isimli bildiriyle duyurdu. Grup kabine ve Cemiyet’in
içindeki önemli isimleri masonlukla suçluyor, hükümet ve meclisten bazı isimlerin
istifa etmelerini talep ediyordu. Grubun pek çok üyesi İ.T.C. tarafından tasfiye edildi.24
Eylül 1911’e gelindiğinde İbrahim Hakkı Paşa kabinesi halen görevdeydi.
Hakkı Paşa, 1908 seçimlerinde Cemiyet’ten aday olarak seçimlere girmiş ancak Kâmil
Paşa’nın muhalefeti yüzünden seçilememişti.25 Dolayısıyla Cemiyet adına kendisine
duyulan güven tamdı. Ancak iktidarını koruması neredeyse pamuk ipliğine bağlıydı.
Hakkı Paşa, İttihatçılar, muhalifler, Mahmud Şevket Paşa ve ordu arasında süregiden
iktidar mücadelesinin cenderesinde kalmıştı. Aynı zaman diliminde, ayrık ve parçalı
şekilde Cemiyet’e muhalefet yapan unsurlar da yeni bir parti örgütünün çatısı altında
toplanmıştı. Türk siyasetinin II. Meşrutiyet dönemindeki en etkili muhalefetini
yapacak olan Hürriyet ve İtilâf Fırkası, Ahrar Fırkası’ndan arta kalanlar ile öteden beri
İ.T.C.’ye yapılan siyasi muhalefetin liderleri olan Kâmil Paşa ve Prens Sabahaddin’in
23 Aykut Kansu, İttihadcıların Rejim ve İktidar Mücadelesi 1908-1913, s. 182-187.
24 “İttihat ve Terakki Kongresinin Meclis-i Mebusan Ekseriyet Fırkasınca Kongreye Gönderilen
Mevadd-ı Aşere Hakkındaki Kararı Suretidir”, Sırat-ı Müstakim, 3 Teşrin-i Sani 1327 (16 Kasım
1911) Aded: 167, s. 176-178; Mehmed Cavid, ‘‘Meşrutiyet Devrine Ait Cavid Bey’in Hatıraları: 30’’,
Tanin, 28 Eylül 1943, s. 2; M. Şükrü Hanioğlu, İttihat ve Terakki, TDV İslam Ansiklopedisi, c.23.,
s. 482.
25 Hüseyin Kâzım Kadri, Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e Hatıralarım, Haz. İsmail Kara, İstanbul,
İletişim Yayınları, 1991, s. 67-68.
8
etkileriyle Kasım 1911’de kurulacaktı. İç siyasal zeminin koşullarını etkileyen olaylar
1911-12’de dış politik gelişmelere bağlı olarak gelişti. İçerideki sert muhalefeti
dışarıdaki siyasal ve askerî gelişmeler besledi. Osmanlı Devleti, ilk gerçekçi
demokrasi deneyiminde yapılacak olan ikinci genel seçimlere askerî siyaset, savaşlar
ve iç isyanlarla örülü debdebeli bir süreçle girecekti. Bu demokratik sürecin sonucunda
oluşan şaibeli sonuçlar ise devleti kaçınılmaz bir şekilde askerî siyasetin etkili olduğu
ve askerî müdahalelerin sıkça yaşandığı tertipler, cuntalar ve komplolarla boğuşan
kaotik bir iç siyasal düzleme oturttu.
9
I. Bölüm: 1328 (1912) İntihabatı (Sopalı Seçimler)
1.1. Yeni Muhalefet: Hürriyet ve İtilâf Fırkası
Hürriyet ve İtilâf Fırkası 21 Kasım 1911 tarihinde İttihatçı mebuslardan gelme
bir grup vekilin önderliğinde kuruldu. Fırkanın kurucuları eski İttihatçı, yeni muhalif
Hizb-i Cedid’in kurucusu Miralay Sadık ile Debre mebusu Dükakinzade Basri
beylerdi.26 Her ne kadar kurucular arasında isimleri geçmese de Kâmil Paşa ve Prens
Sabahaddin de fırkanın en büyük ve en kudretli isimleri olarak kamuoyunca
biliniyordu.27 Fırkanın kuruluşunda hükümete sunmuş olduğu beyannamede meclis-i
idare azası olarak bildirilen isimler ise şöyleydi: Miralay [Mehmed] Sadık Bey, Rıza
Nur, Gümülcineli İsmail Bey, Lütfi Fikri Bey, Mahir Said [Pekmen], Şükrü el-A’seli
Bey, Dükakinzade Basri, Hamdi [Yazır] Bey, Rıza Tevfik [Bölükbaşı], İsmail Sıdkı
[Erboy] Bey, Hüseyin Siret [Özsever] Bey, Kemal Midhat [Fenmen] Bey ve Mithat
Sami. Merkez idare heyetinde ise Tokat mebusu Ferid Paşa, Hama mebusu
Abdülhamid Zehravi, Priştine mebusu Volçetrinli Hasan, Ayan’dan Damat Ferid Paşa,
Sivas mebusu Dr. Nazaret Dağavaryan ve Miralay Sadık Bey bulunuyordu.28
Fırka 24 Kasım 1911 tarihinde reis ve reis-i sani seçmek üzere toplanarak
sırasıyla bu görevlere Damad Ferid Paşa ve Miralay Sadık Bey’i seçti. İlk görüş
ayrılıklarının bu sıralarda yaşandığı, Rıza Nur’un arkasında ciddi bir askerî kuvvet
olduğunu düşündüğü Miralay Sadık’ı reis olarak düşündüğü ancak Basri Bey’in
Damad Ferid ismini öne sürerek seçilmesine vesile olduğu anlaşılıyordu. Rıza Nur,
Ferid Paşa’nın İttihatçıların tazyikine mâruz kalacağını, bu sebeple seçilmesinin
yanlışlığını ısrarla vurguluyordu.29 Aynı tarihlerde Tanin’de Hüseyin Cahid [Yalçın]
26 Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, C. IX, 2.Baskı, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1999, s.
151.
27 Aykut Kansu, İttihadcıların Rejim ve İktidar Mücadelesi 1908-1913, s. 267.
28 Ali Birinci, Hürriyet ve İtilâf Fırkası II. Meşrutiyet Devrinde İttihat ve Terakki’ye Karşı
Çıkanlar, 2. Baskı, İstanbul, Dergâh Yayınları, 2012, s. 56. [bundan sonra, Ali Birinci, Hürriyet ve
İtilâf Fırkası…]
29 Rıza Nur, Hürriyet ve İtilâf Nasıl Doğdu Nasıl Öldü, Haz. İlhami Yalınkılıç, İstanbul, Kitabevi
Yayınları, 1996, s. 32.
10
Hürriyet ve İtilâf’ın kurucu üyelerine atıf yaparak üyelerin ideolojik farklılıklarına
değiniyor, nihai amaçlarının İttihat ve Terakki’yi yıkmak olduğunu iddia ediyordu.30
Hürriyet ve İtilâf Fırkası programı Rıza Nur’un tanımıyla tamamıyla liberal bir
program olmanın yanında programda parlamentarizm ve demokrasi de yönetim tarzı
olarak kabul edilmişti.31 İttihat Terakki’nin temel görüşleri olan milli ekonomi,
merkeziyetçilik ve Türkçülüğe karşın Hürriyet İtilaf açık ekonomiden yana, adem-i
merkeziyetçi ve Osmanlıcı (ittihad-ı anâsır) bir çizgideydi. Fırkanın temel görüş ve
ideolojisini yansıtan programı ise Ahmed Reşid [Rey] tarafından kaleme alınmış olup
nihai şeklini almadan önce Türk, Arap ve Arnavut mebuslar tarafından gözden
geçirilmişti.32 Programın ‘‘Mevadd-ı Esasiye’’ başlığı altında bulunan 2-13’üncü
maddelerinde Meclis-i Mebusan, Heyet-i İcraiyye’ye (hükümete) karşı güçlendirilmek
istenmiş ve bu suretle Kanun-ı Esasi'nin 38. maddesinin tadil edileceği belirtilmişti.33
Programın 4. maddesinde seçim usûllerine dair düzenlemeler yapılacağı duyurulmuş,
asâkir-i şahanenin, jandarma erkânının ve zâbitanların hiçbir surette mebus
seçilemeyeceği vurgulanmıştı.34 Bu maddenin İttihat ve Terakki’nin ordu içerisindeki
gücünü kırmaya yönelik olduğu açıktı. Aslında Hürriyet ve İtilâf’ın gerek programı
gerekse güttüğü siyaset karşıtlık üzerine temellendirilmiş bir İttihatçı düşmanlığına
dayanıyordu. Fırka, tüm zıt hiziplerine rağmen İttihat ve Terakki karşısında birleşmiş
bulunan liberal ve muhafazakârlardan oluşuyordu.35
Mevadd-ı Esasiye’nin diğer maddelerinde ise Meclis-i Âyân hakkında
düzenlemeler yapılacağı söylenmiş, Âyân’ın Meclis-i Mebusan ve Hükümet ile olan
yetki ilişkilerini açıklığa kavuşturacak düzenlemeler önerilmiştir. Program, ‘‘Bünyanı
Devlet’’ başlığı altında toplanan 14-18. maddelerde İttihad-ı Anâsır’ın
gerçekleştirilmesine dair tedbirleri ifade etmekteydi.36 ‘‘Maarif-i Umumiye’’
kısmında yer alan 19-28. maddelerde Tahsil-i ibtidainin zorunlu olduğu belirtilmiş bu
30 Hüseyin Cahid [Yalçın], ‘‘Siyasiyyat: Hürriyet ve İtilâf Fırkası’’, Tanin, 23 Teşrin-i Sani (Kasım)
1911, s.1.
31 Rıza Nur, Hürriyet ve İtilâf Nasıl Doğdu Nasıl Öldü, s. 27.
32 Ali Birinci, Hürriyet ve İtilâf Fırkası…, s. 63.
33 Hürriyet ve İtilâf Fırkası’nın Programı, 22 Teşrin-i Sani 1911/22 Kasım 1911, İkdâm: Numero
613, s. 1-5; Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, C.I, s. 287.
34 Hürriyet ve İtilâf Fırkası’nın Programı, s. 2.
35 Erık Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye'nin Tarihi, Çev. Yasemin Saner, 30.Baskı, İstanbul,
İletişim Yayınları, 2015, s. 158.
36 Hürriyet ve İtilâf Fırkası’nın Programı, s. 5-6; Ali Birinci, Hürriyet ve İtilâf Fırkası…, s. 71.
11
konudaki diğer tedbir ve görüşlere yer verilmiştir. 20. maddede zorunlu eğitimin
‘‘lisân-ı mahalli’’ ile icra edileceğinin söylenmesi bu alanda azınlıklara verilen
hakların da bir nişânesi olarak gösterilebilir.37 27 ve 28. maddelerde dış politika
konularına değinilerek bu konuda ‘‘emniyet-i hariciyenin’’ istihsali için her devletle
münasebet ve bazılarıyla ittifak kurulabileceği belirtilmişti. ‘‘Siyaset-i Dâhiliye’’
faslında (31-54. maddeler) idari teşkilatlanmaların nasıl düzenleneceği açıklanmış,
merkezden uzak vilayetlerdeki yerel yöneticilere daha fazla yetki ve sorumluluk
verilerek adem-i merkeziyetçi bir görüş benimsenmişti. Fırka, bu yolla aynı zamanda
dört senelik İttihatçı iktidar pratiğine de karşı çıkarak merkeziyetçi uygulamaların
tezahürü sonucunda yaşananlara bir tepki gösteriyordu. Programın ‘‘Siyaset-i
İktisadiye’’ (madde 55-60.) bölümünde ise iktisadi politikalar anlatılarak, hür
teşebbüsün ve yabancı sermayenin önünü açacak tedbirlerden bahsedilmişti. ‘‘Siyaseti
Maliye’’ kısmında (madde 61-64.) devletin vergilerden ve gereksiz harcamalardan
kesintiye gideceğinden, Balkan gümrük birliğinden ve devletin satın alma gücünü
yönetecek bir ‘‘Müdüriyet-i Umumiye’nin’’ teşkilinden bahsediliyordu.38 Son fasıl
olan ‘‘Evkaf ve Cemaat’’ başlığını taşıyan kısımda (madde 64-71.) Evkaf Nezareti’nin
Evkaf Müdiriyet-i Umumiyesi şeklini alacağı ve idaresinin Müslümanlar tarafından
tanzim edileceği açıklanıyordu.39
Fırka’nın programına bakıldığında ideolojik çizgilerini takip etmek mümkündü.
Fırka, her şeyden önce İttihat ve Terakki karşıtlığından ileri gelen ideolojik farklılıkları
bünyesinde barındırabilen çelişik bir yapıdaydı. Bundan dolayı Hürriyet ve İtilâf, hem
ittihad-ı anâsır gibi Osmanlıcı bir düşünceyi benimseyerek taraftar kazanmaya
çabalamış, hem de bünyesinde barındırdığı ulemâ takımının da etkisiyle dini vurguları
yüksek propagandalara teveccüh etmişti.40 Fırka, iktisadi konularda Prens
Sabahaddin’in etkisiyle serbest piyasacı liberal bir politika izlemekle beraber asker ve
37 Hürriyet ve İtilâf Fırkası’nın Programı, s. 6-9; Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler,
C.I, s. 290.
38 Ali Birinci, Hürriyet ve İtilâf Fırkası…, s. 72.
39 Hürriyet ve İtilâf Fırkası’nın Programı, s. 8-17; Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler,
C.I, s. 295.
40 ‘‘Hürriyet ve İtilâfın Protestonameleri’’, Tanin, 29 Haziran 1912, s. 3.
12
memur kesimine hitap etmesindeki zorluktan ötürü sosyal tabakalara yaslanmaya
çabalamıştı.41
22 Ağustos 1908’de İttihat ve Terakki Cemiyeti, Paris’teki Adem-i Merkeziyet
ve Teşebbüs-i Şahsi adı altında icraatta bulunan dernekle tam bir iş birliği halinde
olduğunu ilan ediyor, artık Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti adı altında ve ayrı bir
programla çalışacağını duyuruyordu.42 II. Meşrutiyet öncesinde devrimci bir askerî
örgüt olan İttihat ve Terakki Cemiyeti, meşrutiyetin ilanı sonrasında yaşanan süreçle
Fırka ve Cemiyet olarak 1909’da birbirinden ayrıldı. Cemiyet ile Fırka arasında
ikilikler yaşanmasına rağmen her ikisi de birbirlerine organik olarak bağlı bir şekilde
varlığını sürdüren siyasal yapılardı. Sonraki yıl Fırka, Cemiyet programının
gerçekleştiricisi ilan edildi. Cemiyet ise görünüşte daha pasif bir konumda, kamu
yararına çalışan bir dernek statüsündeydi. Ancak her iki örgütü de birbirine bağlayan
ve karar alıcı konumunda bulunan Selânik merkezli İttihat ve Terakki Cemiyeti
Merkez-i Umumisi bulunuyordu.43 Cemiyet, Fırka’yı da kapsayan geniş bir siyasal
örgütü vurgulandığından ötürü ‘‘İttihat ve Terakki Cemiyeti’’ni kullanmak daha
bütünsel ve vurgulayıcı bir tanımlama olarak öne çıkıyor.
1.2. İstanbul’da Ara Seçimler
Hürriyet ve İtilâf Fırkası kuruluşunun üzerinden bir ay bile geçmemişken İttihat
ve Terakki’ye karşı ilk ciddi sınavını İstanbul’da veriyordu. Hariciye Nazırı olarak
görev yapan Rıfat Paşa Londra’ya elçi olarak atanmıştı. Bu atamadan kaynaklı olarak
boşalan İstanbul mebusluğu için bir ara seçim düzenlendi. 11 Aralık 1911’de yapılan
ara seçimde İttihatçılar aday olarak Adliye Nazırı Memduh Bey’i, İtilaf Fırkası ise
itirazlara rağmen44 eski Sadrazamlardan Tunuslu Hayreddin Paşa’nın oğlu, Fırka’nın
41 Ali Birinci, Hürriyet ve İtilâf Fırkası…, s. 156.
42 M. Naim Turfan, Jön Türklerin Yükselişi: Siyaset, Askerler ve Osmanlı’nın Çöküşü, Çev.
Mehmet Moralı, İstanbul, Alfa Yayınları, 2013, s. 209.
43 Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler: İttihat ve Terakki Bir Çağın, Bir Kuşağın, Bir
Partinin Tarihi, C.III, İstanbul, Hürriyet Vakfı Yayınları, 1989, s. 200-214. [bundan sonra, Tarık Zafer
Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, C.III]
44 Fırka’nın programını da yazmış olan Ahmed Reşid Rey, İttihatçılara karşı yapılacak seçime katılmayı
sakıncalı bularak İttihat ve Terakki’nin kazanması durumunda Hürriyet ve İtilâf Fırkası’nın aciz bir
13
kurucularından liberal bir gazeteci olan Tahir Hayreddin’i aday gösterdi.45 Sonuçta
gerçekleşen seçimi ikinci turda delegelerden bir oy daha fazla almayı başaran Tahir
Hayreddin kazandı.46
İttihat ve Terakki telaşa kapılmıştı. Henüz yeni kurulan bir fırkanın üstelik
başkentte bu derece güçlü olması İttihatçılar için endişe verici bir gelişmeydi. Bu
durum II. Meşrutiyet’in ilanından beri perde arkasından Meclis-i Mebusan ve Heyet-i
Vükela’ya, kısacası devlete yön veren İttihat ve Terakki için pâyitaht İstanbul’a o
kadar da hâkim olamadıklarının bir göstergesiydi. 1909’dan beri sindirilmiş olan
muhalefetin gücü bu seçimlerle apaçık ortaya çıkmış bulunuyordu. İttihat ve Terakki
Cemiyeti’nin yaşadığı bu güç kaybı sebepsiz değildi. İlk olarak Cemiyet, eski rejimi
ortadan kaldırmakla birlikte eski rejimden arta kalan ve nüfuzunu koruyan memurbürokrat
takımının tamamını tasfiye edememiş, askerî ve sivil bürokrasinin üst
kademelerine fazla dokunamamıştı. Bunda hem Cemiyet kadrolarının üst kademeler
için yetersiz olması hem de devlet içerisindeki kaygan siyasi zemin etkiliydi.
İttihatçılar daha II. Meşrutiyet ilan edilir edilmez vilayet ve sancaklara gönderilen
iradeyle hafiye teşkilatını dağıtmıştı.47 Cemiyet’in baskılarıyla çıkan irade sonucu
‘‘hafiye memurlarının kaldırılması temenni ve istid‘â kılınmış’’ ve bu konuda Dâhiliye
Nezareti bilgilendirilmişti.48 Ancak Cemiyet söz konusu hafiyelere af ilan etse bile
eski rejimin en büyük işbirlikçilerini, kendi varlığına geçmişte en büyük tehdidi
oluşturan isimleri asla unutmamıştı. Bu açıdan Meşrutiyet’in ilanının hemen ertesinde
seçim kampanyalarının ateşli atmosferinde ölümle sonuçlanan bir dizi şiddet
eyleminin istibdat rejiminin ünlü hafiyelerinden İsmail Mahir Paşa ile bir başka hafiye
Fehim Paşa’yı bulması elbette tesadüf değildi.49 Mahir Paşa, II. Abdülhamid’in en iyi
duruma düşeceğini, fakat aynı şekilde kendilerinin kazanması durumunda ise İttihat ve Terakki içinde
bir uyanışın vuku bulacağını öngörmüştür: Ahmed Reşid Rey, İmparatorluğun Son Döneminde
Gördüklerim Yaptıklarım (1890-1922), Haz. Nur Özmel Akın, İstanbul, İş Bankası Kültür Yayınları,
2014, s. 174-175. [bundan sonra, Ahmed Reşid Rey, Gördüklerim Yaptıklarım]
45 ‘‘İstanbul Mebusluğu Namzedleri’’, Yeni İkdâm, 10 Kanun-i Evvel (Aralık) 1911, s. 3; Ahmed Reşid
Rey, Gördüklerim Yaptıklarım, s. 174; Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, C.I, s. 271.
İkdâm gazetesinin haberinde Memduh Bey’in Adliye Nazırı olduğu yazılmıştır.
46 Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Çev. Metin Kıratlı, 5.Baskı, Ankara, Türk Tarih
Kurumu Basımevi, 1993, s. 221.
47 Ali Cevad Bey, Fezleke, s. 161.
48 Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivi, Babıali Evrak Odası (BEO.) 3362/252132 (Sadaret’ten
Rumeli Vilâyât‑ı Selâsesi Müfettişliği ‘ne gönderilen 11 Temmuz 1324 [24 Temmuz 1908] tarihli
telgraf).
49 M. Naim Turfan, Jön Türklerin Yükselişi: Siyaset, Askerler ve Osmanlı’nın Çöküşü, s. 219.
14
hafiyelerinden biri olarak biliniyordu. Meşrutiyet öncesinde Selânik’e İttihatçıları
soruşturma ve yıldırma amacıyla gönderilmişti. Cemiyet, Paşa’nın öldürülmesine daha
Selânik’te iken karar vermişti.50 Sonuçta cinayete varan bu eylemler Abdülhamid
rejiminin bürokrasisini ortadan kaldırmak için yetersiz kalmış, yüksek kademelerdeki
memurları hiçbir zaman tam anlamıyla sindirememişti.
İkinci olarak İttihat ve Terakki Cemiyeti özellikle 31 Mart hadisesinden sonra
devleti kanuni olarak yeniden yapılandırarak birçok nizamname ve kanun çıkarmıştı.
Gerek 31 Mart’ın yıkıcı etkilerinden, gerekse Cemiyet’in merkeziyetçi görüşlerinden
dolayı bu düzenlemeler hem muhalefeti hem eski rejim kalıntılarını hem de ordu
içerisindeki alaylıları etkiledi. Çıkarılan ‘‘Berrî ve ve Bahrî Erkân ve Ümera ve
Zabitanın Tekaüdü için Tayin Olunan Sinleri Hakkında Kanun’’ ile terfi edemeyip
aynı rütbede belirli bir yaşa kadar kalanlar emekliye sevk ediliyordu.51 Yasanın en çok
alaylı subayları etkileyeceği aşikâr olmakla beraber Cemiyet bununla da yetinmeyerek
dernek, matbuat, miting ve greve kadar birçok toplumsal alanı etkileyen yasalar ve
nizamnameler yayınladı. Yeniden yapılandırmanın bir sonucu olarak devlet
içerisindeki bürokratik mekanizmalara ve sivil muhalefete meydan okuyan bu
düzenlemeler Cemiyet’in gücünü arttırırken aynı zamanda muhaliflerini de kendisine
karşı keskinleştirmiş oldu. Üçüncü olarak Cemiyet, daha önce de bahsi geçen şiddet
eylemlerini, sadece eski rejimin tetikçileriyle sınırlı tutmayarak yeni dönemde
kendisine muhalefet eden sivil ve bürokratik unsurları hedef alacak kadar genişletti.
1909’da Serbesti Gazetesi’nin başyazarı Hasan Fehmi’nin, bir sene sonra ise Sedâ-yı
Millet Gazetesi yazarı Ahmed Samim’in fail-i meçhullere kurban gitmeleri bunun en
açık delilleri oldu. İ.T.C. bu cinayetleri asla aydınlatamadı. Dahası yalnız basın
mensupları değil, sivil bürokrasiden muhalif olanlar da bu şiddete maruz kaldı.52
Cemiyet’in bu cinayetlerin faillerini asla bulamamış olması, onu en büyük suçlu
haline getirdi. Söz konusu durumda hürriyet vaatleriyle Meşrutiyet’in yeniden ilanını
sağlayan Cemiyet, aslında istibdat rejiminin bir benzerini yaratmakla suçlandı. Bu
50 Şevket Süreyya Aydemir, Makedonya’dan Orta Asya’ya Enver Paşa, C.II, s. 132.
51 Sina Akşin, Jön Türkler ve İttihat ve Terakki, 8. Baskı, Ankara, İmge Kitabevi, 2017, s. 230.
52 12 Temmuz 1911’de Düyun-ı Umumiye Dairesi Müfettişi Zeki Bey öldürülür. Mahkemeler hayli
gergin geçer ve birçok tartışmaya sebep olur. Hükümet ile İttihat ve Terakki Cemiyeti, bu cinayet
dolayısıyla suçlanır: Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, 3.Baskı, C. II/I, Ankara, Türk Tarih
Kurumu Basımevi, 1991, s. 58.
15
sebeple II. Abdülhamid’e yöneltilen şikâyetlerin varisi haline geldi.53 Cemiyet’in baskı
ve şiddeti bir araç haline getirmesi ona yönelen desteği azaltarak siyasi anlamda
muhalifliğin güç kazanmasının önünü açtı. Son olarak daha II. Meşrutiyet öncesinde
politik anlamda ikiye bölünmüş ordu 31 Mart ve Hizb-i Cedid gibi özünde partizan
siyasetin cenderesinde meydana gelen muhalif hareketlerin odak noktasıydı.
Meşrutiyet rejimini ve bununla beraber hürriyeti getiren ordu, şimdi de onun en büyük
savunucusu rolünü üstleniyordu. Bu durum aynı zamanda içerisinde bir açmazı da
barındırıyordu. Öyle ki İttihat ve Terakki Cemiyet’inden rahatsız olan liberaller ve
muhafazakârlar dahi siyasal yetkeyi ancak ordu gücüne dayanarak ellerine
geçirebilecekleri kanaatindeydi.54 ‘‘Siyaset’’ her anlamda topluma egemendi ancak
bu, askerî kuvvete dayalı partizan siyasetti, bundan dolayı da bu kuvvete sahip olanlar
politikaları belirliyor ve tüm topluma egemen oluyordu.55 Siyaset yapma biçiminin
askerîleşmesi ya da bir diğer ifadeyle askerî siyasetin politikaya hâkim olması ordu
içerisinde hâlihazırda var olan ideolojik bölünmeyi derinleştirdi. Meşrutiyet’in
ilanından sonra, alaylı askerleri hedef alan düzenlemeler, alaylı askerlerin mekteplilere
karşı olan düşmanlıklarını pekiştirdi. Alaylılar, mektepli zabitleri kendi mevkilerine
göz diken ve mesleki geleceklerini sona erdirmeye çalışan bir rakip olarak
görmekteydi. Mektepliler ise alaylıların bilgisizliklerinden şikâyetçiydi.56 Gerçekte ise
ordu, devletin korunması için mücadele ettiği ölçüde sivil siyasetten ve kurumlarından
uzaklaştı fakat siyasal erk olarak yöneten olmaya da bir o kadar yaklaşmış oldu.57
Bu algılayış Osmanlı siyasal yaşamını kökünden etkileyen birtakım olayları da
beraberinde getirdi. Daha Meşrutiyet’in yeniden ilanının senesi dolmadan
siyasallaşma ordu tabanındaki etkisini göstermeye başladı. 31 Mart’ın ertesinde siyasi
ve askerî manada bir buhranın bulunmadığı dönemde bile Cemiyet’e karşı geliştirilen
muhalefet hareketi sivil değil askerî nitelikte idi (Hizb-i Cedid). Şüphesiz bu olguyu
53 Ali Birinci, Hürriyet ve İtilâf Fırkası…, s. 93.
54 Rıza Nur’un şu sözleri başta Hürriyet ve İtilaf olmak üzere muhaliflerin siyasal alandaki mücadele
yöntemleri hakkında bize bazı ipuçları verir: ‘‘Filhakika İttihatçılar daima asker kuvvetine istinâd
etmekte olduğundan, muhalefetin onlarla uğraşabilmesi için onun da orduda tarafdârânı olması
-esasen muzır bir şey olmakla beraber- lazım ve zaruri idi.’’, Rıza Nur, Hürriyet ve İtilaf Nasıl Doğdu
Nasıl Öldü, s.20.
55 M. Naim Turfan, Jön Türklerin Yükselişi: Siyaset, Askerler ve Osmanlı’nın Çöküşü, s. 370.
56 Adem Ölmez, Modern Osmanlı Ordusunda Alaylılar ve Mektepliler (1826-1918), İstanbul, İz
Yayıncılık, 2017, s. 245-246.
57 M. Naim Turfan, Jön Türklerin Yükselişi: Siyaset, Askerler ve Osmanlı’nın Çöküşü, s. 368.
16
yalnızca II. Meşrutiyet döneminin bir ürünü olarak nitelemek hatalı ve eksik bir yorum
olacaktır. Türk siyasal yaşamının bütün evrelerinde ordu, yalnızca devletin güç
kullanma aracı olmaktan çok siyasal yetkenin sürdürülmesinde zaman zaman ortak ve
hatta yönetici olarak ortaya çıkan bir güç odağıydı. II. Osman’dan III. Selim’e, en
sonunda II. Abdülhamid’in hal’ine kadar yaşanan tarihsel süreç içerisinde ordu, kimlik
ve kabuk değiştirse bile hâlâ devletin başat siyasa yapıcılarından biri olmayı sürdürdü.
Bu olgunun, II. Meşrutiyet devrinin politik ortamını etkileyen izdüşümleriyse İttihat
ve Terakki’nin 23 Temmuz 1908’den sonra iktidarı perde arkasından olsa bile
devralmasından sonra ortaya çıkmaya başladı. Sultan II. Abdülhamid’in ordu
içerisindeki hafiye ağı ve sıkı denetimi ile aslında politik amaçlarla gerçekleştirdiği
terfiler, dinamik ve işleyen hiyerarşik bir ordu düzenine engel oldu. Orduyu ve devleti
monarşist muhafazakârlar ve meşrutiyetçiler olarak ikiye bölen sürecin sonunda
imparatorluğun dört bir yanı askerî anlamda yekpare bir subay kadrosundan yoksun
hale geldi. Yaşlı muhafazakâr subaylar yeni savaş doktrin ve tekniklerine yabancı, aynı
zamanda Avrupa’daki entelektüel gelişmeleri takip edecek birikimden yoksundu.
Buna karşın radikal genç subaylar ise hem askerî teknik ve gelişmelere karşı daha
duyarlı hem de Avrupa’daki fikrî hareketleri takip edebilecek yetkinlikteydi. Bu
çelişkili durumun politik pozisyonlara da yansımasıyla zabitanlar (subaylar)
arasındaki ideolojik bölünme derinleşti. Genç subaylar, padişaha bağlılık esasıyla
yetiştirilen eski tip kumandanlardan farklı olarak padişaha sadakat ile Türk milletine
bağlılık arasında bir seçim yapmak zorunda kaldı. Birincisinden uzaklaştıkları ölçüde
ikinciye yaslandılar.58
Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde görülen partizan ordu olgusu yalnızca
geçmişteki benzer örneklerinden ayrılmakla kalmıyor, üstelik onların kalıntılarını da
kendi bünyesinde taşıyordu. İktidar mücadelesinin bu evresinde devlet, ordu ve sivil
siyaset arasında sürekli yaşanan gerilimlerle ayakta durmaya çabalıyordu.
58 Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, Haz. Ahmet Kuyaş, 24. Baskı, İstanbul, Yapı Kredi
Yayınları, 2017, s. 393.
17
1.3. Siyasal Ortam
Hürriyet ve İtilâf Fırkası’nın elçi atamasından dolayı boşalan İstanbul
mebusluğu için düzenlenen seçimi kazandığı sıralarda Bâb-ı Âli, İtalya’nın
Trablusgarp üzerinde hak iddia etmesiyle çıkan savaşla uğraşıyordu. Savaşın
başlangıcından önce Osmanlı Devleti’nin sadaret makamında eski Roma Büyükelçisi
İbrahim Hakkı Paşa bulunuyordu. İtalyanlar, 28 Eylül 1911’de Bâb-ı Âli’ye İtalyan
vatandaşların Trablusgarp’taki can güvenliklerini bahane ederek Trablusgarp’ı işgal
etme niyetlerini açıkladılar ve yirmi dört saat içinde Osmanlı ordusunun kendilerine
karşı çıkmayacaklarına dair güvence vermelerini istediler.59 Bâb-ı Âli, son derece sert
ve kışkırtıcı bu ültimatom karşısında yumuşak bir dille yanıt vermesine, uzlaşmacı bir
tutum sergilemesine karşın İtalya, 29 Eylül’de Osmanlı’ya savaş ilan etti.60 Söz konusu
bu ültimatomun ve savaş ilanının siyasi sorumluğu hiç kuşku yok ki İbrahim Hakkı
Paşa’ya aitti. Kendisinden eski Roma Büyükelçisi olması hasebiyle İtalyanların
Osmanlı’nın Afrika’daki son topraklarına yönelik beslediği kolonyalist emelleri
anlamış olması bekleniyordu.61
İbrahim Hakkı Paşa bu ültimatom ve savaş ilanı karşısında çaresiz kalarak istifa
etti.62 Yerine daha önce yedi kez aynı makama gelmiş olan Said Paşa geçti. Said Paşa
sadarete geçtikten sonra doğal olarak ilk iş yeni kabineyi kurmaya koyuldu ancak bunu
yaparken hayli güçlük çekti. Türlü zorlukların ardından 4 Ekim’de kabinenin
kurulduğu duyuruldu. Fakat bu yeni kabinenin henüz Hariciye Nazırı yoktu. Said
Paşa’nın vekâleten üstlendiği makam için önce Viyana Büyükelçisi Reşid Paşa
düşünüldü ancak Reşid Paşa görevi reddetti. 7 Ekim’de Said Paşa bu görevi Gabriel
Noradunkyan’a vermek istedi lakin o da bu teklifi geri çevirdi. Said Paşa yeniden
Reşid Paşa’ya teklif götürdüyse de yine kabul görmedi. Son olarak İttihatçı olarak
59 Feroz Ahmad, İttihat ve Terakki 1908-1914, s. 119.
60 Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C. II/I, s. 97.
61 Rıdvan Akın, ‘‘İkinci Meşrutiyet’in Sadrazamları ve Temel Rejim Sorunları’’, Tarık Zafer Tunaya
Anısına Yadigâr-ı Meşrutiyet, Ed. Mehmet Ö. Alkan, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları,
2010, s. 63.
62 İbrahim Hakkı Paşa söz konusu çaresiz durumunu şu sözlerle betimlemişti: ‘‘Eski zamanlarda benim
durumuma düşen sadrazamların kafasını padişahlar, binek taşında kestirirlerdi. Ben o haldeyim.’’
aktaran; Celal Bayar, Ben de Yazdım Milli Mücadeleye Gidiş, C.II, İstanbul, Sabah Kitapçılık, 1997,
s. 85.
18
bilinen Asım Bey ile görüşen Said Paşa, Asım Bey’in nazırlığı kabulüyle rahat bir
nefes almış oldu. Yeni kabinede Mahmud Şevket Paşa Harbiye Nazırı olarak yerini
korurken, Maarif Nazırı Abdurrahman Şeref Bey, Maliye Nazırı Nail Bey ve Nafia
Nazırı Hulusi Bey de eski makamlarında kaldı. Ürgüplü Hayri Efendi yeni Adliye
Nazırı olurken Celal Bey de Dâhiliye Nazırlığını üstlendi. Krikor Sinapian Orman ve
Ma’âdin Nezareti’nin başına getirilirken Suriyeli bir Katolik olan Cezayir-i Bahr-i
Sefid Valisi İbrahim Soussa, Posta ve Telgraf Nazırı oldu.63 Yeni hükümet 18 Ekim’de
altmışa karşı yüz yirmi beş oyla güvenoyu aldı.64
Meclis-i Mebusan’ın toplanıp hükümetin güvenoyu aldığı sıralarda İtalyanlar
Tobruk ve Traplusgarp’a çıkarma harekâtına başlamış, 18 ve 21 Ekim arasında önemli
bir direnişle karşılaşmadan Derne, Hums ve Bingazi’yi işgal etmiş bulunuyordu.65
Said Paşa, çıkmaza girmeye başlayan savaş karşısında eyaleti askerî bakımdan
savunmaya yönelik politikasını değiştirerek yeni müttefik arayışına girdi.66 Bu amaçla
İngiltere’ye savaşı durdurma teklifinde bulunsa da olumlu bir yanıt alamadı. Aynı
şekilde Almanya’ya yönelik de çağrıda bulunulmuş ancak Alman İmparatoru Kayzer
II. Wilhelm yaşanan hadiselerden dolayı üzüntüsünü bildirmekle yetinmişti.
Trablusgarp’a yönelik herhangi bir ciddi askerî adım atılamayınca bazı genç subaylar
-çoğunluğu gönüllü olmak üzere- gerilla savaşı örgütlemek ve İtalyan ilerleyişini
durdurmak üzere Mısır üzerinden Trablusgarp’a hareket ettiler. Bu subayların en
büyük ortak özelliği mektepli ve İttihatçı olmalarıydı.67
Trablusgarp’ta yaşanan savaş sebebiyle ilk ciddi boykot da başlamış
bulunuyordu. 1908’de Bosna-Hersek’in ilhakı nedeniyle ilk kez Avusturya mallarına
yönelik başlatılan boykot hareketi daha kapsamlı ve organize bir şekilde bu kez İtalyan
mallarına yönelik uygulanıyordu.68 Ekonomik, siyasi ve askerî sahalarda İtalyanlara
karşı yürütülen mücadele yurt sathında milliyetçi ve vatanperver duyguları
tetiklemesine rağmen İstanbul’da, iç politikada, muhalif sesler yükseliyordu.
63 Aykut Kansu, İttihadcıların Rejim ve İktidar Mücadelesi 1908-1913, s. 248-249.
64 A.e., s. 260.
65 Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C. II/I, s. 103.
66 ‘‘Italy’s Peace Terms’’, Guardian, 19 October (Ekim) 1911, s. 7.
67 M. Naim Turfan, Jön Türklerin Yükselişi: Siyaset, Askerler ve Osmanlı’nın Çöküşü, s. 277-
281.
68 Filiz Çolak, ‘‘Trablusgarp ve Balkan Savaşları’nın Osmanlı Devleti’nin Ticaret-i Hariciyesi
Üzerindeki Etkileri’’, Turkish Studies Dergisi, 8. sayı (2013), s. 154-156.
19
Muhalefet, yukarıda bahsedildiği üzere 21 Kasım 1911 tarihinde yeni bir siyasi parti
çatısında örgütlenmişti. Tek gerçek programları İttihat ve Terakki’yi bulunduğu
konumdan indirmek üzerine kurulu olan birbirinden hayli farklı hiziplerin bir araya
geldiği bu fırka İstanbul’daki ara seçimleri de kazanmıştı. Ara seçimlerden sonra
İttihat ve Terakki Cemiyeti gerek muhalefeti bastırmak, gerekse 1909 değişikleriyle
kısıtlanmış olan Padişah yetkesini yeniden tesis etmek için 35. maddeyi tartışmaya
açtı.
1.4. Seçimlere Giden Yol: 35. Madde Tartışmaları
Kanun-i Esasi’nin 35. maddesine göre, Meclis-i Mebusan ve Heyet-i Vükela
arasında yaşanacak anlaşmazlıkta Heyet-i Vükela kendi görüşünde ısrar eder, Meclisi
Mebusan da bunu üst üste reddederse, o zaman Padişah, ya Heyet-i Vükela’yı
değiştirme ya da Meclis-i Mebusan’ı feshetme ve yeni bir seçim düzenleme yetkisine
sahipti. İttihat ve Terakki, 1909 değişikleriyle söz konusu fesih işlemini zorlaştırmış
bulunuyordu. Yapmış olduğu değişiklikle Heyet-i Vükela’nın görüşü meclis
tarafından arka arkaya reddedildiğinde Heyet-i Vükela istifa ediyordu. Eğer yeni
hükümet de aynı görüşte ısrar ederse Padişah bu kez Meclis-i Ayan’ın da onayını
aldıktan sonra Meclis-i Mebusan’ı feshediyordu. İttihat ve Terakki, meclis
çoğunluğuna sahip olduğu süre boyunca söz konusu sistemi destekledi, ancak
muhaliflerin güç kazanmasıyla beraber meclis içerisindeki sandalye sayıları artınca
1876 fesih sistemine geri dönmek istedi.69
İttihat ve Terakki’nin 35. maddeyi tartışmaya açması boşuna değildi. Cemiyet,
her şeyden önce mecliste güç kaybettiğinin farkındaydı. Bu farkındalık ona cüretkâr
hamleler yapma cesaretini verdi. Bu amaçla Cemiyet’in Merkez-i Umumisi,
İstanbul’da kaybedilen ara seçimlerden sonra harekete geçerek genel seçimlerin
yolunu açmak üzere böyle bir yola başvurmuş görünüyordu. İttihat ve Terakki
69 M. Naim Turfan, Jön Türklerin Yükselişi: Siyaset, Askerler ve Osmanlı’nın Çöküşü, s. 285.
20
Cemiyeti, bu hamleyle hem geçmişte aynı değişikliği savunan muhalefeti zor bir
duruma sokmuş, hem de erken seçimin önünü açmış oluyordu.
Said Paşa, İttihat ve Terakki’nin de telkin ve yönlendirmeleriyle 16 Aralık
1911’de öngörülen değişikliği açıkladı.70 Said Paşa, değişikliği savunduğu meclis
konuşmasında İtalya ile yapılacak olan barış müzakereleri için dengeli ve kuvvetli bir
hükümet modelini savunuyordu. Paşa, Padişah’ın fesih hakkının güçlenmesini Avrupa
anayasalarından örneklerle savundu. Said Paşa, bu değişikliğin istibdada geri dönüş
anlamına gelmeyeceğini ısrarla vurguluyordu. Dersim mebusu Lütfi Fikri Bey tasarıya
karşı çıkarak kanunun herhangi bir ivedilik arz etmediğini, yaklaşan seçimler sonrası
bu meselenin etraflıca ele alınabileceğini belirtti. İtilâfçı mebuslar Padişah’ın etki
altında bırakılarak İttihatçı gazetelerin propagandalarına maruz kaldıklarını ifade
ederken Cemiyet’i suçluyordu. Lütfi Fikri Bey’e göre Padişah’ın hukukunu çiğneyen
bizzat İttihat ve Terakki Cemiyeti’ydi. Said Paşa bu ithamları reddederken Rıza Nur
ile de şiddetli bir tartışma yaşadı. Sık sık kesilen konuşmaların, hararetli tartışmaların
ardından muhalif mebuslardan gelen öneri üzerine kanun teklifi görüşülmek üzere
Meclis-i Mebusan Kanun-i Esasi Encümeni’ne gönderildi.71 Encümen’in başındaki
isim sıkı bir İttihatçı olan Babanzâde İsmail Hakkı Bey idi. Encümen’de metnin kabul
edileceği aşikâr olmakla beraber İttihat ve Terakki Cemiyeti için tek çıkar yol süreyi
uzatmak olmuştu. Başta Hürriyet ve İtilâf Fırkası olmak üzere, bağımsız mebuslardan
oluşan Müstakiller Grubu, Arnavut ve Rum mebuslar meclis çalışmalarını boykot
ederek celselere katılmamışlardı.72 18 Aralık tarihli oturumda muhalif Debre mebusu
Arnavut Basri Dukacı Kanun-i Esasi’nin baş düşmanı olarak nitelediği Said Paşa
hakkında yazılı bir suçlamada bulundu. Ahmed Rıza Bey (Meclis-i Mebusan Reisi),
Said Paşa mecliste bulunmadan belgenin okumasının mümkün olamayacağını
70 Said Paşa kabinesinin hazırladığı değişiklik teklifinin tam hali şöyleydi: ‘‘Vükela ile Heyet-i Mebusan
arasında ihtilaf vukuunda, Vükela reyinde ısrar edip Mebusan canibinden katiyyen ve mükerreren
reddedildiği halde Vükela’nın tebdili veyahut üç ay zarfında müceddeden intihab olunmak ve bir senei
içtimaiyede birden ziyade fesh edilememek üzere Heyet-i Mebusan’ın feshi ve hal-i harpte Meclis-i
Umumi’nin muvakkaten tatili, hukuk-ı hazret-i Padişahi’dendir. Meclis’in feshinde Heyet-i Âyan’ın rey
ve kararına müracaat edip etmemek münhasıran yedd-i iktidar-ı hazret-i Padişahani’dendir. Fakat
Heyet-i Celile-i Mebusan, evvelki Heyet’in reyinde sebat ve ısrar ederse Meclis-i Mebusan’ın rey ve
kararının kabulü mecburidir.’’ Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, I. Devre, 4. Sene, 25. İçtima, 3
Kanun-i Evvel 1327 [16 Aralık 1911], s. 201-202.
71 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, I. Devre, 4. Sene, 25. İçtima, 3 Kanun-i Evvel 1327 [16 Aralık
1911], s. 203-216.
72 Ali Birinci, Hürriyet ve İtilaf Fırkası…, s. 125.
21
açıkladı. Tartışmalar büyüdü ve kavgaya dönüştü. Muhalif mebuslar ile hükümet
üyeleri birbirlerine bağırıyor ve yumruklaşıyordu. Ahmed Rıza Bey, yaşanan olaylar
karşısında meclisi terk etmek mecburiyetinde kaldı.73
Hürriyet ve İtilâf’ın göstermiş olduğu sert muhalefet karşısında İttihat ve
Terakki, hem Hizb-i Cedid’i susturmak hem de muhalif parti üyelerine gözdağı
vermek amacıyla “istibdat devri” sırasında Abdülhamid’e gizli rapor (jurnal) verenleri
ifşa etme tehdidinde bulundu. Raporların bir kısmı resmi emirler gereği devlet
memurları ve nazırlar tarafından hazırlanmakla birlikte şahsi çıkar sağlamak ya da
kişisel husumetler sebebiyle hazırlanan, karalama amacı güden jurnaller de
bulunuyordu. Abdülhamid devrinde toplamda seksen bin jurnalci olduğu tahmin
edilmekteydi. Harbiye Nazırı Mahmud Şevket Paşa, 20 Aralık’ta duruma el koyarak
söz konusu jurnallerin açıklanamayacağını, eğer jurnaller yayınlanırsa geriye
hükümette yer alacak çok az insanın kalacağını belirterek jurnallerin yayınlanmasını
önlemeye çalıştı.74
Aynı gün İstanbul’dan kilometrelerce uzakta devlet içerisindeki iktidar
mücadelesini etkileyebilecek bambaşka bir olay yaşandı. Mısır’da kışı geçirmekte olan
Kâmil Paşa, Padişah V. Mehmed Reşad’a bir mektup yolladı. 20 Aralık 1911 tarihli
mektubunda Paşa, devletin yaşadığı zorluklardan dolayı İttihatçıları kınarken
Sultan’dan İttihat ve Terakki’yi lağvetmesini istiyordu. Sıkıyönetimin kaldırılması
gerektiğini de belirten Kâmil Paşa, Osmanlı için en doğrusunun İngiltere ile ittifak
yapmak olduğunu vurguluyordu.75
Hürriyet ve İtilaf Fırkası, henüz 35. madde görüşmeleri devam etmekteyken bir
dizi istekle uzlaşma zemini arıyordu. Müstakiller Grubu ve bazı Arnavut mebusların
arabuluculuğu ile Fırka, İttihatçılar ile pazarlık etme fırsatı yakaladı. Gerçekte fırkanın
mevcut gücünden fazla bir güç istenci olarak gözüken istekler; İstanbul’da
sıkıyönetimin kaldırılması, başta siyasi suçlular olmak üzere genel af çıkarılması,
İttihatçıların dışarıda tutulacağı bağımsız bir kabine kurulması ve memurların siyasi
73 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, I. Devre, 4. Sene, 26. İçtima, 5 Kanun-i Evvel 1327 [18 Aralık
1911], s. 229-230.
74 Aykut Kansu, İttihadcıların Rejim ve İktidar Mücadelesi 1908-1913, s. 277-278.
75 Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, s. 221, Mektubu olduğu gibi aktaran: Şevket Süreyya
Aydemir, Makedonya’dan Orta Asya’ya Enver Paşa, C.II, s. 268-272.
22
örgüt üyeliğini yasaklayan bir dizi öneriyi içeriyordu. İttihat ve Terakki önceleri
önerileri ciddiye almasa da daha sonra sıkıyönetimin kaldırılması ve genel af
konusunda Hürriyet ve İtilâf ile uzlaştılar. 26 Aralık’ta Said Paşa’nın sadarette kalması
şartıyla Harbiye, Dâhiliye ve Hariciye nazırlarının değiştirilmesi İttihatçılar tarafından
kabul edildi.76 Hürriyet ve İtilâf bu öneriyi ancak tüm kabine üyeleri değişirse kabul
edebileceğini belirtti, ayrıca İttihatçılardan 35. maddeyle ilgili somut bir geri adım
bekliyorlardı. Görüşmeler bu haliyle tıkandı. 35. madde görüşmeleri ise aynı şekilde
akamete uğramaktan nasibini aldı. 30 Aralık günü gerçekleşmesi plânlanan
görüşmeler muhalif mebusların oturuma katılmaması, bu sebeple İttihatçıların toplantı
yeter sayısına ulaşmamaları yüzünden yapılamadı. Yüz yirmiye yakın İttihatçı mebus
ve onları gözlemlemeye gelmiş birkaç muhalif mebustan ibaret oturum bu sebepten
dolayı gerçekleştirilemedi.77 Toplantı yeter sayısının yüz kırk olduğu mecliste bu
koşullar altında herhangi bir oturum başlatılamayacağını bilen Said Paşa, öğleden
sonra kendisinin ve kabinesinin görüşlerini yansıtan bir nutuk irâd etti. Konuşmasında
sıkıyönetimin kaldırılacağından, yapılacak olan reformlardan ve bu reformların güçlü
bir hükümet ile yürütülebileceğinden bahseden Paşa, Trablusgarp Harbi’ni
parçalanmış bir Osmanlı’nın kaybedeceğini vurgulayarak tamamladı. Said Paşa
böylelikle konuşmasını tamamladıktan biraz sonra salona tekrar dönerek muhalefetin
olumsuz tavrı ve sabotajları yüzünden istifa edeceğini ve iktidar için hırs sahibi
olanlara meydanı bırakacağını açıkladı.78
Aynı akşam istifasını sunan Said Paşa için İttihatçılar derhâl harekete geçerek
yeniden atanmasına yönelik çalışmalara başladılar. Ancak muhalifler de boş
durmuyordu, Sultan Reşad’a yeni atanacak Sadrazam için teklif götürecek bir heyet
tertip etmekte gecikmediler. Heyetin başında tanınmış bir Hürriyet ve İtilâfçı olan,
devlet kademelerinde saygı ve hürmet gören Amasya mebusu İsmail Hakkı Paşa
bulunuyordu.79 Sultan Reşad’a sunulan teklif Said Paşa’nın yeniden Sadrazamlığa
getirilmemesini içeriyordu fakat Sultan mecliste çoğunluğa sahip fırka varken başka
76 Aykut Kansu, İttihadcıların Rejim ve İktidar Mücadelesi 1908-1913, s. 279-280.
77 Hüseyin Cahid [Yalçın], ‘‘Siyasiyyat: Meclis-i Mebusan’da Tatil-i Eşgal’’, Tanin, 31 Kanun-i Evvel
(Aralık) 1911, s. 1.
78 Ayrıntılar için bkz. “Meclis-i Mebusan’da”, Tanin, 31 Kanun-i Evvel (Aralık) 1911, s. 1-3.
79 Ziya Şakir Soko, Hürriyet ve İtilâf…, s. 159.
23
bir adayın bu görevi almasına sıcak bakmayarak öneriyi reddetti.80 31 Aralık’ta Said
Paşa, yeni hükümet kuruluncaya kadar vekâleten sadrazamlığa getirildi. Mabeyn
başkâtibinin Sadrazam’a hitaben Padişah’ın iradesini bildiren yazısında Sultan Reşad,
Said Paşa’ya istifayı kabul ettiğini bildiriyordu. ‘‘Esbab-ı mâlûmeden’’(malum
sebeplerden) dolayı istifaya mecbur kalan heyet-i vükelanın istifasının ‘‘teessüfle
kabul buyurulmuş’’ olduğu açıklanıyor, yeni hükümet kurulana kadar ‘‘vekaleten
temşiyet-i umura (hükümet işlerinin yürütülmesine) devam ve ihtimam olunması’’
gerektiği ifade ediliyordu:
‘‘Taht-ı riyaset-i fehimanelerinde müteşekkil heyet-i vükelanın esbab-ı
mâlûmeden dolayı istifaya mecbur kaldıklarını mutazammın 9 Muharrem 1330 tarihli
ve 2443 numerolu tezkire-i sâmiye melfufu meclis-i vükela mazbatası ile beraber
manzur-ı ali oldu. Gerek zat-ı sami-i âsafanelerinin, gerek erkân-ı saire-i heyetin
mesai-i kâr-agahileri nezd-i celil-i mülukanede takdir buyurulmakta olduğu cihetle
istifa-yı vaki teessüfle kabul buyurulmuş ve heyet-i cedide-i vükelanın suret-i teşkili
derdest-i tezekkür olduğundan o zamana kadar heyet-i müstafiye tarafından yine
riyaset-i fehimaneleri altında olarak vekaleten temşiyet-i umura devam ve ihtimam
olunması mukteza-yı emr ü ferman-ı hümayun-ı cenab-ı padişahiden bulunmuş
olmağla olbabda emr ü ferman hazret-i veliyyül emrindir.’’81
Kabine 2 Ocak 1912’de yeniden kuruldu. Yeni kabinede Asım Bey Hariciye
Nazırı, Mahmud Şevket Paşa Harbiye Nazırı, Hurşid Paşa Bahriye Nazırı, Memduh
Bey Dâhiliye Nazırı Vekili, Nail Bey Maliye Nazırı, Ürgüplü Hayri Bey Evkaf Nazırı,
İbrahim Soussa Posta, Telgraf ve Telefon Nazırı, Aristidis Paşa Ticaret ve Ziraat
Nazırı, Emrullah Efendi Maarif Nazırı oldu.82 İttihatçıların önde gelen isimleri; Talât
Bey, Cavid Bey, Babanzade İsmail Hakkı hükümet dışı kaldılar.
Said Paşa, kabineyi açıkladığı gün yeniden 35. maddeyi gündeme taşıdı.
Tartışmalar devam ederken muhalefetin meclis çalışmalarını boykot tavrı da
sürüyordu. Hürriyet ve İtilâf mebusları oturumlara katılmamakla beraber meclis çatısı
80 Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, C. IX, s. 158-159.
81 Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivi, İ. Dosya Usulü İradeler Tasnifi (DUİT.) 8/47 (18 Kanun-i
Evvel 1327 [31 Aralık 1911] tarihli irade-i seniyye). Bkz. Ek-9.
82 Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivi, İ. DUİT. 8/48 (20 Kanun-i Evvel 1327 [2 Ocak 1912] tarihli
irade-i seniyye).
24
altındaki sert muhalefetine devam ediyordu. 10 Ocak tarihli oturumda Hürriyet ve
İtilâf Fırkası’nın (H.İ.) ileri gelenlerinden, ‘‘Feylosof’’ lakaplı Rıza Tevfik’in
meşrutiyete lanetler savurmak suretiyle söylediği sert sözler İttihatçılar tarafından
şiddetli itirazlar gördü.83 Rıza Nur ise aynı gün yapılan bir diğer oturumda meclisin
feshinden bahsederek bu konuda herhangi bir çekincesinin olmadığını, aksine feshin
kendisini de rahatlatacağını söyledi. Rıza Nur devam eden konuşmasında
Şeyhülislam’ın imzasının bulunmadığı, henüz Dâhiliye Nezareti’ne herhangi bir atama
yapılmadığı üstelik Sadrazam Said Paşa’nın hastalığı sebebiyle oturumlara
katılamadığı bir ortamda bu maddeyi görüşmenin hukuksuz ve yersiz olduğunu
vurguladı. Heyet-i Vükela’nın gerçek amacının ise Padişah’ın değil kendi fırkasının
konumunu yükseltmek olduğunu belirterek parlamentarizmden ziyade yetkileri
genişletilmiş bir ‘‘meşruti monarşi’’yi desteklediğini açıkladı. Rıza Nur, yasalara
uymayan meşruti bir Padişah’tan ziyade kanunlara saygılı mutlakiyetçi bir Padişah’ı
tercih edeceğini söyleyerek meclis feshedilse bile seçimlerin yeniden yapılmayıp
idare-i örfinin (sıkıyönetimin) devam edeceğine dair korkularını da aktardı, son olarak
değişiklik teklifinin usulen yanlış yapıldığını iddia ederek konuşmasını bitirdi.84 Rıza
Nur’un mutlakiyetçi padişah vurgusu kişisel ideolojik görüntüsünü yansıtmakla
beraber İtilâfçı mebusların siyasal fikirlerine dair önemli izlenimler de veriyordu.
Meclis-i Mebusan’ın feshedilerek yeniden seçimlere gitmenin hararetle
tartışıldığı bir ortamda, Hüseyin Hilmi Paşa, arkasına birtakım bürokrat ve Meclis-i
Âyan üyesini da alarak İ.T.C ile H.İ. arasında bir uzlaşma plânı ortaya attı. Plâna göre
35. madde değişikliği, içerisine eklenecek birkaç cümle ile sınırlandırılarak tadil
edilebilirdi. Hüseyin Hilmi Paşa, 1912 yılı boyunca Meclis-i Mebusan’ın
feshedilmemesi ve fesihte Meclis-i Âyan’a danışılmasının zorunlu hale getirilmesi ile
35. maddenin sınırlandırılmasını öneriyordu. Gerçekte hiçbir somut değişiklik teklifi
sunmayan bu plânla tarafları uzlaştırma çabalarına girişen Hüseyin Hilmi Paşa,
plânının kabul görmemesi karşısında derin bir üzüntü duyduğunu açıklıyordu. Paşa,
83 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, I. Devre, 4. Sene, 35. İçtima, 28 Kanun-i Evvel 1327 [10 Ocak
1912], s. 426.
