Sayfalar

29 Haziran 2024 Cumartesi

8.1

 Bilhassa 1600-1639 seneleri için temel bir kaynak olan577 Tarih-i Peçevî’de müellif, aralarında Âlî, Celâlzâde Mustafa, Cenâbî, Hadidî, Hoca Sa’dettin, Hasan Beyzâde ve Nişancı Mehmed Paşa’nın da bulunduğu pek çok yerli578 ve Heltai, İstvanffy579 gibi bazı Macar târihçilerinin eserlerinden faydalanmış, böylece aynı zamanda yabancı kaynakları kullanan ilk Osmanlı târih yazarı olmuştur. Baykal, Peçevî’nin târih anlayışının belirgin herhangi bir özelliği bulunmadığı ancak hâdiselerin anlatımında gerçekçilik ve samimiyet olduğu görüşündedir. Fleischer ise süssüz bir üslûbu580 olan Peçevî’nin, Gelibolulu Mustafa Âlî hakkında belirttiği bazı ifâdelere dayanarak,581 çokça uydurmalarda bulunduğunu savunmaktadır582.

 

 


576 Peçevî, Peçevî Tarihi I, s. XIX.

577 Yolalıcı, “a.g.m.”, s. 479.

578 Peçevî, Peçevî Tarihi I, s. XX.

579 Babinger, a.g.e., s. 212.

580 Fleischer, Tarihçi Mustafa Âli, s. 244.

581 Fleischer’a göre Peçevî, Gelibolulu Mustafa Âlî Künhü’l Ahbâr’da, dayısı Ferhad Paşa’ya hakaret etmiştir ve bu sebeple Âlî’yle ilgili muhtemelen aslı olmayan iddialarda bulunmuştur. Bkz. Fleischer, a.g.e., s. 54, 149.

582 Fleischer, a.g.e., s. 150.


 

 

 

 

Peçevî İbrahim Efendi’nin ölüm târihini Kâtip Çelebi 1650 senesi olarak verirken, 1649 târihli bir kayıt kendisinden “merhûm” olarak bahsetmektedir. Dolayısıyla bu konu hakkında kesin bir târih belirtmek mümkün değildir.

 

2.1.1.   Peçevî’nin Kaleminden Malta Muhâsarası

 

Peçevî, Malta Muhâsarası’nı aktarmaya, seferin gerekçelerini esgeçerek, doğrudan donanma ve serdârlar hakkında bilgi vererek başlamıştır. Müellife göre içinde Rumeli, Anadolu583 ve Karaman584 timarlarından sayı belirtilmemekle berâber çokça askerin bulunduğu kadırga, kalite, barça ve baştardadan müteşekkil üç yüz gemilik bir donanma hazırlanmış ve Kaptân-ı deryâ Piyâle Paşa ile serdâr Kızılahmetli Mustafa Paşa idâresinde Malta’ya doğru yelken açılmıştır. Donanmanın mevcûdu hakkında müellifin, Selânikî’nin zikrettiği net sayıyı kullanmış olmasına rağmen, daha önce de belirtildiği gibi bu konu hakkında muhtelif görüşler vardır. Malta bahsinde detaylı olarak verildiği gibi, Kâtip Çelebi yüz elli gemilik bir donanmadan bahsederken, Solakzâde de donanma mevcûdunu üç yüz olarak kaydetmiştir. Pek çok kaynaktan yararlandığı çalışmasında Turan ise, hatırlanacağı gibi, iki yüz otuz yedi sayısını vermiştir. Bununla berâber Peçevî, Malta bahsini anlatmaya başlarken, 1562 târihini zikretmiştir. Oysa her ne kadar Akdeniz hâkimiyetinin kapısını açacak olan adanın fethi plân dâhilinde olsa da, sefer hazırlıklarına 1564 senesinde başlanmıştır. Müellif muhtemelen, 1560 Cerbe Zaferi sonrasından Malta Muhâsarası’na kadar geçen sürede meydâna gelen küçük çarpışmaları göz önünde bulundurarak bu târihi vermiştir. Zîra Cerbe’nin ardından Avrupa’da, Türklerin kısa sürede mühim İspanyol üslerine saldıracağı söylentileri dolaşmaktadır ve 1561’de elliye yakın Osmanlı gemisi Adriyatik’e ilerlemiş, 1562’de


583 BOA, MD, no. 6-I, s. 326-328, hüküm no: 594. İlgili mühimme defterinde yer alan 594 numaralı hüküm, silahlarıyla birlikte askerlerini hazırlaması buyrulan sancakbeyleri kaydedilmiştir. Buna göre Mora, İlbasan, Çirmen, Selânik, Rodos, Midillü, İnebahtı, Ağrıboz, Hamîdili, Karesi, Tekeili, Aydın, Burusa, Sultânöni, Kastamonı, Biga, Menteşe, Anatolı, Niğde, Aksarây ve Kırşehir beylerinden asker talep edilmiştir.

584 BOA, MD, no. 6-I, s. 248, 328, hüküm no: 454, 595.


 

 

 

 

Heredura Körfezi’nde bir çarpışma meydâna gelmiş, peşinden Oran’a bir saldırıda bulunulmuştur585. İspanyolların yüz elli gemiden oluşan bir donanmayla Velez’i ele geçirdiği 1564 senesinde büyük bir donanma hazırlığına girilmiş, ertesi sene ise Malta seferine çıkılmıştır.

Daha önce Târih-i Selânikî’de rastladığımız Semiz Ali Paşa detayı, Peçevî Târihi’nde de kendisine bir yer bulmuştur. Peçevî’nin belirttiğine göre “güler yüzlü ve şakacı” bir mizâcı olan Ali Paşa, donanmanın İstanbul’dan ayrılmasının ardından, donanmanın başına getirilen isimlerden duyduğu tereddütlerini, “ikisi de keyiflerine düşkün kimseler diye bilinir; iki kafadarı adalar seyrine gönderdik, herhalde bereş586 ve kahve ile gemileri doludur. Bilmem ne hizmet görürler, hele bereş ve kahve ile iyice sefa sürerler”587 diyerek dile getirmiştir. Peçevî’ye göre Ali Paşa bu sözlerle, Mustafa Paşa ve Piyâle Paşa’nın kalplerinin temiz olmadığına işâret etmiş ve yaşanacak yenilginin haberini vermiştir.


Peçevî’nin üzerinde durduğu bir diğer husûs da, Selânikî’nin esgeçmeyi tercih ettiği Turgut Reis’tir. Müellife göre pâdişâh, Mustafa Paşa ve Piyâle Paşa’ya, Turgut Reis’in görüşlerine başvurulmasını ve onun sözünün hilâfına hareket edilmemesini emretmiştir. İlgili mühimme defterinde yer alan hükümler588 ise daha ziyâde Turgut Reis’in âcilen donanmaya dâhil olması ve fethin başarılı olması için dikkat edilmesi gibi husûslarda tafsîlâtlı görüş bildirmesinin istendiği yönündedir. Bununla berâber bilindiği gibi Turgut Reis donanmaya vakitlice dâhil olmamış, daha önce belirtildiği üzere Kâtip Çelebi’ye göre yedi, Turan’a göre on dört gün sonra Malta’ya gelmiştir. Peçevî ise Turgut Reis’in, metnin ilerleyen bölümlerinde yedi gün geciktiğini bildirmekle berâber, sadece bir kaç gün geciktiğini belirterek, burada da kabahati diğer paşalara yüklemiş ve “Kaptanpaşa ile serdar da onu birkaç gün beklemediler”589 ifâdesini kullanmıştır. Müellife göre paşaların hataya düştüğü  husûs,  Saint  Elmo’nun  muhâsarasının  Malta’nın  fethini

585 Clot, a.g.e. s. 155.

586 Keten tohumundan yapılan afyonlu bir içki.

587 Peçevî, Peçevî Tarihi I, s. 288.

588 BOA, MD, no. 6-I, s. 233, 307, hüküm no: 429, 561, 562.

589 Peçevî, Peçevî Tarihi I, s. 289.


 

 

 

 

kolaylaştıracağını düşünmeleri olmuştur. Zîrâ bahsi geçen kale en az Malta kadar sağlamdır ve zaten yedi gün sonra gelen Turgut Reis Saint Elmo’nun muhâsarası sebebiyle büyük üzüntü yaşamış ve Malta alınmadıkça bahsi geçen kalenin alınmasının hiç fayda getirmeyeceğini belirtmiştir. Nitekim on yedi gün sonra kale alınmış ancak, “seçkin askerler” yaralanmış, çokça asker yitirilmiş ve geriye kalanların da motivasyonları kaybolmuştur. Bununla berâber Peçevî metnin bir cümlesini, hiçbir getirisi olmayan bu kuşatma boyunca savaş araç ve gereçleri ile erzâkın çoğunun harcandığı detayına da ayırmıştır.

Donanmanın durumu bu hâldeyken esas Malta kuşatmasına başlandığını belirten Peçevî’ye göre, fethin henüz zamanı değildir ve askerin “nasîbinde” fetih yoktur. Yine müellife göre sefer sırasında pek çok engelle karşılaşılması da, fethin nasîpte olmamasından kaynaklanmıştır.

Selânikî ve Kâtip Çelebi’nin aksine Peçevî, Turgut Reis’in şehît olduğu haberini Saint Elmo kuşatması bahsinde vermek yerine, bahsi geçen kalenin ardından başlatılan esas Malta kuşatmasından bahsederken vermiştir. Bununla berâber yine de Turgut Reis’in Malta kuşatması esnâsında öldüğüne dâir net bir ifâde de kullanmamıştır. Müellifin, fethin nasîp olmayağını ispât edercesine bir takım aksiliklerin yaşandığını belirttikten sonra bahsi geçen paşanın şehâdetini bu aksiliklere bir örnek olarak vermesi, gelişmelerin aktarılış sırasının ister istemez bozulmuş olabileceği kanaatini uyandırmıştır.

Malta bahsi boyunca gerek Osmanlı, gerekse düşman askeri için abartılı ifâdelerden uzak durmayı tercîh eden Peçevî, bir kereye mahsûs olarak “tecrübeli yiğitler” ve “seçkin askerler” olarak nitelediği İslâm askerinin yenilgide herhangi bir kabahatinin olmadığını, Piyâle Paşa ve Mustafa Paşa arasındaki husûmetten etkilendiklerini belirtmiştir. Selânikî’nin hissedilir ölçüde Mustafa Paşa tarafgirliği içinde ele aldığı Malta Muhâsarası’nı Peçevî, herhangi bir isme iltimas geçmek kaygısı taşımadan anlatmış, yeri geldikçe her iki ismin hatalarını da gündeme getirmiştir. Müellifin aktardığına göre sefer sırasında Piyâle Paşa top atışı yapıldıkça askere, Mustafa Paşa’nın rahatsız olabileceğini ve top atılmamasını tenbîh etmiştir. Zîra İstanbul’a


 

 

 

 

dönüldüğünde Piyâle Paşa, Mustafa Paşa’nın o durumdayken bile öğle uykusunu ihmâl etmediğini müstehzî bir üslûpla dile getirmiştir. Müellife göre donanma halkı, paşalardan bu yönde direktifler aldıklarını ve hâl böyleyken ellerinden birşey gelemeyeceğini belirtmiş, sorumluluğu daha ziyâde paşalara yüklemişlerdir. Bundan başka, müellif Saint Reme olarak zikrettiği Saint Elmo kuşatmasının ardından Mustafa Paşa’nın kendi kolundaki askerlere “dil dökerek vaatlerde, ikram ve ihsanlarda bulunmak” sûretiyle onları şevklendirdiğini, ancak en az Turgut Reis kadar tecrübeli olduğunu vurguladığı Piyâle Paşa’nın ise, Mustafa Paşa’nın uyarısına rağmen askerin moralini takviye etmek lüzûmunu duymadığını da söz konusu etmiştir.

Müellife göre daha ziyâde Mustafa Paşa ve Piyâle Paşa sebebiyle “yüz kızartıcı”590 bir netîcenin alındığı Malta Muhâsarası’nda “yok yere bu kadar mal ve para”591 harcanmıştır. Uzunca bir süre defterdârlık hizmetinde bulunmasına ve mâli konulara uzak olmamasına rağmen Peçevî, tahminî de olsa muhâsaranın mâli boyutu hakkında her hangi bir detay vermediği gibi, alınan netîcenin yarattığı etkiden de bahsetmemiştir.

Peçevî İbrahim Efendi Selânikî’ye kıyasla Malta Muhâsarası’nı, tıpkı Baykal’ın belirttiği gibi, kasıttan uzak bir üslûpla aktarmıştır ancak yenilginin müsebbîbi olarak gördüğü isimlerden bahsederken, Ortaylı’nın “zehirli” olarak nitelediği dilini kullanmaktan çekinmemiştir.

 

2.1.2.   Peçevî’nin Kaleminden İnebahtı Savaşı

 

Peçevî Tarihi’nin İnebahtı bahsi, “eşsiz vezir” Lala Mustafa Paşa’nın Magosa kuşatmasında bırakılarak, geri kalan donanmanın Kıbrıs’tan dönüp, devlet tersanesinde savaş gereçlerinin tamamlanmaya başlandığını ve bu esnâda Uluç Ali Paşa’nın da yirmi parça gemiyle tersaneye geldiğini haber vererek başlamaktadır. Peçevî’ye göre 1571 Haziran ayının sonlarına denk gelen bir Cuma günü, üç yüzden fazla gemi, İstanbul limanından harekete geçmiştir. Daha sonra taşrada bulunan gemilerin de katılmasıyla bu sayı, dört


590 Peçevî, Peçevî Tarihi I, s. 290

591 Peçevî, a.g.e., s. 290.


 

 

 

 

yüzü geçmiştir. Müellif, bir araya gelen donanmanın hep berâber Kıbrıs’a varıp oradaki orduya gereken yardımı yaptığından ve sonra bunların “denizleri gözetlemek” amacıyla düşman adalarına doğru yol aldıklarını kaydetmiş olsa da, bilindiği gibi gelişmeler biraz daha karışık ilerlemiştir.

Esâsen incelenen Osmanlı târihlerinde, donanmanın bir araya gelme sürecine fazlaca yer verilmemiştir. Selânikî’nin İnebahtı bahsinde değinmediği bu detay, Âlî ve Peçevî’de de kısa ifâdelerle verilmiştir. İlgili mühimme defterinde yer alan târihsiz bir hükümde592, Ali Paşa komutasında Kıbrıs’a gönderilen donanmanın Kıbrıs’a vardığında cenkçi ve kürekçileri bozmamasını, silah ve mühimmatlarıyla ada etrafında muhâfaza hizmetinde bulunmalarının sağlanması bildirilmiştir. 27 Nisan 1571 târihli bir diğer hüküm593, düşman donanmasıyla savaşmak üzere denize çıkacak donanmanın başına Vezîr Pertev Paşa’nın tayin edildiğiyle ilgilidir. Pertev Paşa’nın denize açılmasının ardından Ali Paşa’ya gönderilen ilgili bir diğer târihsiz hükümle594, Ali Paşa’nın Kıbrıs’ta yirmi gemi bırakarak acilen Pertev Paşa’nın donanmasıyla birleşmesi buyurulmuştur. 11 Haziran 1571 târihli bir diğer hükümde de, Uluç Ali Paşa’nın sefere hazır olduğunu bildirdiği, Pertev Paşa’nın da donanmanın durumu ve nerede olduğu ile Kıbrıs’tan gelecek gemilerin gelip gelmediği ve düşman donanmasının durumu hakkında bilgi vermesi istenmiştir. Uzunçarşılı’ya göre, Magosa muhâsarasında olan Lala Mustafa Paşa’nın yardım talebi üzerine Kapudan Müezzinzâde Ali Paşa komutasında donanmanın bir kısmı Magosa’ya gönderilmiş, diğer kısmı ise Pertev Paşa komutasında Akdeniz’e çıkarılmıştır. Magosa’nın alınmasının ardından yirmi gemiyi orada bırakan Müezzinâde Ali Paşa, 10 Mayıs 1571’de adadan ayrılmış ve 1571 senesinin Haziran ayında Pertev Paşa ile birleşmiştir. Daha sonra bunlara, biri Barbaros’un oğlu Hasan Paşa idâresinde, diğeri Uluç Ali Paşa idâresinde olmak üzere yirmişer gemilik iki kuvvet dâhil olmuştur.

 


592 BOA, MD, no. 12-I, s. 149, hüküm no: 206.

593 BOA, MD, no. 12-I, s. 207, hüküm no: 314.

594 BOA, MD, no. 12-I, s. 258, hüküm no: 396.


 

 

 

 

Her hâl u kârda görülmektedir ki, netîce itibâriyle 1571 senesinin yazında donanma yelken açmıştır. Peçevî, donanmanın bu sene her zamankinden daha erken harekete geçmiş olması sebebiyle, tıpkı Selânikî ve Âlî gibi, cenkçi ve kürekçi eksiğinin bulunduğunu, bu hâldeyken Kefalonya ve Korfu’nun yağmalanıp, Preveze ve oradan da İnebahtı’ya gelindiğini kaydetmiştir. Esâsen donanmanın diğer senelere oranla bu sene daha erken bir târihte sefere çıktığını müellif, Magosa muhâsarası sebebiyle uzayan Kıbrıs seferi üzerine acilen o bölgeye yardım gönderilmiş olmasına ve sonrasında hâdiselerin hızla cereyân etmiş olmasına istinâden belirtmiş olmalıdır. Selânikî ve Âlî bu durumu, o sene donanmanın denizlerde fazlaca oyalanmış olduğunu belirtmek sûretiyle dile getirmişlerdir.

İnebahtı’ya gelindiğinde düşmanın “İslâm donanması” üzerine gelmekte olduğunun haberinin alınması üzerine paşaların toplanıp ne yapılması gerektiği hakkında “söyleştikleri”, Peçevî Tarihi’nde de fazlaca yer bulmuştur. Peçevî, tıpkı Âlî gibi, Pertev Paşa için “kuruntulu” nitelemesinde bulunmuş ve onun, isminin kötüye çıkmasından endişe duyarak tüm ihtimâlleri göz önünde bulundurmaya çalıştığını bildirmiştir. Buna göre Pertev Paşa, donanmanın her bakımdan eksiği olduğunu, hâl böyleyken yapılması gereken en doğru hareketin İnebahtı Limanı’nda kalınması, “kâfirin” saldırması hâlinde savaşılması olduğunu görüşünü savunmuştur. Kendisine İstanbul’dan gelen “tehditkâr” buyruklar sebebiyle “can korkusu” yaşayan Müezzinzâde Ali Paşa ise böylesi bir tutumun, “Müslümanlık gayreti” ile “cihân pâdişâhının namûs ve şerefine” sığmayacağını savunarak, “Tanrı isterse” asker eksiğine rağmen donanmanın başarılı olabileceğini söylemiştir. Pertev Paşa’nın görüşünü destekleyen Uluç Ali Paşa’nın hiddetten “sakalını yolduğunu” ve Turgut Reis’le berâber savaşlara katılmış olan askerlere yönelerek, donanmanın karaya yakın yerde kalması gerektiğini savunduğunu yazan Peçevî, Müezzinzâde Ali Paşa’nın düşüncesi yönünde karara varıldığını bildirmiştir.

Müellif, “hoyrat bahâdırlık” gösteren tecrübesiz Ali Paşa’nın gemisindeki alâmetleri kaldırmadığını ve bu sebeple düşman donanmasının


 

 

 

 

Kapudan gemisine yüklendiğini, netîcede Ali Paşa ile oğullarının şehît olduğunu yazmıştır. Bu gelişmenin bir netîcesi olarak diğer gemilerdeki askerler ile Pertev Paşa da “karaya dökülmüş”, paşa, türlü sıkıntılardan sonra canını kurtarabilmiştir. Savaşın cereyân ettiği bölgeyi görme şansı bulduğunu yazan Peçevî, bölgenin konumu hakkında da tafsîlâtlı bilgi vermiş, düşman elinden kurtulanların buradaki sarp bir dağa “sığındığını” ileri sürmüştür.

Daha sonra Uluç Ali Paşa’nın gösterdiği başarıya da değinen Peçevî, Uluç Ali Paşa’nın “bir çok kâfiir” öldürdüğünü, paşanın gemilerine ise sadece düşmanın bir iki topunun dokunmakla kaldığını vurgulamıştır. Netîcede Uluç Ali Paşa hiç bir kayba uğramamanın ötesinde düşmandan da bir iki gemi alarak İstanbul’a dönmüş ve lakâbı “Kılıç”a çevrilmiştir.

Tıpkı Âlî gibi Peçevî’ye göre de İnebahtı Savaşı kadar “uğursuz” bir savaş ne bir İslâm devletinde, ne de Nûh Peygamber gemiyi icât ettiğinden beri dünyada görülmüştür. Yüz doksan parça gemi, “din düşmanlarının” eline geçmiş, mühimmat ve asker kaybı da aynı oranda büyük olmuştur. Peçevî, her gemide en az üç yüz askerin bulunduğundan yola çıkarak, kaybedilen asker sayısının yirmi bini bulduğunu yazmıştır.

Böylesine beklenmedik bir netîcenin alındığı savaşın ardından yaşananlar, Peçevî Tarihi’nde de fazlaca yer bulmamıştır. Müellif, o esnâda Edirne’de bulunan pâdişâhın haberi alır almaz İstanbul’a döndüğünü ve kaybedilenlerin telâfisi için acilen çalışmaları başlattığını belirtmiştir. Bu doğrultuda tersane yakınında bulunan saray bahçesinin bir bölümüne, sekiz gemi yapılabilecek genişlikte bir tersane kurulmuştur. Peçevî, Kılıç Ali Paşa ile vezîr-i azâm arasında geçtiği kabûl edilen konuşmayı da, akrabası Sokollu Mehmed Paşa’yı rahmetle anarak aktarmayı ihmâl etmemiştir. Peçevî Tarihi’nde İnebahtı bahsinin tamamına bakıldığında, Kılıç Ali Paşa ve Sokollu Mehmed Paşa arasında geçtiği varsayılan ve devletin gücünün vurgulandığı konuşmaya oldukça geniş bir yer verilmesi, kuşkusuz tesâdüfî değildir. Müellif, başlatılan çalışmalar netîcesinde nevrûzdan önce, “tamamen devletin kendi imkânlarıyla” iki yüzden fazla gemiden oluşan “mükemmel bir donanma” meydana getirildiğini kaydetmiştir. Devletin böyle büyük bir


 

 

 

 

yenilgiden sonra kendini kolay kolay toparlayamayacağını, yeterli sayıda gemi inşâ edilse bile kalifiye eleman ihtiyâcının karşılanamayacağını düşünen “kâfirlerin” bu büyük başarı karşısında “hayranlık ve hayret” içinde kaldıklarını dile getirerek İnebahtı bahsini kapatan Peçevî, İnebahtı Savaşı sonrasında yaşanan gelişmelere şahâdet etmiş olmasına rağmen yenilgiyi gerçekten “kesilen sakal” olarak görmeyi tercîh ettiği izlenimini vermiştir.

