OSMANLI İMPARATORLUĞU
TARİH
Osmanlı İmparatorluğu tarihi, belirli dönemlere ayrılarak incelenmekte ve değerlendirilmektedir. Bu dönemler; Beylik Dönemi (1299 ve öncesi), Kuruluş Dönemi (1299-1453), Yükselme Dönemi (1453-1579), Duraklama Dönemi (1579-1699), Gerileme Dönemi (1699-1792) ve Dağılma Dönemi (1792-1922) olarak adlandırılmaktadır.
Beylik Dönemi: Osmanlı Beyliği, Kayı boyuna mensup bir beyliktir. Selçuklular döneminde, Ertuğrul Gazi, Söğüt ve civarına gelerek yerleşmiştir. Ertuğrul Gazi’nin vefatı üzerine beyliğin başına Osman Bey geçmiştir.
Kuruluş Dönemi (1299-1453): Osman Bey, yaptığı fetihlerle, yıkılmak üzere olan Anadolu Selçuklu Devleti’nin varisi konumuma yükselmiştir. Bilecik, Yarhisar ve İnegöl’ün fethinden sonra Osmanlı Devleti’nin kurulduğu kabul edilmekte ve tarih araştırmalarında kuruluş tarihi olarak, 1299 yılı kabul edilmektedir.
Osman Bey’den sonra başa geçen Orhan Bey zamanında fetihler hız kazanmış, Bursa ve İznik fethedilmiştir. Orhan Bey, para bastırarak, bağımsızlığını ilan etmiş ve Osmanlı Beyliği, Osmanlı Devleti hâline gelmiştir.
Kuruluş Dönemi’nde Osmanlı ilerlemesi Balkanlara doğru yayılmıştır. Edirne fethedilmiş, Balkanlar’da Bulgaristan, Yunanistan ve Sırbistan ele geçirilmiştir. Aynı zamanda Anadolu’da da Selçuklu sonrası kurulan Beylikler, Osmanlı Devleti’nin hâkimiyeti altına girmeye başlamıştır.
Kuruluş Dönemi’nde sırasıyla Osman Bey, Orhan Bey, I. Murad, Yıldırım Beyazid, I.Mehmed ve II. Murat Osmanlı Devleti’nin başına geçmiştir. Kuruluş Dönemi, İstanbul’un fethiyle sona ermektedir.
Yükselme Dönemi (1453-1579): Doğuda ve Batıda önemli topraklar fethedildikten ve Devletin sınırları genişledikten sonra Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul’un fethedilmesiyle “İmparatorluk” haline gelen Osmanlı Devleti’nin bu tarihten itibaren yükselme dönemine girdiği kabul edilmektedir. II. Murad’tan sonra tahta geçen Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u 1453 yılında fethetmiş ve İstanbul, imparatorluğun yeni başkenti ilan edilmiştir.
Yükselme döneminde sırasıyla Fatih Sultan Mehmet, II. Bayezid, Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman ve II. Selim tahta geçmiştir. Özellikle Kanuni Sultan Süleyman döneminde (1520-1566) İmparatorluk, en şaşaalı dönemini yaşamıştır.
Duraklama Dönemi (1579-1699): Osmanlı İmparatorluğu’nun duraklama dönemi, Sokulu Mehmet Paşa’nın vefat etmesiyle başlamıştır. Sokulu Mehmet Paşa; Kanuni Sultan Süleyman, II. Selim ve III. Murad dönemlerinde sadrazamlık yapmıştır. Sokulu Mehmet Paşa, 14 yıl boyunca yaptığı Sadrazamlık döneminde, devletin siyasî ve askerî başarısı için çalışmış önemli bir devlet adamıdır ve onun vefat etmesi, Osmanlı İmparatorluğu’nun duraklama dönemine girmesinin başlangıcı olarak kabul edilmektedir.
Deneyimsiz kişilerin tahta geçmesi ve merkezî yönetimin zayıflaması ile birlikte iç isyanlar çıkmış, özellikle Yeniçerilerin otoriteye karşı başkaldırması ile huzursuzluk iyice artmıştır. Tımar sisteminin bozulması ve İran ve Avusturya seferlerinin getirdiği ekonomik sıkıntılar da duraklamada önemli rol oynamıştır.
Duraklama döneminde sırasıyla III. Murad, III. Mehmet, I. Ahmet, I. Mustafa, II. Osman, IV. Murad, I. İbrahim, IV. Mehmet, II. Süleyman, II. Ahmet ve II. Mustafa tahta geçmiştir.
Gerileme Dönemi (1699-1792): Osmanlı İmparatorluğu tarihinde 1699’da imzalanan Karlofça Antlaşması ile 1792’de imzalanan Yaş Antlaşması arasındaki dönem gerileme dönemi olarak kabul edilmektedir. Karlofça Antlaşması, Osmanlı İmparatorluğu’nun Batı’da büyük miktarda toprak kaybettiği ilk antlaşmadır. Bu tarihten sonra imparatorluğun temel politikası kaybettiği toprakların geri alınması üzerine kurulmuştur.