84 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, I. Devre, 4. Sene, 35. İçtima, 28 Kanun-i Evvel [10 Ocak 1912],
s. 429-439.
25
ülkenin selameti için Müslümanlarla Hristiyanlar, İttihat ve Terakki ile Hürriyet ve
İtilâf Fırkası arasında bir uzlaşmanın şart olduğunu belirtiyordu.85
Nihayet 13 Ocak’ta oylamaya sunulan değişiklik teklifi yüz beşe karşılık yüz
yirmi dört oyla onaylandı. Gerçekte İttihat ve Terakki için yenilgi anlamına gelen
oylamanın kabul edilmesi için meclis tam sayısının üçte iki çoğunluğu tarafından
onaylanması gerekiyordu.86 Mecliste istediği neticeyi elde edemeyen Hükümet,
seçime gitmeye karar verdi. Hâlihazırda Kanun-i Esasi’de yer alan 7. maddeye
dayanarak Meclis-i Âyan’ın da görüşü alınmak şartıyla Padişah, 3 ay içinde seçime
gidilmesine karar verebiliyordu. 15 Ocak günü Sultan Reşad, Meclis-i Mebusan’ı
feshettiğini, 7. madde gereği Meclis-i Âyan’ın görüşünü beklediğini bildiren bir Hattı
Hümayun gönderdi.87 Hatt-ı Hümayun gereği, Meclis-i Âyan’ın da onayıyla 3 ay
içinde seçime gidilmesi kararlaştırılmış oldu.
1.5. 1912 İntihabatı (Seçimleri)
İttihat ve Terakki Cemiyeti ile Hürriyet ve İtilâf Fırkası 1912 Ocak ayı sonunda
genel seçimler için çalışmalara derhal başlamış bulunuyordu. Birinci derece seçimlerin
Şubat sonunda, ikinci derece seçimlerin ise Nisan ayı içerisinde yapılması
öngörülüyordu. Ancak seçim yasasına göre düşünülen bu süre Nisan ayını aşıyordu.
Yasaya göre: 8 gün içerisinde seçmen listelerinin hazırlığı, 10-15 gün içerisinde Heyeti
Teftişiye’nin söz konusu listeleri incelemesi, 1 gün listelerin askı yerlerinin ve
sürelerinin belirlenmesi, 15 gün askı süresi, 8 gün listelere itiraz süresi, 5 gün İstinaf
Mahkemesi’nin Heyet-i Teftişiye’nin kararlarına yapılan itirazları görüşme süresi, 8
gün İstinaf Mahkemesi’nin karar verme süresi olarak veriliyordu. Sadece listelerin
85 Aykut Kansu, İttihadcıların Rejim ve İktidar Mücadelesi 1908-1913, s. 291.
86 ‘‘Dünkü Netice’’, Yeni İkdâm, 14 Kanun-i Sani (Ocak) 1912, s. 1.
87 Hatt-ı Hümayun’unu tam hali:
‘‘Ayanı kiram
Hey’eti cedidei meb’usan, üç ay zarfında bilintihap içtima etmek üzere hey’eti hazırayı fesh eylemek
tasmiminde bulunduğumdan kanunu esasisinin yedinci maddesi mucibince meclisi âyanın reyi müvafık
vermesine intizar ederim.’’, olduğu gibi aktaran: İbnülemin Mahmut Kemal İnal, Son Sadrazamlar,
C.II, 3. Baskı, İstanbul, Dergâh Yayınları, 1982, s. 1087.
26
kesinleşmesi bile 65 günlük bir süreyi gerektiriyor, bu ise listelerin Mart ayı sonunda
kesinlik kazanması anlamına geliyordu.88
Seçimler iki dereceli oylamayla gerçekleştiriliyordu. Vergi ödeyen, yirmi beş
yaşını aşmış her erkek vatandaş ikinci derecede seçmenleri belirleyebilmek için
seçimlerin birinci aşamasında oy kullanma hakkına sahipti. Bundan sonra sayıları 500
ile 700 arasında değişen ikinci seçmenler Osmanlı Meclisi'nin mebuslarını seçmek için
oy kullanıyordu. Seçimler nispi temsile değil, belirli bir seçim çevresi için saptanan
sayılara dayanmaktaydı.89
Hürriyet ve İtilâf Fırkası, yeni kurulmuş, lekesiz bir siyasi parti olmasının
verdiği güvenilirliğin yanında İttihat ve Terakki’nin dört yıllık iktidarı boyunca
yapmış olduğu hatalardan da yararlanarak İttihatçılardan uzaklaşmış kesimlerle
yaklaşan seçimler için ittifak arayışına girdi. Siyasi programında adem-i merkeziyetçi
bir politik anlayışı benimseyen Fırka, bu amaçla İttihatçılardan soğumuş olan etnik
unsurları yanına çekebilmek için imparatorluk içerisindeki farklı etnik unsurlara
yönelik propaganda ve pazarlık faaliyetlerine girişti. Hürriyet ve İtilâf Fırkası,
Arnavutları, Suriye ve Irak Araplarını, Rumların büyük bir çoğunluğunu, Hınçak
Ermenilerini, Bulgarları ve İttihatçıların yönetim anlayışından rahatsız muhafazakâr
Türkleri yanına çekmeyi başardı.90 Buna karşın İttihat ve Terakki Cemiyeti Taşnak
Ermenilerini, Yahudileri ve Sırpları büyük ölçüde kendisine bağlayabildi.91
Hürriyet ve İtilâf Fırkası seçim kampanya ve söylemini İttihatçıların dinî olarak
yetersiz, hatta şeriata aykırı politikalarına yaptığı atıflar üzerine inşa ediyordu. H.İ.
tarafından propaganda amacıyla yazılan “Açık Söz” isimli risalede bu vurgu açıkça
ortadaydı. Risalede gayrimüslim tebaa için İttihatçıların Türklük meselesini ön plâna
çıkararak çok uluslu yapıyı tehlikeye attığı dile getiriliyordu. Arnavutluk’ta süren
isyan için İttihatçıları suçlayan İtilâf Fırkası, İttihatçı valinin tiyatro yaptırmak için
ahaliyi zorlamasını çıkan isyanın başlıca sebeplerinden sayıyordu. İttihatçıların
88 Fevzi Demir, Osmanlı Devleti’nde II. Meşrutiyet Dönemi Meclis-i Mebusan Seçimleri 1908-
1914, İstanbul, İmge Kitabevi Yayınları, 2007, s. 181. [bundan sonra Fevzi Demir, II. Meşrutiyet
Dönemi Meclis-i Mebusan Seçimleri]
89 Bedross Der Matossıan, Parçalanan Devrim Düşleri Osmanlı İmparatorluğu'nun Son
Döneminde Hürriyetten Şiddete, İletişim Yayınları, İstanbul, 2016, s. 164.
90 Aykut Kansu, İttihadcıların Rejim ve İktidar Mücadelesi 1908-1913, s. 297.
91 Fevzi Demir, II. Meşrutiyet Dönemi Meclis-i Mebusan Seçimleri, s. 217-237.
27
seçmen yaşını 25’te tutmaya çalışmasını şerîata aykırı bulan H.İ., bu konuda da İslâm
esaslarına göre 20 yaşın uygun olduğunu benimsemişti. Dahası İttihatçı iktidarı
büsbütün dine karşı ihmalkârlıkla suçlayan Fırka için İttihat ve Terakki Cemiyeti
‘‘anasır-ı saire hukukunu düşünmemiş’’ bulunuyordu.92
Yirmi bin nüsha olarak basılan, İstanbul ve taşraya dağıtılan bu risaleler
seçimler sırasında yaşanan ayaklanmalar gerekçe gösterilerek toplattırıldı. İttihatçılar
bu risaleyi ihtilale yol açabilecek derecede tehlikeli görüyordu. Dâhiliye Nezareti
Muhaberat-ı Umumiye Dairesi tarafından yazılan raporda risale yüzünden ihtilale
yakın büyüklükte olaylar çıkması yüksek olasılık olarak aktarılmıştı.93
İttihat ve Terakki, 1908’de sahip olduğu, konumu ve varlığı tartışılmaz
addedilen bir durumun hayli gerisindeydi. Dört yıllık iktidarı boyunca kendi
içerisinden ve devlet kademelerinden birçok düşman edinmişti. Politik unsurların
ihtilafına bağlı olarak güttüğü siyasetin içeride ve dışarıda yansımaları olmuştu. Ayrıca
yenilikçi ve dinamik bir devlet yapısını öngörerek gerçekleştirdiği reformlar kendisine
eski rejimden miras kalan hasımlar kazandırmıştı. Tüm bunlara rağmen İttihatçılar yurt
sathında geniş bir örgüt ağına sahip olmakla birlikte devletin iplerine de hâlâ hâkimdi.
Seçimlere girerken Cemiyet’in en etkili isimlerinden Kâtib-i Umumi Hacı Âdil Bey
Dâhiliye, Cavid Bey Nafia ve Talât Bey de Posta, Telgraf ve Telefon Nazırı olarak
görevde bulunuyordu. Sadrazam Said Paşa ise seçimler boyunca hastalığı sebebiyle
Bab-ı Âli’ye uğramamış ve tüm yetkiyi İttihatçı nazırlara bırakmıştı.94
İttihat ve Terakki, seçim kampanyasını vatanseverlik hissiyatını açıkça
vurguladığı bir seferberlik havasında yürütmekteydi. Ordu için uçak ve gemi alımı
amacıyla yapılan yardım kampanyaları, çiçek aşısı kampanyası, bir çatışmada şehit
düşen askere yapılacak kabir için düzenlenen yardım faaliyeti ve bunların yanında
92 Fevzi Demir, II. Meşrutiyet Dönemi Meclis-i Mebusan Seçimleri, s. 246-248.
93 Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivi, Dâhiliye (DH.) Hapishaneler Müdüriyeti (MB.HPS.) 145/72
(Dâhiliye Nezareti Muhaberat-ı Umumiye Dairesi Dördüncü Şubesi tarafından yazılan 21 Nisan 1328
[4 Mayıs 1912] tarihli yazı). Bkz. Ek-7.
94 ‘‘Paşa meclisin kapandığından beri, esasen şiddetli romatizmadan muztarib olduğu halde bir nevi
cild hastalığına da uğrayarak üç aya yakın müddet Bab-ı Âli’ye devam edemedi.’’ aktaran: İbnülemin
Mahmut Kemal İnal, Son Sadrazamlar, C.II, s. 1088.
28
tüccar sınıfına karşı üretici örgütleri kurmak gibi toplumsal ve ekonomik olarak
tebaaya yaklaşmaya çalışan faaliyetlerde bulunmaktaydı. 95
Cemiyet, siyasal programını ise 1911 Ağustos’unda düzenlediği kongrede
belirlemiş bulunuyordu. Bu programa göre seçmen yaşı 25 olarak düşünülmekteydi
(Madde 1). Sırasıyla Padişah’ın gerekli gördüğünde meclisi dağıtabilmesi,
mebusluktan istifa edenlerin altı aydan sonra memuriyete alınabilmesi ve askerlik
süresinin yeniden düzenlenmesi gerektiği bu programda dile getiriliyordu (5, 8 ve 10.
Maddeler).96 12. maddede kapitülasyonların tamamen kaldırılmaya çalışılacağı
vurgulanıyordu.97 Yönetim şeklinde adem-i merkeziyetçiliğe karşı çıkan Cemiyet,
merkezileşmeyi imparatorluğu dağılmaktan kurtarmak için ellerindeki tek araç olarak
görüyordu. 18. maddede eğitim konusunda azınlık ve yabancı eğitim kuruluşlarının
denetime tabi olacakları vurgulanırken, ana dilde eğitime müdahale edilmeyeceği
belirtiliyordu. 19, 20 ve 21. maddelerde Türkçenin, ilkokullarda zorunlu olarak
okutulacağı, vilayet ve liva merkezlerinde ‘‘leyli darülfünunlar’’ açılacağı ayrıca milli
bir kütüphane kurulacağı açıklanıyordu.98 Ekonomiyle ilgili olarak 31 ve 32.
maddelerde borsa, ticaret ve sanayi odalarının yaygınlaştırılması, sanayinin teşviki ve
anonim şirket kuruluşunun kolaylaştırılması gibi özünde devletçi çözümler öne
sürülüyordu. 34. ve son maddede sağlık alanında yapılacak reformlardan bahsedilerek
bu konuda Dâhiliye Nezareti’ne bağlı kurulacak olan sağlık kurumundan
bahsediliyordu.99
1.5.1. Seçim Olayları
Divan-ı Harbi-i Örfi tarafından seçimler öncesinde alınan karara göre gerek
siyasi gerek ilmi hiçbir konferans, kulüp lokalleri haricinde kamuya açık alanlarda
95 Fevzi Demir, II. Meşrutiyet Dönemi Meclis-i Mebusan Seçimleri, s. 194.
96 Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin 1327 Senesi Siyasi Programı, Şehzadebaşı’nda İttihat ve
Terakki İkinci Kulübü Tarafından İkinci Defa Tab’ ve Temsil Ettirilmiştir, İstanbul, Tanin Matbaası, s.
1-5.
97 A.e., s. 6.
98 A.e., s. 9-11.
99 A.e., s. 15-16.
29
yapılamıyordu. Divan-ı Harbi-i Örfi tarafından umuma açık yerlerde siyasi konferans
verilmesi ‘‘idare-i örfiyenin ahkâmına mugayir’’ bulunuyordu. ‘‘İlmi olan
konferanslar itasında gerçi bir mahzur-ı siyasi olmazsa da konferansçıların mevzuu
tebdil ederek siyasiyata mütedair beyanatta bulunacakları’’ endişesinden dolayı ilmi
suretteki konferanslar da bu yasak kapsamındaydı. Sonuç olarak Divan-ı Harbi-i Örfi
tarafından ‘‘gerek siyasi gerek ilmi olsun hiçbir suretle hiç kimse tarafından
kulüplerden gayri mevakide konferans ita kılınmaması’’nın gereği Dâhiliye
Nezareti’ne bildirildi.100
İttihatçılar sıkıyönetimi seçimlerde adeta bir sopa gibi kullanıyordu. İstanbul ve
çevresinde ise keyfi tutuklamalar artmıştı. Nitekim Divan-ı Harbi Örfi kararından bir
ay önce, Hürriyet ve İtilâf Fırkası’nın mebus adaylarından Rıza Tevfik [Bölükbaşı] ile
Pantoleon Kosmidis Adalar’da miting düzenliyordu. Sıkıyönetim gereği miting için
kırk sekiz saat öncesinden izin almak gerekliydi. Bu kurala riayet etmeyen Rıza Tevfik
tutuklanarak yirmi beş günlük hapis cezasına çarptırıldı.101 Rıza Tevfik’in tutukluğu
İttihatçı karşıtı cephe tarafından büyük bir öfkeyle karşılandı. Tutukluğu esnasında
Tevfik Fikret de dâhil olmak üzere büyük bir kitle tarafından ziyaretçi akınına uğrayan
Rıza Tevfik için daha sonrasında ziyaret günleri ikiye düşürülmüştü.102
Tutukluluğunun ardından 23 Mart’ta seçim çalışmalarına tekrar başlayan Rıza Tevfik
Bey, bu kez Gümülcine’de Rum metropolitini ziyaretinin akabinde on beş kişilik bir
100 Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivi, Dâhiliye (DH.) Siyasi Kısım (SYS.) 53/36 (Belge No:2)
(Divan-ı Harb-i Örfi tarafından Dâhiliye Nezareti’ne yazılan 27 Şubat 1327 [11 Mart 1912] tarihli yazı).
Divan-ı Harbi-i Örfi kararının tam hali şöyledir:
‘‘Devletlü Efendim Hazretleri 26 Şubat 1327 tarih ve 506 numerolu tezkire-i nezaretpenahileri
cevabıdır. İdare-i örfiyye mıntıkası dahilinde bulunan ve umumun hakk-ı duhulü olan mevakide
bilictima siyasi konferans ita kılınması idare-i örfiyenin ahkamına mugayir bulunmakta ve ancak
mevcut fırak-ı siyasiye kulüpleri dahilinde verilecek konferansların istisna edilmesi de nef-i memleket
nokta-i nazarından lazım görülmekte olduğundan fimabad hiçbir zatın kulüplerden gayri mevaki ve
mesakinde siyasi konferanslar (mevize) ita edilmesine müsaade edilmemesi ve “ilmi” olan konferanslar
itasında gerçi bir mahzur-ı siyasi olmazsa da konferansçıların mevzuu tebdil ederek siyasiyata mütedair
beyanatta bulunacakları emsal-i mesbukasıyla sabit olduğundan ve bu ise mevaki-i mezkurede
bulunacak olan fırak-ı muhtelifeye mensub zevat arasında bazı nabeca ve asayiş-şikenane ahvalin
vukuunu intac eyleyeceği melhuz görülmüş olmağla bu misillü konferansların da kulüplere hasr u tahsis
olunması ve elhasıl gerek siyasi gerek ilmi olsun hiçbir suretle hiç kimse tarafından kulüplerden gayri
mevakide konferans ita kılınmaması ve işbu keyfiyetin matbuat-ı dâhiliye müdiriyetince bütün
matbuatla ilan kılınması lüzumu ledettezekkür maruzdur. Olbabda emr ü ferman hazret-i menlehül
emrindir. Fi 27 Şubat 1327. Divan-ı Harb-i Örfi Reisi.’’ Bkz. Ek-10.
101 Hüseyin Cahid [Yalçın], ‘‘Son Mahkumiyetler’’, Tanin, 22 Şubat 1912, s. 1; ‘‘Rıza Tevfik’in
Tevkifi’, Teminat, 21 Şubat 1912, s. 1.
102 Ali Birinci, Hürriyet ve İtilâf Fırkası…, s. 162.
30
grup tarafından kaldığı otelde darp edildi. Rıza Tevfik Bey, Gümülcine istasyonuna
kadar bu kalabalık bir grup tarafından kovalanmıştı. Olayların yatışmaması üzerine
Gümülcine eski mebusu İsmail Bey’in evine geçici olarak yerleşti.103
Kastamonu Valisi Galib Bey tarafından 25 Aralık 1911 tarihinde Hürriyet ve
İtilâf yanlısı Zafer gazetesinin Kastamonu’da basılıp basılamayacağı Dâhiliye
Nezareti’ne sorulmuş104, Nezaret 2 Ocak 1912 tarihinde verdiği cevapta, ‘‘Hükümet
aleyhinde neşriyatta bulunacak ve hükümete muhalefet mesleğini takınacak olan bir
gazetenin resmi bir müessese olan vilayet matbaasında’’ basımının uygun
olamayacağına dair karar vermiş ve bunu Kastamonu Vilayeti’ne bildirmişti.105 Bunun
üzerine Vali Galib Bey, henüz iki nüshası basılmış Zafer Gazetesi’ni durdurmak için
harekete geçmiş ve durumu Dâhiliye Nezareti’ne bildirmişti:
“Henüz iki nüshası tab’ edilen Zafer gazetesinin Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın
mürevvic-i efkârı olmadığı ve bunu vilayet gazetesiyle de ilan edecekleri ifade edilmiş
ve mamafih adem-i tab’ı için münasib suretle icabına tevessül olunmuştur.
Vali Galib”106
26 Ocak’ta o sıralarda İstanbul valisi olarak görev yapan Emin Bey yeni
Kastamonu valisi olarak atandı. Dâhiliye Nazırı Hacı Âdil Bey tarafından yapılan
atama sonrası yeni vali, kentteki İttihatçı örgütlenmeyi yeniden tanzim etmiş, gençleri
ve muhafazakârları yeniden Cemiyet çatısı altında toplamaya başlamıştı. Emin Bey, o
sıralarda Hürriyet ve İtilâf yanlısı Zafer gazetesinin sahibi ve yazarı olan Hoca Tevfik
Efendi’yi makamına çağırmış ve gazetenin neşredilmesinin vatanın ve milletin
çıkarlarına ters olduğunu açıklamıştı. Hoca Tevfik Efendi’ye vali tarafından
103 ‘‘Gümülcine’de Rıza Tevfik Bey’’, Tanin, 25 Mart 1912, s. 4; ‘‘Rıza Tevfik Dövülür mü?’’,
Teminat, 25 Mart 1912, s. 1.
104 Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivi, Dâhiliye (DH.) İdare (İD.) 79/12 (Kastamonu Vilayeti’nden
Dâhiliye Nezareti’ne 12 Kanun-i Evvel 1327 [25 Aralık 1911] tarihli telgraf). Telgrafın aslı şöyledir:
“Vilayet Matbaası gerçi resmi ise de ücret mukabili her türlü neşriyat-ı gayr-i resmiyede öteden beri
tavassut etmekte hatta İttihad’a mensub Köroğlu gazetesi dahi orada tab edilmekte olmasına göre bu
kerre Hürriyet ve İtilaf’a mensub bir gazete neşri için vaki olan müracaata bittabi cevab-ı redd
verilememiş olmağla beraber hükümeti ve İttihadı tenkid yollu çıkarılacak bir gazetenin resmi bir
matbaada tab’ ve intişarı caiz olamayacağı bazı taraflardan ihtar edilmekle iktizasının iradesi.”
105 Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivi, DH. İD. 79/12 (Dâhiliye Nezareti’nden Kastamonu Valiliği’ne
20 Kanun-i Evvel 1327 [2 Ocak 1912] tarihinde gönderilen şifreli telgraf).
106 Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivi, DH. İD. 79/12 (Kastamonu Vilayeti’nden Dâhiliye
Nezareti’ne 22 Kanun-i Evvel 1327 [4 Ocak 1912] tarihli telgraf).
31
memuriyet teklif edildikten sonra dahi gazete çıkmaya devam etmiş ancak matbaası
zorunlu olarak taşınarak Samsun’da neşrine devam edilmişti. Hoca Tevfik Efendi
memurluk teklifini reddederek Samsun’da söz konusu muhalif gazeteyi basmaya
devam etti. Ancak bu sıralarda başlayan mebusan seçimlerinde türlü zorluklarla
karşılaşmış, Kastamonu’da köylüleri kışkırttığı gerekçesiyle tutuklanıp İstanbul’daki
İdare-i Örfiye’ye sevk edilmişti.107
Amasya’da Hürriyet ve İtilâf Fırkası üyesi Rodoslu Şevket ve ulemâ kılığındaki
Abdullah Ziyaeddin Efendi isimli şahıslar Hürriyet ve İtilâf adına propaganda yapmak
için İstanbul’dan Samsun yoluyla Amasya’ya gelmişlerdi. Aynı kişiler Hükümet
aleyhinde ve dini tonları yüksek slogan ve sözlerden dolayı halkı tahrik ettikleri
gerekçesiyle Amasya’da gözaltına alındılar. Dâhiliye Nezareti’ne gönderilen 25 Mart
tarihli telgrafta Amasya Mutasarrıfı Macid Bey, şehrin asayiş ve sükûneti açısından
sakıncalı gördüğü şahısları İstanbul’a teslim etmek üzere Samsun’a yolladığını
bildiriyordu.108
İtilâfçılara göre ise yalnız Kastamonu ve Amasya’da değil, memleketin farklı
bölgelerindeki valiler seçimlere açıktan açığa karışmıştı. Bağdat valisi gazetecileri
hapsetmiş, Selânik’te Hürriyet ve İtilâf adayı Huneos Efendi’ye boyalı saldırı
yapılırken vali bu duruma sessiz kalmış, Konya valisi de İtilâfçı aday Mustafa Sabri
Efendi’nin konuşmalarını önlemek için elinden geleni ardına koymamıştı.109 Seçimler
sırasında yine Selânik’te tatsız olaylar meydana geldi. 27 Mart’ta Selânik yakınlarında
bulunan Langaza’da seçimlerin ilk turuyla alakalı olarak hadiseler çıktı. Köylülerden
oluşan silahlı bir grup, hürriyete değil şeriata oy vereceklerini açıklayan sloganlarla
jandarmaya saldırdı. Çıkan arbedede on köylü ve bir jandarma hayatını kaybetti, yirmi
kadar köylü ve jandarma ise yaralandı. Langaza Müftüsü olayların müsebbibi olduğu
iddiasıyla tutuklanarak yargılanmak üzere İstanbul’a gönderildi.110
Eskişehir’de ise Hürriyet ve İtilâf yanlısı, dini söylemler içeren kışkırtma ve
isyan hareketleri meydana geldi. 31 Mart Vakası’nda da parmağı olan Abdurrahman
107 Ali Birinci, Hürriyet ve İtilaf Fırkası…, s. 159.
108 Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivi, DH. SYS. 55/97 (Amasya Mutasarrıflığı’ndan Dâhiliye
Nezareti’ne gönderilen 12 Mart 1328 [25 Mart 1912] tarihli telgraf).
109 ‘‘Valiler ve İntihabat’’, Teminat, 23 Mart 1912, s. 1.
110 ‘‘İntihabatın Müessif Sahneleri’’, Tanin, 28 Mart 1912, s. 3.
32
Hoca ile Hürriyet ve İtilâf Fırkası’nın Eskişehir’deki lideri Hacı Veli isimli kişiler söz
konusu isyan hareketini tertipleyenlerdi. İttihatçıları dinsizlikle suçlayan, çocukların
şapka giymeye zorlanacağını iddia eden isyancılar olayları çevre köylere ve sancaklara
da taşımışlardı. İsyanın yayılması üzerine Cemiyet’in seçimlerden sorumlu heyetinin
başında bulunan Hamdi Bey ile Haroution Ohannesian, inceleme yapmak amacıyla
jandarmalar eşliğinde yola çıktılar.111 İsyancılar sandık kurulu üyelerini ölümle tehdit
ettiler. ‘‘Bir jön öldürmek yüz gavur öldürmekten daha sevap’’ gibi sert dini
söylemlerle halkı etkilemeye çalıştılar.112 Olaylar seçimlerden sonra da sürmeye
devam etti, jandarmanın sert müdahalesi ve onlarca tevkif yapıldıktan sonra sükûnet
sağlanabildi. Suçlular, Divan-ı Harbi Örfi’de yargılanmak üzere İstanbul’a
gönderildi.113
Seçime doğru giden süreçte olaylar yalnızca Anadolu ile sınırlı değildi. Paris
büyükelçisi Rifat Paşa tarafından Hariciye Nezareti’ne gönderilen 13 Şubat tarihli
yazıda Atina’dan çekilen telgraflarda eşkıya gruplarından bazılarının Rum adaylara
karşı İttihat ve Terakki’nin adaylarını seçtirmek için yerel eşrafı tehdit ettiği bilgisinin
bulunduğu söyleniyor, Bósovo köyü ileri gelenlerinden bir Rum’un ise kanı akıncaya
kadar dövüldüğü bildiriliyordu. Aynı yazıda Siroz’da ise Hürriyet ve İtilâf Fırkası
adına şube açmak amacıyla şehre gelmiş olan Avukat Nuri Efendi’nin bazı meçhul
şahıslar tarafından darp edilerek öldürüldüğü açıklanıyordu. Rifat Paşa, söz konusu
haberlerin Balkan devletlerine ait neşriyatlarda ve Avrupa gazetelerinde
yayınlanabileceğine yönelik ciddi uyarılarda bulundu. Yazısında bu haberlere karşı
yalnızca tekzip yoluna gitmekle yetinmeyip, özellikle seçimler esnasında katiyen baskı
ve şiddet kullanılmamasını, bu konuda son derece hassas davranılmasını ve şayet bu
gibi istenmeyen durumlar gerçekleşecek olursa sorumlularının amansız ve sert bir
şekilde cezalandırılmasını telkin ediyordu. Rifat Paşa, şayet böyle hareket edilmezse
zaten saldırıya maruz kalmakta olan ve düşmanları büyük olan Osmanlı Devleti’nin
büyük bir itibar kaybına uğrayacağını vurguluyordu. Hariciye Nezareti, söz konusu
yazıdan sonra bu haberlerin reddi için Matbuat-ı Ecnebiye Müdüriyeti’ne gerekli
111 İhsan Güneş, ‘‘1912 Seçimleri ve Eskişehir’de Meydana Gelen Olaylar’’, Belleten, C. LVI/216,
(Ağustos 1992), s. 472-474.
112 A.e., s. 475-478.
113 A.e., s. 480.
33
talimatları verdi.114 Dâhiliye Nezareti, 17 Şubat 1912’de Manastır Vilayeti’ne çektiği
telgrafla ajanslarda çıkan bu haberleri aktardı ve hızla soruşturma yapılarak gereğinin
yapılmasını ve sonucun bildirilmesini istedi.115
Hem İttihatçılara, hem İtilâfçılara yönelik benzer eylem ve şiddet olayları
seçimlerin düzenlendiği birçok ilde gözlendi. İtilafçılar, İttihat ve Terakki’ye yönelik
düzenledikleri şiddetli gösterilerde ekseriyetle dini bir söyleme başvururken İttihat ve
Terakki devlet aygıtının kendisine sağladığı bürokratik üstünlükle rakibini sindirmeye
çabalıyordu. Bu şartlar altında seçimler Mayıs’ın ikinci haftasına kadar sürdü.
1.5.2. Seçim Sonuçları
Başkent İstanbul’da ikinci tur seçimleri Meclis’in açılacağı tarih olan 18
Nisan’dan bir gün önce yapıldı. Seçim sonuçlarına göre İstanbul’da İttihat ve Terakki,
güçlü bir zafer elde etti. 471 ikinci seçmenden 457’si oy kullanmış, 14 seçmen
oylamaya katılmamıştı. İttihatçılar, listesindeki tüm adayları Meclis’e sokmayı
başarmıştı. Seçimlerde yaşanan haksızlıkları protesto ederek seçimlere katılım
göstermeyen Hürriyet ve İtilâf adayları ise bir ile altı arasında değişen oylar almıştı.
Fırka’nın İstanbul’da oy alabilen bazı isimleri Lütfi Fikri Bey, Rıza Tevfik, Tahir
Hayreddin Bey, Pantoleon Kosmidis, Nazaret Dağavaryan, Konstantin Konstantinidis,
Kâmil Paşa ve İktihâm’ın yazı işleri müdürü Ahmed Cevdet Bey idi.116
İzmir’de seçimlerin ikinci turu 3 Nisan 1912’de sona erdi. İttihatçılar, İzmir
özelinde sıkı bir kampanya yürütmüşlerdi. İkinci tur seçimlerinden sonra oy
çuvallarının İzmir Belediye binasına elli bin kişilik kortejle birlikte ‘‘Çok Yaşa
Osmanlı’’, ‘‘Çok Yaşa İttihat ve Terakki Cemiyeti’’ sloganları eşliğinde götürülmesi
bunun en açık göstergesiydi. İzmir seçimlerine 128 ikinci seçmenden 125’i katılmıştı.
İttihatçılar 108 oy alırken Hürriyet ve İtilâf’ın adayları 17 oy almışlardı. İttihatçılar,
114 Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivi, DH. SYS. 83-2/2 (Hariciye Nezareti’nden Dâhiliye
Nezareti’ne gönderilen 31 Kanun-i Sani 1327 [13 Şubat 1912] tarihli yazı). Bkz. Ek-11.
115 Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivi, DH. SYS. 83-2/2 (Dâhiliye Nezareti’nden 4 Şubat 1327 (17
Şubat 1912) tarihinde Manastır Vilayeti’ne çekilen telgraf).
116 Aykut Kansu, İttihadcıların Rejim ve İktidar Mücadelesi 1908-1913, s. 330.
34
Musa Kazım Efendi ile Mehmed Seyyid Bey’i aynı zamanda Emmanuelidis ve
Karolidis isimli Rum adayları mebus olarak Meclis’e göndermeyi başarmışlardı. Eski
İttihatçı mebus Nesim Masliah ise İzmir’de, tek Yahudi mebus olarak seçilmişti.
Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın Rum mebus adayı doktor M. Konêmênos ise sadece bir
oy alabilmişti.117
Selânik’te de İttihatçılar seçimin gerçek galibiydi. Mehmed Cavid Bey,
Emmanuel Karasso, Binbaşı Halil Bey ve Mustafa Rahmi Bey’in mebus olarak
seçilmesiyle altı sandalyenin dördünü İttihat ve Terakki Cemiyeti kazanmış oldu.118
Konya’da ise seçimin mutlak galibi Hürriyet ve İtilâf Fırkası olmuştu.
İttihatçıların tek bir adayının bile seçilemediği Konya’da Hürriyet ve İtilâf’ın adayı
Şeyh Zeynelabidin Efendi mebus olarak seçilmiş, Mehmed Emin Efendi, Ali Kemali
Efendi, Mehmed Rıza Bey ve Ömer Vehbi ise Meclis’e giren diğer bağımsız adaylar
olmuştu.119
Şam’da İttihatçılar ancak bir sandalye kazanabildi. Mehmed Fevzi Paşa’nın
İttihat ve Terakki’den mebus olarak Meclis’e girdi. Seçimde geri kalan koltukları
bağımsız adaylardan Abdülmuhsin Üstüvani, Emin Bey ve Abdurrahman Efendi
kazandılar.120 Beyrut’ta ise sonuçlar Cemiyet’in istediği gibi olmadı. Muharrem
Misbah seçimi bağımsız olarak kazanırken diğer sandalye eski İttihatçı mebus Kâmil
el-Asad’ın oldu.121
Basra’da ise seçimler 1 Nisan’da tamamlandı. İttihat ve Terakki Cemiyeti
burada da seçimin kaybeden tarafıydı. İtilâfçı adaylar Zuhayrzade Abdullah ile Seyyid
Talib ibn Receb iki sandalyeyi kazanan adaylar olmuştu.122 Karaştaşzade Abdülvehap
Paşa bağımsız olarak bir başka sandalyeyi kazanırken Babanzade Ahmed Naim Bey,
İttihat ve Terakki adına Meclis’e Basra’dan girmiş oluyordu.123
117 A.e., s. 332-333.
118 Feroz Ahmad-Rustow Dankwart, ‘‘İkinci Meşrutiyet Döneminde Meclisler, 1908-1918’’, Güney
Doğu Avrupa Araştırmaları Dergisi, No. 4-5 (1976), s. 267.
119 A.e., s. 273.
120 A.e., s. 280.
121 A.e.
122 Mehmed Cavid, ‘‘Meşrutiyet Devrine Ait Cavid Bey’in Hatıraları: 90’’, Tanin, 29 Kasım 1943, s.
2.
123 Feroz Ahmad-Rustow Dankwart, ‘‘İkinci Meşrutiyet Döneminde Meclisler, 1908-1918’’, s. 282.
35
Seçimler, Mart ayından Meclis’in açılacağı 18 Nisan 1912 tarihine kadar sürdü.
Hatta kimi yörelerde yaşanan aksaklıklardan dolayı Mayıs ayı içerisinde dahi seçimler
yapılıyordu. Seçimler genel olarak İttihatçıların ezici zaferiyle sonuçlandı. Seçilen iki
yüz seksen dört mebus içerisinde muhalefet cephesinden ancak on beş mebus
bulunuyordu.124 Arap mebuslar ise müstakil ve Hürriyet ve İtilâf Fırkası’na yakınlık
göstermekle birlikte özünde bağımsız hareket ediyor, kendi milli ajandalarını takip
ediyorlardı. Arap mebusların toplam sayısı ikinci mecliste altmış sekizdi.125
1912 seçimleri, barındırdığı şiddete varan eylem ve hadiseler sebebiyle tarihe
‘‘sopalı seçim’’ olarak geçmişse de gerçekte sonuçlara etki eden olgu daha çok
Cemiyet’in siyasi açıdan elinde bulundurduğu güçtü. Cemiyet hem taşradaki örgütlü
yapısını hem de iktidara sahip olmanın kendisine verdiği gücü ince taktiklerle
kullanmıştı. Hacı Âdil Bey’in Arnavutluk ve Makedonya gezileri de farklı etnik
unsurlara oy karşılığında imtiyazlar vererek seçimler için avantaj sağlamayı
amaçlıyordu. İttihatçılar, yalnız Arnavutlarla değil başta Rumlar ve Ermeniler olmak
üzere Arap, Yahudi, Bulgar ve Sırplarla da benzer pazarlıklara girişerek seçimler için
destek arayışında bulunmuş, bir kısmında başarıya ulaşmış durumdaydı. Cemiyet, aynı
zamanda basın ve toplanma hürriyetini kısıtlayan yasalarla muhalefetin
propagandalarını etkisizleştirmeye çabalıyordu. Hürriyet ve İtilâf’ın söz konusu
propaganda ve taktiklere karşı fazla etkili olamadığı seçim sonuçlarına da
yansımıştı.126
124 Cezmi Eraslan-Kenan Olgun, Osmanlı Devleti’nde Meşrutiyet ve Parlamento, İstanbul, 3F
Yayınları, 2006, s. 107.
125 Davut Hut, ‘‘Osmanlı Arap Vilayetleri, Arabizm ve Arap Milliyetçiliği’’, Vakanüvis: Uluslararası
Tarih Araştırmaları Dergisi, Ortadoğu Özel Sayısı No. 1 (2016), s. 138-139; Feroz Ahmad-Rustow
Dankwart, ‘‘İkinci Meşrutiyet Döneminde Meclisler, 1908-1918’’, s. 247.
126 Feroz Ahmad, İttihat ve Terakki 1908-1914, s. 131-132.
36
II. Bölüm: Seçimler Sonrası İktidar Mücadelesi
Seçimlerden zaferle çıkan taraf İttihat ve Terakki Cemiyeti olmuştu. Cemiyet,
bir yandan seçim süreci boyunca iktidarda olmasının kendisine sağladığı kudretle
muhalefeti bastırırken, diğer yandan kendisinin muadili olabilecek hareketleri de
önlemeye çabalıyordu. Devletin mutlak hâkimi artık Cemiyet idi. II. Abdülhamid’in
hal’ edilmesinden bu yana ortaya çıkan iktidar boşluğu böylelikle doldurulmuş
oluyordu. Ancak bu süreç de çok uzun sürmeyecek, ülke, mutlak iktidarın siyasal
anlamda tam olarak sağlanamamasından dolayı yeni bir iktidar savaşına sahne
olacaktı. Bu iktidar savaşının ilginç yanı tıpkı 1908’de olduğu gibi ordu merkezli bir
mücadelenin yeniden sahneye çıkması oldu. Ordu, 1908’dekine hayli benzeyen bir
biçimde siyasal yetkenin yetersiz kalmasından ötürü yönetici bir rol üstlenmeye
soyundu.
II. Mahmud’un padişahlığından I. Meşrutiyet’e kadar geçen süreçte Osmanlı
Devleti’nde siyasal yetkeyi rakipsiz olarak eline almış başka bir figür bulunmuyordu.
Tanzimat ve sonrasında gelen Abdülaziz döneminde iktidar, Padişah’ın yanı sıra
meclis, bürokrat takımı ve ordu arasında paylaşılıyor, aktörlerden biri zaman zaman
diğerini tasfiyeye kadar gidebiliyordu.127 İlk kez II. Abdülhamid ile beraber iktidar
bütünüyle “tek ele” geçmiş bulunuyordu. II. Abdülhamid, hükümranlığının ilk
yıllarında her ne kadar meclis ve bürokrasi ile sorunlar yaşasa da ilerleyen yıllarda
iktidarı tek başına ele almış ve mutlak yetke ve siyasal gücün temsilcisi olmuştu.
Hüküm süresi boyunca sadaret makamına yirmi üç kez görevlendirme yapması
gerçekte devlet işlerini kimseye emanet etmediğini ve her şeyi kendi sorumluluğu
altına aldığının göstergesiydi.128
19. yy. sonlarına gelindiğinde İmparatorluk içerisindeki farklı etnik unsurların
Padişah’a bağlılığını sağlamak aşılması gereken önemli bir sorundu. Modern
milliyetçi akımların (Benedict Anderson’a göre popüler-dilsel milliyetçilik) yarattığı
127 Abdülaziz’in hal’ edilmesi, siyasal aktörlerden bürokrasi ve ordunun iş birliği neticesinde Padişah’a
karşı galebe çalması oldukça ilginç bir örnektir.
128 Rıdvan Akın, ‘‘İkinci Meşrutiyet’in Sadrazamları ve Temel Rejim Sorunları’’, s. 55.
37
tahribata karşılık ‘‘resmi milliyetçi’’129 bir ideoloji geliştirmek her modern despot ve
imparatorun aslî göreviydi.130 Kitle eğitimi, sansür ve jurnaller ile padişahın mutlak
yetkesi sorgusuz, sualsiz bir biçimde imparatorluğun dört bir yanında kendisini
hissettiriyordu. Bunun yanında II. Abdülhamid, saat kuleleri, çeşmeler, türbeler,
madalyon ve armalar gibi simgelerle iktidarının nimetlerini tebaasına bahşederek
kendi meşruiyetini sağlıyordu. Bu meşruiyet yeni bir devlet ve vatandaşlık tanımının
sürdürülebilirliği için elzemdi.
Jön Türk hareketi tıpkı ardılı olduğu Yeni Osmanlılar gibi bu meşruiyet
sağlayan ideolojiye ve Padişah’ın mutlak siyasal yetkesine karşı çıktı. Ancak bu karşı
çıkış ilkesel ve ideolojik olmaktan çok pragmatikti. Jön Türk hareketinin itici gücü
olan genç subaylar, ideolojiler ve sosyal sorunlara yönelik reçetelerle
ilgilenmiyorlardı. Onları ilgilendiren asıl sorun, Osmanlı Devleti’nin bekasıydı.
Faaliyet ve tartışmaları, saplantı noktasına varırcasına ‘‘Bu devlet nasıl
kurtarılabilir?’’ sorusuna verilecek cevabı aramaktan ibaretti.131 Padişah’ın mutlak
yetkesi bu sorunun merkezi problemlerinden birini teşkil ediyordu. Jön Türkler, bu
aşırı gücün milletin sorunlarına duyarsız kalmasından, milletler arasına nifak
tohumları ekmesinden, sorgu ve suale maruz kalmayan icra yetkisinden şikâyetçiydi.
Hareket, Padişah’ın siyasal yetkesinden kısıp, millete ve onun meclisine bu yetkenin
en azından bir kısmını devrederek başta gayrimüslim tebaa olmak üzere milletlerin
devlete bağlılığının sağlanabileceğini düşünüyordu. Hiç kuşku yok ki bu düşünüş ve
onun getirdiği eylemler dizisi Padişah’ın yetkesine açılan savaş demekti. Jön Türkler
siyasal ve askerî kanat olarak iki farklı yapıyla132 bu savaşı farklı safhalarda,
129 Resmi milliyetçilik, halkların kendi mistik ve tarihi kökenlerinden devşirdiği mitlerle yayılan, çok
uluslu imparatorluklara başkaldıran popüler-dilsel milliyetçiliklere karşı modern despot ve
imparatorların bulduğu çözümün adıydı. Resmi milliyetçilik, kökeni halk temelli olan milliyetçi
akımların istek ve arzularına karşılık çoğunlukla kadim bir tarihi anlatıyla yeni bir vatandaşlık duygusu
yaratmaya çabalayan imparatorluk ideolojileriydi. Kavramın geniş bir tartışması ve açıklaması için:
Benedict Anderson, Hayali Cemaatler Milliyetçiliğin Kökenleri ve Yayılması, Çev. İskender Savaşır,
8. Baskı, İstanbul, Metis Yayınları, 2015, s. 99-129.
130 Selim Deringil, İktidarın Sembolleri ve İdeoloji II. Abdülhamid Dönemi (1876-1909), Çev. Gül
Çağalı Güven, İstanbul, Doğan Kitap, 2014, s. 122.
131 Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, s. 212.
132 Selânik merkezli paramiliter bir ihtilalci örgüt olan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’nin İttihat ve
Terakki’nin sivil kanadıyla birleşmesi ve İttihat ve Terakki adını alma süreciyle ilgili ayrıntılar için:
Suavi Aydın, ‘‘İki İttihat-Terakki: İki Zihniyet, İki Ayrı Siyaset’’, Modern Türkiye’de Siyasi
Düşünce: Cumhuriyet’e Devreden Düşünce Mirası Tanzimat ve Meşrutiyet’in Birikimi, C.I, s.
117-128.
38
birbirinden bağımsız olarak sürdürdü. II. Abdülhamid, muhalifleriyle olan söz konusu
mücadeleyi kaybetti, ancak bıraktığı siyasal güç boşluğu 1913’e kadar yeniden tesis
edilemedi.
2.1. Yeni Meclis’in İlk Buhranı: Arnavutluk İsyanı
Seçimlerin tamamlanmasının ardından yeni Meclis-i Mebusan Reisi ve Reis
Vekilleri 15 Mayıs’ta seçildi. Halil Bey (Menteşe) İttihatçıların uzun uğraşlardan ve
sağlanan uzlaşıdan sonra yüz yetmiş beş mebustan yüz altmış üçünün oyuyla yeni
Meclis-i Mebusan Reis’i oldu.133 Halil Bey yeni Meclis-i Mebusan Reisi olarak
kamuoyuna yaptığı açıklamayla irticaî faaliyetler ile mutlakıyete dönüş çabalarını
devletin bekasını tehlikeye düşüren girişimler olarak nitelendiriyordu.134
21 Mayıs’ta yaklaşık bir yıldır Maliye Nazırı olarak görev yapan Nail Bey,
Cavid Bey’e görevi devretmek maksadıyla istifa etti. Cavid Bey, vekâleten Nail
Bey’in yerine atandı. Hâlihazırda Nafıa Nazırı olan Cavid Bey’in yerine ise Bedros
Hallaçyan geçti. Ancak hükümet cephesinde seçimler bitmiş olmasına rağmen yeni
kabine kurulmamış bulunuyordu. Nazırlardan bazılarının ise istifası gündemdeydi.135
Seçimlerin yenilenmesi dahi hükümet bunalımına son vermemişti.
Seçimlerin akabinde İttihat ve Terakki Cemiyeti 7. ve 35. maddeyi yeniden
gündemine aldı. Cemiyet içinde süren uzun müzakerelerden sonra Kanun-i Esasi’nin
7. ve 35. maddesi on üçe karşı iki yüz on oyla değiştirildi.136 7. madde Padişah’ın
Meclis’i feshetme ve seçimleri tekrarlamasını düzenlerken, 35. madde ile Hükümet ve
Meclis-i Mebusan arasında yaşanacak ihtilafta, kanun maddelerinden birinin kabulü
için Hükümet’in ısrarı halinde Meclis tarafından oy çokluğu ile kanun reddedilirse ya
133 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, II. Devre, 1. Sene, 5. İçtima, 2 Mayıs 1328 [15 Mayıs 1912], s.
43.
134 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, II. Devre, 1. Sene, 5. İçtima, 2 Mayıs 1328 [15 Mayıs 1912], s.
45.
135 Aykut Kansu, İttihadcıların Rejim ve İktidar Mücadelesi 1908-1913, s. 345.
136 Sina Akşin, Jön Türkler ve İttihat ve Terakki, s. 305.
39
Hükümet’in değişmesi ya da dört aylık süre zarfında seçimin tekrarıyla Meclis-i
Mebusan’ın yenilenmesi sağlanacaktı.137
Haziran ayında seçimlerle yenilenen Meclis-i Mebusan’ın varlığına rağmen
hükümet tartışmaları devam etmekteydi. Hükümet’in başı için ilginç bir teklif
muhalefet cephesinden geldi. Teklife göre Kâmil Paşa ve Said Paşa’nın yeni kurulacak
Hükümet’e liderliği öngörülüyordu. İki ezelî rakibin uzlaşması halinde mebusların
fırka farkı gözetmeksizin oy kullanacakları, vicdanî hislerle hareket edeceklerine dair
bir ümit besleniyordu.138 Teklif gerek hükümetçe gerekse Cemiyet tarafından dikkate
alınmadı.
Hükümet bunalımı sürerken Arnavutluk olayları da gittikçe yayılıyordu.
Arnavutlar, II. Abdülhamid döneminin seçkin milleti idi. Sabık Padişah’ın muhafız
teşkilâtının çoğunluğunu Arnavut ailelerin çocukları oluşuyordu. Abdülhamid,
Arnavut aileler arasındaki kan davalarını çözerek bölgedeki barışı tesis etmişti. Savaş
gazilerine ve şehit ailelerine maaşlar ve ikramiyeler yoluyla teskinde bulunuyordu.
Yine bölgede çıkan isyan hareketlerinde bölge eşrafına rütbeler, nişanlar ve ihsanlarda
bulunarak söz konusu isyanları bastırıyordu. Sükûneti sağlamlaştırmak için Arnavutça
dahi öğrenmişti.139 Meşrutiyet’in ilanından sonra Arnavutlar eski güçlü konumlarını
kaybetti. Başta 31 Mart ayaklanmasında avcı taburlarında bulunan Arnavut
askerlerden bazılarının asılması, sonrasında Abdülhamid’in tahtan indirilmesi
Arnavutluk’ta rahatsızlıklara sebebiyet vermişti.140 II. Abdülhamid Arnavutlar için
önemli bir isimdi, isyanın yayıldığı günlerde Arnavut isyancılar sabık padişahı
kurtararak yeniden tahta geçirmeyi dahi plânlamışlardı.141
31 Mart sonrası yaşanan silah toplamalar ve ayaklanmaları bastırmada
kullanılan yöntemler, İttihat ve Terakki ile Arnavutların arasını iyiden iyiye açmıştı.
Arnavutlar, vergi muafiyeti, adliye mahkemelerinin kaldırılması, şeriata veya yörenin
töresine uygun kanunların uygulanmasını talep ediyordu.142 İttihat ve Terakki bu
137 Aykut Kansu, İttihadcıların Rejim ve İktidar Mücadelesi 1908-1913, s. 344-345.
138 Lütfi Fikri, ‘‘Kâmil ve Said Paşalar Ne Olacak’’İfham, 10 Haziran 1912, s. 1.
139 Müfid Şemsi, El- Hakkı Ya’lû Velâ Yu’lâ Aleyh, Haz. Ahmet Nezih Galitekin, 2. Baskı, İstanbul,
Şehir Yayınları, 2007, s. 15.
140 A.e. , s. 19.
141 ‘‘Abdul Hamıd the''Father'' of the Albanians’’, Guardian, 2 August (Ağustos) 1912, s. 5.
142 Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C. II/I, s. 196.
40
taleplerin çoğunu aşırı bularak bölgede güç yönetimini sürdürdü. 1910 yılında
başlayan olaylar 1912’ye gelindiğinde silahlı bir isyana dönüştü.
6 Mayıs’ta Yakova, İpek, Metroviçe ve İşkodra yakınlarında isyan başladı.
İsyancılar, telgraf hatlarını sabote ederek Hükümet’in başlıca iletişim ağını kestiler.143
Arnavut olduğu anlaşılan bazı subaylar ise bulundukları birlikleri terk ederek dağa
çıktılar. Yakalananlar ise tutuklanarak başkente gönderildi.144 Haziran sonlarında,
Harbiye Nezareti tarafından, Volçetrin’de bulunan VII. Kolordu’dan gelen bir yazı
sadarete bildirildi. Yazıda, ayaklanan isyancıların çete halinde dolaştıkları, askeri
müfreze ve birliklere saldırılar düzenledikleri bildirilmekteydi. İsyancıların
liderlerinden Rıza Bey’in ailesinin ve efradının bölgeden uzaklaştırılması, kulelerinin
tahribi, asilerin malvarlığına el konulması ve buna benzer kararlar tavsiye ediliyordu.
Hükümet, VII. Kolordu Kumandanı’nın isteklerini onaylayarak, Kosova’ya ayrıca bir
fırka ve bir alay asker sevk etmeye karar verdi.145
İsyan, ordu içerisindeki bölünmüşlüğü de alenen su yüzüne çıkarmıştı. 22
Haziran gecesi, Arnavut Yüzbaşı Tayyar Bey Tetova, beraberindeki birkaç subay,
altmışa yakın asker ve bolca mühimmat ile Manastır’daki Bistrica kışlasından ayrıldı.
Tayyar Bey’in içerisinde olduğu grup Bab-ı Âli’ye seçimlerin yenilenmesi, İttihat ve
Terakki’nin lağvedilmesi, bazı Cemiyet üyelerinin yargılanmasını da içeren bir dizi
siyasi talep iletti.146 Arnavut isyancılar tarafından Hayri Bey isimli bir Türk memurun
idam edilmesi ordu içerisindeki karışıklığı derinleştirdi.147
İsyancıların resmi talepleri ise, Berat mebusu ve sonradan Arnavutluk’un
kurucusu olacak olan İsmail Kemal Bey148 tarafından deklare edildi. İsmail Kemal
Bey, 1911 Ağustos’unda Avlonya’ya gelmişti. Yanya valisi tarafından bu bilgi derhâl
Bab-ı Âli’ye aktarılmış, İsmail Kemal Bey’in, İstanbul’a yazdığı telgraflarda
Avlonya’daki bazı vilayet memurlarını yanına çektiği bilgisinin bulunduğu
143 Müfid Şemsi, El- Hakkı Ya’lû Velâ Yu’lâ Aleyh, s.38-39.
144 ‘‘Plot Against the Turkish Commission’’ The Times, 9 May (Mayıs) 1912, s. 1.
145 Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C. II/I, s. 270-271.
146 Aykut Kansu, İttihadcıların Rejim ve İktidar Mücadelesi 1908-1913, s. 350.
147 ‘‘The Confusion in Turkey’’, Guardian, 29 July (Temmuz) 1912, s. 6.
148 Müfid Şemsi hatıratında 2 Mart 1911’de Serez mebusu Derviş Bey tarafından tokatlanan İsmail
Kemal Bey’in Meclis-i Mebusan’ı terk etmeden evvel İttihat ve Terakki mensuplarına dönerek ‘‘-Bu
tokat size pahalıya mal olacaktır.’’ dediğini aktarır: Müfid Şemsi, El- Hakkı Ya’lû Velâ Yu’lâ Aleyh,
s. 33.
41
söylenmişti. Vali, ayrıca İsmail Kemal Bey’in Arnavutlara yapmış olduğu
propagandalardan dolayı vilayet içerisinde karışıklık çıkabileceğini İstanbul’a
bildiriyordu.149
İsmail Kemal Bey, çok geçmeden Arnavutluk’taki yıkıcı faaliyetlerinden
istediğini elde ederek Avrupa ve Türk kamuoyuna Arnavut isyanının lideri sıfatıyla
bir dizi talep yolladı. Bu talepler arasında Arnavutluk’un sınırlarının belirlenmesi,
Arnavut bayrağının tanınması, tanınmış Arnavut aşiretlerinden birinin arasından
Arnavutluk’a vali atanması, Türkçe konuşan memurların bölgeden çekilmesi ve
Arnavutçanın resmi dil ilan edilmesi bulunuyordu. Tüm bu reformların Düvel-i
Muazzama (Büyük Güçler) tarafından garanti altına alınması gerekliliği ayrıca
belirtiliyordu.150
İsyan, 1912 Mayıs’ından yaz sonuna kadar genişledi. Ağustos başlarında 1. ve
20. Tümene bağlı birkaç subay Üsküp, Priştine ve İpek’e girdi.151 Hükümet, duruma
el koyması ve isyancılarla pazarlık yapması için Müşir İbrahim Paşa’yı Priştine’ye
gönderdi. İbrahim Paşa ile görüşen Arnavut isyancılar, kendisine on dört maddelik bir
dizi talepte bulundu. Bu talepler; özel adli yargılamalarını, zorunlu askerlikte ikamet
edilen bölgenin esas alınmasını, memurların Arnavutça öğrenme zorunluluğunu,
medrese ve idadi okulların arttırılmasını, toplanan silahların geri verilmesini, altyapı
yatırımlarının genişletilmesini, Said ve Hakkı Paşa kabinelerinin yargılanmasını, son
olaylar sebebiyle bölgeye genel bağış yapılmasını, yakılan evler için tazminat
ödenmesini içeriyordu. İbrahim Paşa, bu taleplerin çoğunu olumlu karşıladı, Hükümet
adına Arnavutlara birtakım siyasi imtiyazlar verdi. İsyan, İbrahim Paşa ile görüşmeden
sonra eski hararetini kaybetti ve bölge geçici de olsa sükunete kavuştu.152
Arnavutluk isyanı, yaklaşmakta olan daha büyük bir tertibin sadece
başlangıcıydı. Hürriyet ve İtilâf’ın önde gelen isimlerinden Rıza Nur, Arnavutluk’ta
isyan çıkarmak için Yakovalı Rıza’yı ikna etmiş, ona Prens Sabahaddin Bey’in maddi
149 Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivi, Dâhiliye Nezareti (DH.) Şifre Kalemi (ŞFR.) 419/33 (Yanya
Vilayeti’nden Dâhiliye Nezareti’ne gönderilen 29 Temmuz 1327 [11 Ağustos 1911] tarihli şifreli
telgraf).
150 ‘‘The Albanian Rising: Another List of Demands, Guardian, 28 May (Mayıs) 1912, s. 12.
151 Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C. II/I, s. 314.
152A.e., s.318-320.