 

2.2.  HASAN BEYZÂDE AHMED PAŞA VE HASAN BEYZÂDE TÂRİHİ

XVII. yüzyılın mühim târihçilerinden biri olan Ahmed Paşa’nın ne zaman ve nerede dünyâya geldiği hakkında bilgi bulunmamakla berâber595, babası reisülküttâb596 Küçük Hasan Bey597 sebebiyle Hasan Beyzâde olarak tanındığı bilinmektedir. Hakkındaki bilgilerimizi daha ziyâde Şevki Nezihi Aykut’tan edindiğimiz Hasan Beyzâde, iyi derecede medrese tahsîli gördükten sonra, daha yüksek gelir sağlayabilmek amacıyla ilmiye sınıfını terk etmiş, 1590-1591 senelerinde Divân-ı Hümâyûn hizmetine girmiştir.

Hasan Beyzâde’nin, meslek hayâtı boyunca katıldığı pek çok seferden ilki, III. Mehmed’in 1596’daki Egri Seferi’dir. Bu sefer sırasında teslimâtçılık ve vezîr-i azâm İbrahim Paşa’nın tezkireciliğini598 yapan Hasan Beyzâde, iki sene sonra Varad, bundan bir sene sonra da ikinci tezkireci olarak Uyvar Seferi’ne katılmıştır. Uyvar Seferi sırasında baştezkirecilik görevine getirilen müellif, bu sıfatla bulunduğu 1600 senesindeki Kanije Seferi sırasında geçici olarak reisülküttâblığa getirilmiştir. 1604 senesinden itibâren baştezkirecilik görevinden azledilmiş, ancak tezkirecilik hizmetini sürdürmeye devam etmiştir. 1605 senesinde mâliye hizmeti başlamış olan Hasan Beyzâde,


595 Hasan Bey-zâde Ahmed Paşa, Hasan Bey-zâde Târîhi I: Tahlil-Kaynak Tenkidi, haz. Şevki Nezihi Aykut, Ankara, TTK, 2004, s. 30.

596 XVII. yüzyıl sonuna kadar divan-ı hümâyûn kâtiplerinin ve kalemlerinin başıdır. İlk başlarda nişancının maiyetinden olmakla berâber divan-ı hümâyunun ehemmiyetini kaybetmeye başlamasıyla reisülküttâblığın yetki alanı genişlemiştir. Ayrıca bknz. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinin Merkez ve Bahriye Teşkilâtı, Ankara, TTK, 3. Baskı, 1988, s. 242-248.

597 Babinger, a.g.e., s. 192.

598 Divân-ı Hümâyûn’da vezîr-i azâmın yanında bulunmak sûretiyle konuşulacak ve karara bağlanacak konuları sırasıyla söyleyen kişi. Ayrıca bkz. Zekeriya Bülbül, Osmanlı Müesseseleri ve Medeniyeti Tarihi, Ankara, Nobel, 2. Baskı, 2000, s. 101.


 

 

 

 

bundan sonra da aralarında Anadolu Defterdârlığı, Kefe ve Karaman Beylerbeyilikleri’nin de bulunduğu pek çok mühim görevde bulunmuştur. İki kez bulunduğu Tuna Defterdârlığı’ndan azledilmesinin ardından, Usûlü’l- hikem fî Nizâmi’l-âlem isimli eserini dönemin vezîr-i azâmına sunarak haksızlığa uğramış olduğunu bildirmiş ve yeni bir hizmet talep etmiştir599. Son olarak IV. Murad’ın Revan Seferi’e katılmış olan ancak buradaki görevi hakkında bilgi bulunmayan Hasan Beyzâde, 1636 senesinde ölmüştür.

Müellifin, devrin ulemâsının teşvîkiyle kaleme almış olduğunu600 bildiğimiz Osmanlı târihi, iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümün, Hoca Sadeddin’in Tâcü’t-Tevârîh’inin özetini arz ettiğini yine Aykut’tan öğrendiğimiz eserde Kânûnî dönemi için başta Kemâl Paşazâde olmak üzere pek çok târihçiye başvurulmuştur. İkinci bölümün büyük bir kısmı ise müellifin kendi gözlemlerine dayandığından büyük ehemmiyet arz etmektedir. Peçevî, Solakzâde ve Nâimâ gibi bazı târihçiler de Hasan Beyzâde târihinden faydalanmıştır601. Eserde yer alan II. Selim ve III. Murad dönemlerine dâir bilgilerin hangi kaynağa dayandırıldığı bilinmemektedir. Ancak Hasan Beyzâde Târîhi’nin kaleme alındığı dönemde Osmanlı Devleti’nde başta Celâlî isyanları olmak üzere pek çok sıkıntının yaşanmışlığı göz önünde bulundurulursa, yakın geçmişi aktarmadaki bakış açısını yakalayabilmek açısından müellifin –Malta Muhâsarası’nı da eserine dâhil etmediği düşünülecek olursa- İnebahtı yenilgisini ne şekilde ele aldığını görmek mühimdir kanaatindeyiz.

 

2.2.1.   Hasan Beyzâde’nin Kaleminden İnebahtı Savaşı

 


1571’i “tuhaf hâdiselerin meydâna geldiği bir sene” olarak kaydeden müellif, İnebahtı Savaşı’nın bir hezîmet olduğunu belirterek başlamıştır. İki yüz elli gemiden oluşan İslâm donanmasının başında olan Pertev Paşa ile Müezzinzâde Ali Paşa’nın denize açıldığını ve düşmana âit bazı limanlarda yağma yapıldığını belirttikten sonra doğrudan paşalar arasındaki ihtilâf ve

599 Hasan Bey-zâde, Hasan Bey-zâde Târîhi I, s. 45.

600 Hasan Bey-zâde, a.g.e., s. 83.

601 Babinger, a.g.e., s. 192.


 

 

 

 

tartışma husûsuna değinmiştir. Müellife göre Ali Paşa deniz savaşları hakkında bilgisizdir, Pertev Paşa ise savaşta takip edilecek taktik husûsunda görüş bildirmekten geri durmuştur. Bahsi geçen isimler denizde bir süre beyhûde gezinmişler, daha sonra Mora yakınlarında Venedik ve İspanya keferesinin üç yüz gemilik donanmasıyla karşılaşmışlardır. Hâl böyleyken mecbûren savaşmak durumunda kalan Osmanlı donanmasının esâsen fazlaca asker ve mühimmât eksiği olduğunu vurgulamıştır.

Yaşanan bu hezîmetin Sıngun-donanması olarak bilindiğini belirten müellif, geçmiş zamânı naklediyor olmaktan mütevellit, kişiler üzerinde fazlaca durmamayı tercih etmiş olabilir. Dolayısıyla bahsi geçen hâdiselerle ilgili olarak Selânikî ve Âlî’de rastlanabilecek türden bir tarafgirliğe rastlanamamış olması tabiîdir. Bununla berâber, bilhassa Pertev Paşa için ağır ifâdeler kullanmaktan da geri durmamış olan müellif, bahsi geçen paşanın halk arasında rezîl bir duruma düştüğünü, isminin karalandığını, azledilmek sûretiyle itibârının sıfırlandığını belirtmiştir. Bu bilgilerin akabinde Hasan Beyzâde, hezîmetten sonra yapılanlar üzerinde durarak o seneyi “Allah’ın yardımıyla sonlanan sene” ya da “üstünlükle sonlanan sene” olarak kaydetmeyi tercih etmiştir. Zîrâ müellife göre Sokollu Mehmed Paşa ve Kılıç Ali Paşa’nın geceyi gündüze katarak gösterdikleri gayret sebebiyle 250 parçalık yeni bir donanma meydâna getirilmiştir. Yeni donanma, müellife göre, İslâm donanmasından kaçanların peşine düşmüş ancak başlangıçtaki niyetin aksine, geçen senenin intikâmını almak cihetine gidilmemiştir. Osmanlı donanması yenilmiş olsa da, Fransa aracılığıyla Venedik, -her ne kadar fırsat buldukça düşmanlık etmekten geri durmasa da- elçiler vâsıtasıyla türlü hediyeler göndermek sûretiyle Osmanlı’dan bir ahidnâme talep etmiştir.

Hasan Beyzâde İnebahtı ile ilgili bahiste alışılageldiği gibi düşman için “kefere, küffâr-ı li’âm, a’dâ-i dîn” gibi ifâdeler kullanmış, herhangi bir aşırılığa kaçmamıştır. İslâm askerini ise, bilhassa paşaların isimlerinin yanına eklediği “harp âletleriyle donatılmış askerin serdârı”, “asker saflarını süsleyen paşa”, “İslam askerinin serdârı” ya da “zaferin habercisi olan askerlerin en büyüğü” gibi tamlamalarla övmüştür.


 

 

 

 

Daha önce bahsedildiği gibi müellifin, II. Selim döneminin hâdiselerini aktarırken hangi kaynaklardan faydalandığı bilinmemekle berâber, Âlî ya da Selânikî’nin başvurulan kaynaklar arasında olmadığı bilinmektedir602. Hasan Beyzâde’nin kaleminden yansıyan bu yenilgi, ne bir Nûh tûfânı, ne de bir kıyâmettir. Müellifin, Celâlî isyanları başta olmak üzere pek çok iç ve dış meselenin, mesleği gereğince bir şekilde içinde bulunmuş olduğu düşünülürse, İnebahtı yenilgisini kıyametle özdeşleştirmeyi pek de uygun bulmamış olması da muhtemeldir. Hâdisenin, müellifin faydalanmış olduğu kaynaklar tarafından da bu şekilde görülüp görülmediği hakkında da kesin bir hükme varmak mümkün değildir zîrâ Hasan Beyzâde Târîhi’nde ifâdeyi basitleştirebilmek amacıyla müellif tarafından fazlaca kısaltma yapıldığı bilinmektedir603. Müellifin faydalandıklarından ziyâde faydalanmamayı tercîh ettiği eserler üzerinden hareketle daha sağlıklı netîceler elde edilebileceği kanaatindeyiz.

 

2.3.  KÂTİP ÇELEBİ VE TUHFETÜ’L KİBÂR ESFÂRİ’L-BİHÂR

 

XVII. yüzyılın en mühim isimlerinden biri olan Kâtip Çelebi, Cihannümâ’da verilen bilgilere göre 1608 senesinde604, annesinin kendisine bildirdiğine göreyse 1609’da605 İstanbul’da dünyâya gelmiştir. Asıl ismi Mustafa olan Kâtip Çelebi’nin, askerî sınıfa dâhil olan babasının ismi Abdullah’tır606. Oğluna bıraktığı yüklü miras göz önünde bulundurularak, annesinin de İstanbul’un varlıklı ve meşhûr ailelerinden birine mensûp olduğu tahmin edilmektedir607. II. Osman hâdisesinin cereyân ettiği sene olan 1622’de608 Anadolu muhâsebe kalemine giren Kâtip Çelebi, 1624 senesinde Tercan ve bir sene sonra da Bağdat seferinde bulunmuştur609. Sefer dönüşü


602 Hasan Bey-zâde, Hasan Bey-zâde Târîhi I, s. 58.

603 Hasan Bey-zâde, a.g.e., 52.

604 Gottfried Hagen, “Kâtip Çelebi”, (Erişim), http://www.ottomanhistorians.com, haz. Cemal Kafadar, H. Karateke, Cornell Fleischer, 2009, s. 1.

605 Kâtip Çelebi, a.g.e., s. 1.

606 Kâtip Çelebi, a.g.e., s. 1.

607 Hagen, “a.g.m.”, s. 1.

608 Hagen, “a.g.m.”, s. 1.

609 Kâtip Çelebi, a.g.e., s. 1.


 

 

 

 

babasının ölmesi sebebiyle muhâsebe hizmetinden ayrılan Kâtip Çelebi, Kadızâde Mehmed Efendi’nin610 derslerine katılmaya başlamış ve bu, kariyeri için bir dönüm noktasını teşkîl ederek611, yeniden ilim yoluna girme fikrine sempati duymaya başlamıştır.

1629-1630’daki Hemedan ve Bağdat seferlerine katılmasının ardından612 Kâtip Çelebi, Kadızâde ile birlikte kelâm ve fıkıh üzerine çalışmaya başlamıştır613. Fakat bu çalışma, yeni bir askerî hizmet sebebiyle Halep’e gitmesi üzerine kesintiye uğramıştır. Bu sırada Mekke’yi ziyâret etme fırsatı da bulan Kâtip Çelebi, daha sonra IV. Murad’ın Revan seferine katılmıştır614. 1635’ten itibâren ilim hayâtına aktif bir dönüş yapan Kâtip Çelebi, askerî hizmetleri dolayısıyla bizzat şâhit olduğu pek çok tecrübe edinmiş olmasına rağmen, eserlerini bunlardan ziyâde yazılı kaynaklara dayandırmaya özen göstermiştir615. Dönemin meşhûr ulemâsından dersler alarak medrese açığını kapatan Kâtip Çelebi, bir yandan da kendisi kelâm, fıkıh, tefsir başta olmak üzere matemik ve astronomi alanlarında ders vermiştir. Bu faaliyetleri esnâsında kitaplara büyük paralar harcamaktan imtinâ etmemiş, bu sâyede o dönem İstanbul’unun en büyük kütüphânelerinden birine sâhip olmuştur616. 1645-1646’daki Girit seferi dolayısıyla da, Tuhfetü’l-Kibâr fî Esfâri’l-Bihâr’ı yazmasının yolunu açacak olan haritacılık ve denizcilik ilgisi başlamış olan Kâtip Çelebi, Osmanlı bürokrasisinde çok mühim bir kademede bulunmamış olmasına rağmen, pek


610 Kâtip Çelebi Mizânü’l-Hakk fî İhtiyâri’l-Ahakk’ta Kadızâde Mehmed Efendi’den şu şekilde bahseder: “Balıkesirli Doğancı Şeyhi Mustafa Efendi adında bir kadının oğlu Şeyh Mehmed Efendi’dir. Memleketinde Birgili Mehmed Efendi’nin öğrencilerinden, türlü konuların ilk bilgilerini okuduktan sonra bu da yine İstanbul’a gelip Dursunzâde Abdullah Efendi müderris iken muîdi olduktan sonra şeyhlik semtini seçti, bir zaman Tercüman Tekkesi’nde şeyh Ömer Efendi hizmetinde içini arıtmaya bakarken tasavvuf meşrebine uygun görünmeyerek nazar yolunu tuttu. Nice zaman Aksaray’da Murad Paşa Camii’nde ders verip Birgilizâde Fazlullah Efendi yerine Sultan Selim vâizi oldu. Ve evinin yakınındaki mescitte va’z ve ders vermekle ün salmıştı”. Ayrıca bknz. M. Hulusi Lekesiz, “XVI. Yüzyıl Osmanlı Düzenindeki Değişimin Tasfiyeci (Prütanist) Bir Eleştirisi: Birgivî Mehmed Efendi ve Fikirleri”, Hacettepe Üniversitesi, SBE, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Ankara, 1997, s. 235-246.

611 Hagen “a.g.m.”, s. 1.

612 Kâtip Çelebi, a.g.e., s. 1.

613 Hagen, “a.g.m.”, s. 1.

614 Kâtip Çelebi, a.g.e., s. 1.

615 Hagen, “a.g.m.”, s. 2.

616 Hagen, “a.g.m.”, s. 2.


 

 

 

 

çok üst düzey isimle yakın ilişki içinde olmuştur. Ancak yaygın olarak düşünülenin aksine, Evliyâ Çelebi ile tanışıklığına dâir her hangi bir delîl yoktur617.

Hıristiyanlıkla özdeşleşmiş Avrupa’nın, dinî kimliğinden soyutlanmaya başlarken her nasılsa güçler dengesinin de kendi lehine değiştiği, bununla paralel olarak İslâm medeniyetinin çöküşün son aşamalarını yaşadığı bir döneme şâhitlik etmiştir Kâtip Çelebi. Belki de bu sebeple, kâh devletin güçten düşmesine yol açan etkenleri irdeleyerek, kâh pek çok yabancı eseri tercüme ederek ya da Osmanlı’nın dışındaki dünyâyı devletin ayağına getirerek kaleme aldığı eserlerinin amacı, “Müslümanları gaflet uykusundan uyandırmak” olmuştur. Ne var ki Kâtip Çelebi bunları yaparken, “yazdıklarının devrin büyüklerinin kulaklarına gitmeyeceğini” de daha baştan bilmiş, hiç değilse tarafını belli ederek şahsî sorumluluğunu yerine getirmek istemiştir. İlim hâricinde en büyük meraklarından birisinin çiçek yetiştirmek olduğu ve katmer salkımlı mavi bir sümbül yetiştirdiği bilinen Kâtip Çelebi, muhtemelen 1657 senesinin sonlarında hayâta vedâ etmiştir.

Kısa ama ilmen verimli bir hayat sürerek Osmanlı ilim târihinde bir dönüm noktasını teşkîl eden618 Kâtip Çelebi, yukarıda da bahsedildiği gibi arkasında, tamamlanmış ve tamamlanmamış pek çok eser bırakmıştır. Bunlar arasında bugün en meşhûr olanlar; “Kadızâdeliler hareketi ve tarîkâtler arasındaki ihtilâfa gecikmiş bir müdahele”619 olan Mizânü’l-Hakk fî İhtiyari’l-Ahakk, devletin içinde bulunduğu sıkıntının sebepleri ve bunların çâreleri üzerine yazılmış olan Düstûrü’l-amel li ıslâhi’l-halel, dünyâ coğrafyası mâhiyetindeki Cihannümâ ve deniz savaşlarını anlatan Tuhfetü’l-Kibâr fî Esfâri’l-Bihâr. Bahsi geçen son eserin kaleme alındığı târih olan 1656, Osmanlı târihi açısından pek çok mühim hâdiseyi de berâberinde getirmiştir. O sene hem Vak’a-i Vakvakiye620 diye meşhûr olan Çınar vakası yaşanmış,


617 Hagen, “a.g.m.”, s. 2.

618 Hagen, “a.g.m.”, s. 3.

619 Hagen, “a.g.m.”, s. 10.

620 Yeniçeri nüfûsunun hızla artması ve yaşanan mâlî buhran sebebiyle asker aylıkları verilememektedir. Bir kısım yeniçeriye züyûf ve kızıl akçe üzerinden verilen aylık ise esnaf tarafından kabûl görmemekte, bu sebeple her gün pek çok vukuat yaşanmaktadır. Bu hâl üzerine yeniçeriler


 

 

 

 

hem Köprülüler dönemi başlamış ve hem de Osmanlı donanması Venedik donanması tarafından “fecî bir saldırıya”621 uğrayarak, Bozcaada ile Limni kaybedilmiştir. Böyle bir ortamda bahsi geçen eseri kaleme alarak, Orhan Şaik Gökyay’ın ifâdesiyle “pek uzakta olmayan eski günlerin göğüs kabartan hikâyelerini anlatan”622 Kâtip Çelebi, zaten ertesi sene vefât etmiştir.

 

2.3.1.   Kâtip Çelebi’nin Kaleminden Malta Muhâsarası ve İnebahtı

Savaşı

 

Pek de uzak sayılmayacak bir geçmişte yaşanmış yenilgileri sorumluluk duygusuyla sâhiplenmiş bir bakış açısı hâkimdir Kâtip Çelebi’de. Müellife göre içinde bulunulan dönemde “düşmânlar azmıştır, bunun sebebi de çekilen para kıtlığı, hazîne ile reâyâ işlerinin bozukluğu ve bunların giderilmesi için gereken yolların arayıp bulunmasındaki eksikliktir”623. Devletin içine düştüğü duruma kayıtsız kalamayan Kâtip Çelebi kitabının birinci bölümüne başlarken, “Geçmişte olan donanmalar, fütûhat ve denizle ilgili savaşlardır ki örnek olsun diye târih kitaplarından toplanıp özetlendi” diyerek, niyetini de ortaya koymuştur.

Kâtip Çelebi’den yansıyan Malta Muhâsarası ve İnebahtı Savaşı’nda, yukarıda zikredilen târihçilere nispeten verilen teknik bilginin fazlalığı dikkat çekmektedir. Kuşkusuz bunda, müellifin eseri yazmaktaki amacı belirleyici rol oynamıştır. Yine bundan mütevellit, Kâtip Çelebi’nin şahıslar üzerinde, tarafgirlik olarak nitelenebilecek her hangi bir yorumu yoktur. Müellif daha ziyâde, savaşların netîcelerine etki etmiş olabileceğini düşündüğü noktalar üzerinde durmayı uygun görmüştür. Bunun örnekleri gerek Malta Muhâsarası’nda, gerekse İnebahtı Savaşı’nda paşalar arasındaki ihtilâfların


Atmeydanı’nda toplanarak, öldürülmesini istedikleri otuz kişinin ismini pâdişâha iletmişlerdir. İsyânın yatıştırılması için bir takım aziller yapılmış ve pek çok yol denenmişse de asker kararından dönmemiştir. Bunun üzerine Dârü’s-saâde Ağa’sı Behram, Kapıağası Bosnalı Ahmed, Raca İbrahim Ağa boğdurulmuş ve maktullerin cesetleri Atmeydanı’ndaki çınar ağacına asılmıştır. Meyvesi insan olan bir ağaç olduğuna inanılan Vakvak’a izâfeten, Vak’a-i Vakvakiye diye meşhûr olmuştur. Bkz.

Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi III / I, s. 293-294.

621 Uzunçarşılı, a.g.e., s. 339.

622 Kâtip Çelebi, a.g.e., s. 9.

623 Kâtip Çelebi, a.g.e., s. 201.


 

 

 

 

aktarıldığı kısımlarda görülmektedir. Kâtip Çelebi, her ne sebeple yapılmış olursa olsun, hatalar üzerinde durmayı uygun görmüştür. Malta’da Saint Elmo kalesi sebebiyle yaşanan ihtilâf sırasında Piyâle Paşa, “Turgutça gibi bir deniz eri”624 olduğu hâlde Turgut Reis’in görüşüne meyletmemiş olması sebebiyle eleştirilirken, İnebahtı’daki Müezzinzâde Ali Paşa’nın esâsen “yarar ve gayretli”625 olduğu ancak deniz savaşları hakkında yeterli tecrübeye sâhip olmaması sebebiyle, Uluç Ali Paşa’yı dinlemek yerine, tehditkâr fermânda buyrulanlara uymayı seçtiği vurgulanmıştır. Müellif, Saint Elmo’da yaşananlar karşısında, hakkında kimi târihlerde “Malta Adası’nın her hâlini çok iyi bilir, sakın onun dediğinden aykırı gidilmeye”626 yazılı olduğunu belirttiği Turgut Reis’in görüşünün haklılığına katılmakla berâber, bahsi geçen paşanın Malta’daki hizmetine geciktiğini ve o gelinceye kadar diğer paşaların kendi görüşleri üzerine bir karara varmak durumunda kaldıklarını bir detay olarak vermiş olması da dikkatten kaçmamıştır. İnebahtı Savaşı esnâsında Ali Paşa ve Pertev Paşa’nın düştüğü durumu görüp, tecrübesinin verdiği öngörüyle tedbir almakta gecikmeyen Uluç Ali Paşa ise net ifâdelerle desteklenmiş, “Bozgun olup umut kesildikte ister istemez bir tarafa çıkmak da hünerdir. Bütün askerin kırılmasından bir serdârın alınması zararı artuktur”627 çıkarımına varılmıştır.