Gerileme döneminde sırasıyla, II. Mustafa, III. Ahmet, I. Mahmut, III. Osman, III. Mustafa, I. Abdülhamit ve III. Selim tahta geçmiştir.
Dağılma Dönemi (1792-1922): Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş ve dağılma dönemine girdiği döneme dağılma dönemi adı verilmektedir. Bu dönem, Osmanlı İmparatorluğu’nun Kırım’ı geri almak amacıyla 1787’de Rusya’ya savaş açması, Avusturya’nın da savaşa dâhil olmasıyla Osmanlı İmparatorluğu’nun aleyhine gelişen olayların 1792’de Yaş Antlaşması’nın imzalanması ile başlatılmaktadır.
Dağılma döneminde sırasıyla III. Selim, IV. Mustafa, II. Mahmut, I. Abdülmecit, I. Abdülaziz, V. Murat, II. Abdülhamit, Sultan Mehmet Reşat ve Sultan Mehmet Vehdettin tahta geçmiştir.
1922 yılında saltanatın kaldırılması ile birlikte Osmanlı dönemi de sona ermiştir.
.TÜRKLERİN KULLANDIKLARI TAKVİMLER:
Türkler ilk olarak “On İki Hayvanlı Türk Takvimi”ni kullanmışlardır. İslamiyet’in kabulü ile “Hicrî”, “Celalî” ve “Rumî” takvim kullanıldıktan sonra, Cumhuriyet döneminden itibaren “Miladî” takvim kullanılmaya başlanmıştır..
E. EKONOMİ
İslamiyet öncesi Türk toplumunda, temel ekonomik faaliyet olarak hayvancılık görülmektedir. Türkler bu dönemde at ve koyun yetiştirmektedirler. Yerleşik hayata geçen Uygurlar ise tarımla uğraşmışlar ve Çin ile ticaret yapmışlardır.
Türklerin İslamiyet’i kabul etmesiyle birlikte, yerleşik hayata geçiş de hız kazanmıştır. Buna bağlı olarak, tarım ve ticaret de gelişmiştir. Gazneli Mahmut döneminde “İpek Yolu” ve “Baharat Yolu”nun hâkimiyeti Türklere geçmiş, böylece ticarî gelirler artmıştır.
Selçuklular döneminde, I. Mesut zamanında ilk para, II. Kılıçaraslan zamanında ilk gümüş para ve I. Alaattin Keykubat zamanında ise ilk altın para bastırılmıştır.
Gazneliler, tarım faaliyetlerinde ilerlemişler ve sulama kanallarını kullanarak üretimi arttırmışlardır.
Büyük Selçuklu Devleti’nin ticarî merkezi “Horasan”dır. Selçuklular da ticarî faaliyetlerde başarılı olmuşlar, bu amaçla çok sayıda çarşı ve kervansaray yaptırmışlardır.
1. Ahîlik Teşkilatı: Bu teşkilatın, Ahi Baba olarak da adlandırılan Ahi Evran tarafından kurulduğu kabul edilmektedir. Selçukluların ticarî merkezî olan Horosan kökenli bir meslek birliğidir. Selçuklular döneminde, esnafın ekonomik faaliyetlerini düzenlemek ve denetlemek amacıyla kurulan Ahîlik teşkilatı, devletin askerî faaliyetlerine de destek vermiştir. “Ahi” kelimesinin Arapça, kardeşim demek olan “Ahi” kelimesinden veya Türkçe eli açık, cömert, yiğit, delikanlı anlamlarına gelen “Akı” kelimesinden geldiği kabul edilmektedir.
Osmanlı döneminde ise temel ekonomik faaliyetler; tarım, hayvancılık, ticaret ve çeşitli vergilerden oluşmaktadır. Osmanlı İmparatorluğunda esnaflar “Lonca” olarak adlandırılan birlik etrafında toplanmışlardır. Ayrıca, Bursa’da “İpekçilik”; Kayseri, Manisa ve Tokat’ta “Dericilik” yapılmıştır.
Osmanlı İmparatorluğu’nda savaş araç gereçleri de üretilmiştir. İlk büyük Osmanlı tersanesi Gelibolu’ya Yıldırım Bayezit tarafından yaptırılmıştır. Daha sonraki dönemlerde ise İstanbul, Sinop, İzmit gibi şehirlerde de tersaneler inşa edilmiştir. İstanbul’un fethinden önce Edirne ve Bursa’da, fetihten sonra ise İstanbul’da top dökümhaneleri kurulmuştur. İlk baruthane de Gelibolu’da kurulmuştur.
SANAT VE MİMARİ:
İlk Türk kültür ve medeniyeti, Türklerin devlet kurduğu coğrafyanın etkisi ile “Bozkır Kültürü” ve “Bozkır Medeniyeti” olarak adlandırılmaktadır. Hayvancılığa dayalı yaşam biçimi, Türk sanatında hayvan üslubu olarak adlandırılabilecek bir üslubun baskın olmasını sağlamıştır. Türk sanatının en tipik özelliği hayvan motiflerinin çok fazla kullanılmış olmasıdır.