42
yardımlarını sunmuştu.153 Rıza Nur, Arnavut isyancılarla II. Abdülhamid’in
tüfekçilerinden Celâl Paşazade Emin Bey vasıtasıyla bağlantı kuruyordu. Emin Bey,
İstanbul ile Üsküp arasında her hafta yolculuk ederek isyancılarla Rıza Nur arasındaki
irtibatı sağlıyordu.154 Rıza Nur söz konusu isyan hareketinin Hürriyet ve İtilâf Fırkası
ile bağlantısı olmadığını iddia etmekteydi.155 Gerçekten de Fırka’nın bir diğer önemli
üyesi Lütfi Fikri Bey bu harekete katılmamış bulunuyordu.156
2.2. Ordu İçerisindeki Komplo: Halâskâr Zabitan’ın Ayak Sesleri
Arnavutluk’ta yayılan isyan hareketiyle eş güdümlü olarak ordu içeresinde de
komplolar kurulmaktaydı. İlk olarak Mahmud Şevket Paşa’nın askeri siyasetten men
eden kanun tasarısı gündeme geldi. Tasarıya göre siyasi faaliyetlere iştirak eden tüm
ordu mensupları rütbe farkı olmaksızın iki ay ile dört ay arasında hapis cezası alacak,
görev yerleri değiştirilecek, eğer aynı durum tekrarlanırsa iki aydan altı aya kadar
hapis cezası verilebilecekti. Herhangi bir siyasi fırkaya katılmış olan tüm zabitan ve
eratın ordudan ihraç edilmesi ve iki aydan altı aya kadar hapis cezası alması
öngörülüyordu.157 Layiha, tartışmalara neden oldu. Muhalif Kayseri mebusu Ali Galip
Bey, ordunun İttihat ve Terakki’ye karşı muhalif bir pozisyon aldığı böyle bir anda söz
konusu tasarıyı meclise getirmeyi manidar bulduğunu söylüyordu. Ali Galip Bey,
tasarının Kanun-i Esasi’yi ihlal anlamına geldiğini, bir diğer husus olarak Manastır ve
Arnavutluk’taki isyanı körükleme ihtimalini vurguluyordu. Konuşmasında dağa çıkan
askerlerin taleplerini ve dağa çıkma sebeplerinin sorgulanması gerektiğini vurgulayan
Ali Galip Bey, Meclis-i Mebusan Reisi Halil Bey’den ihtar ve diğer mebuslardan da
153 Rıza Nur, Hürriyet ve İtilâf Nasıl Doğdu Nasıl Öldü, s. 63.
154 Aykut Kansu, İttihadcıların Rejim ve İktidar Mücadelesi 1908-1913, s. 346.
155 Rıza Nur, Hürriyet ve İtilâf Nasıl Doğdu Nasıl Öldü, s.66; Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi,
Muhalefetin İflası, Haz. Ahmet Eryüksel, İstanbul, Nehir Yayınları, 1991, s. 45.
156 Ali Birinci, Hürriyet ve İtilâf Fırkası…, s. 178.
157 ‘‘Mensubîn-i askeriyyenin siyasiyat ile men'î iştigali hakkında Askerî Ceza Kanunnamesine zeyl
kanun lâyihası’’, Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, II. Devre, 1. Sene, 22. İçtima, 16 Haziran 1328
[29 Haziran 1912], s. 538.
43
şiddetli itirazlar gördü.158 Meclis içinde hararetli tartışmalara sebep olan tasarı, 1
Temmuz günü meclisten geçti ancak yasalaşamadan meclis feshedilecekti.159
Bu kanun tasarısı sebepsiz yere düşünülmemişti. Hâlihazırda hem Arnavut
isyancılara hem de ordudaki komploculara katılmış olan üst düzey subaylar mevcuttu.
İzmir Kumandanı Müşir Abdullah Paşa, söz konusu Arnavut isyanına karşı Vükela’nın
emirlerine karşı gelen yüksek rütbeli subaylardan ilkiydi. Kendisi, 28 Haziran’da
İstanbul’a çektiği telgrafla silah arkadaşlarına karşı kendi askerlerini
kullanmayacağını açıkça ifade ediyordu. Sadece İzmir ile sınırlı kalmayacak biçimde
ordu üzerindeki Hükümet denetimi zayıflıyordu. Erzincan, Erzurum ve Trabzon
garnizonlarındaki bir grup subay da Hükümet’in karşısındaydı. Edirne’de bulunan
Dördüncü Kolordu’ya bağlı ‘Halk’ adıyla örgütlenmiş İttihatçı karşıtı zabitanlar
bulunuyordu. ‘Hıfz-ı Vatan’ adıyla Manastır’da kurulan gizli örgüte VI. Ordu’da
görev yapan subayların büyük çoğunluğunun destek verdiği söyleniyordu.160 Merkez
taburu zabitanından ve Sarıyer’deki üç piyade taburundan ayrıca süvari ve
piyadelerden daha birçok tabur ve müfrezeler yine komploya eklenmişti. Bahriye’den
üç torpidonun, ayrıca Melamî tarikatına bağlı pek çok subayın da harekete iştirak
ettiğini Rıza Nur naklediyordu.161
Ordu neredeyse ikiye bölünmüş durumdaydı. Siyasal açıdan ikiye ayrılmış
ordunun partizan siyasete alet olarak iki farklı hizbe ayrışması ülkeyi iç savaşın eşiğine
getirmiş durumdaydı. Dahası Hükümet, yeni bir krizin henüz başlarındaydı. Mahmud
Şevket Paşa, Cemiyet tarafından istifa ettirilmek isteniyordu.162 Mahmud Şevket
Paşa’nın ordu içerisindeki politik organizasyonlara karşı zamanında ve gerekli olan
tedbirleri alamadığı ve bunun sonucu olarak Cemiyet tarafından istifa ettirilmek
istendiği anlaşılıyor. Ayrıca Cemiyet’in ileri gelenleriyle arası açılmıştı.
Trablusgarp’taki başarısızlık ve Arnavut isyanına karşı gevşek bir tavır içerisinde
bulunulması da Paşa’nın siyasi kariyerini etkiliyordu.163 Nihayetinde Paşa, 9
158 ‘‘Mensubîn-i askeriyyenin siyasiyat ile men'î iştigali hakkında Askerî Ceza Kanunnamesine zeyl
kanun lâyihası’’, Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, II. Devre, 1. Sene, 23. İçtima, 18 Haziran 1328 [1
Temmuz 1912], s. 551-554; Celal Bayar, Ben de Yazdım: Milli Mücadeleye Gidiş, C.II, s. 121-123.
159 Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, C.I, s. 324.
160 Aykut Kansu, İttihadcıların Rejim ve İktidar Mücadelesi 1908-1913, s. 351-356.
161 Rıza Nur, Hürriyet ve İtilâf Nasıl Doğdu Nasıl Öldü, s. 64-65.
162 Mustafa Hayri Efendi’nin Günlükleri, s. 122.
163 Celal Bayar, Ben de Yazdım: Milli Mücadeleye Gidiş, C.II, s. 124.
44
Temmuz’da istifasını verdi. Ancak sonrasında istifa şekli ve usulünden rahatsızlık
duyduğunu, kendisinin buna alındığını ifade ederek: ‘‘Bana şu sırada böyle bir teklifin
vukuunu tasavvur etmezdim. Teessüf ederim. Bu adeta beni kovmaktır.’’ diyecekti.
Neticede istifa eden Mahmud Şevket Paşa’nın yerine Bahriye Nazırı Hurşid Paşa
vekâleten geçti.164
Cemiyet, Harbiye Nazırlığı için ilk başta Şura-yı Askerî reisi Nâzım Paşa’yı
düşünmüştü. Ancak Nâzım Paşa’nın Başkumandanlık Vekâleti ile Harbiye Nezareti’ni
birleştirme, sıkıyönetimi kaldırma, genel af ilanı, Arnavutların genel siyasete aykırı
olmayan isteklerinin kabulü gibi şartlar öne sürmesi Cemiyet’i içinden çıkılmaz zor
bir duruma sokmuştu. Harbiye Nazırlığı için ilk önce İzmir Kumandanı Müşir
Abdullah Paşa düşünülmüş olsa da kendisi hâlihazırda askeri komplonun içerisinde
bulunduğundan kabul görmedi. Daha sonraki teklif ise Mahmud Muhtar Paşa’ya
yapıldı, ancak Paşa içerik ve sayı olarak Nâzım Paşa’nın şartlarından dahi fazla olan
şartlar ileri sürdü. Bu sebeple Hükümet, yeni Harbiye Nazırı’nı yine bulamadı.165 Gazi
Ahmed Muhtar Paşa da İttihatçıları zorlayan şartlar ileri sürerek Kâmil Paşa’ya sadaret
görevinin teklifini, Talât ve Cavid dahil olmak üzere Cemiyet’e yakın ve bağlantılı hiç
kimsenin kabinede yer almamasını şart koştu. Söz konusu şartları kabul etmekte
zorlanan Said Paşa ve Hükümet, bu sefer ordunun içinde bulunduğu durumu
toparlaması ve orduyu düzene sokması için Erzincan Kumandanı Kara Osman Paşa'yı
veya eski Trablusgarp Kumandanı İbrahim Paşa'yı İstanbul’a davet etmeyi
düşünüyordu.166
Asker-siyaset ilişkisinin Osmanlı Devleti’nde girift bir halde bulunması, onun
derinlemesine incelenmesi ihtiyacının yanında aslında dört taraflı bir denge oyununun
bir tarafını teşkil ediyordu. Ordu içinde iki zıt görüş olmasına rağmen asker, siyasetin
bir unsuruydu. Bunlara sivil siyasetin başındaki unsurlar olan Heyet-i Vükela ve
Meclis-i Mebusan da katılmış bulunuyordu, bu durum dört taraflı bir siyasi dengenin
iki terazisiydi. Padişah ve İttihat ve Terakki Cemiyeti de diğer unsurlar olarak bu denge
oyununda yerlerini almış vaziyetteydi. Padişah V. Mehmed Reşad’ın pasif ve
164 Mustafa Hayri Efendi’nin Günlükleri, s. 127-129.
165 A.e., s. 131-134.
166 ‘‘The Ministerial Crisis in Turkey’’, Guardian, 15 July (Temmuz) 1912, s. 9. Bkz. Ek-12.
45
tamamen İttihatçıların kuklası bir sultan olduğu iddiası Hayri Efendi’nin
günlüklerindeki Padişah portresine ters gelen bir durum olarak yansıyordu.167
Siyasal açıdan ortaya çıkan yetke boşluğunu söz konusu dört unsur doldurmaya
çabalamakta, ancak hiçbiri tek başına bunu başaramamaktaydı. II. Abdülhamid
döneminin mutlak siyasal iktidarının Asker’in eliyle devrilmesi ona büyük bir prestijin
yanında siyasal sorumluluk da veriyordu. En azından askerlerin daha doğrusu İttihatçı
subay takımının düşüncesi bu yöndeydi. Askerler tabiatları gereği yukarıdan aşağıya
otoriter bir düzenin temsilcileri ve dayatıcılarıydılar. Siyasal açıdan yalnızca meşru bir
düzenin sürdürülüp korunması gerektiğinin bilincindeydiler. Siyasal yetkenin ise
çekişme değil düzen sağlaması gerektiğini düşünüyorlardı.168 Bu açıdan partizan
siyasete bulaşmak onlar için bir çeşit görev bilinciydi. Ancak meşru bir hükümetin
yönettiği bir ülkede siyasetten çekilerek ülkenin sadece dış tehditlerden korunması
görevini sağlayabilirlerdi. Mahmud Şevket Paşa bile askeri siyasetten meneden
tasarıyı mecliste savunurken, aslında askerin siyasallaşmasına meşruiyet
kazandırıyordu:
‘‘Fakat bir Ordu için siyâsiyyâtla iştigal etmek mâyûb bir şeydir, bir züldür. Bir Ordu,
bu zilleti irtikâb etmemelidir. Lâkin iştirak, batmak üzere olan bir milleti, münkariz olmak
üzere bulunan bir Devleti kurtarmak maksadına mâtûf olduğu için, bu, bir züll değil, bir
şereftir. Osmanlı Ordusu, bunun 'bir şeref olduğunu bilerek siyâsiyyâtla iştigal etti.’’169
Gerçekte subayların İttihatçı politikaları desteklemeleri siyasete bulaşmak değil
de gayrimeşru bir hükümete karşı yürütülmesi gereken savaşın bir misyonu olarak
sayılıyordu. İttihatçı karşıtlığı ise siyasete bulaşmak oluyordu. Bu açıdan askerin
Cemiyet’e olan desteği bir sorun teşkil etmezken, Cemiyet karşıtlığı siyasi bir anlayış
olarak kodlanmaktaydı.170. Ordu, rejimin bekçisi rolünü hiçbir zaman bırakmamaya
167 Hayri Efendi günlüklerinde Padişah’ın yeni meclisin reis seçimine müdahale etme çabasını aktarır.
Tartışmalı olmakla birlikte Padişah’ın hükümet kurmada da zaman zaman İttihatçıların önde gelen
isimleriyle anlaşmazlığa düştüğü vakidir. Mustafa Hayri Efendi’nin Günlükleri, s. 92-93.
168 M. Naim Turfan, Jön Türklerin Yükselişi: Siyaset, Askerler ve Osmanlı’nın Çöküşü, s. 223.
169 ‘‘Mensubîn-i askeriyyenin siyasiyat ile men'î iştigali hakkında Askerî Ceza Kanunnamesine zeyl
kanun lâyihası’’, Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, II. Devre, 1. Sene, 23. İçtima, 18 Haziran 1328 [1
Temmuz 1912], s. 544.
170 M. Naim Turfan, Jön Türklerin Yükselişi: Siyaset, Askerler ve Osmanlı’nın Çöküşü, s. 299.
46
taraftardı. Bu görev ilk başta Meşrutiyet’in yeniden ilanıyla kendisine verilmişti. Zira
Meşrutiyet’i ilan ettiren kendisiydi, doğal olarak bu görev yine kendisine düşüyordu.
Esasen Türk modernleşmesi temel dayanak olarak askerî reformların
güdümündeydi. Mesela askerî mühendis yetiştirilen Bahrî ve Berrî Mühendis
Mektepleri 1773 tarihinde açılmıştı. Sivil olan ise bundan ancak yüz sene sonra
1884’te açılabildi.171 Sivil reformların gelişmesi ve hayat bulması ancak askerî açıdan
güçlü bir devletin varlığında söz konusu olabilirdi. II. Mahmud’un gerçekleştirdiği
askerî reformların ardından gelen, sivil ve hukukî önemli bir dönüşümün yaratıcısı
olan Tanzimat Reform’u önemli bir göstergeydi.
Yeni Harbiye Nazırı’nın yokluğunda vekâleten görevi yürüten Hurşid Paşa’da
istifa ettiğini açıkladı. Çaresiz kalan Said Paşa, durumu açıklayan bir mektup kaleme
alarak istifa etti. Said Paşa, mektubunda orduyu disiplin altına alacak Harbiye
Nazırı’nın bulunmadığını, Bahriye Nazırı’nın istifa ettiğini ve Maliye Nezareti’nin
zaten boş bulunduğunu, özellikle savaş zamanında böylesine önemli üç nezaretin boş
kalmasının maslahata uygun olmadığını belirterek görevinden affını rica
etmekteydi.172 Said Paşa, 17 Temmuz’da hükümetinin ezici çoğunlukla güvenoyu
almasından hemen sonra istifa etmiş oldu. Paşa, birkaç gün sonra Padişah’ın ‘‘Paşa
size emniyetleri vardır; niçin istifa ettiniz?’’ sorusuna ‘‘Onların bana emniyetleri var
ama benim onlara emniyetim yoktu.’’ demişti.173
Talât Bey, ülkenin içinde bulunduğu hassas durumu göz önüne alarak zaman
kazanmak amacıyla Said Paşa’ya istifasını ertelemesini rica etti. Said Paşa, bu
durumda kendisinin ve kabinesinin istifasını Padişah’a bildirmek için bir gün daha
bekledi.174 Ancak 18 Temmuz’da ülkeyi sarsan bir başka gelişme daha vuku
buluyordu. Bir süreden beri devam eden ordu içerisindeki bölünmüşlük artık alenen
kamuoyunun gözü önünde yaşanacak bir hale gelmişti. Kendilerine Halaskâr Zabitan
(Kurtarıcı Subaylar) diyen bir grup asker, hükümeti ve meclisi hedef alan bir bildiri
yayınladı.
171 Murat Belge, Militarist Modernleşme Almanya, Japonya ve Türkiye, 3.Baskı, İstanbul, İletişim
Yayınları, 2014, s. 662.
172 Mustafa Hayri Efendi’nin Günlükleri, s. 134.
173 Ali Fuad Türkgeldi, Görüp İşittiklerim, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1949, s. 63.
174 Aykut Kansu, İttihadcıların Rejim ve İktidar Mücadelesi 1908-1913, s. 361.
47
2.3. Halâskâr Zabitan’ın Ortaya Çıkışı
Grubun kurucuları arasında birçok zabitan bulunuyordu, sivil unsurlar ise
kurucu kadroda yer almamakla birlikte hareketin içerisinde farklı rollerde kendilerine
yer bulmuşlardı. Grubun kurucuları; Erkân-ı Harp Binbaşısı Gelibolulu Kemal
Bey, Erkân-ı Harp Kolağası Kastamonulu Hilmi Bey, Yüzbaşı Kudret Bey, Süvari
Kaymakamı Recep Bey, Bahriye Binbaşı İbrahim Aşkı Bey idi.175 Gruba üye
olmamakla birlikte iş birliği yapan diğer subaylar arasında Mütekaid Yüzbaşı Tevfik,
Binbaşı Burunsuz Tevfik Hamdi, Binbaşı Rosinyol Hüsnü, Hasan Ali, Mülazım Salih,
Hüseyin Avni gibi isimler yer alıyordu. Grubun sivil üyeleri ise Ertuğrul Şakir ve
Sigortacı Kemal beylerdi.176 Gruba mensup diğer subaylar ise: Kağıthane Poligonunda
Yüzbaşı Vahid Bey, dumansız barut fabrikasında görevli Yüzbaşı Hakkı, dumansız
barut fabrikasında görevli Mülazım Vehbi Bey, Bahriye Güverte Yüzbaşısı Süleyman
Remzi Efendi, Güverte Yüzbaşıları Mustafa, İhsan, Bekir, Hasan, Basri efendilerle
Güverte Mülazımı Said Efendi ve Kaymakam Zekeriya beylerdi.177 Yüksek rütbeli
subaylardan Erkân-ı Harp Mirlivası Nazif Paşa, Mirliva Ferid Paşa, Zeki Paşa, Yaver
Paşa ve Ahmed Abuk Paşa’nın ise gruba destek verdikleri söyleniyordu.178
Gelibolulu Kemal Bey’in 1912 yılında Erkân-ı Harbiye-i Umumiye ikinci
şubede, ''tercüme ve istihbarat'' subayı olarak çalıştığı biliniyordu. Arnavutluk ve
Manastır’da patlayan olaylar ve gerilimin o sıralar Makedonya’da görev yapan Erkânı
Harp Binbaşısı Gelibolulu Kemal Bey’e cunta fikrini verdiği anlaşılıyor.
Memleketteki ve bilhassa Balkanlar’daki havanın İttihat ve Terakki aleyhine
geliştiğini sezen ve ordu içerisindeki bölünmüşlüğün de bu havaya katkıda
bulunacağını öngören Kemal Bey, bir grup beyannamesi hazırlayarak iktidarda yer
175 Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, C.I, s. 313.
176 Ali Birinci, Hürriyet ve İtilâf Fırkası…, s. 180.
177 Bu isimler Hasan Ali isimli subayın tutuklanmasından sonra askerî ceketinin cebinde bulunan bir
pusulada yer alıyordu. Hasan Ali, tutuklanmadan hemen önce tüm evraklarını yakmış, yalnız bir
seneden beri giymediği ceketinde bazı subayların isimlerinin geçtiği pusula bulunmuştu. Hasan Ali, bu
evrakın yolculuk esnasında yazıldığını ve kim tarafından verildiğini hatırlamadığını söylüyordu. Bu
isimlerin Halâskâr Zabitan Grubu’na mensup oldukları Hasan Ali tarafından itiraf edilmişti:
Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivi, DH. ŞFR. 421/69 (Trabzon Valisi Samih Rifat’tan Dâhiliye
Nezareti’ne gönderilen 5 Mart 1330 [18 Mart 1914] tarihli şifreli telgraf). Bkz. Ek-3.
178 Kenan Olgun, ‘‘Asker-Siyaset İlişkilerinde Bir Dönüm Noktası: Halaskâr Zabitan Grubu ve
Faaliyetleri’’, İlmî Araştırmalar: Dil, Edebiyat, Tarih İncelemeleri Dergisi, Sayı. 7 (2014), s. 160.
48
alan İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne karşı harekete geçmiş oldu. Yorgi Skalyeri isimli
bir Rum aracılığıyla Hürriyet ve İtilâf’ın da destekçisi olduğu bilinen Prens
Sabahaddin ile bağlantı kuran Kemal Bey, Prens tarafından maddi destek de
görmüştü.179
Grubun yazılı bildirisi 18 Temmuz günü Dâr-ı Şura-yı Askerî’ye bir mektup
aracılığıyla sunuldu. İki subayın, ‘‘mühim’’ ve ‘‘müstacel’’ ibaresiyle Mirliva Zeki
Paşa’ya sunduğu bildiri, özetle geçici hükümetin görevden alınmasını, Kâmil Paşa
sadrazamlığında bir hükümet teşkil edilmesini ve Meclis’in feshedilmesini istiyordu.
Zabitlerin getirdikleri bildiri metni, Nâzım Paşa’ya ulaştıktan sonra Paşa ve Erkân-ı
Harbiye Reisi Vekili Hadi Paşa ile I. Kolordu Kumandanı Vekili Osman Paşa bildiriyi
Padişah’a sunmak üzere saraya gitti. Hurşid Paşa’nın durum karşısında sessiz kaldığı
ve tereddüt içinde olduğu, ayrıca gereken hiçbir yasal tedbiri de almadığı dikkat
çekiyordu.180 Paşalar gizli bir anlaşma yapmışlar gibi bu duruma seyirci kalarak olayı
saraya kadar taşımış, hâlihazırda hiçbir tedbire başvurmamışlardı. Nâzım Paşa’nın
grubun koruyucusu olduğu, grup üyesi subaylarla karakollarda ve akşam yemeklerinde
bir araya geldiği İttihatçı çevrelerde dile getiriliyordu.181
Bildiriyi saraya ulaştırmak adına hem Nâzım, hem de Hurşid Paşa sarayda
Padişah’ın huzuruna kabul edildi. Halâskâr Zabitan’ın bildirisi Padişah’a sunulduktan
sonra Sultan tarafından askere hitaben bir beyanname yazıldı. Emrivaki bir durumla
karşı karşıya kalan Sultan Reşad, ordunun şikâyetlerinin Heyet-i Vükela tarafından
dikkate alınmasını, istifa etmiş bulunan ancak vekâleten görevde olan Said Paşa’dan
istirham ederek Bab-ı Âli’ye telefon açtı. Said Paşa tarafından yazılan bildiri Padişah’a
takdim edildi. Ancak bildiri yayınlanmadan önce Nâzım, Hadi ve Hurşid Paşalar
tarafından değiştirilerek isyancı zabitanın cezai durumlarına dair yazılanlar metinden
çıkarıldı.182
179 Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, C.I, s. 324.
180 Mustafa Hayri Efendi’nin Günlükleri, s. 136.
181 ‘‘The Turkish Chamber and the War Minister’’, Guardian, 5 August (Ağustos) 1912, s. 9.
182 İttihat ve Terakki Bursa mebusu Hakkı Baha’nın Celal Bayar’a gönderdiği 12 Temmuz 1328/25
Temmuz 1912 tarihli mektup: Celal Bayar, Ben de Yazdım: Milli Mücadeleye Gidiş, C.II, s. 129-130;
Mustafa Hayri Efendi’nin Günlükleri, s. 138.
49
Beyanname ‘‘Asker!’’ hitabıyla başlıyor ve askere hitaben disiplin ve itaat
vurgusu yapıyordu. Emre itaat etmeyen ve ‘‘vazife-i askeriyelerini’’ ihmal edenlerin
vatan haini olacakları vurgulanıyordu. Askerî düzenin ve askerî temelin dayandığı
esasların itaat, düzen, hilafet ve saltanat makamına tam manasıyla bağlanmak olduğu
vurgulanıyor, askerlerin siyasal düzene ilişkin meseleler ile ilgilenmeyip yalnızca
üstlerinin emirlerini dinlemeleri isteniyordu. Tevfik Paşa’nın sadaret ve ‘‘müstakil ve
icraatında her türlü tesirden uzak kimselerden’’ oluşacak kabine için Londra’dan
İstanbul’a davet edildiği açıklanıyordu.183 Beyanname o gün Harbiye Nazırı Vekili
Hurşid Paşa tarafından Hamidiye Camii’nde okundu. Ayrıca Davud Paşa ve Selimiye
kışlaları ile Bebek ve Karadeniz Boğazı’ndaki birliklerde de okundu.184
Tevfik Paşa, Padişah’ın daveti üzerine Mabeyn-i Hümayun’a bir telgraf
göndererek Sadaret için bazı şartlar öne sürdü. Meclis-i Mebusan’ın feshi, Heyet-i
Vükela’nın gizli ve açık bütün etkilerden uzak olarak yeniden kurulması, cemiyetlerin
tümden ilgası, umumi af ilanı ve sıkıyönetimin kaldırılması Tevfik Paşa tarafından öne
sürülen şartlardı.185 Durumun vahametinin farkında olan İttihatçılar Meclis-i
Mebusan’ın feshi ve İttihatçı düşmanı bir kabinenin teşkilinden çekiniyorlardı.186 Tüm
bu olan bitenler karşısında Rıza Nur ve bazı Hürriyet ve İtilâf Fırkası üyeleri dışında
muhalefet tarafından ciddi bir katılım görülmemişti.187 Bizzat Fırka’nın lideri Miralay
Sadık Bey özellikle İstanbul’daki bütün fırka şubelerine Halâskâr hareketine katiyetle
karışılmamasını açıkça ifade ediyordu.188 İttihatçı karşıtı muhalefetin adresi bu kez
siyaset değil orduydu. Ordunun siyasallaşması tehlikesine karşı Cemiyet, gerekli
tedbirleri almakta gecikmişti. Kendisini iktidara ya da iktidarı elde tutan bir pozisyona
kavuşturan güç olan ordu, bu kez kendisine karşı en mühim tehlikenin adıydı.
Tevfik Paşa’nın sadaret teklifi için şart koştuğu Meclis’in feshi Padişah
tarafından kabul görmedi.189 19 Temmuz’da Nâzım Paşa, Hadi ve Hurşid paşalar
183 ‘‘Beyanname-i Padişahi’’, Tanin, 20 Temmuz 1912, s. 1; Lütfi Simavî, Sultan Mehmed Reşad
Hân’ın ve Halefinin Sarayında Gördüklerim (Osmanlı Sarayı 1909-1919), Haz. Sevda Şakar,
İstanbul, Şehir Yayınları, 2007, s. 252-253.
184 Aykut Kansu, İttihadcıların Rejim ve İktidar Mücadelesi 1908-1913, s. 363.
185 Mustafa Hayri Efendi’nin Günlükleri, s. 137.
186 Mehmed Cavid, ‘‘Meşrutiyet Devrine Ait Cavid Bey’in Hatıraları: 138’’, Tanin, 19 Ocak 1944, s.
2.
187 Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi, Muhalefetin İflası, s. 46.
188 Rıza Nur, Hürriyet ve İtilâf Nasıl Doğdu Nasıl Öldü, s. 68.
189 ‘‘Ghazı Mukhtar Trying to Form A Cabinet’’, Guardian, 22 July (Temmuz) 1912, s. 9.
50
tarafından Padişah’a sadaret için Kâmil Paşa ısrarlı bir şekilde teklif edildi.190 Talât
Bey bunun üzerine başkâtip Halid Ziya Bey’e ‘‘Bizden sonra Kâmil Paşa’nın sadarete
gelmesi demek dâhilde harp demektir…’’diyerek iç savaşa yol açabilecek bu atamayı
engellemesini telkin ediyordu.191 Padişah, yaşanacak iç savaş tehlikesine karşı hem
ordu üzerindeki etkisi, hem de tecrübesi nedeniyle sadaret için Gazi Ahmed Muhtar
Paşa’yı uygun gördü. Bu seçimde, Said Paşa’nın Padişah’a telkinleri de etkili
olmuştu.192 Padişah’ın söz konusu tercihi iyi düşünülmüş bir hamlenin sonucu olmakla
birlikte, kendisinin tahtta kalma korkusuna da işaret ediyordu. Muhalefet cephesindeki
bazı Hürriyet ve İtilâf yanlıları ile subayların büyük bir bölümünün Sultan Murad’ın
oğlu Şehzade Mehmed Efendi’yi destekledikleri ve V. Mehmed Reşad’ın yerine tahta
geçirmek istedikleri dış basında yazılıyordu.193
2.4. İttihatçıların İktidardan Uzaklaştırılması
22 Temmuz’da kimilerinin ‘‘Büyük Kabine’’ olarak tanıdığı Heyet-i Vükela,
Gazi Ahmed Muhtar Paşa sadaretinde kuruldu. Bu tanımlamanın sebebi ise geçmişte
sadrazamlık yapmış olan üç eski devlet büyüğünün aynı anda kabinede bulunmasından
geliyordu. Avlonyalı Ferid Paşa, Kâmil Paşa ve Hüseyin Hilmi Paşa kabinede
bulunuyordu. Kabine’de, Gabriel Noradunkyan Hariciye Nazırı, Avlonyalı Ferid Paşa
Dâhiliye Nazırı, Nâzım Paşa Harbiye Nazırı, Mahmud Muhtar Paşa Bahriye Nazırı,
Said Bey Maarif Nazırı, Ziya Paşa Maliye Nazırı, Damat Şerif Paşa Nafıa Nazırı, Reşid
Paşa Ticaret ve Ziraat Nazırı, Azemzade Mehmed Paşa Evkaf Nazırı, Sabri Bey Posta
ve Telgraf Nazırı, Cemalettin Efendi Şeyhülislam ve Kâmil Paşa Şura-yı Devlet Reisi
olarak bulunuyordu.194 Kâmil Paşa, her ne kadar adı Hariciye Nezareti için geçse de
190 ‘‘Die Kries in Der Turkei’’, Pester Lloyd, 21 Juli (Temmuz) 1912, sabah baskısı, s. 5; ‘‘Die
Forderungen der Armee’’, Pester Lloyd, 21 Juli (Temmuz) 1912, sabah baskısı, s. 5; ‘‘Die Forderungen
der Offiziersdeputation’’, Neue Freie Presse, 21 Juli (Temmuz) 1912, s. 5.
191 Halid Ziya Uşaklıgil, Saray ve Ötesi, Haz. Nur Özmel Akın, 2. Baskı, İstanbul, Özgür Yayınları,
2012, s. 591.
192 Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C. II/I, s. 279.
193 ‘‘The Crisis in Turkey: Movement to Dethrone the Sultan’’, Guardian, 17 July (Temmuz) 1912, s.
7.
194 Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivi, İ. DUİT. 8/59 (Belge No:2) (9 Temmuz 1328 [22 Temmuz
1912] tarihli irade-i seniyye); ‘‘The Turkish Cabinet: A Blow to the Extremists’’, The Times, 23 July
(Temmuz) 1912, s. 5. İrade-i seniyye için bkz. Ek-4.
51
Şura-yı Devlet Reisi olarak görev aldı. Fakat kabine üzerindeki nüfuzu olacağı aşikardı
ve bu durumdan İttihatçılar doğal olarak hiç memnun değillerdi. Kabine’den memnun
olmayan sadece İttihatçılar değildi. Halâskâr Zabitan Grubu, Mahmud Muhtar
Paşa’nın Bahriye Nezareti’nin başına geçmesine tepkiliydi.195
İttihatçılar böylelikle resmen iktidardan düşmüş oldu. Heyet-i Vükela’da
kendisine muhalif pek çok ismin bulunmasına rağmen meclis halen İttihatçıların
elindeydi. Halâskâr Zabitan, çok geçmeden meclis için hareket geçti. 24 Temmuz
akşamı Meclis-i Mebusan Reisi Halil Bey ve Saray başkâtibi Halid Ziya Bey’e tehdit
içeren kırmızı mühürlü mektuplar ulaştı. Halid Ziya Bey ile ilgili Padişah üzerinde
zararlı tesirler bıraktığı yolunda suçlamalarda bulunuluyordu.196 Padişah, bunun
üzerine çok değer verdiği iki ismi Lütfü Simavî ve Halid Ziya Bey’i görevlerinden
azletmek zorunda kaldı.197
Grubun beyannamesi ise 25 Temmuz’da kamuoyuna ulaştı. Beyannamede
Osmanlı Devleti’nin içinden geçmekte olduğu zor durumdan bahsedilerek, meşrutiyet
idaresinin önceki istibdat dönemini hatırlatan politikaları vurgulanıyordu. Memleketin
içinde bulunduğu buhranın başlıca sorumlusu olarak İttihatçılar gösteriliyordu.
Subaylar arasındaki siyaset hevesinin acizliklere sebebiyet verdiği iddia edilerek İtalya
ile olan savaşta yaşananlar misal veriliyordu. Grupla ilgili önemli bir diğer konu ise
beyannamede sık sık kişisel ihtiras ve menfi düşüncelere asla müsamaha
gösterilmeyeceği yönünde yapılan ikazlardı. Halâskâr Zabitan, ülkenin içinde
bulunduğu durumun tafsilatlı bir değerlendirmesini yaptıktan sonra isteklerini
beyannamede sıralayarak; Hükümet’in değiştirilerek Avrupa nezdinde daha itibarlı bir
kabine kurulmasını, Hükümet işlerine dışarıdan hiç kimsenin müdahale etmemesini ve
seçimlerin yenilenerek dış müdahaleden uzak, âdilâne bir seçimin düzenlenmesini
istiyordu.198
195 ‘‘Die Offiziersliga gegen Mahmud Mukhtar’’, Neue Freie Presse, 23 Juli (Temmuz) 1912, sabah
baskısı, s. 4.
196 Halid Ziya Uşaklıgil, Saray ve Ötesi, s. 585.
197 Padişah üzüntüsünü şu sözlerle dile getiriyordu: ‘‘Ben Lütfü Bey’le Halid Ziya Bey’den de
hoşnuttum; fakat haklarında galeyan olduğu mülâhazasiyle tebdillerine muvafakat ettim. Onlar da
ağlayarak veda edip gittiler.’’ Aktaran: Ali Fuad Türkgeldi, Görüp İşittiklerim, s. 59.
198 ‘‘Halâskâr Zabitan Grubu Beyannamesi’’, İktihâm, 25 Temmuz 1912, s. 4-5. Bkz. Ek-2.
52
Aynı gün Meclis-i Mebusan Reisi Halil Bey’e de hayatına kastedileceğini de
içeren sert bir mektup gelmişti, mektubu sonraki gün Halil Bey mecliste okudu.
Halaskar Zabitan Grubu, Halil Bey’i Padişahın arkasından entrika çevirmekle ve vatan
için hiç de hayırlı olmaksızın yanlış hareketler yapmakla suçluyordu. Millet ile beraber
ordunun isteğinin “Fındıklı kulüp ve tiyatrosu” tabiri yakıştırılan Meclis-i Mebusan’ın
kapatılması olduğunu söylüyordu. Kırk sekiz saat içerisinde meclis feshedilmezse bu
vatani vazifeyi grubun bizzat yerine getireceği açıkça ifade ediliyordu. Meclis-i
Mebusan Reisi Halil Bey oturumda, ‘‘vazife-i vataniyyesini’’ ve ‘‘sonra da vazife-i
nizamîyye ve kanuniyyesini’’ yerine getireceğini ilan ediyordu. Oturum sert
tartışmalarla devam etti. Mebuslar orduyu münezzeh tutarak mektubu imzasız bir
şekilde yazanları sert sözlerle eleştirdi. Bazı mebuslar, Meclis-i Mebusan’ı korumak
adına canlarını feda etmeye hazır bulunduklarını söylüyorlardı. Yapılan oylamayla
Harbiye Nazırı izahat vermek üzere Meclis-i Mebusan’a davet edildi. Nâzım Paşa,
Meclis’te yaptığı açıklamada hem Halâskâr beyannamesini yayınlayanlar hem de
mektubu yazanlar hakkında gerekeni yapacağını belirterek mektubun büyük bir
ihtimalle blöften ibaret olduğunu belirtti.199
Meşrutiyet’in ilanından itibaren ortaya çıkan sorunlu yönetim aygıtı askere
siyasal fırsatlar sunmakla beraber sorunu da derinleştirmekteydi. Yönetim, ne Padişah,
ne Meclis ne de Hükümet tarafından sürdürülebilir bir nitelikten yoksundu. Halâskâr
Zabitan, bu koşulların farkında olmakla birlikte özünde bunu hazırlayan örgütün
adıydı. Grubun, ‘‘Fındıklı Tiyatrosu’’ diyerek Meclis-i Mebusan’ı aşağılaması,
beyannamesinde ön plâna çıkardığı Meşrutiyet esaslarına riayet etme fikriyle
görünürde çelişkilidir. Bu çelişkinin açıklaması en başta askerlerin doğalarına içkin
durumu düşünmemizi sağlar. Halâskâr Zabitan da dâhil olmak üzere Meşrutiyet’e
199 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, II. Devre, 1. Sene, 40. İçtima, 12 Temmuz 1328 [25 Temmuz
1912], s. 444-449. Mektubun tam metni (s.444) şöyledir: ‘‘Gerek İttihat ve Terekkî muhitinde ve gerek
Meclis-i Mebusan sahasında vatan için hiç de hayırlı olmaksızın vukua gelen bunca harekât-ı
sakîmenize zamîmeten bu defa da nezd-i Şahanede sebkeden teşebbüsat ve entrikalarınız, Grubumuzca
malûm olmakla ve bu da mûcib-i cezâ-yı azîm görülmekle beraber, pis kanlarla lekelenmek arzu
etmediğimiz için ihtara lüzum görüyoruz ki, milletle beraber Ordunun mutâlebât-ı muhikkasının en
mühimmini teşkil eden Meclis-i Hâzır-ı Mebusanın ve daha doğrusu Fındıklı Kulüp ve Tiyatrosunun
feshi husuusnda bir engel olmadığınızı ve hattâ tervîc-i matlabımız yolunda bilfiil! çalıştığınızı kırk
sekiz saatte izhar ve ispat etmezseniz, üzerimize terettüp eden vazife-i vatanîyyeyi tamamen icra
edeceğimizi ihbar ediyoruz.’’, Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, II. Devre, 1. Sene, 40. İçtima, 12
Temmuz 1328 [25 Temmuz 1912], s. 444-449.
53
giden düzen içinde Osmanlı Devleti’nde ordu, siyasal yönetim aygıtını koruyan değil
onu tanzim eden ve gerektiğinde yönetim aygıtını bütünüyle eline alan aktördü.200
Siyaset ile ordu birbirine karışmış vaziyetteydi. İttihatçı olduklarını söyleyen
bir grup subay, 27 Temmuz’da Kanun-i Esasi’yi korumak adına Meclis-i Mebusan
Reisi’ne destek telgrafı çekiyordu. Aynı vakitler Halâskâr Zabitan’a bağlı askerler
Meclis-i Mebusan’ı abluka altına almışlardı. Bazı mebuslar yine Grup tarafından tehdit
mektupları alıyordu. Gruba muhalif bazı subaylar ise Hükümet’in emriyle
tutuklanıyordu. İttihatçı subaylar Harbiye Nazırı Nâzım Paşa’ya öfkeliydi.201
Hükümet değişikliği sonrası yeni hükümetin programı 30 Temmuz’da Meclis’e
sunuldu. Program, teâmül ve usûl tartışmalarına sebebiyet verdi. İttihatçılar matbu
olarak programın basılı olmasını ve okunduktan sonra müzakere edilmesini
savunuyorlardı. Adliye Nazırı Hüseyin Hilmi Paşa ve Sadrazam Gazi Ahmed Muhtar
Paşa ise programın vakit kaybedilmeden süratle oylamaya koyulmasını istiyordu.
İsmail Hakkı Bey, programın içeriğini bilmeden oylamaya konulmasını şiddetle
eleştiren bir konuşma yaparak, Said Paşa zamanında 35. madde tartışmaları sırasında
günlerce hatta haftalarca program müzakeresi yapıldığını hatırlattı. Hüseyin Hilmi
Paşa ise tartışmanın devamında memleketin içinde bulunduğu olağanüstü durumdan
bahisle derhâl programın oylamaya konulmasını ısrarla savunuyordu. Mehmed Cavid
ve Talât Bey’in de dâhil olduğu büyük tartışmalardan sonra program oylamaya
konularak kırk dörde karşı yüz on iki oyla onay aldı.202 Oylama gerçekte tehdit altında
yapılmıştı. Meclis-i Mebusan, oylamanın yapıldığı sıralarda yüz elli askerle
çevrelenmiş durumdaydı. Dış basın, programı onaylamak suretiyle İttihatçıların intihar
ettiğini yazıyordu.203
200 M. Naim Turfan, Jön Türklerin Yükselişi: Siyaset, Askerler ve Osmanlı’nın Çöküşü, s. 488-
489.
201 Aykut Kansu, İttihadcıların Rejim ve İktidar Mücadelesi 1908-1913, s. 377-378.
202 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, II. Devre, 1. Sene, 43. İçtima, 17 Temmuz 1328 [30 Temmuz
1912], s. 533-558.
203 Aykut Kansu, İttihadcıların Rejim ve İktidar Mücadelesi 1908-1913, s. 379.
54
2.5. Meclis-i Mebusan’ın Yeniden Feshedilmesi
İlginç bir şekilde Hükümet, ilk icraat olarak Kanun-i Esasi’nin meşhur 7. ve 35.
maddelerini değiştirmek istedi. Teklife göre Padişah, seçimleri yenileme ve meclisi
feshetme hakkına koşulsuz sahip olacaktı. 7. maddeye göre ise Heyet-i Âyan ile
istişare ederek Meclis-i Mebusan’ın seçim takvimi bir sene içinde toplanmak şartıyla
fesih ve tecil hakkı yine Padişah’a ait olacaktı. İttihatçı mebuslar, Heyet-i Vükela’nın
programında herhangi bir şekilde değinilmeyen bu değişiklik teklifine sert tepki
gösterdiler.
Teklifle ilgili İttihatçılar, bu teklifin Said Paşa kabinesi zamanındakiyle aynı
olduğunu, Nizamname-i Dahili’nin 28. maddesi uyarınca aynı kanun teklifinin iki ay
geçmeden yeniden teklif edilemeyeceğini savunuyorlardı. Muhalif mebuslardan Ali
Galib Bey, teklifin aynı olmadığını, Meclis-i Âyan ile istişare şartının büsbütün yeni
olduğunu iddia ediyordu. Evkaf Nezareti Müsteşarı İsmail Hakkı Bey, hükümetin
asilere ve süngülere karşı aciz bir durumda olduğunu, kanunun bu suretle kabulünün
ise batıl olacağını ifade ediyordu. Hükümet tarafından Bahriye Nazırı Mahmud Muhtar
Paşa bu iddiaları yalanlayarak ordu adına bunu reddettiğini, hiçbir Osmanlı
hükümetinin orduya karşı aciz durumda olamayacağını, ordunun süngüsünü yalnızca
a’dâya (düşmana) doğrultacağını söylüyordu. Oturum, yeterli çoğunluğun
sağlanamaması yüzünden ertesi gün devam etmek üzere sonlandı.204
1 Ağustos’taki oturumda İzmir mebusu Pavli Karolidi Efendi, Gazi Ahmed
Muhtar Paşa’ya, Halâskâr Zabitan hareketini kastederek isyanın tesiri altında
bulunduğunu itiraf etmesi gerektiğini söylüyordu. Babanzade İsmail Hakkı ise teklifin
Kanun-i Esasi’ye aykırı olduğunu, Kanun-i Esasiye muhalif her teklifin ise
Meşrutiyet’e darbe anlamına geldiğini vurguluyordu. Görüşmeler esnasında söz alan
Adliye Nazırı Hüseyin Hilmi Paşa, söz konusu teklifin Meclis-i Mebusan’ı feshetmek
amacıyla yapılmadığını kesin bir kararlıkla ifade ediyordu. Paşa, teklifin ‘‘memleketin
terakkisi, saadeti’’ için lüzumlu olduğunu iddia ederek hiçbir tehdit veya kuvvetin
204 ‘‘Kanun-i Esasi’nin 35 ve 43’üncü Maddelerinin Meclis’çe kabul ve tasdik olunduğu veçhile
kabulüne ve 7’inci maddenin yeniden tetkik ve tadili lüzumuna dair layiha-yi kanuniye’’, Meclis-i
Mebusan Zabıt Ceridesi, II. Devre, 1. Sene, 43. İçtima, 18 Temmuz 1328 [31 Temmuz 1912], s. 573-
587.
55
tesiri altında olmadıklarını ifade etmekteydi. Gazi Ahmed Muhtar Paşa ise yaptığı
konuşmada Meclis’e hitaben ‘‘biz de sizin gibi evlad-ı vatandanız’’ diyerek teklifin
acilen müzakeresini talep etti. Yapılan tartışmalardan sonra Meclis-i Mebusan, kanun
teklifini görüşülmek üzere Kanun-i Esasi Encümeni’ne gönderdi.205 Hükümet, teklifin
Encümen’de görüşülmesini beklemeyecek, Meclis-i Âyan’da gizli bir oturumla
meclisi tatil etmeye karar verecekti.206
3 Ağustos’ta İstanbul mebusu Bedros Hallaçyan, Harbiye Nazırı Nâzım Paşa
hakkında gensoru önergesi verdi. Gensoruda; Nâzım Paşa’nın Halâskâr Zabitan
hareketine karşı hiçbir tedbir almadığı, aksine grubu koruyup kolladığı, gruba mensup
askerlerin Meclis çatısı altına alındığı, dahası Meclis içerisinde serbestçe dolaştıkları,
Manastır’da tutuklanıp İstanbul’a gönderilen isyancı askerlerin salıverildiği ve buna
benzer daha pek çok suçlama vardı. Berat mebusu Süreyya Bey’in gensorunun ‘‘ayıp
ve günah’’ olduğunu ifade eden cümleler kurması üzerine Bedros Hallaçyan ile
aralarında sert bir tartışma başladı. Süreyya Bey, kendisine sözlerini geri almasını ihtar
eden Bedros Hallaçyan’a ‘‘Sen edepsizsin, hem de namussuzsun…’’ diyerek tepki
gösterdi. Bedros Hallaçyan ise Süreyya Bey’i jurnalcilik ile suçlayarak hakkında ağır
sözler söylemekten imtina etmedi.207 Tartışmalar sürerken Harbiye Nazırı gensoru
205 ‘‘Kanun-i Esasi’nin 35 ve 43’üncü Maddelerinin Meclis’çe kabul ve tasdik olunduğu veçhile
kabulüne ve 7’inci maddenin yeniden tetkik ve tadili lüzumuna dair layiha-yi kanuniye’’ Meclis-i
Mebusan Zabıt Ceridesi, II. Devre, 1. Sene, 43. İçtima, 19 Temmuz 1328 [1 Ağustos 1912], s. 595-
607.
206 Mehmed Cavid, ‘‘Meşrutiyet Devrine Ait Cavid Bey’in Hatıraları: 141’’, Tanin, 22 Ocak 1944, s.
2.
207 Gensoru önergesinin tam metni: ‘‘Halaskar Zabitan Grubu namı altında birtakım zabitanın
nizamnameler ve beyannameler tertip ve bunların matbuat ile neşre kadar içtisar ettikleri halde, bugüne
kadar haklarında bir muamelei kanuniye icrası şöyle dursun, bilakis, kabinenin teşekkülü gecesi bu
gruba mensubiyetlerinde asla şüphe olmayan zabitanın Nazım Paşa tarafından Bab-ı Âli’ye celp ve
orada itam edildikten sonra karakollara tevzi edilmesi ve (Halaskar Zabitan Grubu) mührü ile Meclisi
Mebusanı milleti tehdit ve tahkir yollu varakayı Reisimizin hanesine tevdi eden zabit hakkında Meclisi
Mebusan huzurunda verilen teminata rağmen el'an bir muamelei kanuniye icra olunmaması ve bilakis
bu bapta vazifesini ifa edenlerin azil veya azline teşebbüs edilmesi ve öteden beri Meclisi Mebusanda
bulunan kıtai askeriyenin talim ve terbiyeden mahrum kaldığı bahanesiyle Kanunu Esasiye muhalif
olarak Meclisi Mebusan Riyasetinin muvafakati alınmaksızın tebdiline teşebbüs ve diğer taraftan Polis
Müdiri Umumiliği Vekâletine tayin olunan zabit tarafından gece Meclise gönderilen polisler marifetiyle
yine (Halaskar Grubu) zabitanından birtakımlarının Meclisi Mebusan Heyeti İdaresinin malumat ve
müsaadesi olmaksızın Meclis dahiline alınmaları ve Manastır'dan firar ettikten sonra dağlarda derdest
olunup mahfuzan İstanbul'a gönderilen zabitanın gazetelerle vaki olan tekzibine rağmen, ötede beride
ve hatla Meclisi Mebusan dahilinde gezmelerine müsaade edilmesi, ya ! cebrü tazyik veya iltizam ve
himaye tahtında cereyan i etmiş birtakım vakayii müessifeden olmakla, bu cihetlerin hemen Harbiye
Nezaretinden istizahını teklif ederiz.’’, Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, II. Devre, 1. Sene, 43.
İçtima, 21 Temmuz 1328 [3 Ağustos 1912], s. 616-617; Mustafa Hayri Efendi’nin Günlükleri, s.
148-149.
56
önergesinin perşembe gününe ertelenmesini telgrafla rica etti. Oylamaya sunulan bu
teklif, reddedildi. Harbiye Nazırı’nın Pazartesi günü Meclis’e gelerek izahat vermesine
karar verildi.208
4 Ağustos günü Hürriyet-i Ebediye Tepesi’nde toplanan dört yüz kadar subay
ve askeri öğrenci Halâskârlar aleyhine bir protesto gösteresi düzenledi. Subaylar,
ordunun onurunun korunması için Halâskâr Zabitan Grubu’na karşı yasal girişimlerde
bulunulmasını savunuyordu. Benzer toplantılar Selânik’te de yapılmıştı.209
Aynı gün İttihatçıların önde gelen isimlerinden Mehmed Cavid Bey’in ‘‘ademi
itimat beyaniyle yeni bir Kabine teşkil olununcaya kadar’’ Meclis’i tatil etmeyi
önerdiği teklif Meclis’e sunuldu. Mehmed Cavid Bey, mecliste yaptığı kararlı
konuşmasında, tehdit edilenin yalnızca Meclis-i Mebusan Reisi olmadığını, Meclis’in
kendisinin ve milletin hakkının da aynı zamanda tehdit edildiğini söylüyordu. Cavid
Bey, İttihat ve Terakki kulüplerinin ablukada olmasını, İstanbul’un her yerinde
jandarma ve süvarilerin dolaşmasını şiddetli bir biçimde eleştiriyordu. Hükümet’in
Harbiye Nazırı’nın baskısı altında olduğunu, Harbiye Nazırı’nın ise bir avuç subayın
etkisinde bulunduğunu ifade eden Cavid Bey, Padişah’ın dahi ‘‘cebrü ikrah ve tazyik
altında’’ olduğunu savunuyordu. Konuşması, zaman zaman mebuslar tarafından
‘‘Kahrolsun müstebit alçaklar!’’, ‘‘Kahrolsun cellatlar!’’ nidalarıyla kesilen Cavid
Bey, irad ettiği nutku Hükümet’e güvensizlik oyu verilip, Meclis’in tatil edilmesini
teklif ederek sonlandırdı.210 Meclis-i Mebusan Reisi Halil Bey, yapılan oylama sonucu
çıkan Hükümet’e güvensizlik kararını tebliğ için Padişah’ın huzuruna çıkmak istedi.
Başmabeynci Halid Hurşid Bey, durumdan haberdar olarak Sadrazam Gazi Ahmed
Muhtar Paşa’ya ne yapılması gerektiğini soruyordu. Gazi Ahmed Muhtar Paşa’nın
olumsuz cevap vermesiyle Halil Bey aynı günün akşamı kararı telgraf ile saraya
iletmek zorunda kaldı.211
208 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, II. Devre, 1. Sene, 43. İçtima, 21 Temmuz 1328 [3 Ağustos
1912], s. 638.
209 M. Naim Turfan, Jön Türklerin Yükselişi: Siyaset, Askerler ve Osmanlı’nın Çöküşü, s. 314.
210 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, II. Devre, 1. Sene, 43. İçtima, 23 Temmuz 1328 [5 Ağustos
1912], s. 647-655.
211 Ali Fuad Türkgeldi, Görüp İşittiklerim, s. 62.
57
Meclis’in Hükümet’i düşürmeye yönelik hamlesi aslında boşa giden bir
çabaydı. Bir gece öncesinde gizli olarak toplanan Meclis-i Âyan, bir çekimser, beş
aleyhte ve yirmi sekiz lehte oyla 35. madde değişikliğini kabul etti.212 Eski Meclis-i
Mebusan Reisi Ahmed Rıza Bey, Hareket Ordusu’nun eski kumandanı Hüseyin Hüsnü
Paşa, eski şeyhülislam Musa Kazım Efendi, Beserya Efendi ve Tilkof Efendi karara
muhalefet etmişlerdi. Mahmud Şevket Paşa oylamada çekimser kaldı.213 Sonrasında
Meclis’in yıllık toplantı süresini altı aya düşüren 43. madde değişikliği kabul edildi.
Meclis-i Âyan, son genel seçimleri geçersiz sayarak hâlihazırdaki Meclis’in aslında
1908’in devamı olduğuna hükmetti. Söz konusu kararla birlikte belirlenen süreden
fazla çalıştığı için Hükümet’e Meclis’i fesih hakkını tanımış oldu.214
İrade-i Seniyye aynı gün çıkarak Meclis-i Mebusan, fiilen ve hukuken
feshedilmiş oldu.215 Gazi Ahmed Muhtar Paşa 5 Ağustos günü, öğleden sonra Meclisi
Mebusan’a gelerek fesih kararını bir avuç mebus ve Âyan üyesine okudu. Sadrazam,
Meclis’in güvensizlik kararını tanımadığını da ifade ediyordu. Hukuken feshedilmiş
bir meclisin kararı geçersiz sayılmak zorundaydı.216
2.6. Yeni Arayışlar: İttihat ve Terakki’nin Toparlanma Çabaları
Cemiyet, iktidarı istediği zaman eline alabilecek kadar kendini güçlü
görüyordu. Ancak memleketin huzur ve sükûnetinin bozulabilecek olmasından dolayı
böyle bir girişimde bulunmayı doğru bulmuyordu.217 İttihat ve Terakki Cemiyeti hem
Meclis’i hem de Hükümet’i resmen kaybetmiş, buna karşı ise ihtilal ve benzeri
212 Meclis-i Âyan Zabıt Ceridesi, II. Devre, 1. Sene, 32. İçtima, 22 Temmuz 1328 (4 Ağustos 1912),
s. 382-383.
213 Mustafa Ragıp Esatlı, İttihat ve Terakki Tarihinde Esrar Perdesi: Yakup Cemil Niçin ve Nasıl
Öldürüldü, 2.Baskı, İstanbul, Örgün Yayınevi, 2004, s. 134-135. [bundan sonra, Mustafa Ragıp Esatlı,
İttihat ve Terakki Tarihinde Esrar Perdesi…]
214 ‘‘Âyan’da: Celse-i Tarihiye’’, Tanin, 5 Ağustos 1912, s. 1-2; ‘‘Meclis-i Mebusan’ın Feshi’,
İktihâm, 5 Ağustos 1912, s.1-2; ‘‘Fesih Hakkında’’, İktihâm, 7 Ağustos 1912, s. 2.
215 İbnülemin Mahmut Kemal İnal, Son Sadrazamlar, C.IV, 3. Baskı, İstanbul, Dergâh Yayınları, 1982,
s. 1817-1818.
216 Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, C.III, s. 114-116.
217 Mustafa Hayri Efendi’nin aktardığı şu sözler Cemiyet’in durumu hakkında önemli fikirler veriyor:
‘‘Selânik’te bulunan arkadaşların kanaatine göre Cemiyet’in mevkii emindir. Hatta bugünlerde bile
hükümeti eline almak kudretine haizdir. Fakat memlekette sükûn ve sükûneti ihlal etmeyecektir.’’, 20
Ağustos 1912 tarihli not, Mustafa Hayri Efendi’nin Günlükleri, s. 167.
58
hareketlerden ısrarla kaçınmıştı. İttihatçılar, Gazi Ahmed Muhtar Paşa kabinesini
gayrimeşru görmekte ve karşı bir kabine ve meclis teşkil etmeyi düşünmekteydiler.
Bunun için en uygun adres ise İttihat ve Terakki’nin kalesi olan Selânik’ti. Yeni
kurulacak olan karşı hükümette, Sadrazam Talât Bey, Hariciye Nazırı Mehmed Cavid
Bey, Dâhiliye Nazırı Babanzade İsmail Hakkı Bey, Maliye Nazırı ise Rahmi Bey
olarak düşünülmüştü.218
Hükümet ise kendi buhranını yaşamaktaydı. 13 Ağustos’ta Ziya Paşa, Dâhiliye
Nezaretinden istifa etti. Ziya Paşa’nın öteden beri tarafsızlık politikası güttüğü
biliniyordu. Büyük Kabine’nin günden güne İttihatçı karşıtı bir politik pozisyon
almakta olduğunu fark ettiğinden, kendisinin kabine içinde daha fazla kalamayacağını
fark etmişti.219 Ziya Paşa’nın yerine iki isim düşünülmekteydi. Birisi eski Kudüs
Mutasarrıfı ve Hürriyet ve İtilâf Fırkası kurucularından Ahmed Reşid [Rey], diğeri ise
Şura-yı Devlet’te İstinaf Mahkemesi Reisliği yapan Arnavut asıllı Ali Daniş Bey idi.