Kaleme aldığı zafer ve yenilgilerin bazısının sonuna kıssadan hisseler eklemiş olan Kâtip Çelebi, geçmişte yaşanmış hâdiselerin bugün ve gelecek açısından değer taşıdığına inanmış ve târihi, bir ilim olarak kabûl ettiğini ifâde etmiştir. Malta Muhâsarası’nın kıssadan hisse kısmında, târihin sadece masaldan ibâret görülmesini eleştirerek, geçmiş tecrübelerin ehemmiyeti üzerinde durmuştur. Kâtip Çelebi’ye göre, “Bir işi alınyazısına havâle, yoluyla sebebe yapışup çalıştıktan sonra ele girmediği zaman olur, eksik tedbîrle tamâm olmayanı takdîre havâle suç ve kusurdur”628. Buradan da anlaşılabileceği gibi, Kâtip Çelebi hâdiselere gerçekçi gözlerle bakmayı yeğ


624 Kâtip Çelebi, a.g.e., s. 102.

625 Kâtip Çelebi, a.g.e., s. 115.

626 Kâtip Çelebi, a.g.e., s. 101.

627 Kâtip Çelebi, a.g.e., s. 117.

628 Kâtip Çelebi, a.g.e., s. 103.


 

 

 

 

tutmuştur. Bunun bir örneğine, İnebahtı yenilgisinin ardından yeni donanmanın inşâ sürecinden bahsedilmesi esnâsında da rastlanmaktadır. 1572 senesinin baharına kadar, “bir önceki seneyi aratmayacak bir donanma” meydâna getirildiğini kaydetmiş olan müellif, o zamanlara şâhitlik etmiş olan bazı ihtiyâr kaptanların sözlerine de yer vermiştir. Bahsi geçen kaptanlar, daha önce üzerinde durulduğu gibi hem Gelibolulu Mustafa Âlî’nin ve hem de Peçevî’nin aksine, “devletin bazı sayılı adamlarına ve ileri gelenlerine, herkese hâlince gemi salındığından”629 bahsetmişlerdir. Müellif, bu iddianın doğruluk derecesinin hazîne defterlerinden anlaşılabileceğini de eklemiştir.

Eserini, sıkıntıların çözümüne hizmet edecek bir sorumluluk hissederek kaleme almış olan Kâtip Çelebi, hâfızası nisyân ile malûl olan beşere ciddiyet ve gerçekçilik penceresinden, geçmiş yenilgilerin gelecek için nasıl yapıcı bir niteliğe büründürülebileceğini göstermiştir kanaatindeyiz.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


629 Kâtip Çelebi, a.g.e., s. 118.


 

 

 

 

 

 

 


101

 
SONUÇ

 

XVI. yüzyıl Avrupa ve Osmanlı Devleti özelinde dünyânın geneli için, tâbiri câizse hareketli bir dönem olmuştur. Baş döndürücü bir süratle meydâna gelen hâdiseler, bahsi geçen dönemi âdetâ bir panayır havasına büründürmüş, bir önceki yüzyıldan aldığı güçle yeni yüzyılın en azâmetli siyâsî yapısı konumuna gelen Osmanlı Devleti, Kânûnî Sultân Süleyman’la berâber panayır yerinde “ride operator” hüviyetini de elde etmiştir. Avrupa ise o esnâda, Habsburg İmparatorluğu’nun hegemonyası altına girmiş ve dünyâ hâkimiyeti husûsunda Osmanlı Devleti’ne karşı iflâh olmaz bir gayretle mücâdele vermeye başlamıştır. İki büyük gücün en mühim meşrûiyyet dayanağını ise din unsuru teşkîl etmiştir. Bu iki imparatorluğun sonu gelmezcesine ve zamana kör bakarak mücâdelelerini sürdürdüğü sırada, modern dünyânın altyapısını hazırlayacak olan değişikler yaşanmaya başlamıştır.

XVI. yüzyılda yaşanan gelişmelere kadar siyâsî güçler kendi kimliklerini daha ziyâde bağlı bulundukları dinler üzerinden açıklamış ve dünyâ bu bağlamda iki kutuplu bir mâhiyet arz etmiştir. Ortaçağ Avrupasının karanlık zihniyetinde, Hıristiyan Batı’dan Müslüman ve zengin Doğu’ya din kisvesi altında pek çok tacizde bulunulmuş, XIV. yüzyılın sonlarından itibâren Osmanlı Devleti’nin belirgin bir güç olarak Batı’ya doğru önüne geçilmez ilerleyişi, Doğu’yu hayranlıkla karışık korku ve saygı duyulan bir konuma yükseltmiştir. Egzotik Doğu masallarından çıkmışçasına büyüyen bu “Yenilmez Türk”, İslâmiyet’i de kendi bünyesine iliştirmiş hâlde Hıristiyan dünyâsını tehdît etmeye başlamıştır. Avrupa’nın bu büyük güce karşı, hemen hemen XVI. yüzyıl otalarına kadar daha ziyâde din temelinden kalkış alan mücâdelesi, yüzyılın ilk çeyreğinde başlayan Reform hareketi ile bir önceki yüzyılda başlayan coğrafî keşiflerin sağladığı imkânlar ve kazandırdığı vizyonla başlayan teknolojik ve ilmî faaliyetler sâyesinde, daha somut dinamiklere dayandırılmaya başlanmıştır.


 

 

 

 

Osmanlı Devleti için ise siyâsî bağlamda zirve döneminin yaşandığı

XVI. yüzyıl, esâsen dilemmalar çağının başlangıcıdır. Devlet, mükemmelen işlediği düşünülen tüm kurumlarıyla berâber yüzyıla büyüleyici bir gelişimin olası tüm kazanımlarıyla girmiştir ancak etrâfındaki dünyâda da köklü değişiklikler meydâna gelmeye başlamıştır. Devlet iç hâkimiyetini daha ziyâde vâr olan düzeni korumakla sağlarken, bilhassa yüzyılın sonlarına doğru bu sistem zaafiyet göstermeye başlamıştır. XVI. yüzyılla açığa çıkan yenilikler gelişimin, vâr olan düzeni muhâfaza etmek yerine, değişimle kâim kılınmaya başlandığı bir sistem üretmiş, Osmanlı Devleti ise bu sistemi mevcûdiyetine adapte edememiştir. Askerî başarıları giderek yavaşlayan devletin ekonomik bağlamda da zayıflamaya başlamasına paralel olarak etkileri yıkıcı olan toplumsal çözülmelere marûz kalınması, iktisâdî, teknolojik ve ilmî çalışmaların müspet getirileriyle yükselen ve Hıristiyanlık kimliğinden sıyrılarak Avrupalılık bilincini oluşturmaya başlayan Batı dünyâsı karşısında tâbiri câizse eli kolu bağlanmıştır.

XVI. yüzyılı Osmanlı Devleti için dilemmalar çağına dönüştüren en mühim etkenlerden biri de denizlerin önüne geçilmez yükselişi olmuştur. Kuruluş senelerinden itibâren denizlerin sağlayabileceği avantajlar göz ardı edilmemiştir ancak deniz hâkimiyeti, devletin zirve dönemini yaşadığı Kânûnî saltanâtı sırasında bile daha ziyâde II. Mehmed’le belirginleşen cihân hâkimiyeti ideali çerçevesinde değerlendirilmiştir. Eski dünyâ düzenine göre tasarlanmış olan cihân hâkimiyeti fikri XVI. yüzyılla birlikte rasyonelliğini yitirmiş olmasına rağmen devlet bu mefkûreyi, zamana kör bakarak, yeni düzene adapte edememiş ve siyâsî eylemlerini bu eski tasarı üzerinden sürdürmeye devâm etmiştir. Bu düzlem üzerinde kendisine bir yer verilen denizciliği de dolayısıyla gereken önem atfedilememiştir. Devletin Altın Çağı’nı yaşadığı kabûl edilen bir dönemde alınan Malta ve çözülmenin başlangıcı kabûl edilen II. Selim döneminde yaşanan İnebahtı yenilgileri, böyle bir anlayışın doğrudan netîceleridir.

Zirve-çözülme ikileminin yaşandığı bir dönemin bu iki büyük deniz yenilgisi, ne o döneme doğrudan şahâdet etmiş olan Selânikî ile Âlî, ne de


 

 

 

 

Peçevî, Hasan Beyzâde ve Kâtip Çelebi tarafından detaylarıyla görülmüştür. Târihçiler hâdiseleri daha ziyâde gelenekselleşmiş bir şablon üzerinden aktarmayı tercîh ederek, teferruatlı anlatımlardan uzak durmuşlardır. Üslûplarında belirleyici olan en mühim üç unsûrun; devlet ideolojisi, din ve şahsî konum olduğu dikkat çekmektedir. Bu çerçeveden bakılarak kaleme alınan Malta Muhâsarası ve İnebahtı Savaşı’na târihçilerin yaklaşımı aşağıdaki gibi genellenebilir:

·         Sefer gerekçesi: Meşrûiyyet ve ideolojinin savunulması adına daha ziyâde din düşmanlarının İslâm gemilerine saldırması, bunun halk ve devlet ileri gelenlerinde yarattığı üzüntü sebebiyle İslâm’ı temsîl eden pâdişâhın kâfire karşı mücâdele etme azmi ile gazâ ve cihâd hevesi olarak gösterilmiştir.

·         Yenilgi gerekçesi: Belirgin sûrette kişi odaklı yaklaşımlarda bulunulmuş, bu doğrultuda gerek Malta Muhâsarası’nda, gerekse İnebahtı Savaşı’nda paşalar arasındaki ihtilâflara ve bu sebeple yapılan taktik hatalarına geniş yer verilmiştir. Bundan başka târihçilerin çoğu erzak ve haberleşme sıkıntısını, motivasyon eksikliğini, asker ve mühimmat eksikliğini ve donanmanın bakımsızlığını belirtmeden geçmemişlerdir. Ancak bu husûslara yeterli önem atfedilmeyerek kullanılan silahlar, top mevcûdu, zırhlı ve zırhsız asker sayısı gibi mühim noktalarda detay verme gereği duyulmamış olması, var olan gerçekleri yansıtma amacından ziyâde yenilgileri müsbet gerekçelere bağlama kaygısı taşındığı izlenimi uyandırmıştır. Bunun gibi, savaşlara katılan asker mevcûdunun yanı sıra, yenilgilerde uğranılan asker kayıpları da “pek çok, binlerce” gibi muğlak ifâdelerle geçilmiştir. Düşman gücü hakkında da aynı şekilde detaylı bilgilere rastlanmamıştır. Yer yer düşman gemilerinin sayısı zikredilmişse de, düşman askerinin sayısı “askerle dolu gemiler” gibi yine muğlak bir ifâdeyle verilmiş, kuşatılan kaleler hakkındaysa iyi tahkîm edilmiş olmasının hâricinde her hangi bir detay kaydedilmemiştir. En dikkat çekici yenilgi gerekçelerinden biri Âlî tarafından gösterilen, asker eksiğini gidermek amacıyla cebren Osmanlı donanmasında istihdâm edilmek üzere alıkonanlardan “âh alınması” ve


 

 

 

 

Peçevî tarafından gösterilen “zaten fethin nasîpte olmaması sebebiyle pek çok aksaklığın başarısızlığa vesîle” olmuş olmasıdır. Son tahlilde en çok başvurulan yenilgi gerekçesi ise, sefer mevsiminin geçmesidir.

·     Kişi odaklı yaklaşım: Hâdiselerin yaşandığı döneme şahâdet etmiş olan târihçilerin, bu ihtilâflardan bahsederken, şahsî hayatlarında yakınlıklıkları bulunan isimleri korumak gibi bir görev benimsemiş oldukları müşâhade edilmiş, hatta kimi zaman yenilgiler ve sebepleri bile şahısların gölgesinde bırakılmıştır.

·         Savunma mekanizmaları:

        Alınan beklenmedik yenilgilerin etkisiyle yer yer düşman askeri, komutanı ya da rüşvet vererek donanmadan ayrılmak ve savaştan kaçmak sûretiyle yenilgiye sebep olduğu düşünülen Osmanlı askeri kötülenmiş ya da küçümsenmiştir.

        Bir şahsı savunmak adına yenilginin sorumluluğu bir başka isme ya da sebebe mâl edilebilmiştir.

        Pâdişâha ya da üst kademedeki her hangi bir devlet adamına yöneltilemeyen öfke, dil uzatılabilecek bir başkasına yöneltilebilmiştir.

        Yenilgilerin ağırlığını hafifletmek ya da onu rasyonel bir sebebe bağlamak isteyen Selânikî ya da Âlî gibi târih yazarları, rüzgârın düşmandan yana olduğu, Osmanlı askerinin düşük motivasyonla savaştığı ya da yenilgi sonrası alınan tedbirlerle eski başarıları aratmayacak başarılar elde edildiği gibi gerçeklik payı olabilecek gerekçeleri öne çıkarma eğilimi göstermişlerdir.

·         Yenilgiler sonrası yaşananlar: Çalışmamıza dâhil edilen târihçiler tarafından en fazla göz ardı edilen husûslardan birisi, yenilgilerin ardından yaşanan gelişmelerdir. Bilhassa yenilgilerin yaşandığı döneme şahâdet etmiş târihçiler olan Selânikî ve Âlî bile bu husûsta son derece yetersiz kalmışlardır. Selânikî, yenilgi sonrası yaşananlardan yeni donanmanın kısa sürede inşâ edilmesinden gururla bahsetmekle yetinmişken Âlî biraz daha cömert davranarak yenilgi dolayısıyla büyük bir şaşkınlık yaşayan Müslüman halkın


 

 

 

 

gam ve kedere düştüğünü, Osmanlı donanmasından düşman eline geçen parçaların çeşitli Avrupa şehirlerinde sergilendiğini kısaca belirttikten sonra, mühimme kayıtlarının aksine, tıpkı Peçevî gibi kimseye muhtaç olunmadan altı ayda yeni bir donanma inşâ edildiğinin altını çizmiştir.

·     Gözardı edilen mühim detaylar: Çalışmamıza dâhil edilen Kâtip Çelebi hâricindeki târihçiler, Malta ve İnebahtı yenilgilerine, deniz savaşı penceresinden bakmamışlardır. Daha önce bahsedildiği gibi, XVI. yüzyılın ikinci yarısında Avrupalı devletler denizcilik alanında hızlı bir ilerleme kaydetmeye başlamışlar ve bu doğrultuda hem donanmaları modernize edilmiş, hem kaleler yeni yöntemlerle tahkîm edilmiş, hem de ateşli silah kullanımını artırmışlardır. Osmanlı donanmasında ise ateşli silah kullanan asker sayısının kısıtlı olmasından başka, askerlerin çoğu zırhtan bile yoksundur. Bu detayları göz önünde bulundurmayan târih yazıcıları kimi zaman Osmanlı askerini acımasızca eleştirebilmişlerdir. Bundan başka, Avrupa donanmasına kıyasla zaten demode kalmış olan Osmanlı donanması, yenilgiler sonrasında bir de tecrübeli denizcilerini kaybetmiştir. Hatırlanacağı gibi bu husûs, Avrupalı uzmanlar tarafından fark edilmiş ve İnebahtı sonrasında Osmanlı Devleti’nin donanmayı toparlayabilme ihtimâline karşın kaybedilen denizcilerin telâfî edilemeyeceği görüşünde mutâbık kalmışlardır. Oysa târih yazarları hem bu husûsu atladıkları gibi, hem de yeni donanmanın asker ihtiyâcının ne sûrette giderildiği hakkında tatmîn edici bilgiler vermemişlerdir.

Son söz olarak denebilir ki; Osmanlı târih yazarları eserlerini bir gelenek üzere kaleme almayı tercîh etmişlerdir. Söz konusu devletin şahsını ilgilendiren yenilgiler olduğunda dahî bu gelenekçilik korunmuş, genel manzaranın eski ahenginin muhâfazasına itinâ gösterilmiştir. Bunda daha ziyâde, devlet bünyesinde edindikleri konumların ya da ulaşmayı ümit ettikleri makamların da etkisi olmuştur. Osmanlı geçiş dönemine doğrudan şâhit olmuş olan Selânikî ve Âlî’nin, yenilgileri ele alırken kullandıkları üslûp göz önünde bulundurularak, hâlen Osmanlı Devleti’nin “ride operator” olduğu zamanların etkisi altında oldukları fark edilmektedir. Malta Muhâsarası ve


 

 

 

 

İnebahtı Savaşı’nda alınan yenilgilerden dolayı büyük bir hüsrân ve şaşkınlık yaşanmış ancak istisnâî bir durum olarak telakkî edilerek, devlete duyulan/duyulması gereken güven vurgulanmıştır. Bu hâliyle, geçmiş başarısızlıkları şimdiki zaman ve gelecek adına yapıcı kılmak amacı taşımış olması hasebiyle Kâtip Çelebi hâricindeki târihçilerin üslûplarında, daha ziyâde “şimdiki zaman” kaygısının hâkim olduğu söylenebilir.

Târih ilmi, ideal olduğu varsayılanı kurgulamak ve bu uğurda manipülasyona marûz bırakılmak yerine, ideal olana ulaşabilmek amacıyla yapıcı bir hedefle gerçeğin peşine düşülmesi hâlinde değer kazanacaktır. Bunun için, içinde yaşanılan dünyânın genel gidişâtının farkında olmak ve hangi amaca ne için hizmet edildiğini anlamak zarûrîdir. İlgili dönem hakkında kapsamlı bir inceleme yapılmasının ardından, şahıslar ve eserlerinin mercek altına alınarak, devâm eden senelerde, giderek küçülen dünyâda beliren toplumsal, teknolojik, siyâsî, iktisâdî ve ahlâkî değişimlerle bağlantılı olarak bir netîceye varılması, yapıcı târihçilik adına daha sağlıklı olacaktır.


 

 

 

 

KAYNAKLAR NEŞREDİLMİŞ OSMANLI KRONİKLERİ

ÂŞIKPAŞAZÂDE, Âşıkpaşaoğlu Tarihi, haz. Atsız, İstanbul, MEB Yay., 1992.

HASAN BEY-ZÂDE AHMED PAŞA, Hasan Bey-zâde Târîhi I: Tahlil- Kaynak Tenkidi, Haz. Şevki Nezihi Aykut, Ankara, TTK, 2004.

HASAN BEY-ZÂDE AHMED PAŞA, Hasan Bey-zâde Târihi II: Metin (926- 1003 / 1520-1595), Haz. Şevki Nezihi Aykut, Ankara, TTK, 2004.

HOCA SADETTİN EFENDİ, Tacü’t-Tevarih I, Haz. İsmet Parmaksızoğlu, Ankara, Kültür Bakanlığı Yay., 4. Baskı, 1999.

HOCA SADETTİN EFENDİ, Tacü’t-Tevarih IV, Haz. İsmet Parmaksızoğlu, Ankara, Kültür Bakanlığı Yay., 3. Baskı, 1999.

KÂTİP ÇELEBİ, Deniz Savaşları Hakkında Büyüklere Armağan – Tuhfetü’l-Kibâr Fî Esfâri’l-Bihâr, Haz. Seda Çakmakcıoğlu, Çetin Sarı, İstanbul, Kabalcı Yayınevi, 2007.

KRİTOVULOS, İstanbul’un Fethi, Çev. Karolidi, İstanbul, Kaknüs, 2005.

 

PEÇEVÎ İBRAHİM EFENDİ, Peçevî Tarihi I, haz. Bekir Sıtkı Baykal, Ankara, Kültür Bakanlığı, 3. Baskı, 1999.

PEÇEVÎ İBRAHİM EFENDİ, Peçevî Tarihi I, Haz. Bekir Sıtkı Baykal, Ankara, Kültür Bakanlığı, 1992.

SELÂNİKÎ MUSTAFA EFENDİ, Tarih-i Selânikî I, haz. Mehmet İpşirli, Ankara, TTK, 1999.

SELÂNİKÎ MUSTAFA EFENDİ, Tarih-i Selânikî II, haz. Mehmet İpşirli, Ankara, TTK, 1999.


 

 

 

 

SOLAKZÂDE MEHMED HEMDEMÎ, Solak-zâde Tarihi, haz. Vahid Çabuk, Ankara, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1989.

ZEKERİYYAZÂDE, Ferah (Cerbe Fetihnâmesi), Haz. Orhan Şaik Gökyay, Ankara, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1988.

NEŞREDİLMİŞ ARŞİV BELGELERİ

 

Başbakanlık Osmanlı Arşivi, 5 Numaralı Mühimme Defteri (973/1565-1566): Özet ve İndeks , O.A.D.B. Yayınları, Ankara, 1994.

Başbakanlık Osmanlı Arşivi, 6 Numaralı Mühimme Defteri (972/1564-1565): Özet-Transkripsiyon ve İndeks I, O.A.D.B. Yayınları, Ankara, 1995.

Başbakanlık Osmanlı Arşivi, 6 Numaralı Mühimme Defteri (972/1564-1565): Özet-Transkripsiyon ve İndeks II, O.A.D.B. Yayınları, Ankara, 1995.

Başbakanlık Osmanlı Arşivi, 12 Numaralı Mühimme Defteri (978-979/1570- 1572): Özet-Transkripsiyon ve İndeks I, O.A.D.B. Yayınları, Ankara, 1996.

Başbakanlık Osmanlı Arşivi, 12 Numaralı Mühimme Defteri (978-979/1570- 1572): Özet-Transkripsiyon ve İndeks II, O.A.D.B. Yayınları, Ankara, 1996.

ARAŞTIRMA İNCELEME ESERLERİ

 

ADALIOĞLU, Hasan Hüseyin; “Osmanlı Tarih Yazıcılığında Tevârih-i Âl-i Osman Geleneği”, Osmanlı, Cilt 8, Ankara, 1999, s. 471-484.

AFYONCU,    Erhan;   “Avrupalılar’ın   Günahlarının   Cezası”,    Osmanlı’nın Hayaleti, İstanbul, Yeditepe, 2005, s. 53-54.

AFYONCU,    Erhan;    Sorularla    Osmanlı     İmparatorluğu    IV,    İstanbul, Yeditepe, 2004.

AFYONCU, Erhan; “Osmanlı’nın Denizlerdeki Gücü: Prof. Dr. İdris Bostan’la Röportaj”, Popüler Tarih, Sayı 60, Ağustos 2005, s. 54-61.


 

 

 

 

AGOSTON, Gabor; “Avrupa’da Osmanlı Savaşları 1453-1826”, Top, Tüfek ve Süngü: Yeniçağda Savaş Sanatı 1453-1815, ed. Jeremy Black, Çev. Yavuz Alogan, İstanbul, Kitap, 2003, s. 128-153.