Türkler “Göçebe” ve “yarı göçebe” bir hayat tarzı sürdürdüklerinden, yani yazın “Yaylak” adı verilen yerlerde, kışın ise “Kışlak” olarak adlandırılan yerlerde yaşadıklarından “Çadır” yapma ve burada kullanılan eşyaları süslemeye dayalı bir “süsleme” sanatları gelişmiştir. Bu durum Türk sanatında “Kubbe” ve “Yuvarlak Kümbet” anlayışının ortaya çıkmasını ve bunun geliştirilmesini sağlamıştır.
İslamiyet öncesi Türk devletlerinde, dinî inanışların etkisi ile mezarlara dikilen “balballar” ve “heykeller”, ölen kişinin mezarına konan eşyalar, günümüzde yapılan arkeolojik kazılarda gün yüzüne çıkarılmış ve Türk sanatının erken dönemleri hakkında önemli bilgilerin elde edilmesini sağlamıştır.
İslamiyet öncesi Türk toplumunda müzik, “Kam”ların veya “Şaman”ların “Şaman Davulu” kullanarak oluşturdukları ritmik ezgi eşliğinde yönettiği dinî törenlerde icra edilmiştir. Daha sonraları “Ozan”lar, “Kopuz” adı verilen sazları eşliğinde destanları icra etmişlerdir.
Özellikle Uyg
ur döneminde yerleşik hayata geçilmesiyle birlikte, sanat bakımından da önemli gelişmeler yaşanmıştır. Türk boyları arasında “Kubbeli Türbeler” ve “Köşe Üçgenlerin” yaratıcıları Uygurlardır. Ayrıca Uygurlar, minyatür sanatının İslam dünyasına yayılmasını sağlamışlardır.
Türkler İslamiyet’i kabul ettikten sonra özellikle dinî mimariye büyük önem vermişlerdir. Karahanlılar döneminde ilk camiler kerpiçten yapılmış ve alçılarla kaplanmıştır. Daha sonraki dönemlerde ise tuğla kullanılarak çeşitli yapılar inşa edilmiştir. Selçuklular döneminde ise mimaride önemli gelişmeler yaşanmıştır. Bu dönemde Türkler; Orta Asya Türk mimarisi ile İslam mimarisini birleştirerek önemli eserler vermişlerdir.
İslamiyet’in kabulünden sonra, özellikle de Selçuklu döneminde Türk mimarisinde de belirgin bir gelişme göze çarpmaktadır. Bu dönemde süsleme amacıyla bitki
ve hayvan motiflerinin yanında, yazı ve geometrik şekiller de kullanılmıştır. İslamiyet’in etkisi ile insan figürleri kullanılmamıştır.
Selçuklu döneminden günümüze ulaşan cami, mescit, türbe, külliye, han ve hamamlar, saray ve köşkler; Türk mimarisinin en güzel örneklerini oluşturmaktadır. BU mimari eserlerin büyük bir kısmı Türkiye’de bulunmaktadır.
Bu dönemde, dinî mimaride cami, türbe, kümbet, medrese, tekke ve zaviyeler; askerî mimaride sur, kale ve hisarlar; ticarî mimaride köprü ve kervansaraylar; sivil mimaride ise saray, köşk, han ve hamam gibi eserler inşa edilmiştir. Süsleme sanatlarından “Minyatür, Çini, Halı ve Kilim” çok gelişmiştir.
Selçuklu
dönemindeki bu gelişme, Osmanlı döneminde zirveye ulaşmıştır. Mimar Sinan gibi bir dahi tarafından yapılan mimarî eserler, birer şaheserdir. XVIII. yüzyılda “Lale Devri”nde, Türk sosyal ve kültürel hayatında Avrupa etkisi, mimaride de görülmeye başlanmıştır.
1908’de İkinci Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte yaşanan hürriyet ortamında ve milliyetçilik akımının etkisi ile Türk kültür ve sanatında da millî bir tarz yaratma çabaları ağırlık kazanmıştır. Mimar Kemalettin Bey ve Vedat Beylerin öncülüğünde Türk mimarlığı yeni bir döneme girmiştir.
Türkiye Cumhuriyetinin kurulduğu yıllarda da mimaride millî bir tarz yaratma çabaları devam etmiş, 1927 ve sonrasında ise Batılı mimarların yaptığı eserler, Türk mimarisine damga vurmuştur. İkinci dünya savaşı öncesinde yaşanan siyasî gelişmelerin etkisi ile yeniden bir millî mimarî yaratma çabası başlamıştır. Türk mimarisinde, 1950’li yıllardan sonra Batı etkisine dayalı bir mimarî anlayışı görülmektedir. Mimaride yaşanan bu gelişme evreleri, Türk sanatının bütünü için geçerli bir gelişme çizgisidir.