Ahmed Reşid’in adaylığını Kâmil Paşa isterken, Şeyhülislam Cemalleddin Efendi ve
Harbiye Nazırı Nâzım Paşa da destekliyordu. Ahmed Reşid ismine kesinlikle karşı
çıkan Adliye Nazırı Hüseyin Hilmi Paşa’ydı. Nezaret, önceleri Damad Şerif Paşa’ya
verildiyse de kendisi kısa sürede nazırlığı bıraktı. 22 Ağustos’ta adaylardan Ali Daniş
Bey, Dâhiliye Nezareti’ni almış oldu. Ancak bir gün öncesinde Hüseyin Hilmi Paşa,
Adliye Nezareti’nden istifa etti. Yerine Meclis-i Âyan üyelerinden Halim Bey
getirildi.220 Hüseyin Hilmi Paşa, yaptığı açıklamada istifa gerekçesi olarak kendisine
karşı yürütülen karalama kampanyasını ve ülkenin yaşamakta olduğu buhranı
gösteriyordu.221 Kabine içindeki Kâmil Paşa hizbinin desteğini alamayan Hüseyin
Hilmi Paşa 21 Ağustos günü Halâskâr Zabitan Grubu tarafından da protesto
edilmişti.222 Hüseyin Hilmi Paşa’nın Ziya Paşa gibi ılımlı bir siyasetçi olması,
İttihatçılarla uzlaşmaya yönelik girişimleri kendi siyasi hayatını etkilemişti.223
218 ‘‘Committe's Startling Project: A Counter-Government at Salonıka’’, Guardian, 9 August (Ağustos)
1912, s. 7.
219 Mustafa Ragıp Esatlı, İttihat ve Terakki Tarihinde Esrar Perdesi…, s. 139.
220 Aykut Kansu, İttihadcıların Rejim ve İktidar Mücadelesi 1908-1913, s. 370-372.
221 ‘‘Kabinede İtilâf-ı Efkâr Mevcut’’, Tanin, 22 Ağustos 1912, s. 2.
222 ‘‘Cabinet Crisis: A Minister’s Retirement’’, Guardian, 22 August (Ağustos) 1912, s. 7.
223 Mustafa Hayri Efendi’nin Günlükleri, s. 155.
59
Hükümet, İttihat ve Terakki’nin Selânik’te toplanmasından memnun değildi.
Selânik Valisi Kâzım Kadri Bey ile Jandarma Kumandanı Naki Bey görevden
uzaklaştırıldı. Aynı şekilde Aydın Valisi Celâl Bey ile Trabzon ve Konya valileri de
görevden alındı. Valilerin, seçimlerde yaşanan olumsuzluklardan sorumlu tutuldukları
açıktı. Hürriyet ve İtilâf’a bağlı siyasiler söz konusu görevden alınmalardan hoşnut
durumdaydılar.224 Meclis’in feshinden beri sıkıyönetim ilan etmiş olan Muhtar Paşa
Kabinesi, matbuata da sıkı denetimler getirmişti. Kırk gün süreyle ilan edilen
sıkıyönetim boyunca kamuya açık alanlarda konuşma yapmak, gösteri düzenlemek,
siyasi propaganda yapmak, siyasi derneklerde bir araya gelmek ve siyasi içerikli
makale yayınlamak yasaktı.225
Bu sıralarda Harbiye Nazırı Nâzım Paşa da bir tamim yayınlayarak kolordu ve
bağlı komutanlıklara iletti. 11 Ağustos günün yayımlanan tamimde ordunun, vatanın
savunması dışında herhangi bir başka işle iştigal etmemeleri salık veriliyordu.
Askerlerin asli vazifelerinin dışına çıkarak bazı gruplara meyletmeleri ve bu gruplara
mensubiyetleri eleştiriliyor ve bu yolla siyasi meselelere bulaşan veya bulaşmayı
düşünen erler uyarılıyordu.226 Bu uyarının doğrudan muhatabı Halâskâr Zabitan Grubu
gibi gözükmekle birlikte tamimde geçen ifadeler İttihatçı subaylara da ayrıca bir uyarı
niteliğindeydi.
Bu sert tedbirlerin Cemiyet’e etkisi sınırlıydı. Karşı hükümet kurma fikrinden
vazgeçtiği anlaşılan İttihat ve Terakki Cemiyeti, yaptığı açıklama ile 2 Eylül 1912
tarihinde, İstanbul’da yıllık kongresini düzenleyeceğini ilan ediyordu.227 Kongre
kararı Cemiyet’in kendisine karşı yürütülen sindirme politikasına karşı apaçık bir
meydan okuma niteliğindeydi. Kongre için Selânik ya da İzmir gibi İttihatçıların güçlü
olduğu yerler değil de başkent İstanbul’un seçilmesi bunun en belirgin göstergesiydi.
Kongre, 2 Eylül günü toplandı. İttihat ve Terakki mensubu memur ve
delegelerin hazır bulunduğu kongrede üyeler arasından Hacı Âdil Bey kongre başkanı,
Talât Bey ve Ahmed Nesimi Bey de başkan vekilleri seçildi.228 Kongrede, yeniden
224 Aykut Kansu, İttihadcıların Rejim ve İktidar Mücadelesi 1908-1913, s. 403-404.
225 ‘‘Martial Law Reimposed’’, Guardian, 6 August (Ağustos) 1912, s. 6.
226 ‘‘Harbiye Nezareti’nin Tamimi’’, İkdâm, 12 Ağustos 1912, s. 2.
227 ‘‘İttihat ve Terakki Kongresi’’, Tanin, 26 Ağustos 1912, s. 1.
228 ‘‘İttihat ve Terakki Kongresi’’, Tanin, 3 Eylül 1912, s. 1-2.
60
düzenlenecek olan seçimlere katılıp katılmama kararı etraflıca tartışıldı. Sapancalı
Hakkı Bey ve bir grup delege, meclisin hukuka aykırı olarak feshedilmesinin ardından
yeniden düzenlenecek olan seçimlere katılmayı çelişkili bir hareket olarak ifade
ediyordu. Talât Bey ise seçimlere katılmama kararının Hükümet tarafından Cemiyet
aleyhinde kullanılabileceğini düşündüğünden seçimlere iştirak etme fikrindeydi.229
Ciddi tartışmaların ardından 11 Eylül’de sona eren kongreden yeniden düzenlenecek
olan Meclis-i Mebusan seçimlerine katılmaya yönelik karar çıktı. Merkez-i Umumi
üyelerinin sayısı ise yirmi bire çıkartılmış ve Cemiyet’in Kâtib-i Umumisi olarak Said
Halim Paşa seçilmişti. Şerif Cafer Paşa, Ürgüplü Hayri Efendi, Mehmed Cavid Bey,
Talât Bey, Eyüp Sabri Bey, Ziya Bey [Gökalp], Bedros Hallaçyan, Hacı Âdil Bey,
görevden alınan Selânik Valisi Hüseyin Kâzım Kadri, Emrullah Efendi, Doktor Nazım
Bey, Abdullah Sabri Bey, Ali Münif Bey, Babanzade İsmail Hakkı Bey, eski
Şeyhülislam Musa Kâzım Efendi ve Mithat Şükrü Bey de Merkez-i Umumi
üyelerinden bazılarıydı.230
11 Eylül’de henüz İttihat ve Terakki kongresi bitmeye yakınken, Hüseyin Cahid
[Yalçın], Mehmed Cavid ve Orhan Talât bir ay ve yirmişer gün olmak üzere hapse
mahkûm edildiler. Harbiye Nazırı Nâzım Paşa’nın sıkıyönetim sebebiyle görevde olan
Divan-ı Harb-i Örfi üyelerinden birisiyle görüşmüş olduğu gazetelerde kendine yer
buldu. Bu suretle Paşa’nın karara etki ettiği söylentileri çıktı. İttihatçı gazeteler ise yine
aynı günlerde bir bir kapatılmaya başlanmıştı. Tanin, kongrenin devam ettiği günlerde
belki de gözdağı amacıyla kapatıldı. O sıralarda henüz tutuklanmamış bulunan
Mehmed Cavid Bey, Cenin adıyla gazeteyi çıkarmaya devam etti. Bu gazetenin de
kapanmasının ardından bu kez Babanzade İsmail Hakkı Bey, Senin adıyla gazeteyi
neşretti. İttihatçıların önde gelen isimlerinin tutuklanmaları, İttihatçı basının
susturulması Cemiyet’i etkisizleştirmeye yönelik çabalardı. Ancak bu gayret ters
tepmek zorunda kalacak, bilhassa yeni gazetelerle yayına devam eden İttihatçı basın
Divan-ı Harb-i Örfi kararlarını şiddetle eleştirecek ve en sonunda Hükümet, 17
Eylül’de Tanin’in kendi ismiyle çıkmasına izin vermek zorunda kalacaktı.231
229 Mustafa Ragıp Esatlı, İttihat ve Terakki Tarihinde Esrar Perdesi, s. 250-261.
230 Mustafa Hayri Efendi’nin Günlükleri, s. 184-185.
231 Aykut Kansu, İttihadcıların Rejim ve İktidar Mücadelesi 1908-1913, s. 416-417.
61
Diğer taraftan güç mücadelesi esnasında İttihatçı devlet görevlilerinin Hürriyet
ve İtilaf Fırkası mensuplarının konferanslarını engellenmeye çalıştığı da görülüyordu.
1 Ekim 1912 tarihinde Ayaş’tan Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın Ankara murahhası
Hamid Subhi Bey tarafından Hürriyet ve İtilaf Fırkası Merkez-i Umumisine çekilen
telgraf devlet içerisindeki İttihatçı kadroların etkinliğini gözler önüne seriyordu:
“Kapalı mahaldeki konferansıma Ayaş Kaymakamı mani oluyor. Esasen
İttihatçı olan kaymakamın tarafgirliğini isbata lüzum yok. Teşebbüsatta bulunup
intihabatın bu gibi ellerden tahlisi cevab.”
Hürriyet ve İtilaf Genel Merkezi, kendisine gelen bu şikâyet telgrafını Dâhiliye
Nezareti’ne sitemkâr bir dille ileterek durumun hızla düzeltilmesini talep etti:
Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın Ankara murahhası Hamid Subhi Bey’den varid
olub bir sureti balaya ihrac olunan telgrafname meali hukuk-ı mukaddese-i milliyenin
elan duçar-ı eyadi-i tecavüz olmakta bulunduğunu gösterir. Calib-i dikkat ve
ehemmiyet bir vesika olduğundan mukteza-yı kanunisinin sürat-i icrası hususuna
müsaade-i celile-i nezaretpenahileri ehemmiyetle istirham olunur. Olbabda 232
Dâhiliye Nezareti’nin şikâyeti ilettiği Ankara Vilayetinden gelen 6 Ekim 1912
tarihli cevap ise anlamlıydı. Valilik, söz konusu iddiaları reddederek, Ayaş
kaymakamının sadece valiliği bilgilendirdiğini ve konferansın yapılmasına herhangi
bir yasal engel olmadığını açıklamıştı:
“Hakikat-i hal kanun-i mahsusunda sarahat bulunmamak mülabesesiyle
kapalı yerlerde ve kulüb ittihaz olunan mahallerde umuma mahsus içtimalar ve
konferanslar icra ve itası memnu olup olmadığında hasıl olan tereddüde binaen Ayaş
Kaymakamlığınca vilayetten istizah-ı keyfiyyet edilmesinden ibaret olub vilayetçe
mani-i kanuni olmadığına verilen cevab üzerine icabı ifa edilmiş olduğu maruzdur.
(Ankara) Vali Vekili Naib Halim”233
232 Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivi, DH. SYS. 53/52 (Ayaş’tan Hürriyet ve İtilaf Fırkası Merkezi
Umumisine Varid Olan 18 Eylül 1328[1 Ekim 1912] tarihli telgraf sureti ve Hürriyet ve İtilaf Fırkası
Merkez-i Umumisi’nden Dâhiliye Nezareti’ne 19 Eylül 1328 [2 Ekim 1912] tarihli telgraf [Belge No:2];
Dâhiliye Nezareti’nden Ankara Vilayetine 22 Eylül 1328 [5 Ekim 1912] tarihli telgraf [Belge No:1]).
233 Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivi, DH. SYS. 53/52 (Ankara Vilayeti’nden Dâhiliye Nezareti’ne
gönderilen 23 Eylül 1328 [6 Ekim 1912] tarihli cevabî telgraf [Belge No:3]).
62
Hem Hürriyet ve İtilafçıların başında olduğu Hükümet, hem de İttihat ve
Terakki Cemiyeti, güçlerini toplamaya ve vermiş olduğu siyasi mücadelede öne
geçmeye çabalıyordu. 1912 Mayıs’ından beri önce Arnavutluk’ta yaşanan isyan ile
başlayan süreç, Temmuz ortasında İttihatçı hükümetin istifasıyla sürmüştü. Hükümet
bunalımının yaşandığı günlerde ordu içinde İttihatçı karşıtı bir yapılanmanın olduğu,
dahası bu örgütün önde gelen İttihatçı isimlere ve Meclis-i Mebusan’ın kendisine
tehditler savurduğu ortaya çıkmıştı. Askeri cunta ve yeni kurulan kabinenin çabalarıyla
Meclis feshedilmiş, ardından seçimlerin hemen yenileneceği açıklanmıştı. İçeride
Kâmil Paşa ve Nâzım Paşa’nın, dışarıda da Halâskâr Zabitan Grubu’nun baskısı ve
etkisi altında bulunan Gazi Ahmed Muhtar Paşa Kabinesi, kaygan bir zeminde siyasi
hayatına devam ediyordu. Paşa’yı en çok zorlayan Arnavutluk meselesi ve İttihatçıları
tümden ezmeye hevesli siyasi iş birlikçileriydi. Arnavutluk konusunda genel affı da
içeren tavizler234 veren Hükümet, kendi içerisindeki buhranları çözememekteydi.
Nazırların istifaları ve bitmek bilmeyen siyasi entrikalarla zayıflayan Muhtar Paşa
Kabinesi, İttihat ve Terakki’nin de yeniden güçlenmesiyle çökmeye yüz tutmuştu.
Hükümet, o denli aciz durumdaydı ki Sadrazam Gazi Ahmed Muhtar Paşa, İttihatçı
memurların büyükelçiliklere yollanan emirleri kasten geciktirmesinden
şikâyetçiydi.235
234 Mustafa Ragıp Esatlı, İttihat ve Terakki Tarihinde Esrar Perdesi, s. 142.
235 Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C. II/I, s. 302-303.
63
III. Bölüm: İktidarın El Değiştirmesi: Bab-ı Âli Baskını’na Giden Yol
3.1. Balkan Savaşları
3.1.1. Savaş Öncesi
Balkan Devletleri bir süredir teyakkuz halindeydi. İstanbul yönetiminin
Arnavutluk İsyanı sırasında ve Trablusgarp Savaşı’nda gösterdiği acizlik Makedonya
ve Rumeli’deki diğer Osmanlı topraklarına olan Slav iştahını arttırmıştı. 1912
Mart’ından beri dört büyük Balkan devleti ittifak arayışındaydı. İttifak haberleri
Avrupa basınında aylar öncesinde kendine yer bulmasına rağmen Bab-ı Âli bu duruma
kayıtsız kalmıştı.236
30 Eylül günü Bulgaristan, Sırbistan ve Yunanistan askeri seferberlik ilan
etti.237 Bir gün sonra, 1 Ekim’de Osmanlı silahlı kuvvetleri de seferberlik haline geçti.
Sultan’ın savaş dönemlerindeki temsilciliğini üstlenen Başkumandanlık Vekâleti
makamına Harbiye Nazırı Nâzım Paşa getirildi.238
Askerî yetkililer, çıkacak olan bir savaşta en iyi düzenin savunma olduğu
fikrindeydi. Hükümete, 29 Eylül tarihinde Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Dairesi
tarafından sunulan rapor, askeri zayıflığı açıkça vurguluyordu.239 Kolordular
seferberlik durumuna geçmelerine rağmen ikmal hatlarındaki yavaşlık yüzünden pek
çoğu seferberliğini tamamlayamamış durumdaydı. İaşe, başlıca problem olarak öne
çıkmaktaydı. Ordunun levazımından sorumlu yüksek rütbeli subay savaş sırasında
görevden uzaklaştırılmıştı. Aynı subay daha sonra ordunun ikmaliyle ilgili olarak daha
önceden yapılmış olan plâna el sürülmediğini iddia etmekteydi.240 Henüz tam teçhizat
ve sayı ile savaş bölgesine intikal etmemiş birlikler olmasına rağmen iaşenin tedarik
236 Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C. II/I, s. 273-274.
237 ‘‘On the Verge of War: Three Balkan States Mobilising’’, Guardian, 1 October (Ekim) 1912, s. 7.
238 Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivi, İrade (İ.) Harbiye (HB.) 123/9 (18 Eylül 1328 [1 Ekim 1912]
tarihli irade-i seniyye).
239 M. Naim Turfan, Jön Türklerin Yükselişi: Siyaset, Askerler ve Osmanlı’nın Çöküşü, s. 324.
240 Hüseyin Cahid Yalçın, Talât Paşa, Haz. Göktürk Ömer Çakır, 2. Baskı, İstanbul, Ötüken Yayınları,
2018, s. 67.
64
edilmesi güç bir haldeydi. Bulgarlara karşı oluşturulan Doğu Ordusunun kumandanı
Korgeneral Abdullah [Kölemen] Paşa, 18 Ekim’de Başkomutanlık Vekâleti’ne
gönderdiği telgrafta bir haftalık yiyeceğin kaldığından şikâyet ediyordu.241 Osmanlı
silahlı kuvvetleriyle aynı zaman aralığında seferberliğe başlayan ve silahlı çatışmaların
başladığı 18 Ekim’e kadar seferberliklerini tamamlayan Sırbistan, Karadağ,
Yunanistan ve Bulgaristan için ise söz konusu seferberlik güçlü bir taarruz harekâtı
için yeterli hale gelmişti.242
Ordunun hazırlıksızlığı Hükümet’i şaşkınlığa uğratmıştı. Durum hakkındaki en
gerçekçi çıkarım Şeyhülislam Cemaleddin Efendi tarafından yapıldı. Cemaleddin
Efendi, ordunun partizan siyasete bulaşmakla askerlik kurumunun özü olan ast-üst
ilişkisinin zedelendiğini ifade ediyordu.243 Aynı çıkarım, Vardar Kolordusu
Kumandanı Birinci Ferik Zeki Paşa tarafından da ifade edilmekteydi. Zeki Paşa, emirkomuta
zincirindeki eksiklerin, subayların görevlerine karşı lakayt kalmalarının,
askerlik mesleği dışındaki uğraşların ordunun savaşma kapasitesi üzerindeki olumsuz
etkisinden bahsediyordu.244 İstanbul Şehremini Operatör Cemil Paşa ise ordunun savaş
gücüyle ilgili kuşkuluydu:
‘‘Biz harp edecek halde değiliz; evvelki sene Seyidlerle yapılan manevrada askerin
hâlini gördüm; bu askerle harb olmaz. Zât-ı şâhâneye söyleyin, muharebenin önünü
alsınlar.’’245
Doğu Ordusu Kumandanı Abdullah Paşa da savaşı önleme taraftarıydı.
Padişah’ın doğum günü sebebiyle yapmış olduğu saray ziyareti esnasında doğrudan
Sultan Reşad’a ordunun içinde bulunduğu içler acısı hali bildirmişti.246 Abdullah Paşa
241 Abdullah Paşa’nın Balkan Savaşı Hatıratı ve Mahmud Muhtar Paşa’nın Cevabı, Ed. Hülya
Toker, Sema Demirtaş, Mustafa Toker, İstanbul, Alfa Yayınları, 2012, s. 102-103. [bundan sonra,
Abdullah Paşa’nın Balkan Savaşı Hatıratı…]
242 Ernst Christian Helmreich, The Diplomacy of the Balkan Wars, Cambridge, Harvard University
Press, 1938, s. 161.
243 Cemaleddin Efendi, Şeyhülislam Merhum Cemaleddin Efendi Hazretlerinin Hâtırat-ı
Siyasîyesi: 1330 Senesinde Mısır’da Tahrir Eylemişlerdir, İstanbul, M. Huvagımiyan Matbaası,
1336, s. 43. [bundan sonra, Cemaleddin Efendi, Hâtırat-ı Siyasîye]
244 Birinci Ferik Zeki, 1912 Balkan Harbi’ne Aid Hâtıratım, İstanbul, Matbaa-ı Askeriye, 1337, s. 36.
245 Ali Fuad Türkgeldi, Görüp İşittiklerim, s. 66.
246 Abdullah Paşa’nın Balkan Savaşı Hatıratı…, s. 24.
65
henüz savaş başlamadan yaptığı bu serzenişe, dahası karamsar ve olumsuz düşünüş
tarzına rağmen ilginç bir şekilde Doğu Ordusu Kumandanlığı’na atandı.
Ordunun başlıca sorunu hazırlıksızlıktı, bunu eksik teçhizat, iaşe ve ikmal
sorunu takip ediyordu. Subay sınıfının taktik bilgisi ve kolordular arası iletişim
eksikliği de bir başka büyük sorundu. Stratejik harekât plânlarının yoksunluğu da söz
konusu savaşta ordunun savaşma becerisini etkileyen önemli bir etmendi.
Başkumandan Vekili Nâzım Paşa başta olmak üzere orduda harekât plânının nasıl
olması gerektiğini bilen yoktu.247 Bir diğer başlıca eksiklik ordunun nitelikli askerî
gücüydü. Savaş sırasında toplamda 12.024 subay birliklerde görev yapıyordu. Zabit
kadrosunun yüzde kırk beşlik kısmı boş kalmıştı.248
Siyasi çalkantılarla sarsılan İstanbul, seferberlik ilanlarıyla ve öncesinde verilen
notalarla bir anda sarsılmıştı. Osmanlı silahlı güçlerinin seferberlik ilan ettiği 1 Ekim
günü Sırp, Karadağ, Yunan ve Bulgar hükümetleri, Bab-ı Âli’ye üç günlük süre
zarfında Arnavutluk, Makedonya ve Girit’e özerklik verilmesini isteyen ortak bir nota
verdi. İttihat ve Terakki Cemiyeti, söz konusu notaya karşı çıktığını ve Balkan
devletleriyle çıkacak olan bir savaşa destek vereceğini kamuoyuna duyurdu. 4 Ekim
Cuma günü büyük bir protesto gösterisi düzenleyeceğini ayrıca ilan etti. Yirmi bin
kişinin katıldığı ‘‘Harb Mitingi’’, Sultanahmed Meydanı’nda yapıldı. Cemiyet’in
Merkez-i Umumi üyelerinden önde gelen isimler yaptıkları heyecanlı konuşmalarla
halkı galeyana getirmekteydi. Merkez-i Umumi üyesi Talât Paşa, Ömer Naci,
Emmanuel Emmanuelidis, Ubeydullah [Efendi] ayrıca İstanbul Barosu’ndan
Celaleddin Arif Bey, Meclis-i Ayan üyesi Beserya Efendi ve Yusuf [Akçura] mitinge
katılan önemli isimlerdendi.249 Söz konusu gösteri yalnız İttihatçı basının değil, İkdâm
gibi İtilâf Fırkası yanlısı basının da dikkatini çekmişti. 6 Ekim’de yayınlanan birinci
sayfa yazısında İkdâm, büyük mitinge yaptığı atıfla tüm Osmanlıları ‘‘vazife başına’’
çağırıyordu.250
247 Nâzım Paşa’nın harekât plânına dair soruya verdiği cevap bu konu hakkında bir fikir verebilir. Paşa,
soruya karşılık: ‘‘Mahmud Şevket Paşa zamanında birtakım plânlar yapılmış, getirtip tetkik edeceğim’’
der. Ali Fuad Türkgeldi, Görüp İşittiklerim, s. 68.
248 Adem Ölmez, Modern Osmanlı Ordusunda Alaylılar ve Mektepliler (1826-1918), s. 267.
249 Aykut Kansu, İttihadcıların Rejim ve İktidar Mücadelesi 1908-1913, s. 421.
250 ‘‘Vazife Başına’’, İkdâm, 6 Teşrin-i Evvel (Ekim) 1912, s. 1.
66
6 Ekim günü Kâmil Paşa ile Gabriel Noradunkyan İngiliz Büyükelçiliği’ne
giderek Sir Gerard Lowther ile iki ayrı görüşmede bulundu. Aynı gün İngiltere
Dışişleri Bakanı’nın Fransız ve Rus meslektaşlarıyla bir araya geldiği öğrenildi.251
Yapılan görüşmeler İttihatçı çevrelerde şiddetle eleştirildi. Fransız ve Rus
Büyükelçileri, İttihatçılar tarafından sert bir biçimde protesto edildi.252
7 Ekim günü İttihatçılar tarafından bir başka gösteri düzenlendi. Doktor Nazım,
Aka Gündüz gibi İttihatçı liderlerinin ve Dârülfünûn’dan iki yüz kadar öğrencinin
iştirak ettiği gösterilerde Hükümet aleyhinde sloganlar atıldı. Balkanlarda yapılacak
reforma karşı çıkan topluluk, Gazi Ahmed Muhtar Paşa’dan bir açıklama yapmasını
talep etmekteydi. Sadrazam, kalabalığa karşı yaptığı açıklamada Hükümet’in
kesinlikle Balkan devletlerine taviz vermeyeceğini ısrarla vurguluyordu.253
Hükümet, bu gösteriler ve protestolara karşı 8 Ekim’de bir bildiri yayınladı.
Bildiride özetle Balkan İttifakı’nın isteği olan Arnavutluk ve Makedonya ıslahatları
ele alınarak henüz kesin bir reformun yapılmadığı, yapılacak olan reformun Kanun-i
Esasi’ye uygun bir biçimde gerçekleştirileceği vurgulandı.254 Protestoları bertaraf
etmek isteyen Hükümet, gerçekte İttihatçıların kışkırtmalarının önünü almak istiyordu.
Hükümet, Tanin gazetesinin protesto gösterilerini yazmasını gerekçe göstererek
yayımlanmasını askıya aldı. Bunun üzerine gazete, yayın hayatına Cenin adıyla devam
etti.255
İstanbul’da protesto gösterileri devam ederken savaş kapıya dayanmaktaydı. 8
Ekim’de Karadağ Büyükelçisi Bab-ı Âli’ye sınır çatışmalarını gerekçe göstererek
Karadağ’ın Osmanlı Devleti’ne savaş ilan ettiğini bildirdi.256 15 Ekim’de Osmanlı
Devleti, Bulgaristan, Yunanistan ve Sırbistan ile diplomatik ilişkileri kesti. 17 Ekim’de
251 ‘‘Kiamil Pasha Working for Peace: Interviews with the Ambassador’’, Guardian, 7 October (Ekim)
1912, s. 9.
252 Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C. II/I, s. 409.
253 ‘‘Osmanlı Dârülfünûn’u ve Dünkü Nümayiş’’, Tanin, 8 Teşrin-i Evvel (Ekim) 1912, s. 3.
254 Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C. II/I, s. 410.
255 Aykut Kansu, İttihadcıların Rejim ve İktidar Mücadelesi 1908-1913, s. 425.
256 Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C. II/I, s. 413.
67
Bulgaristan ve Sırbistan’a savaş ilan etti.257 18 Ekim günü ise Yunanistan ve
Bulgaristan, İstanbul’a bildirdikleri notayla savaş ilanında bulundu.258
3.1.2. Savaş ve Sonrası
Savaşın başında Osmanlı ordusu, Doğu ve Batı orduları olarak iki ayrı gruba
bölünmüştü. Doğu Ordusu’nu Abdullah [Kölemen] Paşa, Batı Ordusu’nu ise Ali Rıza
Paşa kumanda etmekteydi. Doğu Ordusu Bulgaristan’a karşı dört kolordudan
mürettepti. Batı Ordusu ise merkezi Selânik olmak üzere üç bağımsız gruba
ayrılmıştı.259 Ancak beş numaralı seferberlik plânına göre ordunun mevcudu
beklenenin hayli altındaydı.260
Doğu Ordusu, Bulgaristan’a karşı Ekim ayının başından beri seferberlikteydi.
Seferberlik ve hattın nerede teşkil edilmesi gerektiği konusunda Harbiye Nezareti ile
Abdullah Paşa arasında görüş ayrılığı mevcuttu. Abdullah Paşa, Ergene hattı üzerinde
orduyu toplamak isterken, Nâzım Paşa daha ileri bir hat olan Kırkkilise [Kırklareli]-
Hasköy arasında ısrarcıydı.261 Savaş boyunca gerek taarruz konusunda, gerekse lojistik
ve harekât plânı hakkında söz konusu görüş ayrılığı devam edecekti.
257 ‘‘Decision of Turkish Government: Diplomatic Relations Broken’’, The Times, 16 October (Ekim)
1912, s. 6; ‘‘Turkey Declares War Against Bulgaria and Serbia’’, Guardian, 18 October (Ekim) 1912,
s. 9.
258 ‘‘The Formal Opening of War: Text of the Declaration’’, The Times, 19 October (Ekim) 1912, s. 5.
259 Birinci grup: Tamamı rediflerden kurulu üç kolordudan oluşmak üzere Sırp-Bulgar sınırı olan
Üsküp-İştip hattındaydı. İkinci grup bir nizamiye ve iki redif tümeni olmak üzere İşkodra merkezliydi.
Üçüncü grup, Yanya ve Teselya’da, her biri iki nizamiye ve bir redif tümeninden oluşturulmuştu.
Gustav von Hochwächter, Balkan Savaşı Günlüğü Türklerle Cephede, çev. Sumru Toydemir, 4.
Baskı, İstanbul, İş Bankası Kültür Yayınları, 2015, s. 7.
260 Osmanlı Devleti’nin beş numaralı seferberlik plânına göre ordunun toplam mevcudunun 812.663
olması gerekiyordu. Ancak 22 Ekim’e gelindiğinde Doğu Ordusu 115.000, Batı Ordusu 175.000
askerden ibaretti. Plânlanın yarısı kadar bile bir askerî mevcut toplanamamıştı. Aynı günlerde
Osmanlı’ya karşı savaşan dört devletin ise toplam askeri gücü 482.000 kişiyi buluyordu. Reşat Hallı,
Balkan Harbi (1912-1913), C.I, Ankara, Genelkurmay Basımevi, 1970, s. 132-133.
261 12 Ekim tarihinde Başkumadanlık Vekâleti’nden gönderilen cevabî yazıda Nâzım Paşa, kolorduların
detaylı bir yerleşme plânını emir verirken kurulacak olan hattı Edirne’yi de savunmak amacını
gözeterek, Kırkkilise-Hasköy arasını sıklet merkezi Kırkkilise olmak üzere tertiplemişti. Abdullah Paşa,
hatıratında bu emre karşı düşüncelerini şu şekilde aktarıyordu: ‘‘Seferberliğin dördüncü günü toplanma
mıntıkasının Ergene hattına alınması hakkındaki kararımızın gerekçesi şuydu: Nakliyatın istenildiği
gibi olmamasından ve sefer plânındaki mürettep birliklerin kararlaştırılan zamana göre büyük
gecikmeler olmasından veya asla harekât bölgesine gelememesi yüzünden, Doğu Ordusu istenildiği
şekilde teşkil edilemeyecekti. Bu durumda Kırklareli-Hasköy hattında üstün düşman kuvvetleriyle
68
Seferberliğini tamamlayamayan Osmanlı Devleti, savaşın başından itibaren
taarruza zorlanıyordu. Bu koşullar altında, yetersiz subayların ve kötü hava
koşullarının etkisiyle 20-21 Ekim’de Kırkkilise’de Bulgarlara karşı bozguna uğrayan
ordu, ricat hareketiyle Lüleburgaz-Vize hattına çekilmek mecburiyetinde kaldı. 29
Ekim’de bu sefer Lüleburgaz’a on sekiz kilometre uzaklıktaki Karaağaç’ta Doğu
Ordusu’na bağlı II. Kolordu yenilgiye uğradı.262 Bulgar ordusunun sistemli ve
istikrarlı takibi olmamasından dolayı Türk ordusu çevrilmekten ve imha olmaktan
kurtuldu. Aynı gün Edirne’ye kuşatma harekâtında bulunan Sırp destekli Bulgar
ordusu bir haftalık kuşatmanın ardından ağır kayıplar vererek çekilmek durumunda
kaldı. Tekfurdağı [Tekirdağ] ise Bulgar hücumuna 10 Kasım’a kadar dayanabildi.263
Batı cephesinde ise durum en az Doğu’daki kadar vahim bir haldeydi. 30
Ekim’de Sırp ordusu, Prizren’e girdi. 31 Ekim’de İpek ve iki gün sonrasında Yakova,
Karadağlıların eline geçti. Kumanova’da yenilen Osmanlı kuvvetleri Manastır’a doğru
çekildi. Yunanlıların Selânik üzerine ilerleyişleri sürerken diğer taraftan Yunan
donanması da Taşoz ve Semadirek adalarını ele geçirdi.264
Art arda alınan yenilgiler ordunun moralini alt üst etmişti. Mahmud Muhtar
Paşa’nın mahiyetinde, Bulgarlara karşı oluşturulan III. Kolordu’da kurmay subay
olarak görevli Gustav von Hochwächter, ordunun manevi kuvvetinin tükenmişliğini
henüz savaşın başlarında açıklamaktaydı:
‘‘Herkesin morali, hava koşullarından, kötü giyecekten, özellikle berbat
ayakkabılardan ve günlerden beri süregelen açlıktan dolayı çökmüş durumda…Redifler tekrar
geri kaçmaya başladı. 11’de kumandan topçuların bir kısmını sağ kanadımız gerisindeki
tepede bulunan korunaklı mevziye yerleştirdi. Vakit daraldı. Kimsede dayanma gücü kalmadı.
Ne kadar yazık!’’265
savaşmak tehlikeli bir durum ortaya çıkarırdı. Hâlbuki Genel Karargâhtan gelen cevabî emir,
değerlendirmelerimize asla önem verilmediğini pekâlâ anlatıyordu. Sefer plânının tavsiye ettiği ihtiyatı
da unutarak toplanma hattının daha ileriye sürülmesini bile öneriyordu. Bu direktifin bazı maddeleri
saldırgan olduğu gibi bazı maddeleri de varsayım ve hayallere dayalıydı. Abdullah Paşa’nın Balkan
Savaşı Hatıratı…, s. 70-74.
262 Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, 3. Baskı, C. II/II, Ankara, Türk Tarih Kurumu
Basımevi, 1991, s. 39.
263 Aykut Kansu, İttihadcıların Rejim ve İktidar Mücadelesi 1908-1913, s. 434.
264 Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C. II/II, s. 54.
265 Gustav von Hochwächter, Balkan Savaşı Günlüğü Türklerle Cephede, s. 24-25.
69
Aynı vurguyu savaşa zabit olarak katılan ve sonrasında esir düşen Ömer
Seyfettin de yapıyordu:
‘‘Cephaneler siperlerin içinde yerde kaldı. Herkes şaşırmış. Hâl ve mevki o kadar
tahammül olunmaz derecede ki…Şimdi Otuz Sekizinci Alay’dan Şevket Efendi isminde bir
yüzbaşının intihar ettiğini haber aldık. Hemen herkes intihar etmek istiyor.’’266
Moral üstünlüğünü kaybeden ordunun ‘‘kuvve-i maneviyesi’’ni sağlamak
adına bizzat Sultan Reşad devreye girdi. Henüz büyük çarpışmaların sürdüğü ve
ordunun manevi kuvvetinin yavaş yavaş tükendiği sırada Sultan Reşad, Başkumandan
Vekili Nâzım Paşa’ya gönderdiği fermanda Osmanlı ordusunun geçmiş başarılarını
vurguluyordu. Sultan, ordudan tüm dünyaya ne kadar kahraman olduklarını bir kez
daha ispat edecek sebat ve metaneti göstermelerini bekliyordu:
‘‘Devletimizin şu anda bulunduğu halin derece-i ehemmiyeti malumunuzdur. Osmanlı
Devleti’nin altı yüz senelik şan ve şerefinin ve vatan-ı mukaddesimizin muhafazası için
ordumuzun şecaat ve hamiyetine mevdu’ ve bütün enzar-ı cihan ordumuza matuftur.
Binaenaleyh ordumuzun kuvve-i maneviyesini takviye ile intizamını temine bütün
mevcudiyetinizle sarf-ı mesai edeceğinizi ümid eyler ve bilumum erkan ve ümera ve zabitan ve
efrad-ı askeriyemizin dahi nusret-i hamidaniye istinaden şanlı ecdadımızın kahraman evladı
olduklarını nazar-ı alemde bir kere daha isbat edecek surette şecaat ve besalet ve meydan-ı
muharebede sebat ve metanet göstermelerini hamiyet-i vatanperveranelerinden intizar
ederim.’’267
Ordunun moralsizliği, şüphesiz yenilgi ve savaş alanında yaşanan sefalet ve
açlıktan kaynaklıydı. Tüm bunların üzerine subay takımının kabiliyetsizliği ve komuta
kademesinde yaşanan anlaşmazlıklar eklenmişti. 1912’nin yaz aylarında yaşanan
iktidar değişimi, ordunun subay yapısını da etkilemiş, İttihatçılara yakın subaylar
yüksek komuta kademesinden bir bir tasfiye edilmişti. II. Meşrutiyet sonrası Erkân-ı
Harbiye-i Umumiye Riyaseti’ne atanmış Mareşal Ahmed İzzet [Furgaç] Paşa’nın
266 Ömer Seyfettin, Balkan Harbi Hatıraları, Haz. Tahsin Yıldırım, 3. Baskı, DBY Yayınları, İstanbul,
2016, s. 131.
267 Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivi, BEO. 4140/310487 (Sadaret’ten Başkumandan Vekili’ne
gönderilen 15 Teşrin-i Evvel 1328 [28 Ekim 1912] tarihli telgraf). [vurgular bana ait] (bkz. Ek-8.)
70
görevden azli sonrası Von der Goltz ile müşterek olarak hazırladığı savaş plânları ise
rafa kaldırılmıştı.268
3.1.3. Kâmil Paşa’nın Sadareti
28-29 Ekim günlerinde, Lüleburgaz’da çarpışmalar sürerken İstanbul’da
önemli siyasi gelişmeler yaşanıyordu. 29 Ekim akşamı, sadaret görevini, Gazi Ahmed
Muhtar Paşa’dan devralan Kâmil Paşa olmuştu. Bu değişikliği Gazi Ahmed Muhtar
Paşa’nın ısrarla istediği söyleniyordu.269 Kâmil Paşa’nın sadaretinde Dâhiliye
Nezareti’ne ateşli bir Cemiyet muhalifi olan Ahmed Reşid Bey, geçmişti. Harbiye
Nazırı Nâzım Paşa ile Hariciye Nazırı Gabriel Noradunkyan ise kabinedeki
koltuklarını korumuşlardı.270 Kâmil Paşa’nın sadarete geçmesini isteyen yalnızca Gazi
Ahmed Muhtar değildi. Sarayın veliahtlarından Vahdettin Efendi ile Mecit Efendi’nin
de Sultan Reşad’a ısrarlı telkinlerde bulunduğu, memleketi mahvolmaktan ancak
Kâmil Paşa’nın kurtarabileceği fikrini Padişah’a kabul ettirdikleri anlaşılıyordu.271
İttihatçı karşıtı muhalefetin de Kâmil Paşa’nın sadaretiyle ilgili ümitler beslediği
görülmekteydi.272
Kâmil Paşa, seksenli yaşlarında, tecrübeli ve İngiliz yanlısı bir siyasiydi. Tüm
bunlardan öte İttihatçı karşıtlığıyla biliniyordu. Seneler içerisinde Cemiyet ile pek çok
kez karşı karşıya gelmiş, hatta Cemiyet, 1912 yazında Kâmil Paşa’nın sadarete
geçmesi fikrini iç savaşa kadar varan tehditlerle savuşturmuştu. Kâmil Paşa, bunun
yanında ne siyasi tabanı ne bürokratik desteği olan, arkasında yalnızca İngiliz elçisinin
ikiyüzlü desteğinden başka dayanacak gücü kalmamış bir sadrazamdı. Hâlihazırda
Cemiyet’in ve hatta İtilâf Fırkası’nın desteğinden mahrum olduğunu biliyordu. Bu
268 Aykut Kansu, İttihadcıların Rejim ve İktidar Mücadelesi 1908-1913, s. 432.
269 Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C. II/II, s. 36.
270 Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivi, İ. DUİT. 8/72 (17 Teşrin-i Evvel 1328 [30 Ekim 1912] tarihli
irade-i seniyye).
271 Mustafa Hayri Efendi’nin Günlükleri, s. 269-270.
272 Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi, Muhalefetin İflası, s. 56.
71
sebepten sadarete geçişinin hemen ardından genel seçimlerin belirsiz bir tarihe kadar
ertelendiğini duyurdu.273
Hükümet değişikliğinin olduğu sıralarda Osmanlı ordusu, Lüleburgaz
mağlubiyetinin ardından son savunma hattı olan Çatalca’ya çekiliyordu. Çatalca,
İstanbul’a altmış beş kilometre uzaklıktaki ormanlık ve engebeli bir bölgeydi. Savaşın
başından beri çok mühimmat kaybettiği bilinen Doğu Ordusu’nun ne derece
mukavemet göstereceği kestirilemiyordu. Nâzım Paşa, Bab-ı Âli’ye bir an önce
ateşkes ve barış anlaşması yoluyla savaşı bitirmesini tavsiye ediyordu.274 31 Ekim
günü Kâmil Paşa, bu amaçla İngiliz elçisi Sir Gerard Lowther ile barış şartlarını
görüşmek için bir araya geldi. Boşa akan kanın ancak ‘‘büyük güçler’’ tarafından
engellenebileceği ifade ediliyordu. Paşa, Lowther’ın ardından Avusturya-Macaristan
Büyükelçisi Marquis Johann von Pallavicini’yle görüştü.275 Hükümet, Avusturya-
Macaristan’ın ‘‘barışı yeniden tesisi’’ için Viyana’ya iki özel delege gönderdi.276
3 Kasım günü Kâmil Paşa Hükümeti, elçiliklere gönderdiği yazı ile
bulundukları ülkelere ateşkes için başvurmalarını emreden bir genelge yolladı.
Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünün korunması şart olmak üzere Düvel-i
Muazzama’nın barış şartlarını belirlemesi isteniyordu.277 Ancak dönemin Büyük
Güçleri, söz konusu başvuruları tarafsızlık ilkesinin ihlalini gerekçe göstererek
reddetti. Büyük Güçler, Osmanlı Devleti, koşulsuz bir başvuruda bulunursa
arabuluculuk edebileceklerini açıkladı.278 Büyük Güçler’den yalnızca Almanya
Osmanlı Devleti için harekete geçebileceğini iletti. Rusya ise kendisine diğer Büyük
Güçler tarafından tam yetki verilmesi halinde Büyük Güçler arasında iş birliğini
sağlayabileceğini bildirdi.279 4 Kasım’da Hükümet, başta Fransa ve İngiltere olmak
üzere, Büyük Güçler’e teşekkürlerini iletti. Hemen ardından ‘‘çarpışmaların son
bulması’’ ve ‘‘barış koşullarının yeniden düzenlenmesi’’ için Büyük Güçler’in ortak
273 ‘‘İntihabatın Tehiri’’, İkdâm, 31 Teşrin-i Evvel (Ekim) 1912, s. 4.
274 Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C. II/II, s. 72-73.
275 ‘‘Turkey and Peace: Kiamil Pasha Confers with Sir G. Lowther’’, Guardian, 1 November (Kasım)
1912, s. 16.
276 ‘‘Intervention Not Welcome’’, Guardian, 2 November (Kasım) 1912, s. 10.
277 Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C. II/II, s. 60.
278 ‘‘Turkish Appeal to the Powers: Unfavourable Reception’’, The Times, 5 November (Kasım) 1912,
s. 8.
279 ‘‘The Porte’s Appeal to the Powers: Replies From Austria, Russia & Germany: If the Other Powers
Agree’’ Guardian, 6 November (Kasım) 1912, s. 10.
72
aracılığına sığındı. 5 Kasım’da Paris Büyükelçisi Rifat Paşa, Fransız Hükümeti’nden
arabuluculuk talep etmekteydi. Kâmil Paşa, ipleri tamamen Büyük Güçler’e
bırakmaya hazırdı. Hâlihazırda bunun farkında olan Büyük Güçler, 7 Kasım’da,
büyükelçilikleri aracılığıyla Bab-ı Âli’ye, kendilerine kayıtsız şartsız güvenmeleri ve
barış koşullarını bizzat kendilerinin belirlemesini şart koşarak savaşı
durdurabileceklerini iletti.280 Bu, koşulsuz şartsız bir itaat demekti aynı zamanda.
Büyük Güçler’in bu isteği İstanbul’un içine düştüğü aciz durumdan yararlanmaya
çalışmaktı. Rus Dışişleri bakanı Sergey Sazonov, kendisine başvuruda bulunan Saint
Petersburg Büyükelçisi Turhan Paşa’yı aşağılayarak Osmanlı toprak bütünlüğü sözünü
ağzına almaması gerektiğini söylüyordu.281
6 Kasım günü akşam saatlerinde, Kâmil Paşa, sadarette otuz yüksek rütbeli
subayla toplantı halindeydi.282 Kâmil Paşa, Nâzım Paşa’nın bir gün öncesinde yazmış
olduğu raporu ve Hariciye Nazırı Noradunkyan’ın sadarete gönderdiği bir başka
raporu emekli ve muvazzaf subaylardan oluşan kurula sundu. Kuruldan Çatalca
Hattı’nın müdafaası ve hattın yetenekli subaylar, teçhizat ve toplar ile iaşe bakımından
güçlendirilmesi kararı çıktı. Karar, aynı gün Hadımköy’de bulunan Nâzım Paşa’ya
iletildi. Nâzım Paşa, söz konusu direniş kararına ise hayli karamsar bir karşılık
vermekteydi. Paşa, ‘‘askerin kuvve-i maneviyesi’’nin bozulmuş olduğunu, dizanteri
ve bir dizi başka hastalığın ordunun durumunu mahvettiğini, ‘‘Çatalca Hattı’nın
müdafaasına gayret olunmakla beraber burada verilecek muharebenin neticesi’’nin
şüpheli olduğunu sadarete bildirdi. Paşa’nın ısrarla vurguladığı şey askeri neticelerden
değil siyasi çözümlerden medet ummak gerektiğiydi.283 Ancak ordu içerisinde
teslimiyetçi tavırlara ve ülkeyi kötü duruma düşürecek bir barış anlaşmasına karşı
çıkan subaylar vardı.284
Nâzım Paşa’nın çizdiği karamsar tablo Hükümet’i de etkilemişti. Ordunun,
İstanbul üzerine yapılacak taarruz harekâtını durduramayacağı yönündeki endişeler
280 Aykut Kansu, İttihadcıların Rejim ve İktidar Mücadelesi 1908-1913, s. 438-439.
281 Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C. II/II, s. 68.
282 ‘‘Council Summoned by the Grand Vizier: Precautions in the Capital’, The Times, 7 (November)
Kasım 1912, s. 6.
283 Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C. II/II, s. 78-82.
284 ‘‘A Weak Government: Grave Situation in Constantinople’’, Guardian, 12 November (Kasım)
1912, s. 11.
73
Kâmil Paşa kabinesine de sirayet etmişti. Kâmil Paşa, Büyük Güçler’e yaptığı
tehditkâr açıklamalarla, İstanbul’un düşmesi halinde şehirde bulunan yabancı
devletlerin tebaasını koruyamayacağını ifade ediyordu. Paşa, yaptığı açıklamayla
Padişah ve nazırların görevleri başlarındayken ölmeye hazır olduklarını, kendisinin de
düşmanı İstanbul’da bekleyeceğini vurguluyordu. Kâmil Paşa eğer Bulgarlar şehre
girerse Büyük Güçler’in elçileri dâhil şehirdeki gayr-i müslim unsurları
koruyamayacağını, bu sebeple Büyük Güçler’in derhâl harekete geçmeleri gerektiğini
açıklıyordu. Kâmil Paşa, boğazların Büyük Güçler’in donanmalarına açılacağını da
sözlerine ekliyordu.285
3.2. Hükümet Darbesine Doğru
3.2.1. İttihatçıların Tutuklanması
Hükümet’in durumu günden güne kötüleşmekteydi. Bir kere Büyük Güçler’e
önemli tavizler içeren bir barış anlaşması yapmak istediğini öteden beri
dillendiriyordu. Nâzım Paşa’nın sadarete bildirdiği raporda, askerî tablo iç açıcı
değildi. Teçhizat ve ikmal sıkıntısının yanında donanım olarak da Bulgar ordusuna
karşı Çatalca Hattı’nda tutunmanın zor olduğu Nâzım Paşa tarafından defaatle
vurgulanıyordu. Hâlbuki Mahmud Şevket Paşa, savaş öncesinde Edirne-İstanbul
arasındaki top sayısının Bulgar toplarına denk olduğunu iddia etmekteydi.286
İttihatçılar ise Hükümet’in pasif durumunu şiddetle eleştiriyordu. İttihatçı
basın, teslimiyete karşı çıkarken Hükümet, gazetelere karşı sansür ve baskıyı
arttırıyordu. Yeni Gazete ve Tanin gazetelerinin basımı Hükümet tarafından yeniden
durduruldu.287
285 Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C. II/II, s. 83-84.
286 Hüseyin Cahit Yalçın, Talât Paşa, s. 64.
287 ‘‘A Weak Government: Grave Situation in Constantinople’’, Guardian, 12 November (Kasım)
1912, s. 11.
74
Aynı günlerde Talât Bey, Sadrazam Kâmil Paşa ile bir görüşme gerçekleştirdi.
Talât Bey, Kâmil Paşa’ya, Cemiyet’in daima Hükümet’e yardımcı olmak istediğini
ancak askerî durumlardaki vahametin acilen giderilmesi gerektiğini açıklıyordu. Talât
Bey, askerî değişikliklerin olması halinde savaşın olumlu sonuçlar doğurabileceğini
ifade ederken, Mahmud Şevket ve Tatar Osman paşalardan birinin Başkumandanlık
Vekâleti’ne geçmeleri halinde ordunun moralinin yükseleceğini vurguluyordu. Kâmil
Paşa, bu teklifi olumlu karşılamazken, savaş sırasında yapılacak böyle bir
değişikliğinin uygun olmadığını öne sürmekteydi.288
7 Kasım’da Sultan Reşad, tanınmış İttihatçılardan eski Şeyhülislâm Musa
Kâzım Efendi ve eski Dâhiliye Nazırı Hacı Âdil Bey ile görüştü. Yapılan görüşmede,
Cemiyet’in önde gelen iki ismi, Padişah’ı Mahmud Şevket Paşa’yı ordunun başına
geçirmesi için ikna etmeye çabalıyordu. Paşa’nın ‘Müfettiş-i Umumi’ unvanıyla cephe
hattındaki askerleri denetlemesi bu toplantı sonucunda karara bağlandı. Aynı gün,
Mahmud Şevket Paşa ve Kâmil Paşa bir araya gelerek Çatalca’daki savunmanın
durumu hakkında konuştular. Mahmud Şevket Paşa, iki günlüğüne ihtiyat birliklerini
denetlemek üzere yola çıktı. Mahmud Şevket Paşa’nın sadrazam olacağı söylentileri
basın tarafından dillendirilse bile bu iddialar resmen yalanlandı. 289
İçeride İttihatçı muhalefet, dışarıda ise savaş ve diplomatik başarısızlıklarla
boğuşan Hükümet, artık daha ciddi tedbirler almakta gecikmedi. Dâhiliye Nazırı
Ahmed Reşid Bey, Rize’deki İttihat ve Terakki şubesi tarafından Merkez-i Umumi’ye
gönderilmek üzere hükümet aleyhine ihtilal yapma hazırlıklarını içeren bir mektubu
ele geçirdi. Dâhiliye Nezareti’nden, tüm vilayetlere telgraf yoluyla, İttihat ve Terakki
şubelerinin kapatılması ve ele geçirilecek evrakın mühürlü torbalarla nezarete
gönderilmesini emreden yazılı bir emir gönderdi.290 Ahmed Reşid Bey, söz konusu
kararın öncesinde Talât Bey ile görüşmüştü. 9 Kasım’da gerçekleşen görüşmede Talât
Bey, Dâhiliye Nazırı Ahmed Reşid Bey’den basın aracılığıyla, Cemiyet üzerine
yapılan haksız itham ve suçlamaların durdurulmasını rica etmekteydi. Talât Bey,
ayrıca hükümet toplantılarına Cemiyet’in de temsilcilerinin katılmalarını talep
288 Mustafa Hayri Efendi’nin Günlükleri, s. 204-205.
289 Aykut Kansu, İttihadcıların Rejim ve İktidar Mücadelesi 1908-1913, s. 442-443.
290 Ahmed Reşid Rey, Gördüklerim Yaptıklarım, s. 272-273.
75
ediyordu. Dâhiliye Nazırı, bu teklife karşı çıkmakla kalmayıp memleketin bu duruma
gelmesinde doğrudan Cemiyet’i suçlamaktaydı. Tartışma, o derece şiddetlenmişti ki
çıkmak üzere olan kavga, Nezaret’te bulunan memurlar tarafından önlenmişti.291
İttihatçı kulüp ve şubelere yönelik kapatma kararının öncesinde böyle bir
görüşmenin gerçekleşmesi, söz konusu kapatma kararının nedenlerine yönelik bazı
noktaları aydınlatmaktaydı. Ahmed Reşid Bey’in Dâhiliye Nezareti’ne geçişinden
itibaren İttihatçı basına yönelik sansür ve baskı uygulamaları artmıştı. Kâmil Paşa’nın
kabine içerisindeki en iyi destekçisi olan Ahmed Reşid Bey, İttihat ve Terakki’nin
eleştiri dozunu yükselttiği, dahası bürokratik ve askerî mekanizmaları etkilemeye
yönelik kulis faaliyetlerinde bulunduğu bir dönemde, Talât Bey ile olan tartışmanın
ardından söz konusu kapatma kararını almış bulunuyordu.
Cemiyet’e karşı olan baskı, İttihat ve Terakki kulüp ve şubelerinin
kapatılmasıyla sınırlı değildi. Kâmil Paşa Hükümeti içeride ve dışarıda sıkışmış ve
manevra kabiliyeti hayli daralmış bir durumdaydı. Paşa’nın ‘‘alâmet-i fârikası’’ olan,
aynı zamanda Paşa’ya yakın gazetelerde bolca dile getirilen İngiliz desteği de bir türlü
gelememişti. Büyük Güçler’e her türlü tavizleri vermeye hazır görünen Kâmil Paşa,
kamuoyunun dikkatini dağıtmak ve barış görüşmelerinde fazla tepki görmemek için,
Çatalca Hattı’nda yaşanacak bir felaket halinde oluşacak kamuoyu baskısının da
önünü almak düşüncesiyle İttihatçı liderleri, ordu mensuplarını ve gazetecileri de
kapsayacak biçimde bir tutuklama dalgası başlattı.292
Tutuklamaların başladığı tarihlerde bazı önde gelen İttihatçıların Cenevre’ye
geçtikleri yazılmıştı. 13 Kasım’dan itibaren başlayan tutuklama dalgasında, İzmit eski
mebusu İsmail Canbulat Bey, Edirne eski mebusu Faik [Kaltakkıran], eski Nafia
Nazırı Bedros Hallaçyan, eski Dâhiliye Nazırı Hacı Âdil [Arda], eski Maarif Nazırı
Emrullah Efendi, eski Evkaf Nazırı Ürgüplü Mustafa Hayri Efendi ve eski vali
Süleyman Nazif tutuklananlar arasındaydı. Ayrıca İzmir eski mebusu Yahudi
cemaatinin önde gelen isimlerinden Nesim Masliah ve kardeşi ile Selânik eski mebusu
291 ‘‘Strife at the Porte: Conflict between Statesmen’’, The Observer, 10 November (Kasım) 1912, s.
11.
292 Hüseyin Kâzım Kadri, Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e Hatıralarım, s. 134-135.
76
Emmanuel Karasso da tutuklanmıştı. Emmanuel Karasso’nun salıverilmesi için yerli
ve yabancı çevreler tarafından yapılan tüm girişimler sonuçsuz kalmıştı.
Tutuklamalar yalnızca siyasi İttihatçıları kapsamıyordu. Hak gazetesi
yazarlarından Abdullah Cevdet ve Salah Cimcoz da tutuklanmıştı. Tanin gazetesinin
yazı işleri müdürü Muhiddin [Birgen], gazetenin yazarlarından Hakkı Cemil Bey ve
Aka Gündüz de tevkif edilenler arasındaydı. 25 Kasım günü yapılan tutuklamalarda
Darülfünun Müdür-i Umumisi Süleymanpaşazade Mehmed Sami Bey de gözaltına
alınmıştı.
Kâmil Paşa Hükümeti’nin tutuklama dalgasında hapse gönderilenler kadar bir
türlü tutuklanamayan İttihatçılar da mevcuttu. Son kongrede Cemiyet’in Kâtib-i
Umumisi olarak seçilen Said Halim Paşa, göz hapsine alınmıştı. Hatta tutuklu
İttihatçıları ziyaret etmesine bile göz yumuluyordu. Talât Bey de tutuklanamayan
İttihatçılardandı. Tutuklanma emri 14 Kasım’da İkdâm gazetesinde yayınlanmasına
rağmen kendisi Beyoğlu’nda sivil kıyafetlerle dolaşmaktaydı. Hüseyin Cahid [Yalçın]
ve Mehmed Cavid Bey de yurtdışına kaçarak tutuklanmaktan kurtulmuşlardı.