AGOSTON, Gabor; Guns For The Sultan: Military Power and The Weapons Industry in The Ottoman Empire, Cambridge, Cambridge University Press, 2005.

AKBULUT, Uğur; “Osmanlı Tarih Yazıcılarına Göre Tarih ve Tarihçi”, Atatürk Üniversitesi, SBE, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Erzurum, 2006.

AKSUN, Ziya Nur; Osmanlı Tarihi, cilt I, İstanbul, Ötüken, 1994.

 

ARCHER, Christon I., FERRIS, John R., HERWIG, Holger H., TRAVERS,

Timothy H. E.; World History of Warfare, Nebraska, University of Nebraska Press, 2002.

ARCHER, Christon I., FERRIS, John R., HERWIG, Holger H., TRAVERS,

Timothy H. E.; Dünya Savaş Tarihi, çev. Cem Demirkan, İstanbul, Tümzamanlar, 2006.

ARNOLD, David; The Age of Discovery 1400-1600, New York, Routledge,

2. Baskı, 2002.

 

ATSIZ, Yağmur; Cervantes: İnebahtı’nın Tek Kollusu, İstanbul, Boyut, 1997.

BABINGER, Franz; Osmanlı Tarih Yazarları ve Eserleri, Çev. Prof. Dr. Coşkun Üçok, Ankara, Kültür Bakanlığı Yayınları, 3. baskı, 2000.

BARTON, Edwarde, PEARS, Edwin; “The Spanish Armada and the Ottoman Porte”, The English Historical Review, Cilt 8, Sayı 31, Temmuz 1893, s. 439-466.


 

 

 

 

BAUMER, Franklin L.; “England, The Turk and The Common Corps of Christendom”, The American Historical Review, cilt 50, Sayı 1, Ekim 1944,

s. 26-48.

 

BAYRAKDAR, Mehmet; Bitlisli İdris (İdris-i Bitlisî), Ankara, Kültür Bakanlığı Yay., 1991.

BELACHEMI, Jean-Louis; Barbaros Kardeşler, çev. Nihan Önol, İstanbul, Milliyet Yayınları, 1995.

BLOUET, Brian W.; “The Impact of Armed Conflict on the Rural Settlement Pattern of Malta (A.D. 1400-1800)”, Transactions of the Institute of British Geographers, New Series, Cilt 3, Sayı 3, Settlement and Conflict in the Mediterranean World, 1978, s. 367-380.

BONAVITA, Helen Vella; “Key to Christendom: The 1565 Siege of Malta, Its Histories and Their Use in Reformation Polemic”, The Sixteenth Century Journal, Cilt 33, Sayı 4, Kış 2002, s. 1021-1043.

BOSTAN, İdris; “Simancas Arşivi’ndeki Osmanlı-Belgelerle Kanuni’nin Akdeniz Politikası”, Toplumsal Tarih, Sayı 137, Mayıs 2005, s. 84-90.

BOSTAN, İdris; Osmanlılar ve Deniz: Deniz Politikaları, Teşkilat, Gemiler,

İstanbul, Küre Yayınları, 2007.

 

BOSTAN, İdris; “Beylikten İmparatorluğa Osmanlı Denizciliği”, Osmanlı Denizciliği: Beylikten İmparatorluğa, İstanbul, Kitap, 3. Baskı, 2008, s. 13- 31.

BOSTAN, İdris; “İnebahtı Deniz Savaşı”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, Cilt 22, İstanbul, Ali Rıza Baskan Güzel Sanatlar Matbaası A.Ş., 2000, s. 287-289.


 

 

 

 

BOSTAN, İdris; “Malta”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, Cilt 27, İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı Yayın Matbaacılık ve Ticaret İşletmesi, Ankara, 2003, s. 538-542.

BOVER, August; “Conflict and Culture in the Mediterranean: Catalonia and the Battle of Lepanto (1571), Mediterranean World, Sayı 17, Tokyo, The Mediterranean Studies Group Hitotsubashi University, 2004, s. 65-70.

BRAUDEL, Fernand; The Mediterranean and the MediterraneanWorld in the Age of Philip II, Cilt II, Berkeley, University of California Press, 1996.

BRAUDEL, Fernand; “Akdeniz: Sonuç”, Tarih ve Tarihçi: Annales Okulu

İzinde, haz. Ali Boratav, İstanbul, Kırmızı, 2007, s. 173-185.

 

BRUMMETT, Palmira; “The Overrated Adversary: Rhodes and Ottoman Naval Power”, The Historical Journal, cilt 36, Sayı 3, Cambridge, Cambridge University Press, 1993, s. 517-541.

BRUMMETT, Palmira; Ottoman Seapower and Levantine Diplomacy in The Age of Discovery, Albany, State University Press, 1994.

BUSBECQ, Ogier Ghislain de; Türk Mektupları, Çev. Derin Türkömer, Doğan Kitap, İstanbul, 2005.

BÜLBÜL, Zekeriya; Osmanlı Müesseseleri ve Medeniyeti Tarihi, Ankara, Nobel, 2. Baskı, 2000.

CASSAR, Carmel; “Malta Kuşatması Hakkında 1565’te Yazılmış Bir Şiir: O Melita Infelix”, çev. Akif Erdoğru, Tarihin İçinden – Doğumunun 65. Yılında Prof. Dr. Ahmet Özgiray’a Armağan, ed. Akif Erdoğru, İstanbul, IQ Yayıncılık, 2006, s. 107-115.

CASSAR, P.; “1565 Malta Kuşatmasının Psikolojik ve Tıbbî Yönleri I-II”, çev. Akif Erdoğru, Tarihin İçinden Doğumunun 65. Yılında Prof. Dr. Ahmet


 

 

 

 

Özgiray’a Armağan, ed. Akif Erdoğru, İstanbul, IQ Yayıncılık, 2006, s. 116- 156.

CLARK, Harry; “The Publication of the Koran in Latin Reformation Dilemma”,

The Sixteenth Century Journal, Cilt 15, Sayı 1, Bahar 1984, s. 3-12.

 

CLOT, André; Muhteşem Süleyman: Osmanlı’nın Altın Çağı, Çev. Turhan Ilgaz, İstanbul, Epsilon, 5. Baskı, 2005.

COŞAN, Leyla; Tanrım bizi Türklerden Koru: 16. Yüzyılda Almanların Türklerden Korunmak İçin Yazdığı Dualar, İstanbul, Yeditepe, 2009.

ÇERÇİ, Faris; Gelibolulu Mustafa Âlî ve Künhü’l-Ahbâr’ında II. Selim, III. Murat ve III. Mehmet Devirleri, Kayseri, Erciyes Üniversitesi Yayınları, 2000.

DEVELLİOĞLU, Ferit; Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Ankara, Aydın Kitabevi, 19. Baskı, 2002.

DeVRIES, Kelly; “The Lack of a Western European Military Response to the Ottoman Invasions of Eastern Europe from Nicopolis (1396) to Mohacs (1526)”, The Journal of Military History, Cilt 63, Sayı 3, Temmuz 1999, s.

539-559.

 

EMİR, Ali Haydar; Kılıç Ali ve Lepanto: Lepanto Deniz Muharebesinin Üçyüz Altmışıncı Yıl Dönümü Dolayısile ve Resmi Vesikalara Göre Yazılmıştır – 322 Numaralı Deniz Mecmuasının Tarih Kısmı İlâvesi, İstanbul, Deniz Matbaası, 1931.

ERAVCI, H. Mustafa; “Gelibolulu Mustafa Âlî’nin ‘Nushatü’s-Selâtînde 1578- 1579 Trans-Kafkas Seferine Dair Eleştirileri ve Bunların Tarihi Önemi”, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 3, Sayı 1, 2001, s. 31-

40.


 

 

 

 

FAROQHI, Suraiya; Osmanlı İmparatorluğu ve Etrafındaki Dünya, çev. Ayşe Berktay, İstanbul, Kitap Yayınevi, 2007.

FINKEL, Caroline; “Suleiman”, The Reader’s Companion to Military History, ed. Robert Cowley vd., New York, Houghton Mifflin Company, 2001.

FINKEL, Caroline; “Battle of Mohacs”, "The Reader’s Companion to Military History, ed. Robert Cowley, Geoffrey Parker, New York, Houghton Mifflin Company, 2001.

FLEISCHER, Cornell H.; Tarihçi Mustafa Âli: Bir Osmanlı Aydın ve Bürokratı, çev. Ayla Ortaç, İstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 3. Baskı, 2009.

GENÇ, Mehmet; “İdeal ‘Osmanlı’ Yok: Açıkoturum”, Cogito: Osmanlılar Özel Sayısı, sayı 19, İstanbul, YKY, Yaz 1999, s. 232-258.

GOFFMAN, Daniel; Osmanlı Dünyası ve Avrupa 1300-1700, İstanbul, Kitap Yayınevi, 2. Baskı, 2008.

GÖLLNER, Carl; “XVI. Yüzyılda Avrupa’da Türklere Dair Matbuat”, Çev. Doğan Gün, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tarih Araştırmaları Dergisi, Cilt 23, Sayı 36, 2004, s. 263-267.

GÖLLNER, Carl; “İstanbul’un Düşüşünden Sonra Haçlı Seferi Planları”, çev. Doğan Gün, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü Araştırmaları Dergisi, Cilt 22, Sayı 35, t.y., s. 251-257.

GÖYÜNÇ, Nejat; “Osmanlı Devleti Hakkında: Kuruluşunun 700. Yılı Münasebetiyle”, Cogito: Osmanlılar Özel Sayısı, Sayı 19, İstanbul, YKY, Yaz 1999, s. 86-92.

GÖYÜNÇ, Nejat; “16. Yüzyılda Avrupa’da Türklerle İlgili Yayınlar”, Cogito: Osmanlılar Özel Sayısı, Sayı 19, İstanbul, YKY, Yaz 1999, s. 313-319.


 

 

 

 

GUILMARTIN, John F.; “Ideology and Conflict: The Wars of the Ottoman Empire 1453-1606”, Journal of Interdisciplinary History, Cilt 18, Sayı 4, Bahar 1988, s.721-747.

HAMMER, J. Von; Osmanlı İmparatorluğu Tarihi I-II, İstanbul, İlgi Kültür Sanat, 2007.

HAMPTON, Timothy; “Turkish Dogs: Rabelais, Erasmus and the Rhetoric of Alterity”, Representations, Sayı 41, Kış 1993, s. 58-82.

HARDING, Richard; “Deniz Savaşları 1453-1815”, çev. Yavuz Alogan, Top, Tüfek ve Süngü-Yeniçağda Savaş Sanatı 1453-1815, Çev. Yavuz Alogan, İstanbul, Kitap Yayınevi, 2003, s. 104-127.

HESS, Andrew C.; “The Ottoman Conquest of Egypt (1517) and the Beginning of the Sixteenth-Century World War”, International Journal of Middle East Studies, Cilt 4, Sayı 1, Ocak 1973, s. 55-76.

HESS, Andrew C.; “The Evolution of Ottoman Seaborne Empire in the Age of the Oceanic Discoveries, 1453-1525”, The American Historical Review, Cilt 75, Sayı 7, Aralık 1970, s. 1892-1919.

HESS, Andrew C.; “The Battle of Lepanto and Its Place in Mediterranean History”, Past and Present, Sayı 57, Kasım 1972, s. 53-73.

HOURANI, Albert; “Modern Ortadoğu’nun Osmanlı Geçmişi”, Osmanlı ve Dünya: Osmanlı Devleti ve Dünya Tarihindeki Yeri, Haz. Kemal Karpat, Çev. Mustafa Armağan vd., İstanbul, Ufuk Kitap, 5. Baskı, 2006, s. 93-117.

IMBER, Colin; Osmanlı İmparatorluğu 1300-1650, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2006.

IMBER, Colin; “İlk Dönem Osmanlı Tarihinin Kaynakları”, Söğüt’ten İstanbul’a: Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu Üzerine Tartışmalar, haz. Oktay Özel, Mehmet Öz, Ankara, İmge, 2. Baskı, 2005, s. 39-71.


 

 

 

 

İNALCIK, Halil; Devlet-i ‘Aliyye: Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar I, İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2009.

İNALCIK, Halil; Fatih Devri Üzerine Tetkikler ve Vesîkalar, Ankara, TTK, 1995.

İNALCIK, Halil; Osmanlı İmparatorluğu Klâsik Çağ (1300-1600), çev. Ruşen Sezer, İstanbul, YKY, 4. Baskı, 2004.

İNALCIK, Halil; “Osmanlı Tarihi Üzerine Kamuoyunu İlgilendiren Bazı Sorular”, Doğu Batı: Makaleler I, Ankara, Doğu Batı Yayınları, 2005, 197- 211.

İNALCIK, Halil; “Türkiye ve Avrupa:Dün Bugün”, Doğu Batı: Makaleler I, Ankara, Doğu Batı Yayınları, 2005, s. 215-240.

İNALCIK, Halil; “Türk Korkusu”, Doğu Batı: Makaleler II, Ankara, Doğu Batı Yayınları, 2008, s. 246-260.

İNALCIK, Halil; Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi: 1300-1600, I. cilt, ed. Halil İnalcık, Donald Quataert, Çev. Halil Berktay, İstanbul, Eren, 2. baskı, 2004.

İNALCIK, Halil; “Osmanlı-Rus Rekabetinin Menşei ve Don-Volga Kanal Teşebbüsü (1569)”, Belleten, Cilt XIII, Sayı 46, Ankara, 1948, s. 349-402.

İNALCIK, Halil; “Batı Anadolu’da Gâzî Beylikler, Bizans ve Haçlılar”, Osmanlılar: Fütûhat, İmparatorluk, Avrupa ile İlişkiler, İstanbul, Timaş, 2010, s. 11-47.

İNALCIK, Halil; “The Question of the Black Sea under the Ottomans”,

Archeion Pontou, 1979, s. 74-89.

 

İNAN, Kenan; “Sade Nesirden Süslü Nesire: Fatih’in Tarihçisi Tursun Bey ve Tarih Yazma Tarzı”, Osmanlı, Cilt 8, Ankara, 1999, s. 293-300.


 

 

 

 

İNCİ, Tevfik; “Lepanto ve Uluç Ali Paşa”, Resimli Tarih Mecmuası, Cilt 3, Sayı 38, İstanbul, Nisan 1952, s. 1389-1391.

İPŞİRLİ, Mehmet; “Osmanlı Tarih Yazıcılığı”, Osmanlı, Cilt 8, Ankara, 1999,

s. 247-256.

 

JONES, W. R.; “The Image of the Barbarian in Medieval Europe”, Comparative Studies in Society and History, Cilt 13, Sayı 4, Ekim 1971, 376-407.

JORDAN, Jenny; “Imagined Lepanto: Turks, Mapbooks, Intrigue and Spectacular in the Sixteenth Century Construction of 1571”, PhD Dissertation of UCLA, 2004.

KABASAKAL, Hüseyin; Kıbrıs’ın Fethi (1570-1571) – Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Türk Asker Büyükleri ve Zaferleri Serisi, Ankara, Günkur, 1986.

KAFADAR, Cemal; İki Cihan Âresinde – Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu, Çev. Ceren Çıkın, Yay. Haz. Mehmet Öz, Ankara, Birleşik, 2010.

KARPAT, Kemal H.; “Türkçe Çeviriye Önsöz”, Osmanlı ve Dünya: Osmanlı Devleti ve Dünya Tarihindeki Yeri, Haz. Kemal Karpat, Çev. Mustafa Armağan vd., İstanbul, Ufuk Kitap, 5. Baskı, 2006, s. 9-14.

KARPAT, Kemal H.; “Giriş”, Osmanlı ve Dünya: Osmanlı Devleti ve Dünya Tarihindeki Yeri, Haz. Kemal Karpat, Çev. Mustafa Armağan vd., İstanbul, Ufuk Kitap, 5. Baskı, 2006, s. 15-31.

KINROSS, Lord; Osmanlı: İmparatorluğun Yükselişi ve Çöküşü, çev. Meral Gaspıralı, İstanbul, Altın Kitaplar, 3. Baskı, 2009.

KISBY, Fiona; Music and Musicians in Renaissance Cities and Towns, Cambridge, Cambridge University Press, 2. Baskı, 2002.


 

 

 

 

KONSTAM, Angus; Lepanto 1571: The Greatest Naval Battle of the Renaissance, Oxford, Osprey Publishing, 2003.

KUMRULAR, Özlem; “Köpekler ve Domuzlar Savaşında Kanuni’nin Batı Siyasetinin Bir İzdüşümü Olarak Türk İmajı”, Dünyada Türk İmgesi, İstanbul, Kitap Yayınevi, 2. Baskı, 2008, s. 109-125.

KUNT, Metin; “Süleyman Dönemine Kadar Devlet ve Sultan: Uç Beyliğinden Dünya İmparatorluğuna”, Kanuni ve Çağı: Yeniçağda Osmanlı Dünyası, ed. Metin Kunt vd., Çev. Sermet Yalçın, İstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2002, s. 4-29.

LABIB, Subhi; “The Era of Suleyman the Magnificent: Crisis of Orientation”,

International Journal of Middle East Studies, cilt 10, Sayı 4, Kasım 1979,

s. 435-451.

 

LAMARTINE, Alphonse de; Osmanlı Tarihi, çev. Serhat Bayram, İstanbul, Kapı Yayınları, 2008.

LANZA, Fernando Fernandez; “Habsburg-Osmanlı Rekabeti Bağlamında 16. Yüzyılda İspanya’da Türk İmajı”, çev. Kıvanç Ulusoy, Dünyada Türk İmgesi, İstanbul, Kitap Yayınevi, 2. Baskı, 2008, s. 87-107.

LEKESİZ, M. Hulusi; “XVI. Yüzyıl Osmanlı Düzenindeki Değişimin Tasfiyeci (Prütanist) Bir Eleştirisi: Birgivî Mehmed Efendi ve Fikirleri”, Hacettepe Üniversitesi, SBE, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Ankara, 1997.

MAKDISI, Ussama; “Ottoman Orientalism”, The American Historical Review, Cilt 107, Sayı 3, Haziran 2002, s.768-796.

MANTRAN, Robert; XVI-XVIII. Yüzyıllarda Osmanlı İmparatorluğu, Çev. Mehmet Ali Kılıçbay, Ankara, İmge, 1995.


 

 

 

 

McNEILL, William H.; “Dünya Tarihinde Osmanlı İmparatorluğu”, Osmanlı ve Dünya: Osmanlı Devleti ve Dünya Tarihindeki Yeri, Haz. Kemal Karpat, İstanbul, Ufuk Kitap, 5. Baskı, 2006, s. 57-78.

MENAGE, Victor L.; “Osmanlı Tariyazıcılığının İlk Dönemleri”, Söğüt’ten İstanbul’a: Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu Üzerine Tartışmalar, haz. Oktay Özel, Mehmet Öz, Ankara, İmge, 2. Baskı, 2005, s. 73-91.

MITCHELL, Nathan D.; The Mystery of the Rosary: Marian Devotion and Reinvention of Catholicism, New York, NY University Press, 2009.

MURPHEY, Rhoads; Osmanlı’da Ordu ve Savaş 1500-1700, çev. M. Tanju Akad, İstanbul, Homer, 2007.

NOSTRADAMUS, The Complete Prophecies of Nostradamus, ed. Ned Halley, Wordsworth Editions Ltd., 1999.

O’BRIEN, Patrick Karl; Atlas of World History: Concise Edition, NY, Oxfor University Press, 2002.

ORGUN, Zarif; “Selim II.nin Kapudan-ı Derya Kılıç Ali Paşa’ya Emirleri”, Tarih Vesikaları, İkinci Cilt On birinci Sayıdan Ayrı Basım, Maarif Matbaası, 1943, s. 1-9.

ORLIN, Lena Cowen; Center or Margin: Revisions of the English Renaissance in Honor of Leeds Barroll, Cranbury, Rosement Publishing & Printing Corp., 2006.

ORTAYLI, İlber; “Fatih Sultan Mehmed ve Otranto Seferi”, Üç Kıtada Osmanlılar, İstanbul, Timaş, 2007, s. 17-23.

ORTAYLI, İlber; Tarihimiz ve Biz, İstanbul, Timaş, 3. Baskı, 2008. ORTAYLI, İlber; Tarih Yazıcılık Üzerine, Ankara, Cedit Neşriyat, 2009.


 

 

 

 

ÖNALP, Ertuğrul; “Cervantes’in Türklere Esir Düşmesi ve Esaretinin Eserlerine Yansıması”, OTAM, Sayı 3, 1990, s. 297-321.

ÖZTUNA, Yılmaz; Kanuni Sultan Süleyman, İstanbul, Babıali Kültür Yayıncılığı, 2. Baskı, 2008.

ÖZTUNA, Yılmaz; Osmanlı Devleti Tarihi I: Siyasî Tarih, İstanbul, Ötüken, 2006.

ÖZTUNA, Yılmaz; Tarih Sohbetleri I, İstanbul, Ötüken Neşriyat, 1998.

 

PAGDEN, Anthony; Worlds at War: The 2500-year Struggle Between East and West, New York, Oxford University Press, 2008.

PHILPOTT, Daniel; “The Religious Roots of Modern International Relations”,

World Politics, Cilt 52, Sayı 2, Ocak 2000, s. 206-245.

 

ROTHMAN, Tony; “The Great Siege of Malta”, History Today, Cilt 57, Sayı 1, Ocak 2007, s. 12-19.

SATTERFIELD, George; “Suleyman”, Berkshire Encyclopedia of World History, Cilt IV, ed. William H. McNeill, Massachusetts, Berkshire Publishing Group, 2005.

SCHWOEBEL, Robert; “Coexistence, Conversion and the Crusade Against the Turks”, Studies in Renaissance, Sayı 12, 1965, s. 164-187.

SERVAINTE, Alain; “Batılıların Gözünde Türk İmajının Geçirdiği Değişimler”,

Dünyada Türk İmgesi, İstanbul, Kitap Yayınevi, 2. Baskı, 2008, s. 27-85.

 

SICKER, Martin; Islamic World in Ascendency: From the Arab Conquests to the Siege of Vienna, Connecticut, Greenwood Publishing Group, 2000.


 

 

 

 

SMITH, Andrea L.; Colonial Memory and Postcolonial Europe – Maltese Settlers in Algeria and France, Bloomington, Indiana University Press, 2006.

SOLA, Emilio; “Cervantes Döneminde Magripli, Mürtet ve İspanyol Gizli Ajanları”, Çev. Paulino Toledo, OTAM, Sayı 4, Ankara, Ocak 1993, s. 687- 695.

SOUCEK, Svat; “İnebahtı Savaşı (1571) Hakkında Bazı Mülâhazalar”, Tarih Enstitüsü Dergisi, Sayı 4-5, İstanbul, 1974, s. 35-48.

TABAKOĞLU, Hüseyin Serdar; “The Reestablishment of Ottoman-Spanish Relations in 1782”, Turkish Studies, Sayı 2/3, Yaz 2007, s. 496-524.

TİMUR, Taner; Osmanlı Kimliği, Ankara, İmge, 4. Baskı, 2000.

TİMUR, Taner; Osmanlı Toplumsal Düzeni, 4. Baskı, Ankara, İmge, 2001. TOYNBEE, Arnold J.; “Osmanlı İmparatorluğu’nun Dünya Tarihindeki Yeri”,

Osmanlı ve Dünya: Osmanlı Devleti ve Dünya Tarihindeki Yeri, Haz. Kemal Karpat, Çev. Mustafa Armağan vd., İstanbul, Ufuk Kitap, 5. Baskı, 2006, s. 33-49.

TRISCHITTA, Marcello Maria Marrocco; The Knights of Malta – A Legend Towards the Future, Roma, Association of the Italian Knights of the Sovereign Military Order of Malta, 2000.

TURAN, Namık Sinan; “Kanuni’nin Macaristan Siyâseti: Macaristan’da Osmanlı Kültüründen İzler”, Toplumsal Tarih, Sayı 138, Haziran 2005, s.46- 53.

TURAN, Şerafettin; Rodos’un Zaptından Malta Muhasarasına – Kanunî Armağanı 1970’den ayrıbasım, Ankara, TTK, 1970.

TURAN, Osman; İstanbul’un Fethinden Önce Yazılmış Tarihî Takvimler, Ankara, TTK, 1984.


 

 

 

 

UNAN, Fahri; “XV ve XVI. Asırlarda İslâm Dünyasında Osmanlı Gücü”, Türk Yurdu, 23/190, Ankara, Haziran 2003, s. 37-43.

UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı; Osmanlı Tarihi II – İstanbul’un Fethinden Kanuni Sultan Süleyman’ın Ölümüne Kadar, Ankara, TTK, 2006.

UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı; Osmalı Tarihi III / I. Kısım – II. Selim’in Tahta Çıkışından 1699 Karlofça Andlaşmasına Kadar, Ankara, TTK, 6. Baskı, 2003.

UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı; Osmanlı Devletinin Merkez ve Bahriye Teşkilâtı, Ankara, TTK, 3. Baskı, 1988.

VATIN, Nicolas; “Soylu Misafir Cem Sultan”, Popüler Tarih, Sayı 74, Ekim 2006, s.32-34.

WILLIAMS, Ann; “Akdeniz Çatışması”, Kanuni ve Çağı: Yeniçağda Osmanlı Dünyası, ed. Metin Kunt, Christine Woodhead, Çev. Sermet Yalçın, İstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2002, s. 39-55.

WOODWARD, Geoffrey; “The Ottomans in Europe”, History Review, Sayı 39, Mart 2001, s. 1-4.

YAPP, M. E.; “Europe in the Turkish Mirror”, Past & Present: The Cultural and Political Construction of Europe, Sayı 137, Kasım 1992, s. 134-155.

YILDIRIM, Hikmet; Karşılaştırmalı Kronolojik Dünya Tarihi, Ankara, Maya Akademi, 2007.

YÜCEL, Yaşar, SEVİM, Ali; “Kanunî Sultan Süleyman Devri”, Türkiye Tarihi II: Osmanlı Dönemi (1300-1566), Ankara, TTK, 1990, s. 259-305.


 

 

 

 

İNTERNET KAYNAKLARI:

 

AKŞİN, Sina; “Batı’da Türk İmgesi”, Mülkiye, cilt 29, Sayı 245, Kış 2004, (Erişim)http://www.mulkiyedergi.org/index.php?option=com_rokdownloads&vi ew=file&Itemid=63&id=1020:batida-tuerk-imgesi-sina-akin, 14 Ocak 2010.

HAGEN, Gottfried; “Kâtip Çelebi”, (Erişim) http://www.ottomanhistorians.com, haz. Cemal Kafadar, H. Karateke, Cornell Fleischer, 2009.

MİLLİYET GAZETESİ İNTERNET SİTESİ, (Erişim)

http://www.milliyet.com.tr/italya-da-hacli-seferi- cagrisi/dunya/sondakikaarsiv/03.04.2010/1179629/default.htm?ver=00.

VATİKAN              RESMΠ             İNTERNET              SAYFASI,              (Erişim)

http://www.vatican.va/holy_father/john_paul_ii/angelus/2002/documents/hf_jp

-ii_ang_20020929_en.html

 

YOLALICI,     Emin;    “Türk     Tarihinin    Kaynaklarına    Genel    Bir    Bakış”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi: The Journal of International Social               Research,   cilt   1,   sayı    3,    Bahar   2008,   s.    471-484,    (Erişim) http://www.sosyalarastirmalar.com/cilt1/sayi3/sayi3_pdf/yolalici_memin.pdf, 06 Mayıs 2010.


 

 

 

 

EK I - TÂRİH-İ SELÂNİKÎ’DE MALTA MUHÂSARASI

 

 

Cezîre-i Malta’da vâki’ kal’a-i metîn-i küffâr-ı haksârı almağa niyyet-i âli-himmet ile Donanma-yı Hümâyûn tedârük olunup Serdâr-ı âlî-şân Mustafa Paşa ile Kapudan Piyâle Paşa asâkir-i mansûre ile gitdükleridür.

 

Ve târih-i hicretün dokuz yüz yetmiş ikisinde deryâ seferin iden ehl-i İslâm gemilerinün her-gâh arkurı güzergâhlarına gelen Malta’nun dört pâre kadırgalarına sâbıka Rüstem Paşa karındaşı neheng-i lücce-i deryâ Kapudan Sinan Paşa mevsim ile çıkup bi-inâyeti’llâhi ta’âlâ kuvvet-i kâhire darbet-i şemşîrin gösterüp merdân-ı kâr-zâr ile kırup geçürüp keşân ber-keşân akdarmaların yedüp Âsitân-ı âsumân-nişânda Tersâne-i Âmire’ye sancakları ma’kûs gelüp bağlamışlardı. Nice ruzgâr idi ki rûy-ı deryâdan şerr ü şûrları def’ olmışdı. Ol zamândan berü melâ’in-i hâsirîn kal’a-i metînlerine istihkâm virmekde ve donanmaların arturmakda olup üsâra-i Müslimîn mihnet ile âh u enînde kalmışlar idi.

 

Ve bu esnâda Bostancı-başı barçası tüccâr u hüccâc ile mâl-â-mâl gelürken ceng-i azîm ile üşüp aldukları haberi gelüp şâyî’ olmağla mesâ’ib-i Müslimîne giryân olmaduk kimse kalmadı. Ve ayak-dîvânı olup, vükelâ-i devlet ü saltanat, vüzerâ-i izâm hazretleriyle kal’a-i Malta müzâkere olur, her biri ile söyleşilen re’y-i ber-savâb üzre hazret-i Pâdişâh-ı melâ’ik-sipâh hazretleri sarâya gelüp karâr buyurduklarında Sadrıa’zam Ali Paşa hazretlerine mufassal tezkire-i hümâyûn gönderüp “Tersâne-i Âmire’ye varup Kapudan Piyâle Paşa ile eski korsanları ve rü’esâyı getürdüp âlî dîvân eyleyüp, azîm donanma gemileri tedârükin eylesin” diyü fermân buyurduklarında ve başka bir tezkire-i şerîfelerin dahî Kapudan Piyâle Paşa hazretlerine gönderüp “Seni Donanma-i Hümâyûnumla bu def’a yine gazâya göndermeğe niyyet ü azîmetüm mukarrer ü muhakkardur, fikr ü re’y-i rezîn ile esbâb u âlât-ı mühimmât tedârükinde bezl-i makdûr eyleyüp müstevfâ barut ve yat u yarak getürmekde ikdâm u ihtimâmda dakîka fevt itmeyesin, hâzır u


 

 

 

 

müheyyâ olasın, umarım Allâh ta’âlâ dergâhından a’dâ-i dîn üzerine gâlib ü zâfir olup asker-i İslâm mansûr u muzaffer olalar” diyü buyurmışlardı.

 

Gurre-i şehr-i recebde penç-şenbîh günü Sadrıa’zam Ali Paşa pür- haşmet ü şevket ile Tersaneye gelüp, âli dîvân eyledi. Deryâ fenninde fâ’ik, fenar çeker, kadîmî, mahmiye-i Galata’da ocak-erleri nâmdâr korsanlar ve kurnazlar söz yerinde cevâhir derc eyleyüp söylediler: “Üç yüz pâreden eksik gemiyle çıkılmamak gerektür. Ve kal’ayı döğmeye yigirmi ikişer vakıyye atar yigirmi pâre yarak ve yüz yigirmi pâre kolonborna ve şâhî darbuzen ve beş kıt’a havâ’i top ve yigirmi bin kantar bârût-ı siyâh ve kırk bin aded yuvalak ve onar bin kazma ve kürek ve külünk ve elli pâre barça ve top gemileri ve at gemileri ve asker-i İslâma lâzım olan zâhire, beksimed ve kumanya ve sâ’ir levâzım u mühimmâtda taksîr olunmayup getürülmek gerekdür, istedüğümüz denlü virün yüklenelüm, zahîreden bunalmayalum, virmek Allâh ta’âlânundur” didiler “Eskâl ü ahmâl-i ceng ü cidâl ve harb u kıtâl ne denlü murâd üzre uydurulsa guzât u mücâhidîne ol denlü kuvvet-i kalbdür” diyü söylediler. Her husûsda dikkat u ihtimâm eyleyüp kusûr itmediler. Ez-în-cânib gereği gibi mühimmât u âlât u esbâb görilmekde ve Pâdişâh-ı âlem-penâh hazretleri “Gazâ vü cihâd ecr ü sevâbına tâlib ü râgıb olanlardan ve kapum kullarından yararlık idüp her kimse ki terakkî ve mertebe isterse varsunlar, rızâ-yı hümâyûnum vardur” diyü fermân olınmağla Âsitâne-i sa’âdet kullarından her sınıfdan çok kimse şevk u zevk ile yazılup donanmacı oldılar. Vezîr-i mukarreb-i kâm-gâr Kızıl Ahmedlü Şemsi Paşa karındaşı Mustafa Paşa-yı nâm-dâr hazretleri dahî Serdâr-ı asâkir-i mansûre olmak isteyüp bî-tereddüd “Mahall ü münâsibdür” diyü serdâr ta’yîn buyurılup, inşâe’llâhu ta’âlâ envâ’-ı fütûhât-ı celîleye mukarîn olup, a’dâ-i dîn makhûr u muhakkar ola. Hemîşe leşker-i İslâm mansûr u muzaffer olmak içün âmme-i âlem du’âlar ve senâlar eylediler.

 

Sene-i merkûme şa’bânınun nevrûz-ı Hârezimşâhî şeref-i âfitâbda serdâr-ı zafer-şi’âr ile asâkir-i mansûre bâ-şevket ü haşmet müretteb ü müzeyyen südde-i sa’âdet-medâra gelüp vüzerâ-i izâm hazretleri cümle


 

 

 

 

erkân-ı sa’âdet ile ikbâl ü istikbâl eyledüklerinde vakâr u izzet üzre selâmlayup içerü Pâdişâh-ı gerdûn-cenâb hazretlerine gitdiler. Eğlenmeyüp hil’ât-ı fâhire ve murassa’ şemşîr-i zerrîn ile çıkup râyât-ı feth-âyât-ı İslâm açılup, debdebe-i tabl ü nakkâre-i saltanat çalınup, a’yân-ı sa’âdet önine düşüp Emîn İskelesi’ne baştardaya gelüp vüzerâ-i izâm hazretleri kânûn üzre bile girüp Beşiktaş İskelesi’ne ma’an gitdiler ve Donanma-yı Hümâyûn gemileri leşker-i merdân-ı kârzâr ile bir vechile pür-haşmet ü şevket müzeyyen idiler ki halk-ı âlem seyr ü temâşâda tahsîn ve şâbâşlar okuyup dilâverânun her biri bebr ü peleng-mânend mehâbet ü salâbet ile pür yat u yarak, sâz u seleblerin geyüp, zîb ü zînet ile göründiler, ki “Allâhu ta’âlâ yavuz gözden saklayup niyyetlerin dürüst eyleyüp, şerr işlerin hayra tebdîl eyleyü-vire” didiler. Allâhümme eyyid ve unsur du’âların dest-i niyâz ile mele’- i a’lâya çıkardılar. Ve heman ol gün Beşiktaş’dan lenger koparup, tamâmen çıkup Sarây-ı Âmire Burnı’nda alaylar bağlayup toplar sekdirüp tâk-ı ayyûka tarrâka koyup âleme velvele saldılar. Sadrıa’zamn hazretleri çıkmayup Yedi- Kulle’ye dek bile gidüp, umûra müte’allik meşkûk ü müştebeh maslahat komayup söyleşdiler. Vedâ’ idüp çıkduklarında dimişlerdi ki “Bizim bengî paşalarımuz Malta kal’asın helvâdan sanup yimek isterler. Tutumların ve kılınışların kalbüm tutmadı, hâtıruma hoş gelmedi ve söylemedik söz kalmadı. Anladım ki nasîhatüm kulaklarına girmedi. Allâh tebârek ve ta’âlâ sonunı hayr eyleye. Bolay ki perişânlıkların ben görmeyim, yetişeceğim Allâh bilür. Hele göresiz bunlar nice ser-encâm görecekdür” diyüp vâfir göz yaşları dökmişdi. Ve Donanma-yı Hümâyûn harcına Hazîne-i Âmire’den mübâlaga mâl virilüp, “Kifâyet itmez” diyü Serdâr hazretleriyle Kapudan Paşa tekrâr be- tekrâr Hazîne-i Enderûn’dan akçalar taleb eylediler. Sa’âdetlü Pâdişâh-ı sa’âdet-destgâh hazretlerinün mübârek hâtır-ı âtırlarına keder ü kelâl gelüp bi’z-zarûre sözlerin redd itmeyüp Hazîne-i Enderûn’dan kîseler ile altunlar irsâl ü îsâl buyurmışlar ki “Senün kayın-atan tekrâr hazîne istedüğinde nefsüm darılup beşeriyyet vâsıtasıyle ağzumdan aceb kelâm sâdır oldı. Anlayamam ki işleri rast gele. Sonra muhkem peşîmân oldum, ne fâ’ide, peşîmanlık ıssı itmez. Ceddüm Sultân Mehmed Han’a da ol söz vâki’ olmışdur. Nice idelüm hele göresin” diyü hikâyet buyurmışlar ve “Ben darbî


 

 

 

 

söyletdi” dimişler. Fakîr-i hakîrûn hak semâ’ıdur. Hikâyet eyledüklerinde “Aceb buyurdukları ne ola” didükte beyân itmedilerdi. Bir nice gün âsâyiş ü ârâmişden sonra dergâh-ı mu’allâ çavuşlarından Yügrük Abdî Çavuş ki Malta üstüne giden Serdâr-ı bâ-vakâr Mustafa Paşa hazretlerinün selâm çavuşu idi, Âsitâne-i sa’âdete müjde haberiyle gelüp ve müstakil, karındaşı Mîrimîrân Şemsî Paşa hazretlerine mektûb ile göndermişler idi. Vitoş nâm yaylakda ashâb ve ahbâb ile hüsn-i mu’âşeret üzere ulûm u ma’ârif musâhabetinde iken gelüp vusûl buldı. Ve haber istihbâr olundukda, “Donanma-yı Hümâyûn ile cezîre-i Malta’ya sıhhat u selâmet üzre yanaşup iskele urılup, bîmâni’ ü müzâhim çıkılup metrisler kurmağa şurû’ olunup, birkaç günde evvel liman zabt olundı, ba’dehû Sent-Erme (St. Elmo) nâm mustahkem kal’a döğülüp rûz u şeb muhkem ceng ü âşûb oldı. Bi’l-âhire ittifâk ile göz karardup bî-sabr u karâr umûm üzre hucûm idüp yürüyüş oldukda bi-inâyeti’llâhi ta’âlâ kal’a alındı velâkin nice kal’alar değer, asker-i mansûreden benâmlar şerbet-i şahâdet nûş eyleyüp müstes’ad oldılar. Cümleden, Trablusgarb Beğlerbeğisi Turgud Paşa ve Sinan Paşalu Koca-ili Beği süheyl Beğ ve dahi niceler” diyü haber virüp ve “Şimden girü ihâta olunup toplar kurulmışdı. İnşâe’llâhu ta’âlâ feth ü zafer haberleri an-karîb mute’âkıben gelecekdür” diyü i’lâm-ı hâl eyledi.

 

Ve mektûb okunup hâl u mekâl ma’lûm olduktan sonra Şemsî Paşa hazretleri “Çavuş Ağa! Yâ karındaşum dahi ne hâl üzredür” didiler. “Sultânum karındaşunuz bir vechile dilîr ü bahâdır, server dilâverdür ki kâbil-i vasf u beyân değildür” didi. “Âşikâren top ve tüfeng atılduğı yerlerde göğsin gerüp turur, hây Sultânım neylersin didiğümüzce mukadder ise sakınmanun ne fâ’idesi var, mukadder degülse hod ne zarar ider diyüp kemâl mertebe teveccüh ü tevekküldedür ki şerh olunmaz” diyicek “Siz anun murâdın anlamamışsız” didi. “Bolayki şehîd olam kurtulam” dimek ister. Sa’âdetlü Pâdişâhumuzun küçükden rikâb-ı hümâyûnında hâsıl olmış emekdâr u hidmetkârı, cümleden makbûl sevgilü vezîri iken nesine yarar idi, serdâr olup gözünden ve gönlinden dûr u mehcûr olmak dimişdi.

Ve bu esnâda evâhir-i sene 973 zilhiccesinde Malta kal’ası cenginde olan asker-i İslâma feth müyesser olmayup, ekâvîl ü rivâyât u hikâyât


 

 

 

 

muhtelif, mevsim mürûr eyleyüp zamân az kalmağla, toplar çekdirilüp gemilere alınup göçüp gitmek mukarrer olmak tedârük olundukda sâbıkâ Cerbe kal’ası fethinde donanmasıyle esîr ü dest-gîr olan Donaryo (Don Alvaro) nâm la’în, ki Kapudan Piyâle Paşa hazretleri i’âneti ile bahâsı alınup amâm virilmişdi, bir gice deryâ cânibini, ağyârdan hâlî fursat düşürüp cezîre-i Malta’nun hilâf semtinde Medîne nâm kal’aya gemiler ile yanaşup, atlu ve yaya soltat döküp, deryâ muhâfazasında nigehbân olan Kapudan Paşa gaflet idüp, mukadderât-ı İlâhî olsa gerek, serdâr-ı âli-mikdâr hazretleri kâfirün geleceğinden haberdâr olup, niyyet-i gazâ, kast-ı kâfir darbet-i şemşîrin göstermek azîmeti üzre “Asker-i İslâma yoklama vardur” diyü çok kimseyi kendüziyle cezîrede eğleyüp seherden kuşluk vaktine değin turup, alayın bağlayup, ceng tedârükinde iken küffâr-ı hâksâr dahi bu tedbîr-i şecâ’at- şi’ârdan âgâh olup, tersân u lerzân çıkduklarında peşîmân yine girüsine nigerân kaçmakda hayrân iken leşker-i İslâm içinde olan tâ’ife-i cebân ve kaltaban “Bire kâfir geldi basdı” diyü feryâd u figâna başlayup ve huzûr-ı melâ’in ve hâsirîn alayınun karaltısı göründükde asker cengden yüz dönderüp, kimse ardına bakmayup, serdârı tenhâ koyup, küffâr-ı haksâr dahi alayların perîşân olduğın görüp, hücûm ile yürüyüp kaçan tâ’ifenün gemilerine yetişince vehmden zehresi çâk olup kaldılar. Ve deryâ kenârına gelenler dahi gemisin bulmağa kâdir olamayup, canluca gelüp tâkatı olanlar halâs olup, mâ’adâsın a’dâ-i dîn yetişüp helâk eyleyüp, serdâr-ı bâ-vakâr hazretleri dahi “Böyle bed-ahd u bîkarâr, firâr eyleyen leşkere levm u serzenişden ne hâsıl ola” diyüp nâm u nâmûs eksikliği ve hezâr gayret ü âr ile baştardasına girüp hâ’ib ü hâsir avdet itdüğü muvahhiş haberler gelüp Âsitâne-i sa’âdetde dinildi ve işidildi. Ahâli-i İslâm ve enâmun hüsrân u hırmânlarına bâ’is oldı.”


 

 

 

 

EK II - TÂRİH-İ SELÂNİKÎ’DE İNEBAHTI SAVAŞI

 

 

“Âmeden-i ahbâr-ı düşmen-i dîn ve mülâkât-ı donanma ve vukû-ı inhizâm bi-emrri’llâhi ta’âlâ.

Sene 979 rebî’ulevvel gurresinde deryâdan ba’zı ümerâ mektûblarıyle haberler gelüp tahkîk itdilerki Venedik Dojları İspanya la’în ile dostluk üzre ittifâk ü ittihâd eyleyüp, küllî donanma tedârükine harc-ı mâl-i ferâvân idüp, azîm cengci cem’ eylemeğe bu def’a deryâ yüzine çıkan ehl-i İslâm donanmasıyle buluşmağa âyîn-i bâtılaları üzre eymân idüp ahd ü mîsâk eylemişlerdür: “Cezîre-i Kıbrıs intikâmın aluruz” didiler. Yine diller gönderüp tenbîhât ile “Gaflet câ’iz değüldür” dimişlerdi.