Tutuklama dalgasının başladığı 13 Kasım’dan itibaren adı sürekli tutuklananlar
arasında gösterilenlerden biri de Mahmud Şevket Paşa idi. 16 Kasım’da Paşa’nın
yaveriyle birlikte gözaltına alındığı, ancak sonrasında salıverilerek göz hapsinde
tutulduğu söylenmekteydi. Aynı gün yapılan resmi açıklamalarda ise söz konusu
tutuklama haberi yalanlanmaktaydı. Yabancı basın tarafından abartıldığı belli olan
haberlere göre Mahmud Şevket Paşa, İttihatçılarla birlikte ülkede cumhuriyet rejimi
ilan ederek iktidara geçmeyi plânlıyordu.293
3.2.2. İttihatçılara Yönelik Suçlamalar ve Savunmalar
Kasım sonlarına doğru, Divan-ı Harbi-i Örfi, tutuklamalarla ilgili olarak
hazırlanan iddianameyi resmen duyurdu. İddianame kapsamında esas suç unsuru
293 Tutuklamalara ilişkin yabancı ve yerli basından derlenen geniş bilgiler için: Aykut Kansu,
İttihadcıların Rejim ve İktidar Mücadelesi 1908-1913, s. 448-451; Hayri Efendi’nin tutuklanması ve
tutukluğu sırasındaki izlenimleri için: Mustafa Hayri Efendi’nin Günlükleri, s. 212-236.
77
olarak öne çıkan eylemin 7 Ekim günü, Darülfünun öğrencilerinin de katılımıyla Babı
Âli önünde gerçekleştirilen ‘‘Harb Mitingi’’ olduğu söylenmekteydi. Gösteriye
katılanların çoğunluğunun öğrencilerden çok, içinde İttihatçılar ve sivil giyimli
subaylardan oluşan bir gruptan oluştuğu söyleniyordu. ‘‘Memleketi sattınız’’
sloganları eşliğinde sadaret önünde yapılan gösterinin gerçek amacının Hükümet’i
düşürmek olduğu iddia ediliyordu. Balkan Savaşı sırasında cepheye gönderilen
askerlere İttihatçılar tarafından satılmış bir Hükümet için savaşmamalarını telkin eden
propagandalar yapıldığı yine iddianamede yer alıyordu. İttihatçıların komplo kurarak
Padişah, Kâmil Paşa ve Nâzım Paşa’ya bombalı suikast düzenleyecekleri dahi iddialar
arasındaydı.294
Bedros Hallaçyan, Harbiye Nezareti’nde tutuklu haldeyken Saint Petersburg
merkezli Retsch gazetesine verdiği mülakatta, söz konusu suçlamaları reddederek
Divan-ı Harbi-i Örfi’nin iddianamesinde geçen komplo ve suikast iddialarının temelsiz
olduğunu savunuyordu. Hallaçyan, Divan-ı Harbi-i Örfi’nin tüm üyelerinin 1912
yazında İttihatçı Hükümet’e karşı yapılan komplonun faillerinden olan Halaskâr
Zabitan Grubu’na mensup olduklarını vurguluyordu. Cavid Bey de benzer
açıklamaları yine yabancı basına yapmıştı. Pester Lloyd’un İstanbul muhabiri Felix
Valyi’ye verdiği mülakatta, Türk askerinin durumunun iyi olduğunu, Bulgarlara karşı
alınan mağlubiyette askerin bir suçu bulunmadığını, ordunun başarısızlığının ve ordu
içerisindeki karışıklıklarının sorumlusunun aslında Nâzım Paşa olduğunu
vurguluyordu. İttihatçıların son bir umutla Mahmud Şevket Paşa’yı başa geçirme
çabası olumsuz sonuçlanmış ve savaş Osmanlı’nın aleyhine gelişmişti.295 Hâlbuki
birkaç ay öncesinde Mahmud Şevket Paşa’yı Harbiye Nezareti’nden düşüren yine
İttihatçılar olmuştu.
İttihatçıların, baskı ve sindirme politikasına karşı tepkisi yok oluşa doğru giden
bir siyasi teşebbüsten çok, gücünü korumaya ve doğru zamanda iktidar mevkiini
yeniden ele geçirmeye hazırlanan bir siyasi oluşuma benziyordu. Nitekim kendi
içlerinde dahi bu yönde birbirlerini teskin etmekteydiler.296 Talât Bey ve Said Halim
294 Aykut Kansu, İttihadcıların Rejim ve İktidar Mücadelesi 1908-1913, s. 453-454.
295 A.e., s. 455-457.
296 Celal Bayar’ın bu konudaki ifadesi: ‘‘Müşterek tehlike karşısında samimi fikir arkadaşlarımızın,
gayreti, cesaretleri artmıştı. Birbirimize daha yakındık. Zayıf kalpli veya sade şahsını düşünen
78
Paşa istisna olmak üzere önde gelen İttihatçılar ya tutuklanmış ya da yurtdışına
kaçmıştı. Cemiyet’in siyasetini İstanbul’da tek başına göğüsleyip tatbik etmek Talât
Bey’e kalmıştı. Nitekim devlet erkânı ile kendi başına görüşmelere giriyor, hemen
hemen saklanmaya bile lüzum görmüyordu.297
3.2.3. Mütareke ve Barış Görüşmeleri
Bulgar ordusu, Çatalca Hattı’na kadar çekilmiş olan Türk ordusuna karşı
neredeyse bir aydır hareketsiz vaziyetteydi. 17-18 Kasım’da başlayan Bulgar saldırısı,
Türk ordusunun hazırlıklı olması, cephe hattını iyi tahkim etmesinden dolayı tam bir
başarısızlığa uğradı.298 Aynı günlerde Büyük Güçler’e ait donanma da İstanbul’da
demirleyerek kente çıkarmada bulundu. Kâmil Paşa’nın öncesinde Büyük Güçler’e
yaptığı yabancı unsurların can güvenliğiyle ilgili çağrıyı dikkate alan Avrupalı
Devletler, kendi maiyetlerindeki elçilik, konsolosluk, okul, hastane, banka ve diğer
kurumlara iki binden fazla asker yerleştirdi. İngiliz Başbakanı Asquith, Avam
Kamarası’nda yaptığı bir konuşmada, Osmanlı Hükümeti’nin desteği ve iş birliği
sayesinde beş yüze yakın İngiliz askerinin yabancıları korumak maksadıyla karada
konuşlandığını açıklıyordu.299
Büyük Güçler’in asker çıkarmaları, şehir üzerindeki nüfuzlarını bölgelere
ayırarak gerçekleştirildi. Buna göre Yeni Köprü’den Eski Köprü’ye kadar olan bölge
Fransızlara, Eski Köprü’den Kasımpaşa’ya kadar olan bölge ise Avusturya-Macaristan
ile İspanyol ve Romen askerler tarafından denetleniyordu. Ruslar Salıpazarı’ndan
Yeni Köprü’ye kadar olan kısma hâkimdi. İtalyanlar Tophane-Galatasaray arasını
kontrol ederken, Almanya ve Hollanda askerleri Taksim Kışlası’ndan Pertevniyal
Valide Sultan Camii’ne kadar olan kısma hâkimdi. İngiliz Büyükelçiliği ile Taksim
Kışlası arasını dört yüzden fazla İngiliz askeri koruyordu. Fransızlar ayrıca Şişli,
dostlarımızın çoğu da yanımıza uğramaz olmuşlardı.’’, Celal Bayar, Ben de Yazdım Milli Mücadeleye
Gidiş, C.III, İstanbul, Sabah Kitapçılık, 1997, s. 151.
297 Hüseyin Cahid Yalçın, Talât Paşa, s. 90-91.
298 Ernst Christian Helmreich, The Diplomacy of the Balkan Wars, s. 201-203.
299 ‘‘The Position at Constantinople: Prime Minister’s Statesment’’, Guardian, 20 November (Kasım)
1912, s. 10.
79
Karaköy ve Nişantaşı taraflarındaki Fransız okul ve hastanelerini koruma altına
almışlardı. İngiliz savaş gemisi Weymouth Samatya açıklarında demirlerken,
Amerikan savaş gemisi Scorpion Karadeniz’e yakın kısımları kontrol etmekteydi.
Aksi bir durum olması halinde Rus savaş gemisi Kubanetz de Patrikhane’yi korumak
üzere Haliç’e girecekti. Moda ve Haydarpaşa taraflarında ise Alman, Fransız ve
İtalyan savaş gemileri bulunuyordu. Her elçilik ve konsolosluk binası kente çıkan
askerlerin ait oldukları ülkelerce korunacaktı.300
Yabancı askerî unsurlar Heyet-i Vükela’da tartışmalara neden olmuştu.
Sunulan raporda, yabancı askerlerin taşıdıkları ağır silah ve toplar yüzünden halkta bir
galeyan halinin ortaya çıkabileceği vurgulanıyordu. Bilhassa Galata’da bulunan
Wiener Bank’ın çatısına yerleştirilen top ve mitralyözler halkta gözle görülür bir
tedirginliğe yol açmıştı. Hükümet, gerilimin artmasından ve yabancı askerler ile halk
arasında çıkabilecek gerginlik ve çatışmalardan endişeliydi. Hariciye Nezareti, 19
Kasım’da yabancı elçiliklere, karaya çıkan askerlerin güven ve itimat temin etmekten
çok anarşiye neden olabileceğini, söz konusu askerlerin geri çekilmesini, oluşabilecek
sorunlardan Osmanlı Hükümeti’nin mesul tutulamayacağını içeren bir nota gönderdi.
Polis müdüriyeti ve İstanbul muhafızlığı, yabancı askerlerin meyhaneler ve umuma
açık mekânlardaki taşkınlık ve tacizlerinden sürekli şikâyet etmekteydi.301
Bulgar saldırısı, 17-18 Kasım’da kesin bir başarısızlığa uğradığından Bulgarlar,
ateşkes için masaya oturmak zorunda kalmıştı. Aynı tarihlerde Hükümet, öncesinde
baskı altına aldığı, çoğunluğunu tutukladığı İttihatçıları salıvermeye başladı. Uzlaşma
zemini aradığı belli olan Hükümet’in, barış müzakerelerinin başlayacağı sırada
böylesine bir hamlede bulunması Avrupalı devletlere olumlu bir intiba bırakma
isteğinin göstergesiydi. Hükümet, bununla da yetinmeyerek Halaskârlardan oluşan
Divan-ı Harb-i Örfi’nin başkan ve üyelerini değiştirdi. Hatta İttihatçı olduğu bilinen
bazı subayları taktik ve stratejik öneme haiz görevlere atadı. Erkân-ı Harp Binbaşısı
Mustafa Kemal Bey, 21 Kasım’da Gelibolu Bolayır’daki harekât şube komutanlığına
atandı. Aynı şubede, Mustafa Kemal Bey’in yakın arkadaşı olan Ali Fethi [Okyar] Bey
ise kurmay başkanı olarak görevlendirildi. Erkân-ı Harp Miralayı Cemal Bey 26
300 ‘‘Embassies Protected by Naval Guards’’, The Times, 19 November (Kasım) 1912, s. 8.
301 Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C. II/II, s. 125-126.
80
Aralık’ta Çatalca ordularının menzil müfettişliği görevine getirildi. Trablusgarp’tan
henüz dönmüş Erkân-ı Harp Kaymakamı Enver Bey ise X. Kolordu Kurmay
Başkanlığı’na atanmıştı.302 Nâzım Paşa, Cemiyet’e yakın subaylardan özellikle Enver
ve Cemal Beylere güven duymaktaydı.303
Ateşkes görüşmeleri ise sürünceme halinde devam ediyordu. 19 Kasım’da
Bulgar Hükümeti, İstanbul’da bulunan Rus Büyükelçisi aracılığıyla ateşkes şartlarını
Bab-ı Âli’ye bildirdi.304 Sırp ve Yunan devletlerinin de ateşkes şartlarını içeren bu
ortak notada; Edirne, içerisindeki askerî kuvvetler dâhil olmak üzere Bulgaristan’a,
İşkodra Karadağ’a, Yanya ise Yunanistan’a bırakılacaktı. Karadeniz’deki Bulgar
limanlarına yapılan abluka kaldırılacaktı. Çatalca’nın ötesinde kalan tüm Rumeli
toprakları boşaltılacak ve buralara yeninden hiçbir Osmanlı askerî unsuru
giremeyecekti.305
Söz konusu mütareke şartları oldukça ağırdı. Hükümet’e yakın basın bile
durumu kabullenmekte zorlanıyordu. 21 Kasım’da İkdâm Hükümet’in söz konusu
şartları kabul etmediğini duyuruyordu. Gazete 28 Kasım tarihli sayısında ise var olan
şartlarda yalnızca İstanbul’un Osmanlı Devleti’nde kaldığını vurgulayarak ağır
şartların kabul edilemez olduğunu, bu sebepten savaşa devam edilmesi gerektiğini
yazmaktaydı.306
28 Kasım’da, Bulgar tarafı ile olan ateşkes görüşmeleri devam etmekteydi.
Bab-ı Âli’nin Edirne’den vazgeçmesinde ısrar eden Bulgarlar ayrıca Karadeniz’deki
Bulgar şehirlerine Türk donanması tarafından uygulanan kuşatmanın da kaldırılmasını
istiyordu. Çatalca’da bulunan Bulgar ordusuna Edirne üzerinden geçerek ikmal
yapılabilmesi yine Bulgarlar tarafından istenmekteydi. Kâmil Paşa Hükümeti,
Karadeniz’deki ablukanın kalkmasına bağlı olarak Ege’deki Yunan ablukasının
kalkmasını, ayrıca İstanbul üzerinden Edirne’ye ikmal yapılmasını öneren bir tasarı
hazırladı. Ertesi gün Bulgar tarafı, Osmanlı delegelerinin yapmış olduğu teklifi kabule
302 M. Naim Turfan, Jön Türklerin Yükselişi: Siyaset, Askerler ve Osmanlı’nın Çöküşü, s. 338-339.
303 Ahmed Reşid Rey, Gördüklerim Yaptıklarım, s. 261.
304 ‘‘The Request for an Armistice: A Joint Reply’’, The Times, 20 November (Kasım) 1912, s. 8.
305 Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C. II/II, s. 127.
306 ‘‘Sulha Doğru’’, İkdâm, 21 Teşrin-i Sani (Kasım) 1912, s. 1; ‘‘Mütareke ve Musalaha Şeraiti’’
İkdâm, 28 Teşrin-i Sani (Kasım) 1912, s. 1.
81
yanaşmakla birlikte Yunan delegelerin de ateşkes metnini görmesi gerektiğini öne
sürerek görüşmelerin iki gün sonraya ertelenmesi teklifinde bulundu.307 Sonraki
görüşmelerde Bulgar elçisi Danev, Osmanlı’nın Edirne’yi boşaltmasını, şehirdeki
askerlerin tahliye edilmesini istedi. Bulgarların iki günlük aradan ve Türk tarafıyla
varılan anlaşmadan sonra yeniden Edirne’yi istemesi üzerine Osmanlı delegeleri
Nâzım ve Mustafa Reşid paşalar söz konusu teklife karşı çıktılar. Bulgarlar daha sonra
Edirne’den vazgeçmekle birlikte on gün sonra Çatalca Hattı’nı ikmal etme hakkını
ateşkes metnine eklediler. Türk tarafı için ise Edirne’yi herhangi bir şekilde ikmal etme
şansı yoktu. Tasarı son şekliyle Türk tarafınca imzalandı, bunda Nâzım Paşa’nın
Mustafa Reşid Paşa’ya telkinleri etkiliydi. Nâzım Paşa, ateşkesi imzalamada
sorumluluğun Hükümet’e ait olacağını, kötü koşullarda olsa bile ateşkes yapılması
gerektiğini ve Edirne’nin ancak siyaseten kurtarılabileceğini söylüyordu. Nâzım Paşa,
kendi aleyhine olabilecek politik tehlikeleri de düşünerek bir an önce İstanbul’a
dönmeyi plânlıyordu. Bu sebepten ateşkes metnindeki aleyhte olan birçok maddeye
karşın mütarekenin bir an önce akdedilmesinden yanaydı. Kâmil Paşa, Nâzım Paşa’yı
dayandığı askerî güç sebebiyle kendi kabinesinde istemiyordu.308
Osmanlı Devleti ile Bulgaristan ve Bulgaristan tarafından temsil edilen
Karadağ ve Sırbistan arasında 3 Aralık akşamı Çatalca’da ateşkes ilan edildi.309
Anlaşmanın detayları ertesi gün tüm Avrupa basınında yer aldı. İmzalanan ateşkese
göre, savaş boyunca işgal edilen yerler elde kalacaktı. Osmanlı Devleti,
Karadeniz’deki donanma ablukasını kaldıracaktı. Kuşatma altında bulunan hiçbir
Osmanlı şehrine ilaç, mühimmat ve askeri malzeme de dâhil olmak üzere hiçbir
şekilde ikmal yapılamayacaktı. Bulgar ordusu ise denizden ya da demiryoluyla
karadan istediği her şekilde Çatalca Hattı’nda bulunan birliklerine malzeme
götürebilecekti. Bulgarlar, ateşkes anlaşmasının imzalanmasından on gün sonra
ikmale başlayabilecekti. Anlaşma’nın son maddesi, barış müzakerelerinin 13 Aralık’ta
Londra’da başlayacağını duyuruyordu.310
307 Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C. II/II, s. 131-132.
308 Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C. II/II, s. 137-139; Celal Bayar, Ben de Yazdım Milli
Mücadeleye Gidiş, C.III, s. 158.
309 ‘‘The Armistice’’, Guardian, 5 December (Aralık) 1912, s. 9.
310 Aykut Kansu, İttihadcıların Rejim ve İktidar Mücadelesi 1908-1913, s. 474.
82
Kâmil Paşa, 4 Aralık akşamı yaptığı resmî açıklamayla ateşkesin imzalanmış
olduğunu Osmanlı kamuoyuna ilan ediyordu. Açıklamada, Osmanlı Devleti ile
Bulgaristan, Karadağ ve Sırbistan arasında silahlı çatışmaların durduğu, yalnızca
henüz ateşkes imzalanmamış olan Yunanistan ile savaş halinin devam ettiği
bildiriliyordu. Ateşkes şartlarından yalnızca her ülkenin işgal ettiği bölgelerde
kalacağı ve barış müzakerelerinin çok yakında başlayacağı açıklanmıştı. Hükümet,
kamuoyuna yaptığı açıklamada İşkodra ve Edirne’nin ikmal edileceğini söylüyordu.
Hâlbuki anlaşma metninde böyle bir madde mevcut değildi. Hükümet tarafından
çıkmasına izin verilen Yeni Gazete, İkdâm, Sabah gibi gazeteler dahi sonraki günlerde
benzer iddiaları dile getirmekteydi.311
Ateşkes metninin gerçek içeriğini yalnızca Kâmil Paşa kabinesi biliyordu.
Nâzım Paşa’dan sonra Osmanlı ordusunun en yetkili kişisi Ahmed İzzet [Furgaç] dahi
mütareke görüşmelerinin içeriğinden haberdar değildi. Ahmed İzzet Paşa, Çatalca’da
yapılan ilk görüşmelerde Türk tarafını temsilen katılan Nâzım Paşa, Ticaret Nazırı
Reşid Paşa ve Kurmay Albay Ali Rıza Bey’in görüşmelerden oldukça ümitli
döndüğünü, Bulgarlarla birlikte diğer Balkan devletlerine karşı ittifak için olumlu bir
zemin bulunduğunu açıklıyordu. Ancak daha sonraki görüşmelerden hiçbir şekilde
haberinin olmadığı, Edirne ve İşkodra’ya hiçbir şekilde ikmal yapılamayacağını
öğrenmesinden anlaşılıyor.312
16 Aralık günü Saint James Barış Konferansı, Londra’da İngiltere Dışişleri
Bakanı Sir Edward Grey’in başkanlığında toplandı.313 Üçlü İtilaf, savaş öncesi
statükonun korunmasına yönelik olan politik duruşunu ve söylemlerini değiştirmişti.
Savaşın Türkler aleyhine çarçabuk gelişmesi ve ağır askeri yenilgiler bunda etkiliydi.
Dahası konferans sırasında da bu tavır Üçlü İtilaf tarafından sürdürülüyordu. Üçlü
İtilaf devletlerinden Rusya’nın İstanbul’da bulunan elçisi Michael Nikolaevich de
Giers, 19 Aralık günü Hariciye Nazırı Gabriel Noradunkyan ile görüştü. Elçi,
görüşmesinde Rus devletinin görüşünü bildiriyordu. Rus elçi, Noradunkyan’a yaptığı
açıklamada Rusya’nın Osmanlı’ya karşı olan barışçıl politikasının sürmesi için
311 A.e.
312 Ahmed İzzet Furgaç, Feryadım, C.I, Nehir Yayınları, İstanbul,1992, s. 138.
313 İsmail Hami Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C.IV, 2. Baskı, Doğu Kütüphanesi
Yayınları, İstanbul, 2011, s. 540. [bundan sonra, İsmail Hami Danişmend, Kronoloji]
83
Edirne’nin Bulgaristan’a bırakılmasının şart olduğunu ileri sürüyordu.314 23 Aralık’ta
Noradunkyan ile tekrar görüşen Rus elçi, savaşın tekrar başlaması halinde Rusya’nın
tarafsız kalmayacağını açıkça ifade ediyordu. Rus tehditleri yalnızca bununla sınırlı
değildi. Rus elçisi de Giers, Paris elçisi Alexander Izvolsky’e yaptığı açıklamada
savaşın yeniden başlaması halinde Rusya’nın kendi sınırına yakın bölgelerde sert
tedbirler alacağını, hatta bu bölgelerde bulunan Kürt ve Ermeni unsurları da
ayaklanmaya teşvik edeceğini bildirmişti.315
Almanya’nın İstanbul’da bulunan elçisi Baron Hans von Wangenheim, 20
Aralık günü Hariciye Nazırı Gabriel Noradunkyan ile görüştü. Wangenheim,
görüşmede Osmanlı’nın, Edirne için ısrar etmemesini vurguluyordu. Wangenheim,
sınır hattının belirlenmesinden sonra Osmanlı Devleti’nin tek komşusu olarak
Bulgaristan’ın kalacağını, Bab-ı Âli’nin Sofya ile bu sebepten iyi geçinmesi
gerektiğini ifade ediyordu. Alman elçi, İstanbul yönetiminin Edirne’nin terk
edilmemesi konusunda fazla ısrarcı olmamasını tavsiye ediyordu.316
Fransa ise İstanbul’daki elçisi Maurice Bompard aracılığıyla Bab-ı Âli’yi baskı
altına almaya çalışıyordu. 20 Aralık’ta, Wangenheim’ın görüşmesinden önce
Noradunkyan ile görüşen Bompard, Edirne’nin terk edilmemesi durumunda büyük bir
ihtimalle savaşın tekrar başlayacağını vurguladı. Bompard, bu durumda Osmanlı’nın
şimdikinden daha zor bir pozisyona düşeceğini söyleyerek Anadolu’da dahi
karışıklıklar çıkabileceğini ima etti. Söz konusu karışıkların da Büyük Güçler’in
müdahalesine yol açabileceğini söyleyen Fransız elçi, Anadolu’da çıkacak
karışıklıkların Osmanlı’nın içişlerine karışılmasının önünü açacağını söylüyordu.317
Aynı gün İngiliz Büyükelçi Sir Gerard Lowther ile Noradunkyan arasında da
bir görüşme gerçekleşti. İngiliz elçi, Osmanlı delegelerinin Londra’daki demeçlerinin
iyi bir etki bırakmadığını söyleyerek Türk tarafının daha uysal davranması gerektiğini
öğütlüyordu.. Noradunkyan, Edirne’nin terki meselesini Londra’da toplanacak olan
Büyükelçiler Konferansı tarafından karara bağlanması gerektiğini ileri sürmekteydi.
Sir Gerard Lowther, bu fikrin Hükümet’in Edirne’yi doğrudan terk etme
314 Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C. II/II, s. 190.
315 A.e., s. 198-199.
316 A.e., s. 191-192.
317 A.e., s. 191.
84
sorumluluğundan kaçınmak için Noradunkyan tarafından özel olarak düşünülmüş bir
kaçamak yol olduğunu anlamakta gecikmedi. Hükümet, bu yolla Edirne’yi terk
etmekteki siyasal sorumluluğu üstünden atacak, bu zor kararı Büyük Güçler’in baskısı
altında vermiş gibi görünecek, böylelikle siyasi hayatını kurtarmış olacaktı. 318
23 Aralık’ta Balkan İttifakı’nın barış şartları Osmanlı delegelerine sunuldu. Bu
şartlara göre Osmanlı Devleti, Gelibolu ve Çanakkale Boğazı’da dahil, Midye’nin
doğusundaki Malatra Körfezi’nden Çorlu dahil olmak üzere Tekfurdağı’nın
[Tekirdağ] doğusuna kadar olan hatta kalan işgal edilmemiş topraklara sahip olacak,
bu hattın kuzey ve batısında kalan tüm Osmanlı topraklarını ise terk edecekti. Edirne,
İşkodra ve Yanya bu şartlara göre teslim edilecekti. Osmanlı Devleti, ayrıca Ege
adalarını Yunanistan’a bırakarak Girit üzerindeki tüm haklarından da
vazgeçmeliydi.319
28 Aralık’ta Londra Konferansı’nın altıncı oturumunda Reşid Paşa, Osmanlı
Devleti’nin karşı önerilerini sundu. Edirne’nin doğrudan Osmanlı egemenliğinde
kalması sunulan şartların ilkiydi. Makedonya bölgesi ise başkenti Selânik olmak üzere
Balkan İttifakı’nın aday gösterip Padişah’ın tasdik edeceği, tercihen Protestan bir
prens tarafından yönetilecekti. Arnavutluk ise özerk bir yönetime kavuşacak, Osmanlı
hanedanından bir şehzadenin beş yıllığına Arnavutluk’un başında bulunması
sağlanacaktı. Beş yılın ardından bu süre tekrar yenilenebilecekti. Ege adalarının ise
Anadolu’nun ayrılmaz bir parçası olduğunu savunan Osmanlı delegeleri, mutlak
surette adaların Osmanlı yönetiminde kalması gerektiğini söylüyordu. Balkan İttifakı
aynı gün söz konusu Osmanlı önerilerini reddetti.320
Türk tarafının önerilerine karşılık İngiltere, barış görüşmelerinin kesilmemesini
tavsiye ediyordu. 28 Aralık’ta Osmanlı delegelerinin önerilerini sunmasının ardından
İngiliz Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Sir Arthur Nicolson, Tevfik Paşa’ya ordunun
devleti kurtaracak durumda olmadığını, mali açıdan Osmanlı hazinesinin sıkıntılar
yaşadığını, eğer savaş yeniden başlarsa Doğu Anadolu ve Suriye üzerinden çıkabilecek
olaylar neticesinde Anadolu’daki Osmanlı varlığının da tehlikeye düşebileceğini
318 A.e., s. 193-194.
319 Aykut Kansu, İttihadcıların Rejim ve İktidar Mücadelesi 1908-1913, s. 489.
320 Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C. II/II, s. 208-209.
85
iletti.321 İngiltere, tıpkı müttefiki Rusya gibi Anadolu’daki Ermeni ve Kürt unsurların
savaşın yeniden başlaması halinde kışkırtılabileceğini ima ediyordu.
Kâmil Paşa Hükümeti, Büyük Güçler’in baskılarına direnmeye çaba gösterecek
durumda değildi. Edirne’nin ikmali meselesi konferans başladığından beri Osmanlı
delegeleri tarafından dillendirilmiş, ancak daha sonra bu meselenin üstü örtülmüştü.
Osmanlı ordusunun Çatalca Hattı’ndaki direniş gücü kuşkuluydu. Eğer Osmanlı hattın
gerisinde güçlü olsaydı, Edirne’nin ikmalinden büyük bir ihtimalle
vazgeçmeyecekti.322
29 Aralık’ta akşam saatlerine kadar süren Heyet-i Vükela toplantısında
Hükümet, barış müzakerelerindeki Arnavutluk, Girit ve Ege adaları gibi tartışmalı
konuların Büyükelçiler Konferansı’na havale edilmesine karar verdi.323 30 Aralık’taki
Londra Konferansı’nın yedinci oturumunda Osmanlı delegeleri Hükümet kararını
tatbik ederek bazı sorunlu konuların Büyük Güçler’in inisiyatifine bırakılmasını talep
etti.324 Hükümet’e yakın gazeteler kararı Osmanlı yönetiminin barış taraftarı olmasını
ispat ettiği değerlendirmesinde bulunuyordu. Hükümet’in Büyük Güçler’e duyduğu
itimat da ayrıca vurgulanıyordu.325
3 Ocak 1913 tarihli oturumda Osmanlı delegeleri, birçok toprak talebinden
vazgeçtiklerini açıkladı. Trakya’nın batısındaki topraklardan bütünüyle vazgeçen
Osmanlı Devleti, eğer Ege adaları Türk tarafına verilirse Girit üzerindeki egemenlik
hakkından da vazgeçileceğini duyurdu. Balkan İttifakı, aynı gün Türk tarafını savaşın
sonuçlarını göz ardı etmekle ve barış görüşmelerini kesmek için meşruiyet aramakla
suçladı. 6 Ocak tarihine kadar Edirne ve Ege adaları üzerindeki haklarından
vazgeçmemesi halinde görüşmelerin kesintiye uğrayacağını ilan etti. Balkan İttifakı,
böylelikle Osmanlı Devleti’ne ültimatom vermiş oluyordu.326
321 A.e., s. 209.
322 ‘‘Peace and Alternative’’, The Observer, 29 December (Aralık) 1912, s. 6.
323 ‘‘Impossibility of Ceding Adrianople’’, Guardian, 30 December (Aralık) 1912, s. 7.
324 ‘‘The Conference: To Day’s Meeting’’, Guardian, 31 December (Aralık) 1912, s. 8.
325 ‘‘Müzekerat-ı Sulhiye Hakkında: Bab-ı Âli’nin Yeni Kararı’’, İkdâm, 2 Kanun-i Sani (Ocak) 1913,
s. 1.
326 ‘‘Another Turkish Offer: Crete Now Given Up’’, Guardian, 4 January (Ocak) 1913, s. 9; ‘‘Turkey’s
Offer’’, Guardian, 4 January (Ocak) 1913, s. 9.
86
6 Ocak 1913 tarihli onuncu oturumda, Mustafa Reşid Paşa, Osmanlı Devleti’nin
Edirne ve Ege adaları dışındaki tüm toprak taleplerinden vazgeçtiğini duyuran bir
teklif sundu. Balkan İttifakı, söz konusu teklifi yetersiz bularak görüşmelerin askıya
alındığını duyurdu. Bunun üzerine Türk tarafı ‘‘askıya alınma’’nın ne olduğunu
sorarak toplantı başkanını protesto etti. Balkan İttifakı, yaptığı açıklamada
müzakerelerin geçici bir süreyle ertelendiğini ancak kesilmediğini, Osmanlı delegeleri
tatmin edici bir teklifle gelmediği müddetçe yeni bir görüşme yapılamayacağını ilan
etti.327
Büyük Güçler ve Balkan İttifakı’nın uzlaşmasının ardından 17 Ocak’ta Büyük
Güçler, İstanbul’da bulunan en kıdemli elçi olmasından dolayı Avusturya-Macaristan
elçisi Marquis Johann von Pallavicini aracılığıyla Bab-ı Âli’ye Edirne ve Ege
adalarının derhâl terk edilmesini içeren ortak bir nota verdi.328
3.3. Kâmil Paşa Hükümeti’nin Sonu: Bab-ı Âli Baskını
3.3.1. İttihatçıların Hükümet Darbesi Hazırlığı
Büyük Güçler’in ortak notası, Edirne’yi terk etmeye razı olan Kâmil Paşa için
önemli bir mazeretti. Ancak ordu içerisindeki muhalefet ve İttihatçıların göstereceği
tepki sebebiyle, sadece böylesine bir gerekçeyle bunu yapabileceğinin farkında olan
Kâmil Paşa, durumun vahametini biliyordu. Edirne’nin terk edilmesi durumunda
ülkede iç savaş tehlikesiyle karşı karşıya kalınabileceğini İngiliz elçisi Sir Gerard
Lowther’a açıklamıştı. Paşa, bu durumda şehrin içerisinde bulunan Osmanlı ordusuna
askerî tören yapılarak kentin boşaltılabileceğini ima ediyordu. Kamuoyunun tepkisini
önlemek amacıyla Edirne’nin Büyük Güçler tarafından belirlenen Müslüman bir vali
aracılığıyla serbest bir kent haline gelmesini ise kabul etmeye hazırdı.329
327 ‘‘Peace Conference: ‘Suspended’ by the Allies’’, Guardian, 7 January (Ocak) 1913, s. 9; ‘‘Turkish
Delegates Excited’’, Guardian, 7 January (Ocak) 1913, s. 9.
328 ‘‘Müdahale Dün Oldu’’, Tercüman-ı Hakikat, 18 Kanun-i Sani (Ocak) 1913, s. 1.
329 Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C. II/II, s. 244.
87
İttihatçılar ordu içerisinde propaganda faaliyetlerine çoktan girişmişlerdi.
Ordudaki subaylara İttihat ve Terakki Cemiyeti mührünü taşıyan bildiriler
dağıtılmaktaydı. Bildiride Edirne’nin terk edilmesine karşı çıkılarak ne olursa olsun
savaşa devam edilmesi gerektiği söyleniyordu.330 İstanbul’da bulunan İngiliz askeri
ataşesi, Sir Gerard Lowther’a sunduğu raporda çoğu subayın Edirne’yi terk etmektense
savaşa devam edilmesini tercih ettiğini belirtiyordu.331 Birçok subay, 1912 yazında
gerçekleşen hükümet değişikliğini savaşın esas nedeni olarak görüyordu. Eğer
İttihatçılar başta olsaydı savaşın önlenebileceğini düşünen subayların sayısı
azımsanmayacak kadar çoktu.332
1912 Kasım ayında gerçekleşen görüşmede Kâmil Paşa, Cemiyet ile uzlaşmayı
reddetmişti. Talât Bey, Brüksel’de bulunan Cemiyet mensuplarına yazdığı 14 Ocak
1913 tarihli mektupta, bir darbe yapmaya karar verdiklerini ifade ediyordu. Mektupta
Kasım ayının ortasından itibaren geçen iki aylık sürede İttihatçıların faaliyetleri
anlatılıyor ve bir darbe plânının genel stratejisi ve yapılış şeklinden bahsediliyordu.
Kasım ayının ortalarından itibaren alınan zaman çizelgesi ise Kâmil Paşa ile olan
görüşmeyle örtüşmekteydi. Mektupta zaman belirtilmeksizin toplantılar yapıldığı ve
bu toplantılar sonrasında darbeye karar verildiği aktarılıyordu.333 Talât Bey’in
mektubunda bahsettiği toplantı 25 Aralık 1912 tarihinde Beşezade Emin Bey’in
Vefa’daki evinde gizlilikle yapılmıştı. Toplantıda Prens Said Halim Paşa, Ziya
[Gökalp] Bey, Binbaşı İsmail Hakkı, Ali Fethi [Okyar] ve Mithat Şükrü Bey ile Cemal
Bey, Doktor Nâzım ve Kara Kemal gibi önde gelen Cemiyet üyeleri hazır bulundu.
Kâmil Paşa Hükümeti’ni devirmenin tartışıldığı toplantı sonuçsuz kaldı. Ali Fethi
[Okyar] Bey’in itirazları sonucu etkili bir karar alınamadı. On gün sonra yapılan ikinci
toplantıda Enver Bey katılımcıları ikna ederek Hükümet’i devirme kararı verdi. Bu
toplantıda Ali Fethi Bey bulunmuyordu.334
330 ‘‘Powers to Advice to the Porte’’, Guardian, 31 December (Aralık) 1912, s. 9.
331 Glen Wilfred Swanson, ‘‘Mahmud Şevket Paşa and the Defense of the Ottoman Empire: A Study of
War and Revolution during the Young Turk Period’’, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Indiana University
,1970, s. 170. [bundan sonra, Swanson, Mahmud Şevket Paşa and the Defense of the Ottoman Empire]
332 ‘‘Kiamil and the War’’, Guardian, 10 January (Ocak) 1913, s. 10.
333 Feroz Ahmad, İttihat ve Terakki 1908-1914, s. 147-148.
334 Ziya Şakir Soko, Yakın Tarihin Üç Büyük Adamı Talat-Enver-Cemal Paşalar, İstanbul, Akıl
Fikir Yayınları, 2011, s. 56-57; [bundan sonra, Ziya Şakir Soko, Talat-Enver-Cemal Paşalar], Mustafa
Ragıp Esatlı, İttihat ve Terakki Tarihinde Esrar Perdesi…, s. 315-318; Şevket Süreyya Aydemir,
Makedonya’dan Orta Asya’ya Enver Paşa, C.II, s. 380-381.
88
Dâhiliye Nazırı Ahmed Reşid Bey söz konusu toplantılardan haberdar olmuştu.
Günü ve saatine kadar detaylı olan darbe ihbarını haber almıştı. Büyük bir ihtimalle
Halaskâr Zabitan Grubu’na bağlı subaylardan söz konusu müdahalenin istihbaratını
edinmişti.335 Bu sebeple, 13 Ocak’tan itibaren Beyoğlu’ndaki Cadde-i Kebir, Harbiye
Nezareti ve diğer önemli bölgelere konuşlandırılmış polis sayısı arttırılmış, caddelerde
süvari birlikleri dolaşmaya başlamıştı. İttihatçılığından şüphelenilen tüm asker ve
siviller ise polis tarafından devamlı takibat altında tutuluyordu.336
Aynı günlerde Halaskâr Zabitan Grubu’na mensup subaylar da benzer
hazırlıklar yapmaktaydı. Talât Bey’in hükümeti etkilemeye yönelik çabalarından
rahatsız olan grup, Talât Bey’e suikast düzenlemek istiyordu. Yerebatan’daki evinden
her akşam Cemiyet Merkez-i Umumisi’ne yaptığı yolculuğu takip eden gruba bağlı
subaylar söz konusu suikast planını Prens Sabahaddin’e bildirmiş, Prens’in şiddetli
itirazları sonucu bu tertipten vazgeçmişlerdi.337
Enver Bey, 4 Ocak 1913 tarihinde Alman bir arkadaşına yazmış olduğu
mektubunda, Hükümet’in şerefli olmayan bir barışa doğru gittiğinden bahsederek
yakında ‘‘içerde birbirimizi boğacağız’’ diyordu. Aynı mektupta darbe plânından da
bahseden Enver Bey, başarılı olmaları halinde şerefli olmayan bu barıştan
sakınılabileceğini söylüyordu.338 Enver Bey, Trablusgarp’tan Kasım sonlarına doğru
dönmüş, Nâzım Paşa’nın sayesinde X. Kolordu Kurmay Başkanlığı’na atanmıştı.
Çatalca Hattı’nı bizzat ziyaret etmiş, subaylara hitaben fikir ayrılıklarına son verilerek
vatan için bir araya gelinmesi gerektiği üzerine heyecanlı bir konuşma yapmıştı.339
Fikir ayrılıklarını bir kenara bırakmayı öneren Enver Bey, 10 Ocak tarihli mektubunda
ise bu kez Hükümet’i devirmeyi ve yerine güçlü bir Heyet-i Vükela geçirmenin
gereğini vurguluyordu. Enver Bey bu iş için Nâzım Paşa’yı uygun görüyor, onun
enerjik ve dürüst olduğunu savunuyordu. Aynı mektupta Sultan Reşad ile de
335 Ahmed Reşid Rey, Gördüklerim Yaptıklarım, s. 274-275; Şevket Süreyya Aydemir,
Makedonya’dan Orta Asya’ya Enver Paşa, C.II, s. 369.
336 Aykut Kansu, İttihadcıların Rejim ve İktidar Mücadelesi 1908-1913, s. 513-514.
337 Hasan Amca, Doğmayan Hürriyet Yarıda Kalan İhtilal&Tehcirin İç Yüzü&Nizamiye
Kapısı&Prens Sabahaddin ve Taklib-i Hükümet, İstanbul, Alfa Yayınları, 2013, s. 250-251. [bundan
sonra Hasan Amca, Doğmayan Hürriyet Yarıda Kalan İhtilal…]
338 M. Şükrü Hanioğlu, Kendi Mektuplarında Enver Paşa, İstanbul, Der Yayınları, 1989, s. 218-219.
339 ‘‘The Allies Demands: Indignation in Turkey’’, Guardian, 26 December (Aralık) 1912, s. 5.
89
görüştüğünü ifade eden Enver Bey Sultan’ın tereddüt göstermekle birlikte hükümet
değişiminin gerekliliğine inandığını aktarmaktaydı.340
Gerçekte Sultan Reşad İttihatçıların Hükümet’e darbe yapacağından
haberdardı. Enver Bey’in mektubunda bahsettiği görüşme bir hükümet değişikliği
önerisiydi. Gerçek darbe plânı ise Talât Bey aracılığıyla Saray’a bildirilmişti. Talât
Bey, baskından birkaç gün önce Saray görevlilerinden Sabit Bey ile görüşmüş, darbe
plânını ona detaylı bir şekilde aktarmıştı.341
Nâzım Paşa, hem Hürriyet ve İtilâf Fırkası temsilcileriyle, hem de Cemiyet ile
temas halindeydi. Gümülcineli İsmail önderliğindeki İtilâf Fırkası, Kâmil Paşa
Hükümeti’ni düşürmek için Nâzım Paşa’yı sadaret makamına getirmeyi
amaçlıyordu.342 Paşa’nın İtilâf Fırkası ile olan görüşmelerinin ayrıntısı bilinmemekle
beraber hem İttihatçıların hem İtilafçıların aynı zaman aralıklarında Nâzım Paşa’yı bir
hükümet değişikliği için ikna etmeye çalıştığı anlaşılıyordu. Nâzım Paşa, girmiş
olduğu pazarlıklar sonucunda 4 Ocak 1913’te bir istifa mektubu dahi kaleme almıştı.
Paşa, istifa sebebi olarak kendisine gösterilen muamele ve güvensizliği gerekçe
gösteriyordu.343 Paşa’nın kabineden istifasıyla Sadrazam Kâmil Paşa’nın düşüşü
sağlanacaktı. Bu mektup büyük bir ihtimalle Enver Bey’in telkinleri sonucu yazılmıştı.
Enver Bey bir süredir Nâzım Paşa ile görüşüyor, savaşçı politikalar için kendisinden
destek istiyordu. Enver Bey, 10 Ocak tarihli aynı mektubunda şöyle diyordu:
‘‘…bugün ilk defa onunla siyasetten konuşurken, kendini savaştan yana, Heyet-i Vükela’ya
karşı ilân etmesini teklif ettim, böylece ordunun ve halkın sempatisini kazanacaktır.’’344
Bir başka teklif Aralık sonlarında, Muharrem ayının onuncu gününde,
Muharrem tebriki vesilesiyle Prens Said Halim Paşa tarafından eski dostu olan Nâzım
Paşa’ya yapılmıştı. Yapılan görüşmede Said Halim Paşa, Nâzım Paşa’ya hükümetten
istifa ederek kabineyi düşürmeyi ve İttihat ve Terakki’nin kuracağı kabinenin başına
geçmeyi teklif etti. Said Halim Paşa aynı zamanda Nâzım Paşa’yı yaşanan askerî
340 M. Şükrü Hanioğlu, Kendi Mektuplarında Enver Paşa, s. 220.
341 Mustafa Hayri Efendi’nin Günlükleri, s. 351-352.
342 Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi, Muhalefetin İflası, s. 73.
343 Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivi, Yıldız (Y.) Kâmil Paşa Evrakı (EE. KP.) 35/3496 (Harbiye
Nazırı Nazım Paşa'nın 22 Kanun-i Evvel 1328 [4 Ocak 1913] tarihli istifa yazısı).
344 M. Şükrü Hanioğlu, Kendi Mektuplarında Enver Paşa, s. 220.
90
bozgunları gerekçe göstererek üstü kapalı tehdit de etmişti. Said Halim Paşa, bir
anlamda teklifin kabul edilmemesi halinde yaşanabilecek tehlikelere işaret
ediyordu.345 Benzer bir bilgi Alman Büyükelçi Wangenheim’ın 6 Ocak tarihli
raporunda da vardı. İttihatçılarla yapmış olduğu görüşmeyi Alman Dışişleri’ne aktaran
Wangenheim, raporda Cemiyet’in çok yakında iktidarı ele geçireceğini, kurulacak
olan kabinenin başında Nâzım Paşa’nın olacağını, Başkumandanlık Vekâleti’nin ise
Ahmed İzzet Paşa’ya verileceğini bildiriyordu. Wangenheim birkaç gün sonra
Mahmud Şevket Paşa ile de görüşmüş, Paşa’dan hükümetin kesin olarak
düşürüleceğini haber almıştı. Wangenheim aynı görüşmede Mahmud Şevket Paşa’ya
uyarılarda bulunarak hükümete yapılacak müdahalenin yol açabileceği tehlikelerden
söz etmişti.346
17 Ocak 1913 tarihinde Büyük Güçler’in söz konusu notası İttihatçı zabitler
başta olmak üzere Cemiyet’i harekete geçirmeye teşvik etti. Bir süredir plânlanan
darbe için son bir görüşme gerçekleştiren Said Halim Paşa, Ahmed İzzet Paşa, eski
sadrazam Hakkı Paşa ve Talât Bey, 21 Ocak günü Prens Said Halim Paşa’nın
Yeniköy’deki yalısında toplandı. Toplantıdan, Hükümet eğer Büyük Güçler’e vereceği
cevabî notayla Edirne’nin terk edilmesini kabul ederse, Kâmil Paşa Hükümeti’ne
müdahale ederek onu devirmekten başka bir yol olmadığı yolunda karar çıktı.
Toplantıda müdahaleden sonra yeniden kurulacak olan kabinede sadrazamlığa
Mahmud Şevket Paşa’nın geçirilmesinde mutabık kalındı.347
Aynı toplantıda Kâmil Paşa’yı savaşa zorlamak için ikna edilmesi, o da olmazsa
istifa için baskı yapılması kararlaştırıldı. Meclis-i Âyan üyesi bir İttihatçı, Tercümanı
Hakikat gazetesinde de yayınlanmış olan bu talepleri Kâmil Paşa’ya iletti. Paşa bu
görüşmede İttihatçıların tüm tekliflerini reddetti.348
Sadrazam Kâmil Paşa, Büyük Güçler’in Edirne’yi terkine dair notasını
görüşmek üzere bir saltanat şurası topladı. Öneri Şeyhülislam Cemaleddin Efendi’den
gelmişti. Bu toplantıda verilecek cevabî nota ile ilgili müzakereler yapılacak, devletin
üst düzey bürokratları, subayları, devlet adamları ve ulema toplantıda hazır
345 Mustafa Ragıp Esatlı, İttihat ve Terakki Tarihinde Esrar Perdesi…, s. 371-374.
346 Swanson, ‘‘Mahmud Şevket Paşa and the Defense of the Ottoman Empire’’, s. 173-174.
347 Aykut Kansu, İttihadcıların Rejim ve İktidar Mücadelesi 1908-1913, s. 524-525.
348 A.e., s. 525.
91
bulunacaktı. Kabine içerisinde ültimatomun tamamen reddedilmesi olanaksız
görülüyordu. Ancak bazı maddeler üzerinde değişiklik yapılabilirdi.349 Kabine’nin bu
sorumluluğu tek başına alması siyasi intiharla eş değer olacağından, bir saltanat şurası
toplamak suretiyle en azından siyasi sorumluluk paylaşılmış olacaktı.
Şura-yı Saltanat 22 Ocak günü Dolmabahçe Sarayı’nda toplandı. Toplantıya
Mahmud Şevket Paşa ve Aristidis Paşa haricinde İttihat ve Terakki’yle yakın olan
hiçbir devlet görevlisi davet edilmemişti. Mahmud Şevket Paşa ise toplantıya
çağrılmasına rağmen gelmedi.350 Büyük bir ihtimalle Mahmud Şevket Paşa,
toplantıdan notayı kabule dair tavsiye kararı çıkacağının farkındaydı. Toplantının
başlamasından önce Sultan Reşad, Veliaht Yusuf İzzeddin, Şehzade Vahdettin ve
Abülmecid Efendi’yi ağırladı. Sonrasında Şeyhülislam Cemaleddin Efendi ve Kâmil
Paşa ile görüştü. Sultan Reşad adına oturumu Kâmil Paşa açarak bir konuşma yaptı.
Konuşmasında şuranın görev ve yetkilerini açıkladı. Buna göre şuranın yetkisi
danışma meclisinden öteye gitmiyordu, oturum sonunda oylama dahi yapılmayacaktı.
Sonrasında Büyük Güçler’in vermiş olduğu notanın Türkçe çevirisi okundu. Hemen
ardından Harbiye Nazırı Nâzım Paşa, ordunun durumunu özetleyerek yeni bir savaşa
girmeye ordunun gücünün yetmeyeceğini ifade etti. Daha sonra mali durumun
tartışıldığı şurâda barış için şartsız destek istendi.351 Toplantının sonunda Büyük
Güçler’in ortak notasındaki koşullar şurâya katılanların çoğunluğunca kabul edildi.352
Yalnızca İstanbul Baş Müdde-i Umumisi İsmail Hakkı Bey ve onu destekleyen üç dört
kişi savaşın devamından yanaydı.353
Cevabî notada Edirne şehrinin etrafıyla beraber tarafsız ve bağımsız bir şehir
haline getirilmesi düşünülüyordu. Şehrin idaresi Büyük Güçler tarafından belirlenecek
olan Müslüman bir vali tarafından deruhte edilecekti. Valinin başkanlığında
toplanacak olan mecliste her dinin ruhani önderleri yer alacak, meclisin başkan
yardımcısı ise şehre atanan kadı tarafından gerçekleştirilecekti. Şehirde ihtiyaç
349 Cemaleddin Efendi, Hâtırat-ı Siyasîye, s. 50.
350 ‘‘The Grand Council Meets’’, Guardian, 23 January (Ocak) 1913, s. 9.
351 ‘‘Turkish Decisions: Official Statement’’, The Times, 23 January (Ocak) 1913, s. 6; ‘‘The Porte’s
Surrender’’, Guardian, 23 January (Ocak) 1913, s. 9; ‘‘The Grand Council Meets’’, Guardian, 23
January (Ocak) 1913, s. 9.
352 ‘‘Turkey Decides for Peace: Powers Advice to be Accepted’’, Guardian, 23 January (Ocak) 1913,
s. 9.
353 Cemaleddin Efendi, Hâtırat-ı Siyasîye, s. 51.
92
ölçüsünde polis ve jandarma birlikleri bulunacak, kolluk güçleri dâhil olmak üzere tüm
memurların maaşları yerel gelirlerden karşılanacaktı. Osmanlı askeri silah ve
mühimmatıyla beraber şehri boşalttıktan sonra, şehirdeki gereksiz tahkimatlar
yıkılacaktı.354
3.3.2. Hükümet Darbesi: Bab-ı Âli Baskını
Şura-yı Saltanat’ın ertesinde 23 Ocak günü sabah saat on birde Talât Bey son
kez Kâmil Paşa ile görüşerek teslimiyeti içeren notaya verilecek cevabı ertelemeyi
denedi ve Paşa’yı istifaya davet etti. Kâmil Paşa, istifa etmeyi reddetti. Kabine aynı
gün cevabî notanın Türkçe metni ve Fransızca taslağı üzerine çalışmaya başladı.
Öğleden sonra saat üç civarında Cağaloğlu yokuşundan Erkân-ı Harp Kaymakamı
Enver Bey kır at üzerinde sadaret binasına geldi. Yanında Cemiyet mensubu
silahşorlardan mürettep birkaç subayla beraber sadaret binasına girdi. Talât Bey ise
önceden topladığı birkaç subay ve hocayla birlikte Bab-ı Âli’de bulunuyordu. Başta
Enver ve Talât beyler olmak üzere sonradan dahil olan sivillerle birlikte oluşan
kalabalık sadaret kapısını zorlamaya başladı. Bu sırada kabine içeride toplantı
halindeydi. Ali Fuad [Türkgeldi] Bey, Kâmil Paşa’ya dönerek bugün miting olup
olmadığını sordu. Paşa “yok öyle bir şey diyerek” cevap verdi. Ali Fuad Bey’in
kalabalığın parmaklıkları aşarak sadaret binasına girmekte olduğuna yönelik ikazının
ardından Paşa, “haber veriniz de kapıları kapatsınlar” diyerek toplantıya devam
etmeye çalışıyordu. Ancak İttihatçılar, Bab-ı Âli Merkez Taburu Kumandanı’nı
baskından önce değiştirmiş, yerine İttihatçı bir subayı getirmişlerdi. Bu sırada
Kaymakam Enver Bey ve Talât Bey sadaret binasına girmiş, camlar parçalanmış,
silahlar atılmaya başlanmıştı. Harbiye Nazırı Nâzım Paşa bu sırada oturduğu yerden
hiddetle fırlayarak büyük sofaya yöneldi. Sofada gördüğü Enver Bey’e doğru dönerek:
‘‘Siz beni aldattınız! Bana verdiğiniz söz böyle miydi?’’ diye bağırıyordu. Cemiyet’in
önde gelen silahşorlarından Yakub Cemil Bey, o esnada silahını Nâzım Paşa’ya
doğrultarak ateşledi. Paşa’nın vurulmasının ardından Enver Bey, beraberindeki
354 Ali Fuad Türkgeldi, Görüp İşittiklerim, s. 109.
93
subaylar ve Talât Bey, Kâmil Paşa’nın yanına giderek ondan istifasını istedi. Kâmil
Paşa, memleketin içinde bulunduğu durumu hatırlatarak, bilhassa Büyük Güçler’in
ortak notasını ima ederek böylesine bir hareketin olası kötü sonuçlarını anlatmaya
çalışıyordu. Talât Bey o sırada Paşa’nın sözünü keserek istifa etmesi gerektiğini ısrarla
yineledi. Kâmil Paşa istifa mektubunu yazmaya başladı. Mektuba ‘‘cihet-i askeriyeden
vuku bulan teklif üzerine’’ diyerek başladı. Talât Bey araya girerek ‘‘ahali’’
sözcüğünü en başa eklemesi gerektiğini söyledi. Talât Bey, şüphesiz “ahali”
sözcüğünü istifa mektubuna ekleyerek Cemiyet’in yalnız askerî kanadının değil, sivil
temsilcilerinin de hükümet darbesine iştirak ettiği gerçeğini açıklıyordu. Böylelikle
istifa ‘‘ahali ve cihet-i askeriyeden vuku bulan teklif üzerine’’ gerçekleşmiş oldu.
Baskın sırasında çıkan çatışmalarda ise Nâzım Paşa’nın yaveri Kıbrıslı Tevfik Bey,
Kâmil Paşa’nın yaveri Nafiz Bey, baskıncılardan Mustafa Necip Bey, iki nöbetçi asker
ve adı bilinmeyen altı kişi daha yaşamını yitirdi.355
Nâzım Paşa, çıkan çatışmada yaşamını yitirmişti. Hâlbuki Cemiyet ile olan
pazarlıklarında Nâzım Paşa’nın sadaretin başına geçirilmesi plânlanıyordu. Ancak 21
Ocak’ta yapılan toplantıda Mahmud Şevket Paşa’nın adı öne çıkmaktaydı. Nâzım
Paşa’nın, Cemiyet içerisindeki hizip mücadelesi sonucu mu yoksa Enver Bey’in
söylediği gibi bir yanlışlık eseri olarak mı öldürülmüş olduğu belirsizdi.356 Cemiyet,
baskından önce sadaret için önce Ahmed İzzet Paşa’yı düşünmüş, ancak Paşa’dan
olumsuz cevap aldıktan sonra teklifi Mahmud Şevket Paşa’ya götürmüştü. Mahmud
Şevket Paşa ise sadaret teklifine tereddütlü yaklaşmakla birlikte olumlu bakmıştı.357
Cemiyet’in aynı anda birkaç kişiyle birden sadaret pazarlığı yapmış olması ilginçtir.
355 İsmail Hami Danişmend, Kronoloji, s. 551-554; Ali Fuad Türkgeldi, Görüp İşittiklerim, s. 86-91;
M. Naim Turfan, Jön Türklerin Yükselişi: Siyaset, Askerler ve Osmanlı’nın Çöküşü, s. 351-364;
Hasan Amca, Doğmayan Hürriyet Yarıda Kalan İhtilal…, s. 264-267; Şevket Süreyya Aydemir,
Makedonya’dan Orta Asya’ya Enver Paşa, C.II, s. 384-385; Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılabı
Tarihi, C. II/II, s. 269; Mustafa Ragıp Esatlı, İttihat ve Terakki Tarihinde Esrar Perdesi, s. 319-344.
Ayrıca bkz., ‘‘The Coup d’Êtat’’, The Times, 24 January (Ocak) 1913, s. 6; ‘‘Kiamil’s Downfall’’, The
Times, 24 January (Ocak) 1913, s. 7; ‘‘The Revolution at Constantinople: Fighting Reported
‘Commander in Chief Killed’ ’’, Guardian, 25 January (Ocak) 1913, s. 11.
356 Enver Bey, Ali Fuad [Türkgeldi] Bey’e yapmış olduğu açıklamada Nâzım Paşa’nın bir yanlışlık
neticesi olarak vurulduğunu ifade ediyordu. Bkz. Ali Fuad Türkgeldi, Görüp İşittiklerim, s. 89. Enver
Bey, Nâzım Paşa’nın ölmesine yol açan çatışmayı şöyle aktarıyordu: ‘‘Resmi işler tamamlandı. Darbe
çeyrek saatte olup bitti…Kâmil’in yaverlerinden birinin ateş etmesi üzerine, karşılıklı birkaç kurşun
atıldı, iki yaver bir sivil polis ve maalesef olay yerinde bulunan dostum Nâzım yere düştü.’’, bkz. M.
Şükrü Hanioğlu, Kendi Mektuplarında Enver Paşa, s. 225.
357 Ziya Şakir Soko, Mahmud Şevket Paşa, Haz. Serkan Erdal, İstanbul, Akıl Fikir Yayınları, 2011, s.
151-153; Mithat Şükrü Bleda, İmparatorluğun Çöküşü, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1979, s. 74-75.
94
Herhalde Nâzım Paşa yaşamış olsaydı bile Cemiyet, kendisine sadaret görevini
bırakmayacaktı. Bunun en önemli sebebi Cemiyet mensubu subayların, Nâzım Paşa’ya
pek olumlu bakmamalarıydı. Paşa, Halaskâr Zabitan hareketinin koruyucusu olarak
görülüyordu. Balkan Savaşı’nda yaşanan facianın ise baş sorumlusuydu. Cemiyet
mensubu subaylar, öteden beri Nâzım Paşa’ya bu gerekçelerle düşmanlık
beslemekteydi.358 Paşa’nın o zamana kadar hiçbir işe yaramamış olan ölçüsüz hücum
stratejisi ise zabitanları usandırmıştı. Bu açıdan bakıldığında Nâzım Paşa cinayeti,
Yakub Cemil’in anlık bir dürtüsüyle gerçekleştirmiş olduğu kişisel bir cezadan çok
plânlı bir ortadan kaldırma hareketine yakınsıyordu.359 Her ne olursa olsun İttihatçılar
bir darbenin teknik açıdan başarıya ulaşmasını sağlayacak ilk ve en önemli
amaçlarından biri olan olası bir mukavemetin lideri pozisyonundaki ismi ekarte etmiş
oldu.360
Enver Bey, istifa mektubunu Sultan Reşad’a iletmek üzere Dolmabahçe
Sarayı’na gitti. Akşam saatlerinde Başkâtip Ali Fuad [Türkgeldi] Bey, Enver Bey ve
Mahmud Şevket Paşa hep birlikte Bab-ı Âli önüne geldi. Burada toplanan kalabalığa
kısa bir konuşma yapan Mahmud Şevket Paşa, müşkül şartlar altında görevi kabul
ettiğini, vatan için elinden gelen her şeyi yapacağını vurguluyordu. Konuşmanın
ardından İttihat ve Terakki Cemiyeti adına Bab-ı Âli önünde toplanmış olan halka
olayların gelişimi ve nedenini açıklayan bir bildiri dağıtıldı. Bildiride, yaz başında
Arnavutluk’ta çıkmış olan isyan hareketi irdelenerek ordunun isyana müdahalesindeki
yanlışlıklar ve ordu içerisindeki disiplinsizlik vurgulanıyordu. Bildirinin devamında
Said Paşa kabinesinin düşürülerek yerine Gazi Ahmed Muhtar Hükümeti’nin geçişi
anlatılıyor, bu hükümetin Balkan politikalarındaki hataları açıklanıyordu. İlk hata
Arnavutluk’ta çıkan isyana gösterilen yumuşak müdahale ve verilen tavizler olarak
sıralanıyordu. Bu tavizler diğer Balkan ülkelerini cesaretlendirerek Osmanlı’ya savaş
açmasını sağlamıştı. Bu koşullar altında Gazi Ahmed Muhtar Paşa Kabinesi’nin savaş
358 Talât Bey, Brüksel’e gönderdiği mektubunda bu durumdan bahsetmektedir: ‘‘Netice-i musalahada
ordu bittabi ahvalin müsebbiplerinin cezasını talep edecek ki (bu da hazırlanmıştır) o da kabine
demektir.’’: Şevket Süreyya Aydemir, Makedonya’dan Orta Asya’ya Enver Paşa, C.III, İstanbul,
Remzi Kitabevi, 1972, s. 59.
359 Nâzım Paşa suikastı ve Paşa’nın hayatı hakkında geniş bilgi için: Ender Korkmaz, ‘‘Harbiye Nazırı
Nâzım Paşa'nın Hayatı ve Faaliyetleri’’, Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 2017.
360 M. Naim Turfan, Jön Türklerin Yükselişi: Siyaset, Askerler ve Osmanlı’nın Çöküşü, s. 361-362.
95
öncesinde on binlerce askeri terhis etmesi sert sözlerle eleştiriliyordu. Gazi Ahmed
Muhtar Paşa, Makedonya’da çıkacak olan savaşı görmezden geldiği için ve önceden
yapılmış savaş plânlarını uygulamamakla suçlanıyordu. Gazi Ahmed Muhtar Paşa,
bildiriye göre orduyu beceriksiz subayların eline bırakmıştı. Hükümet değişikliği
sonrası sadarete gelen Kâmil Paşa da Cemiyet’in hedefindeki isimdi. Kâmil Paşa
Hükümeti, ilk yenilgilerin ardından toparlanmakta olan ordunun iyi durumunu göz ardı
ederek sürekli barış istemekle itham ediliyordu. Hükümet’in bu zayıflığını gören
Balkan İttifakı, Edirne ve Ege adalarını istemişti. İttifak, Büyük Güçler’i yanına
çekerek Edirne ve adaların teslimini sağlamayı istiyordu. Kâmil Paşa tüm bu olanlara
sadece seyirci kalmıştı. Hükümet, Edirne’yi Bulgarlara ve Ege adalarını Büyük
Güçler’e terk etmek üzere bir Şura-yı Saltanat toplamış, 22 Ocak’ta toplanan bu şura
Hükümet’in tavizlerine iştirak ederek memlekete ihanet etmişti. Osmanlı milleti
vatana ihanet eden böyle bir hükümeti asla kabul edemezdi. Osmanlı, Avrupa’daki
haklarından vazgeçmeyecekti. Millet, vatanının varlığını tehlikede görerek Kâmil
Paşa’yı ve hükümetini devirmişti.361
Bildiri, hükümet darbesini meşrulaştırmanın bir aracıydı. Bildiride vurgulanan
noktalar bir darbenin hazırlanma nedenlerini açıklaması bakımından önemliydi.
Teknik açıdan bir hükümet darbesi için iki neden gerekliydi. Bunlardan ilki, darbenin
üzerine oturacağı psikolojik zemindi. Bir diğeri ise hükümeti devralmak için ortaya
atılacak meşru bir gerekçeydi. Balkan faciasından sonra Osmanlı kamuoyu yenilgi
psikolojisini derinden hissetmişti. Sokakta kalmış, yarı çıplak, yaralı ve salgın
hastalıklardan bitap düşmüş binlerce asker başkent İstanbul’un caddelerinde
görünüyordu. Trakya’dan İstanbul’a kadar her yerde binlerce mülteci ve evsiz barksız
insan yığını vardı. Yenilginin acı yüzü pâyitahtın her yerinde kendini
hissettiriyordu.362 Diğer bir neden böylesine keskin ve kararlı bir eylemi açıklayacak
meşru bir gerekçeydi. Cemiyet, bildiride özellikle bunu vurguluyordu. Edirne’yi terk
etmeye hazırlanan, “vatan hainlerinden” oluşan böyle bir hükümeti Osmanlı milleti
kabul edemezdi. Cemiyet’in meşru gerekçesi, bir barış anlaşması imzalamak üzere
olan hükümet değil, vatana ihanet içerisinde bulunan kabinenin kendisiydi.
361 Bildirinin Avrupa gazetelerinden derlenen geniş özeti için: Aykut Kansu, İttihadcıların Rejim ve
İktidar Mücadelesi 1908-1913, s. 531-532.
362 Murat Belge, Militarist Modernleşme Almanya, Japonya ve Türkiye, s. 586.
96
Müdahaleye yol açan esas neden Edirne’nin terki değil, vatana ihanetti.363 Cemiyet’i
harekete geçiren, bozulmuş bir psikolojik zemin üzerine inşa edilen acil sorunlar
bütününe derhâl çözüm bulma arzusuydu. Bunun somutlaşmış hali ise tarihe ‘Bab-ı
Âli Baskını’ olarak geçen 23 Ocak 1913’teki hükümet darbesi olmuştu. Bu çözüm
bulma arzusu Cemiyet’in askerî yanıtı olacak eylemler dizisinin ilk halkasıydı. Ocak
1913’ten sonra Cemiyet, hızla sivil yönetim ilkelerinin etkisinden uzaklaşarak
askerîleşti. Meşruti monarşinin en önemli enstrümanı olan meclis dahi 1914’e kadar
yeniden açılamadı. Savaş ortamının gerektirdiği askerî politika yapma güdüsü subay
sınıfının siyasal olarak yönetime ortak olmasını sağladı. II. Abdülhamid sonrası ortaya
çıkan iktidar boşluğu Cemiyet’in yardımıyla askerî sınıfın eline geçmişti. Artık devlet
politikalarında temkinli olarak sürdürülen diplomasinin yerini kararlı askerî eylemcilik
almış oluyordu.364
363 İstanbul Muhafızı Cemal Bey’in Yahya Kemal’e yaptığı açıklama subay sınıfının düşünce yapısını
yansıtması bakımından önemlidir. Cemal Bey, vatanı kat’i bir tehlikede gördükleri için tıpkı II.
Meşrutiyet’in ilanında olduğu gibi kendilerini feda ederek söz konusu hükümet darbesini
gerçekleştirdiklerini ifade ediyordu: Yahya Kemal Beyatlı, Siyasî ve Edebî Porteler, 6. Baskı, İstanbul,
İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları, 2018, s. 125.
364 Mustafa Aksakal, Harb-i Umumi Eşiğinde Osmanlı Devleti Son Savaşına Nasıl Girdi, İstanbul,
İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2010, s. 89.
97
IV. Bölüm: Maktul Sadrazam: Mahmud Şevket Paşa’nın Sadareti
4.1. Yeni Kabine, Cevabî Nota ve Yeniden Başlayan Savaş
Mahmud Şevket Paşa’nın sadrazamlığının ilan edilmesinin ardından yeni
kabine oluşturuldu. Yeni Heyet-i Vükela’da Said Halim Paşa Şura-yı Devlet Reisi,
Hacı Âdil Bey Dâhiliye Nazırı, eski Atina büyükelçisi Muhtar Bey Hariciye Nazırı
vekili, Çürüksulu Mahmud Paşa Bahriye Nazırı, eski İstanbul valisi İbrahim Bey
Adliye Nazırı, Ürgüplü Hayri Bey Evkaf Nazırı, Celal Bey Ziraat ve Ticaret Nazırı,
Şükrü Bey Maarif Nazırı, Oskan Efendi Posta ve Telgraf Nazırı, Rıfat Bey Maliye
Nazırı, Besarya Efendi Nafia Nazırı oldu. Mahmud Şevket Paşa hem Sadrazam hem
de Harbiye Nazırı’ydı.365 Yeni kabinede doğrudan İttihatçılarla bağlantılı yalnızca üç
nazır bulunuyordu. Önemli nazırlıklar doğrudan Cemiyet Merkez-i Umumisi’ne yakın
isimlerce doldurulmuştu. Ürgüplü Hayri Bey, Said Halim Paşa ve Hacı Âdil Bey bu
isimlerdendi. Said Halim Paşa kısa bir süre sonra Hariciye Nazırlığı görevini de
üstlenecekti. Başkumandanlık Vekâleti’ne ise Ahmed İzzet Paşa getirilmiş ancak
iradenin Enver Bey gibi kendisinin astı olan bir subay tarafından getirilmesine
sinirlenen Paşa söz konusu teklifi şiddetle reddetmişti. Ahmed İzzet Paşa ancak birkaç
gün sonra ikna edilerek söz konusu göreve getirilmeyi kabul etti.366
30 Ocak’ta yeni kabine Edirne’nin terkine dair verilen ortak notayı cevapladı.
Avusturya-Macaristan elçisi Pallavicini aracılığıyla verilen notada Türk tarafı itidalli
bir üslup kullanmayı yeğlemişti. Bab-ı Âli, Edirne’nin Osmanlı yönetiminde
kalmasına karşılık, Meriç’in batısında kalan topraklarından vazgeçiyordu. Edirne’nin
eski başkent olması sebebiyle önem arz ettiği, terkedilmesi halinde kamuoyunda infial
yaratacağı ifade edilmekteydi. Ege adalarındaki Türk hâkimiyeti için ise direnilmekle
beraber Büyük Güçler tarafından çözüm bulunmasına da sıcak bakılıyordu. Nota, bazı
365 Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivi, BEO. 4136/310183 (Sadaret’ten vilayet ve sancaklara
gönderilen 11 Kanun-i Sani 1328 [24 Ocak 1913] tarihli telgraf); ‘‘The New Cabinet’’, The Times, 25
January (Ocak) 1913, s. 8. 24 Ocak 1913 tarihli telgraf için bkz. Ek-5.
366 Ziya Şakir Soko, Talat-Enver-Cemal Paşalar, s. 141-142.
98
ekonomik özgürlükler talep etmekte ve kapitülasyonların kaldırılacağına dair Büyük
Güçler’den taahhüt istemekteydi.367
Notanın Büyük Güçler’e tesliminin yapıldığı 30 Ocak günü, Bulgar ordusunun
başkomutanı General Savof, 30 Ocak itibariyle ateşkesin sona erdirileceğini ve ateşkes
anlaşması uyarınca çatışmaların 3 Şubat günü yeniden başlayacağını Osmanlı
Başkumandanlığı’na bildirdi.368 Savaşın yeniden başlamasının ardından İngiltere
Sefiri olarak görevde bulunan Tevfik Paşa İngiliz Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Sir
Arthur Nicolson’a Büyük Güçler’e barış için müdahale etmelerini öneren başvuruda
bulundu. Buna göre Osmanlı Devleti’nin vekili gibi hareket edecek olan Büyük
Güçler, barış şartlarını belirleyerek Balkan İttifakı’na sunacaklardı. Kâmil Paşa
Hükümeti zamanında gerçekleşen arabuluculuk teklifinin bir benzerini Mahmud
Şevket Paşa gerçekleştirmiş oluyordu. İngiltere Dışişleri Bakanı Sir Edward Grey, bu
teklifin önce Balkan devletleri tarafından kabul edilmesi gerektiğini öne sürüyordu.369
Kararlı askerî eylemcilik artık kendisini göstermekteydi. Genç subaylar karar
alıcı mekanizmaları göz ardı ederek askerî ve bürokratik hiyerarşilere bağlı kalmadan
taarruz harekâtı istemekteydi. 4-5 Şubat 1913 tarihinde Boğazlar Mürettep
Kolordusu’na bağlı kurmay subaylar, Binbaşı Mustafa Kemal ve Binbaşı Ali Fethi
beyler, Harbiye Nazırı unvanına sahip Mahmud Şevket Paşa’ya doğrudan bir rapor
gönderdiler. Raporda Bab-ı Âli Baskını’ndan beri yaşanan siyasal gelişmeler
irdelenerek hükümet darbesini gerçekleştirenler adeta yerilmekteydi. Bab-ı Âli önünde
toplanan kalabalığın söz konusu hareketi gerçekleştirenler olarak ön plâna çıkarıldığı
raporda nazırların tehditle istifa ettirildiği, Harbiye Nazırı’nın öldürüldüğü ve tüm
bunları yapanların cezasız bırakıldığı açıkça ifade ediliyordu. Bu eylemlerin iktidara
gelen yeni hükümet ile baskıncılar arasında iş birliği bulunduğuna dalalet ettiği
belirtiliyordu. Raporun sonraki kısımları ise Çatalca Hattı’nı yarmak için Bolayır ve
Şarköy’den eşgüdümlü olarak bir taarruz harekâtının ayrıntılarını anlatmaktaydı.
Raporda taarruzun bir an bile ertelenmesinin doğru olmadığı, Gelibolu limanında
367 ‘‘Delivery to Reply’’, The Times, 31 January (Ocak) 1913, s. 6; ‘‘Turkish Reply to Powers’’, The
Times, 31 January (Ocak) 1913, s. 6; Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C. II/II, s. 280-281;
Fahir Armaoğlu, 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1789-1914), s. 678.
368 Mahmud Şevket Paşa’nın Sadaret Günlüğü, Haz. Murat Bardakçı, 2. Baskı, İstanbul, İş Bankası
Kültür Yayınları, 2014, s. 47.
369 Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C. II/II, s. 284.
99
bulunan kuvvetlerin süratle Çatalca’ya hareket ettirilmeleri ve Gelibolu’da kalacak
askerle beraber Çatalca Hattı’ndaki birliklerin eşzamanlı olarak saldırıya geçmeleri
öneriliyordu.370
Plânlanan saldırı harekâtı 8 Şubat’ta icra edildi. Taktiksel olarak hem deniz hem
de karadan yapılması plânlanan harekât, komuta kademesindeki koordinasyon
eksikliğinden dolayı başarısız oldu. Şarköy’e denizden çıkarılacak olan birlikler ile
eşzamanlı olarak Bolayır üzerinden Bulgar cephesine taarruz düşünülüyordu. Bu
taarruz harekâtıyla Çatalca Hattı’nda bekleyen düşmanın cephe gerisine sarkarak
Bulgar ordusu sıkıştırılacak ve imha edilecekti. Ancak birbirlerinden habersiz birlikler
ayrı zamanlarda saldırıya başlamış ve başarısız olmuşlardı.371
Başarısız harekât ordu içerisinde de tartışmaları beraberinde getirmişti.
Şarköy’deki saldırıya öncülük eden Enver Bey ile Bolayır’da bulunan Mürettep
Kolordu’nun subayları Binbaşı Mustafa Kemal ve Binbaşı Ali Fethi beylerin arası
açılmıştı. Enver Bey, iki binbaşıyı cezalandırmak istiyor, bu sebeple Çanakkale’de
bulunan Erkân-ı Harp heyetlerinin değişmesini talep ediyordu. Binbaşı Mustafa Kemal
ve Binbaşı Ali Fethi beyler Enver Bey’in suçlamalarını şiddetle reddederek derhâl
istifa ettiler.372 Durum Mahmud Şevket Paşa’yı tedirgin etmekteydi. Subay sınıfının
kendi içerisinde girmiş olduğu tartışma özellikle savaşın yeniden başladığı bu kritik
zaman diliminde zafiyete sebep olabilirdi.
370 Rapor, 4-5 Şubat 1328 tarihlidir. Raporun doğru tarihini delilleriyle ortaya koyan Naim Turfan söz
konusu raporun Bolayır-Şarköy harekâtı öncesinde yazıldığını vurguluyor. Gerçekte 4-5 Şubat 1328
tarihli olan rapor aradaki 13 günlük zaman dilimini atlamış ve sehven 4-5 Şubat 1328 tarih olarak
atılmıştır. Raporda doğrudan 4-5 Şubat 1913 tarihine kadar olan olaylar özetlenmektedir. 13 günlük
zaman aralığında meydan gelen Bolayır saldırısından ise hiç bahsedilmemektedir. 18-19 Şubat 1913
tarihine tekabül eden 4-5 Şubat 1328 tarihli raporun aradaki önemli askerî gelişmeleri atlaması ve
bundan hiç bahsetmemesi bu bakımdan anlamsız olacağından raporun doğru tarihi 4-5 Şubat 1913
olmalıdır. Belgeyi yorumlayan ve tarih yanlışını düzelterek aktaran: M. Naim Turfan, Jön Türklerin
Yükselişi: Siyaset, Askerler ve Osmanlı’nın Çöküşü, s. 379-384. Ayrıca bkz., Şevket Süreyya
Aydemir, Makedonya’dan Orta Asya’ya Enver Paşa, C.II, s. 388-389; Belgeyi olduğu gibi aktaran:
Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, C.I, 18. Baskı, İstanbul, Remzi Kitabevi, 1999, s. 162-165.
371 Mahmud Şevket Paşa günlüğüne şu notu düşüyor: ‘‘Bolayır’dan çıkan iki fırka (Fahri Paşa
kumandasında – Erkân-ı Harbiye Reisi Fethi Bey) Şarköy’den hareket edecek koldan evvel …..’daki
düşmana hücum etmiş ve fakat bu hücumda muvaffak olamayarak mevcudunun nısfi ile on cebel topu
ve bir mitralyöz zayi etmiş idi.’’, Mahmud Şevket Paşa’nın Sadaret Günlüğü, s. 49; Yusuf Hikmet
Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C. II/II, s. 285.
372 Ziya Şakir Soko, Mahmud Şevket Paşa, s. 181.
100
19 Şubat akşamı Mahmud Şevket Paşa saltanat yatı Ertuğrul ile Gelibolu’ya
geçti. Ziyaretinin resmi gerekçesi Şarköy-Bolayır saldırısının başarısız olmasından
sonra Çanakkale ‘‘Mürettep’’ Kolordusu kumandanları ile X. Kolordu arasında
(Enver, Mustafa Kemal ve Ali Fethi beyler arasında) çıkan ihtilafı çözmekti. 20
Şubat’ta Gelibolu’ya çıkan Mahmud Şevket Paşa, birlikleri teftişin ardından Bolayır’a
hareket etti. Ali Fethi ve Mustafa Kemal beyler, Fahri Paşa ve Enver Bey’in cephenin
başka bir hattına naklini istiyorlardı. Mahmud Şevket Paşa bunun üzerine X.
Kolordu’yu bütünüyle İstanbul’a nakletmeye, gerçekte ise Enver Bey ile Fahri Paşa’yı
Gelibolu’dan uzaklaştırmaya karar verdi. Bu amaçla Hurşid Paşa ve Enver Bey’i
çağırıp bilgilendirdi. Bu atamalarla hem Ali Fethi ve Mustafa Kemal beylerin isteği
olacak, hem de ordu içerisindeki ihtilaf çözülecekti.373
Mahmud Şevket Paşa, Gelibolu ziyaretinin ardından İstanbul’a döndü. 22
Şubat’ta kabine, savaşın devamına yönelik tartışmalara çözüm bulmak amacıyla
toplandı. Mahmud Şevket Paşa, Bahriye Nazırı Çürüksulu Mahmud Paşa,
Başkumandan Vekili Ahmed İzzet Paşa ve bir Alman askeri yetkilinin ayrı ayrı
hazırladığı raporları okudu. Raporlarda ordunun saldırı gücü hakkında olumsuz
görüşlere yer verilmiş olup Edirne’nin düşmesini beklemeden barış anlaşmasının
imzalanması tavsiye edilmekteydi. Başkumandan Vekili Ahmed İzzet Paşa, barış
anlaşmasının imzalanmaması halinde görevinden azledilmesini rica ediyordu.
Dâhiliye Nazırı Hacı Âdil Bey ile Maarif Nazırı Şükrü Bey Edirne’yi terk etmeyi
içeren her türlü barış teklifine şiddetle karşıydılar. Mahmud Şevket Paşa, bunun
üzerine kabine üyelerine, aslında savaş yanlısı İttihatçı nazırlara durumu açıklayan bir
konuşma yaptı. Edirne ile Büyük Güçler’in belirleyeceği sınır hattının arasında birkaç
yüz kilometrelik fark olduğunu vurgulayan Paşa, bu konuda ısrar edilmesi halinde elde
yarım bir Edirne’den başka ciddi savaş tehlikeleri de olacağını söylüyordu.374
İttihatçılar Bulgarların Edirne’yi almasını içeren barışa açıkça karşıydılar.
Mahmud Şevket Paşa tıpkı ardılı olduğu Kâmil Paşa gibi iç siyasette sıkışmış
durumdaydı. Genç zabitan ve İttihatçılar savaşın devamından yana olmakla birlikte
‘onursuz’ bir barış anlaşmasına taraftar değildi. Paşa, bir dizi siyasi olayın neticesinde
373 M. Naim Turfan, Jön Türklerin Yükselişi: Siyaset, Askerler ve Osmanlı’nın Çöküşü, s. 407-409.
374 Mahmud Şevket Paşa’nın Sadaret Günlüğü, s. 64-65.
101
Cemiyet tarafından sadaret koltuğuna oturtulmuştu, ancak şimdi Cemiyet’in muhalif
olduğu bir barışa yanaşmaktaydı. Hükümet darbesinin gerekçesi olan Edirne’nin
terkine yönelmeye eğilimliydi. Bu, İttihatçı önderleri ve genç subayları rahatsız
ediyordu. Enver Bey, Mahmud Şevket Paşa’yı korkaklıkla suçlamaktaydı.375
23 Şubat’ta Mahmud Şevket Paşa barış anlaşması karşılığında Edirne’den
vazgeçmeyi kabineye kabul ettirdi. Tevfik Paşa aracılığıyla Londra’ya gönderilen
telgrafta Büyük Güçler’den barış için aracılık yapmaları isteniyordu. Kararın en büyük
gerekçesi ise Edirne’de yalnızca on beş günlük yiyeceğin kalmasıydı.376 Büyük
Güçler, Bab- Âli’nin söz konusu müdahale isteğini kabul ederek 4-5 Mart’ta Balkan
İttifakı’nı bilgilendirdi. Fakat Balkan İttifakı adına herhangi bir yanıt verilmeden önce
6 Mart’ta Yunan kuvvetleri Yanya’ya girdi.377
Balkan İttifakı’nın Büyük Güçler’in arabuluculuk teklifini kabul etmesi için
bazı şartları vardı. Bu şartlar, nihayetinde Sadrazam Mahmud Şevket Paşa’nın
arzulamış olduğu barış şartları ile oldukça ters düşmekteydi. Nihayetinde Balkan
devletleri savaş tazminatı ve Ege adalarının tamamen teslimini içeren oldukça ağır
şartlar sıralamıştı. Bulgar sınırı ise yine Bab-ı Âli’nin cevabî notasındaki sınır hattı ile
bağdaşmıyordu.378 Sadrazam Mahmud Şevket Paşa, bu şartlar altında barış
anlaşmasını imzalayamayacağını idrak etmişti. Bu açıdan Sadrazam ile savaş yanlısı
genç subaylar arasında bir anlaşmaya varıldı. Genç subaylar öteden beri Osmanlı’nın
yaşam haklarına saygılı bir barışın ancak askerî eylemlerle tesis edilebileceğini
savunuyordu. Bir grup subay 16 Mart’ta Sadrazam’a devletin konumunun
kurtarılabilmesi için neden hiçbir şeyin yapılmadığını soruyordu. Aynı subaylar
vatanın çıkarlarının bir futbol topuna dönüşmesine izin vermeyeceklerini ilan ediyor
ve Mahmud Şevket Paşa’dan istifa etmesini talep ediyordu.379
Sonuç olarak subaylar ile Sadrazam arasında keşf-i taarruz harekâtı konusunda
anlaşmaya varıldı. 18 Mart’ta Çatalca Hattı’nda bizzat Başkumandan Vekili Ahmed
375 M. Şükrü Hanioğlu, Kendi Mektuplarında Enver Paşa, s. 228.
376 Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C. II/II, s. 291-292.
377 A.e., s. 296.
378 A.e., s. 296-297.
379 Swanson, ‘‘Mahmud Şevket Paşa and the Defense of the Ottoman Empire’’, s. 205-206; Mahmud
Şevket Paşa Neue Frei Press gazetesinde yayınlanan bu olayı reddediyor: Mahmud Şevket Paşa’nın
Sadaret Günlüğü, s. 109.
102
İzzet Paşa tarafından icra edilen harekât üç gün içinde başarısızlığa uğradı. Bu
başarısızlık Bab-ı Âli’ye Büyük Güçler’in aracılık şartlarını kabul etmesinden başka
çare bırakmıyordu. 30 Mart’ta Büyük Güçler’in arabuluculuk önerileri kabul edildi
ancak öncesinde 26 Mart’ta Edirne birleşik Yunan ve Sırp kuvvetlerine teslim olmak
zorunda kaldı.380
31 Mart günü öğleden sonra Büyük Güçler tarafından arabuluculuk koşulları
resmen bildirildi. 7 Nisan’da ise Balkan İttifakı’nın barış görüşmeleri için öne sürdüğü
şartlar belirginleşmişti. Buna göre Balkan devletleri Ege adalarının tesliminde ve savaş
tazminatında diretiyorlardı. Bir önceki koşullardan farklı olarak Balkan İttifakı, eğer
Türk tarafı söz konusu ön şartları kabul ederse çatışmaların hemen duracağını taahhüt
ediyordu.381
Bulgaristan, tek taraflı olarak Osmanlı ile çatışmaları durdurma arzusundaydı.
Makedonya’da yaşanan gelişmeler Bulgarları Türk tarafıyla barışa zorluyordu. Mart
ortasında Selânik’te bulunan Bulgar birlikleri Yunanlılar tarafından kuşatılmış,
Nigrita’da iki müttefik arasında çatışmalar yaşanmıştı.382 8 Nisan’da Rusya dışişleri
aracılığıyla General Savof ile yapılan yazışmalar neticesinde ateşkes konusunda
mutabakata varıldı.383 13 Nisan’da Mahmud Şevket Paşa, Başkumandan Vekili
Ahmed İzzet Paşa’dan Bulgar ordularıyla tüm cephelerde çatışmaların durduğu,
ateşkes yapılmasına dair Osmanlı ve Bulgar cephe kumandanlıklarında anlaşmaya
varıldığına dair telgraf aldı.384 16 Nisan’da doğrudan görüşmeler sonucunda iki devlet
arasındaki çatışmalar on günlüğüne durdu.385 Sonraki günlerde çatışmalar fiilen
bitmişti. Ateşkes, barış anlaşmasının imzalanacağı vakte kadar devam etti. Eylül
1911’den beri fiilen savaş durumunda olan Osmanlı Devleti için çatışmasızlık
başlamıştı. Ancak bu durum iç siyasette hareketli günleri tetikleyecekti. Bab-ı Âli
Baskını’yla fiilen mağlup olan İttihatçı karşıtları artık harekete geçmiş bulunuyordu.
380 M. Naim Turfan, Jön Türklerin Yükselişi: Siyaset, Askerler ve Osmanlı’nın Çöküşü, s. 421.
381 ‘‘Allies and the Powers Peace Proposals: A Series of Stipulations’’, Guardian, 7 April (Nisan) 1913,
s. 7.
382 Ernst Christian Helmreich, The Diplomacy of the Balkan Wars, s. 308.
383 Mahmud Şevket Paşa’nın Sadaret Günlüğü, s. 145-148.
384 Swanson, ‘‘Mahmud Şevket Paşa and the Defense of the Ottoman Empire…’’, s. 215.
385 Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C. II/II, s. 308-309.
103
4.2. Hükümet Darbesi Girişimleri ve Mahmud Şevket Paşa’ya Suikast
Hazırlıkları
4.2.1. Prens Sabahaddin Komplosu
23 Ocak’taki hükümet darbesi, Osmanlı’daki iktidar mücadelesinin yürütülüş
biçimini tamamen değiştirmiş oldu. İttihatçıların hayatta kalma adına attıkları bu
kararlı adım muhalifleri de bu yola girmeye zorladı. Zira baskından sonra görece
yumuşak da olsa muhalifleri sindirmeye yönelik bir tutuklama dalgası başlamıştı.
Cemiyet’in ateşli muhaliflerinden İfham başyazarı Ali Kemal Bey, Hürriyet ve İtilâf
Fırkası’ndan Rıza Nur ve Gümülcineli İsmail gibi isimler tutuklanmış, Kâmil Paşa,
eski Dâhiliye Nazırı Ahmed Reşid Bey, eski Maliye Nazırı Abdurrahman Bey,
Şeyhülislam Cemaleddin Efendi gibi eski kabinenin önemli isimleri yurtdışına
çıkarılmıştı.386
İç siyasal çekişmelerin yeni boyutu hükümet devirme komplolarıydı. Bu
komplolar 1912 yazında olanla kıyaslandığında, askerî nitelikteki baskı ve tehdit
unsurunu aşan özelliklere haizdi. Hükümeti kaybetmenin hemen hemen her şeyi
kaybetmek anlamına geldiği bir siyasi zeminde, iktidar gücünden uzaklaşanlar
birbirlerinden hayli uzak merkezlerde iktidarı kanlı bir şekilde devralmanın hesaplarını
yapıyordu. Paris, Kahire ve İstanbul’da birbiriyle az çok irtibatlı şekilde İttihatçıları
devirmeye yönelik farklı teşebbüsler hazırlanmaktaydı.387
Hürriyet ve İtilâf Fırkası’ndan Gümülcineli İsmail Bey, Miralay Sadık Bey ve
Damat Salih Paşa’yla ittifak halindeydi. Prens Sabahaddin Bey ise bu grupla irtibatlı
olmak üzere Dr. Nihad Reşad ve Satvet Lûtfi Bey’le beraber hareket ediyordu. Gizli
toplantılarla farklı grupları bir araya getirerek, aralarındaki haberleşmeyi ise Ahmet
Bedevi [Kuran] sağlıyordu.388
İlk olarak Prens Sabahaddin’in komplosu açığa çıkarıldı. 2 Mart 1913’te
yayınlanan bildiri Prens Sabahaddin Bey’in komplosu hakkında detaylı bilgiler
386 İsmail Hami Danişmend, Kronoloji, s. 554.
387 Feroz Ahmad, İttihat ve Terakki 1908-1914, s. 157.
388 Ahmet Bedevi Kuran, Osmanlı İmparatorluğunda İnkılâp Hareketleri ve Millî Mücadele, s. 595.
104
sağlıyordu. Prens’in özel kâtibi Satvet Lûtfi Bey’in propagandasıyla bir hükümet
darbesi tasarlanmıştı. Buna göre Bab-ı Âli önünde ve etrafında büyük bir gösteri
düzenlenecek, Saray’a gidilerek Mahmud Şevket Paşa Hükümet’i azledilecek, kabine
üyeleri Divan-ı Âli’ye sevk edilerek yargılanacaktı. Yeni hükümet ise Prens
Sabahaddin Bey’in sadaretinde adem-i merkeziyetçi bir hüviyette kurulacaktı. İttihat
ve Terakki’nin önde gelen isimleri ise tutuklanarak sürgün edilecekti. Darbe günü
dağıtılmak üzere hazırlanan ‘‘Osmanlı milletine ve ordusuna hitab’’ başlığını taşıyan
bildiri hazırlanmıştı.389 Beyoğlu’nda bu bildiriler basılırken komplo açığa çıkmış,
Serdar Sadık isimli Prens Sabahaddin Grubu’na bağlı kişi, basımı yapılan bildirilerle
beraber yakalanmıştı. Prens’in maiyetindeki Satvet Lûtfi Bey ise Avusturya-
Macaristan Büyükelçiliği tercümanlarından Lazar’ın evinde yakalandı. İstanbul
Muhafızı Cemal Bey, kapitülasyonlar hukukuna aykırı olarak, diplomatik
dokunulmazlığı olan elçiliğe bağlı birinin evini zorla aramış, içerideki kişiyi
tutuklamıştı. Cemal Bey, Mahmud Şevket Paşa’nın isteğiyle birkaç gün sonra izahat
vermek üzere Avusturya-Macaristan Büyükelçiliği’ne gitmek zorunda kaldı.390 Satvet
Lûtfi ise bir süre sonra Avusturya-Macaristan’ın araya girmesiyle salıverilerek
yurtdışına çıkarıldı.391
Prens Sabahaddin’e bağlı olarak kurulan komplonun akamete uğraması sonrası
ilk yargılamalar yapıldı. Binbaşı Nafiz Bey başkanlığında kurulan Divan-ı Harb-i Örfi
mahkûmlara farklı cezalar verdi. Ahmet Bedevi [Kuran] Bey ile mülazım Lütfü Bey
ve Satvet Lûtfi müebbet kürek cezasına çarptırıldı. Diğer mahkûmlar ise onar yıl hapis
ayrıca Sinop ve Bodrum vilayetlerine sürgün cezalarına çarptırıldılar.392 Yargılamalar
esnasında İstanbul Muhafızı Cemal Bey tüm mahkûmların idama mahkûmiyeti ve
Prens Sabahaddin’in cezalandırılması için teşebbüste bulunmuştu. Araya giren
Mahmud Şevket Paşa, cezaları hafifleterek Prens üzerindeki tutuklama kararını
engellemişti.393 Cemal Bey, bunun üzerine Prens Sabahaddin üzerindeki baskıyı
389 Sina Akşin, Jön Türkler ve İttihat ve Terakki, s. 362.
390 Cemal Paşa, Anılarım 1913-1922, Haz. Fahri Parin, Paraf Yayınları, İstanbul, 2010, s. 26.
391 Sina Akşin, Jön Türkler ve İttihat ve Terakki, s. 363; Ziya Şakir Soko, Mahmud Şevket Paşa, s.
226.
392 Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivi, DH. SYS. 119/3 (Belge No:1) (İstanbul Muhafızlığı’ndan
Dâhiliye Nezareti’ne gönderilen 10 Temmuz 1329 [23 Temmuz 1913] tarihli yazı).
393 Ahmet Bedevi Kuran, Osmanlı İmparatorluğunda İnkılâp Hareketleri ve Millî Mücadele, s. 600-
601.
105
arttırdı. Paşa, Prens ile komplo arasındaki bağlantıyı ispat edecek maddi kanıtlar
aramaya başlamıştı. Sabahaddin’in adamlarından Dr. Nihad Reşad, bir taraftan Talât
Bey ve diğer İttihatçı liderlerle görüşerek Prens ile Cemiyet arasında uzlaşma zemini
arıyor, diğer taraftan ise Cemiyet’in önde gelen erkânına suikast hazırlıkları tertip
ediyordu. Cemal Bey, izlemeler esnasında suikastçılar ve Dr. Nihad Reşad bağlantısını
tespit etmiş ancak Talât Bey’i duruma inandıramamıştı. Talât Bey, Cemal Bey’in
faaliyetlerini Prens Sabahaddin’e bildirerek onun resmi İngiliz kurumlarından birine
sığınmasını sağlamış, sonrasında yurtdışına çıkışına olanak vermişti.394
Ordu içerisinde, kurulan komplonun büyüklüğü kestirilememekteydi. Prens
Sabahaddin’e bağlı grup, Çatalca Kumandanı Abuk Ahmed Paşa’yı da darbe
teşebbüsüne dâhil etmiş görünüyordu.395 Mahmud Şevket Paşa, komplonun ortaya
çıkmasıyla ordu içerisindeki durumdan tedirgin olmuştu. Enver Bey ile bir görüşme
yapan Paşa, kendisinden X. Kolordu’yu içerisindeki subaylarla birlikte İstanbul’a
yaklaştırmasını ve tedbirli davranmasını rica etti.396 Sadrazam sonraki günlerde
Prens’in ve komplo içerisinde yer alan Miralay Sadık’ın manevi koruyucusu Şehzade
Vahdettin Efendi ile bir araya geldi. Sadrazam, Vahdettin Efendi’ye komplo içerisinde
bulunan isimlerle olan görüşmelerini sordu. Miralay Sadık ve Şaban Efendi ile
görüşmemesini, Sabahaddin Bey ile irtibat kurmamasını ve siyaset ile iştigal
etmemesini salık verdi.397
Prens Sabahaddin’in komplosu kendisine model olarak Bab-ı Âli Baskını’nı
almıştı. Darbenin yapılış şekli baskın ile pek çok benzerlik gösteriyordu. Prens,
Osmanlı Devleti’nin son yıllarına komplolarla damga vurmuş bir kişilikti. Muhalifler
arasında daha 1902’de adem-i merkeziyet fikri yüzünden Cemiyet ile ters düşmüş bu
liberal politikacı, 1909’da 31 Mart Vakası’na ve 1912 yazındaki Halâskâr Zabitan
hareketine maddi ve manevi destek vermişti. Prens, birçok muhalif arasından 23
Ocak’taki ani hükümet darbesinden sonra ilk harekete geçen olmuştu. Yeri ve zamanı
yanlış olan bu komplo, başarıya ulaşmak için psikolojik zemin ve meşru gerekçeden
yoksundu. Zira henüz Edirne düşmüş değildi. Her ne kadar Şubat ortasından itibaren
394 Cemal Paşa, Anılarım 1913-1922, s. 27-28.
395 A.e., s. 31.
396 Mahmud Şevket Paşa’nın Sadaret Günlüğü, s. 75.
397 A.e., s. 83-84.
106
İttihatçılar Edirne’yi kısmen vermeye razı oldularsa da kamuoyu bu bilgiden
yoksundu. Prens Sabahaddin diğer muhalif gruplardan önce harekete geçerek büyük
bir ihtimalle onlardan önce iktidarı eline almak istedi.398 Ancak yer, zaman ve meşru
gerekçeden yoksun bu hareketin başarı ihtimali aslında yoktu. İttihatçılar tarafından
darbe hazırlıkları anbean takip edilmekteydi. Cemal Bey’in casusları komplo içerisine
sızmıştı, elde ettikleri her bilgiyi İstanbul Muhafızlığı’na raporluyordu.399 Başarı
şansından yoksun komplonun açığa çıkması ise diğer kızgın muhaliflerin sert
eylemlerinin gözlenmesini zorlaştırmış oldu. Prens Sabahaddin Bey’in grubunun
dışında kalan bu eylemciler, darbe hazırlıklarındaki görüş farklılıkları nedeniyle
Prens’le ters düşmüştü. Bu sebeple Prens ile olan bağlantıları keşfedilememiş,
hareketlerine hedef küçülterek devam etmişlerdi. Prens ile onun grubuna bağlı
komploya odaklanılması, hükümet üzerine farklı plânlar kurmaya çalışan öteki
muhalif unsurların ortaya çıkarılması için gerekli zaman ve çabanın harcanmasını
engellemiş oldu.400 Balkan Savaşı’nın durduğu, barış müzakerelerinin sürdüğü sırada
başkent İstanbul’daki iktidar mücadelesini kökünden etkileyecek iki farklı suikast
gerçekleşti.
398 Sina Akşin, Jön Türkler ve İttihat ve Terakki, s. 363.
399 Ahmet Bedevi Kuran, Osmanlı İmparatorluğunda İnkılâp Hareketleri ve Millî Mücadele, s. 597.
400 M. Naim Turfan, Jön Türklerin Yükselişi: Siyaset, Askerler ve Osmanlı’nın Çöküşü, s. 418.
107
4.2.2. Hürriyet Kahramanı’na Veda: Resneli Niyazi Bey Suikastı
Niyazi Bey, Enver Bey’le birlikte II. Meşrutiyet’in en önemli iki figüründen
biriydi. Niyazi Bey, Arnavut bir ailenin toprak sahibi oğlu olarak Manastır ve Ohri
arasında kalan Resne’de doğdu. 1897’deki Yunan Savaşı’nda büyük kahramanlıklar
göstermesinin ardından Arnavutluk’a döndü ve meşrutiyetin yeniden ilan edileceği
1908’e kadar eşkıya çeteleriyle çetin mücadeleler verdi. Bu sıralarda İttihat ve Terakki
Cemiyeti’nin dikkatini çekerek Cemiyet ile irtibatı sağlandı. Cemiyet, kendisini
Kolağası olarak Resne’ye atamış, burada meşrutiyetin yeniden tesisini sağlayacak olan
bir ayaklandırma başlatmasını sağlamıştı. Niyazi Bey, kendi inisiyatifiyle bölgede
yaşayan Müslümanlardan ve yüze yakın askerden oluşan bir grupla 3 Temmuz
1908’de dağa çıktı.401 Abdülhamid yönetimi, bir süre sonra askerî nitelikli bu isyanı
bastıramayacağını anladı ve II. Meşrutiyet’in ilanı böylece sağlanmış oldu. Niyazi ve
Enver beyler artık hürriyet kahramanlarıydı.
Niyazi ve Enver beylerin şöhreti imparatorluğun coğrafi sınırlarını aşan
boyutlardaydı. Bu iki isim, eski rejimin ölümünün ve meşrutiyetin zaferinin birer
temsilcisi haline gelen popüler figürlerdi. Eski rejimi yok eden, yeni meşrutiyeti temsil
eden bu isimler artık Osmanlı’nın milli kahramanlarıydı.402 Niyazi Bey’in şan ve
şöhreti II. Meşrutiyet’in ilk günlerinde kendisini açıkça hissettirecek kadar yüksekti.
Meşrutiyet’in önce İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından Rumeli vilayetlerinde ilan
edildiği sırada Manastır’da bulunan Niyazi Bey, memurlara, mülki idare yetkililerine,
Hristiyan ve Müslümanlardan oluşan yerel halka, hatta ayaklanmayı bastırmak için
İzmir’den Manastır’a sevk edilen taburlara ateşli bir konuşma yaparak anayasal düzen
içinde özgürlük ve kardeşliğin yeniden tesisini ilan ediyordu.403
1908’deki Cemiyet liderleri popüler bir siyasal ikon haline gelen Enver ve
Niyazi beylerdi. II. Meşrutiyet’ten hemen sonra Kolağası Niyazi Bey, aktif siyasal
yaşama katılmamış, Cemiyet’in genç liderlerinden Enver Bey ise önde gelen pek çok
401 Aykut Kansu, 1908 Devrimi, s. 120-122.
402 Bedross Der Matossıan, Parçalanan Devrim Düşleri Osmanlı İmparatorluğu'nun Son
Döneminde Hürriyetten Şiddete, s. 69.
403 Aykut Kansu, 1908 Devrimi, s. 133.
108
askerî ve siyasi olayın başkahramanı olmuştu.404 Resne’ye dönen Niyazi Bey, 31 Mart
ayaklanmasında Hareket Ordusu’yla beraber İstanbul’da bulundu.405 Daha sonra
yeniden Resne’ye döndü. Cemiyet’in Balkan halklarına yönelik propaganda
faaliyetleri kapsamında Sultan Reşad’ın Haziran 1911’de gerçekleştirmiş olduğu
Makedonya ve Kosova ziyaretlerine refakat etti.406 Balkan Savaşı’nın çıkması üzerine
askerlikten emekli olmasına rağmen Resne’de bulunan iki yüz kadar gönüllünün
eşliğinde savaşa katıldı.407 Bulgaristan ile olan ateşkes görüşmeleri esnasında fiilen
bitmiş olan Balkan Savaşı’na müteakip Niyazi Bey, Avlonya’dan İstanbul’a dönmeye
karar verdi. 17 Nisan 1913’te sabah saatlerinde Avlonya limanına giden Niyazi Bey,
vapur saatini beklediği esnada kalabalık bir grubun içinden açılan ateş sonucu sırtına
ve başına aldığı kurşunlarla yaşamını yitirdi.408
Cinayet, birçok açıdan tartışmalara neden olacak çetrefillikteydi. Bir kere
Niyazi Bey’in Cemiyet’in önemli isimleriyle arası bozulmuştu. Askerlikten ve siyasi
yaşamdan el çeken Niyazi Bey’in İstanbul’a dönmek üzereyken kendisine sağlanan
korumalara rağmen öldürülmesi Cemiyet’i bu cinayetin baş sorumlusu gibi
gösteriyordu. Ancak cinayetin baş sorumlusu Arnavutluk’taki radikal milliyetçilerdi.
Arnavut milliyetçileri Resneli Niyazi Bey’e iş birliği teklif etmişti. Umum Jandarma
Kumandanı ve Manastır firarisi Tayyar, eski Ergiri mebusu Müfit, Tayyar ve Hamdi
isimli radikal milliyetçiler Niyazi Bey’e Osmanlı Devleti’ne ihanet anlamına gelen bir
teklif götürmüşler ancak Niyazi Bey’den olumsuz cevap almışlardı. Bunun üzerine
suikast gerçekleşmişti.409
Niyazi Bey’in ölümüyle alakalı bir başka önemli iddia daha mevcuttu. İddiaya
göre cinayetin faili Arnavutluk’un hürriyet savaşçısı İsa Bolatin’di. İsa Bolatin, Şemsi
Paşa’nın kan kardeşiydi. Arnavut Şemsi Paşa’nın II. Meşrutiyet’e giden süreçte
öldürülmesinin intikamını almak için oğullarına Resneli Niyazi’yi öldürtmüştü.
404 Feroz Ahmad, İttihat ve Terakki 1908-1914, s. 193.
405 İsmail Hakkı Sunata, İstibdattan Meşrutiyete Çocukluktan Gençliğe, İş Bankası Kültür Yayınları,
İstanbul, 2006, s. 274.
406 Erık Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye'nin Tarihi, s. 161.
407 Ahmet Cemaleddin Saraçoğlu, Unutulan Meşhurlarımız -2- Resneli Niyazi, Haz. İsmail
Dervişoğlu, Şema Yayınları, İstanbul, 2006, s. 181.
408 A.e., 203.
409 ‘‘Resneli Niyazi Bey’in Katilleri Kimlerdir’’, Tanin, 22 Mayıs 1913, s. 1.
109
Niyazi, Şemsi Paşa cinayetinin baş sorumlusu görülüyordu.410 Gerçekte kahraman-ı
hürriyet Niyazi Bey, Arnavutluk’ta baş gösteren siyasi mücadeleler sonucu öldürüldü.
Suikastın mahiyetiyle alakalı en makul ve geçerli çıkarım Niyazi Bey’in henüz yeni
kurulmuş bir devletin, Arnavutluk’un geleceği için gerçekleşen iktidar savaşına
kurban gittiğidir.
Niyazi Bey suikastı ile Osmanlı’daki siyasi mücadelenin belki de seyri değişmiş
oldu. Eğer Niyazi Bey, suikasta uğramasaydı İstanbul’a dönecekti. Kendisinin
İttihatçılarla arası açık olmasına rağmen halktan ve ordudan itibar görüyordu. Ordu
içerisinde Enver ve Niyazi beyler dışında tanınır subay bulmak çok zordu.411
İstanbul’daki siyasi mücadelede parlak genç subay olarak öne çıkan Enver Bey’e en
yakın rakip olarak öne çıkabilecek tek isim Niyazi Bey’di. Öteden beri Türk siyasal
hayatındaki asker-siyaset ilişkilerinin girift hali, Enver Bey’in öncülüğünde subayların
başat siyasa yapıcılar olarak yönetici bir rol üstlenmesiyle sonuçlandı. Enver Bey’in
siyasi ve askerî rolüne karşı çıkabilecek kişi, hem kendisiyle benzer bir geçmişe sahip,
hem de kendisi gibi hürriyet kahramanı olarak ünlenmiş Niyazi Bey’di. Bu açıdan
İttihatçılar, suikastı bizzat tertip etmeseler bile suikast Cemiyet ve bilhassa Enver Bey
için yararlı oldu. Enver Bey’in tarihin akışındaki kurtarıcı rol modeli, kendisine rakip
olacak kimsenin bulunmaması ve şahsi girişimlerindeki cesaretin bir ürünüydü.
4.3. Mahmud Şevket Paşa’ya Suikast
4.3.1. Suikast Hazırlıkları
Prens Sabahaddin’in hükümeti devirme girişimi açığa çıkmış olmasına rağmen
İttihatçı karşıtlarını sindirmek mümkün olmamıştı. O sıralarda Prens ile de görüşen
eski subay sınıfı mensubu ve yeni rejimin memnuniyetsizleri olarak kodlanabilecek
410 Avlonyalı Ekrem Bey, Osmanlı Arnavutluk'undan Anılar (1885-1912), İletişim Yayınları,
İstanbul, 2006, s. 232.
411 Tevfik Paşa’nın kâtibi Ali Şevki Bey Hareket Ordusu’nda bulunan Arnavut bir askere Hüseyin
Hüsnü Paşa’nın emrinde olup olmadığını sorarken askerin kendisine büyük bir azametle verdiği yanıt
Enver ve Niyazi beylerden başkasını tanımadığı olmuştu: İsmail Hami Danişmend, Sadrazam Tevfik
Paşa’nın Dosyasındaki Resmî ve Hususî Vesikalara Göre 31 Mart Vak’ası, İstanbul, İstanbul
Kitabevi, 1961, s. 106-107.
110
suikastçılar çalışmalarına daha gizli ve titiz devam etmeye kararlılardı. Prens
Sabahaddin, Çerkez Kâzım ile olan görüşmesinde onu reddetmiş, daha makul ve tutarlı
bir yolla hükümeti devralmaları gerektiğini ifade etmişti. Çerkez Kâzım daha sonra
suikasta maddi destek sağlamak için Şerif Paşa’ya başvurmaya karar verdi.412 Başta
Çerkez Kâzım olmak üzere Şerif Paşa, sonraları Damat Salih Paşa ve komplonun diğer
iştirakçilerinin ortak özellikleri İttihat ve Terakki yönetici kadrosuyla sorunlu
olmalarıydı. İktidar savaşını 23 Ocak’ta kaybeden muhalifler için bu ölüm-kalım
oyununu sürdürmenin tek meşru yolu ne olursa olsun hükümeti devralma düşüncesi
olarak belirginleşmişti.
Tertibin içinde yer alanlar Beyoğlu’ndaki Glavani [şimdiki adı Kallavi]
Sokağı’nda Pertev Tevfik Bey’in evinde düzenli toplantılar düzenlemekteydi. Bu
toplantılara Prens Sabahaddin’in maiyetindeki adamlarından Kemal Midhat [Fenmen]
Bey, Polis Müdüriyeti eski Kısm-ı Siyasi Amiri Muhib Bey, Rıza Paşazade Mehmed
Ali ve Gümülcineli İsmail beyler iştirak ediyordu. Suikastın baş tertipçilerinden Şerif
Paşa ise bu toplantılara maddi destek sağlıyordu. İstanbul Muhafızı Cemal Bey ve
Polis Başmüdürü Azmi Bey’in çabaları sonucu ev açığa çıkmış, toplantılar Beyoğlu
Pire Mehmed Sokağı 1 numaralı evde devam etmişti. Buradaki toplantılarda ise
suikastı bizzat icra edecek Yüzbaşı Çerkez Kâzım, Topal Tevfik, Çerkez Ziya, Ragıp,
Nazmi, Paşazade Abdurrahman ve Hakkı bulunuyordu.413 Cemal Bey’in ajanları tıpkı
Sabahaddin Bey’in komplosunda olduğu gibi yeni suikast tertibinin de içindeydi.414
Ancak komplocuların gizliliğe verdiği önem suikastın gerçekleşmesini önleyecek
derinlikte bir istihbarat ağının kurulmasını engelledi.
Mayıs sonlarında Mahmud Şevket Paşa ve hükümetinin durumu belirsizdi.
Bulgaristan ile olan barış müzakereleri nihayete ermiş ve 30 Mayıs’ta barış anlaşması
imzalanmıştı.415 Anlaşmaya göre Edirne dâhil olmak üzere Osmanlı Devleti Balkan
İttifakı’nın işgal ettiği tüm yerlerdeki hakkından vazgeçiyordu. Girit’teki haklarından
feragat eden Türk tarafının barış müzakerelerinde ısrarla savunduğu Ege adalarının
412 Ziya Şakir Soko, Mahmud Şevket Paşa, s. 233.
413 Mustafa Ragıp Esatlı, İttihat ve Terakki Tarihinde Esrar Perdesi, s. 88-89.
414 Cemal Paşa, Anılarım 1913-1922, s. 31-32.
415 ‘‘Unterzeichnung Des Präliminarfrieden’’, 31 Mai (Mayıs) 1913, Neue Freie Presse, sabah baskısı,
s. 3.
111
kaderi ise Büyük Güçler’e bırakıldı.416 Edirne’nin terki şüphesiz ayaklanmaya askerî
nitelik kazandırmak isteyen muhalif güçlerin tam da aradıkları meşru gerekçeyi
sağlıyordu. Gümülcineli İsmail Bey ordu ile temas halindeydi. Çatalca Hattı’nın
kumandanlarından Ahmed Abuk Paşa, Prens Sabahaddin ve Damad Salih Paşa ile
anlaşarak suikast sonrasında İstanbul’a yürüyecek ve hükümeti devralacaktı.417
Muhalifler ordu kuvvetine dayanmayan her ihtilal hareketinin başarısızlığa
uğrayacağının farkındaydı. Aynı sıralarda devrik sadrazam Kâmil Paşa da yurda
döndü. Kâmil Paşa’nın dönüşü yaklaşmakta olan tertibin ayak seslerini haber
veriyordu. İstanbul Muhafızı Cemal Bey, bu ziyareti pek yakında gerçekleşecek
hükümet darbesine bir hazırlık olarak görüyordu. Cemal Bey, Mahmud Şevket Paşa’yı
durumdan haberdar ederek, eski sadrazamın derhâl İstanbul’u terk etmesi gerektiğini
ifade etti. Mahmud Şevket Paşa bunun üzerine Cemal Bey’den Kâmil Paşa’nın
konağına yönelik polis ablukasını kaldırmasını söyleyerek Paşa’nın yurt dışına
çıkarılmasını sağlayacağına dair güvence verdi. 29 Mayıs’ta Kâmil Paşa’nın oğlu
Abdullah Bey ile görüşen Mahmud Şevket Paşa durumu izah ederek eski sadrazamın
sınır dışı edilmesi gerekliliğini açıkladı. Kâmil Paşa, birkaç gün İstanbul’da kaldıktan
sonra şehirden ayrılmaya zorlandı.418
Sadrazam, Haziran ayında Alman askeri yetkililerin görev ve yetkilendirmesi
konularıyla meşguldü. Sadrazam, Almanya’ya bağlı yüksek rütbeli bir generali
Osmanlı ordusunun en yetkili makamı olan Başkumandanlık Vekaleti’ne getirmeyi
düşünüyordu. Sadrazam’ın bu düşüncesine Başkumandan Vekili Ahmed İzzet Paşa
karşı çıkmaktaydı. Ahmed İzzet Paşa kırk Alman subay ve askerî yetkilinin özellikle
eğitim, öğretim ve iaşe konularında orduya yardımcı olmalarını ve bu subayların yeni
oluşturulacak bir kolordu ile tümen kumandanlığını, ayrıyeten her müfettişlik
bölgesinde bir örnek tabur ve alayın komutasını almalarını önermekteydi. Mahmud
Şevket Paşa ise bu fikre karşı çıkmakla beraber Ahmed İzzet Paşa ile açıktan bir
tartışmaya girmiyordu. 6 Haziran’da Berlin’den içerisinde general de bulunan bir
416 ‘‘Text of the Treaty’’, Guardian, 31 May (Mayıs) 1913, s. 11.
417 İsmail Hami Danişmend, Kronoloji, s. 556.
418 Mahmud Şevket Paşa’nın Sadaret Günlüğü, s. 277-279; Feroz Ahmad, İttihat ve Terakki 1908-
1914, s. 160-161.
112
Alman askerî heyetinin atanmasına karar verildiği öğrenildi. Sadrazam bu konularla
meşgulken 11 Haziran sabahı elim suikast gerçekleşti.419
4.3.2. Suikast
11 Haziran 1913 Çarşamba günü sabah saatlerinde İstanbul Muhafızı Cemal
Bey, Harbiye Nezareti’nde Mahmud Şevket Paşa ile görüştü. Görüşmesinde Paşa’dan
bugünlerde yaşanabilecek suikast girişimlerine karşı tedbirli olmasını istiyordu. Cemal
Bey’in düşüncesine göre birkaç gün içinde bu girişimde yer alacak muhalifler
tutuklanacaktı.420 Mahmud Şevket Paşa, bu görüşmeye ve Cemal Bey’in ısrarlarına
rağmen hiçbir özel tedbire başvurmadı.421 İstanbul Muhafizlığı’na dönen Cemal
Bey’in ardından Mahmud Şevket Paşa saat 11:00 sularında makam arabasıyla Harbiye
Nezareti’nden Cağaloğlu’ndaki Bab-ı Âli’ye dönmek üzere yola çıktı. Araç Divan
Yolu’na geldiği esnada Saka çeşmesinin yakınından geçen cenaze sebebiyle durmak
zorunda kaldı. Beyazıt Meydanı’ndan geçen bu cenaze alayı suikastçılara yardımcı
olarak gereken zamanı kazandırmış oldu.422 Suikastçılar, Mahmud Şevket Paşa’nın
aracının hemen ilerisinde, bozuk olan aracı tamir etmekle uğraşıyor görünerek cinayet
için fırsat kollamaktaydı. Cenaze sebebiyle bir süre durmak zorunda kalan araca
tetikçiler on el ateş etti.423 Mahmud Şevket Paşa’nın yaveri İbrahim Bey çatışmanın
henüz başında vurularak öldürüldü. Diğer yaverlerden Kâzım Ağa ise yaralandı, aracın
şoförü İsmail Bey ve yine araçta bulunan Eşref Bey ise olaydan yara almadan
kurtuldu.424
Mahmud Şevket Paşa, suikastın hemen ardından henüz can vermemişken
Harbiye Nezareti’ne götürüldü ancak yapılan tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadı.
Paşa’ya isabet eden kurşunlardan biri sağ şakağından girmiş, sol şakağından çıkmıştı.
419 M. Naim Turfan, Jön Türklerin Yükselişi: Siyaset, Askerler ve Osmanlı’nın Çöküşü, s. 472-474.
420 Cemal Paşa, Anılarım 1913-1922, s. 45.
421 ‘‘Suikast Malum İmiş’’, İkdâm¸13 Haziran 1913, s. 2.
422 ‘‘Tahkikat ve Takibat’’, Tanin, 13 Haziran 1913, s. 2.
423 ‘‘An Official Account’’, Guardian, 12 June (Haziran) 1913, s. 9.
424 İsmail Hami Danişmend, Kronoloji, s. 557; ‘‘Die Ermordung Mahmud Schefket Pascha’’, Pester
Lloyd, 12 Juni (Haziran) 1913, sabah baskısı, s. 2. 12 Haziran tarihli haber için bkz. Ek-13.
113
Beyni parçalanmış bir halde, sağ gözünün etrafı morarmış ve yüzü bembeyaz bir
çehreye bürünmüştü.425
Faillerden Topal Tevfik tramvay caddesinden Gedikpaşa istikametine kaçmış,
orada bulunan bir hana saklanmıştı. Polisin ısrarlı takibinin sonucu olarak Topal
Tevfik, Gedikpaşa’da bir han içerisinde bulunan tuvalette üzerinde revolver model
silah ve bir bıçakla birlikte yakalandı. Olay yerinde bulunan bazı görgü tanıkları Topal
Tevfik’i teşhis ederek Tevfik’in olay yerinde Mahmud Şevket Paşa’ya ateş ettiğini ve
kaçtığını doğruladı. Diğer failler Nazmi, Bahriyeli Şevki ve şoförleri Cevad isimli
şahıslar suikastta kullandıkları araçla Aksaray, Topkapı istikametini kullanarak
Eyüb’e doğru kaçtılar. Aracın şoförü olan Cevad’ın yüzü, Silahdarağa yolu üzerinde
araca su eklemek isterken, su deposunun ağızlığını açtığı sırada su buharının şiddetiyle
yanmıştı. Yapılan uzun ve etraflı soruşturma sonucunda Abdürrahman’a ait olan ve
içerisinde Kumarbaz Ziya ve bir başka suikastçıyı daha taşıyan otomobil, Beyazıt’ta
Osman Bey Gazinosu’nun karşısındaki garajda ele geçirildi. Abdürrahman ve Cevad
ise olay yerinden kaçmakla birlikte çok geçmeden yakalandılar. Yapılan
sorgulamalarda olayı inkâr etseler de Cevad’ın yüzündeki yanıklık onları ele vermişti.
Cevad ve Abdürrahman çok geçmeden olaya ilişkin detayları itiraf ettiler. Suikastın
üzerinden henüz iki saat geçmesine rağmen İstanbul Muhafızlığı, Polis Müdüriyeti
eski Kısm-ı Siyasi Amiri Muhib Bey, Abdullah Safa ve Miralay Fuad gibi suikastın
tertipçilerden birçok kişiyi soruşturmalar neticesinde tutukladı. Muhib Bey ifadesinde
Damad Salih Paşa’nın suikastın azmettiricisi olduğunu itiraf ediyordu.426
Cemal Bey’in durumu idare ediş şekli muhalifler için tam bir hayal
kırıklığıydı.427 Zamanında gösterdiği tepki kanun ve nizamın bozulmasını engelledi.
Cemal Bey, henüz suikastın üzerinden yarım saat geçmeden harekete geçmesiyle hem
425 Mustafa Hayri Efendi’nin Günlükleri, s. 316.
426 Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivi, DH. SYS. 119-1/3 (Belge No:6) (İstanbul Polis Müdir-i
Umumisi tarafından Dâhiliye Nezareti’ne gönderilen 30-31 Mayıs 1329 [12-13 Haziran 1913] tarihli
yazı); ‘‘Das Offizielle Communiqué’’, Neue Freie Presse, 12 Juni (Haziran) 1913, sabah baskısı, s. 2;
Mustafa Ragıp Esatlı, İttihat ve Terakki Tarihinde Esrar Perdesi, s. 56. (İstanbul Polis Müdür-i
Umumisi tarafından yazılan rapor için bkz. Ek-1).
427 Azılı bir İttihat ve Terakki karşıtı olan Ahmet Bedevi [Kuran] Bey dahi Cemal Bey ve diğer
İttihatçıların sağlam duruşlarını ve dirayetlerini teslim ediyordu. Ahmet Bedevi’ye göre İttihatçılar sıkı
duruşlarından taviz vermemiş, olay günü Bab-ı Âli’yi terk etmeyerek Kâmil Paşa Hükümeti gibi elleri
başlarında teslim olmamışlardı: Ahmet Bedevi Kuran, Osmanlı İmparatorluğunda İnkılâp
Hareketleri ve Millî Mücadele, s. 603.
114
katillerin yakalanmasını hem de olası bir askerî hazırlığın önüne geçmeyi başardı.
Süvari ve piyadeler Beyoğlu ve Üsküdar başta olmak üzere şehrin önemli
güzergâhlarına konuşlandırıldı. Halkı bilgilendirmek üzere ve sükûneti sağlamak
amacıyla derhâl bir bildiri yayınlayarak Paşa’nın vefatını duyurdu.428 İhtimal
dâhilindeki herhangi bir girişime karşı saray bilgilendirilerek Padişah’ın emniyeti
sağlandı. En önemlisi Cemal Bey, Başkumandan Vekili Ahmed İzzet Paşa’yı arayarak
kendisinden Hadımköy’de bulunan iki piyade alayını Küçükçekmece ve Halkalı
civarına yaklaştırmasını rica etti.429 Şüphesiz bu rica ordu içerisinde çıkabilecek olan
ayaklanmalara karşı önemli bir tedbirdi. Komplocular Ahmed Abuk Paşa aracılığıyla
hükümeti tamamen çaresiz bırakma düşüncesindeydi. Aynı sıralarda Cemiyet’in en
önemli figürlerinden X. Kolordu’nun Kurmay Başkanı Enver Bey ise suikast haberini
alır almaz telaşla İstanbul’a hareket etti. Kolordu içerisinde Eşref Sencer [Kuşçubaşı]
Bey komutasında kurulan seçme bir birlik de ihtiyaç halinde müdahale etmek üzere
derhâl başkente doğru yola çıktı.430
Suikastın ertesi günü genişleyen soruşturma Beyoğlu’nda bir evi işaret
ediyordu. İstanbul Muhafızlığı sorgulamalar sonucunda Pire Mehmed Sokağı’nda
yabancı bir kadına ait evde suikast faillerinin kaldığını tespit etti.431 Ev, derhâl abluka
altına alındı. Yüzbaşı Hilmi Bey, evin basılmasını emrederek apartman girişinin polis
tarafından hızlıca işgal edilmesini sağladı. Yirmiyi aşkın asker ve polisin ortaklaşa
gerçekleştirdiği operasyonda çıkan çatışma sonucu Hilmi Bey ve iki kolluk kuvveti
daha yaralandı. Apartman kiremitliği ve diğer uygun mahallerden binaya giren polis
ve jandarma failleri köşeye sıkıştırmış oldu. Ablukaya alınan katil zanlıları üçü de
canlı olmak üzere yakalandı.432
428 ‘‘Beyanname-i Askeriye’’, İkdâm, 12 Haziran 1913, s. 1.
429 Cemal Paşa, Anılarım 1913-1922, s. 47-48; Feroz Ahmad, İttihat ve Terakki 1908-1914, s. 161.
430 M. Naim Turfan, Jön Türklerin Yükselişi: Siyaset, Askerler ve Osmanlı’nın Çöküşü, s. 481.
431 ‘‘Bir Numaralı Hane’’, Tanin, 14 Haziran 1913, s. 1.
432 İbrahim Çiçek, Sadrazam ve Harbiye Nazırı Mahmud Şevket Paşa Suikastı, İstanbul, Alfa
Yayınları, 2018, s. 367-369.
115
4.3.3. Yargılamalar ve İdamlar
Divan-ı Harbi Örfi’de yargılamalar 21 Haziran’da başladı. Suikastın en önemli
faillerinden Çerkez Kâzım ifadesinde Mahmud Şevket Paşa’yı öldürme gerekçesini
açıklıyordu. Kâzım’ın motivasyonu eski Harbiye Nazırı Nâzım Paşa’nın Bab-ı Âli
Baskını’nda öldürülmeseydi. Kâzım’a göre Mahmud Şevket, onun iş arkadaşıydı,
onun haince öldürülmesine göz yummuş ve onun yerini almıştı. Bir diğer fail Topal
Tevfik de İttihatçıları suçlayarak cinayetin asıl sebebinin tepedeki kişilerin yürütmüş
oldukları yanlış politikalar sonucunda oluştuğunu söylüyordu. Savaştaki yenilgilerin
ve iktidar mevkiindeki önemli yerlerin kaybedilmesinden sorumsuz siyasetçiler
suçluydu. Rezillikten kurtulmak için bazı kişilerin tepeye çıkarılması gerekti.433
Divan-ı Harbi Örfi’deki yargılamalar sonucunda otuz yedi kişi gıyaben ve
doğrudan yargılanmış; sekiz kişi beraat etmiş ve on dördü gıyaben kalanı ise doğrudan
olmak üzere mahkûm edilmişti. Sanıklar, iktidardaki hükümeti cebren ve gayr-ı meşru
olarak düşürmek ve ülkede kargaşa çıkarmakla suçlanıyordu. Bu amaçla kurulan gizli
örgütün 11 Haziran 1913 günü Mahmud Şevket Paşa’yı öldürdüğü, Talât Bey, İstanbul
Muhafızı Cemal Bey, İstanbul Polis Müdür-i Umumisi Azmi Bey, Emmanuel Karasso
ve Nesim Ruso efendilere ise suikast plânladığı iddia edilmekteydi. Sanıklardan Prens
Sabahaddin Bey, eski Dâhiliye Nazırı Ahmed Reşid Bey, Şerif Paşa ve Gümülcineli
İsmail Bey, Damad Salih Paşa, Miralay Fuad Bey, Kemal Midhat, Pertev Tevfik,
Yarbay Zeki Bey, Çerkez Kâzım ve Polis Müdüriyeti eski Kısm-ı Siyasi Amiri Muhib
Bey komplonun bilfiil iştirakçileri olmak ve suikast plânını hazırlamakla suçlandılar.
Sanıklardan Prens Sabahaddin Bey, eski Dâhiliye Nazırı Ahmed Reşid Bey, Şerif Paşa,
Kemal Midhat, Pertev Tevfik, Yarbay Zeki Bey ve ve Gümülcineli İsmail Bey
gıyaben, Damad Salih Paşa, Miralay Fuad Bey, Çerkez Kâzım ve Muhib beyler de
Mülkiye Ceza Kanunu’nun elli altıncı ve elli yedinci maddelerine istinaden doğrudan
idama mahkûm oldu. Jandarma Kemal ve Hakkı doğrudan, Hikmet, jandarmadan
emekli Mehmed Bey ve Kavaklı Mustafa da gıyaben idama mahkûm oldu. Suikastın
faillerinden Ziya, Topal Tevfik, Şevki, Mehmed Ali, Abdullah Safa ve Cevad
doğrudan, Nazmi ve Abdurrahman isimli sanıklar ise gıyaben idam cezası aldı.
433 M. Naim Turfan, Jön Türklerin Yükselişi: Siyaset, Askerler ve Osmanlı’nın Çöküşü, s. 483-484.
116
Gözlüklü Emin Efendi ile Süleyman Paşazâde Adil Bey gibi bazı sanıklar müebbet
kürek cezası aldılar. 434
İdam kararları 23 Haziran gecesinde infaz edildi. Sultan Reşad, Damad Salih
Paşa’nın asılmasına karşı çıkmakla beraber İstanbul Muhafızı Cemal Bey’in gösterdiği
şiddetli muhalefet sebebiyle kararı tasdik eden iradeyi imzalamak zorunda kaldı.
İttihatçılar Sultan’a eğer Salih Paşa’nın asılmasına müsaade edilmezse hanedandan
farklı kişilerin de suikastla ilişkilendirilebileceğini ifade ediyordu.435 Bu îmânın
karşılığı Damad Salih Paşa ile Prens ve grubuyla da bağlantılı olan Şehzade
Vahdettin’di. Enver Bey, Sultan Reşad’a açıkça Vahdettin Efendi’nin suikastçılarla
irtibatlandırılabileceğini söylüyordu.436 Cemal Bey’e göre Damad Salih Paşa,
suikasttan önce eğer Avrupa’ya gönderilmiş olsaydı suikast büyük bir ihtimalle
önlenecekti.437
Çerkez Kâzım ve diğer faillerin ortak özelliği yeni rejimin
memnuniyetsizlerinden olmalarıydı. Kişisel motivasyonları siyasi gerekçelerden öte
II. Meşrutiyet ve Cemiyet ile yaşadıkları hayal kırıklıklarından kaynaklanıyordu.
Siyasi gerekçeleri çoğunlukla kişisel gerekçeleriyle kaynaşmış, ülkenin kötü
durumuyla, kendi kötü halleri arasında kurulan özdeş bir tasavvura sahip olmuşlardı.
Kişisel motivasyonlar ile siyasi fikirler birbirine girmiş görünüyordu. İhtilâl Komitesi
ismiyle darbeden sonra en kıdemli elçi olması sebebiyle Avusturya-Macaristan
Büyükelçisi Marquis Johann von Pallavicini’ye vermek üzere bir bildiri hazırlanmıştı.
Bildiride, ‘‘bir tabur serseri ile idare olunan hükümet-i hazırayı’’ devre dışı bırakmak
amacıyla hazırlanan plânların uygulanmasında kararlı olunduğu vurgulanıyordu. Aynı
bildiride asayişin korunması için Büyük Güçler’den karaya asker çıkarmaları talep
edilmekteydi.438
434 Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivi, İ. HB. 134/26 (Belge No:4) (10 Haziran 1329 [23 Haziran
1913] tarihli irade-i seniyye); İbrahim Çiçek, Sadrazam ve Harbiye Nazırı Mahmud Şevket Paşa
Suikastı, s. 471-474. (İrade-i seniyye için bkz. Ek-6).
435 ‘‘Hükm-ü İdamın İcrası’’, Tanin, 24 Haziran 1913, s. 1; Ali Fuad Türkgeldi, Görüp İşittiklerim, s.
115-116; İsmail Hami Danişmend, Kronoloji, s. 559-600.
436 Taha Toros Arşivi, Dosya No: 166-Tunuslu Hayrettin Paşa, ‘‘Mahmut Şevket Paşa’nın
Öldürülmesiyle Darağacına gönderilen Damad Salih Paşa’nın Dramı’’,
http://earsiv.sehir.edu.tr:8080/xmlui/handle/11498/19063 (Son erişim: 23.03.2019).
437 ‘‘Suikast Tertibatının Mukaddemâtı’’, Tanin, 23 Haziran 1913, s. 2.
438 Bildiriyi olduğu gibi aktaran: Ziya Şakir Soko, Mahmud Şevket Paşa, s. 293.
117
Muhaliflerin muhtelif amaçları ve suikasta varan keskin eylemler dizisi
İttihatçılara o zamana kadar elde edilmiş en yüksek yetkeyi sağladı. İstanbul
Muhafızlığı’nın baskılarıyla eşine az rastlanır büyüklükte bir sürgün harekâtına
başlandı. Yüzlerce muhalif vapurlarla Sinop vilayetine sürüldü.439 Bu, yalnızca suikast
ile irtibatlı olan komploculara yönelik yapılan bir tasfiye hareketi değildi. Cemiyet,
ülkede kendisine rakip olabilecek her türden muhalefeti açıkça sindirme
gayretindeydi. Genç subayların önderliğindeki İttihatçı siyasal yapı, hem pek çok kez
karşı karşıya geldiği Mahmud Şevket Paşa’dan, hem de zaman zaman gerici nitelikler
gösteren muhalif hareketlerden aynı anda kurtulmuş oldu. İttihatçı subaylar,
hükümetin karar alma mekanizmalarında önemli bir güce erişti. Hükümet üyelerini
belirleyebilecek derecede söz sahibi olmaları Mahmud Şevket Paşa suikastından sonra
da artarak devam etti.440 Talât Bey, bu sürecin öteden beri farkındaydı. Cavit Bey’e
yazmış olduğu mektubunda kendi hiziplerinden bir harbiye nazırı yetiştirmenin
zorunluluğundan bahsederek, bu vakte kadar birçok zorlukla karşılaşılacağını
vurguluyordu.441 Bu süreçte İttihatçı subayların en önemli figürü şüphesiz Enver
Bey’di. Enver Bey’in politikası ordunun modernizasyonu, İttihatçı ideolojinin
propagandası ve yüksek derecede disiplinden oluşuyordu. Enver Bey, ordunun
yenileştirilmesiyle devletin bağımlılıktan kurtulmasının ve verimlilik kazanmasının
önünün açılacağını düşünüyordu. Devleti yenileştirmek, bir anlamda orduyu
modernleştirmekle eşdeğerdi.442
Devlet artık bir siyasal aygıt olarak Cemiyet’in elindeydi. Genç subaylar ve
Cemiyet Merkez-i Umumisi tarafından memuriyet kadroları şekillendirilerek tamamen
İttihatçılaştı. Bu bakımdan İstanbul Muhafızı Cemal Bey’in etkileriyle 29 Haziran’da
çıkan hükümet kararı buna yönelik önemli ipuçları içerir:
‘‘Muhalefet namına memleketin muhtaç olduğu sükûnu ihlâle cüretyap olan bazı zevat
ile payitahtın selâmeti umumiyesi için daimî bir tehlike teşkil edebilecek mahiyet-i serkeşanede
bulunan eşhasın idare-i örfiye kararnamesince Sinop’a izamları ve sunufu muhtelefiei
memurinden bulunanların bazıları icra kılınacak tahkikat neticesinde kanunen mesuliyetten
439 Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, C.I, s. 347-350.
440 Fahir Armaoğlu, 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1789-1914), s. 679.
441 M. Naim Turfan, Jön Türklerin Yükselişi: Siyaset, Askerler ve Osmanlı’nın Çöküşü, s. 488-
489.
442 A.e., s. 533-534.
118
vâreste kalsalar bile, meşkûkü’l-ahval ve dai-i şüphe bulunmalarına binaen memuriyetlerine
iadeleri caiz olmayacağından idareten azilleri, bu suretle açılacak memuriyetlere kararı vâkı
veçhile Trablusgarp ve Bingazi ile Rumeli’den gelen memurinden münasiplerin tayini…’’443
Aynı ölçüde sivil siyaset de Cemiyet’in önderliğindeki siyasal yapıda etkisiz
bir hüviyete büründü. Hürriyet ve İtilâf Fırkası’nın kurucusu Miralay Sadık Bey
yargılamalar sonucunda idama mahkûm edildi. Ancak kurduğu fırka ne kapatıldı ne
de dağıtıldı. Cemiyet’in gayesi görünüşte de olsa çok partili bir siyasal yapının
varlığını görünür kılmaktı.444
443 Belgeyi olduğu gibi aktaran: Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C. II/II, s. 322-323.
444 Feroz Ahmad, İttihat ve Terakki 1908-1914, s. 161.
119
SONUÇ
İmparatorluklar çağının sonlarına doğru Osmanlı Devleti çağın kendisine
zorunlu kıldığı sorunlara çözüm arayışındaydı. II. Abdülhamid, otuz üç yıl süren
iktidarı boyunca bu sorunlara dinsel retorikle süslü yeni bir Osmanlı vatandaşlığı
tanımıyla cevap vermeye çalıştı. Dilsel-popüler milliyetçi akımların zararlarına karşın
Osmanlı Devleti resmi milliyetçi bir siyasayla etnisite-üstü bir Osmanlı kimliği
yaratma çabasını sürdürmekteydi. Bu çaba modern kurum ve yapıları beraberinde
getirdi.
II. Abdülhamid’in hükümdarlığının ilk yılları devlet içerisinde karşılaşmış
olduğu bir anlamda “bürokratik ittifaka” üstün gelme gayretleriyle geçti. Abdülhamid
devrinin iç siyasal içeriği bu ittifakın üstesinden gelerek mutlak iktidar tekelini
sürdürme gayretinin bir hikâyesi olarak okunabilir. Devam eden süreçte Yıldız Sarayı,
askerî politika, harekât ve eğitim merkezi haline geldi. Ancak bu politik tutum iki
noktada sekteye uğrayan sorunlar yarattı. İlk olarak askerî anlamda herhangi bir varlık
gösteremeyen Osmanlı ordusu dış siyasette yaşadığı zorluklar yüzünden
modernleştirilmek zorundaydı. Böylelikle İttihat ve Terakki’nin temelini atacak
kurumlar yaygınlaşmış oldu. İkinci bir sorun olarak Osmanlı Devleti’nin kendi
bünyesinden yetiştirdiği subay sınıfı, batılı ve entelektüel olarak yenilikçi bir dünya
görüşündeydi, bu anlamda mevcut siyasal yönetimi tahlil etme biçimleri Osmanlı
elitlerininkinden farklılaşıyordu. Modern ve Batılı anlamda -aslında materyalisteğitim,
Abdülhamid’in müdahalelerine rağmen genç subaylarda meşrutiyet fikirlerinin
doğmasını sağladı. Aynı genç subaylar İstanbul’un baskıcı ortamından
kurtulduklarında ise hızlıca örgütleniyor ve ülke sorunlarını korkusuzca tartışıyordu.
1905-1908 arasında yaşanan Makedonya krizi genç subayların devletin geleceğiyle
ilgili konuları Yıldız’ın gözetiminden uzak bir yerde tahlil etme imkânını yarattı.
Bu tahlilin bir sonucu olarak yurt dışında Paris, Kahire, Cenevre gibi
merkezlerde örgütlenen sivil-entelektüel İttihat ve Terakki ile askerî okullarda
yenilikçi fikirler edinmiş genç subaylar arasında bir iş birliği gerçekleşti. Nihayetinde
1908 yılına gelindiğinde İttihat ve Terakki Cemiyeti genç subaylara sırtını dayamış,
yenilikçi bir siyasal örgüt olarak II. Meşrutiyet’in ilanını sağladı. Cemiyet,
120
Meşrutiyet’in hemen ertesinde yönetimi eline almadı. Büyük ölçüde merkezileşmiş
yapısıyla iktidarı denetleyen bir anayasa bekçisi rolünden fazlasını gösterecek gücü
mevcut değildi. Cemiyet için ülke yönetimi hem büyük bir tecrübe sorunu hem de
çetrefilleşmiş siyasal durum için büyük bir sorumluluk demekti. Hâlihazırda
Padişah’ın etkisi yok edilmiş ve anayasa ilan edilmişti ancak Cemiyet’in daha
fazlasına gücü yetmiyordu. Bu koşullar altında İ.T.C.’nin yardımına eski rejimin
kalıntılarından ortaya çıkan büyük bir isyan hareketi yetişti. 13 Nisan 1909’da gerici
propagandanın tetiklediği askerî nitelikli bu ihtilal girişimi özünde sınıfsal, sosyokültürel
farklılıkların bir yansımasıydı. 31 Mart, Cemiyet’in 1908’den sonra
gerçekleştirmiş olduğu eski rejimin tasfiyesi hareketinden mustarip olan bürokratikaskerî
erkânın liberal-muhafazakâr bir ittifakla kendisini dini bir söylem olarak ortaya
çıkartan hareketin adı olmuştu.
İhtilal girişimi 1909’da Osmanlı Devleti’nin yaşadığı ilk ciddi iktidar
bunalımıydı. İstanbul’a gelen III. Ordu’ya bağlı Hareket Ordusu şehri ele geçirerek
isyanı bastırdı. II. Abdülhamid tahtan indirilerek yerine Mehmed Reşad getirildi.
Gerçekte olan ise Meşrutiyet’in askerî güce olan bağımlılığının ortaya çıkması oldu.
Dış siyasette barış dolu günler geçiren Osmanlı Devleti için 1911 yılından itibaren
savaşlar ve iç isyanlar askerî yetkinliği zorlayıcı bir unsur olarak öne çıktı. 31 Mart ile
başlayan süreçte askerî elit olarak öne çıkan genç subaylar yönetimi günden güne
kendi yetkesine aldı. Cemiyet’in askerî niteliği kendi muhaliflerini aynı siyaset yapma
biçimine zorladı. Cemiyet muhalifleri, 1912’de gerçekleşen seçimlerde İttihatçılara
karşı tam bir mağlubiyet yaşadı. Gergin ve zaman zaman şiddete varan olaylarla geçen
seçim döneminde İttihat ve Terakki ile muhalefetteki Hürriyet ve İtilâf arasında
demokratik sınırları hayli zorlayan propagandalar yapıldı. İtilâfçıların mevcut
yönetime tepkisi dini söylemlerde vücut buldu. Buna karşılık İ.T.C. ise siyasi
rakiplerini devlet gücüyle ezmeye çalışmaktan çekinmedi. Sonuç olarak seçimin
neticesi muhalefet açısından tam bir başarısızlık oldu.
İç siyasette etkisiz bir görünüm sergileyen muhalifler, 1912 yazında askerî bir
komplonun yardımıyla iktidarı ve İttihatçıları devirdi. Başta Harbiye Nazırı olmak
üzere hükümetteki Cemiyet muhaliflerinden dolaylı, dolaysız destekler alan Halâskâr
Zabitan Grubu, resmî kurumlara adeta savaş açtı. Mektuplar ve beyannamelerle o
121
sıralarda devleti yöneten İttihat ve Terakki’yi ve aynı zamanda hükümet ve meclisi
karşılarına aldılar. Siyasal etkinliğini ordunun gücünden alan Cemiyet için önemli bir
sınav olarak ortaya çıkan bu bunalım, İttihatçıların hükümetten çekilmesi ve meclisin
feshini beraberinde getirdi. Cuntanın hemen ardından gelen Balkan Savaşı ise askerî
çözümlü siyasal hareketleri perçinledi. Kâmil Paşa’nın, Balkan Savaşı’nda yaşanan
askerî başarısızlıklar karşısında gösterdiği pasif tutum İttihatçılara siyasal erki yeniden
ele alma fırsatı verdi. Askerî komplo sonucu iktidarı devreden Cemiyet, genç
subayların önderliğindeki bir başka askerî komplo ile 23 Ocak 1913’te hükümeti geri
aldı. Bâb-ı Âli Baskını’ndan sonra Cemiyet ve İttihatçı subaylar devlet içerisinde
büyük bir güce sahip oldu. Mahmud Şevket Paşa’nın sadrazamlığı sırasında, Paşa ile
açıktan çatışmalar yaşayan İttihatçı subaylar, politika yapma konusunda etkilerini her
anlamda hissettirdiler. 1912 yazında başarılı bir askerî cunta ile yönetim erkine ortak
olan Cemiyet muhalifleri ise Bâb-ı Âli Baskını sonrasında bir anlamda yeraltına inerek
yeniden harekete geçti. Yeni komplonun ilk eylemcisi ve başarısızlığa uğrayan ilk ismi
Prens Sabahaddin Bey’di. Prens ile yakın iş birliğinde olan diğer eylemciler için ise
mutlak gaye hükümetin kanlı bir ihtilal sonucunda devrilmesiydi. Bu amaçla
gerçekleşen Mahmud Şevket Paşa suikastından sonraysa Osmanlı Devleti’nde etkisi
açıkça görünen olgu İttihatçı subayların devlet içindeki etkinliği oldu.
Girişmiş olduğumuz siyasal çözümlemede açıkça görünen şey İttihat ve
Terakki’nin bir siyasal örgüt olarak 1908’deki kurtarıcı rolünün hayli gerisine
düştüğüydü. Cemiyet, özellikle Mahmud Şevket Paşa’ya yapılan suikasttan sonra,
neredeyse genç subaylara bağımlı bir grup siville idare edilen bir siyasal örgüt halini
aldı. Subaylar hükümetin politik kararlarına sirayet etmekte son derece başarılıydılar.
Talât Bey dâhil olmak üzere sivil İttihatçılar, devlet içerisinde karar verici ve
düzenleyici bir rol üstlenen bu subayların sivilleri karar alma süreçlerinde pek dikkate
almadıklarının farkındaydı. Talât Bey’in Cavit Bey’e yazmış olduğu mektupta da
bahsettiği üzere İttihatçı siviller kendi bünyelerinden bir askerî yetkili yetiştirmenin
zorunluluğunu anlamışlardı. Askerî ve sivil örgütler her ne kadar birbirlerine ideolojik
olarak bağlı olsalar da hayati öneme sahip bir iş birliği artık söz konusu değildi. Genç
subaylar karar alma mekanizmalarının etkin birer oyuncusuydu. Leviathan’ın kılıcı
artık İttihatçı subayların elindeydi.
122
İttihatçı subayların kimlik ve ideolojilerinin vücut bulmuş hali olan Enver
Bey’in siyaseti ordunun modernizasyonu, disiplin ve İttihatçı ideolojik görüşün her
anlamda dayatılmasından oluşmaktaydı. Tarihsel sürecin daha ileri safhasında Paşa
olacak olan Enver Bey’in kişisel başarısı Osmanlı Devleti’nin yeniden dirilme
umutlarını taşıyordu. Bu türden umutlar Enver Bey’in kaderi ile Osmanlı Devleti’nin
kaderini birleştirmişti. Enver Bey’in askerî reformlara dayalı modernizasyon hamlesi
bireyin -aynı zamanda iktidarı elde etmiş olan- askerî kurum ve yasalara koşulsuz
itaatini gerektiriyordu. Toplumsal ereklerin bireysel amaçlara üstün geldiği Hegelci
bir aşamada, devletin çıkarları ancak vatandaşlarının kişisel çıkarlarıyla uyumlu
olduğu müddetçe güçlü bir devlet kurulabilirdi. Enver Bey özelinde İttihatçı subayların
ideolojik özü ise ordu ve devletin bütünleşik olarak kavranışıydı. Orduyu
yenileştirmekle devleti yenileştirmek basitçe birbirine denk idi. Osmanlı Devleti için
işbu modernizasyon süreci ordunun siyasal erk üzerindeki iktidarını pekiştirerek onu
bir anlamda yönetici konumuna getirdi. Dinsel retorikle sürdürülen kadim
muhafazakâr iktidarın yerini yine zaman zaman dinsel vurgular da içeren milli ve
modern bir devlet aldı.
1912-13 döneminin politik retorik ve içeriği vatan savunması ve ihanetlerle
süslüydü. Hem iktidarı ele geçirenler hem karşıtları zaman zaman konumlarını
değiştirseler dahi mevcut siyasal koşulları aşmada başarısız oldular. Osmanlı
Devleti’nin son yılları suikastlar, askerî cuntalar, hükümet darbeleri, meclis
fesihleriyle geçerek nihai sürecini böylece tamamladı.
123
KAYNAKÇA
A) Arşiv Belgeleri
1) Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivi
Babıali Evrak Odası (BEO.)
3362/252132, 4140/310487, 4136/310183
Dâhiliye (DH.) Hapishaneler Müdüriyeti (MB.HPS.)
145/72
Dâhiliye (DH.) İdare (İD.)
79/12
Dâhiliye Nezareti Siyasi Kısım (DH. SYS.)
53/36, 55/97, 83-2/2, 53/52, 119/3, 119-1/3
Dâhiliye Nezareti Şifre Kalemi (DH. ŞFR.)
419/33, 421/69
İrade Dosya Usulü İradeler Tasnifi (İ. DUİT.)
8/47, 8/48, 8/59, 8/72
İrade (İ.) Harbiye (HB.)
123/9, 134/26
Yıldız (Y.) Kâmil Paşa Evrakı (EE. KP.)
35/3496
2) Taha Toros Arşivi
Dosya No: 166-Tunuslu Hayrettin Paşa, ‘‘Mahmut Şevket Paşa’nın Öldürülmesiyle
Darağacına gönderilen Damad Salih Paşa’nın Dramı’’,
http://earsiv.sehir.edu.tr:8080/xmlui/handle/11498/19063 (Son erişim: 23.03.2019).
124
3) Taksim Atatürk Kitaplığı
Taksim Atatürk Kitaplığı, ‘‘Sultan Mehmet Reşad, Enver ve Niyazi Beyler,
Mahmut Şevket Paşa, Yusuf İzzettin Efendi, Ahmet Rıza Bey, Midhat Paşa ve
Osmanlı devlet arması ile Hamidiye zırhlısını gösteren bir kartpostal’’,
http://ataturkkitapligi.ibb.gov.tr/kutuphane3/kartpostal/Krt_012098.jpg (Son erişim
15.06.2019).
Taksim Atatürk Kitaplığı, ‘‘Souvenir de Salonique = [Enver ve Niyazi Beylerin
birinci def’a olarak hürriyet sancağı küşat eylediği] / edit.: David M. Assael’’,
http://ataturkkitapligi.ibb.gov.tr/kutuphane3/kartpostal/Krt_012062.jpg (Son erişim
15.06.2019).
Taksim Atatürk Kitaplığı, ‘‘Constantinople. 25 avril 1909. Enver-bey venant de
visiter a l'hopital Hamidie les blesses de la journee du 24 avril 1909 / edit.: Bon
Marché’’, http://ataturkkitapligi.ibb.gov.tr/kutuphane3/kartpostal/Krt_000710.jpg,
(Son erişim 15.06.2019).
Taksim Atatürk Kitaplığı, ‘‘S. A. Kiamil Pacha = Kamil Paşa / edit.: M.
Israilovitch’’,
http://ataturkkitapligi.ibb.gov.tr/kutuphane3/kartpostal/Krt_000026.jpg, (Son erişim
16.06.2019).
Taksim Atatürk Kitaplığı, ‘‘Mahmut Şevket Paşa’’,
http://ataturkkitapligi.ibb.gov.tr/kutuphane3/Evraklar/Bel_Mtf_025771.pdf (Son
erişim 16.06.2019).
B) Resmi Yayınlar
Meclis-i Âyan Zabıt Ceridesi (MA ZC), İkinci Devre, Cilt: I, TBMM Basımevi,
Ankara, 1989.
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi (MM ZC), Birinci Devre, Cilt: I-XXI, TBMM
Basımevi, Ankara, 1982-1991
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi (MM ZC), İkinci Devre, Cilt: I-II, TBMM Basımevi,
Ankara, 1991.
125
C) Süreli Yayınlar
Guardian, İkdâm (İfham, İktihâm, Yeni İkdâm), Neue Freie Presse, Pester Lloyd,
Sırat-ı Müstakim, Tanin, Teminat, The Observer, The Times
D) Hatıralar, Anılar ve Günlükler
Abdullah Paşa’nın Balkan Savaşı Hatıratı ve Mahmud Muhtar Paşa’nın Cevabı,
Ed. Hülya Toker, Sema Demirtaş, Mustafa Toker, İstanbul, Alfa Yayınları, 2012.
Amca, Hasan: Doğmayan Hürriyet Yarıda Kalan İhtilal&Tehcirin İç
Yüzü&Nizamiye Kapısı&Prens Sabahaddin ve Taklib-i Hükümet, İstanbul, Alfa
Yayınları, 2013.
Avlonyalı Ekrem Bey, Osmanlı Arnavutluk'undan Anılar (1885-1912), İletişim
Yayınları, İstanbul, 2006.
Bayar, Celal: Ben de Yazdım Milli Mücadeleye Gidiş, 8 cilt takım, C.II, İstanbul,
Sabah Kitapçılık, 1997.
___________________: Ben de Yazdım Milli Mücadeleye Gidiş, C.III, İstanbul,
Sabah Kitapçılık, 1997.
Beyatlı, Yahya Kemal: Siyasî ve Edebî Porteler, 6. Baskı, İstanbul, İstanbul Fetih
Cemiyeti Yayınları, 2018.
Birinci Ferik Zeki, 1912 Balkan Harbi’ne Aid Hâtıratım, İstanbul, Matbaa-ı
Askeriye, 1337.
Bleda, Mithat Şükrü: İmparatorluğun Çöküşü, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1979.
Cavid, Mehmed: ‘‘Meşrutiyet Devrine Ait Cavid Bey’in Hatıraları’’, Tanin, 3
Ağustos 1943-22 Aralık 1946.
Cemaleddin Efendi: Şeyhülislam Merhum Cemaleddin Efendi Hazretlerinin
Hâtırat-ı Siyasîyesi: 1330 Senesinde Mısır’da Tahrir Eylemişlerdir, İstanbul, M.
Huvagımiyan Matbaası, 1336.
Cemal Paşa: Anılarım 1913-1922, Haz. Fahri Parin, Paraf Yayınları, İstanbul, 2010.
126
Furgaç, Ahmed İzzet: Feryadım, C.I, , İstanbul, Nehir Yayınları, 1992.
Hanioğlu, M. Şükrü: Kendi Mektuplarında Enver Paşa, İstanbul, Der Yayınları,
1989.
Hochwächter, Gustav von: Balkan Savaşı Günlüğü Türklerle Cephede, çev. Sumru
Toydemir, 4. Baskı, İstanbul, İş Bankası Kültür Yayınları, 2015.
Kadri, Hüseyin Kâzım: Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e Hatıralarım, Haz. İsmail
Kara, İstanbul, İletişim Yayınları, 1991.
Mahmud Şevket Paşa’nın Sadaret Günlüğü: Haz. Murat Bardakçı, 2. Baskı,
İstanbul, İş Bankası Kültür Yayınları, 2014.
Nur, Rıza: Hürriyet ve İtilâf Nasıl Doğdu Nasıl Öldü, Haz. İlhami Yalınkılıç,
İstanbul, Kitabevi Yayınları, 1996.
Rey, Ahmed Reşid: İmparatorluğun Son Döneminde Gördüklerim Yaptıklarım
(1890-1922), Haz. Nur Ökmel Akın, İstanbul, İş Bankası Kültür Yayınları, 2014.
Seyfettin, Ömer: Balkan Harbi Hatıraları, Haz. Tahsin Yıldırım, 3. Baskı, DBY
Yayınları, İstanbul, 2016.
Sunata, İsmail Hakkı: İstibdattan Meşrutiyete Çocukluktan Gençliğe, İş Bankası
Kültür Yayınları, İstanbul, 2006.
Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi: Muhalefetin İflası, Haz. Ahmet Eryüksel,
İstanbul, Nehir Yayınları, 1991.
Şemsi, Müfid: El- Hakkı Ya’lû Velâ Yu’lâ Aleyh, Haz. Ahmet Nezih Galitekin, 2.
Baskı, İstanbul, Şehir Yayınları, 2007.
Şeyhülislam Ürgüplü Mustafa Hayri Efendi’nin Meşrutiyet, Büyük Harp ve
Mütareke Günlükleri (1909-1922), Haz. Ali Suat Ürgüplü, İstanbul, İş Bankası
Kültür Yayınları, 2015.
Simavî, Lütfi: Sultan Mehmed Reşad Hân’ın ve Halefinin Sarayında Gördüklerim
(Osmanlı Sarayı 1909-1919), Haz. Sevda Şakar, İstanbul, Şehir Yayınları, 2007.
127
Türkgeldi, Ali Fuad: Görüp İşittiklerim, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi,
1949.
Uşaklıgil, Halid Ziya: Saray ve Ötesi, Haz. Nur Özmel Akın, 2. Baskı, İstanbul, Özgür
Yayınları, 2012.
E) Kitap ve Makaleler
Afyoncu, Erhan, Önal, Ahmet ve Demir, Uğur: Osmanlı İmparatorluğu’nda Askeri
İsyanlar ve Darbeler, 5. Baskı, İstanbul, Yeditepe Yayınları, 2016.
Ahmad, Feroz ve Dankwart, Rustow: ‘‘İkinci Meşrutiyet Döneminde Meclisler, 1908-
1918’’, Güney Doğu Avrupa Araştırmaları Dergisi, No.4-5 (1976), s. 245-284.
Ahmad, Feroz: İttihat ve Terakki 1908-1914, Çev. Nuran Yavuz, 5.baskı, İstanbul,
Kaynak Yayınları, 1999.
Akın, Rıdvan: ‘‘İkinci Meşrutiyet’in Sadrazamları ve Temel Rejim Sorunları’’, Tarık
Zafer Tunaya Anısına Yadigâr-ı Meşrutiyet, Ed. Mehmet Ö. Alkan, İstanbul,
İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2010, s. 55-82.
Aksakal, Mustafa: Harb-i Umumi Eşiğinde Osmanlı Devleti Son Savaşına Nasıl
Girdi, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2010.
Akşin, Sina: 31 Mart Olayı, Ankara, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi
Yayınları, 1970.
___________________: Kısa Türkiye Tarihi, 22. Baskı, İstanbul, İş Bankası Kültür
Yayınları, 2017.
___________________: Jön Türkler ve İttihat ve Terakki, 8. Baskı, Ankara, İmge
Kitabevi, 2017.
Ali Cevad Bey: İkinci Meşrutiyet’in İlanı ve Otuzbir Mart Hadisesi: II.
Abdülhamid’in Son Mabeyn Başkâtibi Ali Cevad Bey’in Fezlekesi, Haz. Faik Reşit
Unat, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1960.
Anderson, Benedict: Hayali Cemaatler Milliyetçiliğin Kökenleri ve Yayılması,
Çev. İskender Savaşır, 8. Baskı, İstanbul, Metis Yayınları, 2015.
128
Armaoğlu, Fahir: 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1789-1914), Ankara, Türk Tarih Kurumu
Basımevi, 1997.
Aydemir, Şevket Süreyya: Makedonya’dan Orta Asya’ya Enver Paşa, C.II,
İstanbul, Remzi Kitabevi, 1971.
___________________: Makedonya’dan Orta Asya’ya Enver Paşa, C.III, İstanbul,
Remzi Kitabevi, 1972.
___________________: Tek Adam, C. I, 18. Baskı, İstanbul, Remzi Kitabevi, 1999.
Aydın, Suavi: ‘‘İki İttihat-Terakki: İki Zihniyet, İki Ayrı Siyaset’’, Modern
Türkiye’de Siyasi Düşünce: Cumhuriyet’e Devreden Düşünce Mirası Tanzimat
ve Meşrutiyet’in Birikimi, C.I, s. 117-128.
Bayur, Yusuf Hikmet: Türk İnkılabı Tarihi, 3.Baskı, C. II/I, Ankara, Türk Tarih
Kurumu Basımevi, 1991.
___________________: Türk İnkılabı Tarihi, 3. Baskı, C. II/II, Ankara, Türk Tarih
Kurumu Basımevi, 1991.
Belge, Murat: Militarist Modernleşme Almanya, Japonya ve Türkiye, 3.Baskı,
İstanbul, İletişim Yayınları, 2014.
Berkes, Niyazi: Türkiye’de Çağdaşlaşma, Haz. Ahmet Kuyaş, 24. Baskı, İstanbul,
Yapı Kredi Yayınları, 2017.
Birinci, Ali: Hürriyet ve İtilâf Fırkası II. Meşrutiyet Devrinde İttihat ve
Terakki’ye Karşı Çıkanlar, 2.Baskı, İstanbul, Dergâh Yayınları, 2012.
Çiçek, İbrahim: Sadrazam ve Harbiye Nazırı Mahmud Şevket Paşa Suikastı,
İstanbul, Alfa Yayınları, 2018.
Çolak, Filiz: ‘‘Trablusgarp ve Balkan Savaşları’nın Osmanlı Devleti’nin Ticaret-i
Hariciyesi Üzerindeki Etkileri’’, Turkish Studies Dergisi, 8. sayı (2013), s. 151-164.
Danişmend, İsmail Hami: İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C.IV, 2. Baskı, Doğu
Kütüphanesi Yayınları, İstanbul, 2011.
129
___________________: Sadrazam Tevfik Paşa’nın Dosyasındaki Resmî ve Hususî
Vesikalara Göre 31 Mart Vak’ası, İstanbul, İstanbul Kitabevi, 1961.
Demir, Fevzi: Osmanlı Devleti’nde II. Meşrutiyet Dönemi Meclis-i Mebusan
Seçimleri 1908-1914, İstanbul, İmge Kitabevi Yayınları, 2007.
Deringil, Selim: İktidarın Sembolleri ve İdeoloji II. Abdülhamid Dönemi (1876-
1909), Çev. Gül Çağalı Güven, İstanbul, Doğan Kitap, 2014.
Eraslan, Cezmi ve Olgun, Kenan: Osmanlı Devleti’nde Meşrutiyet ve Parlamento,
İstanbul, 3F Yayınları, 2006.
Esatlı, Mustafa Ragıp: İttihat ve Terakki Tarihinde Esrar Perdesi: Yakup Cemil
Niçin ve Nasıl Öldürüldü, 2.Baskı, İstanbul, Örgün Yayınevi, 2004.
Fikri, Lütfi: ‘‘Kâmil ve Said Paşalar Ne Olacak’’İfham, 10 Haziran 1912, s. 1.
Güneş, İhsan: ‘‘1912 Seçimleri ve Eskişehir’de Meydana Gelen Olaylar’’, Belleten,
C. LVI/216, (Ağustos 1992), s. 459-502.
Hallı, Reşat: Balkan Harbi (1912-1913), C.I, Ankara, Genelkurmay Basımevi, 1970.
Hanioğlu, M. Şükrü: İttihat ve Terakki, TDV İslam Ansiklopedisi, c.23., s. 476-484.
Helmreich, Ernst Christian: The Diplomacy of the Balkan Wars, Cambridge,
Harvard University Press, 1938.
Hut, Davut: ‘‘Osmanlı Arap Vilayetleri, Arabizm ve Arap Milliyetçiliği’’,
Vakanüvis: Uluslararası Tarih Araştırmaları Dergisi, Ortadoğu Özel Sayısı No. 1
(2016), s. 105-150.
Hürriyet ve İtilâf Fırkası’nın Programı, 22 Teşrin-i Sani 1911/22 Kasım1911,
İkdam: Numero 613, s. 1-17.
İnal, İbnülemin Mahmut Kemal: Son Sadrazamlar, 4 cilt takım, C.II, 3. Baskı,
İstanbul, Dergâh Yayınları, 1982.
___________________: Son Sadrazamlar, C.IV, 3. Baskı, İstanbul, Dergâh
Yayınları, 1982.
130
Kansu, Aykut: 1908 Devrimi, Çev. Ayda Erbal, 8. Baskı, İletişim Yayınları, İstanbul,
2017.
___________________: İttihadcıların Rejim ve İktidar Mücadelesi 1908-1913,
Çev. Selda Somuncuoğlu İstanbul, İletişim Yayınları, 2016.
Karal, Enver Ziya: Osmanlı Tarihi, C. IX, 2.Baskı, Ankara, Türk Tarih Kurumu
Basımevi, 1999.
Kuran, Ahmet Bedevi: Osmanlı İmparatorluğunda İnkılâp Hareketleri ve Millî
Mücadele, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2012.
Lewis, Bernard: Modern Türkiye’nin Doğuşu, Çev. Metin Kıratlı, 5.Baskı, Ankara,
Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1993.
Mardin, Şerif: Jön Türklerin Siyasî Fikirleri 1895-1908, 21. Baskı, İstanbul, İletişim
Yayınları, 2017.
Matossıan, Bedross Der: Parçalanan Devrim Düşleri Osmanlı İmparatorluğu'nun
Son Döneminde Hürriyetten Şiddete, İletişim Yayınları, İstanbul, 2016.
Olgun, Kenan: ‘‘Asker-Siyaset İlişkilerinde Bir Dönüm Noktası: Halaskâr Zabitan
Grubu ve Faaliyetleri’’, İlmî Araştırmalar: Dil, Edebiyat, Tarih İncelemeleri
Dergisi, Sayı. 7 (2014), s. 157-175.
Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin 1327 Senesi Siyasi Programı:
Şehzadebaşı’nda İttihat ve Terakki İkinci Kulübü Tarafından İkinci Defa Tab’ ve
Temsil Ettirilmiştir, İstanbul, Tanin Matbaası, s. 1-16.
Ölmez, Adem: Modern Osmanlı Ordusunda Alaylılar ve Mektepliler (1826-1918),
İstanbul, İz Yayıncılık, 2017.
Saraçoğlu, Ahmet Cemaleddin: Unutulan Meşhurlarımız -2- Resneli Niyazi, Haz.
İsmail Dervişoğlu, Şema Yayınları, İstanbul, 2006.,
Soko, Ziya Şakir: Hürriyet ve İtilaf Nasıl Doğdu, Nasıl Yaşadı, Nasıl Battı, Haz.
Serkan Erdal, İstanbul, Akıl Fikir Yayınları, 2011.
131
___________________: Mahmud Şevket Paşa, Haz. Serkan Erdal, İstanbul, Akıl
Fikir Yayınları, 2011.
___________________: Yakın Tarihin Üç Büyük Adamı Talat-Enver-Cemal
Paşalar, İstanbul, Akıl Fikir Yayınları, 2011.
Tekeli, İlhan ve İlkin, Selim: ‘‘Bir Başkaldırı Odağı ve Ortamı Olarak Selânik ve
Makedonya’’, Tarık Zafer Tunaya Anısına Yadigâr-ı Meşrutiyet, Ed. Mehmet Ö.
Alkan, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2010, s. 213-245.
Tunaya, Tarık Zafer: Türkiye’de Siyasal Partiler, C.I, 2.Baskı, İstanbul, Hürriyet
Vakfı Yayınları, 1988.
___________________: Türkiye’de Siyasal Partiler: İttihat ve Terakki Bir Çağın,
Bir Kuşağın, Bir Partinin Tarihi, C.III, İstanbul, Hürriyet Vakfı Yayınları, 1989.
Turfan, M. Naim: Jön Türklerin Yükselişi: Siyaset, Askerler ve Osmanlı’nın
Çöküşü, Çev. Mehmet Moralı, İstanbul, Alfa Yayınları, 2013.
Yalçın, Hüseyin Cahid: ‘‘Meclis-i Mebusan’da Tatil-i Eşgal’’, Tanin, 31 Aralık 1911,
s. 1.
___________________: ‘‘Siyasiyyat: Hürriyet ve İtilâf Fırkası’’, Tanin, 23 Kasım
1911, s. 1.
___________________: Talât Paşa, Haz. Göktürk Ömer Çakır, 2. Baskı, İstanbul,
Ötüken Yayınları, 2018.
Zürcher, Erık Jan: Modernleşen Türkiye'nin Tarihi, Çev. Yasemin Saner, 30.Baskı,
İstanbul, İletişim Yayınları, 2015.
F) Tezler
Korkmaz, Ender: ‘‘Harbiye Nazırı Nâzım Paşa'nın Hayatı ve Faaliyetleri’’,
Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
İstanbul, 2017.
132
Swanson, Glen Wilfred: ‘‘Mahmud Şevket Paşa and Defense of the Ottoman Empire:
A Study of War and Revolution during the Young Turk Period’’, Yayınlanmamış
Doktora Tezi, Indiana University, 1970.
133
EKLER
Ek-1: İstanbul Polis Müdür-i Umumisi tarafından Mahmud Şevket Paşa suikastından
sonra yazılan rapor ve olayı anlatır kroki ile çeviriyazımı.445
445 Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivi, DH. SYS. 119-1/3 (Belge No:6) (İstanbul Polis Müdir-i
Umumisi tarafından Dâhiliye Nezareti’ne gönderilen 30-31 Mayıs 1329 [12-13 Haziran 1913] tarihli
yazı).
134
135
136
Çeviriyazımı:
[Sayfa 1]
İstanbul Polis Müdiriyet-i Umumiyyesi
Dâhiliye Nezareti Canib-i Alisine
Nazır Beyefendi Hazretleri
Mayısın yirmi dokuzuncu çarşamba günü Sadrazam Mahmud Şevket Paşa merhumun
keyfiyyet-i şehadeti hakkında icra edilmekte olan tahkikat neticesinde vakıanın sureti
cereyan ve ika’ından arz-ı malumat olunur. Çarşamba günü zevali saat ondan sonra
Sadrazam merhum Mahmud Şevket Paşa beraberlerinde yaverleri Eşref ve mülazım
İbrahim efendiler olduğu halde Bab-ı Ali’ye azimet etmek üzere Harbiye
Nezareti’nden otomobil ile hareket ettikten sonra merbutan takdim edilen krokide
gösterildiği vechle mahal-i cürme otomobil ile muvasalat ettikleri zaman aynı yoldan
ve karşıdan gelmekte olan Gedikpaşalı Seraylı hanımın cenazesindeki kalabalık
otomobilin devam-ı seyrine mani olmuş ve esasen yolun bir tarafı henüz hedm edilerek
yapılmamış olduğu cihetle dar bulunduğu ve otomobilin tevakkuf ettiği yerde
otomobilin önünde cenazedeki kalabalıktan dolayı seyrine devam edemeyerek
tevakkuf eden bir arabanında otomobili cenaze alayının müruruna tevkif etmiş ve bu
sırada daha evvel oraya gelip paşa merhumun otomobilinin sağ tarafında ve tramvay
caddesinin arka cihetine mümtedd olan yolun başında bir otomobilin arka tarafından
gelerek bunlara iltihak eden bir şahsın müştereken Sadrazam Paşa merhumun
otomobiline istimal edilen silahlardan müteessiren Mahmud Şevket Paşa ile yaverleri
mülazım İbrahim Efendi ihraz-ı şehadet etmişlerdir. Silah seslerini müteakib Bayezid
Camii civarında bulunan İsmail Hakkı Efendi süratle mevki-i cürme yaklaştığı zaman
bir şahsın tramvay caddesinden Gedikpaşa’ya inecek yoldan firar ettiğini anlamasını
müteakib takibe başlamış ve firar eden şahsın kendisini takip eden polise karşı silah
istimaline başlamasıyla polis mukabele etmiş ve bu sırada kaçan şahsın düşmesi
üzerine polis vurulduğunu zannetmiş ise de bilahire yine toplanarak firar ettiği
görülmüş ve bu firar Gedikpaşa’da ahiren tutulduğu hana kadar devam etmiştir. Polis
bir aralık merkumu kaybetmiş ise de orada bulunan jandarmalar vilayetle Gedikpaşa
137
Hanı’nın abdesthanesinde muhtefi olduğu halde bulunmuş ve abdesthanenin içine
attığı fişenkle ve jarjör dahi elde edildiği gibi abdesthane civarındaki gasilhanede de
dördü henüz atılmış ve biri atıldığı halde patlamamış beş kurşunu havi revolver ile bir
bıçak elde edilerek merkum ile beraber getirilmiş ve bu şahsın Küçük Pazarlı işsiz,
eşirradan Küçük Mustafa Paşalı Topal Tevfik namındaki şahıs olduğu anlaşılmıştır.
Derhâl merkum Topal Tevfik hakkında mahal-i vakıada icra edilen tahkikat esnasında
Kamile Hanım namındaki altmış yaşındaki bir kadının merkum Tevfik’in elindeki
revolver ile Sadrazam Paşa merhum üzerine kurşun atmakta olduğu yolunda şehadet
etmiş ve bundan başka gönüllü asker olup ahiren terhis edilen Nuri Efendi isminde bir
zat dahi silah sesini müteakib vakıaya pek yakın olan kahveden mahal-i vakıaya
geldiği zaman topal bir şahsın elinde siyah saplı aşağıya doğru bir revolver olduğu
halde şaşırmış bir halde kaçmak üzere [Sayfa 2:] bulunduğunu gördüğü yolunda edayı
şehadetten sonra mezbure ile mumaileyh Nuri Efendi maznun bera-yı teşhis irae
edildikte her ikisi de bilatereddüd orada gördüklerini bahsettikleri şahsın Topal Tevfik
olduğunu beyan etmişlerdir. Vakıayı müteakib evvelce orada bulunan otomobil
katilleri olarak Tramvay Caddesini takib ederek Aksaray, Şehremini tarikiyle
Topkapı’dan dışarıya çıkarak Eyüb istikametine aldığı icra edilen tahkikattan
anlaşılmış ve icra edilen tahkikat esnasında katilleri hamil olan otomobilin Silahdarağa
yolu üzerindeki han önünde su almak ihtiyacını hasıl ettiği cihetle tevakkuf ettiği ve
su deposunun ağızlığını açtığı sırada suyun buharının şiddetle suudundan şoförlerden
birinin yüzünün yandığı anlaşılarak tahkikatı teshil edecek olan bu cihet hakkında
icabata tevessül edilmiş idi. Bu sırada Aksaray Karakolundan saat dörtten evvel Çerkes
Abdürrahman’ın taht-ı idaresinde bulunan bir otomobilin içinde kumarbaz Ziya
namıyla maruf olan şahıs ile beraberinde bir refiki olduğu halde Bayezid’e çıktığı ve
bu otomobilin Osman Bey Gazinosu’nun karşısında garajda her zaman bulunmakta
olduğu anlaşılmakla oradan tahkikat icra ettirildiğinde filhakika bir az evvel
Abdürrahman’a aid olan otomobilin bırakıldığı Abdürrahman’ın refiki Cevad’la
beraber savuştuğu anlaşılmış ve Abdürrahman’ın Vefa’daki pederi mirlivalıktan
matrud Hacı Nazmi’nin hanesinde taharriyat icra olundukta Hacı Nazmi ile Cevad
namında bir Çerkes orada bulunarak getirilmiş ve isticvabına başlanılmıştır. Nazmi
Bey’in hiçbir şeyden haberi olmadığı yolunda ifadede bulunmuş ve Cevad dahi o gün
evden çıkarak Abdürrahman Bey’i görmediğini ve otomobil ile birlikte getirildiğini
138
ifade etmiş ise de şoförlerden birinin Eyüb yolu üzerinde yüzünün yandığı hakkında
alınan malumat merkumun fesi ile tamamen kapattığı alnında görülmüş ve hakikaten
buharın eseriyle yanık asarı tamamen görüldüğünden merkumun artık inkâra mecali
kalmayarak itirafata başlamış ve ifadesinde efendisi Abdürrahman’ın otomobili ile
beraber vakıa mahallinde tevakkuf ettiklerinin ve otomobili şahsen tanırsa da
isimlerini bilmediği iki şahsın bulunduğunu beyan etmiş ve Ziya’nın resmi kendisine
irae olundukta otomobildeki şahıslardan birinin bu Ziya olduğu ve diğerinin de uzun
boylu zayıfça bir efendi olduğunu söyleyerek Sadrazam Paşa’nın otomobili vürud
ettiği zaman cenazenin oradan geçmekte olduğu hasebiyle tevakkufa mecbur
olmasıyla Ziya olduğunu söylediği şahıs ile diğeri ve otomobilci Abdürrahman ve daha
biraz evvel otomobile gelerek içerdekilerle müştereken silah atarak Sadrazam Paşa’yı
şehid ettikleri ve dördü beraber olduğu halde Aksaray-Topkapı tarikiyle Kâğıthane
Köyünde Ziya ve refikini bıraktıktan sonra otomobili garaja terk ile Abdürrahman’ın
nereye gittiğini bilmediğini ve kendisi avdet ettiğini ve hakikaten yolda buharın
tesiriyle alnının yandığını tamamen ikrar ve itiraf etmiştir. Her ne kadar eşhas-ı
merkumenin cürm-i vakıa ictisârları şu suretle sabit olmuş ve Topal Tevfik ile Cevad
derdest olunarak diğerleri taharri edilmekteler ise de vakıa yalnız bunların
teşebbüsatıyla ika edilmiş olmayıp epeyce zamandan beri tasavvur ve tasmim
edilmekte bulunduğu katil Topal Tevfik, Kumarbaz Ziya ve Çerkes Kazım ve
otomobilci Abdürrahman ve refiki Cevad’dan başka bunların her zaman kumar ve
umumhane işlerinde ve hayat-ı umumiyyelerinde beraber bulundukları kumarhaneci
[Sayfa 3:] Kör Emin ve Çerkes Nazmi ve Ziya’nın biraderi Hakkı ve Nazmi’nin
biraderi Nuri ve Kenan dahi bu cinayette tamamiyle alakadar oldukları ve Topal
Tevfik’le diğer rüfekasının her gün beraber bulundukları hakkındaki ifadatı ve bu
husus polisçe isitihsal olunan malumat-ı saire ve diğer rüfekasında da tamamen
meseledeki izahatı bahriye mülazımlığından matrud kasabın Fehmi’nin vaki olan
itirafatı ve delail-i saire ile taayyün ve tahakkuk etmiş ve bu cinayetin mürettib ve
müşevvikleri polis kısm-ı siyasi müdir-i sabıkı Muhib’in delaletiyle Damad Salih
Hayreddin Paşa olduğu merkum Fehmi’nin ifadesi ve Kör Emin’in üzerinde bir hane
meselesinin netice-i hallinde haksız çıkarsa bin aded lira-yı Osmani vereceğine dair
paşa-yı müşarünileyh tarafından verilen sened zuhur etmesi ve bilahire bu babdaki
maksad ve esbabı izah olunacağı üzere cürm-i merkumun taraflarından ika olduğu
139
tamamen tahakkuk etmiş ve binaenaleyh tahkikata devam edilmekte bulunmuş
olduğundan ikinci raporla aksam-ı sairesi hakkında malumat verileceği tabii
bulunduğu maruzdur.
Fi 30/31 Mayıs 1329 (12/13 Haziran 1913) Polis Müdür-i Umumisi
İmza Azmi
140
Ek-2: Halâskâr Zabitan Grubu’nun Beyannamesi ve çeviriyazımı.446
446 ‘‘Halâskâr Zabitan Grubu Beyannamesi’’, İktihâm, 25 Temmuz 1912, s. 4-5; Tarık Zafer Tunaya,
Türkiye’de Siyasal Partiler, C.I, s. 337-344.
141
142
Çeviriyazımı:
Halâskâr Zabitan Grubu Beyannamesi ve Programı
Bir nüshası matbuatımıza irsal bervechi ati derç edilmiştir.
Vaziyet-i esasiye-i memlekete dair bir iki söz
Münevver, hamiyetli Osmanlı zabitanına bugün düşen vazife-i hamiyet:
Memleketimizin geçirmekte olduğu devre-i buhran bugünlerde hâd bir şekle giriyor.
İnkıraz tehlikeleri yine baş gösteriyor. Meşrutiyetin ilâniyle bir devre-i süküt ve
terakkiye girmek yolunu artık tutacağı herkesçe zannedilen vatan-ı Osmanî müga
beyanatı her ne olursa olsun, onlar avamı kendilerine celp için ne kadar safsatalarda
bulunur ise bulunsunlar denilebilir ki devr-i Hamidi nihayetlerine doğru sür'atle
gitmekte olduğu hufre-i inkıraza bugün daha büyük bir süratle yaklaşıyor. Malumdur
ki Meşrutiyet bu memleket için son bir atım idi; o son atımın da maatteessüf bugün
görüldüğü gibi boşa gitmesi Avrupa nazarında Hükümet-i Osmaniyenin Mesrutiyet-i
idare ile de devam-ı hayatı gayrı kabil olduğuna bir' delil-î kavi olarak telâkki
olunuyor, daha doğrusu "değil yalnız Avrupa kıtasında hatta küre-i arz üzerinde bile
Osmanlıların bir hükümet-i müstakile suretinde yasayamayacakları" fikr-i müthişini
Avrupa'ya veriyor. Avrupa bir defa böyle bir hükme saparsa âtimizin ne olacağını
anlayabilmek büyük bir zekâya tevakkuf etmez sanırız.
İmdi Osmanlı ordusunun hareket ve muvafakat-i hamiyyetperveranesiy1e istihsal
edilen Meşrutiyet-i idare ilân edilince Avrupa memleketimizi taksim ve işgal
plânlarından "muvakkaten" vazgeçti; bize karşı bir intizar vaziyeti aldı. Fakat vakıa ki
bizler Meşrutiyet-i idare namı altında yine idare-i sabıkayı andırır ve bazı yerlerde ona
da rahmet okutur hareketlere kıyam ettik. Avrupa muvakkaten kayd-ı müthişiyle bize
karşı almış olduğu intizar vaziyetinden çıktı. İtalyanların her türlü hukuk-u düvel
kavaidinin çiğnercesine Trablusgarb’a hücum cür'eti, düvel-i muazzama-i sairenin
buna karşı bitaraf ve lâkayd kalışı intizar vaziyetinden hurucun pek manidar ve fakat
bizim için felâketâver ilk eseridir.
Vatanın felâket ve îzmihlâli tehlike-i müthişesi karşısında bugün Osmanlı zabitanına
memleketin siyasiyatına karışmaktan uzak durmasını ezcan-ü dil temenni ettiğimiz
143
muhterem ordumuz zabitanına yine bir vazife-i hamiyyet: terettüp ettiğini itirafa
mecburuz: çünkü ordunun dört sene evvel bir azm-i âli-i himmetane ile memleket için
istediği Meşrutiyet-i idare-i hükümette onun muktaziyatından olan yalnız kavilde değil
fiilde ve îdare-i hükümette asarı görülmesi elzem hamiyyet, adalet, müsavat,
kadrişinasî, vatandaşlık muhabbeti ve binnetice sükût ve terakki idi. Ordunun istediği
cihet nazarında Osmanlılığın kıymetini ehemmiyetini azaltan, vatana felâket ve sefalet
davet eden bugünkü dahili ve harici tezebzübü idare, muamelat-ı keyfiye ve
mülâhazat-ı indiye ve şahsiye, sevk-i ihtirasat ve menafi ile Meşrutiye-ti hakikiyeye
indirilen darbeler değildi Bilhassa biz zabitler memurin-i mülkiye için de öyle, fakat
onlar bizim daire-i iştigalâtımıztan bittabi hariçtir. Unutmamalıyız ki vatanımızın
selâmetini ve inkırazdan halâsını temin, bütün Osmanlılara bir vazife-i hamiyyet
olduğundan ziyade bize bir vazife-i vatanperverane ve bir vecibe-i hayatiyyedir.
Düşünelim ki bu memleket maazallah inkıraz bulursa elimizde bir sanatımız: da yok;
hamd ile söyleriz ki muhterem milletimiz bizi bunca paralar sarf ederek mekteplerde
okuttu, zabit yaptı: maazallah memleketi ecnebiler istilâ ederse bizim onlarca geçecek
hiç sanatımız: da yok, aç kalmaklığımız muhakkaktır. Bugün hamiyetten dem vuran
ve bizi de peşine takıp sürüklemek isteyenler icabında bizi terk ve ceplerine şimdiden
doldurmuş oldukları paralarla emsali görüldüğü üzere Avrupa'ya firar, orada da
müreffehen imrar-ı hayat edebilirler. Fakat şeref-i insanî icabından ve vatan
duygularından farzı muhal olarak bir an için sarf-ı nazar etsek bile, yevm-i cedid, rızkı
cedid suretiyle yaşayan biz biçarelerin böyle giderse artık meydanda olan netice-i
meş’ume zamanında nasıl yaşayabileceğimizi hiç olmazsa düşünüyor muyuz?
İşte ey muhterem zabitler, ey muhterem silâh arkadasları... Tekrar ve açık olarak
söyleriz vatanın inkıraza uğramasına karşı bilhassa biz zabitler titremeliyiz; çünkü
idare-i hükümetteki bugünkü manzara-i elime Osmanlı ordusu zabitanı yüzünden
mütehassıl ad ve telakki olunuyor; çünkü bu tarz-ı sakim idareye sebep ve alet olan
heyet-i zabitanın olduğu kanaati efradı muhtereme-i millet arasında maatteessüf câ-i
kabul bulmuş oluyor. Bu kanaatten dolayı bütün mesuliyet zabitana atfolunuyor.
Çünkü bilhassa ordu ve zabitanı Abdülhamid'in istibdadını yıkarak memlekette
Meşrutiyet-i idareyi istihsal etmiş olduğundan şimdiki su-i idareye karşı yine onlar
evvelce ne istemiş olduğunu bugün derin derin düşünmeğe mecbur bulunuyoruz.
144
Çünkü hiçbir refah ve saadet yüzü görmeyen genç ve münevver zabitan manen,
maddeten bu vatanın felâketinden herkesten evvel müteessir olacak bir hal-i içtimada
bulunuyor. Çünkü mürur-u âsar ile ahlâka tarî olan zaaf ve gevşeklikten ve münevver
tabakayı teşkil eden efrad-ı milletin ekseriyetle hükümet memuru ve binaenaleyh her
türlü idareye âlet olmaya müstaid bulunuşundan vatanı tahlis vazifesi maatteessüf yine
en ziyade zabitana düşüyor. Çünkü hükümet su-i idaresinden muhterem ordu hariçteki
düşmanlara karşı hazırlanmaya vakit bulamıyor; oradan oraya hem de hiçbir netice
istihsal edememek üzere beyhude koşuyor.
İşte ey muhterem kardeşler... Bütün bu âşikâr sebeplerle vatan bugün bilhassa bizden
fedakârlık, yalnız kavlen değil fiilen hamiyyet-i hakikiye, şecaat-i medeniye bekliyor.
Bu vazife-i medeniyemizi bütün vicdanımızla ifaya icap etmek mecburiyetindeyîz: tâ
ki memleket inkıraza yaklaştığı halde ya cehalet ve gafletlerinden veya menfaat-i
şahsiye peşinde dolaşmalarından bî-his ve hareket duran, vaktiyle Meşrutiyet-i idareyi
ve Kanun-i Esasiyi istemiş bunlar uğrunda yemin etmiş bugünkü Osmanlı ordusu
zabitanına ahlâf ilelebed lânethan olmasın, tâ ki bizi yetiştiren ve besleyen muhterem
millet boyunduruk ve inkırazdan kurtulsun; ana. baba ve ailelerimiz ecnebi taarruzuna
uğramasın, tâ ki tam felâket zamanı aklımız başımıza gelerek ancak o zaman ah-ü
eninler içinde müthiş hakikati derk etmek bedbahtlığına uğramayalım. Ta ki şeref-i
insanî ve vazife-i vataniye icabatını yapmış olmakla bizlerin de yaşamağa lâyık, hakkı
hayata mâlik insanlar olduğumuzu ispat edelim!
Muhterem arkadaşlar... Bize terettüp eden vazife-i âlîyeyî vataniyeyi bir tarik-i makul
ve kanunperveranede başlayarak ve fakat her halde kemal-i sebat ve fedakâri ile ve
yalnız vatan ve selâmeti vatan endişesiyle ve her türlü menafi-i şahsiye ve zelile
duygularından azade olarak ifa edebiliriz. Sizin müsellem olan hamiyyet-i
vatanperveranenize müracaatla beyanatımızı ve geçirmekte olduğumuz günleri
dikkatle mütalâa ve tetkik ve yalnız vicdanınızın sadasına tabi olarak muhakeme
etmenizi ve aynı kanaat ve histe olduğunuz halde memleketi inkırazdan kurtarmak
ordunun gözle görülen yaralarını tedavi etmek için bizimle hareketinizi teklif eder ve
müstebid-i kavi Abdülhamid zamanında bile menfaat-i şahsiyesini düşünenlerin
bugünkü akıbet-î elimesi göz önünde bulunduğunda hamdolsun Osmanlı ordusunun
muhterem zabitanı arasında menfaat-i şahsiyesi uğrunda her türlü hakayıkı inkâr eder
145
ve hemcinsine, hemcinsliğine zarar irasını düşünür eşhas-ı âdiye ve sefile
bulunamayacağını kaviyyen ümid ederiz,
Maksat, Esbab-ı Mucibe, Tertibat ve Teşebbüsat
1- İstikrazla tedarik edilip orduya tahsis edilen bu kadar külliyetli para nisbetinde
ordunun harice karşı kuvvetli bulunması esas maksadımızı, gaye-i emelimizi teşkil
ediyor. Bahusus bizim gibi yalnız ordusuna istinad ederek yaşayan bir milletin kuvvei
harbiyesinin ne derece mükemmel bulunması lâz1m geldiği erbab-ı basiretin
malûmudur. İtiraf ederiz ki bir millet, ordusu ne kadar kuvvetli olursa olsun, ilelebed
yalnız onun satvetine, iktidarına dayanarak yaşayamaz; maarifi, sanayii, ziraati,
ticareti...hulâsa terbiye ve servet-i umumiyesi terakki etmeyen bir milletin ordusu da
tekâmül edemez; manen, maddeten duçar-ı zaaf olur. Binaenaleyh memleketin
iktisadiyatını bir an evvel ilerletmek ordumuzun hakikî surette kavi olması nokta-i
nazarından son derece lâzımdır. Bu memleketin iktisadiyatı da idare-i hükümette
Meşrutiyet-i hakikiye esaslarına, kavaidine derece-i müraatı, refah ve sükûnu ve her
hususta kavanin ve nizamata mertebe-i riayeti nisbetinde artar: bu da muhakkak!
Denilebilir ki Osmanlı ordusu dört sene evvel Meşrutiyet-i idareyi hem memleketten
zulüm ve haksızlığın, muamelat-ı keyfiyetin kalkması, milletin refah ve servet yüzü
görmesi; hem de kendinin kavi olması eshabının bir an evvel istikmali için istemişti.
Binaenaleyh İdare-i hükümette Meşrutiyet-i hakikiye esaslarına riayeti temin",
"orduda lâzıme-i adaletin tamamiyle icrası ve kavanin ve nizamata harfi harfine
katiyyen riayet edilmesi". İşte bizim vatanı inkırazdan kurtarmak, orduyu hakikî
surette kuvvetlendirmek için düşündüğümüz çare, bu iki esas etrafında toplanan
mevaddır.
Biz zabitler birleşerek bir grup teşkili suretiyle metalibatımızı arz ve kabul ettirmeğe
mecbur olduğumuzdan dolayı müteessîfiz, fakat ne yapalım ki evvelce tafsil ettiğimiz
veçhile vazife-i vataniye namus-u askeri ve şeref-i insanî bize böyle emrediyor; ne
yapalım işler kendi kendine düzelmiyor; bu gidişle de düzelmeyeceğine ve çok
yakında mukasseme, inkıraz emri vakileri karşısında bulunacağımıza artık katiyyen
kani olduk. Bu ana kadar bekledik durduk; inşallah zamanla keyfî idare düzelir de biz
de vatan ve askerlik namına yine metalibatta bulunmağa mecbur olmayız dedik. Fakat
mukadderat ve tecelliyat, hakayıki şuun bizi selamet-i vatan namına ref’ü sadaya
146
maatteessüf mecbur ediyor. Bu mecburiyet-i elime hamiyetperver, münevver,
terakkiperver ve fedakâr zabitlerden mürekkep olarak teşekkül eden grubun ismine
Halâskâr Zabitan Grubu dedik.
Kemal-i ehemmiyetle rüfekamızın nazar-ı dikkatine vaz eyleriz ki memlekette mevcut
umum fırak-ı siyasiye muhterem ve mükerremdir. Bu fırkaları teşkil edenler efrad-ı
muhterem-i millet, babalarımız, akrabalarımız, kardeşlerimizdir. F1rak-ı siyasîye
bahsinde: Meşrutiyette efrad-ı millette âmalini, efkârıını serbestçe izhar etsin, ordu ve
kuvve-i müsellaha bitaraf kalsın, tâbir-i aharle efkâr-ı umumiye kendini serbestçe izhar
etmesi suretiyle hâkimiyet-i mîlliye esası kurulabileceğinden "Meşrutiyet" hakiki
surette ve fiilen tehlikeye düşmedikçe ordu ve kuvve-i müsellaha tamamiyle bitaraf
kalsın ve vezaif-i askeriyeleriyle meşgul olsun fikr-i kati’sindeyiz.
Metalibatta bulunmağa zaman müsait değil sualine karsı acep zaman-ı müsait ne vakit
gelecek? Memleket taksim ve işgal muamelelerine müteallik emr-i vaki karşısında
bulunduktan sonra mı? Bıçak kemiğe tamamiyle dayanıp müthiş felâketlerle: gözümüz
fal taşı gibi açıldıktan sonra mı? cevabını veririz. Hem de emin olalım ki metalibat-ı
şahsiyede değil menafi-i vataniyeye hâdim tekifat ve teşebbüsat-ı fedakâranede
bulunacağımız için bu etrafa hüsnü tesir edecek ve bu memlekette de selamet-i vatan
için her şeyi göze alan daha birçok hamiyetperveranın mevcudiyetini düşmanlarımız
da anlayacak şahsi menfaatlerine mebni veya düşünmemezlik, görememezlik
sebebiyle Avrupa'ya su-i tesir eden eder diye safsataperdazla veya sade dillere
cevabımız şudur ki Avrupa bizi bizden daha iyi bilir. Ona su-i tesir eden ve hakkımızda
fena kararlar verdiren memleketin halihazırı idare-i hükümette gösterdiğimiz
muamelat bilhassa münevver olması icap eden ve vaktiyle Meşrutiyet ve Kanun-i
Esasi namına yemin etmiş olan tabakat-ı münevvere arasında mesail-i vataniyeye karşı
derin bir lâkaydi meşhud olması, lâyık olduğu derecede bir eser-i intibah
görülememesidir. Yoksa vatanın kurtulması, kanun devrinin artık bu biçare milletin
yüzünü güldürmesi için vatan evlâdları tarafından yapılacak icraat-ı zaruriye ve
vatanperverane Avrupa’nın hür efkâr-ı umumiyesi üzerinde hüsn-i tesir eder, celb-i
emniyet ve itimada sebep olur.
2- Halâskâr Zabitan Grubu’nun esas metalibatı yukarıdaki tafsilattan anlaşılacağı
üzere memleketi bu büyük buhrandan alâim-i erbab-ı basirete götüren inkıraz
147
tehlikesinden tahlis, Meşrutiyet-i hakikiye esasatının efkâr ve mülahazat-ı indiyeye
ihritasat-ı sefileye kurban gitmemesi orduda kavanin ve nizamat-ı askeriyeye riayet,
amire itaat, lazime-i madalete dikkat, gizli veya aşikâr diğer kuva-yı gayr-ı meşruanın
orduyu bozmasına mümaneat gibi levazımat ihrazıdır. Evvelce tafsil ettiğimiz için
şimdi telhis edelim. İnkıraz tehlikesi bugünkü tarz-ı idareden, Meşrutiyet-i hakikiye
esaslarına riayet edilmediğinden ileri geliyor. Bu büyük felaketin esbabını derin derin
düşündükten sonra:
(I) Elyevm memleketi idare eden bugünkü kabine yerine hemen
Avrupa’nın emniyet ve itimadını kazanabilir, müteşebbis, namuskâr ve
muktedir zavattan mürekkep mürekkep bir kabinenin mevki-i iktidara
getirilmesi.
(II) Hükümet işine kimsenin gayrı mes’ul hiçbir kuvvetin müdahale
ettirilmemesi
(III) Kabinenin tebeddülünden sonra hemen gayet bitarafane, müşkülane
tetkikat icra olunarak bugünkü Millet Meclisi eğer amal-i milliyeye
mugayır olarak cebren yapılan intihabat neticesi tahakkuk ederse
meclisin feshi ve intihabatın tekrar ve jandarma ve polisin
müdahalesine meydan vermeksizin icrası gibi mevadı talebe mecbur
oluyoruz. Vakıâ metalip tamamiyle memleketin siyasetine aittir. Fakat
vatan elden giderken bir kısım evlâdının biz zabitiz diye felaketine
yabancı kalması kabil midir? Evvelce söylendiği veçhile bu memleketi
ölümden kurtarmağa çalışmak biz zabitlere bugün herkesten ziyade bir
vazife-i namus, bir vecibe-i hayatiye olmuştur. Ordumuz farz-ı muhal
olarak mükemmel bile olsa memleketin tarz-ı idaresi düzelmezse bu
fenalıklarla yarın kendisini de muzmahil edeceği bedihidir.
Muhterem arkadaşlar düşününüz ordu, siyasiyattan bu defa artık katiyyen çekilirken
inkıraz tehlikelerini davet eden halât ve müessiratın ref’ini, bozduğu ve sebep olduğu
vaziyet ve mevkiin düzelmiş, tabii, pâk ve meşru bir manzara kesbetmiş olduğu halde
efrad-ı muhtereme-i millete teslimini arzı ve azmetmesi kadar tabîî bir hal olamaz.
Demek istiyoruz ki siyasiyat kapısından kati sürette ayrılırken memlekette kendi
148
yüzünden hasıl olduğu zannolunana gayrı tabîîlik ve fenalığa katiyyen hatime
çekmelidir.
(1) Şimdi de doğrudan doğruya metalibatı tamamiyle ve fiilen kabul edildikten sonra
Osmanlı ordusu mensubininden hiçbir kimsenin artık siyasiyat ile iştigal etmemesi ve
ordunun tamamiyle ve fiilen siyasetten çekilmesi Meşrutiyet-i idare hakiki surette ve
fiilen tehlikeye düşmedikçe zabitleri fırak-ı siyasiye mücadelelatına karşı tamamiyle
bitaraf olduğunun ve ordu nazarından bilcümle fırak-ı siyasiyenin Meşrutiyet-i
hakikiye esasını kabul ettikleri müddetçe seyyanen muhterem bulunduğunu matbuat
ve beyannamelerle efrad-ı ahaliye ilanı.
(2) Zabit kadrosunda göründüğü halde fırka murahhassıklarında veya mülkiye
memuriyetlerinde bulunanların nisbet-i askeriyelerinin hemen kati veya bila…….
zaman vazife-i askeriyelerinin tamamiyle avdet ettirlmeleri.
(3) Orduda kaide-i adil ve müsavata, ahkâm-ı kavanin ve nizamata terbiye-i askeriye
muktaziyatına tamamiyle riayet edilmesi.
(a) Mesuliyet korkusunun yalnız madunlar için değil mafevkler için de mevcut haline
getirilmesi. Kanun-u askerî mucibince bir madun mafevkinin emrini kımıldamaksızın
hemen icra edecek fakat sonra verilen emirde muhalif-i kanun nokta görüyorsa hakkı
şikâyetini istimal edecektir. Şimdiye kadar mafevklerinden şikayet eden madunların
şikâyeti ciddi surette telakki ve mafevk hakkında isterse en büyük rütbede olsun
tamamiyle hükm-ü kanun icra olunduğu görülmemiştir.
(b) Divan-ı harplerin reylerinde tamamiyle müstakil olmaları ve divan-ı harp azalığına
ehil olanların tayini ile beraber divan-ı harbe taallûk eden mesaili hatır ve gönül
gözeterek yahut hafiyyen vuku ve teklif-i melhuz vesait-i sulhiyeyi kabul ederek
cürmün tevafık ettiği ahkamı tamamiyle tatbikte taallül eden reis ve azaların derhâl
cezalandırılması.
(j) [c] Kıt’a ve kalame heyetinin zabitan hakkında münavebe usulüne tabi tutulması
her rütbeden ne kadar zabit vardır ki mektepten çıktığında beri hâlâ bir kıt’a yüzü
görmemiştir. Bu gibilerin büyük rütbede kıtaata çıkınca kıt’a hayatına adem-i
vukuflarından maslahat ve askerlik müteessir oluyor ve bir kısım kayrılarak
İstanbul’da rüesayı devairde diğer kısım ise daima kıtaatta bulundurulmuş oluyor.
149
Bazıları için ‘’ihtisası vardır da onun için devairde daima bulunduruluyor’’ deniyor.
Halbuki onların vazifelerine iştirak ettirilecek diğer biri az zamanda onun gibi o işe
vakıf olacağından öteki kıt’aya çıkarılabilir.
(d) Nakil ve tayin mesailinde mümkün mertebe mevaki için bir sıra ve münavebe
gözetilmesi. Fena mahallerde bulunanlar arzuları hilafına daima o mahallerde kalmağa
bazen mahkûm oluyor. İyi ve fena mahaller arasında harcırahı zabitana ait olmak üzere
yani hazine-i milletten hiçbir harcırah verilmeksizin herkes için layetgayyere ve kati
bir usul mucibince münavebe yapılmalı. İklim, hava ve medeniyet ciheti ile fena
addolunabilecek mahallerde bulunanlar arzuları lâhik olmazsa daima o mevkide
bırakılmamalı.
(v) Sunuf-u muhtelifede bulunan zabitlerin mektepten tarih-i neş’etleri bir olduğu ve
sebeb-i terfi şimdiye kadar maatteessüf iktidar ve liyakat olmadığı halde bunlara bazen
mütefavit rütbelerde bulunuyorlar. Fimabad sunuf-u muhtelife zabitanın özrünü mucip
olmamak üzere kader ve tesadüfün değil ancak kıdem ve liyakat-ı hakikiyenin terfiye
icra-yı tesir etmesine alet olacak kavanin-i mukteziye tanzimi.
(h) Memalik-i harre nizamnamesi orduda sarih bir haksızlık terakkisine azim bir darbe
teşkil ettiğinden memalik-i harrede bulunanlara yalnız mükafat-ı nakidye ve hakk-ı
tekaüd müddetinden tenzil gibi imtiyazlar verilerek bu haksızlığın izalesi.
İşte ordunun terakkisi için de bu maddelerin hemen nazar-ı dikkate alınmasını
istiyoruz. Vatanımızı kati bir inkıraz uçurumuna sürükleyen bugünkü fenalıklar
bertaraf edilirse ordunun ikinci derecedeki diğer nevakısının da ikmal edileceğini ve
bu suretle biz zabitlerin de cerihadar kalplerimizin müftehir ve mesrur olacağını ümit
ediyoruz.
3- Fedakâr, sahib-i azm-ü sebat, münevver, tarik-i haktan kendisinin çevirmek için
edilecek iltifatların pek muvakkat ve kabulü memlekete en büyük hıyanet olduğunu
bilir, boş ve küçültücü tehditlere zerre kadar ehemmiyet vermez zabitandan müteşekkil
olan Grup teşebbüsatını her manasıyla büyük olan âmirlerinin kumandası altında,
vicdanî bir itaatle icra etmek azmindedir. Heyet-i idaresiyle merkezini Grup şimdilik
gizli tutacaktır. Heyet-i idareyi teşkil eden muhtelif rütbe sınıflardaki ümera ve zabitan
tarafından ekseriyet-i âra ile mukarrerat ittihaz edilir. Heyet-i idareden bulunan
150
müşavir ve mumaileyhim rütbeleri ne olursa olsun aynı derecede reye maliktir. Grupta
menfaat-i şahsiye düşkünlerine, sivrilmek fikir ve maksad-ı hafisini besleyenlere
hiçbir mahalli kabul yoktur. Grup kendi efradından veya hariçten olup menfaat-i
şahsiye, dalâlet-i hissiye yahut sakim bir kanaat-ı fikriye sevkiyle kendi efradına zarar
iras edeni şiddetle takip ve tedibe katiyyen azmetmiştir. Grup maksadını tamamen ve
fiilen büyük âmirlerin kumandası altında istihsal ettikten sonra hemen kendiliğinden
dağılmayı âmire, kanuna itaatte herkese hüsn-ü misal olmayı ve ancak metalibini
istihsal ettikten sonra artık tamamiyle vazife-i askeriyesiyle iştigali, Meşrutiyet hakiki
surette ve fiiliyat ile müspet bir tarzda tehlikeye düşmedikçe siyasiyatla asla iştigal
etmemeyi ahdü misak eyler.
Grubun her hareketi teali-i vatan ve Osmanlı ordusunun layık olduğu mertebeyi ihraza
çalışması maksad-ı ulvisidir. Grupta tefevvuk daiyeleri ihtiras-ı şahsi, istirkap,
tahakküm ve tekebbür gibi hissiyat-ı sefiye ‘‘bir şey yaptım diyerek bilâhare sivrilmek
arzusu’’ câ-i kabul bulamaz. Gruba iştirak etsin etmesin genç, ihtiyar, küçük, büyük
rütbeli bütün Osmanlı erkân ve ümera zabitan-ı muhteremdir. Grup menfai-i vatan ve
askerlik namına ref’i sadaya mecbur oluşunu kendisi için bir şeref diye değil en basit
bir vazife-i vataniye ve hayatiye olmak üzere telâkki eder. Grup kendisinin ifa etmeyi
taahhüt ettiği vazifeyi herkesin de yapabileceği ve zaten fikri ve metalibinin sade ve
meydanda olan şeylere mütedâir ve pek kanunî bulunduğu fikrindedir. Grup, yalnız
saika-i menfaatle her türlü hakaik ve vecaib-i uhuvvet ve meslektaşîyi ayaklar altına
alarak kendi emeline set çekmeye çalışacaklardan nefret eder ve bu gibiler hakkında
mücahidatı fedakâraneye girişmeyi ahdeyler.
4- Grubun ne suretle işe başlayacağı evvela grup efradının pek cüzi bir kısmı ayrıca
takarrür edecek bir günde âmireyne memleketin siyasiyat müteallik metalibatımızla
birlikte orduya ait metalibatı bir layiha şeklinde yazarak resmen takdim edecek ve
hemen icrasını talep ve rica eyliyecektir. Metallibat tamamiyle kabul edilmeyerek grup
efradına kanun-u askeriye adem-i riayet bahanesiyle veyahut sair sebepler icadiyle
entrika, zulüm, ve tebdil-i mahal tariklerine girişilirse ihtiyatta kalmış olan grup
efradının kısm-ı âzamı ya kısım kısım veya hep birden vaziyet ve hale göre ve her türlü
vesaite müracaat ederek zalimler ve metallibatının kabulüne mani olanlara hakkında
icabını icra ve matlab-ı tamamiyle istihsal için icraata devam vazifesiyle mükelleftir.
151
Grup metalibatının kabul edildiği ve icraat-ı siyasiye ve askeriyeye girişildiğini fiilen
görüp kanaat hasıl ettikten sonra kendiliğinden mefsuh addolunacaktır.
5- Memleketi sükuttan kurtarmak askerliğin terakkisi için her türlü fedâkarlığı göze
almak Grubun vazife-i asliyesi olduğundan âtiyen zulme uğrayacak efradının hayatını
temin veyahut ailesini sefaletten tahlis maksadiyle gruba dahil olan her ferd refiki
vasıtasiyle grup sandığına bir miktar meblâğ itasında muhtardır.
6- Grup efradına tevzi-i vezaif kura vasıtasiyle ve gayet müdekkikane ve adilâne icra
olunacaktır. Gruba dahil her ferd suret-i vaizefeyi ifaya ahd-ü misak borçludur. Grup
kendi efradından olup da gruba ait vazifesinden dolayı düçar-ı zulm olanın hayatını
kurtarmaya, ailesini infaka kendisini mecbur bildiğinden vesait-i lazimeyi ihzara sâî
bulunduğunu muhterem refiklerine arz eyler ve kendilerinden devletimizi bugün en
feci bir şekil alan buhrandan kurtulması esbabını ihzar edecek hasail-i mümtaze-i
vicdaniyeye mütezayiden temellük çalışmalarına intizam eder.
152
Ek-3: Halâskâr Zabitan Grubu’na mensup bazı subayların isimlerinin yer aldığı
Trabzon vilayetinden gönderilen şifreli telgraf ve çeviriyazımı.447
447 Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivi, DH. ŞFR. 421/69 (Trabzon Valisi Samih Rifat’tan Dâhiliye
Nezareti’ne gönderilen 5 Mart 1330 [18 Mart 1914] tarihli şifreli telgraf).
153
154
155
Çeviriyazımı:
Tarih: 5 Mart 1330
Mahreci: Trabzon
Dâhiliye (Nezareti’ne) Müstaceldir
[Sayfa:1] Hasan Ali kablettevkif bütün evrakını yakmış olduğundan üzerinde hiçbir
kağıd bulunmadı. Yalnız bir seneden beri hiç giymediğini ifade eylediği askeri
ceketinin cebinde bazı zabitanın isimlerini havi bir pusula zuhur etti. Kendisi bu
pusulanın esna-yı rahda yazıldığını o zaman ne maksadla kimin tarafından verildiğini
şimdi tahattur edemediğini söylüyor. Pusuladaki esami şunlardır. Kağıthane
Poligonunda Yüzbaşı Vahid Bey, Dumansız Barut Fabrikasında Yüzbaşı Hakkı,
Dumansız Barut Fabrikasında Mülazım [Sayfa 2:] Vehbi Bey, Bahriye Güverte
Yüzbaşılarından Süleyman Remzi Efendi, yine Güverte Yüzbaşılarından Mustafa,
İhsan, Bekir, Hasan, Basri efendilerle Güverte Mülazımlarından Said Efendi,
Unkapanı civarında askeri kaymakamlarından Zekeriya Bey. Bunların mahud
Halaskar Grubuna dahil oldukları Hasan Ali’nin revş-i ifadesinden anlaşılmaktadır.
Merkuma İstanbul’dan para gönderen Osman Bey’in biraderi olduğunu evvelce arz
eylediğim vechle Hasköy’de Nubar mahallesinde pederleri Çerkes Musa Efendi
nezdinde ikamet ettiğini itiraf ediyor. Bu paranın Çerkes Sami, Eşref beyler tarafından
bera-yı muavenet biraderine verilip o vasıta ile kendisine isal edildiğini de ilave
eylemektedir. Burada münasebette bulunduğu birkaç kişi celb [Sayfa 3:] ve isticvab
edildikten sonra istihsal edilecek netayiç tekrar arz olunacaktır.
Trabzon Valisi
Samih Rifat Fi 5 Mart 1330
156
Ek-4: 9 Temmuz 1328 [22 Temmuz 1912] tarihli irade-i seniyye ile ilan edilen Büyük
Kabine.448
448 Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivi, İ. DUİT. 8/59 (9 Temmuz 1328 [22 Temmuz 1912] tarihli
irade-i seniyye).
157
158
Çeviriyazımı:
Belge No:1
Atufetlü Efendim Hazretleri
Heyet-i cedide-i vükelanın suret-i teşekkülüne dair tanzim kılınan irade-i seniyye
layihası leffen arz ve takdim kılınmış olmağla imza-yı hümayun-ı mülukane ile tevşih
buyurulduğu halde savb-ı senaveriye iadesi mütemennadır efendim.
Fi 7 Şaban 1330/ Fi 9 Temmuz 1328
Sadrazam
Gazi Ahmed Muhtar (İmza)
Maruz-ı Çaker-i Kemineleridir:
İşbu tezkire-i samiye-i sadaretpenahiye melfuf irade-i seniyye layihasıyla beraber
manzur-ı ali olarak layiha-i mezkure imza-yı hümayun-ı mülukane ile tevşih
buyurulmağla leffen iade kılınmıştır. Olbabda emr ü ferman hazret-i veliyyül emrindir.
Fi 7 Şaban 1330/ Fi 9 Temmuz 1328
Serkâtib-i hazret-i şehriyari
Halid Ziya (imza)
Belge No:2
Şura-yı Devlet Riyasetine sadr-ı esbak Kamil Paşa hazretleri
Adliye Nezaretine sadr-ı esbak ayandan Hüseyin Hilmi Paşa hazretleri
Dâhiliye Nezareti’ne sadr-ı esbak ayandan Ferid Paşa hazretleri “Müşarünileyhin
Dersaadete vüruduna kadar taraf-ı sadaretten vekalet olunacaktır”
Harbiye Nezareti’ne Şura-yı Askeri azasından Nazım Paşa hazretleri
Maliye Nezareti’ne nazır-ı esbak Ziya Paşa hazretleri
Bahriye Nezareti’ne nazır-ı esbak Mahmud Muhtar Paşa hazretleri
Hariciye Nezareti’ne ayandan Gabriel Noradunkyan Efendi hazretleri
159
Maarif Nezareti’ne müsteşar-ı nezaret Said Efendi hazretleri
Evkaf-ı Hümayun Nezareti’ne Meclis-i Mebusan Reis-i Sanisi Mehmed Fevzi Paşa
hazretleri tayin olunmuşlardır.
Ticaret ve Ziraat Nezareti’ne “derdest-i tayindir”
Nafıa Nezareti’ne “derdest-i tayindir”
Posta ve Telgraf ve Telefon Nezareti’ne “derdest-i tayindir”
İşbu irade-i seniyyenin icrasına sadaret memurdur.
Fi 7 Şaban 1330/ 9 Temmuz 1328
Mehmed Reşad (İmza)
Sadrazam Gazi Ahmed Muhtar (İmza)
160
Ek-5: Bab-ı Âli Baskını sonrası Mahmud Şevket Paşa sadrazamlığında kurulan yeni
hükümeti ilan eden telgraf ve çeviriyazımı.449
449 Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivi, BEO. 4136/310183 (Sadaret’ten vilayet ve sancaklara
gönderilen 11 Kanun-i Sani 1328 [24 Ocak 1913] tarihli telgraf).
161
Çeviriyazımı:
Daire-i Sadaret Tahrirat Kalemi
Tarih: 11 Kanun-i Sani 1328 (24 Ocak 1913)
Vilayat ve Elviye-i Gayr-i Mülhakaya Telgrafname
Kâmil Paşa’nın vuku-ı istifasına mebni makam-ı sadaret taraf-ı eşref-i hazret-i
Padişahiden uhde-i senaveriye tavsiye buyurulmuş ve heyet-i cedide-i vükela bervechi
ati teşkil edilerek biminnetilkerim ifa-yı vezaife mübaşeret olunmuştur. Bilumum
memurin-i devletin vezaif-i resmiye ve vataniyelerini hüsn-i ifaya mecburiyetleri
derkar olup, bu mecburiyet memleketin geçirdiği buhran-ı elim içinde daha ziyade
kesb-i mübremiyet etmekte olduğundan her memurun bu noktayı bilerek kavanin ve
nizamat-ı meriyye ve icabat-ı vatanperverane dairesinde umur-ı memuresine sarf-ı
ikdâm eylemesi lazım geleceği beyan ve husul-i asar meşkuresine intizar olunur.
Sadrazam ve Harbiye Nazırı Ayandan Mahmud Şevket Paşa
Şura-yı Devlet Reisi Ayandan Said Halim Paşa
Dâhiliye Nazırı Hacı Adil Bey
Bahriye Nazırı Mirliva Mahmud Paşa
Hariciye Nazırı Vekili Atina Sefir-i Sabıkı Muhtar Bey
Adliye Nazırı İstanbul Vali-i Sabıkı İbrahim Bey
Maliye Nazırı Divan-ı Muhasebat Reisi Rifat Bey
Nafıa Nazırı Ayandan Besarya Efendi
Evkaf Nazırı Hayri Bey
Ticaret ve Ziraat Nazırı Aydın Vali-i Sabıkı Celal Bey
Posta ve Telgraf Nazırı Maliye Müfettişlerinden Oskan Efendi
Maarif Nazırı Saruhan Mutasarrıf-ı Sabıkı Şükrü Bey
162
Ek-6: Mahmud Şevket Paşa suikastından dolayı yargılanan isimlerin cezalarını
açıklayan irade-i seniyye ve çeviriyazımı.450
450 Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivi, İ. HB. 134/26 (Belge No:4) (10 Haziran 1329 [23 Haziran
1913] tarihli irade-i seniyye).
163
Çeviriyazımı:
İrade-i Seniyye
Hükümet-i hazırayı vesait-i cebriye ve gayr-i meşrua ile taklîb ve ıskat ve memlekette
bir galeyan-ı umumi ihzâr ederek ve müteaddid eşhâsa suikasd tertib eyleyerek
maksad-ı taklibi istihsâl etmek üzere teşekkül eden ve bir cemiyet-i şekâvet şekil ve
mâhiyetinde bulunan cemiyet-i hafiyeyi teşkîl ve cemiyet-i mezkureye intisâb
eyledikleri ve cemiyet-i mezkurenin mevki-i tatbik ve icrâya konulan maksad-ı
ihtilâlkârânesinin icrasına dahi bed’an ve mübâşeret edilerek Mayısın yirmi
dokuzuncu Çarşamba günü Bayezid’de Saka Çeşmesi civârında Sadrâzam ve Harbiye
Nâzırı Mahmud Şevket Paşa Hazretlerini beş müteaddid mahallinden ve Yâveri
İbrahim Bey’i iki mahallinden cerh ve katl ve paşa-yı müşârunileyhin ağası Kazım
Efendi’yi bir mahallinden cerh ettikleri ve yine tertibât-ı vâkıaya ve cinâyet ve ihtilâli
vâkı’aın suver-i icrâiyyesine müteallik olmak üzere aynı zamanda Talat ve Cemal ve
Azmi beylerle Karasu ve Nesim Ruso efendileri katle karar vererek kendilerini sureti
muhtelifede takib ve tarassud eyledikleri ve Beyoğlu’nda Ağa Camiinde Pire
Mehmed Sokağı’nda bir numerolu hânede teşebbüsât-ı kanuniyede bulunan memurini
askeriye ve inzibâtiyeye karşı muhâlefet ve istimal-i silaha mübâderetle bunlardan
İstanbul Muhafızlığı yaverliğinde müstahdem Yüzbaşı Hilmi Efendi’yi revolver
kurşunuyla cerh ve katl ve Polis Müdüriyet-i Umumiyyesi Kısm-ı Adlî müdiri Samuel
Efendi’yi cerh eyledikleri iddiası ile maznunun aleyhim olanlardan Prens Sabahaddin
Bev ve Reşid Bey ve Şerif Paşa ve Gümülcineli İsmail Bey ve Damad Salih Paşa ve
Miralay Fuad Bey ve Kemal Midhat Bey ve Pertev Tevfik Bey ve Kaymakam Zeki
Bey ve Yüzbaşı Kazım Efendi ve Muhib Bey’in cemiyet-i mezkûrenin esâs-ı
teşekkülüne hizmet ve bu bâbda tahrikât ve ifsadâtta bulunmak ve bu suretle vekayi-i
ahireyi bizzat ve bi’l-vâsıta ihzâr eylemek filinin failleri olduklarına alel usûl tebeyyün
ettiğinden bunlardan Prens Sabahaddin Bey ve Şerif Paşa ve Reşid ve Kemal Midhat
ve Pertev Tevfik ve Kaymakam Zeki ve Gümülcineli İsmail beylerin gıyaben ve
Damad Salih Paşa ve Miralay Fuad Bey ve Yüzbaşı Kazım Efendi Muhib beylerin de
vicâhen ve cümlesinin Mülkiye Ceza Kanunname Hümâyunu’nun elli altıncı ve elli
yedinci maddelerine tevfîkan idamlarına ve Mahmud Şevket Paşa’nın doğrudan
164
doğruya madde-i katlini taahhüd ve bu makule silahlanarak efâl-ı müteaddideden
mürekkeb bulunan cürm-i mezkuru ve efâl-i mezkûreden her birini icrâ suretiyle ve
hem fiil sıfatını iktisâb ederek madde-i katlin fâilleri oldukları tebeyyün eden Ziya ve
Topal Tevfik ve Şevki ve Mehmed Ali ve Abdullah Safa ve Cevad’ın vicâhen ve
Nazmi ve Abdürrahman’ın dahi gıyâben ve kanunname-i mezkûrun elli sekizinci
maddesinin birinci zeylinin fıkra-i ulasına tevfikan kezâlik idamlarına ve reis-i eşkıya
sıfatı ile maiyyetlerinde bulunan diğer maznunun aleyhim ile birlikte takib ve katline
memur edildikleri zevât-ı müşârunileyhüma madde-i fesâdın mevkufun aleyhi olan
katillerine tasaddî eylemek fiilinin fâilleri oldukları sâbit olan Jandarma Kemal ve
Hakkı’nın vicâhen ve Hikmet ve jandarmadan mütekâid Mehmed Bey ve Kavaklı
Mustafa’nın da gıyâben ve kanunname-i mezkûrun kezâlik elli altıncı ve elli yedinci
maddelerine tatbikan idamlarına ve Kavaklı Mustafa ve Hakkı yine Kavaklı
Mustafa’nın maiyetinde olarak kezâlik merkumunun tasaddî eyledikleri madde-i katle
iştirâk eylemek fiilinin failleri oldukları tebeyyün eden Kara Ahmed ve Ragıb’ın
vicâhen ve Raif’in dahi gıyaben ve kanunname-i mezkûrün elli yedinci maddesinin
fıkra-i ahiresine tevfikan on beşer sene küreğe konulmalarına ve cemiyet-i mezkûrenin
teşebbüsat-ı fiiliyesine müdahale ve iştirak etmemekle beraber Damad Salih Paşa’nın
temas ve münasebetini ve bunlardan Nazmi’nin mülakatını temin ve teshil ve kezâlik
cemiyete bi’l-intisab Fuad Bey’in cemiyetle temas ve münasebetini tesise sarf-ı mesai
eylemek suretiyle cemiyet ve ittifak-ı mezkûre dahil bulunmak fiilinin faili oldukları
tebeyyün eden Gözlüklü Emin Efendi ile Süleyman Paşazâde Adil Bey’in kanunnamei
mezkûrun elli sekizinci maddesinin fıkra-i ûlâsına tevfikan ve bunlardan Gözlüklü
Emin Efendi’nin vicahen ve Süleyman Paşazâde Adil Bey’in gıyaben müebbeden
kalabend edilmelerine ve Erkân-ı Harp Miralayı Kemal Bey ve Mekteb-i Hukuk
talebesinden İzzeddin ve Yüzbaşı Adil efendiler ve şoför İsmail ve şoför Mehmed ve
Jandarma Sadık ve Kasabın Fehmi ve Şeyhlili Mustafa’nın dahi cemiyet-i mezkûrenin
maksad-ı tertibâtını bilerek iştirâk eyledikleri anlaşılamadığından beraatlerine dair
Divân-ı Harb-i Örfi’den müttefikan verilen karar tasdik olunmuştur.
Mehmed Reşad
İşbu irade-i seniyyenin icrasına Harbiye Nezareti memurdur.
165
Fi 18 Receb 1331/ Fi 10 Haziran 1329
Sadrazam Harbiye Nazırı Vekili
Mehmed Said İmza
166
Ek-7: Hürriyet ve İtilaf Fırkası merkez-i umumisi tarafından basılan ‘‘Açık Söz’’
isimli risalelerin toplatılması hakkında Dâhiliye Nezareti Muhaberat-ı Umumiye
Dairesi tarafından yazılan yazı. 451
451 Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivi, Dâhiliye (DH.) Hapishaneler Müdüriyeti (MB.HPS.)
145/72 (Dâhiliye Nezareti Muhaberat-ı Umumiye Dairesi Dördüncü Şubesi tarafından yazılan 21 Nisan
1328 [4 Mayıs 1912] tarihli yazı).
167
Çeviriyazımı:
Bab-ı Ali Dahiliye Nezareti
Muhaberat-ı Umumiyye Dairesi
Dördüncü Şube
Hürriyet ve İtilaf Fırkası merkez-i umumisinin yirmi bin nüsha tab’ ettirilerek
Dersaadet ve taşraya tevzi’ ve irsal kılınan Divan-ı Örfice mesulleri hakkında ta’miki
tahkikat edilmekte bulunan “Açık Söz” namındaki risalenin tevzi’ olunanlardan
maada on yedi adedi de Kütahya Hürriyet ve İtilaf şubesinden müsadere edildiği
Kütahya, Eskişehir hadiselerini tahkike memur heyet riyasetinden bildirilmesine ve
tahaddüs eden vekayi’le alakadar bulunan mezkur risalenin birçok ahval-i
ihtilalkaraneye yol açması agleb-i ihtimal görülmekte olmasına binaen toplattırılması
lüzumu Divan-i Harb-i Örfi riyasetinin işarı üzerine tamimen tebliğ olunur efendim.
Dâhiliye Nazırı vekili namına Fi 21 Nisan sene 1328
Müsteşar
168
Ek-8: Sultan V. Mehmed Reşad tarafından Balkan Savaşı sırasında orduyu
cesaretlendirmek ve manevi kuvvetini arttırmak amacıyla yazılan, Başkumandan
Vekili Nâzım Paşa’ya gönderilen ferman.452
452 Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivi, BEO. 4140/310487 (Sadaret’ten Başkumandan Vekili’ne
gönderilen 15 Teşrin-i Evvel 1328 [28 Ekim 1912] tarihli telgraf).
169
Ek-9: Mabeyn başkâtibinin Padişah adına Sadrazam’a hitaben yazmış olduğu, Said
Paşa'yı vekâleten sadrazamlığa atadığını bildiren yazısı.453
453 Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivi, İ. DUİT. 8/47 (18 Kanun-i Evvel 1327 [31 Aralık 1911] tarihli
irade-i seniyye).
170
Ek-10: Divan-ı Harb-i Örfi tarafından gerek siyasi gerek ilmi hiçbir konferansın kulüp
lokalleri dışında kamuya açık alanlarda yapılamayacağını bildirdiği yazı.454
454 Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivi, DH. SYS. 53/36 (Belge No:2) (Divan-ı Harb-i Örfi tarafından
Dâhiliye Nezareti’ne yazılan 27 Şubat 1327 [11 Mart 1912] tarihli yazı).
171
Ek-11: Paris büyükelçisi Rifat Paşa tarafından Hariciye Nezareti’ne gönderilen
seçimlerde yaşanan olaylarla ilgili yazı. Hariciye Nezareti söz konusu yazıda geçen
olayları Dâhiliye Nezareti'ne aktarıyor.455
455 Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivi, DH. SYS. 83-2/2 (Hariciye Nezareti’nden Dâhiliye
Nezareti’ne gönderilen 31 Kanun-i Sani 1327 [13 Şubat 1912] tarihli yazı).
172
Ek-12: Guardian gazetesinin 1912 Temmuz’unda yaşanan Harbiye Nazırı kriziyle
ilgili haberi.456
456 ‘‘The Ministerial Crisis in Turkey’’, Guardian, 15 July (Temmuz) 1912, s. 9.
173
174
175
Ek-13: Pester Lloyd gazetesinin Mahmud Şevket Paşa suikastıyla
ilgili haberi.457
457 ‘‘Die Ermordung Mahmud Schefket Pascha’’, Pester Lloyd, 12 Juni (Haziran) 1913, sabah baskısı,
s. 2.
176
Ek-14: Enver Bey, Niyazi Bey, Mahmud Şevket Paşa, Ahmed Rıza Bey, Yusuf
İzzeddin Efendi ve Sultan V. Mehmed Reşad ile Hamidiye zırhlısını gösteren bir
kartpostal.458
458 Taksim Atatürk Kitaplığı, ‘‘Sultan Mehmet Reşad, Enver ve Niyazi Beyler, Mahmut Şevket Paşa,
Yusuf İzzettin Efendi, Ahmet Rıza Bey, Midhat Paşa ve Osmanlı devlet arması ile Hamidiye zırhlısını
gösteren bir kartpostal’’, http://ataturkkitapligi.ibb.gov.tr/kutuphane3/kartpostal/Krt_012098.jpg (Son
erişim 15.06.2019).
177
Ek-15: Hürriyet kahramanları Enver ve Niyazi beyler.459
459 Taksim Atatürk Kitaplığı, ‘‘Souvenir de Salonique = [Enver ve Niyazi Beylerin birinci def’a
olarak hürriyet sancağı küşat eylediği] / edit.: David M. Assael’’,
http://ataturkkitapligi.ibb.gov.tr/kutuphane3/kartpostal/Krt_012062.jpg (Son erişim 15.06.2019).
178
Ek-16: Enver Bey’in 31 Mart Vakası sırasındaki çatışmalar sonucu yaralanan askerleri
Hamidiye Hastanesi’ndeki ziyareti.460
460 Taksim Atatürk Kitaplığı, ‘‘Constantinople. 25 avril 1909. Enver-bey venant de visiter a l'hopital
Hamidie les blesses de la journee du 24 avril 1909 / edit.: Bon Marché’’,
http://ataturkkitapligi.ibb.gov.tr/kutuphane3/kartpostal/Krt_000710.jpg, (Son erişim 15.06.2019).
179
Ek-19: Kâmil Paşa.461
461 Taksim Atatürk Kitaplığı, ‘‘S. A. Kiamil Pacha = Kamil Paşa / edit.: M. Israilovitch’’,
http://ataturkkitapligi.ibb.gov.tr/kutuphane3/kartpostal/Krt_000026.jpg, (Son erişim 16.06.2019).
180
Ek-18: Mahmud Şevket Paşa.462
462 Taksim Atatürk Kitaplığı, ‘‘Mahmut Şevket Paşa’’,
http://ataturkkitapligi.ibb.gov.tr/kutuphane3/Evraklar/Bel_Mtf_025771.pdf (Son erişim 16.06.2019).
181
Ek: 19: Tanin gazetesinin Mahmud Şevket Paşa suikastına ilişkin 14 Haziran 1913
tarihli sayısının ilk iki sayfası.463
463 Tanin, 14 Haziran 1913, s. 1-2.
182