 

Hazret-i Pâdişâh-ı âlem-penâh deryâya giden Serdâr hazretlerine ve Kapudan Paşa cânibine hatt-ı hümâyûnlarıyle tezkire-i şerîfelerin gönderüp “Elbette Zaklise ve Çuka adaların urup, asker-i İslâma ganîmet itdüresin. Ve küffâr-ı hâksârun donanması haberin alup üzerine varasın” diyü tenbîh ü te’kîd buyurmışlar imiş. “Hikmet-i İlâhî ile zikr olınan cezîrelere uğranup el virdüğince urılıp, Venedik mukâbelesine varılup, karada olan Serdâr Ahmed Paşa hazretleriyle haberleşüp mülâkât olundukda ekser cengci gemilerden çıkup ve gemilerin çoğu askerden hâlî olup ve adalarda toyumluk iden Yeniçeri ve Sipâhî serdârlarına pîşkeşcik çeküp şefâ’atle, “Sılaya yakın geldüm” diyü icâzetle karaya çıkup ve ol zemânda dahi tezkire-i Pâdişâhî gelmiş olmayup, donanma dahi deryâda buluşmağa muntazır olduğı mukarrerdür” diyü haber-i sahîh alınup ceng muhakkak olıcak zarûrî zor u zâr ile kılâ’dan cengci hisâr-eri ve azeb alınup, gemilere ancak bir kat âdem tedârük idüp sene 979 cumâdelûlâsınun on sekizinci ahad güni cezîreler öninde kara görünür mahalde Serdâr Pertev Paşa ve Kapudan Ali Paşa ve merhûm Hayreddin Paşa-oğlı Hasan Paşa ve Cezâyir-i Garb Beğlerbeğisi Uluc Ali Paşa bir yere gelüp meşveret ü tedbîr eyleyüp, Uluç Ali Paşa “Gelün deryâya çıkalum, kara görünüyor, adalar arasında ceng olmaz” dimiş. Kapudan Ali Paşa düşmeni hor görüp, “Kâfir ne kelbdür” diyüp, “Gemilerde cengcü yokdur” didükleri sözi eslemeyüp, kendüzi mukaddem çekdirüp pür-


 

 

 

 

yarak bir kâfirün mavunasına çatup, ceng-i azîm eyleyüp, tüfeng ile şehîd olup ve asker-i İslâm dahi ber-dest çatup cenge şurû’ eyledüklerinde kara cânibin gözedüp ven cengden ibâ gösterüp, ekser karaya oturup, içinde olan leşker suya dökilüp Pertev Paşa dahi bu esnâda bir furkateye girüp, kenâra çıkup ve Uluç Ali Paşa yiğirmi iki pâre Cezâyir gemileriyle deryâ tarafından çatduğı gemileri alup, mansûr u muzaffer olup ve bu cânibde karaya oturup leşkeri kaçup sahtullâh cânibine mübtelâ olan tâ’ife-i hazele hezâr mihnet ü meşakkate giriftâr olup yabanda bulunup halâs olan birkaç pâre gemiler ile Pertev Paşa İstanbul’a mahzûl münhezim gemisin aldırmış ve dahi erbâb-ı mesâ’ibün bed-du’âsın alarak evine geldi...

 

...Ve bi’l-cümle eğer Pertev Paşa’nun ve eğer Kapudan’un sû-i tedbîrleriyle düşmen-i dîn bâbında mukâbele vü mukâteleleri sahîfe-i rûzgârda bu vechile sebt olundı...

 

...Sultân Selim Han...Edirne kışlasına teveccüh buyurup... Mahrûsa-i Edirne’ye varılduğı günde donanmanun haber-i muvahhiş eseri tevâtüren ve te’âkuben gelüp küllî kelâle sebeb oldı. Gâlibâ inhizâm vâki’ olduğı yevm-i ahadde İstanbul’dan çıkılmış imiş...

 

...Ve Cezâ’ir Beğlerbeğisi Ali Paşa kapudan olmak fermân olunup, “Kimse Uluç dimesün, Kılıç Ali yazsun” diyü buyuruldı. Kapudanlık müjdesi Re’îs-i Dîvân Feridun Beğ’e virildi. Ve şehîd olan Kapudan Ali Paşa’nun küffâr elinde esîr ü giriftâr olan oğulları kendü mallarıyle alınmak fermân olundı. Ve Pertev Paşa ma’zûl-ı ebed buyuruldı. Vâki’ olan hasâret ü inhizâm sû-i tedbîr ve tema’-ı hâm ile olup kazâ-i mâ-fât içün müdebbirân-ı umûr-ı memleket yek-dil ü yek-cihet olmakla gazâ-i ekber niyyetine azîm donanma tedârükine şurû’ emr olundı, fî gurre-i cumâdelâhire...

 

...Fî sene 979 gurre-i şâ’bânında müşârun-ileyh kapudan olan Kılıç Ali Paşa kırk iki pâre kadırga ve baştarda ve kaleyte ile mahrûsa-i İstanbul’a gelüp dâhil olduğı hînde toğrı Tersâne-i Âmireye çıkup, ikdâm-ı tâm ve


 

 

 

 

ihtimâm-ı malâ-kelâm ile donanma gemileri yapdurmak tedârükine başlayup etrâf u eknâfda kadîmden kadırgalar ve sâ’ir nev’ gemiler yapulı-gelen ocaklarda dörder ve beşer baştardeler ve kadırgalar ziyâde yapdırılmak içün bezl-i mâl ve sarf-ı makdûr idüp ve dahi ocak kurdurmak kâbil olan yerlerde ocaklar ihdâs itdirilüp ve vüzerâ-i izâm hazretlerinün her biri kudretleri yetdükce fî-sebîli’llâh gazâ ve cihâd içün ve i’ânet-i dîn-i mübîn kasd idüp, dörder ve beşer baştardalar yapdırmak içün agaç denizünün her cânibinden kerestisi kesilüp indirilmek içün reâyâ-yı memlekete çavuşlar ve ulaklar ile mü’ekked ahkâm-ı şerîfe gidüp ve memâlik-i mahrûsadan avârız akçası ve kürekçi ihrâc olunmakda ihtimâmlar olunup, kullar gönderildi. Bi-inâyeti’llâhi ta’âlâ ve tevfîkıhî gayret-i dîn-i mübîn bâbında dakîka fevt olunmayup, yüz yiğirimi gün diyince nevrûz-ı hümâyûna dek deryâ yüzine müceddeden yüz otuz dört pâre kadırga ve baştarda ve mavnalar ki kaluçe kürek çekdürür tamâmen merdân-ı kâr-zâr ile ve âlât-ı harb ü kıtâl mâl-â-mâl olup, Yeniçeri ve Bölük-halkı dilâverleri yarar ve güzîde asker ile Donanma-yı Hümâyûn bu def’â bir vechile haşmet ü şevket tutup, meydâna geldi ki kâr-âzmûde olan âkil ü kâmiller vasf u beyânda kâsır u lâl oldılar. El-hamdü li’llâhi ta’âlâ vezîr-i kâm-dâr vâsıtasıyle ve hüsn-i re’y ü tedbîr ile bir maslahat görüldi ki a’dâ-i dîn ü millet hayrân kalup, engüşt ber-dehân eylediler. Allâh subhânehû ve ta’âlâ eğerçi ehl-i İslâma küffâr-ı hâksâr eliyle gûşmâl eyledi, ma’nâda terbiye idi. Ke-ennehû asker-i ehl-i îmân u İslâma virdüği kuvvet ü kudreti ızhâr u i’lân eylemeğe irâdet-i ezeliyyesi ve meşiyyeti ta’alluk eyleyüp, sene 979 ramazânında merhûm Sultân Selîm Han hazretleri mahsûsa-i Edirne’den İstanbul cânibine azîmet-i hümâyûn itmek üzre olup...”.


 

 

 

 

EK III - KÜNHÜ’L-AHBÂR’DA İNEBAHTI SAVAŞI

 

 

Sekizinci Hâdise-i Garîbe: İki senede vâkı’ olâsı hezîmet ile şâyi’ tonanmalar husûsıdır ki Cezîre-i Kıbrıs feth olunduğı senede henüz Ser-dâr Mustafa Paşa Magosa fethine mukayyed idi. Vezîr-i sânî Pertev Paşa tonanma ile varub Memâlik-i Firengistân tahrîbine ser-leşker ta’yîn olunmuşidi. Sâbıku’z-zikr Ali Paşa ki Müezzin-zâde şöhretiyle müsemmâdır. Anlar Kapudân ve Cezâyir Beglerbegiligile zî-şân olub sene-i semân ve seb’in nevrûzunda ki rûz-ı cum’a idi. Üçyüz pâre kadırga ve mavuna ve kalyete ile Konstantiniyye limânından çıkıldı. Akdeniz’e çekdürilüb ummâna varıldıkda ümerâ-i sevâhil kadırgaları ve levend gemileri inzimâmı ile dört yüz oldı. Ammâ ol târîhde Cezâyir-i Garb Beglerbegisi olan Kılıç Ali Paşa ki sene- i seb’un ve seb’în şevvâlinde Emîr Ahmed Hafsiman’ın elinden Tunus’ı feth idüp müstakil Beglerbegilik kıldıktan sonra ol şehr-i saferde ki sene-i tis’a ve tis’în hudûdında dâhildür. Deryâya çıkub Cezîre-i Malta gemileriyle mukâbil ve mukâtil olub hattâ bir kaç pâresin alub Tunus’a avdet itdükden sonra deryâ beylerinden nâm-dâr korsân, kehayyâli’l-fursân anılan Kara Hocayı Ser-dâr Mustafa Paşa cenâbına gönderüb Tunus fethini ve Malta gemilerinün ahzini i’lâm itdükden gayri Cezâyir gemileri ile cem’an yigirmi pâre idi. Gelüb tonanma-i hümâyûna kavuşdı. Ba’dehû ittifâkla Kefelonya Cezîresini gâret u hasârâta düşürdi. Andan sonra Cezîre-i Kürfüs’e varıldı. Nice günler muhâsara kılındı. Ve etrâf u cevânibdeki ziyâ ve nevâhîsi ve bağ u bağçeleri tahrîb olundı. Ba’de-zâlik ba’zı Cezâyire dahi varıldı. Her birinde ki küffâra gâret u hasâret âteşleri salındı. Ve bi’l-cümle niçe zamânlar rûy-ı deryâda gezdiler. Küffârın tonanmasında mukâbele vü mukâtele cür’etini fehm itmediler. Eyyâm-ı şitâda dahi yaklaşdı. Levend gemileri ve etrâf beyleri Pertev Paşa’dan mürâca’ata icâzet istedi. Bu tarîkle tefrika ve şıtâb vâkı’ oldı. Cenkçi de ve kürekçi de nısfından ziyâdesi tagılub tonanma-i hümâyûn az cüzvî âdemle kaldı. Pes bakıyye-i sefâyin-i nusret-defâyin ki İnebahtı Limanı’na geldi. Küffâr cânibinden mütâbe’atla kendüyi adû leşkerine bildürmemek ve ol makûle mahalde haberler alındı ki gemilerini cenkciler ile memlû kılmışlar deyu her hâl asâkir-i müslimînle mukâbele ve mukâteleyi


 

 

 

 

mukarrer itmişler. Vaktâ ki ser-dâr Pertev Paşa ve Kapudan Ali Paşa ve sâyir ümerâ ve melik’i-ümerâ bir yere cem olub meşveret olundı. Gemilerimizün cenkcisi ve kürekcisi kâmil degüldür. Pertev Paşa mukâbil olmamak semtini sevk itdi ve hadd-i zâtinde vehhâm ü havt ü haşyetle ma’lûm-ı havâss olmağın hem muktezâ-yı tab’ına rağbet ve hem iktizâ-i zamân-ı ri’âyet kast eyledi. Lâkin Ali Paşa celâdet ü celâlet ile engüşt-nümâ oldıkdan mâ-‘adâ kendüye vârid olan evâmir-i aliyyede ve vüzerâdan gelen mekâtib-i seniyyede elbette ve elbette küffâr-ı hâk-sâr tonanmasına mukâbil olasın. Hılâfına zâhib olduğın takdîrce mes’ûl-ı ma’zûl u me’âtib olmanı mukarrer bilesin buyrulmış olmağın tekâbül ü tekâtül ve tezâvül ü tesâvül semtini mukarrer itdi. Pertev Paşa ise semt-i evc-i vezâret iken hilkatde ve cür’etde şem’-ı mürde gibi Pertev Paşa ve Ali Paşa burc-ı devletde necm-i sühâ makûlesi iken mirh-i nur-efzâ gibi envâr-ı celâlet ü celâdetle pür-nûr ve pür alevv olmağın cidden muhâlefete kâdir olamadı. Siz bilürsiz deyu Ali Paşa’nın re’yine mütâbe’at gösterdi. Pes sene-i mezbûre cemâzi’l-ûlâsının on yedinci güni ki yevmü’l-ihdâ idi. Preveze mukâbelesinde tonanma-i hümâyûn ve küffâra müte’allik sefâyin-i dalâlet-makrûn birbirine mukâbil oldı. Rüzgâr onlar tarafına müsâ’id ve dâire-i ricâlu’llâha nazar kılındıkda onların zahrında vâkı’ ve vârid olmağın tülû’-ı şemsden vakt-ı gurûba dek kıtâl-ı ekîd ve cidâl-ı şedîdden sonra Kapudan Ali Paşa maktûl ve ogulları ve niçe beyler esîr ü mahzûl ve yüz toksan pâre ehl-i İslâm gemileri küffârın ahz u tasarrufına makrûn ve nihâyetsiz âlât-ı ceng ve edevât tob u tüfeng-a’dâ-i dîn ü devlet kabzalarında mahzûn, husûsâ niçe bin guzât ü mücâhidin esîr alınub kayd u bend-ile magmûm ü mahzûn husûsâ niçe bin müslimîn ü müsellemîn maktûl ü mecrûh ve gark-ı hûn bir hasâret-i kıyâmet-eser vâkı’ oldı ki, mâ-lâ aynün reet ve-lâ-üzünün semi’at ve lâ-hatara alâ-kalbi beşerin ma’lûm degildür ki dünyâ turalı ve Hazret-i Nûh Nebi sefîneyi îcâd idüp rûy-i deryâda merâkib ü sefâyin nakl ü hareket ideli ol gûne müsîbet-i uzmâ ve fetret-i garîbe-i kübrâ vukû bulmış degildir. Meşâyih-i izâmdan birini bu hakîr ol esnâlarda ziyârete vardım ve gumûm ü teessüfle ol hezîmet-i nâdirei zikr idüb vâfir yaş dökdüm. Cevâbında “Hazret-i sâni’-i semâvât ü arzın mücerred hâlıkı müslimîn değildür. Fi’l-hakîka rezzâk-ı âlemîn idüginde şübhe yokdur” deyu buyurdular.


 

 

 

 

Ammâ bu hezîmete sebeb-i zâhirî Kapudan Ali Paşa’nın nâ-mahal cür’eti ve üç fânusla zîb ü zînet-i direng cihetinden vaz-ı mahsûsla müşârün-ileyh-i bi’l- benân bi’z-zât cenge mübâşereti hattâ çekdürüb a’dânın cümle kadırgaları ve mavnaları mâ-beynine girüb hoyrâd bahâdırlığıyla nehzatı evvelâ kendünün katl ü hasâretine, sâniyen Tonanma-i Hümâyûnın hezîmet-i hasâretine bâdî düşmişdür. Fi-nefsi’l-emr ser-dâr olanlara esnâ-i ma’rekede miyândan kenârı râcihdür. (Husûsâ ki, el-harbü hud’âtün fehvâsına mütâbe’atla kendüyi adû leşkerine bildürmemek ve ol makûle mahalde) üç fânûsun birisi ile iktifâ idüb ayn-ı a’dâya girmemek münâsib idügi vâzıhdır. Fe-emmâ bir azîzden menkûl ve esahh rivâyetle mervî ve makbûldür ki tonanma-yı hümâyûn ol senede rûy-ı deryâya mukaddemce makrûn olmağın kürekçiler nâ-tamâm iken çıkdı ve Gelibolıya ve sâyir kenâr-ı deryâda vâkı’ kasabâta gelindikce erbâb-ı hirefden kendü kârına, kimi müslim ve kimi kâfir-i mahzûl niçe fakîr-i zarîr-i nâ-ma’kûl cebren tutılurdı. Mücrimler gibi kürek hizmetine koşılub kaçmasunlar deyu ayaklarına kadana urılub ba’zı fukarâ-yı belâ-yı nâ-gehânî gibi kapmışlar. Evine varmağa ve tedârükin görmege koyuvirmeyüb anbarlara kapamışlar. Anlar mahbûs-ı giryân, ehl-i iyâlları fakr u fâka ile ser- gerdân rûzân ü şebân işleri Cenâb-ı vâcibe tazarru’-ı bî-kerân ve nefrîn ü bed-du’âya müte’allik nâle vü figân olmakda iken, hiç olur mıydı ki tonanma-i hümâyûna fursat u nusret müyesser olaydı ve bunca göz yaşları deryâya karışub Tûfân-ı Nûh beliyyâtını âfâka zâhir ü nümâyân itmeye idi. El-kıssa tonanma sındı. Gemiler alındı. Kapudân Kadırgasının fânûsları meksûr ve sancakları ser-nigûn, dîb ü Frengistâna gönderilüb leb-i deryâdaki ma’berler ve kasabalarında gezdürildi. Pertev Paşa Kapudân-ı engüşt-nümâ olmaduğı berekâta binâ’en bilinmeyüb halkı ile kenâra dökildi. Bin belâ ile sâhil-i necâta yol buldı. Âmme-i müslimîn ve kâffe-i mücâhidîn ve vüzerâ-, izâm-i celâlet- karîn magmûm ü endûh-gîn oldılar. Fe-sübhâne’llâhi’l-Kâdir’l-Hakîm. “İnne zelzelete’s-sâ’ati şey’ün azîm” deyu istigrâb u ta’accübinden hâlî olmadılar. Pes vekîl-i celîl Muhammed Paşa-yı Tavîl var kuvveti bâzûya getürdi. Pes altı ayın içinde iki yüz pâre kadırga ve mavna tedârükin gördi. Hâlâ ki ne ekâbir ü mâldârlara gemi yaptırıldı ne teklîf olındı. Ve ne hizâne-i âmirede akça kılleti çekildi. Ve bunca tob u tüfeng âlât-ı neberd ü ceng ki alınmışidi. Kemâ fi’l-


 

 

 

 

evvel bel-etemme ve ekmel hüsn-i tedârikle tekmîl kılındı. Fe-emmâ Cezâyir-i Garb Beglerbegisi Uluç Ali Paşa, Cezâyir gemilerine reh-nûmâ ve cümlesi yek-dil u yek-cihet ve bi-pervâ birbirine kafâ-dâr olmağın anlardan bir gemi alınmadı. Cümlesi kapudânlarını der-miyân idüp her kenârdan tedârükle cengle meşgûl oldı. Ve küffârın niçe gemilerin aldıkdan sonra yine baş kurtardı. Bu Hidmeti ve hüsn-i tedbîr ve şecâ’ati mukâbelesinde kendüye kapudanlık virildi. Ve Uluç lakâbı Kılıç lafzına tebdîl kılınub her kes Kılıç Paşa söylemege ve ana yazılan evâmir-i aliyyede dahi ol elkâba ri’âyet olunmak buyruldı. Ammâ evâil-i hucûm u peygâr ve mukaddemâ(t-ı işti’âl-ı) âteş-i harb-i kâr-zârda ehl-i İslâm gemileri gâlib ve küffâr-ı füccâr sefâyini maglûb-ı şekl olub ba’zı gemilerimiz birer ikişer gemi söyündürmüşler iken rûzgârın zâhiren ve bâtınen anlar tarafına müsâ’adesi (ve Kapudân Ali Paşa’nın gemisinin azâmet ü celâdetle ortaya atılub miyân-ı mübâ’adesi) âhır-kâr hezîmetle târ u mâr (olmalarına) sebeb oldı. Ve kenâra dökilen sipâh u mellâhân-ı bî-günâh kat’-ı siyâset ve bevâdî ile nâ-suvâr u piyâde, zâd ü zevâdeleri derd ü gam ve sirişk-i dem (be) dem tarîkında amâde bin belâyla şehirlü şehrine vusûl buldı. Ve sene-i semânînde ki (980 H./1572 M.) saferde pây-ı taht limânından çıkub Avarna mukâbilindeki gemilere mukâbil olan tonanma-i hümâyûn ki yüz elli pâre sefâyin-i nusret-karîn idi. Egerçi ki mukâbil olındı. Lâkin tekâdüm ü tehâcüme tarafeynden cür’et olınmayub küffâr-ı liâm geçen sene itdükleri igtinâm behresiyle iktifâ itdiler. Ve dilirân-ı ehl-i İslâm sene-i sâbıkdaki hezîmet-i uzmâyı hâtıra itdükçe kulûb-ı mergûb-ı pür-hirâslarında ahz-ı intikâmda çokluk cür’et müşâhede itmediler. Husûsâ ki Kapudân-ı zî-şân dahi korkıtmış sınugından halâs olmış, askerine ceng u cidâla cür’eti müşkil bilinmegin ol mıkdâr arz-ı kudret ve salâbeti evlâ gördi. Elbette mukâbil ü mukâtil olurın deyu sâbıkdaki Ali Paşa gibi gaflet ü sefâhete rızâ göstermedi. Ve ol şeb küffâr-ı hâk-sâr firâr ihtiyâr idüb asâkir-i İslâmın havf u haşyetleri zümre-i melâ’ini târ ü mâr kıldı.


 

 

 

 

EK IV - PEÇEVÎ TÂRİHİ’NDE MALTA MUHÂSARASI

 

 

Yıl 969 (1562). O sırada Derya kapudanı olan Piyale Oaşa ile serdarlığa atanan Kızılahmetli Şems Paşa’nın ağabeyisi Mustafa Paşa, kadırga, kalite, barça ve baştardadan oluşan üç yüz gemi ile ve Rumeli, Anadolu ve Karaman timarlarından çok sayıda tecrübeli yiğitlerle, yeniçeri, cebeci ve topçudan binlerce tüfenkendaz ile Malta’ya doğru yelken açtılar. Güler yüzlü ve şakacı olan zamanın sadrâzamı Semiz Ali Paşa, öteki vezirlerle birlikte, geleneğe uygun olarak Kaptanpaşa’nın baştardasına binip donanmayı uğurladılar.

 

Ayrıldıktan sonra Ali Paşa, öteki vezirlere şaka yollu “İkisi de keyiflerine düşkün kimseler diye bilinir; iki kafadarı adalar seyrine gönderdik, herhalde bereş ve kahve ile gemileri doludur. Bilmem ne hizmet görürler, hele bereş ve kahve ile iyice sefa sürerler” diyerek ikisinin de kalpleri temiz olmadığına işaret ederek bir çeşit uğursuzluk haberini verdi.

 

O sırada Turgutça Paşa, Tarabulusgarp Beylerbeyi idi. “Malta adasının her bakımdan durumunu, kalesinin dövülerek noktalarını ve metrisler kurulacak yerlerini herkesten daha iyi o bilir, sakın onun düşüncelerine karşı çıkmayın” diye padişah tarafından tembih edilmişti. Fakat bunlar Malta’ya vardıkları zaman Turgutça Paşa, Tarabulus donanmasını henüz tamamlayamamıştı ve bu sebeple Malta’ya beraber gidemedi. Kaptanpaşa ile serdar da onu bir kaç gün beklemediler. “Malta’yı kuşatmak için onu bekleyelim, ama Malta’ya hakim ve sağlam bir burç olan St. Reme Kalesi’ni gayret edip ele geçirelim, o zamana kadar Turgutça da gelir ve ondan sonra hep beraber Malta’ya yükleniriz” diye kararlaştırdılar. Böylece metrisler kurup St. Reme’ye sıkıca sarıldılar.

 

Ama adı geçen kale sağlamlık bakımından hiç de Malta’dan aşağı kalmıyordu. Yedi gün sonra Turgutça geldiği zaman, St. Reme’ye yapıştıklarına çok üzüldü. “St. Reme’nin alınması bize ne yarar sağlar, on St.


 

 

 

 

Reme daha inşa etseniz Malta alınmadıkça adanın zaptı mümkün değildir” diye çok yandı yakındı. Bununla beraber Turgutça’nın da yardımı ile on yedinci günü St. Reme fetolundu. Fakat neye yarar, seçkin askerler yaralanmış, çok kimseler şehit olmuştur. Kısacası, kılıca gelen askerin kılağısı bozulmuştu. Turgutça Paşa’nın da beli incinmişti. St. Reme fethinde savaş araç ve gereçleri ile yiyeceğin de çoğu harcanmıştı.

 

Böyle olmakla birlikte sonunda yine Malta üzerine yüklendiler ve metrisler kurup kaleyi dövmeye başladılar. Fakat fethi, zamanını bekliyormuş ve o sırada nasip değilmiş ki, birtakım engeller ortaya çıkmaya başladı. Turgutça Paşa top serpintisinden yaralandı. Kimi kimseler bu serpintinin düşman toplarından, kimileri ise bizim toplarımızdan geldiğini söylerler. Her nereden olursa olsun, sonucunda Turgutça Paşa aldığı yaralardan şehitlik şerbetini içerek bu gurur dünyasını unuttu. Yüce Tanrı’nın rahmeti üzerine olsun.

 

Serdar, herhalde bir iş görülmelidir düşüncesiyle askere yüreklendirici diller dökerek vaatlerde, ikram ve ihsanlarda bulundu; maaşlarını artırdı. Fakat Turgutça Paşa’ya denk bir tecrübeli savaşçı olan Kaptanpaşa tarafına hiç önem vermedi; onun kolunda görev yapan gazilerle donanmadaki leventlere hiçbir ihsanda bulunmadı. Kaptanpaşa da bu tutumu pek önemsemedi ve serdarı pek sayıp dinlemedi. Böylece aralarına soğukluk girdi ve en sonunda kaleyi almaktan vazgeçtiler; başarısızlıkla ve büyük kayıplara uğramış olarak İstanbul’a döndüler.

 

İstanbul’da birbirini suçladılar. Kaptanpaşa top atıldıkça “serdar öğle uykucuğundadır, top atılmasın” diye topçulara tembih ettirdi. Donanma halkı “böyle tembihli olan topçu ne yapsın, İslâm askeri ne kadar dikkat gösterip çaba harcasın” diyerek suçu serdara yüklediler. Yok yere bu kadar mal ve para harcandı, bu kadar gazi canlarını yitirdi. Böyle yüz kızartıcı bir durumda İstanbul’a geldikleri zaman, bu suçundan dolayı serdarın vezirliği üzerinden alındı.


 

 

 

 

EK V - PEÇEVÎ TÂRİHİ’NDE İNEBAHTI SAVAŞI

 

 

Osmanlı Donanmasının Bozguna Uğraması

17 Cemâziyelevvel 979 Osmanlı donanması Kıbrıs’tan dönüp devlet tersânesinde savaş gereçleri tamamlanmakta iken Uluç Ali Paşa da kendine has yirmi parça çektiri gemisiyle gelip tersâneye girdi. Eşsiz vezîr Mustafa Paşa, İslâm askerinin başında henüz Magosa Kalesinin fethiyle uğraştığından, olmaya kâfir donanması bizden daha önce davranıp orada olan askerimiz üzerine gelir düşüncesiyle, Osmanlı donanmasının bir gün önce Kıbrıs’a gönderilmesine çalıştı. İkinci Vezîr Pertev Paşa serdârlığa atandı ve “Müezzinzâde” diye ün kazanan Kapudan Ali Paşa ile Uluç Ali Paşa da yanına verildi.

 

Aynı yıl safer ayının başına rastlayan Cuma ve nevruz günü üç yüzden fazla gemi ile İstanbul limanından hareket etti. Taşrada bulunan ümera gemileri ve levent kayıtlarının da katılması ile donanma gemilerinin sayısı dört yüzü aşarak varılmak istenen yere doğru yelken açıldı. Lakin bu yıl donanma her zamankinden daha erken harekete geçirildiğinden, kürekçi ve savaşçıları eksik kalmıştı. Bununla birlikte hepsi Kıbrıs’a vardı ve oradaki orduya gerekli yardımı yaptılar. Sonra denizleri gözetlemek ve korumak üzere düşman adaları yönüne doğru yollandılar. Kefalonya adasına asker çıkarılıp yağma ve talan edildi. Kimi başka adalara levent gemileri gönderilip bir miktar ganimet alındı. Oradan Korfu ve Preveze Limanı’na gelindi. Sonunda dönüp İnebahtı Limanı’na demir salındı.

 

Düşmanın donanmasını hazırladığı ve İslâm donanması üzerine gelmekte bulunduğu haberi burada alındı. Bunun üzerine komutanlar toplanıp ne yapılması gerektiğini söyleştiler. Kuruntulu bir yaradılışta olan Pertev Paşa, tüm ihtimalleri hesaba katarak; adının kötüye çıkmasından dikkatle kaçındı ve şöyle konuştu: “Savaşçı ve kürekçilerimiz eksiktir diye her zaman sızlanır durursunuz; özellikle bu kıyı boylarındaki sancakların timarlı askerlerinin birer bahane ile izin alarak gittikleri anlaşılmıştır. Her bakımdan


 

 

 

 

donanmamızda eksiklik olduğu gerçektir. Bu durumda İnebahtı Limanı’nda kalmamız ve eğer kâfir üzerimize gelirse savaşmamız yerinde olur.” Kapudan Paşa ise “Elbette ki Müslümanlık gayreti ile cihan padişahının namus ve şerefi bu yolda bir tutumu gerektirmez. Diyelim ki her gemide beşer, onar adam eksiktir –ki bu apaçıktır- ama unutulur ki, eğer yüce Tanrı isterse, bu yüzden bize bir zarar gelmez.” Diyerek düşmana karşı çıkmanın daha doğru olacağı düşüncesini ileri sürdü. Uluç Paşa da savaşa atılmayı, hele kâfirler üzerine yürümeyi uygun bulmadı. Fakat Kapudan Paşa “bana İstanbul’dan üst üste gelen buyruklarda pek çok tehditlerle karşılaştım, ben değil, mevkiimden başımdan korkarım” diye ısrar edince, öteki komutanlar karşı çıkmadılar. Sonunda düşman üzerine gitmeye karar verildi.

 

Karardan sonra Uluç Paşa deniz yanının Osmanlı donanması tarafından tutulması gereğini ileri sürdü. Kapudan Paşa ise kıyı yanının tutulmasının daha doğru olacağı görüşünde direndi. Bu mesele üzerinde çetin ve inatçı tartışmalar oldu. Sonunda Uluç sakalını tuttu ve yoldu. “Hani Hayrettin Paşa ile ve Turgut Reis ile savaş görenler, niçin söylemiyorlar, top yarası alan bir geminin batmak ihtimali yüzünden karaya doğru gitmesi gerekir, bu ise ötekilerin bozguna uğramasına yol aöar” diye feryat etti ise de dinletemedi. Böylece bizi donanmamız kıyıdan ve kâfir donanması denizden olmak üzere karşı karşıya geldiler.

 

Kapudan Paşa hemen hoyrat bahadırlığını göstererek ilk hamlede düşman gemileri üzerine atıldı. Kâfir de gelen geminin üç fanuslu olmasından Kapudan gemisi olduğunu tanıdı ve donanmasının çoğunu onun üzerine sürdü. O anda Kapudan paşanın kendisi şehit ve oğulları baştarde ile esir düştüler. Öteki teknelerdeki asker ve gemiciler karaya döküldüler. Pertev Paşa da karaya çıktı ve yaya olarak dağlara düşüp türlü sıkıntı ve tehlikelerden sonra canını kurtarabildi.

 

Bu fakir, bu savaşın yapıldığı yeri gördüm. İnebahtı’nın aiağısında Karlıili sancağında denizi sığ olan bir yerde, padişah haslarından Anatoikoz


 

 

 

 

adını taşıyan büyük bir köyün alt yanında, yeni Karlıili sancağına bağlı Ergili Kasrı denen ufak bir kasabanın karşısındadır ve sarp, kayalık bir dağın dibinde bulunmaktadır. Kurtulanlar o dağa sığınabilenler olmuştur.

 

Uluç Paşa ise, kendine ait yirmi parça gemiyi toparlayıp yeni bir düzene girdi ve düşmanın sol kanadına düştü, Osmanlı donanmasının sağ yanından üzerine gelen kâfir gemileri ile savaşarak birkaçını yaraladı ve birçok kâfir öldürdü. Kendi gemilerine de düşmanın bir, iki topu dokundu. Sonunda düşman yönünden esen rüzgâr kendisi için elverişli olduğundan sağ salim kurtuldu. Düşmandan bir, iki gemi almasına karşılık kendisi hiçbir kayba uğramadan İstanbul’a geldi. Kaptanlığa getirilerek Uluç adının Kılıç’a çevrilmesine ferman buyuruldu. Hatta kendisine yazılan buyruklara da Kılıç sözcüğü kaydedildi.

 

Böyle uğursuz bir savaş, değil bir İslâm devletinde, Hz. Nuh Peygamber gemi icat edeli beri dünya denizlerinde bile görülmüş değildir. Yüz doksan parça gemi din düşmanlarının eline geçti. Top, tüfek ile daha başka savaş araç ve gereçleri, forsa kürekçileri ve İslâm savaşçıları gibi uğranılan başka kayıplar da bununla orantılı idi. Gemilerin her birinde en az üç yüz adam bulunurdu. Buna göre hesap edilse yitirilen insan sayısı yirmi bini bulur.

 

O sırada padişah hazretleri –yüce Allah onu yüceltsin ve yardımcısı olsun- Edirne’de bulunuyordu. Olayı duyunca hemen İstanbul’a döndü ve yeni savaş gemileri yapılması çabalarını hızlandırdı. Tersâne yakınında bulunan saray bahçesinin bir parçasını ayırarak sekiz gemi yapılabilecek genişlikte bir tersâne meydana getirildi. Anlatıldığına göre Kapudan Kılıç Ali Paşa her zaman sadrâzam Mehmet Paşa’ya “tekne yapmak imkânı vardır, ama sözgelişi iki yüz gemi için beş, altı yüz demir ve buna göre eshâb-ı sefîne denen aletler, yani halat, ip ve her gemiye yelken gibi donatım takımları tamamlamak imkânı yoktur” dermiş. Rahmetli Mehmet Paşa da şöyle karşılık verirmiş: “Paşa hazretleri, sen henüz bu Osmanlı devletini


 

 

 

 

tanımamışsın! Allah aşkına şuna inan: Bu devlet öyle bir devlettir ki, isterse bütün donanmanın demirlerini gümüşten, halatlarını ibrişimden ve yelkenlerini atlastan yapmakta güçlük çekmez. Herhangi bir geminin gerekli alet ve yelkenlerinin yetiştirmezsem, dediğim biçimde benden al.” Bunun üzerine Ali Paşa kalkıp sadâzamın elini öpmüş ve “kesin olarak inandım ki, bu donanmayı siz tamamlarsınız” demiş. Gerçekten de iki yüzü aşkın kadırga ve baştarde Nevruz’dan önce hazırlandı, tümünün araç ve gereçleri, kürekçisi ve savaşçısı, bunca top ve tüfek, bütün savaş silahları ve aletleri eksiksiz tamamlandıktan sonra tam zamanında mükemmel bir donanma meydana getirip Akdeniz’e çıkardılar. Hiç kimseden ne bir gemi, ne de bir akçe ve yardım aldılar.

 

Kâfirler ise bütün bunların beş, altı ayda meydana getirilmesine imkân bulunmadığı, tekneler yapılabilse bile bunları kullanacak adam bulunmayacağı fikrinde idiler. Ama yine mükemmel bir Osmanlı donanması denize açıldığını görünce hayran oldular ve hayretten şaşa kaldılar. “Hâlâ bunlar o budundur ki, bir anda bu kadar gemi kaydı verdiler ve aradan altı ay geçmeden eskisi gibi, belki ondan da öte dört başı mamur bir donanma yerine koydular” derlermiş


 

 

 

 

EK VI - HASAN BEYZÂDE TÂRİHİ’NDE İNEBAHTI SAVAŞI

 

 

Zikr-i İnhizâm-ı Donanma-yı hümâyûn ve şehîd geşten-i Kapudan Ali Paşa

Târih-i Hicret’ün tokuzyüz yetmiştokuz sâl-i acîbü’l-ahvâlinde, Cezîr-i sânî Pertev Paşa, serdâr-ı seriyye-i İslâm ve sipehsâlâr-ı cünûd-ı zafer-i’lâm olup, ikiyüz elli pâre kadırga ile Kapudan-ı erkân olan Ali Paşa, (bile, koşılup,) deryâya çıkarılup, (sevâhilde olan) memâlik-i küffârı gârete ve (sefâ’in-i füccârı buldukları limunlarda,) emvâl ü erzâklarını hasârete gönderilmiş idi. Mûmâ-ileyh Kapudanun deryâ ilminde vukûfı olmaduğından kat’-ı nazar, Serdâr-ı asker-i cerrâr olan Pertev Paşa-yı saffârâyun dahı umûr-ı harb u kıtâlde, kemâl-i mertebe, ihmâli ve korsanlar re’y ü ilkâsına adem-i imtisâli olmağın, (rûy-ı deryâda, bir mıkdâr zamân-ı bî-hûde, deverân itdükden sonra,) Mora-kal’ası mukâbelesinde, Venedik (ve İspanya) keferesinün bî- kem ü kâst, üçyüz pâre kadırgalarına rast gelinüp, (zarûrî,) kıtâle mübâşeret itdüklerinde, sefâ’in-i ehl-i İslâmda olan zu’amâ ve erbâb-ı tîmâra mukaddem, icâzet virilmiş olup, kadırgalarun ekseri askerle mâlî olmayup, âlât-ı harb u kıtâlden ve guzâtdan hâlî bulınmağla, asker-i İslâma küffâr-ı li’âmdan kesr ü inhizâm târî ve cümle-i Donanma’ya sârî olup, Kapudan Ali Paşa, şehîd ve Serdâr Pertev Paşa, kadırgasiyle Donanma içinden kaçup, nâ-pedîd olup, sâ’ir-i sefâ’in dahı, perîşân ve ekseri, deryâyı ummânda, bî-nâm u nişân olup; ancak içlerinden Cezâyir beylerbeyisi olan Kılıc Ali Paşa, otuz, kırk pâre, sefâ’in-i Cezâyir ile halâs ve ba’zı mîrî kadırgalar dahı, anlara mülhak olmağla, semt-i rehâ vü menâs bulup, dârü’l-İslâma ve sevâhil-i tahtgâh-ı Pâdişâh-ı enâma gelmişdür. Zikr olan Donanma seferine “Sıngun- donanması” diyü nâm konılup, beyne’l-havâss ve’l avâm, iştihâr-ı tâmm bulmışdur. (Serdâr nâmına olan Pertev Paşa, beyne’l-enâm, müftazıh u bed- nâm olup, taraf-ı Pâdişâh-ı İslâmdan te’bîd-i azl ile rüsvâ-yı âmm kılınup, ömri âhır olınca, mesned-i vezârete vaz’-ı akdâm itmek müyesser olmamışdur.


 

 

 

 

Ve Kapudanlık, Kılıc Ali Paşa’ya tevcîh olınup,) gerçi adû-yı dînden intikâm almak kasdı ile sene-i âtiye olan âm-ı nusret-fercâm donanmasına cell-i himmet-i Pâdişâh-ı İslâm, masrûf olup, Vezîr-i a’zâm Mehemmed Paşa’nun ikdâmı ve Kapudan-ı cedîd Kılıc Ali Paşa’nun ihtimâm-ı mâ-lâ- kelâmı ile ol kış, bî-işret ü ayş ve dağdağa vü teşvîş, (etrâf u eknâfdan kârâste ve sâ’ir-i mühimmât u levâzımı getürdüp, müceddeden, sefâ’in-i zafer-karâ’in binâsına) bezl-i gayret idüp ve giceyi gündüze katup, (a’dâ-yı dîn ü devlet, muhâl add iderler iken,) evvel-bahâr-ı ferhunde-âsâra değin, tersânelerde, ikiyüz elli pâre kadırga (ve ana göre mavna ve sâ’ir-i keştîleri) binâ itdürüp, (Kapudan-ı cedîd Kılıc Ali Paşa ile) cânib-i deryâya gönderdiler; hattâ Vezîr-i a’zâm mezbûr, “Lâzım gelürse, her kadırganun resenlerini ibrişimden ve tente vü yelkenlerini atlas u dîbâdan iderin” diyü kelimât idüp, a’dâ-i dîne kuvvet ü kudret gösterdiler (ve her kadırgayı gerek, esbâb-ı kıtâl ve gerek, asker-i zafer-nevâl ile bir vechile, memlû vü mükemmel eylediler ki, her kadırga, bir hisâra ve her mavna, bir kûhsâra döndi;) lâkin melâ’in-i hâsirîn, havfa karîn düşüp, Donanma-yı mislimîn’den gürîzân ve deryâda nâ- ma’lûm semtlere revân olup, üstlerine varılup, mukâbele ve ahz-ı intikâm içün, mukâtele müyesser olmayup; ancak deryâ yüzini muhâfaza ve Memâlik-i İslâmiyye’ye zarar def’ini hıdmet mülâhaza idüp, deryâ zamânı mürûr idince, ataları ve cezîreleri devr idüp, fasl-ı şitâ’ irişdükde, Halîc-i İstanbul’a vusûl ve Tersâne-i âmire önüne duhûl eylediler.

 

Sâl-i âyende içre, bu tedârük, pâyende olmayup, Fırance vesâtatı ile Venediklü, dostluğa tâlib ve sulha râgıb olup, ilçileri hedâyâ’-i kesîre ile gelüp, Pâdişâh-ı âlî-şândan istîmân eylemeğin, musâlaha ve terk-i mükâfaha olınmışdur ve tarafeynden ahid-nâmeler yazılup, ile’l-ân, Venediklü olan ehl-i tuğyân, dostlık da’vâsın nümâyân iderler; lâkin tebdîl-i alâ’im idüp, yine, deryâda, sefâ’in-i ehl-i İslâma ta’arruza âzim ve fursat buldukda, Donanma-yı Osmâniyân’ı hazîm olmakdan hâlî degüllerdür.


 

 

 

 

EK VII - TUHFETÜ’L-KİBÂR’DA MALTA MUHÂSARASI

 

 

Malta Seferi ve Turgut Paşa’nın Şehit Olması

Dokuz yüz altmış sekizde (1560/61) adı geçen Paşa donanma-yı hümayunla korumaya çıkup geldikte Malta seferi içün gemiler hazırlanması buyuruldu. Dördüncü vezir Kızılahmetlü Mustafa Paşa serdar oldu.

 

Dokuz yüz yetmiş iki şabanı sonlarında (Mart 1565 sonları) Anadolu ve Rumeli askeri ve yüz elli parça kadırga ve kalitesi olan donanma-yı hümayunla Kapudan Piyale Paşa Akdeniz’e salup şevvalin on dördüncü günü (15 Mayıs 1565) Avarin Limanı’ndan kalkarak Malta’ya doğru yöneldiler.

 

Üç gün enginde gidüp dördüncü günü Malta Adası’nın batı yanına demir attılar. Ertesi gün Marsaşolok Limanı’na girüp danışık olunduktan sonra bu limanın iki yanına tabur çevrildi. Toplar ve biraz yarar tüfekçi konup korunması işi bütünledi. Sonra bu ayın yirmibirinci günü (22 Mayıs) yıldızlar sayısınca asker çadırıyla bu adaya çıktı, hisar yakınında Bey Bahçesi diye bilinen bahçeden akan su üzerine vardıklarında yedi sekiz yüz kadar gök demürlü atlu kâfirler sayısız piyade çıkup İslam askeriyle karşılaştılar. Bir iki saat savaştan sonra kâfirler bozulup çok kâfir kırıldı. Kılıç artıkları hisara kaçtı. O gece söylediğimiz gönül açıcı Bahçe Suyu üzerinde kalındı.

 

Santarma Burcunun Kuşatılması: Ordunun ileri gelenlerinin düşüncesiyle limanı korumak içün yapılan Santarma Burcu’nun fethi önemli görülüp ertesi gün yirmi dört parça topla dört yerden dövülüp her iki üç günde bir büyük yürüyüşler oldu. Sonunda o yılın zilkadesinin yirmi dördüncü gününde (28 Haziran 1565) Müslüman gazileri tekbir getirüp yürüdüler. Tanrı’nın yardımıyla girdiler ve içinde bulunan kâfirlerden bin kadar kötünün kötüsü, parlak kılıcın lokması oldu.

 

Turgut Paşa’nın Şehit Olması: Tanrı’nın rahmeti üzerine olsun. Bundan önce kuşatmanın yedinci gününde Turgut Paşa, Tarabulusgarp’tan on üç


 

 

 

 

parça kadırgayla gelüp yarar adamlarıyla bu burcun kuşatılmasına çalışub dürişürken başına top serpindisi dokunup ağzından, burnundan, kulaklarından kan gelmişti. Dört gün dört gece kendini bilmeden yatup beşinci günde –ki bu kalenin fethedildiği gündür- çin sabah vaktinde göçüp kendisinin beş parça kadırgasıyla cenazesi Tarabulus’a götürülerek orada gömüldü.

 

Santarma Hisarı’nın Kuşatılması: Bundan sonra, bu ayın yirmi altıncı günü (25 Haziran) bu burcun yakın yerlerine metrisler ve tabyalar kurulup içine yarar tüfekçiler girdi. Ve o burçtan hisar hendeği dileğince korunup elde tutulmuştu. Bu hendek çok derin olup doldurulması kolay olmadığından bir elverişli yerinden yarılup iki top kuruldu. Hisar duvarını temelinden dövüp adam saklanacak kadar açıldıktan sonra içine nakkablar girüp istedikleri gibi söktüler. Ve on tane kadırga sereni getirüp hendek üzerine köprü kurulan yerin üzerini toplarla dövüp gedik açtılar ve kimi mümkün olan yerlerden yürüyüş içün merdivenler konulup zilhiccenin on yedinci günü (16 Temmuz 1565) İslam askeri köprüden ve merdivenlerden yürüyüş ettiler. Kovakuşluktan ikindiye değin büyük vuruş ve kırış olup iki taraftan çok adam düştü. Sonunda o taraftan zafer mümkün olmayup İslam askeri çekildiler.

 

Sonra kara tarafından sekiz yerden otuz pare top kurup metrise girdiler. Bir nice yerden hendekler yarılup toplarla gedikler açıldı. Gece gündüz dürişilüp o ayın yirmi üçüncü günü (23 Temmuz 1565) gaziler yine yürüyüş ettiler. O gün de akşama dek savaş ve uğraş olup denizde yüz parça kadırga Malta Hisarı’ndan gelen yardım yolunu kestiğinden içinde olan kâfirler zabun olduktan sonra Santarma Hisarı alındı. Kuleleri ve surları üzerine İslam bayrakları dikildi. Kırılandan başka bin dört yüz kâfir tutsak zincire vurulup ulu Tanrı’nın yardımıyla bu kale halkı bütün yöresi ve çevresiyle ele geçti, bundan sonra asıl Malta kuşatmasına dürişildi.

 

İslam gazileri buna çalışup metrise girdiler. Lakin deniz zamanı geçmeye yakın olduğundan zahire azlığından İslam askeri sıkıldılar ve kaleye çevreden donanma ve zahire gelmekteydi, hisar berk olduğu gibi durmadan


 

 

 

 

yardım geldiğinden ötürü yakın zamanlarda ele geçirilemeyeceği bilindi. Söz birliğiyle vazgeçmek yeğ görüldü. Bu ada köyleri yakılup yıkılarak ve yağma edilerek kalkup Rûm tarafına döndüler. Sağ esen ve doyum olmuş olarak gelüp Tersâne-i Âmire’ye girdiler.

 

Kimi tarihte yazılıdır ki Turgut Paşa, Malta Adası’nın her halini çok iyi bilir tanır, metris yerlerini ve kuşatmanın kolayını bilir, sakın onun dediğine aykırı gidilmeye, diye âlemin sığınağı olan padişah sıkı sıkı ısmarlamıştı. Donanma-yı hümayun Malta’ya vardıkta Turgut Paşa daha donanmasını tamamlayup henüz gelmemişti. Serdar ve adı geçen kapudan, Turgut Paşa gelinceye kadar bir maslahat görelim, diye Malta Hisarı’na yapışmayı onun düşüncesine bıraktılar. Santarma Burcu, Malta Hisarı’na havaledir, önceden alınması gerektir, o zamana dek Turgutça da gelir, sonra Malta’ya yapışmak kolay olur, dediler. Bu burç da berklikte Malta benzeriydi.

 

Yedi günden sonra Turgutça gelüp Santarma’ya yapıştıklarında üzüldü. “Santarma fethinin yararı nedir? On Santarma yapılsa Malta Hisarı alınmayınca bunları elde tutmak mümkün müdür?” diye çok söyledi. Ama ne fayda? Başlamış olmak susturucudur. Dürişüp on yedinci günde aldılar. Lakin çok kimse kırılup kılıca gelen askerin kılağısı orada bozuldu. Turgutça da düşüp barut ve başka gereçlerin çoğu orada tüketilip artanıyla ister istemez Malta Hisarı’na yapıştılar.

 

Serdar kapu askerine terakkiler ve ihsanlar edüp Kapudan Piyale Paşa da Turgutça gibi bir savaş eriyken onun tarafına iltifat etmedü; kolunda olan gazilere ve leventlere bakmadı. Kapudan Paşa da o kadar aldırmayup serdara çokluk başvurup uymadı. Aralarına soğukluk düşüp kalktılar, yok yere bu kadar harç ve sarf, bu kadar gazi boşa gitti. Baştan ayağa utanç içinde, yüzleri kıpkırmızı İstanbul’a gelüp birbirini suçladılar. Top atıldıkça “serdar uyur, sabredin” derlerdi; topçu ve asker neylesin. Donanma halkı suçu serdara yüklettiler ve bu suçla adı geçen serdar vezirlikten çıkarıldı.


 

 

 

 

Lakin kâfir tarihlerinde yazılıdır ki İspanya Anabolusu kaptana yardıma gelüp karaya çıktıkta asker savaş edüp kâfirler üstün geldiğinden hisardan el çektiler ve gemilere girüp döndüler. Toplar yerinde kaldı. Bugün de Malta’dadır, diye çok böbürlenirler.

 

Kıssadan hisse budur: bir vilayetin önce hükümet merkezine yapışmak gerek; fethi mümkün olursa öteki yerler kolaylıkla ele gelür, yoksa ona bağlı olan yerlerde uğraşmak boşunadır.

 

Hüsrev Paşa Şehrizûl’ü Hille’ye asker kodu; bu denlü kayıba uğradı, Bağdat alınmadıkça onları elde tutmak mümkün olmadı. O zaman asker ve serdar Malta kıssasını bilseler ona göre davranırlardı ve Kapudan Yusuf Paşa, Girit’e vardıkta ilkin Kandiye Hisarı’nı alırdı.

 

Lakin dünya halkının çoğu tarih ilmini masal yerine koyup “Varak-ı mihr ü vefayı kim okur, kim dinler?” atasözünü söylerler, ondan ötürü böyle olur. Bu yolda yazılan buymuş, demek söz değildir. Çünkü bir işi alınyazısına havale yoluyla sebebe yapışup çalıştıktan sonra ele girmediği zaman olur, eksik tedbirle tamam olmayanı takdire havale suç ve kusurdur. Çünkü asker ve halk tevekkül-i surf erbabından olan keramet sahibi şeyhler gibi olmayup İnsanların Efendisi –Tanrı’nın salat ve selamı üzerine olsun- “bağla da sonra tevekkül et” buyurduğu Arabî yerindedir. Bir işe yolunda başlayarak elde edilmezse, o zaman, mukadder değilmiş demek gerek.


 

 

 

 

EK VIII - TUHFETÜ’L-KİBÂR’DA İNEBAHTI SAVAŞI

 

 

İnebahtı Yenilgisi: Önceleri başkumandan Pertev Paşa ile kapudan Ali Paşa Kıbrıs’tan Rodos’a gelüp birkaç gün o çevrede dinlendiler. Düşman donanmasından eser ve haber belirmeyüp Girit Adası’na saldılar. Kıyılarını yağma edüp gezerken Cezayir beylerbeyi Uluç Ali Paşa da yirmi parça gemiyle gelüp onlara katıldı. Söz birliğiyle varup Kefalonya Adası’nı yağma edip yıktılar. Sonra Rumeli kıyısında Venedik kalelerinden Sobut, Ülgün ve Bar adındaki hisarları aldılar. Nice zaman denizde gezüp kâfir donanmasından eser ve haber belirmedi.

 

Kış mevsimi yaklaştığı içün levent gemileri derya beyleri gemilerinde tımar erbabı az kalup birer bahaneyle gitmişlerdi. Savaşçı ve kürekçi kısmının birazı dağılup askerin gerisi donanma gemileriyle İnebahtı Limanı’na gelüp demir attılar. Orada yere batası düşman gemilerinin mutlaka gelüp donanma-yı hümayunla karşılaşarak vuruşmalarının kesin olduğu haber alındı.

 

Kâfir Gemileri: Yüz kadırga Venedik’ten ki her birinde yüz savaşçı vardı. On iki de Papa’dan, dört Marine’den, dört Malta’dan, otuz İspanya Anabolusu’ndan, on da Ceneviz’den ki İspanya’ya bağlı olup başları olan Oğlan Kapudan dedikleri Anderya idi. On da dukadan ki Florensiya ülkesinin dukası ve Ligorna hâkimidir. Dört Kalavri’den, on iki Çiçilye’den, dört Portokal’dan, on iki de gönüllü gemisi, hepsi iki yüz parça çekdirir, yirmi dokuz ve yirmi sekiz oturak, en aşağısı dörder oturaktır, yedi mavuna da Venedik’ten ki her birinde üçer yüz savaşçı vardı. Ve yine iki kalyon Venedik’ten ki her birinde biner cenkçi vardı. Yirmi barça da Venedik’ten, her birinde yedişer yüz nefer konmuştu.

 

Bu gemilerin serdarı Roma kapudanı Marko Anton ve İspanya kapudanı Cevan Osteryako, yani Avusturyalı Beşinci Karlos İmparatorun zinadan olma


 

 

 

 

oğluydu. Venedik kapudanı Sebastiyano Verniyo ki Venedik beylerindendi; Duka kapudanı, Ceneviz kapudanı ve Tiranda adında gönüllü kapudanıydı.

 

Venedik gemilerinin azığa çok darlığı olup İspanya gemileri biraz çürümüş peksimet vermişti; o da bulunmuyordu. Bunlar Mesine’de toplanup çıktılar ve on yedinci günde Holumuç önüne geldiler. Venedik’ten feryatçı vardıkça “daha sabredin, zebun olsunlar” diye avuturlardı. İspanya’dan savaşa gücü yeten yirmi bin kişi toplanup Ceneviz’de gemilere girmişlerdi. Alaman’dan dokuz bin, Malta’dan ve Cicilye’den bir o kadar daha, hepsi yirmi beş bin, öncekiyle kırk elli bin kâfir defter olunmuştu.

 

İslam Askerinin Danışığı: Serdar Pertev Paşa, Kapudan Ali Paşa, Cezayir beylerbeyi Uluç Ali Paşa, Tarabulus beylerbeyi Cafer Paşa, Hayreddin Paşaoğlu Hasan Paşa, on beş sancak beyi ve askerin başka ileri gelenleri bir yere gelüp danışık eylediler.

 

Uluç Ali Paşa savaşa rıza vermeyüp “donanmamız eksiktir, altı ay kadar denizde gezmekle gemiler bozgundur. Eskiden Körfez’den İnebahtı’ya dönüldükte, dönüştür diye sipah ve yeniçeri, izinli izinsiz dağılmışlardır. Boğaz Hisarları’ndan kâfir donanması içeri giremez, çıkılmak korkuludur” dedikte Pertev Paşa ona uydu. Kapudan Paşa “İslam gayreti, padişahın şerefi yok mudur? Her gemiden beşer onar kişi eksik olmağla ne olur?” dedikte başkaları da yer yer karşı çıkup savaş yanlısı oldular.

 

Ali Paşa “düşman üzerine yürümeği kararlaştırdığınıza göre, hiç olmazsa deniz tarafına gidelim” dedi. Kapudan Paşa “kıyı tutmak yeğdir” dedi.

 

Bu yolda çok kavga olup Uluç Ali Paşa, “hani Hayreddin Paşa ile, Turgutça Paşa ile savaş görenler, niçin söylemezler? Bir gemiye top dokunduğu gibi batması ihtimalinden karaya dönse gerek, ötekilerin bozgununa yol açar” diyegördü, ama olmadı. “Gemilerden fanusları, büyük


 

 

 

 

bayrakları ve flandıraları giderin” diye öğüt verdi. Kapudan Paşa alaya kalkışınca o da vazgeçti.

 

Bu Kapudan Paşa aslında yarar ve gayretliydi; ama deniz savaşlarını görmeyüp korsanlık fennini bilmez, tanınmış, sert bir kimseydi ve kendisine gelen buyruklar da “elbette kâfirin donanması her nerdeyse üzerine varup karşılaşasın, yoksa öfkeme uğrar, azar yersin” diye ferman olunduğundan bütün askeri kendi düşüncesine uydurup savaşa karar verdiler.

 

İslam Gemilerinin Çıkışı ve Bozgun: Adı geçen Kapudan Paşa büyük öfke ve böbürlenmeyle dokuz yüz yetmiş dokuz cumadelûlâsının on yedinci pazar günü (7 Ekim 1571) kalkup Pertev Paşa sol kola ve Ali Paşa sağ kola, kendi ortaya girüp hepsi yüz seksen parça gemiyle alay bağladılar. İnebahtı Boğazı’ndan çıktılar, Mora’da Holumuç kıyısında, bu boğaza yakın bir burun vardı, o zamandan beri Kanluburun derler, kâfir donanması o burun ardında yaturdu.

 

O yerde Ali Paşa, kapudana haber gönderüp “kâfirlerin barça ve mavunası, kale ve metristir; ilkin önünden savulup sonra dönüp ya ardından ya böğründen girelim” dedikte Kapudan Paşa “ben padişahın donanmasına kaçtı namını komazam” deyüp yürüyüp karşı vardı.

 

Hemen kâfirin elli parça gemisi seçilüp Kanluburun’dan taşra gelüp kalan gemileri burun ardında saklanup görünmezdi. İslam gemileri o elli gemiye çatup tamam ellisini söyündürmekle uğraşırken öteki gemileri burun ardından çıkup donanmayı çevirerek topa tuttular.

 

Beri yandan da, durum gereği, bir yerde toplaşurken Kapudan Paşa hemen baştardayla alaydan seçilüp önce bir gemiye çatarak sçyündürmeye uğraşırken kâfirler üç fenerlerinden bilerek üşündü ettiler. İki parça barça, baştardayı araya alup kapudanı şehit ettiler; iki oğlu ve içinde olanlar tutsak oldu. Pertev Paşa gemisini de topla vurup batardılar; kendisi denize düşüp


 

 

 

 

yüzerken Hasan Paşaoğlu Mahmud Bey rast gelüp kancayla gemisine aldı. Baş gidince ayak kalmaz, öteki askere tam bozgun olup herkes başının kaygısına düştü.

 

Uluç Ali Paşa, ne zaman ki bu durumları gördü, eski korsandı, gemisine bir alamet koymayup deniz tarafına açılmıştı. Kapudan Paşa gemisinin girdaba düştüğünü görünce çektirirken Malta kapudanının üzerine gelüp çatup aldı ve bu kapudanın başını kendi eliyle kesüp birkaç gemi daha söyündürdükten sonra; kâfirler üstün geldiklerinden Cezayir gemileri birbirinin ardına düşüp savaşarak Moton tarafına doğru çektirüp gittiler.

 

Askerin çoğu kâfirlerle savaşta şehit oldu. Savaş yeri olan Anatokola, Mora kıyısına yakın topuklu sığ yer olduğundan on beş parça gemi oturup halkı suya döküldü; bunların birazı karaya çıkup kurtuldu. Kalanından kimisi alınup kimi boğulup gitti. Ağriboz beyi Salih Paşazade tutsak olmuşken Hasan Paşa gemisiyle kurtuldu; Pertev Paşa da Mahmud Bey gemisiyle Preveze’ye çıkarak karadan İnebahtı’ya geldi.

 

Şehitler: Çorum beyi Gülâbi, Karahisar-ı Şarkî beyi Ahmed, Engürü beyi Mimarzade, İnebahtı beyi Firdevz, Sakız beyi Abdülcebbar, Midilli beyi Hızır, Sığacık beyi Karabatak, Biga beyi Ali, Mısır İskenderiyesi beyi Şolok ve bir bey daha, hepsi onbir sancak beyi, tersane emini ve kethüdası; kapudanlardan Dumdum Memi, Ali Müslüman ve başkaları ve bu sancakların sipahileri hepsi şehit olup az kimse kurtuldu. Kâfir hepsi altmış parça kadırga alup halatını ve gereçlerini Venedik Cebehanesi’ne kodu.

 

Kıssadan hisse budur ki serdarlar düşmanın durumunu yoklayup iyice anlayup bildikten sonra, eğer karşı koymaya gücü yetse bile, barış mümkünken savaşa kalkışılmaya. Kalkışılırsa iyice araştırılup kanun üzere savaş ola. Serdar olanlar kendileri savaşa başlamayalar, yerinde durup öteki askeri gereğine göre kullanalar. Bozgun olup umut kesildikte ister istemez bir tarafa çıkmakta hünerdir. Bütün askerin kırılmasından bir serdarın alınması


 

 

 

 

zararı artuktur. Hele deniz savaşlarını kara savaşına benzetmeyenler, savaş kanunlarını tarihlerde ve hükema kitaplarında göreler.

 

Mansıplar Verilmesi ve Kılıç Ali Paşa’nın Kapudanlığı: Âlemin sığınağı olan padişah Edirne’deyken cumadelâhirenin üçünde (23 Ekim 1571) Uluç Ali Paşa’nın bür adamı gelüp bu korkunç haberi getirdi. Bütün Müslümanlar tasalanup bu kıyameti andıran bozgunun olmasına “sübhân el- Kadir el-Hakîm, inne zelzeleti’s-sâate şey’ün azîm” diye şaşarak istircâ eylediler.

 

O sırada kapudanlık mansıbı yiğitliği ve güzel tedbiri karşılığı adı geçen Uluç Ali Paşa’ya verildi, Uluç lakabı Kılıç ile değiştirildi. Ona yazılan yazılarda bu lakap yazılup herkes bundan böyle Kılıç Ali dediler.

 

Düşen sancak beylerinin yerleri verilüp Murad Reis’e de Sığacık sancağı verildi.

 

Veziri Âzam Mehmed Paşa’nın Hazırlığı ve Tedbiri: O sırada Cem güçlü padişah yeniden gemiler yapılmasını ferman etti, tersane yakınında olan Hasbahçe’den biraz yer ayırdı ve Sekiz Kemerli Tersane yaptılar. Veziri âzam Mehmed Paşa da var gücü bazuya getirdi; o kış içinde yüz elli parça kadırga ve sekiz mavuna kurdurdu.

 

Kapudan Kılıç Ali Paşa hep derdi ki “tekne yapmak kolaydır, iki yüz parça gemiye beş altı yüz demir ve ona göre halat, yelken ve başka gereçlerini tamamlamak güç görünür.”

 

Koca Mehmed Paşa karşılığında “Paşa Hazretleri, yüce devletin gücü ve kudreti öyledir ki bütün donanma demirlerini gümüşten, iplerini ibrişimden yelkenlerini atlastan etmek ferman olunsa yapmak mümkündür. Herhangi geminin yat ve yarağı yetişmezse bu minval üzere benden al” dedikte Ali


 

 

 

 

Paşa el arkasını yere koyup alkışlayup dua eyledi. “Gerçi bildim ki bu donanmayı tekmil edersiz” dedi.

 

Gerçekte de ilkyaza dek bütün tedariklerini görüp bu kadar top, tüfek, dövüş ve savaş araçları ki geçen yıl alınmıştı, eskisi gibi, belki daha çok tekmil etti.

 

Kavga: Burada şu kaldı: Bu gemileri bütün beylikten verilen mal ile mi yaptı; yoksa devlet adamları ve belli kişiler mi yardım etti? Peçevî aydur: “Ne kimseye gemi saldılar ve ne akçe yardım aldılar.”

 

Ama Tersane-i Âmire’de kimi yaşlı kapudanlar, yetiştikleri o devir devlet adamlarından işiterek anlatırlar ki devletin sayılı adamlarına ve ileri gelenlerine, herkese halince gemi saldılar. Yalansa söyleyenin üzerine, bunun doğru olup olmadığı hazine defterlerinden belli olur.


 

 

 

 

 

EK IX – GÖRSEL MALZEMELER

 


 

“İnebahtı Savaşı” Paolo Veronese (1528-1588)

 


 

“İnebahtı” Matthaeus Guenther (1705-1788)


 

 

 

 

 

“İnebahtı Savaşı” Venedikli Tomasz Dolabella (1570-1650)

 


 

“İnebahtı Savaşı’ndan Bir Detay” Venedikli Tomasz Dolabella (1570-1650)


 

 

 

 

 

“İnebahtı Savaşı” Venedikli Tomasz Dolabella (1570-1650)

 


 

“İnebahtı Savaşı 1571” –Don Juan ve Kardinaller


 

 

 

 

 

“İnebahtı’nın Kahramanları” - Anonim

 


 

“İnebahtı Savaşı” Vatikan Müzesi’ndeki Coğrafi Haritalar Galerisi’ndedir.


 

 

 

 

 

“İnebahtı Savaşı, 7 Ekim 1571” XVIII. Yüzyılın ikinci yarısına ait bir eser.

 


 

“İnebahtı Savaşı” Londra National Maritime Museum’da


 

 

 

 

 

“İnebahtı Savaşı” Andrea Vicentino (1542-1617)

 


 

İnebahtı Savaşı’nı anlatan bir fresk.


 

 

 

 

 

“Monument   to    Don   Juan   de    Austria”        Don   Juan   de    Austria’nın Messina’daki Anıtı.


 

Sevilla Santa Maria Magdalena Kilisesi’nde bulunan bir fresk. Bakire Meryem’in İnebahtı Savaşı’nda İspanyol gemilerini koruması.


 

 

 

 

 

Kral Philippe II’ye Tanrı’nın bir lütfû olarak erkek bir mirasçı gönderilirken. Kral’ın ayaklarının dibinde bir Osmanlı askeri ve bir köpek görülmekte. Arka plânda ise İnebahtı Savaşı resmedilmiş. İtalyan Titian’ın XVI. yüzyılın sonlarına ait bir çalışması.


 

 

 

 

 

Malta Muhâsarası 1565


 

 

 

 

 

Malta savunmasına katılmış olan Hospitalier Şövalyesi Ulrich von Rambschwang’ın XVII. Yüzyılın başında yapılmış mezar taşı. Bugün Münih’te Bayerisches Ulusal Müzesi’ndedir.


 

Charles Philippe Lariviere (1798-1876) tarafından XIX. Yüzyılın ilk yarısında yapılmış bir çalışma.


 

 

 

 

 

“Malta Muhâsarası – Türklerin Kaçışı” – Matteo Perez d’Aleccio tarafından yapılmış bir fresk. Malta – Valetta’daki Grandmaster’s Palace’ın büyük salonunda bulunmaktadır.


 

“Malta    Muhâsarası       Saint   Elmo’nun   Zaptı”    Matteo    Perez    d’Aleccio tarafından yapılmış bir fresk.


 

 

 

 

 

“Malta Muhâsarası- Türk Donanmasının Gelişi” Matteo Perez d’Aleccio tarafından yapılmış bir diğer fresk.


 

Maltalı Heykeltraş Antonio Sciortino (1879-1947) tarafından yapılmış Malta Muhâsarası Anıtı.


 

 

 

 

ÖZET

 

GÖRGEL, Zehra. XVI. Yüzyılın İkinci Yarısındaki Osmanlı Yenilgilerinin Osmanlı Tarih Yazarları ve Eserlerindeki Yansımaları, Yükseklisans Tezi, Ankara, 2010.

XVI. yüzyılın ikinci yarısı, dünyâda olduğu kadar Osmanlı Devleti’nde de pek çok değişim ve dönüşümün meydâna geldiği bir dönemdir. XIV. yüzyılın ikinci ve XV. yüzyılın ilk yarısından itibâren hızla gelişen Osmanlı Devleti, XVI. yüzyılda dünyâ siyâsetinin en mühim güçlerinden biri olarak, döneme damgasını vurmuştur. Ne var ki aynı yüzyılın ikinci yarısında mühim iktisâdî, siyâsî, teknolojik, toplumsal vb. değişim ve dönüşümlerin yaşanması Osmanlı Devleti’nde de etkisini göstermiş ve devlet, pek çok bakımdan zirve- çözülme ikilemine girmiştir. Bu ikilem döneminin iki mühim yenilgisinin alındığı Malta Muhâsarası ve İnebahtı Savaşı, denizler üzerinden değişmekte olan güçler dengesinin ve “Yenilmez Türk” efsânesinin bitişinin habercisidir. Osmanlı yenilgilerinin Osmanlı târih yazar ve eserlerindeki yansımalarının incelendiği, iki bölümden oluşan bu çalışma, değişen dünyâ ve devlet düzenine rağmen târihçilerin yenilgileri kimi zaman ısrarla ezberlenmiş doğrular üzerinden yaklaşarak, kimi zaman şahsî menfaat, devlet ideolojisi ve gerçekçilik çıkmazına düşerek, kimi zaman da yapıcı bir üslûpla kaleme almış olduklarını göstermeye çalışmaktadır.

 

Anahtar Sözcükler

1.    Osmanlı yenilgileri

2.    XVI. yüzyıl

3.    Târih yazıcılık

4.    Malta

5.    İnebahtı


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder